Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • fuga
    Senior Member
    • 27-08-2004
    • 6397

    Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

    Göksel Arsoy ( 1936)
    1936 yılında Kayseri’de doğdu. Göksel Arsoy'un annesi Girit Hanya eşrafından Girit Mutasarrıfı Mollazade Ali Talat Bey'in torunu ve Hırkazade Ahmet'in kızıdır.Kelepçe adlı filmle sinemaya geçti (1959). Samanyolu adlı filmiyle de ün yaptı (1959). Ayrıca kendi adına bir film
    şirketi kurarak prodüktörlük yaptı.

    Önemli filmleri: Şehirdeki Yabancı (Halit Refiğ), Şafak Bekçileri (Halit Refiğ), Kızgın Delikanlı (Ertem Göreç).

    Yorum

    • fuga
      Senior Member
      • 27-08-2004
      • 6397

      Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

      Hacı Sabancı ( 1935)- (1998) </B>
      Hacı Sabancı, 25 Haziran 1935 yılında Kayseri'de (Akçakaya) doğmuştur. Orta öğrenimi, gençlik yılları ve yaşamının büyük bir bölümü Adana'da geçmiştir.
      Hacı Sabancı, iş hayatına Sabancı Grubu'na bağlı otomobil pazarlama ve pamuk ihracatı konusunda ticaret yapan şirkette başlamıştır.
      Hacı Sabancı'ya Çukurova Üniversitesi Senato'su ve Doğu Akdeniz Üniversitesi (Kıbrıs) tarafından "Fahri Doktor" ünvanı verilmiştir. Hacı Sabancı ayrıca Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Uluslararası İş ve Yönetim Derneği Hacı Sabancı'yı Ticaret alanında "Balkanlar'ın En İyi Yöneticisi" seçmiştir.
      Hacı Sabancı Çukurova Üniversitesi Vakfı Mütevelli Heyeti Üyeliği ve Adana Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerinin yanısıra; Hacı Ömer Sabancı Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini ve Holding'e bağlı şirketlerden AKÇANSA, BOSSA, CARREFOURSA, ÇİMSA, DANONESA, EXSA, MARSA KJS, SAPEKSA, UNIVERSAL TRADING ve YÜNSA'nın Yönetim Kurulu Başkanlığı ile VAKSA'nın Başkanlığı görevlerini yürütmekteydi. 1998 yılında öldü.
      Hacı Sabancı, evli, 3 çocuk ve 7 torun sahibiydi

      Yorum

      • fuga
        Senior Member
        • 27-08-2004
        • 6397

        Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

        Hacı Ömer Sabancı ( 1906)- (1966) </B>
        Bugün Sabancı Topluluğu'nu meydana getiren sanayi kuruluşlarının temelini oluşturan ilk şirketler, Hacı Ömer Sabancı tarafından kurulmuştur. Hacı Ömer Sabancı, 1906 yılında Orta Anadolu'da Kayseri'nin küçük bir köyünde, Akçakaya'da doğmuş, 5 yaşındayken babasını kaybetmiş, 14 yaşına geldiğinde talihini denemek için köyünden ayrılmış, 450 kilometrelik yolu yaya olarak katederek pamuk diyarı Adana'ya göçmüştür. Adana'da yeni hayatına pamuk işçisi olarak başlamış, bir iki yılda yaptığı tasaruflarla pamuk ticaretinde mütevazi bir iş kurmuştur.Yaratıcı gücü, ileri görüşü ve yılmayan gayreti sayesinde, yıllar ilerledikçe başarı zincirine birçok halkalar eklemiştir.Ülkenin en büyük özel teşebbüsü olan Sabancı Topluluğu'nun ilk adımları niteliğindeki MARSA, AKBANK ve BOSSA gibi kuruluşlar onun eseridir. 1966 yılında öldü.

        Yorum

        • fuga
          Senior Member
          • 27-08-2004
          • 6397

          Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

          Hacı Bekir . </B>
          Osmanlı ve Türk şekercilik zenaatında menkıbeleşmiş Hacı Bekir ismi, günümüze kadar şekercilik ekolü sembolü olarak devam edegelmiştir.

          Kastamonu'nun Araç ilçesinden İstanbul'a gelerek 1777 yılında Bahçekapı'da açtığı küçük şekerci dükkanında, lokum, akide vb. şekerlemeleri bizzat imal edib satmaya başladı. Önceleri "Araçlı Şekerci", Hacca gittikten sonra da "Hacı Bekir" adıyla anıldı. Bekir Efendi'nin açtığı ilk dükkan, günümüzde Ali Muhiddin Hacı Bekir Şekercilik A.Ş.'nin Bahçekapı'daki satış yeri olup, İstanbul'da iki asırdan bu yana aynı hizmeti gören yegane dükkandır. Dünyada bile emsaline zor rastlanan bu özellik İstanbul ve hatta ülkemiz için ayrıca zikre değer. Türkiye'de 16. yy'da başlayan şekerleme imalatında tatlandırıcı olarak bal, pekmez, su bağlayıcı, doku yapıcı olarak da un kullanılmakta idi. 18. yy sonlarında Avrupa'da kurulan rafinelerde üretilen şekerin, o günlerin ismiyle "Kelle Şekeri" olarak Türkiye'ye gelmesiyle, şekerci Hacı Bekir, bu şekeri havanlarda dövüp eriterek, gül, tarçın vb. tabii aroma ve boyalarla pişirip akide şekeri imalatını geliştirmiştir. Ayrıca 1811'de bir Alman bilgini tarafından bulunan nişastayı un yerine kullanarak, şeker ve nişasta terkibi ile bugünkü nefasetteki lokum imalatını gerçekleştirmiştir.

          Bahçekapı, Eminönü, İstanbul'u Avrupa'ya bağlayan Sirkeci Garı ile Galata Köprüsü ayağı ile bağlantı yeri olarak Sultanhamam, Mısır Çarşısı, balık pazarı, Tahtakale gibi ticari hayatın damarları ve bürokrasisinin beyni Bab-ı Ali'nin (sadrazamlık) hemen dibinden çok eskilerden beri İstanbul'un önemli bir ticaret semtidir.

          Bahçekapı'da Şekerci Bekir Efendi'nin (Şekerci Hacı Bekir) 1777'de bir göz olarak açtığı ve arka bölmesinde bulunan ocakta imalat yaptığı şekerci dükkanı zamanla büyütülerek 33 m&#178lik ilk bölümü ve bilahara yanındaki aktariye dükkanının eklenmesi ile günümüzdeki 88 m&#178lik dükkan haline gelmiştir.

          1777'den bu yana Hacı Bekir ailesince beş nesildir şekerci dükkanı olarak kullanılmaktadır.


          GENEL MÜDÜRLÜK
          İstiklal Cad. No.127 / 6 34433 Beyoğlu / İstanbul
          Tel. 212 245 13 75 - 76
          Fax. 212 252 33 50
          e-mail : hacibekir@hacibekir.com.tr
          internet: Hacı Bekir Kurumsal Web Sitesi

          PARMAKKAPI
          İstiklal Cad. No. 129 34433 Beyoğlu / İstanbul
          Tel. 212 244 28 04

          EMİNÖNÜ
          Hamidiye Cad. No.83 34110 Eminönü / İstanbul
          Tel. 212 522 06 66

          BAHÇEKAPI
          Hamidiye Cad. No. 81 34110 Bahçekapı / İstanbul
          Tel. 212 522 85 43
          Fax. 212 513 04 19

          HAKKINDA YAZILANLAR

          Akide şekeri tadında şirketler!
          Zafer Özcan
          z.ozcan@aksiyon.com.tr
          Aksiyon Sayı: 670 - 08.10.2007

          Hacı Bekir, Cafer Erol, Cemilzade, Koska… Meğer onlarla ilgili bilmediğimiz ne çok şey varmış! ‘Şeker Bayramı’ öncesi, Türkiye’nin bu en köklü şirketlerinin ‘tatlı’ hik&#226;yesi… Yeni kuşak yöneticilerin dilinden…

          İlginç vitrin düzenlemesi, şekerci dükk&#226;nını bir mücevherat mağazasına çevirmiş &#226;deta. Özenle hazırlanmış kutular, içlerindeki badem şekerleri kadar çekici görünüyor. Çeşit çeşit reçellere geleneksel tatlılar eşlik ediyor. En favorileri ise Osmanlı tulumbası ve Fatih sarması kuşkusuz. Vitrini bırakıp içerde girdiğinizde hummalı bir çalışmanın ortasına düşüyorsunuz. Tezg&#226;htarlar bir yandan müşterinin taleplerine yetişmeye çalışırken, diğer yandan hediye paketleriyle uğraşıyor. Arka tarafa geçtiğinizde ise akide şekeri pişiren ustalar karşılıyor sizi. Deneyimli iki usta, karşılıklı çekerek uzattıkları sıcak şekere son halini veriyor. Birazdan, özel makaslarla kesilip vitrindeki yerini alacak, yeniçeri şekeri diye de bilinen akideler…

          Bayram öncesi yoğun mesaisini anlattığımız bu işyeri, Kadıköy’ün asırlık şekercisi Cafer Erol. 200’üncü yıldönümünü kutluyor bu sene. Markaya ismini veren Cafer Erol, Eminönü Tahtakale’de başlıyor şeker imalatına. Yaklaşık bir asırlık şekercilik macerasına, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla ara veriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, Mehmet Erol şekerciyi tekrar faaliyete geçiriyor. Şimdi işin başında Nurtekin Erol ve iki çocuğu var. Tahtakale’de başlayan Cafer Erol, artık Kadıköy Çarşısı’nın sembollerinden.

          PATRON USTALIK BİLMEZSE OLMAZ!

          Nurtekin Bey, daha sorulara bile geçmeden, “Bu meslek işçilerle yürümüyor; patron ustalık biliyorsa ancak öyle yürür.” diyerek giriyor söze. Ustalık ise maharet istiyor elbette; ama meşakkati de unutmamak lazım. Pişirmeyi, sıcağı sevmeyi, bu işin çilesinden keyif almayı da gerektiriyor. Kendisi bu işin ustalarından. H&#226;l&#226; fırına gidip şeker hazırladığını söylüyor Nurtekin Erol. Ustalarını da bizzat kendi yetiştirmiş. Şekerciliğin bir özelliği de bu zaten. Dışarıdan usta yetişmiyor. Meslek nesilden nesile devam edecekse, şekerci kendi ustalarını yetiştirmek zorunda. Erol ise günümüzde bu işi sevecek usta adayları bulamamaktan şikayetçi: “Herkes daha kolay olan garsonluğu tercih ediyor. Hizmet sektöründe çalışmak daha avantajlı. Orada hem bahşiş fazla, hem iş daha kolay.”


          Xxxxxxxx

          Türkiye ekonomisinin lokomotifini oluşturan aile şirketleri, çoğu zaman, kurucularından ömründen daha fazla yaşamıyor. İşin ilginç yanı, Türkiye’ye Osmanlı’dan miras kalan şirketlerin önemli bölümünün gıda ve tatlı sektöründen olması. Ülkemizdeki en eski şekerci, Ali Muhittin Hacı Bekir. Kastamonu’nun, şekercileri ve tatlıcıları ile ünlü Araç ilçesinden 1777 yılında İstanbul’a gelerek Bahçekapı’da bir şekerci dükk&#226;nı açan Hacı Bekir Efendi’nin mütevazı işini, bugün torunları uluslararası bir markaya dönüştürmüş durumda. Halen dünyadaki en önemli Türk gıda markalarından olan Türk Lokumu’nu (Turkish Delight) Avrupa’yla ilk tanıştıran da yine Hacı Bekir Efendi’dir. Hacı Bekir aynı zamanda Türkiye’deki en eski işletme unvanına da sahip. Sultan Birinci Abdülhamit zamanında sarayın ‘şekercibaşı’sı sıfatıyla taltif edilen Hacı Bekir, üretimini bir süre sarayda sürdürür. 230 yıllık firmanın ilk üretim ve satışa başladığı Bahçekapı’daki yer, bugün h&#226;l&#226; Hacı Bekir lezzetlerini tüketiciyle buluşturmaya devam ediyor.

