Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • fuga
    Senior Member
    • 27-08-2004
    • 6397

    Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

    bu bölümde arkadaşlar yerli yabancı geçmişten günümüze insanlara yer vereceğiz...

    kısaca biyografinin tanımı:edebiyat,sanat,siyaset,ticaret,v.b alanlarda haklı bir üne kavuşmuş,tanınmış insanların hayatlarını,eserlerini,başarılarını okuyucuya duyurmak amacıyla yalın bir dille,tarafsız bir görüş ile yazılan inceleme yazılarına hayat hikayesi (Biyografi) denir.

    başlayalım...

    saygılar...
  • fuga
    Senior Member
    • 27-08-2004
    • 6397

    #2
    Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

    Mustafa Kemal Atatürk ( 23.04.1881)- (10.11.1938) </B>

    1881 yılında Selanik'te doğdu. İlk öğrenimini ve asker&#238; öğrenci olarak orta öğreniminin bir kısmını Selanik'te yaptı. Manastır Asker&#238; Lisesi'ni bitirdi.1902 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1905 yılında Harp Akademisi'nden mezun oldu.Orduda çeşitli vazifeler aldı. 1913 yılında Sofya'da Ataşe Militer olarak bulundu.

    Birinci Dünya Harbi sırasında, Çanakkale Muharebelerinde, Tümen Komutanı olarak görev yapıı. 1916 yılından itibaren, Doğu ve Güney cephelerinde Kolordu ve Ordu Komutanlığı yaptı. Bitlis ve Muş'u düşman işgalinden kurtaran kuvvetlerin başındaydı. Filistin ve Suriye cephelerinde görev aldı.

    Mondros Mütarekesi'nden sonra Sevr Anlaşması hükümlerine dayanılarak ülkenin yabancılar tarafından işgali üzerine, son Osmanlı padişahı Vahdettin Han tarafından Anadolu'ya gönderildi.19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak Türk mill&#238; mücadelesini başlattı.Amasya Genelgesi, Sivas ve Erzurum Kongrelerini topladı. Asker&#238; görevlerinden istifa ederek 23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni topladı. Meclis Başkanı seçildi.5 Ağustos 1921'de Başkomutanlık görevini üstlenerek Anadolu'nun Yunan işgalinden kurtarılması için mücadeleye devam etti. Sakarya Meydan Savaşı'nı kazandı. 19 Eylül 1921'de Meclis tarafından kendisine Mareşal ve geleneksel Gazi ünvanı verildi.

    26 Ağustos 1922'de işgalci Yunan kuvvetlerine karşı Büyük Taarruz'u başlattı. Beş gün sonra 30 Ağustos 1922'de de Başkomutanlık Meydan Savaşı' nı kazanıldı.Lozan Barış Konferansı'ndan sonra, 11 Ağustos 1923'de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yeniden Başkan olarak seçildi. 9 Eylül 1923'de kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanlığı' na seçildi.

    29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in il&#226;n edildiği gün, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Dört dönem üst üste seçildi.10 Kasım 1938'de öldü.

    ESERLERİ
    Atatürk'ün Özel Mektupları
    Mustafa Kemal Atatürk
    Kaynak Yayınları / Siyasal Tarih ve Türkiye Dizisi

    "Atatürk'ün Özel Mektupları", ilk kez Sadi Borak tarafından derlenmiştir. 1961 yılında ilk basımı yapılan eser, kısa sürede tükenmiş, 1970'te ikinci ve 1980'de üçüncü basımı yapılmıştır. İlk basımı 42, ikinci basımı ise 80 mektubu kapsayan eser, üçüncü ve elinizdeki dördüncü basımında 157 mektubu içermektedir.

    Atatürk'ün bu mektupları, yaşadığı dönemin ve içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal olayların birer aynası gibidir. Ayrıca Atatürk'ü tüm yanlarıyla bu mektuplarda bulmak da mümkündür: Sevgileri, tutkuları, hatta kıskançlıklarıyla... Mektuplar, tarihimiz ve Atatürk'ün biyografisiyle ilgili birçok materyali de içermektedir. Bu eserde yer alan mektuplar, öyküleriyle birlikte birçok olayı aydınlığa kavuşturmaktadır. Yakın tarihimizin kimi olayları belge ve bilgi yetersizliği nedeniyle tarihimize yanlış olarak yansımıştır. Kimi olaylar da aynı nedenle birtakım gerçek dışı varsayımlar üzerine kurulmuştur. Bunlar arasında kasıtlı olarak saptırılan olaylar da vardır: Fevzi Çakmak'ın Anadolu'ya geçişi, Sovyet yöneticileriyle yazışmalar, Ardahan Milletvekili Hilmi ve Ali Galip olayları vs...

    "Atatürk'ün Özel Mektupları", yakın tarihimizin bilinmeyen ya da az bilinen kimi olaylarını açıklığa kavuşturmuş olması bakımından her zaman başvurulması gereken kaynak bir yapıt niteliğindedir.


    Atatürk Konuşuyor
    "Nutuk Öncesi"
    Mahmut Soydan, Falih Rıfkı Atay
    Tekin Yayınevi

    Bu kitap için anılarını kağıda döken Falih Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan'a Atatürk'ün özel demeci "Benim anlattıklarım ve anlattıklarımı değerlendirmek için size verdiğim
    belgeler okunduktan sonra, bütün Türk milletini, özellikle Türk aydınlarını vicdan ve fikir hesaplaşmasına çağırmak isterim. "Anılar" diye size anlattığı bu hikayelerin, zamanımıza kadar birtakım Devlet büyüklerinin anılarını yayımlamak sevdasına benzer bir eğilimden doğmuş olduğunu sanmayınız. Eğer ben, bu gerçekleri size söylüyorsam ve milletimize
    ulaştırıyorsam, elbette bundan, büsbütün başka bir amacım vardır. Bu amaç ne olabilir.. Bunu burada açıklayamam. Fakat benim tasarladıklarımı, düşüncelerimi içtenlikle ulaştıran bu yazılar okunduktan sonra, kuşku duymam ki milletim, kendi kendine durumu öğrenecek, değerlendirebilmek için gerekli belgelere sahip olacaktır.

    Dediklerimi, olaylar eylemlerle kanıtlamamış olsaydı, bu sözlerimin kapsadığı gerçeği -güç anlaşılabilir düşüncesiyle-, bir zaman daha yayımlamakta ağır
    davranmaya belki gerek görürdüm."

    HAKKINDA YAZILANLAR

    Atatürk'ten Anılar
    Kemal Arıburnu
    İnkılap Kitabevi / Atatürk İle İlgili Kitaplar

    Atatürk'ün düşüncelerini ve kişiliğini ortaya koymak ve değişik yönleriyle anlatmak çabasını güderken, çok dar bir çerçeve içinde de olsa, O'nu anlatanların da bu ortam içindeki yerlerine ve kişiliklerine de değinmiş bulunuyorum.Her anı ve izlenimin büyük bir değeri vardır. Uzun ve görkemli bir dönemin güçlü komutanları, tarihçileri, şairleri, yazarları, romancıları, müzisyenleri ve halk ozanları hep O'nu anlatmaya, ressamları O'nu çizmeye, heykeltraşları O'nu yontmaya çalışmışlardır. Bu anlatılanlar, hep gönüldeki Atatürk'tür. O'nu
    gönüllerinde duymayanlar, davasına baş koymayanlar, başlarını omuzlarının üzerinde bir yük gibi taşıyanlar O'nu anlatamazlardı ki...

    Anılarla Mustafa Kemal Atatürk
    İsmet Kür
    Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / Atatürk Dizisi

    İsmet Kür, "Yazın bir bütündür... Diyelim ki, bir ulu ağaçtır. Bu ağacın her dalında ürün vermiş olmaktan mutluyum." diyor. Yayınlanmış 17 kitabı ve bunların arasında 9 baskı yapmış olanları var. Yazarımızın kitapları, -hatta günlük gazetelerde yayınlanmı kimi makaleleri, köşe yazıları bile- daima ses getirmiştir. Yazılanların tümünde vurgulanan, İsmet Kür'ün kendine özgü sürükleyici, rahat yazış biçimi; alışılagelmişten biraz farklı, hatasız, ustaca kullandığı dil olmuştur. Psikolojik irdelemelerindeki etkileme gücü de, yazılarının, üstünde durulan başka bir özelliğidir.

    Atatürk'ten Anılar
    Kazım Özalp, Teoman Özalp
    Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / Atatürk Dizisi ...

    1930'lu yıllarda çocuk yaşlarında olan, bugünün belirli yaş düzeyinin üzerindeki akranlarımdan bir kısmı, Atatürk'ü, bir kez uzaktan dahi görmüş olmayı, haklı olarak büyük bir mutluluk saymaktadırlar. Ben bu yönden gerçekten çok şanslı bir insanım. Babamın ona yakınlığı nedeniyle çok kereler Atatürk'le beraber olabilmek şansına eriştim. Bu ülkede yaşayan herkes, eğer Atatürk ile ilgili bir anısı varsa, bunu milletine mal etmeyi bir görev saymalıdır. Bu nedenle, her ne kadar çocuk yaşlarımdaki anılar da olsa, bazıları, büyük dersler alınacak değerdedir. Anılarımı bu kitap içerisinde ikinci bölüm olarak yayınlamayı mutlu bir fırsat sayıyorum. Ailemizin elinde bulunan ve bazıları bugüne kadar hiç yayınlanmamış olan fotoğrafların, bu yayına bir katkı sağladığı inancındayım. Kitabın birinci bölümünü oluşturan babamın anılarında, kendi yazdıklarına aynen sadık kalınmış, ancak o devirde kullanılmakta olan Arapça kelimelerin bazıları, gençlerin daha iyi anlayabilmeleri için, bugün kullanmakta olduğumuz şekilde Türkçeleştirilmiştir. Belirli bir tarihten sonraki anılarda, soyadları ve kullanılmaya başlanmış bulunan yeni kelimeler kullanılmıştır...

    Atatürk'ün Avrasya Devleti
    İsmet Bozdağ
    Tekin Yayınevi

    Atatürk'ün gözünde Milli Misak'ın anlamı nedir? Milli Mücadele'de, Sovyetlerden, ne zaman ve ne kadar yardım aldık? İran'a 1923 yılında Uçak armağan ettik mi? Neden..
    Enflasyonun yüzde 250'lerde olduğu 1924 yılında 100.000 altın harcayarak: "Türkiyat Enstitüsü" kurduk, "Etnografya Müzesi"nin temellerini attık mı.
    Niçin. Dil Kurumu, Tarih Kurumu'nun kurulmasında gözetilen hedef nedir? Bu Hedef'den Kim ve niçin saptı. Atatürk ve İnönü hangi fikirde çatıştılar. Kim haklı idi.
    Atatürk, İnönü'nün çocuklarına okumalarını sağlamak için mirasından pay ayırdı mı. Niçin. Atatürk'ün "Siyasi Vasiyeti" var mı. Neydi ve uygulanmasını kim önledi.
    Atatürk, kimin Cumhurbaşkanı olmasını istiyordu? Kim oldu. Bütün bu soruların cevapları, bu kitapta!

    Atatürk'ün Fikir Sofrası
    İsmet Bozdağ
    Tekin Yayınevi

    Atatürk'ün akşam sofralarına çok ilişildi; "Yaran sofrası" denildi; "Malum Zevat Sofrası" denildi; hatta "Sarhoş Sofrası" diyenler bile oldu. Bu kitap, Atatürk'ün akşam sofralarının gerçeğini, en sağlam kaynaklardan soruşturarak, onların verdiği bilgilerle yazılmıştır. Atatürk'ün en yakınlarından alınan her bilgi, aynı olayın görgü tanıkları ile pekiştirilmiş, hafıza yanlışları düzeltilmiş ve gerçeğe en yakın biçime dönüştürülmüştür.

    Atatürk sofralarını en iyi anlatan söz, yine Atatürk'ün sözüdür: "Hükümet Uyandı; Hadi Biz Artık Yatalım!"

    Hayat ve Hatıratım
    Rıza Nur Kendini Anlatıyor
    Rıza Nur, Abdurrahman Dilipak
    İşaret Yayınları / Belgelerle Yakın Tarih Dizisi

    Hayat ve Hatıratım
    Cilt: 3
    Rıza Nur-Atatürk Kavgası
    Rıza Nur - Abdurrahman Dilipak
    İşaret Yayınları / Belgelerle Yakın Tarih Dizisi

    Atatürk ve Pietro Canonica
    Semavi Eyice
    Eren Yayıncılık

    Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü
    Bir Dostluğun Öyküsü
    Melda Özverim
    Milliyet Yayınları

    "Çarşamba akşamı, sizinle geçirdiğim günün tatlı hatırasıyla İstanbul'dan ayrıldım. Beni sizden uzaklaştıran tren tahmin ettiğim gibi 18.30'da değil 17.20'de hareket etti."
    "Şu anda Hotel Bulgarie'deyim fakat bu otelden menun değilim, yarın değiştirmeyi düşünüyorum."

    "Ertesi gün şehirde kısa bir tur yaptım. Ekseriya sefarethanede, büromdayım ve çalışıyorum. Fethi Bey'de başka bir şey yapmıyor."

    "İşte Arıburnu'nda İngilizlerle savaştayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim. Geri kalanı cesur kıtalarım tarafından sahile, donanmanın himaye ettiği bir noktaya sürüldü."

    Sınıf Arkadaşım Atatürk
    Okul ve Genç Subaylık Anıları
    Ali Fuat Cebesoy
    İnlilap Kitabevi / Atatürk İle İlgili Kitaplar

    Mustafa Kemal'i altmış yıl önce bir cuma akşamı tanımıştım. Harp Okulu'nda ve Harp Akademesi'nde sınıf arkadaşımdı. 1905 yılı başlarında birer Kurmay Yüzbaşı olarak şanlı Türk Ordu'suna katıldık. Önce Suriye'de Beşinci, sonra da Makedonya'da Üçüncü Ordu'larda kurmay stajlarımızı birlikte yaptık. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nde aynı safta bulunduk. Mücadelelerimiz ortaktı. Hürriyet hareketlerinde de birlikte çalıştık.Bu kitap, okul ve genç subaylık hayatımızın anılarını içine almaktadır. -Ali Fuat Cebesoy-

    Gazi ve Latife
    İsmet Bozdağ
    Tekin Yayınevi

    Atatürk, "Gazi Mustafa Kemal" günlerinde, İzmir'de bir genç kızla tanıştı ve evlendi. 2 yıl, 6 ay, 4 gün birlikte yaşadılar. 25 Ağustos 1925 günü, Latife Hanım: "Latife Gazi Mustafa Kemal" olarak çıktığı İzmir'den; sadece "Latife" olarak yine İzmir'e dönüyordu.

    Nasıl tanıştılar, nasıl yaşadılar, niçin ayrıldtılar?

    Bu konuyu çok insan yazmaya heveslendi. Başaramadılar. Çünkü Latife Hanım: "Özel hayatımdır, yayınlayamazsınız" diye girişimleri, mahkeme kararı ile durduruyordu. Biz, bütün kaynakları kullanarak bu kitabı yazdık ve Hürriyet Gazetesinde yayınladık. Latife Uşaklıgil yayını durdurma girişiminde bulundu: "Biz, sizin hayatınızı değil, Atatürk'ün evlilik hikayesini yazdık ve yayınladık" savunusu ile yayını sürdürdük ve bu yayın -kitap olarak- bugün elinizdedir.Bu kitabın bir başka özelliği daha var.

    Kitap, Atatürk'ün bütün özelliklerini: Tutalım, sigara içerken, ne zaman halka yaptığını, ne zaman yapmadığını; yatağına pijama ile mi, gecelikle mi girdiğine varıncaya kadar titiz bir gerçekçilikle saptanmış ve işlenmiştir.Bu kitapta: İnsan Mustafa Kemal var.

    Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor
    Salih Bozok
    Doğan Kitapcılık İstanbul 2001

    "Atatürk'le birlikte yaptığım seyahetlere dair bazı defterde notlarım olduğu gibi, Atatürk'ün bana gönderdiği çok kıymetli mektupları vardır. Bunları neşretmek için benden satın almak isteyenler olmuştur, fakat Atatürk buna müsaade etmedi ve 'Bunları biz öldükten sonra neşretmek üzere çocuklarına miras bırak' dedi. Ben de onun için hepsini muhafaza ederek size miras bıraktım".
    İşte Salih Bozok'un bu mirası, ölümünün 60. yıldönümünde oğlu Muzaffer Bozok tarafından yayımlıyor.
    Esir aldığı Trikopis'e Napolyon'u örnek gösteren...
    İzmirde kendisine diklenen İngiliz konsolosu odasından kovan...
    Annesinin mezarının başında ulusal egemenlik yemini eden bir Mustafa Kemal bulacaksınız.
    Tabi&#238; Latife Hanım'la evlenmelerinin ve boşanmalarının öyküsü,
    İnönü ile küslüklerinin içyüzünü, sofrada kopan kimi kavgaların ilginç ayrıntılarını ve Atatürk'ün hastalığının perde arkasını da...

    Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Paşa'nın Sonbahar Gezileri
    Nuri Onat
    Çağdaş Yayınları / Tarih-Anı-Gezi-Olay Dizisi

    Devrim tarihimizdeki yeri çok önemli bir kitap bu. O yılların ünlü deyimi ile "Gazi" Mustafa Kemal Paşa'nın 1924 güzünde, uzun süren bir yurt gezisindeki söyleşileri, demeçleri ve söylevleri yanında, geziden izlenimler, içten coşkulu, sevgi dolu karşılama ve uğurlamalar, vurucu bir dille anlatılmış...

    Hümanist Atatürk
    Hamdi Ülkümen
    Çağdaş Yayınları

    İster günümüzde yaşasın ister tarihte yaşamış olsun, insanın sevdiği, saygı duyduğu, onu her anımsayışta heyecanlanıp mutlu olduğu insanlar vardır. Hamdi Ülkümen için Atatürk işte o büyük insandı. ... Yunus Nadi'nin de yakın dostuydu. Birlikte çalışmışlardır. Hamdi Ülkümen'in bir devrim lisesi açması üzerine, onun eğitimciliği ve okulculuğu üzerine Yunus Nadi'nin Cumhuriyet'e yazdığı bir başyazıyı da bu kitapçığın sonunda bulacaksınız.

    Yorum

    • fuga
      Senior Member
      • 27-08-2004
      • 6397

      #3
      Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

      İsmet İnönü ( 1884)- (25.12.1973)











      1884 yılında izmir'de dogdu. ilk ve orta ögrenimini Sivas' ta tamamladıktan sonra Mühendishane idadisini (Asker&#238; Lise) bitirdi.

      1903 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1906 yılında Harp Akademisi'nden mezun olarak, ordunun çeşitli kademelerinde görev yaptı.

      1910-1913 yılları arasında Yemen isyanı'nın bastırılması harek&#226;tına katıldı.
      Bu ve bundan önceki görevlerinde hudut problemleri ve asilerle yapılan anlasmalarda görev aldı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi'nde Kolordu Komutanı oldu.Suriye Cephesi'nde savaştı; Mill&#238; Mücadele sırasında Mustafa Kemal Atatürk'le birlikte çalıştı. Edirne milletvekilligi ve bakanlık yaptı. Albay ismet Bey, mebusluk ve bakanlık da uhdesinde kalarak Garp Cephesi Komutanlıgı'na getirildi. 25 Ekim 1920'den sonra Batı Cephesi Komutanı olarak Çerkez Ethem kuvvetleriyle çatıştı..Birinci ve ikinci inönü Savaşlarını yönetti. Tuggeneral rütbesine yükseldi.

      Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz'dan sonra kazanılan zafer üzerine Mudanya Mütarekesi'nde Büyük Millet Meclisi'ni temsil etti. Lozan
      Barış Konferansı'na Dışişleri Bakan ve Türk heyeti başkanı olarak katıldı.

      24 Temmuz 1923'te Lozan Andlaşması'nı imzaladı.

      Cumhuriyetin il&#226;nından sonra 1923-1924 yıllarında ilk hük&#251;mette Başbakan olarak görev aldı, 1924-1937 yılları arasında bu görevini sürdürdü. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra, 1938 yılında, TBMM tarafından Türkiye'nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi.ikinci Dünya Savaşı
      sırasında cumhurbaşkanıydı. 1950 yılında, yapılan seçimleri kaybettikten sonra, 1960 yılına kadar Ana Muhalefet Partisi Başkanı olarak siyas&#238; hayatını sürdürdü. 27 Mayıs harek&#226;tından sonra Kurucu Meclis üyeligine seçildi ve 10 Kasım 1961 tarihinde Başbakanlıga atandı.

      1965 yılında bu görevden ayrıldıktan sonra milletvekili olarak siyas&#238; hayatına devam etti, 1972'de Parti Genel Ba?kanlıgı ve milletvekilliginden istifa ederek; ölünceye kadar (25 Aralık 1973) Anayasa geregince Cumhuriyet Senatosu tabi&#238; üyeligi görevinde bulundu.

      ESERLERİ

      Hatıralar
      Cilt: 1
      İsmet İnönü
      Bilgi Yayınevi / İsmet İnönü Dizisi

      "İsmet İnönü" hatıralarını yazmayı hiç düşünmedi. Eğer 1950'li yıllarda Metin Toker hapsedilip Akis dergisinin başından uzaklaştırılmasaydı ve 1960'lı yıllarda Ulus gazetesi güç duruma düşmeseydi, "İsmet İnönü - Hatıralar" adı altında bugün bütününü yayımladığımız bu eser de hazırlanamayacaktı. Birinci kitabın birinci bölümünü "İsmet İnönü", kızı Özden Toker'e dikte ederek
      yazdırdı ve bu bölüm, 1959'da Akis dergisinde tefrika edildi. Birinci kitabın ikinci bölümüyle, çıkacak olan ikinci kitabın tamamı için
      "İsmet İnönü", değerli yazar ve tarihçi Sabahattin Selek'in yardımlarından yararlandı. Milli Mücadele Yıllarını, Lozan Konferansını ve Cumhuriyet dönemini kapsayan o kısımları Sabahattin Selek, "İsmet İnönü"nün sesinden teybe aldı. Bunların bir parçası, hiç değiştirilmeden 1968'de Ulus gazetesinde yayımlandı.


      Hatıralar
      Cilt: 2
      İsmet İnönü
      Bilgi Yayınevi / İsmet İnönü Dizisi
      ... Nihayet, Cumhuriyetin kuruluşunda, 1937'ye kadar başbakan olarak hizmet gören "büyük devlet adamı" ile karşılaşıyoruz. "İnönü" burada Atatürk ile geçici ayrılışının nedenlerini çok samimi bir dille açıklamaktadır. Öğreniyoruz ki, anlaşmazlığın temelleri biraz daha eskidedir. "İsmet İnönü", cumhurbaşkanı seçilmesinden hemen sonra kendi el yazısıyla tuttuğu notlarda da olayın ilginç ayrıntılarını anlatmaktadır ve bu notlar, ikinci cildin bitimindeki ekler arasında yer almaktadır.

      Bütün bu cilt boyunca da "büyük edip", o kendine has, dikkat çekici üslubunu sürdürmektedir. Denilir ki siyasi karşıtları onun demeçlerini birkaç defa okuyarak inceliğini sezerlerdi. Bu, "İnönü"nün üslubunun güç anlaşılır olmasından değil, kıvrak cümlelerle ve kaba konuşmaktan daima kaçınarak fikirlerini, sizin de bir çaba göstermenizi bekleyerek söylemesinin bir sonucudur.


      HAKKINDA YAZILANLAR

      Yarı Silahlı, Yarı Külahlı Bir Ara Rejim 1960-1961
      Metin Toker
      Bilgi Yayınevi

      Kitaplar yaşayan varlıklardır. Hele kitap dizileri büsbütün öyledirer. Bir planlama yaparsınız. Ele alacağınız zamanı parsellersiniz. "5 kitap olacak" dersiniz, "6 kitap olacak" dersiniz. Bir bakarsınız, biçtiğiniz süreçlerin içinden bir tanesi olağanüstü bir ilginin odak merkezini oluşturmuş. Onun üzerine, mecburen -meşhur bir şarkıda söylendiği gibi "mecburiyet"ten- o dönemi bir ayrı ilgiyle ele almak durumunda kalırsınız. Özellikle televizyonda yayınlanan bir dizi 1960-1961 dönemini o hale getirdi. 1960-1961 arası mutlaka bir "inanılır ve belgesel nitelik taşıyan başvuru kitabı" olmak görevini üstlenmeliydi. Bundan dolayıdır ki ilk planlamadaki 5. kitap, "Darbeden Demokrasiye (1960-1965)" ikiye bölündü ve ortaya bu, Milli Birlik Komitesi iktidarını kapsayan "Yarı Silahlı, Yarı Külahlı Bir Ara Rejim (1960-1961)"e yer açtı. Dizinin yazarının "külahlı bir fotoğraf"ının bu sayfada yer alması da kitabın adının getirdiği ilhamın sonucudur. Böylece dizinin kitap sayısı altıdan yediye çıkmış bulunuyor. 6. kitap "İnönü'nün Son Başbakanlığı (1961-1965)" başlığını taşıyacaktır. Dizi "İsmet Paşanın Son Yılları (1965-1973)" başlıklı 7. kitapla son bulacaktır.


      Tek Partiden Çok Partiye 1944-1950
      Metin Toker
      Bilgi Yayınevi

      1944-1950 arası Türk politika tarihinde bir dönemeç noktasıdır. Tek partiden, çok partili hayata geçilirken, bu döneme damgasını vuran kimi politikacıların, önemli olayların çoğu, bugün iyi bilinmez, çünkü gizli kalmıştır. Metin Toker, İnönü ve Bayar başta olmak üzere Nihat Erim, Tevfik Rüştü Aras, Hikmet Bayur, Refik Koraltan, Samet Ağaoğlu, Sıtkı Yırcalı ve Basri Aktaş gibi o dönemin ünlü politikacılarıyla o yıllarda uzun görüşmeler yapmış, elde bulunan belgeleri, bilgileri değerlendirerek bu yapıtı hazırlamıştır. Tek Partiden Çok Partiye, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları'nı aydınlatacak dizinin ilk kitabıdır.

      Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973
      Cilt: 2
      DP'nin Altın Yılları 1950-1954
      Metin Toker
      Bilgi Yayınevi / Metin Toker'in Kitaplar Dizisi

      "Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973" dizisinin 2.kitabı "DP'nin Altın Yılları 1950-54", özellikle gençlere, politikacılara ve meraklılara bir başvuru kitabıdır.


      Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973
      Cilt: 3
      DP Yokuş Aşağı 1954-1957
      Metin Toker
      Bilgi Yayınevi / Metin Toker'in Kitapları Dizisi

      Metin Toker milli tarihimizden önemli bir devri anlatıyor. Metin Toker bu devrin olayları içinde, onların yakınında yaşamıştır. Bu devir Demokrasi Devriminin hikayesidir. Cumhuriyet tarihimizde tam bir dönüm noktasıdır. -İsmet İnönü-
      (Önsöz)
      Menders'i en çok düşündüren Akis istihbaratının kudreti oldu. Konyak kadehindeki soğutulmuş rakısından bir yudum daha alan Menderes "Çalıştığım ekipten emin değilim" dedi. Menderes'e göre, ekipte ağzını tutamayanlar vardı.. Akis bilmemesi, bilememesi icap eden meseleleri biliyordu. Menderes, "Bu haberleri Akis'e ya ben, ya siz veriyorsunuz" cümlesini sarfetmekten dahi
      çekinmedi.

      Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973
      Cilt: 6
      İnönü'nün Son Başbakanlığı 1961-1965
      Metin Toker
      Bilgi Yayınevi / Metin Toker'in Kitapları Dizisi

      ... Bir gurup asker ülkenin meşru iktidarını devirmek ve onu ele geçirmek için sokağa döküldü mü, mutlaka başka bir asker gurubu da onun karşısında tavır alır. Bunların hepsi doğrudur. Ama karşıt gurubla birlikte sergüzeştçi gurubun üzerine yürüyebilmek için iktidarın başındaki adamın "Ancak benim Meclis kapısındaki cesedimi çiğneyerek amaçlarına varabilirler" diye kendisini ortaya atması lazımdır. O tarihteki Başbakan "İsmet Paşa" değil de Ahmet Bey veya Mehmet Bey olsaydı, ama Ahmet Bey veya Mehmet Bey öyle davranacak yüreğe sahip bulunsaydı sonuç değişir miydi? Metin Toker'in buna yanıtını, işte bu kitapta bulacaksınız.


      Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları 1944-1973
      Cilt: 7
      İsmet Paşa'nın Son Yılları 1965-1973
      Metin Toker
      Bilgi Yayınevi / Metin Toker'in Kitapları Dizisi

      Abdi İpekçinin İsmet İnönü ile yaptığı ve 12 Eylül 1970 günü yayımlanan mülakat.
      Abdi İpekçi: Bu sıralar ne okuyorsunuz Paşam?
      İsmet İnönü: Şimdi Metin Toker'in kitaplarını okuyorum. Güya bildiğim, tanıdıım insanın kitaplarını okuyorum. Ama tamamiyle birbirleriyle tamamen münasebeti olmayan adamların serbest fikirleriyle okuyorum kitapları. Çok enterasandır. Çok emekle yazılmış kitaplardır. Hem tek partiden çok partiye geçiş, hem benimle 10 yıl, İsmet Paşa ile 10 yıl diye kitap var. Cilt cilt. Bitirmeye çalışıyorum.


      İsmet İnönü / Televizyona Anlattıklarım
      İsmet İnönü Nazmi Kal
      Bilgi Yayınevi / İsmet İnönü Dizisi

      "İsmet İnönü'nün Cumhuriyet'in 50. Yılı Konuşmasından": ... Ellinci seneyi o şartlar içinde idrak ediyoruz ki. Artık her fikir gerek
      yazı ile gerek özle çok partili siyasi haytta söylenebilecek devreye geldik. Burada muhtelif cereyanlar zaman zaman söylenir mi, söylenme daha ileri teşebbüslere varır mı, bu yüzden memleketin huzuru ve idaresi temelinden sarsılır mı? Bu endişeleri, idare edenler kafalarında bir ihtimal olarak bulundurmaları lazımdır.


      İsmet İnönü Yeni Bir Yorum Denemesi
      (İsmet İnönü, The Making of a Turkish Statesman)
      Metin Heper
      Tarih Vakfı Yurt Yayınları / Türkiye Araştırmaları Dizisi

      Türkiye siyasetine giriş olarak da okunabilecek bu özgün siyasi biyografi, Türkiye'nin İkinci Adam'ı hakkındaki bazı yerleşik görüşleri yeniden gözden geçiriyor. İnönü, Cumhuriyetin kuruluşunda, Batılılaşma sürecinin devam ettirilmesinde, demokrasiye geçişte ve demokrasinin yerleştirilmesinde kritik bir rol oynamıştır. Kitapta İnönü'nün Atatürk'ün tamamlayıcısı olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin üzerinde durduğu laiklik gibi temellerin sadık muhafızlığını sürdürürken, zamanla liberal görüşleri de benimsediği savunuluyor. Prof. Dr. Metin Heper'e göre, eğer yurttaşları İnönü'yü daha fazla dikkate alsalardı, daha liberal bir demokrasi anlayışına sahip olacaklar, belki de siyasette daha basiretli davranacaklardı.


      Mevhibe 2. Kitap/
      Çankaya'nın Hanımefendisi
      Gülsün Bilgehan
      Bilgi Yayınevi

      ... "Mevhibe"nin birinci cildini tamamladığımda, Osmanlı İmparatorluğu'nda doğan kendi halinde küçük bir kızın nasıl bir gün Türkiye Cumhuriyeti'nin birinci kadını haline geldiğini yazmıştım ve serüvenin burada bittiğini düşünüyordum. Yanılmışım... Bayan İnönü'nün hayatının diğer yarısının da sürükleyici bir roman kadar hareketli olduğunu ancak yeni kitap için çalışırken öğrendim. O döneme ait eserleri karıştırırken, gazeteleri okurken, yüzlerce mektubu tek tek gözden geçirirken, 11 Kasım 1938'den 7 Şubat 1992'ye kadar anneannemin yaşadıklarını gün gün izledim. Acılarını, heyecanlarını, sevinçlerini hissettim, çoğu zaman kendimi onun yerinde buldum. Bir defa daha bu hikayeyi tamamlamak için bana ne kadar çok belge bıraktığına hayret ettim. Tavan arasındaki sandıklardan ansızın çıkan, geçen asırdan kalma, eski Türkçe mektuplar, dosyaların içine saklanmış, Avrupa modaevlerinden Bayan İnönü'nün zevkine sunulmuş elbise modelleri, imzalı fotoğraflar, albümler, İsmet Paşa'nın yetişmekte olan evlatlarına yazdığı, eğitim alanında ders niteliği taşıyan öğütler ve rastladığım her yerde eski dostlarından bana aktarılan anılarla, Özden Toker'in yaşantısının en hızlı devrelerini yansıttığı günlükler... "Mevhibe"nin devamı yine tarih içinde bir gezinti oldu. Kahramanım artık sadece "Hanımefendi" diye anılıyordu. Bu defa Çankaya Köşkü'nde İkinci Dünya Savaşı'nın sıkıntılarını, Pembe Köşk'te demokrasiye geçişin sancılarını çekti. Bir anne olarak çocuklarını siyaset hayatının etkilerinden kurtarmaya çabalarken diğer taraftan Cumhuriyetin birinci kadını olarak kocasının yanı başında her toplumsal etkinlikte yerini aldı. Başına gelenler Türkiye'de çok partili demokrasiyi yerine oturtma gayreti içindeki diğer politikacı ailelerinin yaşadıklarından örneklerdi. O bu sınavı şerefi ile verebilmiti. Tek dileği gelecek kuşakların aynı acıları çekmemeleriydi...