          Şekerci denince akla gelen diğer kurum ise Cemilzade. Onun kurucusu, tarihe “şekerci, bestek&#226;r, hafız ve udi” olarak geçen Cemil Bey. 16 yaşında, musiki eğitimi aldığı bir dönemde, ilk şekerci dükk&#226;nını İstanbul Şehzadebaşı’nda açan Cemil Bey’in 1883’te kurduğu müessese, bugün 124’ncü yılını kutluyor. İstanbul’dan Mısır’a göç ederek mesleğini orada sürdüren Udi Cemil Bey’in bu tercihinin gerekçesini şirketin günümüzdeki temsilcisi Fatma Cemiloğlu aktarıyor: “Cemil Bey hem sarayda müzik hocalığı, hem de Şehzadebaşı’nda şekercilik yapmaktadır. Sultan II. Abdülhamit’in ‘benim sanatçım zanaatla uğraşmasın’ demesi üzerine kırılır ve Mısır’a göç eder. Orada hem udilik hem de şekercilik yapan Cemil Bey’in vefatından sonra bu işi kardeşi ve benim kayınpederim Mehmet Ali Bey devam ettirir.” Cemilzade’de imalatın başında Mehmet Ali Bey’in oğlu, Satvet Cemiloğlu bulunuyor, hem patron hem de usta sıfatıyla.
          xx

          Yüzüncü yılını kutlayan Koska Helvacısı’nın merkezi ise Denizli. Hacı Emin Bey’in 1907 yılında açtığı Helvacı dükk&#226;nı, onun ölümüyle oğlu Adil’e kalır. Diğerlerinde olduğu gibi onların hik&#226;yesinde de araya Birinci Dünya Savaşı girer. Adil Bey tam 8 yıl aralıksız askerlik yapar Ortadoğu’da. Şam’da bulunduğu dönem, onun ve torunlarının hayatını değiştirecek bir fırsatı çıkarır karşısına. Tatlılarıyla ünlü bu şehirde, akşam kararg&#226;htan çıktıktan sonra, Şam baklavası, Şam tatlısı gibi ürünleri olan büyük bir dükk&#226;nda hiç ücret almadan çalışmaya başlar. Burada dünyada yalnızca birkaç kişinin bildiği tatlı tariflerini öğrenir. Askerlik dönüşü öğrendiklerini ticarete dökmek isteyen Adil Bey, önce Manisa Kula’ya ardından ise İstanbul’a gelir. Şekerci dükk&#226;nının ismi, açıldığı semt ile aynı adı taşımaktadır: Koska.

          Koska Helvacısı bugün günlük 50 tonluk kapasitesiyle, 43 ülkeye ihracat yapıyor. Şirketin başında üçüncü kuşağın temsilcisi Nevzat Dindar var. Nevzat Bey, aynı zamanda bir gurme ve helva ustası. Baklava hariç bütün tatlıları yapabiliyor. H&#226;l&#226; her sabah erkenden gelip üretimi kontrol ediyor. Yeni çıkan helvaların tadımını yapmak da onun görevi. Kendi çocuklarına da tatlı yapımını öğretmiş. “Mutfağa girmeseler de, nasıl yapılacağını bilmeleri önemli, en azından ustaları denetlemek için” diyor. Şekercilerde olduğu gibi helvacılıkta da ustalık önemini koruyor. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bu işin ustalığının bitmeyeceğini belirten Dindar, ustalarını çıraklıktan itibaren kendilerinin yetiştirdiğini söylüyor.

          HELVA, BİR TÜRK İCADI

          Yeni neslin popüler tatlılarından olmasa da helvanın Türk toplumunda önemli bir yeri var. En önemlisi de bir Türk icadı olması. Helvacıların piri, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yaşamış Hasan Basri Usta. 600 sene evvel ilk helvayı yapan bu ustanın bir resmi, bugünün Koska helvalarının ambalajını süslüyor aynı zamanda. Helvanın bir özelliği de, soğuk ülkelerde fazla tüketilmesi. Özellikle kış aylarının tatlısı olarak bilindiğinden olsa gerek Koska’nın en önemli müşterileri Rusya ve Polonya. Buna rağmen Ortadoğu’da da önemli bir pazar olduğunu söylüyor Nevzat Dindar. İsrail’e gönderilen helvalar ise Koşer belgeli. Türkiye’de helal gıda standartlarının belirlenmesiyle buna da hemen uyum sağlayabileceklerini belirtiyor deneyimli iş adamı.

          Helvanın en önemli özelliklerinden biri de, daha çok bir fakir veya orta sınıf tatlısı olması. Anadolu’da ekmeğin arasına katık yapılarak yenmesi bunun göstergesi. Nevzat Dindar, fazla bilinmeyen bir özelliğe daha dikkati çekiyor: “Helvayı balıktan sonra yemek lazım, balığı öldürür, diriltmez. Ayrıca çok besleyicidir. 100 gramında 560 kalori var ve demir bakımından çok zengin bir tatlı.” Helvada bu kadar birikim yaptıktan sonra Koska’ya özel çeşitlerin olması da kaçınılmaz elbette. Kandil Helvası mesela… Kandil geceleri için üretilen bu helva çeşidinin tadı da kendi gibi özel.

          Xx

          GELENEKSEL USULLE ÜRETİME DEVAM

          Denizli’de başlayan baba mesleğini bugün modern tekniklerle sürdüren ve dünyaya açılan Koska’nın aksine, tarih&#238; şekerciler butik üretimde ısrarlı. Cafer Erol ile Cemilzade, kalite ve lezzeti koruma adına bölgesel kalmayı tercih ediyor. Onları yurtdışına taşıyan ise müşterileri. Fatma Cemiloğlu, ihracat yapmamalarına rağmen ürünlerinin yüzde 70’inin, müşteriler tarafından hediye paketi yapılarak ülke dışına gönderildiğini söylüyor. Nurtekin Erol ise yurtdışına gidecek hediye paketleri için özel tasarımlı kutular hazırladıklarını belirterek, “Oğlum grafik tasarım okudu ve bilgisini şeker kutularının tasarımında kullanıyor. Tarih&#238; şekerci olunca sunum büyük önem kazanıyor haliyle” diyor.

          FARKLARI, SIRA DIŞI LEZZET

          Teknoloji hızla gelişiyor; artık birçok işi makineler yapıyor. Fazla zahmete katlanmadan çok büyük ölçekli üretim mümkün. Buna rağmen tarih&#238; şekerciler geleneği korumaya özen gösteriyor. Üretim h&#226;l&#226; günlük yapılıyor. 100 kiloluk kazanlar yerine lokum pişirmek için 15-20 kiloluk kazanlar tercih ediliyor. En büyük kaygıları lezzeti tutturmak. 100 kiloluk kazanda bunun mümkün olabileceğine ihtimal vermiyorlar. Fatma Cemiloğlu, “Bizdeki pişirme sürelerinde dakikalar bile önemlidir. Lokum eğer 1 saat 4 dakika kaynayacaksa, tam o kadar sürer bu işlem, ne eksik ne de fazla” diyor. Nurtekin Erol ise günlük imalata bir madde daha ekleyerek, bütün ürünleri en iyi yetiştiği bölgelerden aldıklarını söylüyor. Mesela şeker için Eskişehir ve Kütahya, Antep fıstığı için Gaziantep, fındık için Giresun, vişne için Kütahya, ayva için Eşme, susam için de Ceyhan ve Fethiye, özellikle tercih ettikleri bölgeler.

          Peki, bu kadar özen ve ekstra masrafla piyasada nasıl rekabet edilecek? Özel üretimin, özel de müşterisi oluyor haliyle. Bu gibi firmaların yıllardır devam eden, hatta nesilden nesile geçen müşterileri var. Bu sebepten olsa gerek, Fatma Cemiloğlu kendilerinden alışveriş yapanları müşteri değil, ‘Cemilzade dostları’ diye tanımlıyor. Ticaret yaparken, bu işin kültürel ve geleneksel boyutunu da korumak istediklerini vurguluyor: “Cemilzade büyük bir şirket değil; ama ona marka değerini kazandıran büyük olması değil, tadı ve geleneği. Marka bir güven duygusudur. Hijyeni, estetiği, hammaddeyi satın alabilirsiniz; ama güveni satın alamazsınız. İnsanlar da zaten buna geliyor. Cemilzade dostlarını hayal kırıklığına uğratmamak, bizim birinci görevimiz.” Cemilzade dostlarını hayal kırıklığına uğratmak o kadar kolay değil zaten. Şirketin birçok açılımına, nereye yeni şube açılacağına, hangi şubelerin yaşaması gerektiğine bile kendilerinin karar verdiğini söylüyor Cemiloğlu. Hatta gerekirse aralarında imza bile toplayarak, alacakları kararlara yön verebildiklerini öğreniyoruz.

          Nurtekin Erol ise geleneksel üretimle piyasada ayakta kalmanın sırrını, her yerde bulamayacakları bir lezzeti insanlara sunmak olarak açıklıyor: “Eğer malımız kaliteli olmasa, titiz olmasak belki rekabet edemeyiz ama her yerde olmayan bir lezzeti verirseniz ayakta kalabiliyorsunuz. Üretim maliyetlerini düşürmek için kötü mal kullansak ayakta kalamayız. Bizim bir farkımız olmalı.”

          Tarih&#238; şekerciler içinde hem geleneğini koruyan, hem de dışa açılmakta ısrar eden tek kuruluşun Hacı Bekir olduğunu vurgulamak gerekiyor. Onu diğerlerinden ayıran ihracatçı yönü ve uluslararası bir marka olması. Şirketin günümüzdeki temsilcisi, Hacı Bekir’in torunu Ali Muhittin Hacı Bekir’in damadı Doğan Şahin. Ona göre şirket bir yandan geleneği korurken, diğer yandan dış pazarlara açılıyor. Alaturka şekerciliğin sırrı ise mutfak sistemi.

          Şahin, bu sistemde modernize edilenin pişirme sistemi olduğunu vurguluyor: “Bu sistemde büyük ve zamana göre depolama yoktur. Esasında taze imalat pahalıdır. Günümüzde modernize edilen, pişirme sistemidir. Eski ustalar gelir, kızgın ateşin odunlarının üzerinde lokumu kol gücüyle karıştırır, her safhasında lokumun jel olmasına bakar. Zaman içerisinde bu metodlar da kendi kendisini yeniledi. Ama bu, çok pahalı bir şey. Düşünün, bir usta bulacaksınız, pehlivan gibi adam, o kazanı iki buçuk saat durmadan karıştıracak. Şimdi ustanın yerine mekanik bir karıştırıcı geldi, odun alevinin yerine brülörle ısıtma aldı. Ustalık yok olmadı, sadece yükü azaldı.”

          Doğan Şahin, teknolojiden faydalanmanın lezzetten fedak&#226;rlık anlamına gelmediğini, sadece günümüz tekniklerine uyum sağladıklarını söylüyor: “Aynı işi ustanın yerini makine de halledebiliyorsa, makine de bir tür ustadır benim için.”