      Çağdaş Devlet Adamı
      İsmet İnönü
      Ali Rıza Cihan, Abdullah Tekin
      Tekin Yayınevi

      Yaşamının akışı içinde laiklik ilkesinin önemine büyük özen gösteren ve bu ilkenin doğrultusuna koşut bir uygarlık sergileyen İnönü, ülke için de sorunun bu olduğu kararıyla ekonomik, kültürel, sosyal ve eğitsel bağımlılıkları bu çizgi içinde ele alarak aydınlığa ulaştırmıştır. Türk toplumunun özgürleşme, demokratikleşme ve çağdaşlaşma sürecine etki ve katkıda bulunan insanlar elbette iyi tanınmalı, bilinmeli ve unutulmadan da anımsanmalıdır.
      u çalışma, bu tür bir amaçla bir görevi yerine getirmeye yöneliktir.

      İkinci Adam
      Cilt: 2
      1938-1950
      Şevket Süreyya Aydemir
      Remzi Kitabevi / Tarih Anı İnceleme Dizisi

      İkinci Adam'da, Tek Adam isimli üç ciltlik eserimizde konu olarak alınan Atatürk hadisesini, günümüze kadar izleriz. Şu yönleri ile ki, bu hadise, Atatürk'ü doğuran şartlar içinde Atatürk'ün zuhuru ile başlamıştır. Bu hadise, 1920-1938 devresinde, Atatürk'ün, bayrağını taşıdığı bütün olaylarda, Mustafa Kemal ve İnönü'nün Kader Birliği içinde gelişmiştir. 10 Kasım 1938'de Atatürk fani hayattan çekilince de, Atatürk'ü devam ettirmek ve onu ikmal etmek görevi, İsmet İnönü'nün omuzlarına, bütün ağırlığı ile oturmuştur...
      Atatürk devam ettirilmiş ve ikmal edilmiş midir? İşte bu problemdir ki, İkinci Adam'ın bu cildinde, bütün olaylarda istifhamını çizen bir konu olarak yaşar.

      İsmet Paşa ve Devlet
      Haluk Besen
      İnkilap Kitabevi / Tarih – İnceleme – Biyografi Dizisi

      İsmet İnönü'nün Kastamonu Gezileri
      1938-1949-1958
      Mustafa Eski
      Çağdaş Yayınları

      İsmet İnönü, cumhurbaşkanı seçildikten kısa bir süre sonra, 6 Aralık 1938 tarihinde ilk yurt gezisini Kastamonu'ya yapmıştır. İnönü; 1958'de CHP Genel Başkanı olarak iki kez daha Kastamonu'yu ziyaret etmiştir. Özellikle ilk iki gezisinde birkaç gün burada kalarak ilçelere gitmiş ve halkın dertlerini dinlemiştir. Kastamonu, Milli Mücadele yıllarında çok önemli görevler
      üstlenmiştir. İnebolu'ya gelen binlerce ton silah ve cephaneyi, bu bölgenin insanları çok büyük özveri ile taşımışlardır. Yüzlerce Kastamonu evladı, Garp Cephesinde İnönü ile beraber ülkemizin kaderini paylaşmıştır. İlk seyahatin Kastamonu'ya yapılmasındaki sebebi, savaş yıllarında aramak gerekir.

      İsmet İnönü
      Necdet Uğur
      Yapı Kredi Yayınları / Cumhuriyet ve Türkiye Dizisi

      I. Dünya Savaşı'nda komutanlık yapmış, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışına tanık olmuş, bu yıkıntılar arasından Atatürk'le birlikte, onun en yakın arkadaşı ve yardımcısı olarak, çağdaş bir Türkiye'nin kuruluşunu gerçekleştirmiş ulusal bir kahramanın; Türkiye'yi II. Dünya Savaşı yangın ve yıkıntısından kurtarmış uzak görüşlü bir devlet adamının; çok partili siyasal yaşamı başlatmış, seçimlerde kaybedince iktidarı uygarca devredebilmiş çağdaş bir muhalefet liderinin; Türkiye'nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, yaşamı ve dünya görüşü üzerine birinci elden bir tanıklık.

      Yorum

      • fuga
        Senior Member
        • 27-08-2004
        • 6397

        #4
        Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

        Celal Bayar ( 1883)- (22.08.1986)


        1883 yılında Bursa Gemlik ilçesinin Umurbey köyünde doğdu. İlk ve orta öğreniminden sonra memuriyet hayatına atıldı. Adalet, reji ve bankacılık sahasında memuriyet görevlerinde bulundu. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet'in il&#226;nından sonra İttihat ve Terakki çalışmalarına katıldı. Bu cemiyetin İzmir Şubesi Genel Sekreterliğini yaptı.

        12 Ocak 1920'de toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi'ne Saruhan Sancağı Milletvekili olarak katıldı. Türk Mill&#238; Mücadelesinin başlaması ile birlikte Anadolu'ya geçerek bu harekete fiilen katıldı.

        Bu mücadelenin kazanılması sırasında Batı Anadolu'da faaliyet gösterdi. Aynı zamanda Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Bursa Milletvekili olarak görev aldı. 1921'de İktisat Vekili oldu.

        Lozan Barış Konferansı'na müşavir göreviyle katıldı. 1923 seçimlerinden sonra İkinci Büyük Millet Meclisi'ne İzmir Milletvekili olarak girdi.

        1924 yılında Yş Bankası'nın kurulmasında önemli rol oynadı. İktisat Vekilliği görevinde bulundu. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda mücadele adamı, politikacı ve iktisatçı olarak temayüz etti. 1937-1939 yılları arasında Başbakanlık yaptı. 1943 yılına kadar İzmir Milletvekili olarak siyas&#238; hayatını sürdürdü.

        Çok partili siyas&#238; hayata geçilmesi üzerine 1946 yılında arkadaşları ile birlikte Demokrat Parti'yi kurdu ve başkanlığına getirildi. Partisinin 1950 seçimlerini kazanmasından sonra aynı yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin üçüncü Cumhurbaşkanı seçildi. (22 Mayıs 1950)

        10 yıl boyunca sürdürdüğü bu görevden 27 Mayıs harek&#226;tı ile 1960 yılında ayrıldı.

        Yassıada Mahkemesi tarafından idama mahkum edildi. (15 Eylül 1961)

        Cezası daha sonra müebbet hapse çevrildi. Yassıada'dan Kayseri Bölge Cezaevi'ne nakledilen Bayar, 7 Kasım 1964 tarihinde rahatsızlığı nedeniyle serbest bırakıldı.

        22 Ağustos 1986 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

        ESERLERİ

        Kayseri Cezaevi Günlüğü
        Celal Bayar
        Yapı Kredi Yayınları / Tarih Dizisi

        Celal Bayar yaklaşık üç yıl kaldığı Kayseri Cezaevi'ndeki günlerini anlatırken, geriye dönüşler yaparak, Yassıada anılarını da aktarıyor. "... vaktiyle bu avluda ağaçlar varmış. Zemin de toprakmış. Yassıada davaları başladıkları sırada hapishanenin tamir ve ıslahı ele alınmış, bir subay bu işle vazifelendirilmiş. Uzağı gören insanlar! Mahkemenin 450-500 kişiyi mahkum ederek buraya göndereceklerini derin bir ferasetle daha o zaman anlamışlar! İşte bu tamir sırasında avludaki ağaçlar kesilmiş, toprak yere Erciyes'in ateş püskürdüğü devirden kalma siyah taşlar -arnavutkaldırımı tarzında- döşenmiş. Bu intizamsız kara taşlar üzerinde yürür, dört duvar arasında başımızı yukarıya kaldırır, mavi semadan temiz hava dilenirken, küçük bir "filiz" dikkatimizi çekti. Samet bu filizi himayesine aldı, korudu, büyümesi için ihtimam gösterdi. Filiz, kesilmiş bir ağacın kökünden sürmüştü. Ölçtüm, tam üç karış boylanmış, kışın kuruttuğu yaprakları dökülmüş, yerine yeşil tomurcuklar belirmiş. Bu hal bana dışarıda baharın başladığını hatırlattı. Düşündüm: İstanbul, baharının güzelliğiyle meşhur şehirlerimiz cennet olarak nazarımda canlandı. Odama döndüğüm zaman, Kayseri Hastanesi'nden muayeneden gelen Bahadır Dülger 'bahar gelmiş, dışarısı yemyeşil' dedi. Ben de bu filizin beni
        aldatmadığını anladım." Tartışmalı bir dönemin birinci elden tanıklığı...



        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 1
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın birinci cildinde; İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluşu, örgütlenmesi ve tüzüğü, Jön Türkler'in faaliyetleri ve Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki siyasal etkileri, 31 Mart 1909 irtica hareketi ve ordu içindeki etkileri, 31 Mart ayaklanmasında Osmanlı basını, irticai örgütlerin eylemleri ve sonuçları, irticaya karşı kurulan Hareket Ordusu'nun İstanbul'a yürümesi, Vahdeddin'in tahta çıkışı (1918), Mustafa Kemal'in değerlendirmeleri, 'Cihad-ı Mukaddes' ilan edilmesi ve sonuçları, 1918 Mondros Anlaşması, tam metni ve ayrıntılı yorumları gibi konular ele alınmaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 2
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın ikinci cildinde; Abdülhamid devrinin sona erişi, 31 Mart 1909 irtica hareketinin oluşumu ve sonuçları, Jön Türkler'in örgütlenmeleri ve etkileri, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yapısı ve ilkeleri, Turancılık ve Osmanlıcılık, Arnavutlar'ın ve Araplar'ın Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılma girişimleri, İtalya'nın Trablusgarp'ı ele geçimesi (1911), 1912 seçimleri ve partiler arası çekişmeler, ordu içinde yenilik karşıtı örgütlenmeler ve etkileri, ordu mensuplarının politikayla uğraşmalarının yasaklanması ve gerekçeleri, Akdeniz'de siyasi dengeler ve İngilizler'in Mısır'ı işgali gerekçeleri gibi konular ele alımaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 3
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben'de Yazdım'ın üçüncü cildinde; İngiltere'nin Mısır politikası ve Mısır'ı işgali, Jön Türkler'in Mısır'daki gizli faaliyetleri, Meclisi Mebusan'ın feshi, Arnavutluk isyanı ve ayrılık hareketlerinin başlaması, Yunaninistan, Bulgaristan, Karadağ, Makedonya ve Arnavutluk'ta ıslahat istekleri ve Osmanlı İmparatorluğu'na verilen notalar, İstanbul'da ayrılık hareketlerine karşı yapılan kitle gösterileri ve yorumlar, Balkan ittifakının kurulması, Bulgar ve Rum ideolojileri ve birbirleriyle çatışmaları, Balkan ülkelerinin, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı aralarında yaptıkları anlaşmalar, Balkanlar'da Müslümanlara yönelik katliamlar, Balkan Savaşı (1912) ve olumsuz sonuçları, büyük devletlerin Türkiye'yi parçalama istekleri, iç politikada çekişmeler ve Londra Barış Konferansı gibi konular ele alınmaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 4
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın dördüncü cildinde; Mondros Mütarekesi'nden sonraki gelişmeler, Balkan vilayetlerinin birer birer kaybedilmesi, Babıali baskını, Dreyfus meselesi, Mahmut Şevket Paşa suikastı (1913) ve arka planı; Edirne'nin işgali ve kurtuluşu, bağımsız Batı Trakya Devleti'nin kuruluşu (1913), Balkanlar'da Türkler'e yönelik işkence ve katliamlar, Rusya'nın Boğazlar politikası, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı yönetimi ile Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya ve Rusya ilişkileri, İstanbul ve Atina antlaşmalarını oluşturan koşullar ve ayrıntıları gibi onular ele alınmaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 5
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın beşinci cildinde; İstanbul'un İtilaf Devletlerince işgal edilmesi ve politik baskılar, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma sürecinde azınlıklar meselesi, Ermeni sorununun kökeni, Abdülhamid devrinde önemli Ermeni saldırıları, Abdülhamid'e suikast, Paris Barış Konferansı'nda Osmanlı İmparatorluğu'ndan istenilen topraklar, İttihatçılara yönelik baskılar, tutuklama ve sürgünler, Yunan işgali öncesinde İzmir'de ekonomik yaşam, İzmir'de İttihat ve Terakki örgütlenmesi, Teşkilat-ı Mahsusa'nın kuruluşu, programı ve çalışmaları, İzmir'de Rumların Yunan işgaline hazırlanmaları, Ege bölgesinde İtalya ve Yunanistan arasında çıkar çatışmaları, Hıristiyan din adamlarının siyasi faaliyetleri gibi konular ele alınmaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 6
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın altıncı cildinde; İzmir'in Yunanistan tarafından işgali, Ege'deki Osmanlı ordusunun dağılması, İstanbul hükümetinin işgali destekler nitelikteki tavrı, efeler ve Yunan işgaline karşı örgütlenmeleri, Batılı devletlerin İzmir'in işgali karşısındaki tavırları, İzmirliler'in işgal öncesinde düzenledikleri protesto eylemleri, işgal sırasında gerçekleşen katliamlar ve baskılar, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçmesi, Türkçe ve Rumca basında İzmir'in işgaline ilişkin yorumlar, Aydın'ın Yunanistan tarafından işgal edilmesi, Ege kasaba ve köylerinde halkın işgalcilere karşı örgütlenmesi ve silahlı mücadelenin başlatılması, Milli Mücadele fikrinin doğuşu ve milli heyetlerin oluşturulması gibi konular ele alınmaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 7
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi


        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın yedinci cildinde; İzmir'in işgali sonrasında, Ege bölgesinde Yunan yayılmacılığı, Yunanistan'ın ve İtalya'nın Ege bölgesindeki çıkar çatışmaları, zeybeklerin Milli Mücadele'ye örgütlü biçimde katılmaları, işgal güçlerine karşı yerel örgütlenmeleri ve silahlı çatışmalar, İstanbul Hükümeti'nin duyarsızlığı ve engellemeleri, Milli Mücadele düşmanlarının işgal yanlısı tavırları, Erzurum Kongresi kararlarının etkileri, İstanbul Hükümeti'nin ve yandaşlarının Mili Müadeleye karşı İngilizlerle işbirliği yapması, Milli Heyetler'in kuruluş ve etkinlikleri, padişahın, sadrazamın ve yakınlarının ülke dışına kaçış hazırlıkları ve Mustafa Kemal'in Milli Mücadele'ye giderek ağırlığını koyması gibi konular ele alınmaktadır.

        Ben De Yazdım
        Milli Mücadeleye Gidiş
        Cilt: 8
        Celal Bayar
        Sabah Kitapları / Türkiye'den Dizisi

        Celal Bayar, Ben de Yazdım'da; Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarını; Meşrutiyet Devri'nin seçme olaylarını, Mondros Mütarekesi'nden bu yana milli mücadeleyi, Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunu ve ilk çalışmalarını, ilk meclis hükümetlerini, Atatürk'ü ve devrimlerini; anılarına, yaşadıklarına ve belgelere dayandırarak, Türkiye'nin 20. yüzyıldaki siyasal tarihine önemli bir tanıklık yapmaktadır. Bayar, bir yandan da, kendi deyişiyle, "genç nesiller için faydalı olacağı düşüncesi ile, özelikle inkılapların meydana gelmesini zorunlu kılan tarihi sebep ve etkenler" üzerinde durmaktadır.

        Ben de Yazdım'ın sekizinci cildinde; Yunan işgali altındaki Aydın'da Kuvayı Milliye örgütlenmesi, iç çekişmeler, Denizli'nin efeler tarafından yakılmak istenmesi, Akhisar Milli Alayı'nın kurulması, Menemen'in, Manisa'nın, Akhisar'ın ve Turgutlu'nun Yunanlılar tarafından işgali, katliamlar ve Milli kuvvetlerin gerilla taktikleriyle düzenledikleri saldırılar, Mustafa Kemal'in İstanbul'a gelişi, padişahla görüşmeleri, padişahın damadlık teklifi, Mustafa Kemal'in padişahın emriyle Samsun'a gönderilişi, Samsun yolculuğunun ayrıntıları, Karadeniz'de Rum çeteleri ve etkinlikleri, Amasya genelgesinin hazırlanışı, alınan gizli kararlar, İstanbul Hükümeti'nin Erzurum ve Sıvas Kongrelerini engelleme girişimleri ve İngiltere'nin baskısı, Mustafa Kemal'in ordudan azledilmesi, asi ilan edilmesi ve tutuklanması kararı, Erzurum Kongresi'nin temel ilkeleri, Atatürk Anayasası ile 61 Anayasası'nın karşılaştırılması gibi konular ele alınmaktadır.

        HAKKINDA YAZILANLAR

        Siyasi Günlük
        Demokrat Parti'nin Kuruluşu
        Samet Ağaoğlu
        İletişim Yayınevi / Anı Dizisi

        Samet Ağaoğlu, sadece siyaset sahnemizin değil siyasi literatürümüzün de en özgün ve en önemli isimlerinden. Ağaoğlu'nun ilk kez günışığına çıkan siyasi günlüğü, yakın tarihimizin önemli bir dönemine ilişkin çok zengin bir eser niteliğinde.

        Yorum

        • fuga
          Senior Member
          • 27-08-2004
          • 6397

          #5
          Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

          Cemal Gürsel ( 1895)- (14.10.1966)


          1895 yılında Erzurum'da doğdu. İlk öğrenimini Ordu ilinde yaptı. Daha sonra öğrenimini Erzincan ve İstanbul'da asker&#238; öğrenci olarak sürdürdü.

          1915-1917 yıllarında Topçu Subayı olarak Çanakkale Savaşlarına katıldı. Filistin ve Suriye cephesinde bulundu.

          Türk İstiklal Harbinin Batı cephesindeki bütün savaşlarına katıldı. 1929 yılında Harp Akademisi'ni bitirdi.

          1946 yılından itibaren Orgenerallik rütbesi dahil çeşitli general rütbelerinde hizmet yaptı. 1958 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. Bütün bu görevleri sırasında meslek&#238; bilgi ve karakteri ile ordunun ve halkın sevgisini ve güvenini kazandı.

          27 Mayıs 1960 harek&#226;tının lideri olarak kabul edildi. Yeniden demokratik düzene dönülmesinde ve 1961 Anayasası'nın hazırlanmasında önemli rol oynadı. Halk oyuna sunulan ve kabul olunan bu Anayasa gereğince, 10 Ekim 1961 tarihinde yapılan seçimlerden sonra teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin dördüncü Cumhurbaşkanı olarak seçildi. 1966 yılında başlayan rahatsızlığının devamı ve görevini engellemesi üzerine, Anayasa uyarınca Cumhurbaşkanlığı görevi sona erdi. 14 Eylül 1966 tarihinde vefat etti.

          Yorum

          • fuga
            Senior Member
            • 27-08-2004
            • 6397

            #6
            Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

            Cevdet Sunay ( 1899)- (22.05.1982) </B>


            1899 yılında Trabzon'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Erzurum, Kerkük, Edirne ve Kuleli Asker&#238; Lisesi'nde yaptı.

            Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917 yılında, subay adayı olarak eğitim kampına katıldı. Aynı yıl Filistin cephesinde görev aldı.

            1918 yılında Mısır'da İngilizlere esir düştü. Esaretten döndükten sonra, Kurtuluş Savaşı'na katılarak, Güney cephesinde görev aldı. Sonradan Batı cephesinde görevini sürdürdü.

            1927 yılında Harp Okulu öğrenimini tamamladı. 1930 yılında Harp Akademisi'ni bitirdi. Silahlı Kuvvetlerde çeşitli görevler alarak 1949'dan itibaren Generallik rütbelerinde hizmet verdi. 1960 yılında Genelkurmay Başkanlığı görevine atandı.

            1966 yılında, bu görevinden ayrılarak Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörlüğüne seçildi. Cemal Gürsel'in rahatsızlığı sebebiyle görevden ayrılması üzerine, 28 Mart 1966'da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin beşinci Cumhurbaşkanı seçildi. Yedi yıllık görev süresini tamamladıktan sonra 1973 yılında Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldı. 22 Mayıs 1982 yılında vefat etti.

            Yorum

            • fuga
              Senior Member
              • 27-08-2004
              • 6397

              #7
              Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

              Fahri Korutürk ( 1903)- (12.10.1987)


              1903 yılında İstanbul'da doğdu. 1916 yılında Bahriye Mektebi'ne girdi. 1923 yılında Deniz Harp Okulu'nu, 1933 yılında Deniz Harp Akademisi'ni bitirdi. Deniz Kuvvetleri'nin çeşitli kademelerinde görev aldı. Roma, Berlin ve Stokholm'de Deniz Ataşesi olarak hizmet verdi.

              1936'da Montreux Boğazlar Konferansı'na asker&#238; uzman olarak katıldı. 1950 yılında Amiralliğe yükseldi. Oramiralliğe kadar çeşitli rütbelerde komuta görevleri yaptı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevinden 1960 yılında emekli olduktan sonra sırası ile Moskova ve Madrit Büyükelçisi olarak diplomatik görevler aldı.

              1968 yılında Cumhuriyet Senatosu Üyesi oldu.

              1973 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin altıncı Cumhurbaşkanı seçildi.

              1980 yılında, yedi yıllık hizmet süresi tamamlandığından Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldı. 12 Ekim 1987 tarihinde vefat etti.

              Yorum

              • fuga
                Senior Member
                • 27-08-2004
                • 6397

                #8
                Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                Kenan Evren ( 1918) </B>


                1918 yılında Manisa ilinin Alaşehir ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Alaşehir, Manisa, Balıkesir ve İstanbul'da sürdürdü ve Maltepe Asker&#238; Lisesi'nden mezun oldu.

                1938 yılında Kara Harp Okulu'nu, 1949 yılında Harp Akademisi'ni bitirdi. Topçu subayı ve Kurmay subay olarak Silahlı Kuvvetler'in çeşitli kademelerinde görev yaptı.

                Dokuzuncu Kore Türk Tugayı'nda, önce Harek&#226;t ve Eğitim Şube Müdürlüğü; sonradan Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu. Tuğgeneralliğe yükseldiği 30 Ağustos 1964 gününden itibaren, Silahlı Kuvvetler'in bütün komuta kademelerinde ve üst rütbelerde görevini sürdürerek, Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan sonra, 7 Mart 1978 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'na atandı. Bu görevi sırasında, 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri müdahale ile, diğer görevleri yanında Devlet Başkanlığı görevini de üstlendi.

                7 Kasım 1982 tarihinde halk oyuna sunulan ve kabul olunan Anayasa ile, Türkiyenin 7. Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. 9 Kasım 1989 tarihinde, görev süresini tamamlayarak Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldı.

                ESERLERİ

                Zorlu Yıllarım 1
                Kenan Evren
                Milliyet Yayınları / Yaşantı Dizisi

                "Zorlu Yıllarım"da anarşi ve terörün kol gezdiği, sosyal siyasal olumsuzlukların doruk noktasına ulaştığı yakın tarihimiz, en yetkili ağızdan tekrar inceleniyor. Sayın Kenan Evren daha önce 6 cilt olarak yayımlanan "Anıları"nı bu kez değişik bir tarzda ele alıyor. Ayrıca son dakikaya kadar yazmayı çeşitli nedenlerle istemediği konu, kişi ve olayları da gözler önüne seriyor.




                HAKKINDA YAZILANLAR

                Kenan Evren'in Yazılmamış Anıları
                Baskın Oran
                Bilgi Yayınevi / Baskın Oran'ın Kitapları Dizisi

                "Yaşamım boyunca bu denli keyifle okuduğum başka kitap anımsamıyorum. Bu keyif önce kitabın konusundan ve kahramanından geliyor. Konu, 1961 yılından başlayarak tarih sırasına göre atlaya atlaya anlatılan Kenan Evren'in yaşamı.
                Salt Türkiye'de değil, dünya yazınında bu türde yazılmış yapıtlar olduğunu bilmiyordum... Kitabın türünü belirleyemedim. Roman değil, ama roman. Anı değil, ama anı. Günce değil, ama günce. Özyaşamöyküsü değil, ama özyaşamöyküsü. Bir araştırma değil, ama araştırma. Bence bilimkurgu denilen roman türünün yeni ve gerçekçi bir modeli diyebiliriz bu kitaba.
                -Aziz Nesin-

                Kenan Evren'in Yazılmamış Anıları 2
                Son Defter
                Baskın Oran
                Bilgi Yayınevi / Baskın Oran'ın Kitapları Dizisi

                "Kenan Evren'in Yazılmamış Anıları'nı yazdığı için Baskın Oran'a ellerine sağlık ve ona renkli konuşmalarıyla bu esini veren Evren'e de diline sağlık diyorum. Ancık bu, 'yazılmamış anıların' son olmasını istemem. Kendisine paşa denimesini isteyen ve kendisini general değil de paşa sanan Marmaris'te paşa paşa oturan Kenan Evren'in her zaman olduğu gibi havadan sudan ve dereden tepeden ağzına geldiği gibi konuşmasını, Baskın'ın da bunları saptayarak şu sıkıntılı ve bunalımlı dönemde okurları biraz olsun güldürmelerini dilerim."
                -Aziz Nesin-

                Yorum

                • fuga
                  Senior Member
                  • 27-08-2004
                  • 6397

                  #9
                  Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                  Turgut Özal ( 1927)- (17.04.1993)


                  1927 yılında Malatya'da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1952 yılında A.B.D'ne giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye'ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcısı oldu ve Türkiye'nin elektrifikasyonu ile ilgili projelerde çalıştı.

                  1961-62 yılları arasında askerlik hizmetini Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak ifa etti ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde ders de verdi.

                  Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-71 yılları arasında da Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulundu.

                  1971-1973 tarihleri arasında Dünya Bankası'nda danışman olarak çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarda çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.

                  12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan hük&#251;mete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi'ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin başarılı olması üzerine hük&#251;meti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiye'nin 19. Başbakanı oldu. 1987 yılında yapılan seçimler sonrasında tekrar hük&#251;met kurdu ve başbakan olarak görev yaptı.

                  31 Ekim 1989'da TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 tarihinde bu görevine başladı.

                  17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle görevi sırasında vefat etti.

                  HAKKINDA YAZILANLAR

                  Turgut Özal
                  1983-1993
                  Fatih Emin
                  Risale Yayınları

                  Özal Hikayesi
                  Hasan Cemal
                  Doğan Yayıcılık

                  “Kimdir Turgut Özal? İnsan olarak, siyaset adamı olarak... Kişiliği nasıl oluşmuştur? Ya beslendiği kültürel ortam? Bu dünyaya ve öbür dünyaya bakışı... Kendisinde, ailesinde, partisinde yaşayageldiği Doğu-Batı ikilemi nedir? Vefalı bir insan mı? Kindar mı? İnatçı mı? Politikadaki güvenilirliği ve inandırıcılığı... Özal ve ABD... Özal ve asker... Özal ve hanedan... Ekonomide ve demokraside modeli... 12 Eylül'ün siyasal ortamında geçerli "haksız rekabet"le 1983'te iktidara tırmanışı... 1989'daki inişi... Bu süreci çok yakından izledi Hasan Cemal. Altı yılda yükseliş ve düşüş: tarihsel süreç içinde, ancak bir an sayılabilir bu. Hasan Cemal bu anı fotoğrafladı ve ortaya Özal Hikayesi çıktı. Özgün bir yapıttır Özal Hikayesi; eksiğiyle fazlasıyla Özal'ın kendisidir. Çekilen fotoğraf, tarihi yakalamaya dönük bir çaba sayılabilir. Tarihi yaşarken yakalamak... Evet, belki de olanaksız. Ama bir gazeteci vazgeçemez bundan. Akıp giden zamanın gelecekteki öyküsünü bugünden ele geçirmeye çalışır. Çünkü her şeyden önce çağının tanığı olmak ister. Onun için sürekli kıpır kıpırdır gazeteci. Suyun yüzüne vuranla yetinmez. Sahnenin arkasındakini sergilemeye çalışır çoğu kez. Turgut Özal da sahnede yıllarca kaldı... İşte böyle bir çabanın ürünüdür Özal Hikayesi...”

                  Özal'ın Misyonu
                  Meşhurların Hatıraları ve Değerlendirmeleriyle
                  Osman Özsoy
                  Türdav Yayınları

                  “Siyasetçilerimiz Özal'ın vizyonuna sahip olma yarışında. Partilerimiz, Özal'ın misyonunu en iyi biz temsil ediyoruz iddiasında. Vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, sağlığında olduğu kadar ölümünden sonra da ülke gündemini meşgul eden isimlerin başında geliyor Turgut Özal. ... Ve Özal tartışılıyor. Yaşadığı dönemde vizyonu, ölümünden sonra misyonu tartışılan Turgut Özal"ı anlatan kapsamlı bir eserle karşı karşıyasınız. Eserin, Özal'ın vizyonuna sahip olmak isteyenlerle, misyonunu temsil etmek isteyenlere faydalı olacağı kanaatindeyiz. Şimdi söz, okuyucunun...”

                  Turgut Özal'ın Anıları
                  Mehmet Barlas
                  Birey Yayıncılık / Yakın Tarih - Anı Dizisi

                  Elinizdeki kitapta, ülkemizin en yetkin gazetecilerinden Mehmet Barlas'ın Cumhuriyet döneminin en çok tartışılan, en vizyoner liderlerinden rahmetli Turgut Özal'la hayatının son yıllarında gerçekleştirdiği röportajlar yer alıyor. Kitapta Özal, ülkemizin dünü, bugünü ve geleceğine ilişkin hala geçerliliğini ve önemini koruyan görüşler dile getiriyor. Yayınevimiz,
                  ülkemizin ve dünyanın devasa sorunlarla, açmazlarla ve belirsizliklerle karşı karşıya kaldığı bir zaman diliminde Özal'ın Anıları'nı yayımlayarak siyaset ve ekonomi dünyamıza anlamlı bir katkıda bulunuyor. Barlas'ın kitabı, yabancı kaynaklarda Özal hakkında en fazla referans olarak başvurulan kitaplardan biri.

                  Özal'lı Yıllar
                  1983-1987
                  Yavuz Donat
                  Bilgi Yayınevi / Yavuz Donat'ın Vitrininden Dizisi

                  "Özal'lı Yıllar", Yavuz Donat'ın Vitrin'inden dizisinin son kitabı. Donat, "Sandıktan İhtilale", "Buyruklu Demokrasi" ve "Özal'lı Yıllar" adlı bu üç kitapla, 1977'den, 1987 Eylülü başına değin ülkemizin siyasal görüntüsünü , yine 1987 notlarıyla renklendirerek çiziyor.
                  -Rauf Tamer (Tercüman, 5.4. 1987)-



                  24 Ocak Yargılanıyor (İcraatın Dışından)
                  24 Ocağın Ekonomi Politiği
                  Faik Y.Başbuğ
                  Tekin Yayınevi

                  İşte "24 Ocak" pastasından acı bir ziyafet. Ortadirek adlandırmalı müşteriler çokluğunda, tadsız düşündürücü ve sanki hep ağıt dolu... Bu yönlü ağırlıklarıyla, yazılanlar, izleyicileri çok ilginç bir senaryo kurgusunda, zengin Başbakan masalarından yoksullara bakımyurdu'na, piyango milyarderliği umudundan fahişeliğin ekonomik diyalektiğine taşıyacak içerikte. Konular, uzun bir dönemi içeren anı-günlük yaklaşımıyla izlenmeye çalışılmıştır. Bunun için de, özellikle "ihtilalin" ya da yerleşik deyimiyle
                  "Kurtuluş Harekatının" bereketlendirdiği topraklarda, 24 Ocak ve mimarlarının icraatı yansız bir şekilde ele alınmış ve bu açıdan sistem bütünlüğü, kendi mantığı içinde özenle korunmak istenmiştir.

                  YORUM

                  Davut Bey ve Turgut Bey
                  Hilmi Yavuz
                  Zaman 27 Nisan 2001

                  Batılılaşma ya da Modernleşme girişimleri, Osmanlı entelektüellerini, Aydınlanma sonrasında Avrupa siyasal düşüncesiyle ilişki kurmaya götürmüştür; ama buna benzer bir ilişki Avrupa iktisat düşüncesiyle kurulamamıştır.
                  Geçen haftaki yazımda da belirtmiştim: Prof. Ahmet Güner Sayar, bırakınız Yeni Osmanlılar'ı Jön Türkler'in bile 'ne teorik iktisattan anladıklarını, ne de bizatihi iktisadi süreci anlayabildiklerini' öne sürmenin mümkün olmadığını bildirir; Adam Smith ve Ricardo'nun iktisadi fikirlerinin 'Yeni Osmanlıların teorik esaslarına kaynaklık ettiğini' öne süren Bernard Lewis'in bu iddiasının bir 'fanteziden öteye geçmediğini vurgular.