          ŞEKERCİLERİN P&#206;Rİ MEHMET AĞA

          Tarih&#238; serüvene bakıldığında İstanbul’un her dönem şekercileriyle ünlü bir şehir olduğunu ve bu yönüyle Batılı gezginlerin de büyük ilgisini çektiğini söylemek mümkün. İşin ilginç yanı ise bu şekercilerin önemli bölümünün Anadolu’dan gelerek bu mesleği İstanbul’da icra etmeleri. Hacıbekir’in memleketi Kastamonu Araç’tan bahsettik; ama Çankırı’yı da unutmamak lazım. Özellikle de Çankırılı ünlü şekerci Mehmet Ağa’yı. 1870’li yıllarda 14 yaşındayken İstanbul’a gelen ve şekerci çırağı olarak sektöre giren Mehmet Ağa, günümüz şekercilerinin piri kabul edilen isimlerden. Onun 1930’lara kadar devam eden şekerci dükk&#226;nının günümüzdeki akıbeti ise bilinmiyor. Şekercilerden bahsetmişken İzmirli Ali Galip’i de atlamak olmaz elbette. 1901’den bu yana faaliyetine devam eden Ali Galip şekercisi halen İzmir’in farklı noktalarında müşterilerine hizmet vermeye devam ediyor.

          YENİÇERİNİN GÖZDESİ AKİDE

          Tarih&#238; şekercilerle konuşunca, tarih&#238; şekerlerden de bahsetmek gerekiyor elbette. Bunlar, artık her yerde bulunmayan, baklavanın gölgesinde kalmış lezzetler. Onlarda önceliği, yeni neslin neredeyse hiç bilmediği akide şekerine vermek gerekir. Dünyada akide şekerinin tek üretildiği yer Türkiye. İlk üretim ise Osmanlı döneminde gerçekleşiyor.

          Akidenin ilk üretimiyle ilgili, birbirine benzeyen iki farklı hik&#226;yeden bahsediliyor. Padişahın verdiği maaşlardan memnun kalan yeniçeriler, akideyi kazanlarla kaynatır ve padişaha sunarmış. Ne kadar çok farklı çeşit kaynatılırsa senden o kadar memnunuz anlamına gelirmiş.

          İkinci hik&#226;ye ise bu şekerin adını akid (anlaşma) kelimesinden aldığı yönünde. Ulufe günü yeniçerilere maaşları dağıtılır ve sarayda yemek verilirmiş. Burada sadrazam önce yeniçerinin yemeğinden tadar, sonra da onlara şeker ikram edermiş. Askerin durumdan memnun olduğu ve artık ayaklanma olmayacağı anlamına gelen bu tören iki tarafı da rahatlattığı için bu törendeki şekere ‘akid’ denmiş, daha sonra da bağlılık anlamına gelen ‘akide şekeri’ adı verilmiş. Akideyi ilk kez ticaretin bir unsuru haline getiren ise 1777’de şekerciliğe başlayan Hacı Bekir Efendi. Akide aslında şeker ve su karışımı bir şeker; ama işlenmesi son derece zor. Üretilmesi ciddi ustalık istiyor. Akide şekeri dışında tarih&#238; şekercilerin diğer gözde ürünleri, Osmanlı döneminin meşhur tatlıları Osmanlı tulumbası, Fatih sarması, lokum çeşitleri ve badem şekeri.

          Yorum

          • fuga
            Senior Member
            • 27-08-2004
            • 6397

            Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

            Halil Bezmen



            1949 yılında doğdu.
            xxxx

            İSKI davasında klor yolsuzluğundan beraat eden, ancak tarihi eser kaçakçılığı ve vergi kaçırmak suçlarından aranan Bezmen hakkında kesinleşmiş hüküm bulunuyor. Türkiye'nin istediği Bezmen'i ABD iade etmiyor. Bezmen, şu anda tuvalet kağıdı alıp satıyor ve Manhattan'ın göbeğinde lüks bir dairede oturuyor.
            X

            Mensucat Santral ve diğer şirketlerine ait 2.5 trilyon liralık vergi borcunu ödemeden 1995 yılında yurtdışına kaçan işadamı. Adı daha sonra tarihi eser kaçakçılığına da karıştı. Halen Amerika'da bulunan Bezmen, vergi ve tarihi eser kaçakçılığı suçlarından tüm dünyada İnterhol tarafından kırmızı bültenle aranıyor.

            Bezmen'in Amerika'ya kaçırmak istediği 106 parça kıymetli tablosu, Haydarpaşa Gümrüğü'nde yakalandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan Bezmen, ABD'ye kaçtıktan hemen sonra Türkiye'den bu ülkeye tarihi eser kaçakçılığı ve resmi evrakta sahtecilik suçlamalarıyla ilgili iki iade dosyası gönderildi. Ancak ABD Adalet Bakanlığı, delillerin net olmadığını ileri sürerek, iade talebini kabul etmedi. Green Card alabilmek için Türkiye aleyhine sözler sarfetti.

            Kaçtığında devlete yaklaşık 150 milyar liralık vergi ve SSK borcu yükledi, ekonomik krize girdiği için vergi ve SSK borçlarını ödeyemedi. Bir dönem pahalı mücevherlerle donattığı eşi Selma Bezmen'den yine ihtişamlı bir şekilde boşandı. Eşine, boşanmak için geçtiğimiz yıl New York'ta Central Park'a bakan 900 bin dolara villa satın aldı.

            Halil Bezmen bir dönem Amerika'da, kolonyalı peçete üreten ve yıllık cirosu 400 milyon dolar olan NuWay firmasının başkan yardımcılığı görevini de yaptı.

            Türkiye'de dolandırıcılık, hayali ihracaat, hileli iflas, tarihi eser kaçakçılığından, hakkında yaklaşık 150 ayrı dava bulunuyor. Hayali ihracaattan kaynaklanan 1.5 trilyonluk borcunu ödedi. Ancak işçilerinin primi nedeniyle SSK'ya faiz hariç 200 milyar borcu daha bulunuyor.

            Eski eşi döndü, kendisi kaldı
            Yaklaşık 5 yıldır ABD'de birlikte yaşadığı eşi Bezmen'den ayrılan Selma Bezmen, oğlu Ahmet'le Ağustos 2000'de Türkiye'ye döndü. Hakkında bir tutuklama emri olup olmadığının araştırılması için havaalanında 5 saat gözaltında tutulan ve ABD'de pasaportunu kaybettiği için, New York'taki Türk Konsolosluğu'ndan aldığı seyahat belgesiyle Türkiye'ye giriş yapan Selma Bezmen, bütün işlemlerinde kızlık soyadı olan "Türkeş"i kullandı. Serbest bırakılan Selma Bezmen, gazetecilerin soruları üzerine eşiyle 3 yıldır ayrı yaşadığını belirtti.

            Ancak eşinden boşanmasına rağmen Selma Bezmen'in başı dertten kurtulmadı. Dönüşü üzerine eski dosyaları raftan indirdi. İstanbul Defterdarlığı, Selma Bezmen'e, ABD'de birlikte yaşadığı ve Türkiye'ye dönmeden önce boşandığı eşi Halil Bezmen'in sekiz şirketindeki kanuni temsilciliği nedeniyle 550 milyar liralık vergi borcu çıkardı. Selma Bezmen'in vergi borcunun 535 milyar lirası, Mensucat Santral'daki imzaya yetkili "A Tipi" kanuni temsilciliğinden kaynaklandı. Geri kalan 15 milyar liralık vergi borcu ise diğer yedi şirketteki temsilciliklerinden ortaya çıktı. Bezmen soyadıyla yurtdışına çıkışı yasak olan Selma Bezmen'in kızlık soyadıyla pasaport alabileceğini de düşünen Defterdarlık, "Selma Türkeş" adına da yurtdışı yasağı koydurdu. Selma Bezmen'in avukatı, mükellefinin borçlarını ödemeye hazır olduğunu bildirdi.

            ABD'de de kaçak duruma düştü
            Bezmen, eski eşinin Türkiye'ye döndüğü sıralarda kaçtığı ABD'de de kaçak durumuna düştü. Connecticut eyaletinde, Amerikan Göçmen Dairesi (INS) aleyhine açtığı davayı kaybeden Bezmen, oturma izni bitmesine rağmen ABD'yi 40 gün içinde terk etmedi. Bu durumda kaçak olarak sayılan Halil Bezmen, gidilecek üçüncü bir ülke arayışına geçti.

            O da "af" istedi
            Bezmen, Şubat 2001'de sahibi olduğu Santral Mensucat'ın 1.5 trilyon vergi borcunu ödemek için boşandığı eşi Selma Türkeş (Bezmen) aracılığı ile defterdarlığa başvuruda bulundu. Bezmen, vergi ödeme kolaylığından yararlanmada son gün olan 16 Mart akşamına kadar mutlaka dilekçe vereceğini bildirdi.
            Xxxxxx

            HALİL BEZMEN CEVAP

            Biyografiler balık gibidir, çabuk bayatlar. Benimki de bayatlamış durumda.

            Herhalde kendi araştırma imkanlarınız olmadığı için, sadece medyada benim
            hakkımda çıkanlarla yetinmişsiniz. Bir ikinci eksiğiniz de, madem adına
            biyografi demişsiniz, insanların yalnız kötülüklerini yazarsanız,
            inanılırlığınız azalır: Dünyada yalnız kötülüklerden meydana gelen insan
            olabilir mi?

            Eğer ilgilenirseniz, gerçeğe uymayan önemli birkaç noktayı belirtmek
            istiyorum:

            1. Vergi borçlusu ben değildim, anonim şirketlerdi. Ben yönetici olarak
            sorumluydum.
            2. Vergi kaçakçısı hiçbir zaman olmadık, böyle bir soruşturma veya
            davayla hiç karşılaşmadık. Şirketler vergi ve SSK borçlusuydu, Türkiye'deki
            bir milyon vergi borçlusu ve bir milyon SSK borçlusu mükellefler gibi.
            Borçlu olmak hiçbir dönemde suç olmamıştır. Zor duruma düşen şirketlerin
            son anda vergilerini ödeyememesi olağandır. Vergi ödeyecek parası varsa
            zaten iflas etmez. Vergi kaçakçısı diye itham edilenin adliyede böyle bir
            dosyası olmadığı hep biliniyordu ama ısrarla bu gerçek dışı iddia
            tekrarlandı.
            3. Tarihi eser kaçakçılığım iddiası iyi reyting yapan ama hayat
            mahveden bir şovdu. Medyanın çok dikkatli gözü önünde bütün eşyalarım
            bilirkişiler tarafından tetkik edildi, tarihi eser olmadıkları saptandı ve
            mahkeme beraat kararı verdi.
            4. Biyografinin en başında yazdığınız gibi, vergi kaçakçılığı ve tarihi
            eser kaçakçılığı suçlarından 'Kesinleşmiş hüküm' hiçbir zaman olmadı.
            5. 'Amerika'ya kaçırmak istediği 106 parça değerli.' diyorsunuz. İnsan
            şahsi mallarını niye kaçırsın ki? Şu anda herhangi bir malıma konmuş HİÇBİR
            tedbir veya haciz bulunmadığını da belirtmek isterim.
            6. 'ABD Adalet bakanlığı, delillerin net olmadığını belirterek, iade
            talebini reddetti.' diyorsunuz. İnsan kuşkulanmaz mı? En ufak bir suç olsa
            hemen, anlaşmalar uyarınca iade gerçekleşmeliyken, on sene süreyle niye iade
            etmedi? Uluslar arası hukukta dosya konuşur. Gerçekten HİÇ suç olmadığı
            olasılığı akla gelmiyor mu?
            7. İflastan sonra tabii ki vergi ve SSK borcu kaldı ama İflas Masası
            diye bir kurum vardır ve şirketlerden kalan mallar satıldıkça bütün vergiyi
            ve SSK taksitlerini ödedi. Hem de iki kez ödedi ama bu başka bir hikayedir.
            8. 'Green card alabilmek için Türkiye aleyhinde sözler sarfetti.' sözü
            doğru değildir. Zaten Türkiye aleyhine konuşmanın insana niye bir oturma
            izni sağlayacağı da belli değildir.
            9. Son olarak da, bir insanın karısına mücevher alması - örneğin bir
            kat yerine - niye ayıptır bilmiyorum. Ayni şekilde, bir zamanlar zengin
            olduğu bilinen birinin, boşandığı eşinin niye Nışantaşı yerine New York'ta
            bir kat sahibi olmasının ayıp veya suç olduğunu merak ediyorum.