                  Namık Kemal'in, Montesquieu ve J.J. Rousseau'nun siyasal teorilerinden etkilendiğini biliyoruz elbet; –bizzat Namık Kemal'in yazıları bu etkilenmeye tanıklık ediyor çünkü! Gelgelelim, Adam Smith ve Ricardo'nun iktisat teorilerinin Yeni Osmanlılar'ın iktisadi görüşlerine kaynaklık ettiği iddiasının dayanağı nedir? Ve bu iddia, niçin 'bir fanteziden öteye' geçememektedir?
                  Prof. Dr. Şerif Mardin, 'Türkiye'de İktisadi Düşüncenin Gelişmesi' adlı kapsamlı makalesinde, 1838'de İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan Baltalimanı anlaşmasının 'bütün hazırlık safhalarında ehemmiyetli bir rol' oynayan İngiliz Sefareti Başkatibi David Urquhart'tan söz ediyor. Prof. Mardin'in deyişiyle, 'Adam Smith'ten daha Adam Smith'çi' olan Urquhart, 'Adam Smith'in kaldırılmasını tavsiye ettiği devlet müdahalelerinden Türkiye'de hiçbirinin bulunmadığına ve binaenaleyh Türkiye'nin serbest ticaret için ideal bir ülke olduğuna' inanmaktaydı. Urquhart, bu düşüncelerini 1833'te yayımladığı 'Turkey and Its Ressources' adlı kitabında açıklamıştır. O yıllarda, yine İngiliz sefaretinde katip olarak görev yapan (Sir) Henry Layard'ın Autobiography and Letters'te yazdıklarına bakılırsa, Ahmet Vefik Efendi (Paşa) ile, 'Adam Smith ve Ricardo'nun eserlerindeki politik ekonomi konuları üzerinde' tartıştıkları anlaşılıyor.

                  Urquhart üzerine kuşatıcı bir çalışma yapmış olan Prof. Taner Timur da, 'Osmanlı Çalışmaları'nda, onun İngiliz politikasında 'Rus tarafdarları'na karşı, 'Osmanlı tarafdarları'nı temsil ettiğini yazmıştır. Urquhart'a göre 'Osmanlı düzeni en geniş ölçüde özgür ticarete ve özgür sanayie dayanmakta, bu durum da yerel idarenin son derece özerk ve gelişmiş olmasına yol açmaktadır. Türkler, 'çürümüş Bizans aristokrasisinin', 'kalabalık ve zalim ruhban sınıfının', 'hor görülmeye layık hükümetinin haksız kanunlarının' ve özellikle de tekelleri işle 'mali idaresinin ve tahsildarlar ordusunun' tam anlamıyla ezdiği halka rahat bir nefes aldırmışlardır. Timur'un belirttiğine göre David Urquhart (Osmanlıların verdikleri adla, 'Davut Bey'!), Osmanlı Devleti'nde yerel idarelerin özerkliğinin, 'kökeni İslam hukukuna dayanan vergi sistemi sayesinde' gerçekleştiğini düşünmektedir: 'Gerçekten de Türkler dolaylı vergileri toptan reddederek ve mali sistemleri basit ve dolaysız bir vergi sistemine dayandırarak, ticaretin ve sanayinin son derece gelişmesine elverişli bir zemin hazırlamışlardır. Doğrudan vergiler, yerel idareleri geliştirmiş ve bu durum Müslüman olmayan reayanın da kendi kurumlarını korumalarına ve hatta, Avrupa'da sanılanın aksine, geliştirmelerine yol açmıştır.' Urquhart, Osmanlı sistemi analiz edilirken iki tip 'merkeziyetçilik'in birbirine karıştırılmaması gerektiğini hatırlatarak, Osmanlı'da siyasal merkeziyetçilikten söz edilebileceğini, ama idari merkeziyetçiliğin bulunmadığı görüşündedir. (Şerif Mardin, Urquhart'ın özellikle Rumeli'deki vergi sistemini yakından incelediğini ve bu vergilerin 'beledi teşekküller olan ayanlar tarafından tayini ve toplanması'nın Urquhart'ı çok etkilediğini bildirmektedir.) Kısaca Urquhart, Osmanlı iktisadi yapısının liberal bir iktisat konsepti bağlamında örgütlendiğini, devlet müdahalesinin (zannedilenin aksine) asgari düzeyde olduğu kanısındadır. Taner Timur da, Osmanlı toplumunda yerel yönetimlerin özerk konumuna yaptığı vurgu dolayısıyla Urquhart'ın fikirlerinin günümüzde moda olan 'Osmanlı'da sivil toplum yok!' iddialarına uzak düştüğünü söylüyor. Osmanlı 'sivil toplum'unu, Urquhart'ın 'Türk ilkeleri' adını verdiği ilkelere dayandırabiliriz: Pazar ve ticaret özgürlüğü, sultanın keyf&#238; vergi koyamaması, yerel geleneklere saygı, dini kurumların özerkliğini koruma, gayrimüslimlerin inanç özgürlüklerinin teminat altında bulunması... Bu durum, Prof. Timur'un haklı olarak belirttiği gibi, Osmanlı'nın 'modernist' potansiyelini gösterir.

                  Urquhart'ın 'Yeni Osmanlılar'la olan ilişkisi, özellikle 'sarıklı ihtilalci' Ali Suavi'de görülür. Hüseyin Çelik, 'Ali Suavi ve Dönemi'nde, 'Suavi, Urquhart'ta adeta kendisini bulmuştur' der. 'Çünkü o, Urquhart'ın söylediklerini, küçük nüanslar dışında bir ömür boyu söylemiş adam'dır. Çelik şunları yazıyor: 'Suavi de Urquhart gibi, İslam'ın Hıristiyanlık'tan farklı olarak, bütün çağların ihtiyacına en modern şekilde cevap verecek bir din olduğuna inanıyordu.' Nitekim Urquhart'ın Sultan Abdülaziz'e gönderdiği bir mektupta, Osmanlıların 'ancak ve ancak, geçmişte olduğu gibi Kur'an–ı Kerim'in hükümlerine tam uyarak yaşayabileceğini' bildirdiği de biliniyor.

                  David Urquhart ya da Davut Bey, Adam Smith'ten daha adam Smith'çi olduğu kadar, Osmanlı'dan daha Osmanlıcı olarak yadırganmış, hatta bizzat İngiliz hükümeti ve elbette Dışişleri Bakanı Lord Palmerston tarafından dışlanmıştır. Urquhart, İngiltere'nin Osmanlı ile olan ticari ilişkilerini geliştirmesi için çalışıyordu; –Lord Palmerston ise, Rusya ile! Ama maalesef, Ali Suavi dışında Yeni Osmanlılar'ın Davut Bey'i ciddiye aldıklarına dair bir tanıklık yoktur. İngilizler de ciddiye almamışlardır Urquhart'ı... Kimilerine göre 'acayip', 'egzantrik' ve 'megolaman'dır, kimilerine göreyse 'yarı deli!' Prof. Mardin bile, 'Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu'nda Urquhart'ın hissi egzotizmi'nden söz etmekten kendini alamamıştır. Dolayısıyla, Adam Smith ve Ricardo'nun görüşlerinin Urquhart gibi 'acayip' biri aracılığıyla dolaşıma sokulmasının Osmanlı entelijansiyası tarafından 'fantezi' olarak kabul edilmesine şaşmamak gerekir...

                  Davut Bey'in Osmanlı toplumunun modernist potansiyeline ilişkin değerlendirmelerinin Yeni Osmanlılar'ın ya da Jön Türkler'in fikirleri üzerinde etkin olmayışını anlamak mümkün de, bu düşüncelerin belli ölçekte değerlendirilebilmeleri için Turgut Bey'in iktidara gelmesini beklemek? İşte bunu anlamak mümkün değil! Hem siyasi hem de iktisadi anlamda gerçek 'Modernleşme' ya da 'Batılılaşma', bütün sancıları, problemleri ve elbette hatalarıyla, Osmanlı'nın modernist potansiyelinin farkında olan Turgut Bey'le başlamıştır çünkü...

                  Yorum

                  • fuga
                    Senior Member
                    • 27-08-2004
                    • 6397

                    #10
                    Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                    Süleyman Demirel ( 01.11.1924)


                    1 Kasım 1924' te Isparta'nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy'de doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon'da bitirdi. Şubat 1949'da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi' nde göreve başladı. Önce 1949-1950, daha sonra 1954-1955 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri'nde barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı.

                    1954 yılında Barajlar Dairesi Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürü oldu. 1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde su mühendisliği konusunda dersler verdi.

                    Siyas&#238; yaşamına, 1962 yılında, Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliği ile başladı. 28 Kasım 1964 tarihinde bu partiye genel başkan seçilmesinin ardından, kurulmasını sağladığı ve Şubat-Ekim 1965 tarihleri arasında görev yapan koalisyon hük&#251;metinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

                    10 Ekim 1965'de yapılan genel seçimlerde başında bulunduğu AP, yüzde 53 oy alarak tek başına iktidar oldu. Bu seçimlerde Isparta Milletvekili olarak Parlamento'ya girdi ve Türkiye'nin 12. Başbakanı olarak hük&#251;meti kurdu. Bu hük&#251;met 4 yıl sürdü. 10 Ekim 1969 tarihindeki genel seçimlerde de Adalet Partisi yine tek başına iktidar oldu. Böylece, 31. T.C. Hük&#251;meti'ni kurdu. Daha sonra, parti içi bir kriz dolayısı ile, 32. T.C. Hük&#251;meti'ni kurmak durumunda kaldı. 12 Mart 1971 muhtırası üzerine, başbakanlık görevini bıraktı. 1971 ile 1980 arasında, 1975, 1977 ve 1979'da 3 defa daha hük&#251;met kurdu.

                    12 Eylül 1980 müdahalesi üzerine görevi bıraktı ve 7 sene yasaklı olarak siyaset dışı kaldı. 6 Eylül 1987'de yapılan halk oylaması ile yasaklar kaldırıldı ve 24 Eylül 1987 tarihinde, Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığı'na seçildi. 29 Kasım 1987'de yapılan genel seçimlerde Isparta Milletvekili olarak tekrar TBMM'ne girdi. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler sonrasında, DYP ile Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin biraraya gelerek kurduğu 49. T.C. Hük&#251;meti'nde Başbakan olarak görev aldı.

                    30 yaşında genel müdür, 40 yaşında önce parti genel başkanı, sonra başbakan olmuş; 12 seneye yaklaşan başbakanlık görevinde, Türkiye'nin kalkınması ve gelişmesine büyük hizmetlerde bulunmuştur. Türkiye'nin en genç genel müdürü, en genç başbakanı ve İsmet İnönü'den sonra en uzun başbakanlık yapmış kişisidir. 6 dönem Isparta Milletvekilliği yapmış, 7 sene yasaklı kalmış, 6 defa hük&#251;metten gitmiş, 7 defa hük&#251;met kurmuştur.

                    16 Mayıs 1993 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı olarak seçildi.

                    HAKKINDA YAZILANLAR

                    Görüntüler/
                    Süleyman Demirel 50. Yıl
                    Hulusi Turgut
                    ABC Kitabevi Yayın ve Dağıtım AŞ. / Siyaset Dizisi

                    Değerli Kitap Dostları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne 50 yıldan beri hizmet verip, ülkeye dev eserler kazandıran Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'le ilgili 2 ciltlik bir belgeseli, kültür hizmetine sunmanın gurur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Sayın Demirel'in 1949 yılı Nisan ayında, Elektrik İşleri Etüd İdaresi'de başlayan devlet hizmeti, 1999'da yarım asrı tamamladı. İnşaat Yüksek Mühendisi olarak Türk insanına hizmet vermeye koyulan Sayın Demirel, daha sonra Barajlar Dairesi Reisi, Devlet Su İşleri Genel Müdürü, Başbakan Yardımcısı Başbakan ve nihayet Türkiye Cumhurbaşkanı konumundaki çalışmaları ile başarasının zirvesine ulaştı. Tükiye'nin 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel 7 yılık görevini 16 Mayıs 2000'de tamamlıyor. 38 yıldan beri aktif siyasetin içerisinde bulunan Sayın Demirel, bu süre içinde ülke kalkınması ve insanların mutluluğu için dev projelere imzasını attı. 2000'li yılların başında da dünya liderlerinin duayeni konumuna ulaştı. 9. Cumhurbaşkanımızı'ın görev süresi dolmadan 40 gün önce, Türkiye'yi resmen ziyaret eden Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Johannes Rau, bakınız Sayın Demirel'i nasıl tarif ediyordu: "Sayın Cumhurbaşkanı, siz modern Türkiye'nin değişim sürecini simgelemektesiniz. Siz, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün aşamalarını yaşadınız ve uzun dönemlerde yönetmen olarak şekillendirdiniz. Siz, haklı olarak bir halk adamı olmaktan gurur duymaktasınız. Siz, inşaatçı baretini başına geçiren, eline küreği alan ve vizyonları gerçekleştiren bir politikacısınız. Almanya, Avrupa ve dünya sizi olağanüstü bir devlet adamı olarak takdir etmektedir. 20. Yüzyılın ikinci yarısında hemen hemen hiçbir Türk politikacısı ülkenin kaderine sizin kadar damgasını vurmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bir keresinde şu sözleri telaffuz etmiştir: Bir gezgin yalnızca yolu değil, yolun ardındaki ufku da görmek zorundadır. Siz, siyasi yolculuğunuzda daima bu ilkeyi izlediniz."

                    Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi 1965-1971
                    Cüneyt Arcayürek
                    Bilgi Yayınevi / Cüneyt Arcayürek Açıklıyor Dizisi

                    ... Her sayfada Cüneyt Arcayürek'in değer yargılarına katılmasanız da önemli olayların içinde soluk soluğa yaşamış bir gazeteciyle karşı karşıya bulunduğunuzu ve gazeteciliğin ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Türkiye'nin tarihini yazmak isteyen kişi, Arcayürek'in kitaplarını incelemeden bu işi yaparsa eksik kalacaktır.
                    -İlhan Selçuk-

                    Demirel'in Yokluk Yılları
                    Yavuz Donat
                    Bilgi Yayınevi / Yavuz Donat'ın Vitrininden Dizisi

                    Buna, "Demirel'in zor yılları" da denebilir. 12 Eylül sabahından başlayıp, siyasi yasağın kaldırıldığı güne kadar geçen dönem...

                    Yorum

                    • fuga
                      Senior Member
                      • 27-08-2004
                      • 6397

                      #11
                      Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                      Ahmet Necdet Sezer ( 13.09.1941)


                      13.09.1941 tarihinde Afyon'da doğdu. 1958 yılında Afyon Lisesinden, 1962'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Ankara H&#226;kim adayı olarak göreve başladı. Askerliğini Kara Harp Okulunda Yedek Subay olarak yaptı. Sırasıyla; Dicle Yerköy H&#226;kimlikleri ve Yargıtay Tetkik H&#226;kimliği görevlerinde bulundu. Medeni Hukuk alanında 1977-1978'de Ankara Hukuk Fakültesinde yüksek lisans (master) öğrenimini yaptı. 07.03.1983 tarihinde Yargıtay üyeliğine seçildi. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi üyesi iken Yargıtay Genel Kurulu'nca belirlenen üç aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından 27.09.1988 tarihinde Anayasa Mahkemesi asıl üyeliğine atandı. 6 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi Başkanı seçildi. Evli ve 3 çocuk babasıdır.

                      HAKKINDA YAZILANLAR

                      Hükümet’e Göre Sezer’in Planı
                      Muharrem Sarıkaya
                      Hürriyet 22 Şubat 2001

                      CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer, MGK'daki çıkışını yaparken, hükümete dönük bir planı var mıydı? DSP ve ANAP'lı bakanlara göre, ‘‘Evet vardı, bunu uygulamaya koydu...’’
                      Hatta, hükümet ortaklarının milletvekilleri, ‘‘Sezer'in planı’’ olarak gösterdikleri senaryoyu DYP kurmaylarıyla da paylaşmış.
                      ANAP'ın etkin bir milletvekili, DYP yöneticisiyle yemekte buluşmuş.
                      Sezer'in ne yapmak istediğine dönük senaryoyu aktarmış.
                      ‘‘Bu plana göre siz de gümbürtüye gidiyorsunuz’’ demiş.
                      DYP'nin önceki gün gensoru önergesini apar topar geri çekmesinde bunun da etkisi büyük olmuş.
                      Hükümetin etkin bakanlarından biri ‘‘Sezer'e ait olduğunu’’ ileri sürdüğü planı bize de anlattı.
                      Aktardığına göre;
                      Sezer uzun süredir ‘‘Demokratik ve çağdaş anayasa’’ çalışması yaptırıyormuş.
                      'Mış' ve 'muşlarla' anlatılan senaryoya göre, Sezer anayasa hazırlığını ‘‘Meclis dışındaki güç odakları’’ ile yürütüyor.
                      Hazırlıklar bir süre sonra bitecek ve anayasa Meclis'e dayatılacak.
                      Sezer, Başbakan ile haftalık olağan görüşmelerde hiç konuşmuyor, soru sormuyor, bir temas, yakınlaşma olanağı aramıyor. Tam anlamıyla hükümeti yıpratma ve ipleri koparma taktiği uyguluyor.
                      Kararnameleri imzalamıyor.
                      Hedefi ise hükümeti yıldırıp, istifaya zorlamak.
                      Hatta, ‘‘tarihin en çok yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu’’ gerçekleştiren hükümeti ‘‘yolsuzlukla itham’’ etmek.
                      Bunun için de Devlet Denetleme Kurulu'nu devreye sokuyor. .
                      * * *
                      Aynı bakan, bunu da planın bir parçası olarak gösteriyor. Bankalarla ilgili önemli bilgileri eline geçirip, ilerde özel sektöre ve basına karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmayı amaçladığını iddia ediyor.
                      Aktardıkları burada bitmiyor.
                      ‘‘Biz hükümetten çekildiğimizde ne olacak biliyor musun?’’ sorusuyla başlayıp devam ediyor:
                      ‘‘Bu Meclis'ten, bu koalisyon haricinde hükümet çıkmayacağı biliniyor.’’
                      Anlattığına göre, Sezer hükümetin istifasının ardından bir süre yeni bir hükümetin kurulması için Meclis'teki turları bekleyecek.
                      ‘‘Nafile olduğu’’ ortaya çıkınca ‘‘Hükümeti kuramıyorsunuz’’ deyip ipleri eline alacak.
                      Kendisine yakın olabilecek bazı milletvekillerinin de içinde bulunduğu teknokratlar hükümetini kurduracak...
                      * * *
                      Sonra ne mi olacak?
                      Yeni gelen bakanlar, bugünkü hükümet üyeleri hakkında olmadık suçlamalarda bulunacak.
                      Ülkeyi kötü yönettikleri, ekonomiyi çıkmaza soktukları iddialarını ortaya atacak.
                      Bu hükümet ipleri tam el geçirince seçime gidecek. Bu sırada teknokratlar hükümetinin bakanları, bir partiye geçecek. Böylece, o parti hükümetteymiş gibi olacak ve seçimi kazanacak.
                      Hükümetin karşı bir planı da yokmuş, düşünülmemiş.
                      Bunlar hayalci gibi gelebilir. Ancak Başbakanlık'ta hemen her bakanın odasında konuşuluyor.
                      * * *
                      Peki Çankaya buna ne diyor?
                      Sezer'e yakın bir isim yukarıdaki senaryoyu aktardığımızda gülüyor.
                      ‘‘Sayın Cumhurbaşkanı hayatı boyunca politika ile uğraşmadı ki, politik plan yapsın’’ diyor.
                      Çevresindeki isimlerin de bugüne kadar politika ile sıkı fıkı olmadığına dikkat çekiyor.
                      Son dönemde 211 kararname geldiğini, 3'ünün geri çevrildiğini söylüyor.
                      Demokratik, çağdaş Anayasa hazırlığına İstanbul ve Ankara Baroları'nın Sezer seçilmeden önce, 1999 sonbaharında başlandığını anımsatıyor.
                      Çankaya ile hükümet arasında daha çok senaryo yazılacağa benziyor.

                      Köşk'teki Hakim
                      Abdullah Muradoğlu
                      Anka Yayınları

                      Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i Orta Anadolu'dan 864 rakımlı tepeye çıkaran faktörler, kişiliği, yaşam biçim hep merak edildi, kimliği hakkında çok şeyler söylendi. Sezer açıklamıyor, gösteriyor. Eylemleriyle kazanıyor. Seveni de sevmeyeni de anlıyor Sezer'i. "Binbir entrikanın geçtiği saray" olarak nitelendirilen Çankaya Köşkü'nde "Devlet rutin dışına çıkabilir" diyen devlet adamlarından sonra, Sezer'in varlığı demokratik hukuk devleti açısından bir güvence sayılmalı. Kişisel hataları, paylaşmadığımız görüşleri mutlaka vardır, bu doğaldır da; ama bir şey daha var: Sezer'in yüzü halka dönük. Bu özelliği onu, ne derin güç merkezlerinin, ne küçük bir iş adamı grubunun, ne de ayrıcalıklı zümrelerin değil, bütün Türkiye'nin Cumhurbaşkanı yapıyor. Sezer'in cumhurbaşkanlığı olağanüstü süreçten geçen Türkiye'den ekonominin siyasetin, basının, hukukun, demokrasinin, bilimin normale dönmesi gerektiğini dayatıyor. Cumhurbaşkanı Sezer de siyasetçi kumpaslarının, çıkar gruplarının, sahte aydınların, cahil yığınların yarattığı illüzyon içinde yükselen sahte değerlere yenik düşerek yalnızlaşmaz, soylu düşünceleri ayağa kaldırmak yolunda bir kıvılcım çakabilirse; Çankaya Köşkü'nün kalın duvarları arasında yalnızlık hissetmeyecek, gözleri açık veda etmeyecek yaşama.Umulur ki Sezer de yeni bir "umut işkencesi" olmasın.

                      Yorum

                      • fuga
                        Senior Member
                        • 27-08-2004
                        • 6397

                        #12
                        Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                        Abdullah Gül ( 1950)


                        Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı

                        KAYSERİ - 1950, Ahmet Hamdi, Adviye - İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi - İngilizce, Arapça - İktisat Doç. Dr., Öğretim Üyesi - Sakarya Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Fakültesi Öğretim Üyesi, İslam Kalkınma Bankası İktisat Uzmanı - Kayseri Milletvekili - Dışişleri ve Devlet Eski Bakanı - Evli, 3 Çocuk babası.

                        11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
                        Zaman 28 Ağustos 2007

                        Cumhurbaşkanlığı seçiminin 3. tur oylamasında Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, 339 oy alarak üye tam sayısının salt çoğunluğunu aştı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı seçildi. Toptan, Cumhurbaşkanına, seçildiğini bildirmek ve andiçmesi için, birleşimi saat 18.00'de toplanmak üzere kapattı.

                        456 MİLLETVEKİLİ KATILDI

                        TBMM Başkanı Köksal Toptan başkanlığı başlayan oturumda, Cumhurbaşkanlığı seçimi 3. tur oylamasına geçilmesi için elektronik yoklama yaptı. Toptan, milletvekillerine yoklama için 10 dakika süre verdi.
                        Yapılan yoklama sonucunda Meclis Genel Kurulu'nda 456 bulunduğu ve seçime geçmesi için en az 367 rakamının aşıldığının tespit edilmesinden sonra milletvekillerinin isimleri okunarak seçime başlandı.

                        Yapılan gizli oylamada, milletvekilleri Adana ilinden başlayarak seçim çevrelerine göre oylarını kullandı. Saat 15.17'de başlayan oy verme işlemi, 35 dakika sürdü.

                        TBMM Başkanı Köksal Toptan, oyunu kullanmayan milletvekili olup olmadığını sorduktan sonra, oy verme işleminin tamamlandığını açıkladı.
                        Devlet Bakanı Beşir Atalay, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, AK Parti'li Dilek Yüksel, Ahmet Yeni ve Ahmet Erdal Feralan'dan oluşan Tasnif Komisyonu, oyların sayım ve dökümünü yapmaya başladı.
                        Sayım işleminin sonuçlanmasının ardından TBMM Başkanı Köksal Toptan, Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül seçildiğini açıkladı.
                        Gül 3. tur oylamada 339 aldı. Diğer adaylar Çakmakoğlu'na 70, İçli'ye 13 oy verildi, boş 24 oy, geçersiz 2 oy kullanıldı. Böylece Cumhurbaşkanı seçim süreci tamamlanmış
                        Bu arada, oyunu kullanan Cumhurbaşkanı Adayı Abdullah Gül, oy verme sırası Zonguldak'a geldiğinde, Genel Kuruldan ayrıldı.
                        Toptan, Cumhurbaşkanına, seçildiğini bildirmek ve andiçmesi için, birleşimi saat 18.00'de toplanmak üzere kapattı.

                        GÜL'ÜN KÜÇÜK OĞLU DA İZLEDİ

                        3. tur oylamasına az bir süre kala, Gül ailesinden en küçük çocuk Mehmet Gül TBMM'ye geldi. Mehmet Gül, yanında amcasının oğlu Ahmet Gül'le birlikte Genel Kurul salonunda ziyaretçilere ayrılan bölümde yer aldı. Aynı bölümde Kayseri eski Büyükşehir belediye Başkanı Şükrü Karatepe de ile bazı üst düzey bürokratlar da bulunuyor.

                        ÜÇ ADAY YARIŞTI

                        Cumhurbaşkanı seçiminde, AK Parti Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, MHP Kayseri Milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu ve DSP Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli yarışacak. Genel Kurulda 20 Ağustos Pazartesi günü yapılan ilk tur oylamada; AK Partili Gül 341, MHP'li Çakmakoğlu 70, DSP'li İçli 13 oy alırken, ikinci turda da Gül'e 337, Çakmakoğlu'na 71, İçli'ye ise 14 oy çıkmıştı.

                        İLK İKİ TURDA YETERLİ OY ALINAMAMIŞTI

                        3. turda, üye tam sayısının salt çoğunluğunun (276) sağlanması gerekiyor. Bu oylamada da üye tam sayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde, üçüncü oylamada en çok oy almış olan iki aday arasında dördüncü oylama yapılacak. Bu oylamada da üye tam sayısının salt çoğunluğu aranacak. Bugün yapılacak olan 3. turda adaylardan biri 276 oy alırsa 11. Cumhurbaşkanı seçilecek. Seçimin ardından da saat 18:00'de and içme töreni gerçekleştirilecek.
                        Genel Kurul'da 20 Ağustos Pazartesi günü yapılan ilk tur oylamaya 448 milletvekili katılırken AK Parti'li Gül 341, MHP'li Çakmakoğlu 70, DSP'li İçli 13 oy almış, 1 oy geçersiz sayılmış, 23 oy da boş çıkmıştı.
                        24 Ağustos Cuma günü yapılan 2. tur oylamaya 446 milletvekili katılmış; Gül 337, Çakmakoğlu 71, İçli ise 14 oy almıştı. Oylamada, 23 boş oy kullanılmıştı.

                        Yorum

                        • fuga
                          Senior Member
                          • 27-08-2004
                          • 6397

                          #13
                          Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                          Kanuni Sultan Süleyman ( 23.02.1495)- (23.07.1566)


                          Osmanlı sultanlarının onuncusu ve İslam halifelerinin yetmişbeşincisi.

                          Saltanatı: 1520-1566
                          Babası: Yavuz Sultan Selim- Annesi: Hafsa Sultan
                          Doğumu: 27 Nisan 1495 Vefatı: 7 Eylül 1566

                          1509'da Kefe sancakbeyliğine gönderilinceye kadar babasının yanında kalmış ve bu müddet içinde iyi bir öğrenim ve eğitim görmüştür. Babası Yavuz Sultan Selim'in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli'nin muhafazası ile görevlendirildi ve Edirne'de oturdu. Babasının vefatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

                          Kanuni Sultan Süleyman Belgrad'ın fethi (1521) ile Orta Avrupa’nın, şövalyelerin üssü olan Rodos'un zaptı (1522) ile de Akdeniz hakimiyetinin kapılarını devletine açtı. 1526'da yüz bin kişilik ordusuyla ve üç yüz kadar top ile Mohaç Ovası'nda Macar ordusuyla karşılaştı. Bu durumda sancaklarını açık ellerini semaya doğru kaldıran sultan; "Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, Hazret-i Muhammet'in ümmetine yardımını niyaz ediyorum" diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan savaşında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül'de Macaristan'ın başşehri Budin'e girdi. 1529'da Viyana muhasara edildi ise de kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532'de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana'yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha bir çok Alman şehirlerini zaptetti. Yedi ay Avrupa içlerinde dolaştığı halde imparator karşısına çıkmaya cesaret edemeyince geri döndü.

                          1534'te Safeviler üzerine sefere çıkan Sultan, Bağdat ve Basra'yı zaptetti. Bağdat'ta evliya kabirlerini ve Kerbela'da Hazreti Ali ve Hazreti Hüseyin'in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535'teTebriz'i zaptetti. 1537'de İtalya seferine çıkarak, Otranto'ya kadar ilerledi.

                          Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti'nin gücünü gösteriyordu. Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538'de Preveze'de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdeniz'de tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni Süveyş'te kurduğu donanma ile de Kızıldeniz'i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.

                          Bu fetihleri; 1543'te Estergon, Nis ve İstolni-Belgrad, 1551'de Trablusgarb'ın zaptı ve 1553'te Nahcıvan Seferi takip etti. İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566'da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Zigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naşı Süleymaniye'deki türbesine defnedildi.

                          Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise "Muhteşem" dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6,557,000 kilometrekarelik Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14,893,000 kilometrekareye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dahi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmet Paşa; şeyhülislamı Kemal Paşazade, Ebüssuud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; sanatkarı Mimar Sinan; kaptan-ı deryası Barbaros Hayrettin Paşa olan bir devletin padişahı Kanuni olurdu.

                          Sultan Süleyman Han'ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, İslam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirmesinden ileri gelmektedir. Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kamil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, alim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı.

                          Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kanuni, imar faaliyetleriyle de uğraştı. Memleketin hemen her yerinde camiler, mescitler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir. Koca Mimar Sinan büyük Hakan'a; "Padişahım sana öyle bir cami inşa ettim ki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir." diyerek bu güzel eserini takdim etmiştir.

                          Pek çok özellikleri yanında büyük bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hastalığında yazdığı şu beyti yüzyıllardır dillerde söylenmektedir.

                          Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,

                          Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

                          Bir olay

                          Fransa Kral`i bir gün Alman Imparatoru Sarlken&#180;e esir düser. Bunun üzerine validesi derhal Osmanli imparatoru Kanuni Sultan Süleyman Han&#180;a münacat&#180;ta bulunarak yardim ister. Süleyman Han, derhal Alman Imparatoruna bir name yazdirir :

                          " Biz ki, diyar-i Trablusgarbin, diyar-i Libyanin, diyar-i Misirin, diyar-i Rumun, diyar-i ... vesaire&#180;nin fatihi, Sultan Süleyman Han&#180;iz. Sen ki, Almanya Eyaletinin Kral&#180;i Sarlken&#180;sin. Sana deriz ki, tez Fransiz Kral&#180;i kulumuzu serbest birakasin ". Muhtesem Süleyman&#180;in koskoca Almanya Imparatoruna olan hitabi iste bu sekilde olur.Yazdirdigi o nameyi Alman Kralina göndermek icin bir Pasa dahi tayin etmeye tenezzül etmeyen Süleyman Han, bu ise siradan bir Cavusu vazifelendirmekle iktifa eder. Tabii neticemi ? Fransiz Krali derhal serbest birakilir. Koskoca Kanuni Sultan Sülayman&#180;a karsi durmak öyle kolay degildir.

                          Hakkında Yazılanlar

                          1.Kanuni Sultan Süleyman
                          Hayatı / Mefkuresi / Mücadelesi
                          Yavuz Bahadıroğlu
                          Yeni Asya Yayınları / Biyografiler Dizisi

                          Bir devlet adamı düşünün ki, 46 yıl boyunca ülkesini dünyanın daima zirvede ülkesi olarak idare etmeyi başarmış olsun.
                          e bir padişah düşünün ki, yarım asra yaklaşan idaresi süresince ülkesinde günümüze ışık tutacak hürriyet ve eşitlik prensiplerine uygun bir idare tatbik etsin.
                          şte bütün idaresi boyunca seferler, zaferler, adalet, eşitlik ve huzur dolu ülkesini uzun süre zirvede tutmayı başarmış bir devlet adamı:
                          Kanuni Sultan Süleyman.