            Yaptığınız işin gerçeğe uygunluğu bakımından, bu düzeltmeleri faydalı
            bulabilirsiniz. Bunun ötesinde hakkımda bilgi ihtiyacı duyarsanız, örneğin
            madem bütün borçların ödeniyordu ve hiçbir suçun yoktu niye ülkeyi terk
            ettin? diye bir sualiniz olursa, cevabını Literatür yayınlarında
            'Neden?Halil Bezmen' adlı otobiyografimde bulabilirsiniz. Okuyucular
            arasında ve medyada kitabım samimi bulundu. Ayrıca bir edebiyat eseri olarak
            değerli kabul edildi. Sitenizin adı Biyografi olduğuna göre, yayınlanan
            otobiyografilerin sizin çalışma aletleriniz arasında olduğunu düşünerek,
            kitabımı size tavsiye ediyorum.

            Saygılarımla

            Halil Bezmen
            XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX

            HABER

            Hakim 'uzlaşın' dedi, Bezmen Yahudilerden ilanla özür diledi

            Tam 3 yıl önce bir röportajında Yahudiler için küçük düşürücü ifadeler kullanan Halil Bezmen'in babası, Mensucat Santral Tekstil firmasının kurucusu Fuat Bezmen, açılan kamu davasında h&#226;kimin 'uzlaşın' talebi üzerine gazetelere ilan vererek özür dilemeyi kabul etti. Bezmen'in 'İlanen Özür' başlığı altında, "5 Mayıs 2003 tarihli Aksiyon mecmuasında yayınlanan söyleşimde Yahudilerle ilgili söylediğim ancak gerçek niyet ve düşüncemi ifade etmeyen aşağılayıcı terimlerden ötürü tüm Yahudi yurttaşlarımızdan özür dilerim" ifadesi yer aldı. Baba Bezmen, röportajında, oğlu Halil Bezmen'in ABD'de bir gazeteye verdiği, "Biz aslında Türkiye'de Yahudi olduğumuz için eziliyoruz" demeci üzerine "Yahudileri sevmem. İki ortağımız vardı. Zaten sevmezdim herifleri. Biz o ortaklardan çok çektik" demişti. Röportajda Yahudileri küçük düşürmesi üzerine Bezmen'e kamu davası açılmıştı. Davaya müdahil olan Sami Aji, "H&#226;kimin ilginç teklifi oldu. Uzlaşmaya varın" dedi. Karşı tarafla oturduk. Konu tatlıya bağlandı" dedi.
            Özlem YILMAZ

            XXXXXXX


            YORUM
            Halil Bezmen, yurtdışındayken İsrail’e gider ve Mescid-i Aksa’yı ziyaret edip, şükreder. Namaz da kılmaktadır….
            “Demek, İSKİ yolsuzluğu, tarihi eser kaçakçılığı gibi suçlardan Türkiye’de aranırken, Halil Bezmen İsrail’e gitmişti!
            ABD’de bulunduğu dönemde, “Yahudi dönmesi olduğumuz için Türkiye’de bize baskı yapılıyor” dediği iddia edildi.”
            Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Soner Yalçın, Doğan Kitap, sayfa 227

            Yorum

            • fuga
              Senior Member
              • 27-08-2004
              • 6397

              Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

              Halis Komili ( 1947)

              1947 Istanbul doğumlu, 1969 Robert Kolej Lisesi, Robert Kolej Kimya Mühendisliği Bölümü mezunu. Manchester Üniversitesinde Iş Idaresi dalında master yapmıştır. Halen Komili Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanıdır. 1979 da TÜSIAD'a üye olmuş, 1987 yılında TÜSIAD yönetim kurulu üyesi seçilmiş, 21 Ocak 1993 tarihinde ise TÜSIAD Başkanı olmuştur. Eşi Alev Bilgişin ile 1976 yılında evlenmiştir. Arzu isimli bir kızı vardır.
              High Qualıty sayı 4 1993

              Yorum

              • fuga
                Senior Member
                • 27-08-2004
                • 6397

                Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                İshak Alaton ( 1927)
                Alarko Şirketler Topluluğu eş başkanı.

                İshak Alaton, 1927 yılında İstanbul'da doğdu. 8. sınıfa, (kendi deyimiyle gri yıllara) kadar Şişli Terakki'de ve St Michel'de okudu. Yokluklar, sıkıntılar yüzünden liseden sonra okuyamadı. Babası Hayim Alaton, "gri yıllarda" varlık vergisini ödeyemediği için Aşkale'ye gönderilen 5000 gayrimüslimdendi.

                Küçük İshak, ailesine bakabilmek için Mehmet Kavala şirketinde getir götür işlerine başladı. Volvo ithal eden şirket aracılığıyla İsveç Konsolosu ile tanışınca şansı değişti. İsveç'te bir lokomotif fabrikasında kaynakçılık yapmaya başladı.

                Bu yıllar İshak Alaton'un dünya görüşünün şekillendiği, sosyal demokrasiyle tanıştığı yıllar oldu. İnsan haklarına saygılı, gelir dağılımın mükemmel olduğu İsveç'e hayran kaldı.

                Alaton, 2000 yılında Star Gazetesi'nde yayınlanan röportajda Jale Özgentürk'e verdiği demeçte "1950'li yıllarda sosyal demokratım demek yürek isterdi. Ben bu felsefeyi savundum. Anlatmaya çalıştım ama gerçek anlamıyla kimse öğrenemedi" demekten kendini alamadı.

                28 yaşında Türkiye'ye dönerek varlık vergisi mağdurlarından Üzeyir Garih'le Bankalar Caddesi'nde Vefai Han'da bir göz odada ortaklık kurdu. 2000'de 46. kuruluş yılını kutlayan 6 bin çalışanlı Alarko Holding'in temeli atılmış oldu.

                Alaton, özlediği Türkiye'yi "İnsan haklarına saygılı demokrasiyi özümsemiş; insanların görüşlerini açıkça ortaya koyabilecekleri, konuşabildikleri, bağırabildikleri, saygının egemen olduğu, barıştan yana, güneydoğusuyla barışmış bir devlet istiyorum. Türkü, Kürtü, süryanisi önemsizleşmiş, TC vatandaşı olma gururu taşıyan bir saygın ülke var rüyamda..." diye tanımlıyor.

                Yorum

                • fuga
                  Senior Member
                  • 27-08-2004
                  • 6397

                  Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                  Kadir Has ( 1921) </B>


                  1921 Yılında Nuri-Zekiye HASOĞLU'nun evladı olarak Kayseri'de doğdu. 1942 yılında Boğaziçi Lisesi'nden mezun oldu. Kayseri'nin tanınmış ailesi ve eşrafından olan Mehmet-Şehime Germirli'nin kızı Rezan Hasoğlu ile 1942 yılında evlendi. Babası Nuri HASOĞLU, yorulma bilmez çalışkanlığı, azmi ve dirayeti ile, Adana'da yoktan başlayıp kurduğu birçok fabrika ve ticari kuruluşlarla Ülkenin sayılı zenginleri ve AKBANK'ın kurucuları arasında yer aldı.

                  Başta otomotiv sanayine yönelik işler olmak üzere, dürüstlüğü, azmi ve güvenilir kişiliği ile, İstanbul'da yine sayılı ve varlıklı iş adamları arasında yer aldı. Mercedes Otobüs ve Kamyon Fabrikası'nı kurdu ve bu kuruluşun uzun yıllar Yönetim Kurulu Başkanlığı ve üyeliği görevini yürüttü. Ülkemizde ilk olarak Coca-Cola Fabrikasını kurdu. Koç ailesi ile Bursa'da "Karsan" adıyla Peugeot marka Minibüs fabrikasının ortakları arasında yer aldı. Fransızların meşhur Michelin Lastikleri'nin Türkiye distrübütörlüğünü üstlendi. Ayrıca, benzeri çeşitli ticari kuruluşları gerçekleştirdi. Kadir HASOĞLU, Sabancı Ailesi'nden sonra Akbank'ın en büyük kurucu hissesine sahiptir. Kadir HASOĞLU, dirayetli yönetimi sayesinde kurduğu ve geliştirdiği ticari kuruluşların hepsinde, hiçbir ihtilafa düşmeden büyük bir başarı sağladı ve her işten alnının akı ile çıktı. Kadir HASOĞLU'na, eğitime ve öğretime verdiği önemli katkılarla, gelecek nesillerin en iyi şart ve ortamlarda yetişmesi için gösterdiği çaba ve gayretlerden dolayı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Senatosunca 16 Nisan 1998 tarihli toplantısında alınan kararla 1 Haziran 1998 tarihinde Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Yönetimi-Planlaması ve Ekonomisi alanında Onursal Doktora Payesi, ayrıca Marmara Üniversitesi Senatosunca 8 Temmuz 1997 tarihli toplantısında alınan kararla 30 Haziran 1998 tarihinde Atatürk Eğitim Fakültesinin Türk Eğitimine yaptığı maddi ve manevi katkılardan dolayı kendisine Fahri Doktorluk Payesi verilmiştir. Kadir HASOĞLU ve Rezan HASOĞLU, 1991 yılında kurdukları "Türk Eğitimine Özgü Kadir HAS Vakfı-HASVAK" ile başta eğitim ve sağlık olmak üzere, Ülke kalkınmasına yönelik çok önemli hayır işlerine yöneldikleri gibi ayrıca, vasiyetleri gereği tüm servetlerini adı geçen vakfa bağışladılar. Diğer bir deyimle, ülkesinden kazandıklarını yine Ülkesine vermenin en büyük onur ve vefa borcu olduğuna inanmaktadırlar. Kendi adı ile kurulmuş bulunan Kadir Has Üniversitesinin eğitimine başlayıp gelişmesini görmek en büyük tutkusu idi. Has, 23 Mart 2007 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

                  VEFAT-HABER

                  Kalp krizi geçiren Kadir Has, vefat etti
                  zAMAN 22 Mart 2007

                  Kadir Has Üniversitesi'nin Balat'taki kampusunde düzenlenen bir toplantıya katıldıktan sonra Sarıyer'deki evine dönüşü sırasında kalp krizi geçiren İşadamı Kadir Has, kaldırıldığı Amerikan Hastanesi'nde hayatını kaybetti.

                  Edinilen bilgiye göre Kadir Has, kendi adını taşıyan Kadir Has Üniversitesi'nin Balat'taki kampusunda mütevelli toplantısına katıldı. Buradan helikopterle Amerikan Hastanesi'ne kaldırılan Kadir Has, Kronel Yoğun Bakım servisine alındı. Kadir Has, doktorların tüm müdahalelerine rağmen hayatını kaybetti. Hasteneye Kadir Has'ın getirilmesindren kısa bir süre sonra eşi Rezzan Has'da geldi.

                  Basın mensuplarına açıklama yapan Kadir Has'ın oğlu Can Has, "Mütevelli heyeti toplantısından sonra kalp krizi geçirdi. Kurtaramadık. Cumartesi ya da pazar günü defnedeceğiz" diye konuştu. Can Has, babası için devlet töreni düzenleneceğini söyledi.
                  x

                  Kadir Has’ın cenazesi, Cumartesi günü saat 10:00’da yapılacak törenin ardından Fatih Camii’ne götürülecek. Burada öğle namazından sonra kılınacak cenaze namazından sonra devlet töreniyle Küçükyalı’da bulunan aile kabristanında defnedilecek.