                          Yorum

                          • fuga
                            Senior Member
                            • 27-08-2004
                            • 6397

                            #14
                            Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                            Hz. Muhammed Aleyhisselam

                            "MUHAMMED aleyhisselam ALLAH'IN PEYGAMBERİDİR. ONUNLA BİRLİKTE OLANLAR KAFİRLERE KARŞI ÇOK ŞİDDETLİ, KENDİ ARALARINDA İSE GAYET MERHAMETLİDİRLER. ONLARI RÜKU VE SECDE EDER HALDE ALLAH'TAN SEVAP VE RIZA İSTEDİKLERİNİ GÖRÜRSÜN. SECDE ESERİNDEN NİŞANLARI YÜZLERİNDEDİR. İŞTE ONLARIN TEVRAT'TAKİ VASIFLARI BUDUR.
                            İNCİL'DEKİ VASIFLARI İSE ŞÖYLEDİR. ONLAR; FİLİZİNİ ÇIKARMIŞ BİR EKİNE BENZERLER. DERKEN O FİLİZİ KUVVETLENDİRMİŞ DE KALINLAŞMIŞ, NİHAYET GÖVDELERİ ÜZERİNDE DOĞRULUP KALKAN, EKİNCİLERİN HOŞUNA GİDİYOR."
                            (Feth; 29)

                            Feth suresinin son yarım sayfasında apaçık bir şekilde Efendimiz ve dostları / eshab-ı kiramın Tevrat ve İncil'de yer aldığı, çeşitli özellikleri anılarak övüldüğü kayıtlıdır. Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de bir kaç yerde daha benzer ayet-i ker&#238;meler görmekteyiz. Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m açıkça bunun böyle olduğunu ilan etmektedir. Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m bugüne kadar tahrif edilmeden gelen tek kaynaktır. Dolayısıyla içerisinde gerçeğe aykırı hiç bir kayıt bulunmaz. Bu noktadan hareketle, kutsal olarak görülen tüm kitaplar tarandığında görülen harikulade satırlar müslümanlar için sürpriz olmamaktadır. İslam tarihinde Efendimiz ile özellikle yahudi bilginlerin arasında geçen konuşmalardan açıkça eski kutsal metinlerde Efendimizle ilgili bazı şeylerin saklandığını görmekteyiz. Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m bunu şöyle açıklamaktadır; "Allah'ın indirdiği kitabdan hazret-i Peygamberin vasfını gizleyip te bununla biraz para alanlar var ya, kıyamet gününde yedikleri rüşvet onların karınlarında ancak ateş olur... Onlara yalnızca acıklı bir azap vardır." Bir başka ayet-i Ker&#238;mede ise şöyle buyurulmaktadır; "Kendilerine kitap verdiklerimiz Muhammed aleyhisselamı öz oğullarını tanır gibi yakından tanırlar. Böyle iken içlerinden bir topluluk hak ve hakikati bile bile gizlerler."
                            Kutsal kitaplarda Efendimizden ve onun kutlu sahabelerinden gerek açıkça ve gerekse işaret olarak bahsedilen satırlar ya tamamen veya kısmen tahrif edilmiştir. Tahrif edenler de bizzat yahudi din adamları olmuştur. Bunu, tahrif edilmiş olmalarına rağmen İncillerde de açıkça görebilmekteyiz; "Vay başınıza ey din adamları, çünkü siz bilgi anahtarını kaldırdınız. Kendiniz girmediniz, girenleri de bırakmadınız."
                            SAKLANAMAYANLAR
                            Kadim kitaplarda göreceğimiz bu satırlar mitseldir ve literal olarak (söze bağlı kalınarak) alındığı taktirde, ilk bakışta bir mana ifade etmeyebilir ancak eldeki tarihi verilerle karşılaştırıldığında dünya tarihindeki hiç bir peygamber ve hiçbir insana atıfta bulunmadığı ortaya çıkar.
                            Bu kadim kitapların öngördüğü dinlere inanan insanlar, ya burada geçen isimleri Efendimiz olarak kabul edecekler veya bu tasvirlere uygun bir kişiyi gösterecekler. Göstermeleri mümkün değil zira bu metinlerdeki her kelime, her söz, ancak Efendimizin şahsında manasını bulabilmektedir.
                            ZERDÜŞT BÖYLE Mİ DEMİŞTİ?
                            Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Zend Avesta'nın ilk kısmı olan Vendidad'da beklenen bir peygamberden söz edilir. İkinci kısım olan Yashts'ta ise beklenen peygamberin dostlarına işaret vardır. İşte çevrisi; "Biz, yönetici Efendinin sağ elinde döğüşen iyi, güçlü, imanlı, şefkatli Fravaşileri kutsuyoruz. Sanki güzel kanatlı kuşlar gibi onların Efendiye geldikleri görülüyor... Onu hem önden, hem arkadan korumak üzere bir silah, bir kalkan olarak geldiler. Onlar o kişiyi kılıçlardan, sopalardan, oklardan, mızraklardan, elle atılan taşlardan koruyacaklardır."
                            Dünya tarihini ve özellikle İslamiyet dönemini iyi bilen ve bu satırları okuyan herkes, eğer kaynağını vermeseydik Uhud veya Huneyn savaşlarının en şiddetli dakikaları anlatıyor sanacaklardır. Bu savaşlarda eshab-ı kiram, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir tarzda Efendimizin etrafında kümeleşmişlerdi.
                            Aynı kaynağı taramaya devam ediyoruz;
                            "Peygamber dostları arasında en güçlüsü ey Zerdüşt, asli şeriata bağlı olanlar veya dünyayı ıslah edecek Şoşyant/hayırlı kişi'den olanlardır." Bu metinde geçen Şoşyant/hayırlı kişi'nin kim olduğunu okuyalım; "...adı ASTVAR-ERATA olacaktır. O, Şoşyant/hayırlı kişi olacaktır. O ASTUAT-ERATA olacaktır..."
                            Metinde geçen "Astvar" ve "Astuat" kelimesinin kökü olan "Astu" kelimesi hem Sanskrit, hem de Zend'ce de "övmek" anlamına gelir. Bunun isim hali olan "situadan" günümüz farsçasında; "övme" anlamında kullanılır. Kısaca bu kelimenin anlamı "övülmüş" veya başka bir ifadeyle "Muhammed" isminin bire bir çevirisidir. İşte bu övülmüş kişinin dostları/eshabı'nın övülmesi şöyle devam eder;
                            "... ve onun, Astuat-erata'nın dostları zuhur edecek. Onlar, düşmana karşı galiptirler, temiz düşüncelilerdir, temiz konuşanlardır, hayırlı iş yapanlardır, hak olan şeriati izlerler ve onların dili asla yalan söylemez."
                            BRAHMANLAR(Hinduizm)
                            Hindu kutsal metinleri 3 kısma ayrılırlar. Bunlar; Vedalar, Upanişatlar ve Purana'lardır. Bu kitapların geçmişi MÖ. 4000 yıllarına kadar uzanır. Puranalar 17 ciltten oluşur. Bunlar arasında temel kitap BHAVİŞYA PURAN olarak bilinir ki, gelecekteki olaylardan bahsettiği için bu isimle anılır. Hindlilere göre kitabın derleyicisi Mahrişi Vyasa isimli birisidir fakat sözlerin sahibi Tanrı'dır. Burada iktibas ettiğimiz nüsha Bombay'da Venkteshwar Press'te basılmıştır. Şu satırlar aynen bu kitaptan alınmıştır ve kelimesi kelime tercüme edilmiştir;

                            "Melekhalı öğretici, kendi dostlarıyla zuhur edecek. Adı MOHAMMAD olacak. Raca ona en samimi sadakatini ve bütün saygılarını sunduktan sonra şöyle dedi; "Sana bağlı kalacağım. Sen ey Parbatis Nath/Beşeriyetin Efendisi, Arabistanın sakini. Sen şerri yok etmek için büyük bir güç topladın. Ve o, Melekha'lı düşmanlardan kendi kendini korudu. .....ben senin kölenim, beni ayaklarının altına yatır."
                            Metnin kelimesi kelimesine tercümesi böyle. Efendimizin ismi, başka hiçbir şahsa uygulanamayacak şekilde açıkça yazılmıştır.
                            Aynı kitaptan aktarmaya devam edelim. SHALOKAS; 10-27'de açık bir işarete daha rastlanır. Metnin son kısımlarında sanki Efendimiz, Mahrişi Vyasa ile konuşarak getireceği şeriati tebliğ etmektedir;
                            "Melekhalılar, Arapların meşhur beldelerini yağmaladılar. Bu ülkede Arya Drahma/ilahi kanun'dan bir eser yoktur. ...Bu düşmanlar, doğru yolu göstermek ve onları hidayete çağırmak üzere MUHAMAD ...ki Pishachaları doğru yola getirmekle meşhurdur. ...Geceleyin, melek mizacında olan o zeki adam, bir Pishacha kılığında Raca Bhoj'a şöyle dedi; "...Benim takipçim sünnetli, saç örgüsü olmayan, sakal bırakan ....ibadete çağrı/ezan okuyan... bir adam olacaktır. Domuz hariç her türlü hayvanı yiyecektir. Onlar kutsal su ile değil savaş/cihadla arınacaklar. Dinsizlere karşı mücadele etmeleri yüzünden müslümanlar olarak tanınacaklardır."
                            Vedalar da bulunan bir cümle vardır ki, hem Hendek Savaşını hatırlatır, hem de kullanılan bir kelime Efendimizin çok iyi bilinen bir ismine atıf yapar; "Hakikatin Efendisi, ....İbadet eden, dua eden kişinin onbin düşmanını yok ettin" Burada verilen rakam, Hendek Savaşındaki düşman sayısını vermektedir. Fakat asıl önemli olanı bu cümlede geçen iki kelimenin verdiği anlamdır. Birincisi Efendi olarak tercüme edilen kelimenin karşılığı olan Satpatı kelimesidir. Sat, gerçeği ve dürüstlüğü seven manasınadır. Pati de efendi veya üstad manasına gelir ki her ikisinin manası hakikatin efendisi anlamına gelir.

                            İkincisi; bu cümlede bulunan dua eden diye tercüme edilen sanskritçe karu kelimesidir ki, Hindçe Satoto kelimesinin anlamdaşıdır. Bu da Efendimizin ismi Ahmed'in tam karşılığıdır.
                            Hendek Savaşını anlatan bu cümlenin devamında gelen cümleler ise konumuzu perçinlemektedir.
                            "Gücünle kaleleri yıka yıka bir savaştan diğerine gittik. Sen ey yüce kişi, düşmanlarına diz çöktüren Namuchi'yi uzaklaştırdın"
                            Bilindiği gibi Hendek Savaşında müslümanlarla yaptıkları anlaşmaya ihanet eden yahudileri cezalandırmak üzere kaleleri kuşatılmış ve teslim alınmıştı. Bilindiği gibi Medinenin çevresi, yahudi K&#226;b&#238;lelerine ait kalelerle çevriliydi. Efendimiz, bu kaleleri teker teker fethetmişler, daha sonra Hayberin etrafındaki yahudi kalelerini de birer birer düşürmüşlerdir. Öyle ki, Efendimiz ve eshabı, bir savaştan diğerine koşuyorlardı. Bu cümlede geçen ve düşmanlar olarak çevrilen "mayinan" kelimenin tam karşılığı hilebaz ve madrabaz anlamına gelmektedir ki; yahudilerin milli karakterlerini ortaya koymaları açısından önemlidir. Ayrıca sanskritçede mayinan, "görünüşte güzel olan gerçekte değeri olmayan" maya kelimesinden türemiştir ki, bu dahi yahudileri anlatır. Aynı tasvire İncil'de de rastlamaktayız. İncil yahudileri; "Sahte gümüş" olarak tanıtır. Yine bu cümlede geçen Namuchi; yağmuru tutan manasına gelmektedir ki; yahudilerin şu vasfını çok güzel resmeder. Yahudiler, ancak kendilerinin vahye mazhar olduklarını kabul ederek Efendimizin peygamberliğini reddediyorlardı.

                            Vedalarda verilen diğer müjdelere bakalım. "Sen ey Kadir-i Mutlak; övülmüş meşhur yetim ile savaşmaya gelen güçlü araba tekerleklerine sahip 20 kral ve 60.099 kişiyi mahvettin." Burada geçen övülmüş kişinin karşılığının tam karşılığının Muhammed kelimesi olduğunu görmüştük. Meşhur yetimin ne manaya geldiğini de bütün müslümanlar çok iyi bilirler ki Efendimizi anlatır. O zamanki bütün insanlar Efendimize karşıydı. O tek başınaydı ama içlerinde önemli yöneticilerin de bulunduğu onbinleri dize getirdi.
                            Vedalardaki şu cümleler hem Efendimizi hem de aziz dostları Eshab-ı kiramı işaret etmektedir.
                            "Araba sahibi, doğru ve adil olanı seven, hikmetli, güçlü ve cömer Mamah, sözleriyle bana lütuf bahşetti. En güçlü olanın oğlu, her türlü iyi sıfata sahip, dünyalara lütuf onbin kişi ile meşhur oldu."
                            Bu cümlenin her kelimesi Efendimizden bahsetmektedir. Çocukluğundan beridir o emin kişiydi. Bu özelliğini düşmanları bile kabul etmek zorunda kalıyorlardı. Güçlüydü; Hendek Savaşı hazırlıklarında kimsenin kıramadığı büyük bir taşı kırmıştı. Kimsenin yenemediği güreşçileri o yere sererdi. Cömertti; savaşlarda ele geçirilen ganimeti olduğu gibi etrafına dağıtırdı ama kendisine bir şey ayırmazdı. Cümlede geçen 10 bin kişiyle meşhur olmak, Mekkenin fethinde bulunan İslam ordusunun sayısını vermektedirki hepsi de eshab-ı kiramdandı. Eshab-ı kiram, Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de çeşitli vasıflarıyla övülmüştür. Vedalarda da dünyalara lütuf olarak övülmüştür.

                            Şimdi Vedaların bir başka kitabına bakıyoruz. Sama Veda'da Riş&#238; Vatsah'ın ağzından çıkan cümleler açıkça Efendimizi anlatmaktadır.
                            Ahmed, şeriati Rabbından aldı. Bu şeriat hikmet doludur. Ben ondan ışığı aldım, tıpkı güneşten aldığım gibi."
                            BUDİST METİNLERİ (Seylan kaynaklı)
                            "Ananda, mukaddes kişiye şöyle dedi.; "Sen gittiğin zaman bize kim öğretecek?" Mukaddes kişi şöyle cevapladı; "Ben, yeryüzüne gelen ilk mukaddes kişi değilim. Benden sonra bir başka mukaddes kişi gelecek. Bu kişi, tam anlamıyla aydınlatılmış ve davranışları hikmet dolu bir kişidir. Hayırlıdır. Kainatı bilir. Eşi olmayan bir önderdir. Benim şimdi ilan ettiğim şekilde en mükemmel ve en saf dini bir hayatı ilan edecektir. Onun bağlılarının sayısı binlerce olacaktır. Oysa benimki yüzlercedir." Ananda sordu; "Onu nasıl tanıyacağız?" Mukaddes kişi şöyle cevapladı; "O, Maitreya/hayırlı kişi olarak tanınacaktır."
                            Çeşitli Budist metinlerinde geleceği müjdelenen kişinin isimleri şöyle geçmektedir; Metteya (Palice), Maitreya (Sanskritçe), Aremideia (Burmaca), Maitaliye (Çince), Byamas-pa (Tibetçe), Miroku (Japonca)
                            Bu ve benzerleri olan Muhamet, Mahomet gibi kelimelerin tümü; Moh, Maha, Meh kelimelerinden türemiştir ki hepsi de "şerefli kişi, sempatik, büyük şeref sahibi, rahmet yağmuru, ihtişam" manalarına gelmektedir. Yukarıda saydığımız bütün kelimelerin karşılığı ise; "Sevgi öğreticisi, sevginin efendisi, adı iyilik olan, sevgi ve içtenlik, şefkatli kişi, hayırlı, muhabbetli vb." bu kelimelerin tümü hepsi arapça "rahmet" kelimesinin karşılığıdır. Nitekim Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de; "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" buyurulmaktadır. Rahmet ve rahim kelimeleri sadece Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de 409 kere geçmektedir. Sayfa sayısı 300 bini aşkın hadis-i şerif kitaplarını buna dahil etmiyoruz. Uhud Savaşında düşmanın dört bir taraftan sardığı bir anda yaralanan Efendimiz; "Ya Rabbi, onları affet. Eğer beni tanımış olsalardı yapmazlardı" diye dua etmekteydi.
                            Tahrif edilmiş Tevratta rahmet ve rahman kelimeleri yerine bol miktarda vahşet sahneleri geçmektedir. Tahrif edilmiş İncillerde ise rahman ve rahim kelimesi sadece 9 defa geçmektedir. Her ne kadar tahrif edilmiş olsalar da Tevrat, İncil ve bunları oluşturan bölümlerde bu ilahi müjde nin pırıltısı görülür.
                            </STRONG></STRONG>

                            Yorum

                            • fuga
                              Senior Member
                              • 27-08-2004
                              • 6397

                              #15
                              Konu: Biyografiler...Sürekli Güncel

                              Nuh Aleyhisselam

                              "BİZ DE NUH aleyhisselam VE BERABERİNDEKİLERİ,
                              DOLU BİR GEMİ İÇİNDE TAŞIYARAK KURTARDIK"
                              Şuara; 119


                              Her şey, Sir Leonard Wooley isimli amatör bir İngiliz arkeoloğun Mezopotamya'da yaptığı kazılar sırasında başlamıştı. Ele geçen bulgular, o güne kadar bir efsane gözüyle bakılan Nuh Tufanıyla bağlantılıydı. Batı insanı çok haklı sebeplerden dolayı Kitab-ı Mukaddes'i güvenilir bir kitap olarak saymadığı için bu kitapta anlatılan Tufan olayını da mitolojik bir hikaye olarak değerlendirmekteydi. Ama Wooley'in araştırması bu inancın yanlışlığını ortaya koyuyordu. Özellikle sevinenler Hıristiyan ve yahudi din adamları oldular. Derhal heyetler oluşturulup çalışmalara başlanıldı.
                              Bu arada dünyanın her tarafında yapılan araştırmalar, Tufanın hemen bütün toplumların efsanelerinde yer aldığını gösterdi. Asya'da 13, Avrupa'da 4, Amerika'da 37, Avustralya ve Okyanusya adalarında ise 9 adet Tufan efsanesi tespit edilmişti. Bunların en şaşırtıcısı da Hopi kızılderililerine ait olanıydı. Denizden çok uzakta, Kuzey Amerika'nın güney batısında yaşayan Hopilerin destanlarında kabaran suların ülkelerini baştan başa kapladığı, dağların tepelerine kadar yükseldiği ve yeryüzündeki canlıları yok ettiği anlatılıyordu. Amerika'nın eski sahiplerinden olan Azteklerin destanlarından ise Tufanın süresi bile veriliyordu. Bütün bunlar, insanlık tarihinin hemen hemen başlarında meydana geldiğini gösterir.
                              Sir Leonard Wooley'in bulduğu izler, Nuh tufanı değildi elbette... Mezopotamya ve çevresinin zaman zaman yaşadıkları büyük çaplı su baskınlarından birinin iziydi.

                              Tufanın anlatıldığı Gılgamış
                              destanının bulunduğu
                              taş tablet.

                              Öte yandan, arkeolojik araştırmalarda ele geçen bulgular büyük bir tufanın yaşandığını ortaya koyuyordu. Bunun yanısıra bulunan her parça Tevrat'ın tahrif edildiğini, Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m ve hadis-i şeriflerin doğruluğunu teyid ediyordu. Gerçekten Kitab-ı Mukaddes öylesine tahrif edilmiş, olaylar öylesine birbirine karıştırılmıştı ki Nuh aleyhisselam adeta iki ayrı tufanı yaşayan bir peygamber durumunda resmedilmiştir. Bu acımasız tahrifat, ileride göreceğimiz gibi hala devam etmektedir.
                              NUH KAVMİ
                              Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m, Tufanı Nuh aleyhisselamın etrafında gelişen bir olay olarak bildirmektedir. Hazret-i Nuh, alabildiğine dejenere olmuş bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir. Bu topluluk putlara tapınır, insanlara zulmeder ve kötülüğün her türlüsünü açıkça işlerdi. Nuh aleyhisselam yüzyıllar süren mücadelesine rağmen onlardan çok azını Allahü tealanın varlığına ve birliğine inandırabilmişti. Fahreddin-i R&#226;z&#238; hazretlerinin bildirdiğine göre yola gelmemelerinin üç sebebi vardı; "Birincisi; kendi aralarından çıkmış bir fani insana peygamberlik makamını yakıştıramamışlardı. İkincisi; Nuh aleyhisselama inanan insanlar, hayat seviyeleri düşük, fakir insanlardan oluşuyordu. Eğer Nuh aleyhisselam gerçekten peygamber olsaydı, kendisine zenginler ve kavmin ileri gelenleri bağlanırlardı. Üçüncüsü ise; onlara göre kavmin ileri gelenlerin zengin ve kudretli olmaları zeki kişiliklerinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple fakir kişiler aptaldı ve muhatap alınmaya değmezdi."
                              Bu kavmin ne zaman yaşadığı bilinememektedir. Elimizde bu kavimle ilgili iki önemli ip ucu vardır ki bunlardan birisi Nuh aleyhisselamla ilgili Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de verilen süre ve Gemi'nin C&#251;d&#238; dağına oturması haberidir. Geminin, sonrakilere ibret olarak bırakıldığını biliyoruz. Bulunduğunda yaşı tespit edilebilecek ve böylece Nuh kavminin hangi zaman diliminde yaşadığı öğrenilebilecektir. Nuh aleyhisselamın ömrü ise, eğer o dönemin zaman anlayışına bir atıf yapmıyorsa insanlığın, bilinenden çok eski dönemlerinde yaşadıklarını gösterir. Gelelim efsanelere. Bütün kavimlerde en eski arkeolojik bulgularda bile tufandan efsanevi olarak bahsedilmektedir. Bu bulguların en eskisi MÖ. 6 bin sene öncesine ait olmasına rağmen bile yine de efsane olarak görmekteyiz. Bu da, Nuh kavminin tahminlerden çok çok önceki devirlerde yaşadığını göstermektedir. Şüphesiz ayet-i Ker&#238;melerde pek çok işaretler var ama işin erbabının konuya eğilmesiyle anlaşılacaktır.
                              İLK PUTÇULUK
                              İnsanlığın ilk devirlerinde, sanıldığı gibi insanlar putperest değillerdi. Saf ve duru bir yaratıcı inancları vardı. Zamanla bu inanış dejenere olmuştu. Hazret-i &#194;dem'den Hazret-i Nuh'a kadar olan dönemde putperestlik yaygın değildi. Ancak, Nuh kavminde işler değişti. Bu kavmin dindarlıkta temayüz etmiş; Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr isminde beş önemli şahıs vardı. Bunlar bin nakle göre İdris aleyhisselamın eshabıydılar. Birbiri ardınca vefat etmeleri büyük üzüntü meydana getirdi. Geride kalanlar da onların hatırasını canlı tutmak amacıyla onlara benzeyen beş heykel yaptılar. Zaman zaman heykelleri ziyaret eder, o S&#226;lih insanların nasihatlerini birbirlerine anlatırlardı. Ne var ki bir kaç nesil sonra gelenler, sözkonusu heykelleri putlaştırarak tanrı ilan ettiler. Artık putperestlik bu topluluğun resmi dini olmuştu. İnanç sapkınlığı ahlaki ve sosyal çözülmeyi di beraberinde getirince Allahü teala Nuh aleyhisselamı peygamber olarak onlara gönderdi.
                              PEYGAMBERLİĞİ
                              Nuh aleyhisselam işte bu topluluğun içinde doğmuş ve yetişmiş birisiydi. O, yeryüzüne gönderilmiş ilk Resuldür. Gerçi peygamberlik müessesesinden haberdar olan ve kendilerini ibadete verip peygamberlik beklentisinde olanlar vardı. Fakat bu şerefin bir rivayete göre marangoz olan ve mütevazi bir hayat süren Nuh aleyhisselama verilmesi, ilahi gayeyi kavrayamayan o insanları da tepkiye sürükledi. Bununla da kalmayarak putperestlerin safına geçmişlerdi. Öyle ki hanımı ve öz oğlu da Nuh aleyhisselama inanmıyorlar ve onu yalancılıkla itham ediyorlardı.
                              Böylece tüm halk Nuh aleyhisselamı yalanlamakla kalmıyor, onu horluyorlardı. Çocuklara taşlatıyorlar, Nuh aleyhisselamı dövdürüyorlardı. Bu topluluğun içinde bulunan ve Hazret-i Nuh'a inanan 80 kadar mü'mine de çeşitli işkencelerde bulunuyorlardı. Böyle davrandıkları takdirde ilahi gazapla karşılaşacakları ihtar edildiğinde ise; "Bunca senedir seni yalanladığımız halde her hangi bir azap gelmediğine göre sen yalancının birisin. M&#194;dem ısrar ediyorsun, korkuttuğun azabı getir" diye açıkça meydan okuyorlardı.
                              Nuh aleyhisselam, peygamberliğin verdiği engin şefkat ve merhametle mütecavizleri yatıştırmaya çalışıyor, "Allahü teala dilerse o azabı başınıza getirir. Siz bu konuda Rabbimi engelleyemezsiniz. Yine onun izni olmadan, size ne kadar nasihat etsem de faydasızdır. O sizin Rabbinizdir. Mutlaka ona döneceksiniz" diye nasihat ediyordu.
                              Nuh aleyhisselamı davasından vazgeçiremeyeceklerini anlayan topluluk, bu sefer işi öldürme tehtidine kadar vardırdı. Artık iyice artan baskılar karşısında Hazret-i Nuh Rabbine yalvardı; "Rabbim, yeryüzünde inkarcı bırakma. Dorusu bu inkarcıların, sana inanan bir avuç insanı da yoldan çıkarmasından korkuyorum. Rabbim, beni, annemi, babamı ve sana inanan erkek ve kadınları bağışla. Yalnızca zalimleri yok et."
                              GEMİNİN İNŞASI
                              Nuh kavmi Nuh'a demiş; Gemin kızakta kalır Devran göstermiş ki; kimler tuzakta kalır.
                              Yapılan duaların akabinde Allahü tealanın emirleri gelir; "Ey Nuh, önceden sana iman edenlerden başka, kavminden hiç kimse iman etmeyecek. O halde sana yapılanlara kederlenme ... Bizim vahyimizle bir gemi yap. Zulmedenler hakkında da şefkate kapılıp azabın kaldırılması için sakın dua etme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır."
                              Bu emirler üzerine, Nuh aleyhisselam hemen harekete geçer. O zamana kadar görülmemiş boyutlarda olan geminin planlarını bizzat Cebr&#226;il aleyhisselam bildiriyor, Nuh aleyhisselam da kendisine iman edenlerle beraber gemiyi inşa ediyordu. Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'in buyurduğu şekliyle gemi; elvahlı ve düsurlu idi. Elvah; levhin çoğuludur. Levh de tahta gibi yassı şeylere verilen isimdir. Düsur ise; disarın çoğuludur. Geminin parçalarını birbirine bağlayan nesne (çivi, halat, perçin vb.) anlamlarına gelmektedir. Müfessirler bu bilgilerden geminin, birbirine raptedilmiş tahta plakalardan inşa edildiğini söylemişlerdir.
                              Geminin inşası hızla sürerken putperest topluluk müminlerle alay ediyorlardı. Bu kadar büyük bir geminin yüzemeyeceğini iddia ediyorlardı. Bununla da kalmayıp geceleri geminin içine girip ihtiyaçları gidermek suretiyle pisletiyorlardı.
                              TUFAN
                              Çalışmaların tamamlanmasından sonra, ilahi bir işaret olmak üzere "tenn&#251;r, fary&#226;b etmeye başladı." Tenn&#251;r; fırın, ocak anlamına gelmektedir. Cev&#226;lik&#238; ve Sa'leb&#238ye göre ekmek pişirmek için yerde açılmış ve çamurla sıvanmış, içi ateş dolu olan yerdir. İslam alimleri Hazret-i Havv&#226nın ekmek pişirmek için kullandığı fırını da tennur olarak isimlendirmişlerdir. Fary&#226;b ise; kuvvetle, şiddetle kaynamak anlamına gelmektedir. Tenn&#251;r'un şiddetle kaynaması atmosferik bir dizi hadisenin başladığına işaretti. İlim adamları, göğün boşalabilmesi için çok ani ve muazzam ısı değişikliklerinin olması gerektiğini söylerler. Belki de bölgedeki yanardağlar aniden faaliyete geçerek atmosferdeki bu ısı değişikliğini meydana getirmişti.
                              İşaret alınınca; "Her cinsten birer çifti ve inkarcılar müstesna inanan insanları gemiye bindir" mealindeki ilahi emir geldi. Nuh aleyhisselam bu emri süratle yerine getirdi; "Binin gemiye, onun yüzmesi de, durması da Allahü tealanın adıyladır." Gemiye biniş sona erince olaylar birbiri ardınca gelişiverdi. Bu durum Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de şöyle anlatılmaktadır; "Bunun üzerine biz de gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, belirtilen bir ölçüye göre birleşti. Ardından gemi, Allahü tealanın korumasında dağlar gibi dalgaların arasında akıp gitti."
                              Bu korkunç olay, kesin olarak bilinmeyen bir zaman ve kapsamda, Allahü tealanın takdir ettiği sürece devam etti. İslam alimleri bu sürenin 6 ay civarında olduğunu bildirmişlerdir. Neticede, gemidekiler kurtulurken, geriye kalan tüm insanlar helak oldular.
                              Nihayet; "Ey arz suyunu yut, ey gök sen de yağmurunu tut" emri geldi. Böylece sular çekildi. Gemi C&#251;d&#238ye oturdu. Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de Tufan ve geminin izlerinin sonraki nesiller için saklandığı belirtilmekte ve "Buna rağmen ibret alan var mı?" buyurulmaktadır.
                              Tufa'nın bir bölgeyi mi, yoksa bütün dünyayı mı kapladığı konusunda tereddüt vardır. Bazı alimler Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de geçen; "Biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik" ilahi sözünü delil göstererek bir bölgede olduğuna işaret etmişlerdir. Ancak bazı alimler de; "Tufan, Kur'&#226;n-ı Ker&#238;m'de mutlak olarak zikredilmiştir. Arabi dil kaidelerine göre böyle mutlak ve kayıtsız söylenen ifadelerle o şeyin kemali kastedilir. Dolayısıyla Tufan bütün dünyayı kaplamıştır" demişlerdir.
                              TUFANIN İZLERİ
                              Bu bilgilerden sonra başlangıç noktamıza dönelim. İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya'nın antik şehirlerinden Ur'da uzun kazılar yaptı. Wooley ve ekibi, büyük başarılar göstererek MÖ. 4. bin yılından kalma kral mezarlarını ortaya çıkardılar. Mezopotamya tarihinin öğrenilmesinde dönüm noktası olan bu çalışmalar sırasında arkeolojik değeri çok yüksek kap, kaçak, miğfer, silah vs. yanında Tufandan önceki kralların listesini ihtiva eden kil tabletler de bulundu. O zamana kadar kral listeleri mitolojik olarak görülüyordu. Tabletlerin bulunmasından sonra, Wooley vakit kaybetmeden aynı yerde kazılara devam etti. Ne var ki 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu. Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde tuhaf bir şeyle karşılaşıldı. Zemin tamamen balçıkla kaplıydı, fakat bu kadar derinlikte saf balçığın ne işi vardı? Üstelik kazı çukurunun dibi, denizden çok uzakta ve nehir seviyesinden de bir kaç metre daha yukarıdaydı. Hiçbir arkeolog tatmin edici cevabı bulamamıştı.
                              Wooley kazıyı devam ettirdi ve daha aşağılara indi. Derken 3 metreden fazla derinlik tutan balçık tabakası birden bire kesildi. Şimdi normal toprak tabakalarına gelindiği düşünülebilirdi ama hayır, zımpara taşlarına ve kap kaçak gibi eşyalara rastlanılmıştı yeniden. Demek oluyordu ki bu çok eski medeniyetin üzerini 3 metrelik balçık tabakası örtmüş, en üstte de Ur medeniyeti yeşermişti.
                              Balçığın sebebi ve kapladığı sahayı öğrenebilmek için civar bölgelerde bir dizi kazı daha yapıldı. İlk çukurdan 300 metre uzakta açılan ikinci çukurda da aynı sonuç elde edildi. Wooley, bu sefer de yüksekçe bir tepeyi kazdırdı. Sonuç değişmemişti, Böylece, balçık yığılmasının, ancak çok kuvvetli bir su baskını, yani Tufanın eseri olabileceğine dair rapor hazırlandı ve bütün dünyada heyecanlı yankılar doğdu. Bu arada bazı çevreler su baskınının dar bir çevrede yaşandığını ileri sürmüşlerdi ama yeni kazılar, onların iddiasını iflas ettirdi. Şuruppak kralı Ubartutu zamanında bölgenin bütünüyle korkunç bir felakete uğradığı ve kültür izlerinin tamamiyle gömüldüğü açıkça anlaşılıyordu.
                              Tufanla ilgili olarak Mezopotamya dışında etraflıca bir çalışma yapılmadığından, su baskınının nerelere kadar uzandığını tam olarak bilemiyoruz. Tahmin edilen mıntıka, Basra körfezinin kuzeybatısında, 400 mil uzunluğunda ve 100 mil genişliğinde bir sahadır. Olayın tarihi ise, MÖ. 4 binden çok önceki yüzyıllardır. Bu tufan bildiğimiz Nuh tufanı değildi elbette. Ama bu bile, geniş çaplı bir su baskınının neler yapabileceğini göstermesi bakımından önemlidir.
                              Öte yandan yapılan jeolojik araştırmalar, mahiyeti bilinemeyen sebeplerden dolayı dünyamızın yer yer bir kaç defa suya gömüldüğünü gösteriyor. Miami Üniversitesinden jeokimyacı Jerry Stip'e göre, dünyanın yaşadığı en müthiş su baskını, günümüzden yaklaşık 11.600 sene önce olmuştur. Ancak bütün bu bulgular Nuh aleyhisselam zamanındaki tufana ait midir bilinememektedir. Mezopotamya dışında yapılacak kazıların bizi sonuca daha fazla yaklaştıracağı muhakkaktır. Özellikle Hazret-i Nuh'un inşa ettiği geminin kalıntıları ortaya çıkarılabilirse tufanın ne zaman meydana geldiğini öğrenmemiz mümkün olacaktır.

                              Yorum

                              İşlem Yapılıyor
                              X