                  Yorum

                  • fuga
                    Senior Member
                    • 27-08-2004
                    • 6397

                    Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                    Kamil Koç </B>



                    Kamil Koç, 1901 yılında Bilecik'in Pazarcık ilçesinde doğar. İnönü ve Sakarya Meydan Muharebeleri yıllarında babasını kaybedince, Rüştiye ikinci sınıfı terk edip çalışma hayatına atılır. Askere gidinceye kadar, kardeşleriyle birlikte çiftçilik yapar. 1922 -1924 yılları arasında askerlik görevini, Bilecik Kumandanlığı santralinde yapar.

                    Kamil Koç, 1926 yılında bir Fiat araba alarak, Bursa - Bilecik/ Karaköy arasında şehirlerarası yolcu taşımacılığı işine başlar. Değişik dönemlerdeki cazip işlere yönelmez, iş değişikliğine itibar etmez. 1943-1951 yılları arasında Ereğli Kömür İşletmeleri'ne Zonguldak ve Devrek dolaylarından maden direği, İzmit Kağıt Fabrikası’na da Bartın'dan tomruk sevkıyatı yapar. Bir ara sabun ve tütün alım satımıyla ilgilendiyse de, öncüsü olduğu şehirlerarası yolcu taşımacılığını daha da geliştirmeyi sürdürür.

                    Kamil Koç, 1975 yılında vefat eder. Türkiye çapında adını duyurduğu bu sektörde yönetim anlayışını, çocuklarına ve torunlarına miras bırakır.

                    Yorum

                    • fuga
                      Senior Member
                      • 27-08-2004
                      • 6397

                      Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                      Kaya Çilingiroğlu
                      HAKKINDA YAZILANLAR

                      HÜLYA AVŞAR'I HİÇ BEĞENMEZDİM
                      Cemal A. Kalyoncu
                      Aksiyon 4 Ağustos 2001 Sayı 348

                      Herşey yalan, gerçek olan ölüm. Çilingiroğlu ailesinin bir ferdi olan Kaya Çilingiroğlu'nun hayat hikayesini yazmak için geçen hafta içinde kendisi ile görüştük.Yazıyı yazmaya başlamadan, babası Hüseyin Kaya Çilingiroğlu'nun vefat haberi geldi, hafta sonuna
                      doğru. Baba Kaya Çilingiroğlu'na Allah'tan rahmet, ailesi ve yakınlarına da sabır diliyorum. Herşey yalan, gerçek olan ölüm. Çilingiroğlu ailesinin bir ferdi olan Kaya Çilingiroğlu'nun hayat hikayesini yazmak için geçen hafta içinde kendisi ile görüştük.
                      Yazıyı yazmaya başlamadan, babası Hüseyin Kaya Çilingiroğlu'nun vefat haberi geldi, hafta sonuna doğru. Baba Kaya Çilingiroğlu'na Allah'tan rahmet, ailesi ve yakınlarına da sabır diliyorum. Türkiye'nin en sevdiği sanatçılardan biri olan Hülya
                      Avşar'la yaptığı evlilikten dolayı, magazin basınının, hayatının bir saniyesinde bile rahat bırakmaya gönlü razı (!) olmadığı Kaya Çilingiroğlu, yukarıda da bahsettiğim Prof. Dr. Hüseyin Kaya Çilingiroğlu'nun tek çocuğu. Çilingiroğlu ailesi Trabzon'un Sürmene
                      ilçesinin, bugün bile otomobilin zor çıkabildiği, eski adıyle Zavli, şimdiki adıyle Muratlı köyünden. Kaya Çilingiroğlu, ailesinde, en eski isim olarak babasının dedesi Uzun Hüseyin'e kadar ulaşabiliyor ancak: "Babam, büyükdedemi eşkıya diye anlatırdı. Biz eşkıya
                      torunuyuz." Aile için, bir de rivayet var: "Anlatılana göre biz aslında 500-600 senelik bir aileyiz. Doğru mu, yanlış mı bilmiyorum. Yavuz Sultan Selim zamanında, ona çilingirlik yapan bir ailenin halkasıyız gibi bir şey anlatılırdı ama ben çok emin değilim." Çilingiroğlu soyadı da buradan geliyor zaten.

                      Eşkıya torunu ve saraylı

                      İki metre boyunda olduğundan 'Uzun' lakabıyla anılan Hüseyin Bey, 1.62'lik Emine (veya Ayşe, ismi tam hatırlanamadı) Hanım'la evlenir. Bu evlilikten, adını Hasan verecekleri, Kaya Çilingiroğlu'nun da dedesi gelir dünyaya. Hasan Efendi de, yine Sürmeneli bir
                      aile olan Mehmet ve Zübeyde Orhon çiftinin 12 çocuğundan biri olan (Şişe Cam Fabrikaları'nda uzun yıllar genel müdürlük yapan Talat Orhon da bu 12 kardeşten biridir) Zehra Hanım'la evlenir. Bu evlilikten ise Leman, Fuat (Tekel Genel Müdürlüğü ve
                      Yönetim Kurulu üyeliği yaptı), Neriman ile Çilingiroğlu'nun da babası olan ve geçen hafta vefat eden Hüseyin Kaya doğar. Hüseyin Kaya Bey, Trabzon'daki ilkokul tahsilinden sonra, lise tahsili yapmak için Erzurum'a gider. Fakat okuldan
                      uzaklaştırılır: "Kavga dövüş etmekten kovuluyor.Karadenizlilik var ya..." Çilingiroğlu, ardından İstanbul'un yolunu tutar, Haydarpaşa Lisesi'ne devam eder. Sonrasında zamanın popüler okullarından olan inşaat fakültesini kazanır. Okulda geçirdiği bir yılın sonunda annesi tıp fakültesine gitmesini söyler ona. Hüseyin Kaya Çilingiroğlu, annesinin bu önerisi
                      üzerine okul değiştirir. Doktor olur, buluşlara imza atar, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kürsü Başkanlığı'na kadar yükselir.

                      Çilingiroğlu, bu arada iyi de bir futbolcudur. Tıp eğitimi zorlaşana kadar İstanbulspor'da futbol oynar, kulübün fahri başkanlığını yapar. Ayrıca Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor üyesi olan Prof. Dr. Hüseyin Kaya Çilingiroğlu, 1962 yılında da, henüz asistan
                      iken, aynı okulda öğrenci olan Gülümser Hanım'la evlenir. Gülümser Hanım aslında saraylıdır: "Son padişahlardan birinin mabeyin başkatibi, yani özel kalemi olan Rıfat Çeteci annemin büyükdedesidir.(???) Rıfat Çeteci, en büyük ressamlardan biridir." Gülümser
                      Hanım, Rıfat Çeteci'nin kızı Nigar Hanım'ın, Tıp Fakültesi'nin ilk dekanlarından biri olan Süreya Bey'le evliliğinden dünyaya gelen Emin ve Nükhet Taneri çiftinin üç çocuğundan (diğerleri Zinnur (Tekstilci Uğur Birand'la evlidir) ve Mehmet Taneri (O da 1970'lerin tanınmış bir şarkıcısıdır) biridir:
                      "Yani bir taraftan eşkıya, bir taraftan saraylıyız."

                      'Egoist biriyim'

                      Hüseyin Kaya Çilingiroğlu ve eşi Gülümser Hanım, evliliklerinden iki yıl sonra staj için Almanya'ya gittiklerinde tek çocukları Kaya da burada doğar: "Babam hayatı boyunca yaşadığı herşeyi, üç aşağı beş yukarı programlayarak yapan bir adam, şu yaşımda
                      evleneceğim, şu yaşımda doktor olacağım falan diye. Bir tek bende yanıldı. Oğlum ileride büyük bir doktor olursa, benim yapamadığım bazı şeyleri tamamlasın ve aynı soyad ile aynı isimden istifade etsin diye bana da aynı ismi veriyor. Fakat, tabii oğlu doktor olmuyor."

                      - Niye olmuyor?
                      "Çünkü oğlu doktorluğu sevmiyor. Ben okumayı seven bir
                      adam değildim. Tıp okumak ayrı bir şey. İnsanın hayatından fedakarlık etmesi gereken bir durum. Ben hayatımdan fedakarlık etmek istemiyorum. Egoist bir insanım yani. Egolarım yaşatıyor beni belki de."

                      - Babanızla ilişkiniz nasıldı, baskı gördünüz mü?
                      "Baskı yoktu. Babam hayatında bana sarılmış, beni okşamış bir adam değildi; ama büyük bir aşk vardı aramızda. Hayatımda ne annemle ne babamla bir kere ne sürtüştüm, ne kırdım, ne kırıldım. Ne derlerse, ben haklı bile olsam evet dedim. Onun da huzurunu
                      yaşıyorum şu an.

                      - Hiperaktif bir yapınız var. Hiç dayak yediğiniz oldu
                      mu anne babanızdan?
                      "Babadır, annedir, ne olacak, bir tokat atar. Babam annesinden her gün dayak yiyormuş. Ben babamdan bir kere yedim, lisede idim. Kavga dövüş ettim. Annemden de ilkokul zamanı 2-3 kere yemişim. Onun dışında ben ne anamı/babamı kırdım ne de kendim kırıldım. Dolayısıyla sırf o üzülmesin diye, üzüleceğini biliyordum, onun için tıp yazdım, tesadüfen kazandım." Aile, Kaya iki yaşına gelene kadar Almanya'da kaldıktan sonra Türkiye'ye döner. Çocukluğu Sultanahmet/Cağaloğlu'nda geçen küçük Kaya, iki-üç
                      yaşlarında iken yuvaya gider, 5,5 yaşında da okullu olur: "Ailede o zaman para pul yok. Babam ve annem memur, çalışmaya mecburlar. Yaşlı bir dedem vardı Hasan Bey, onunla kalırdım. Onun için ben anne ve babamla pek vakit geçiremedim. Kirada otururduk, kiramızı da dedem verirdi. Sonra babam meşhur bir doktor oldu, iyi para kazanmaya başladı." Kaya,
                      ilkokul üçüncü sınıfta okurken, babasının Şişli/Bomonti'den ev alması ile muhit değiştirir. Sonrasında lise eğitimi için kovuluncaya kadar, yine burada olan Saint Michel Lisesi'ni tercih eder: "Lise ikide kovuldum. Yine kavga dövüş mevzuu. Not ortalamam
                      da iyiydi aslında. Bazıları net 8 veya 9, bazıları da 0 veya 1 gelirdi. İstikrarsız bir talebe idim." Çilingiroğlu, ardından iki yıl da Yıldız Lisesi'nde okur. Beş dersten sınıfta kalmasına rağmen, tıp fakültesini kazandığı için mezun edilir: "Bana jest
                      yaptılar."

                      - Sizden kurtulmak için mi?
                      "Yok, hayır. Olur mu? Büstümü dikmeleri lazım, okulun tarihinde tıp fakültesini kazanan yoktur."
                      Ele avuca sığmayan tanımlamasına oldukça uyan Kaya Çilingiroğlu, hiperaktif bir kişidir: "Kafa biraz fazla çalıştığı için manyaklık var yani. Türkçesi o. Anladın mı?" O yüzden olacak, 17 yaşında iken evden ayrılır: "Ben kendimi yönlendirdim hep. 17 yaşında
                      iken ben artık yalnız oturacağım dedim babama." 'Tüccar olmak istiyordum' Okumak için fedakarlık yapmayı göze alamayan Kaya
                      Çilingiroğlu, tıp fakültesini terk eder, hem de dördüncü sınıftan... : "Ben tüccar olmak, para kazanmak istiyordum. Hep büyük oynadım, gözüm çok açıktı. Doktor olsan gideceğin yer bellidir."

                      Üniversiteyi bıraktığı 1985-86'dan sonraki dört-beş yıl içinde küçük boylu işler yapan Çilingiroğlu, önce balıkçılık yapar, bar işletir. 1990'da Osmanbey'de ofis açar, sigortacılık, emlak derken borsa işine girer. 2019 adlı radyonun ortaklarından olur. Ardından
                      kötü bir dönem geçirir. Tekrar işlerini yoluna koyan Çilingiroğlu, bugün gsm bayiliğinin dışında bir reklam ajansının da ortağıdır.

                      'Günah işlediğimi bilerek...'
                      İş adamı derneklerine toplantılardan sıkıldığı için üye olmayan, Galatasaray ile Beşiktaş üyeliği bulunan, her Beşiktaşlı gibi Beşiktaş Kulübü'ne başkan olmak isteyen Kaya Çilingiroğlu, iyi bir golf oyuncusu ve Klassis Golf Club üyesidir. Çilingiroğlu, golfe sınıf
                      sporu olarak bakanların bakış açılarını da değiştirdiğini düşünmektedir: "Eskiden öyle idi. Benimle birlikte kalktı. Çünkü halk adamı olduğum için, ben geldiğim yeri kendime uydururum. Başarılı olurum ve insanlar beni bir şekilde kabul ederler." Biriktirmeyi sevdiği için 'anormal hobisi' olan, otomobilden kredi kartına, madeni paradan saate, kalemden şapkaya daha birçok konuda koleksiyonu
                      bulunan Kaya Çilingiroğlu siyasetten de hoşlanmaktadır: "Birkaç teklif var ama doğruyu seçeceğimi zannetmiyorum. Benim yıpranmamış bir ismim, temiz bir sülalem var. Hayattaki en büyük servetim babamın soyadı. Ben kazanmak isterim, kaybetmeyi
                      sevmem. Ama kazanacağım diye hırsız/uğursuz bir yere de girmem. Türkiye'nin belli bir yapısı var. Ben çok dindar bir adamım. Hadi canım içki içmiyor musun, diyebilirsin. İçki içerim, ama dinine son derece bağlı, Kur'an-ı Kerim'i okumuş, bilen bir adamım. Ben,
                      Kur'an-ı Kerim'e, yazdığı gibi inanan biriyim. Hani öyle bazı palavracılar var ya, günümüze uydurmaya çalışanlar, öyle bir şey yok. Kur'an, anayasa. Ama maalesef içki içiyorum, gece geziyorum. Bunları da yapıyorum, keşke yapmasam. Günah işlediğimi de bile
                      bile yapıyorum. Bazı insanlar var, perşembe içmez, cuma içmez, salı içer. Ulan bu içki hergün zarar, ha
                      ramazanda içmişsin, ha bugün içmişsin. Hiçbir fark yok arada. Ben, kızımın başörtüsü takmasını da isterim.İsterim ama zorlamam. Ama şimdi başörtüsü ile bu kadar... Mesela Meclis'e giremiyorlar, üniversitelere giremiyorlar. Bence bu, yanlış. Ama başörtüsü takan
                      insanlar da erkek eli sıkmıyor, bu da onların yanlış tarafı." "Beni herkes bilir. Ben cuma namazı kaçırmam. Ramazanda orucumu tutarım. Hatta hacca gitmeyi düşünüyorum. Avrupa'ya gidiyorsam, hacca da gidebilirim yani. Bu hac farzdır. Düşünsene, sünnet
                      olmuşsun, kelimeyi şahadet getirmişsin, oruç tutmuş, namaz kılmışsın, hacca gitmemişsin. Hacı olmadan öleceğim mesela. Bana diyorlar ki 'İçki içecek misin?' İçeceğim. Ne farkı var, ha bugün içmişsin ha hacı olduktan sonra içmişsin, hiç farkı yok. Rüştünü ispat etmiş herkes, cebinde parası varsa hacca gitmeli.Burada Allah sevap yazsın, diğerlerinde günah yazsın.
                      Sonuçta göreceğiz. Bir cehenneme gideceğiz ama cennete döneceğiz gibi geliyor bana. Orada kalıcı olmak kötü."
                      Kaya Çilingiroğlu, 1996 senesinde, magazincilerin objektif ve kameralarının sürekli kendisine çevrilmesine vesile olacak bir olaya imza atar. O yıl, 1963'te Edremit'te doğan, bir güzellik yarışmasında birinci seçilerek Haram adlı filmle 1983'te sinemaya
                      adım atan, bugün sanat dünyasında yaptığı her işle kendisinden söz ettiren Hülya Avşar'la evlenir ve
                      magazin dünyasının ortasında bulur kendisini: "Benim onunla anılmam gayet doğaldır. O, çok daha meşhur ve
                      popüler bir insan. Kaya'nın karısı Hülya denmesi yanlıştır, Hülya'nın kocası Kaya denmesi doğaldır. Bundan dolayı hiç komplekse kapılmadım. Çünkü ben kendimi biliyorum." Kaya Çilingiroğlu, aslında tanışmadan önce Hülya Avşar hiç beğenmediği birisidir:
                      "Hülya Hanım'la biz gazinoda tanıştık. O zaman gazinoda program yapıyordu. Ben de Hülya Avşar'ı hiç
                      beğenmiyordum. Yani benim hiç beğenmediğim bir kadın, Hülya Avşar. O dönemde bir Hülya Avşar fırtınası esiyormuş, onun da farkında değilim. Bir gün durup dururken dedim ki, ben Hülya Avşar'ı dinlemeye gideceğim bu gece. Evliydim, ayrılmıştım. Kalktım
                      gittim, orada bir elektrik oldu. Sonra bir vasıta ile tanıştık. Aradan 3-4 ay geçti, beraber olmaya başladık, 11 senedir beraberiz." Bu, Çilingiroğlu'nun ikinci evliliğidir. Çilingiroğlu, ilk evliliğini belli ki unutmak istemektedir: "Kötü bir anı, ismini
                      hatırlamıyorum. Ciddi söylüyorum."

                      - Hülya Hanım da dini konularda hassasiyetini her fırsatta dile getiriyor. Evlenmeden önce onun bu
                      hassasiyetini biliyor muydunuz?
                      "Hülya evlenmeden önce böyle değildi. Onun din hikayesi biraz benimle birlikte başlar. Kur'an-ı Kerim okur. Hemen hemen her akşam Yasin okur. Ben çok ufaktan beri oruç tutar, namaz kılardım falan filan. Bir süre o işlevimizi kaybettik. Sonra Zehra ile
                      birlikte, yeniden..."

                      - Peki medyada hergün kendileri hakkında çıkan haberler onları nasıl etkiliyor?
                      "Üstünde hiç durmuyoruz bile. Biz artık topluma mal olduk. Bizim gece bir yere yemeğe gitmemizden tut, seyahate gitmemize kadar her şey olay oluyor. Medyatik olmanın verdiği sıkıntı var. 7-8 bin kilometrekarelik bir hapishanede yaşıyorsun. Bunun artıları, eksileri
                      var. Ama artık bunun eksileri ağır basmaya başladı. Eskiden artıları daha ağır basardı. Görüyorsun, seviliyorsun, iltimaslı bir adamsın. Anlatabildim mi, hayata her yerde 1-0 galip başlıyorsun."

                      - Şu an beraberlik mi sözkonusu?
                      "Hayır. Şu an eksi 1 olduk. Artık çok sıkıntı vermeye başladı bu medya. Hülya Avşar'ı hiç konuşmayacaktın ama Hülya Avşar konusuna da girdin."

                      - Hayatınızın bir parçası olduğu için...
                      "O haberi yapan, gazetecilikle alakası olmayan ve bilinen insanlardan bir tanesi. Ahlaksızın önde gideni. O, böyle bir haber yaptı, haber de yalandı.Biz dedik 'Bu haber yalandır, böyle bir şey yok.' Onun üstüne, aynı uçakta ben biri ile gitmişim gelmişim,
                      falan böyle bir ortalığı karıştırdı. Hiç bir şey yok. Ben kendimden eminim. Benim hangi arkadaşımla nereye gittiğimi karım da, ailem de biliyor. Tabii ki bunun akabinde bir zedelenme oldu, yani tartışma oldu, ister istemez 'bunlara niye sebebiyet veriyorsun' diye. Ama toparladık herşeyi, problem yok."

                      Hayat devam ediyor. Çilingiroğlu ailesi bir haftada büyüğünü kaybetti, bir de evlilik kurtardı. Prof.Hüseyin Kaya Çilingiroğlu'na Allah'tan tekrar rahmet, Çilingiroğlu ailesine de her konuda sabır dileğiyle...

                      Yorum

                      • fuga
                        Senior Member
                        • 27-08-2004
                        • 6397

                        Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                        Korkmaz Yiğit ( 1943)
                        1943 yılında Erzincan’da doğdu. İşadamı.1978 yılında iş hayatına atılan Yiğit, kamuoyunda yaptığı lüks konutlarla tanınıyor. Asıl ününü ise Doğuş Holding'ten Bank Ekspres'i 85 milyon dolara almasıyla yaptı. Bank Ekspres, Ekspres Yatırım, Ekspres Leasing, Ekspres Factoring ve Ekspres Danışmanlık'ın da katılımıyla sayıları artan şirketlerini 1997'de holding çatısı altında topladı.1998'de ise gazete, radyo ve televizyon yayıncılığına yatırım yapmaya başladı. Yeni Yüzyıl Gazetesi 1998 Eylül ayı başında Sabah Grubu’ndan Yiğit’in grubuna dahil oldu. Yiğit, 1998 Ekim ayında da Milliyet’in çoğunluk hisselerinin sahibi oldu. Milliyet Gazetecilik A.Ş. ve AD Yayıncılık A.Ş.’nin toplam 310 milyon dolar değer biçilen hisselerinin çoğunluğu Korkmaz Yiğit grubuna devredildi. Öte yandan Yiğit, ulusal kablolu yayında yer alan 3 TV, ulusal yayın yapan 2 radyo ve 1 yerel televizyona ortak oldu. Renk TV ve Virjin TV'den sonra Kanal E'yi de medya grubuna kattı. Böylece Yiğit, Kanal E ile bölgesel, Genç TV ile ulusal, Renk TV ve TV 2000 ile de yerel bazda yayın yapan televizyon kanallarına sahip oldu. Kanal E’nin kurucusu anlatan Hakan Çizem, satış konusunda "Bu, rakamı ortada olmayan bir satış. Bizim kredi borçlarımızı ve piyasa borçlarımızı üstlendiler, biz de alacaklarımızı düştük" derken, kulislerde, kanalın 20 milyon dolara satıldığı söylentileri dolaştı.Nesim Malki'yi, Erol Evcil tarafından tehdit edilince Hayri Kozakçıoğlu'na götürdüğünü, bunun üzerine Alaattin Çakıcı tarafından arandığını söyledi. Çakıcı, Yiğit görüşmelerinin kayıtlarının CHP milletvekili Fikri Sağlar tarafından basına açıklaması üzerine Yeni Yüzyıl gazetesi kapandı, Milliyet gazetesi çalışanlarının baskısı üzerine gazetenin satışı ve ardından TürkBank ihalesi iptal edildi.

                        Yorum

                        • fuga
                          Senior Member
                          • 27-08-2004
                          • 6397

                          Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                          Koska .

                          HAKKINDA YAZILANLAR

                          Akide şekeri tadında şirketler!
                          Zafer Özcan
                          z.ozcan@aksiyon.com.tr
                          Aksiyon Sayı: 670 - 08.10.2007

                          Hacı Bekir, Cafer Erol, Cemilzade, Koska… Meğer onlarla ilgili bilmediğimiz ne çok şey varmış! ‘Şeker Bayramı’ öncesi, Türkiye’nin bu en köklü şirketlerinin ‘tatlı’ hik&#226;yesi… Yeni kuşak yöneticilerin dilinden…

                          İlginç vitrin düzenlemesi, şekerci dükk&#226;nını bir mücevherat mağazasına çevirmiş &#226;deta. Özenle hazırlanmış kutular, içlerindeki badem şekerleri kadar çekici görünüyor. Çeşit çeşit reçellere geleneksel tatlılar eşlik ediyor. En favorileri ise Osmanlı tulumbası ve Fatih sarması kuşkusuz. Vitrini bırakıp içerde girdiğinizde hummalı bir çalışmanın ortasına düşüyorsunuz. Tezg&#226;htarlar bir yandan müşterinin taleplerine yetişmeye çalışırken, diğer yandan hediye paketleriyle uğraşıyor. Arka tarafa geçtiğinizde ise akide şekeri pişiren ustalar karşılıyor sizi. Deneyimli iki usta, karşılıklı çekerek uzattıkları sıcak şekere son halini veriyor. Birazdan, özel makaslarla kesilip vitrindeki yerini alacak, yeniçeri şekeri diye de bilinen akideler…

                          Bayram öncesi yoğun mesaisini anlattığımız bu işyeri, Kadıköy’ün asırlık şekercisi Cafer Erol. 200’üncü yıldönümünü kutluyor bu sene. Markaya ismini veren Cafer Erol, Eminönü Tahtakale’de başlıyor şeker imalatına. Yaklaşık bir asırlık şekercilik macerasına, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla ara veriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle, Mehmet Erol şekerciyi tekrar faaliyete geçiriyor. Şimdi işin başında Nurtekin Erol ve iki çocuğu var. Tahtakale’de başlayan Cafer Erol, artık Kadıköy Çarşısı’nın sembollerinden.

                          PATRON USTALIK BİLMEZSE OLMAZ!

                          Nurtekin Bey, daha sorulara bile geçmeden, “Bu meslek işçilerle yürümüyor; patron ustalık biliyorsa ancak öyle yürür.” diyerek giriyor söze. Ustalık ise maharet istiyor elbette; ama meşakkati de unutmamak lazım. Pişirmeyi, sıcağı sevmeyi, bu işin çilesinden keyif almayı da gerektiriyor. Kendisi bu işin ustalarından. H&#226;l&#226; fırına gidip şeker hazırladığını söylüyor Nurtekin Erol. Ustalarını da bizzat kendi yetiştirmiş. Şekerciliğin bir özelliği de bu zaten. Dışarıdan usta yetişmiyor. Meslek nesilden nesile devam edecekse, şekerci kendi ustalarını yetiştirmek zorunda. Erol ise günümüzde bu işi sevecek usta adayları bulamamaktan şikayetçi: “Herkes daha kolay olan garsonluğu tercih ediyor. Hizmet sektöründe çalışmak daha avantajlı. Orada hem bahşiş fazla, hem iş daha kolay.”


                          Xxxxxxxx

                          Türkiye ekonomisinin lokomotifini oluşturan aile şirketleri, çoğu zaman, kurucularından ömründen daha fazla yaşamıyor. İşin ilginç yanı, Türkiye’ye Osmanlı’dan miras kalan şirketlerin önemli bölümünün gıda ve tatlı sektöründen olması. Ülkemizdeki en eski şekerci, Ali Muhittin Hacı Bekir. Kastamonu’nun, şekercileri ve tatlıcıları ile ünlü Araç ilçesinden 1777 yılında İstanbul’a gelerek Bahçekapı’da bir şekerci dükk&#226;nı açan Hacı Bekir Efendi’nin mütevazı işini, bugün torunları uluslararası bir markaya dönüştürmüş durumda. Halen dünyadaki en önemli Türk gıda markalarından olan Türk Lokumu’nu (Turkish Delight) Avrupa’yla ilk tanıştıran da yine Hacı Bekir Efendi’dir. Hacı Bekir aynı zamanda Türkiye’deki en eski işletme unvanına da sahip. Sultan Birinci Abdülhamit zamanında sarayın ‘şekercibaşı’sı sıfatıyla taltif edilen Hacı Bekir, üretimini bir süre sarayda sürdürür. 230 yıllık firmanın ilk üretim ve satışa başladığı Bahçekapı’daki yer, bugün h&#226;l&#226; Hacı Bekir lezzetlerini tüketiciyle buluşturmaya devam ediyor.

                          Şekerci denince akla gelen diğer kurum ise Cemilzade. Onun kurucusu, tarihe “şekerci, bestek&#226;r, hafız ve udi” olarak geçen Cemil Bey. 16 yaşında, musiki eğitimi aldığı bir dönemde, ilk şekerci dükk&#226;nını İstanbul Şehzadebaşı’nda açan Cemil Bey’in 1883’te kurduğu müessese, bugün 124’ncü yılını kutluyor. İstanbul’dan Mısır’a göç ederek mesleğini orada sürdüren Udi Cemil Bey’in bu tercihinin gerekçesini şirketin günümüzdeki temsilcisi Fatma Cemiloğlu aktarıyor: “Cemil Bey hem sarayda müzik hocalığı, hem de Şehzadebaşı’nda şekercilik yapmaktadır. Sultan II. Abdülhamit’in ‘benim sanatçım zanaatla uğraşmasın’ demesi üzerine kırılır ve Mısır’a göç eder. Orada hem udilik hem de şekercilik yapan Cemil Bey’in vefatından sonra bu işi kardeşi ve benim kayınpederim Mehmet Ali Bey devam ettirir.” Cemilzade’de imalatın başında Mehmet Ali Bey’in oğlu, Satvet Cemiloğlu bulunuyor, hem patron hem de usta sıfatıyla.
                          xx

                          Yüzüncü yılını kutlayan Koska Helvacısı’nın merkezi ise Denizli. Hacı Emin Bey’in 1907 yılında açtığı Helvacı dükk&#226;nı, onun ölümüyle oğlu Adil’e kalır. Diğerlerinde olduğu gibi onların hik&#226;yesinde de araya Birinci Dünya Savaşı girer. Adil Bey tam 8 yıl aralıksız askerlik yapar Ortadoğu’da. Şam’da bulunduğu dönem, onun ve torunlarının hayatını değiştirecek bir fırsatı çıkarır karşısına. Tatlılarıyla ünlü bu şehirde, akşam kararg&#226;htan çıktıktan sonra, Şam baklavası, Şam tatlısı gibi ürünleri olan büyük bir dükk&#226;nda hiç ücret almadan çalışmaya başlar. Burada dünyada yalnızca birkaç kişinin bildiği tatlı tariflerini öğrenir. Askerlik dönüşü öğrendiklerini ticarete dökmek isteyen Adil Bey, önce Manisa Kula’ya ardından ise İstanbul’a gelir. Şekerci dükk&#226;nının ismi, açıldığı semt ile aynı adı taşımaktadır: Koska.

                          Koska Helvacısı bugün günlük 50 tonluk kapasitesiyle, 43 ülkeye ihracat yapıyor. Şirketin başında üçüncü kuşağın temsilcisi Nevzat Dindar var. Nevzat Bey, aynı zamanda bir gurme ve helva ustası. Baklava hariç bütün tatlıları yapabiliyor. H&#226;l&#226; her sabah erkenden gelip üretimi kontrol ediyor. Yeni çıkan helvaların tadımını yapmak da onun görevi. Kendi çocuklarına da tatlı yapımını öğretmiş. “Mutfağa girmeseler de, nasıl yapılacağını bilmeleri önemli, en azından ustaları denetlemek için” diyor. Şekercilerde olduğu gibi helvacılıkta da ustalık önemini koruyor. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bu işin ustalığının bitmeyeceğini belirten Dindar, ustalarını çıraklıktan itibaren kendilerinin yetiştirdiğini söylüyor.

                          HELVA, BİR TÜRK İCADI

                          Yeni neslin popüler tatlılarından olmasa da helvanın Türk toplumunda önemli bir yeri var. En önemlisi de bir Türk icadı olması. Helvacıların piri, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yaşamış Hasan Basri Usta. 600 sene evvel ilk helvayı yapan bu ustanın bir resmi, bugünün Koska helvalarının ambalajını süslüyor aynı zamanda. Helvanın bir özelliği de, soğuk ülkelerde fazla tüketilmesi. Özellikle kış aylarının tatlısı olarak bilindiğinden olsa gerek Koska’nın en önemli müşterileri Rusya ve Polonya. Buna rağmen Ortadoğu’da da önemli bir pazar olduğunu söylüyor Nevzat Dindar. İsrail’e gönderilen helvalar ise Koşer belgeli. Türkiye’de helal gıda standartlarının belirlenmesiyle buna da hemen uyum sağlayabileceklerini belirtiyor deneyimli iş adamı.

                          Helvanın en önemli özelliklerinden biri de, daha çok bir fakir veya orta sınıf tatlısı olması. Anadolu’da ekmeğin arasına katık yapılarak yenmesi bunun göstergesi. Nevzat Dindar, fazla bilinmeyen bir özelliğe daha dikkati çekiyor: “Helvayı balıktan sonra yemek lazım, balığı öldürür, diriltmez. Ayrıca çok besleyicidir. 100 gramında 560 kalori var ve demir bakımından çok zengin bir tatlı.” Helvada bu kadar birikim yaptıktan sonra Koska’ya özel çeşitlerin olması da kaçınılmaz elbette. Kandil Helvası mesela… Kandil geceleri için üretilen bu helva çeşidinin tadı da kendi gibi özel.

                          Xx

                          GELENEKSEL USULLE ÜRETİME DEVAM

                          Denizli’de başlayan baba mesleğini bugün modern tekniklerle sürdüren ve dünyaya açılan Koska’nın aksine, tarih&#238; şekerciler butik üretimde ısrarlı. Cafer Erol ile Cemilzade, kalite ve lezzeti koruma adına bölgesel kalmayı tercih ediyor. Onları yurtdışına taşıyan ise müşterileri. Fatma Cemiloğlu, ihracat yapmamalarına rağmen ürünlerinin yüzde 70’inin, müşteriler tarafından hediye paketi yapılarak ülke dışına gönderildiğini söylüyor. Nurtekin Erol ise yurtdışına gidecek hediye paketleri için özel tasarımlı kutular hazırladıklarını belirterek, “Oğlum grafik tasarım okudu ve bilgisini şeker kutularının tasarımında kullanıyor. Tarih&#238; şekerci olunca sunum büyük önem kazanıyor haliyle” diyor.

                          FARKLARI, SIRA DIŞI LEZZET

                          Teknoloji hızla gelişiyor; artık birçok işi makineler yapıyor. Fazla zahmete katlanmadan çok büyük ölçekli üretim mümkün. Buna rağmen tarih&#238; şekerciler geleneği korumaya özen gösteriyor. Üretim h&#226;l&#226; günlük yapılıyor. 100 kiloluk kazanlar yerine lokum pişirmek için 15-20 kiloluk kazanlar tercih ediliyor. En büyük kaygıları lezzeti tutturmak. 100 kiloluk kazanda bunun mümkün olabileceğine ihtimal vermiyorlar. Fatma Cemiloğlu, “Bizdeki pişirme sürelerinde dakikalar bile önemlidir. Lokum eğer 1 saat 4 dakika kaynayacaksa, tam o kadar sürer bu işlem, ne eksik ne de fazla” diyor. Nurtekin Erol ise günlük imalata bir madde daha ekleyerek, bütün ürünleri en iyi yetiştiği bölgelerden aldıklarını söylüyor. Mesela şeker için Eskişehir ve Kütahya, Antep fıstığı için Gaziantep, fındık için Giresun, vişne için Kütahya, ayva için Eşme, susam için de Ceyhan ve Fethiye, özellikle tercih ettikleri bölgeler.

                          Peki, bu kadar özen ve ekstra masrafla piyasada nasıl rekabet edilecek? Özel üretimin, özel de müşterisi oluyor haliyle. Bu gibi firmaların yıllardır devam eden, hatta nesilden nesile geçen müşterileri var. Bu sebepten olsa gerek, Fatma Cemiloğlu kendilerinden alışveriş yapanları müşteri değil, ‘Cemilzade dostları’ diye tanımlıyor. Ticaret yaparken, bu işin kültürel ve geleneksel boyutunu da korumak istediklerini vurguluyor: “Cemilzade büyük bir şirket değil; ama ona marka değerini kazandıran büyük olması değil, tadı ve geleneği. Marka bir güven duygusudur. Hijyeni, estetiği, hammaddeyi satın alabilirsiniz; ama güveni satın alamazsınız. İnsanlar da zaten buna geliyor. Cemilzade dostlarını hayal kırıklığına uğratmamak, bizim birinci görevimiz.” Cemilzade dostlarını hayal kırıklığına uğratmak o kadar kolay değil zaten. Şirketin birçok açılımına, nereye yeni şube açılacağına, hangi şubelerin yaşaması gerektiğine bile kendilerinin karar verdiğini söylüyor Cemiloğlu. Hatta gerekirse aralarında imza bile toplayarak, alacakları kararlara yön verebildiklerini öğreniyoruz.

                          Nurtekin Erol ise geleneksel üretimle piyasada ayakta kalmanın sırrını, her yerde bulamayacakları bir lezzeti insanlara sunmak olarak açıklıyor: “Eğer malımız kaliteli olmasa, titiz olmasak belki rekabet edemeyiz ama her yerde olmayan bir lezzeti verirseniz ayakta kalabiliyorsunuz. Üretim maliyetlerini düşürmek için kötü mal kullansak ayakta kalamayız. Bizim bir farkımız olmalı.”

                          Tarih&#238; şekerciler içinde hem geleneğini koruyan, hem de dışa açılmakta ısrar eden tek kuruluşun Hacı Bekir olduğunu vurgulamak gerekiyor. Onu diğerlerinden ayıran ihracatçı yönü ve uluslararası bir marka olması. Şirketin günümüzdeki temsilcisi, Hacı Bekir’in torunu Ali Muhittin Hacı Bekir’in damadı Doğan Şahin. Ona göre şirket bir yandan geleneği korurken, diğer yandan dış pazarlara açılıyor. Alaturka şekerciliğin sırrı ise mutfak sistemi.

                          Şahin, bu sistemde modernize edilenin pişirme sistemi olduğunu vurguluyor: “Bu sistemde büyük ve zamana göre depolama yoktur. Esasında taze imalat pahalıdır. Günümüzde modernize edilen, pişirme sistemidir. Eski ustalar gelir, kızgın ateşin odunlarının üzerinde lokumu kol gücüyle karıştırır, her safhasında lokumun jel olmasına bakar. Zaman içerisinde bu metodlar da kendi kendisini yeniledi. Ama bu, çok pahalı bir şey. Düşünün, bir usta bulacaksınız, pehlivan gibi adam, o kazanı iki buçuk saat durmadan karıştıracak. Şimdi ustanın yerine mekanik bir karıştırıcı geldi, odun alevinin yerine brülörle ısıtma aldı. Ustalık yok olmadı, sadece yükü azaldı.”

                          Doğan Şahin, teknolojiden faydalanmanın lezzetten fedak&#226;rlık anlamına gelmediğini, sadece günümüz tekniklerine uyum sağladıklarını söylüyor: “Aynı işi ustanın yerini makine de halledebiliyorsa, makine de bir tür ustadır benim için.”

                          ŞEKERCİLERİN P&#206;Rİ MEHMET AĞA

                          Tarih&#238; serüvene bakıldığında İstanbul’un her dönem şekercileriyle ünlü bir şehir olduğunu ve bu yönüyle Batılı gezginlerin de büyük ilgisini çektiğini söylemek mümkün. İşin ilginç yanı ise bu şekercilerin önemli bölümünün Anadolu’dan gelerek bu mesleği İstanbul’da icra etmeleri. Hacıbekir’in memleketi Kastamonu Araç’tan bahsettik; ama Çankırı’yı da unutmamak lazım. Özellikle de Çankırılı ünlü şekerci Mehmet Ağa’yı. 1870’li yıllarda 14 yaşındayken İstanbul’a gelen ve şekerci çırağı olarak sektöre giren Mehmet Ağa, günümüz şekercilerinin piri kabul edilen isimlerden. Onun 1930’lara kadar devam eden şekerci dükk&#226;nının günümüzdeki akıbeti ise bilinmiyor. Şekercilerden bahsetmişken İzmirli Ali Galip’i de atlamak olmaz elbette. 1901’den bu yana faaliyetine devam eden Ali Galip şekercisi halen İzmir’in farklı noktalarında müşterilerine hizmet vermeye devam ediyor.

                          YENİÇERİNİN GÖZDESİ AKİDE

                          Tarih&#238; şekercilerle konuşunca, tarih&#238; şekerlerden de bahsetmek gerekiyor elbette. Bunlar, artık her yerde bulunmayan, baklavanın gölgesinde kalmış lezzetler. Onlarda önceliği, yeni neslin neredeyse hiç bilmediği akide şekerine vermek gerekir. Dünyada akide şekerinin tek üretildiği yer Türkiye. İlk üretim ise Osmanlı döneminde gerçekleşiyor.

                          Akidenin ilk üretimiyle ilgili, birbirine benzeyen iki farklı hik&#226;yeden bahsediliyor. Padişahın verdiği maaşlardan memnun kalan yeniçeriler, akideyi kazanlarla kaynatır ve padişaha sunarmış. Ne kadar çok farklı çeşit kaynatılırsa senden o kadar memnunuz anlamına gelirmiş.

                          İkinci hik&#226;ye ise bu şekerin adını akid (anlaşma) kelimesinden aldığı yönünde. Ulufe günü yeniçerilere maaşları dağıtılır ve sarayda yemek verilirmiş. Burada sadrazam önce yeniçerinin yemeğinden tadar, sonra da onlara şeker ikram edermiş. Askerin durumdan memnun olduğu ve artık ayaklanma olmayacağı anlamına gelen bu tören iki tarafı da rahatlattığı için bu törendeki şekere ‘akid’ denmiş, daha sonra da bağlılık anlamına gelen ‘akide şekeri’ adı verilmiş. Akideyi ilk kez ticaretin bir unsuru haline getiren ise 1777’de şekerciliğe başlayan Hacı Bekir Efendi. Akide aslında şeker ve su karışımı bir şeker; ama işlenmesi son derece zor. Üretilmesi ciddi ustalık istiyor. Akide şekeri dışında tarih&#238; şekercilerin diğer gözde ürünleri, Osmanlı döneminin meşhur tatlıları Osmanlı tulumbası, Fatih sarması, lokum çeşitleri ve badem şekeri.

                          Yorum

                          • fuga
                            Senior Member
                            • 27-08-2004
                            • 6397

                            Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                            Kurukahveci Mehmet Efendi . </B>
                            19. yüzyıl sonlarına kadar Türk Kahvesi, çiğ çekirdek olarak satılıyor ve evlerdeki kahve tavalarında kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekilerek içilebiliyordu. Bu durum; Hasan Efendi'nin işlettiği baharat ve çiğ kahve satan dükk&#226;nın, oğlu Mehmet Efendi tarafından devralınmasına kadar sürdü.

                            1857'de İstanbul Fatih'te doğan Mehmet Efendi, Süleymaniye Medresesi'nde eğitim gördükten sonra babasının dükk&#226;nında çalışmaya başladı. 1871 yılında işin başına geçen Mehmet Efendi, çiğ kahveyi kavurup dibeklerde öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başladı. Böylece İstanbul Tahmis Sokakta taze kavrulmuş, mis gibi kahvenin kokusu da çevreye yayıldı. Kahveyi öğüterek ilk kez hazır olarak kahveseverlere sunan Mehmet Efendi, bu yenilik ve müşterilerine sağladığı kolaylıkla kısa sürede tanınarak "Kurukahveci Mehmet Efendi" diye anılmaya başlandı.

                            1931 yılında vefat eden Mehmet Efendi'nin ardından oğulları Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza Beyler baba mesleğini sürdürdüler.

                            Aile 1934 yılında "Kurukahveci" soyadını aldı. Mehmet Efendi'nin vefatından sonra ailenin en büyüğü Hasan Selahattin (1897-1944) yurtdışının önemini kavrayarak uluslararası etkinliklere katılmaya karar verdi. Böylece Türk Kahvesini yurtiçine olduğu kadar yurtdışına da pazarlayarak tanıtmaya başladı.

                            Hulusi Bey (1904-1934) dönemin gelişen teknolojisini göz ardı etmeyerek toplu üretimi gerçekleştirdi. Ayrıca; İstanbul Tahmis sokaktaki dükk&#226;nın yerine, dönemin ünlü mimarı Zühtü Başar'a günümüzde de kullanılmakta olan "art deco" tarzında bir bina inşa ettirdi. Yine bu dönemde kahve, parşömenli k&#226;ğıt paketlere konularak şehir içindeki bakkallara otomobil ile dağıtılmaya başlandı. Böylece Türkiye'de bir ilk daha gerçekleştirilmişti. İstiklal Caddesi'nde de bir şube açıldı.

                            1871 yılından bu yana, kahve üretimine bir sanat gibi yaklaşan Kurukahveci Mehmet Efendi; bu zanaatı beraberindeki ustalık, bilgi, tecrübe ve inceliklerle babadan oğula ustadan çırağa aktarmaya devam ediyor.

                            Türklerin dünyaya armağan ettiği Türk Kahvesini, gelecek nesillerle de buluşturma bilincini taşıyan firma, kahveseverlere her yudumda aynı kalite ve keyfi ulaştırmayı amaçlıyor.

                            Genç yaşta hayata veda eden Hulusi Bey'in ardından yönetimi, yurtdışında eğitim görmüş olan en küçük kardeş Ahmet Rıza Kurukahveci devraldı. Ahmet Bey'in dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor olması, onu reklama ve firmayı çağdaşlaştırma yönünde adımlar atmaya yöneltti. 1933 yılında, dönemin usta grafikeri İhap Hulusi Bey'e bir amblem çizdirtti. Bu amblem günümüzde de kullanılmaktadır. Ayrıca o yıllarda büyük yenilik olarak tanımlanan afiş ve takvim çalışmaları ile firmanın reklamları yaygınlaştırıldı. Özel arabalarla yurtiçinde kahve dağıtımı da bu dönemde başladı. Galatasaray Sahne Sokakta bir şube açıldı.

                            Bugün Kurukahveci'nin yönetiminde olan Mehmet Efendi'nin torunları; Ahmet Rıza Kurukahveci'nin vefatından sonra yönetimi devraldılar. Mehmet Efendi'nin kahve öğüttüğü dibekleri bir asır sonra geliştirdiler ve ortaya yeni kahve makineleri çıktı. 1871 yılında Tahmis sokakta faaliyete başlayan işletme, bugün tüm dünyaya hizmet veriyor.

                            Yorum

                            • fuga
                              Senior Member
                              • 27-08-2004
                              • 6397

                              Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                              Maxwell
                              HAKKINDA YAZILANLAR

                              "Onu köpek balıklarına atın..."
                              Taha Kıvanç
                              Yeni Şafak 4 Eylül 2001

                              Edmond Safra, eşinin kararıyla, hem de yeri hazırlandığı halde, İsrail'deki Zeytin Dağı eteklerine gömülmedi; Lily Safra, yılın büyük bölümünü geçirdiği Cenevre'de (İsviçre), Veyrier Musevi Mezarlığı'nı tercih etti... Oysa, Robert Maxwell'in mezarı, Musevi inancına göre kıyamet günü ilk ayaklanacakların yattığı Kudüs'teki o itibarlı yerde...
                              "Robert Maxwell de nereden çıktı?" diye sormadan belleklerinizi zorlamanızı tavsiye ederim...
                              Bundan on yıl öncesine kadar dünyanın en etkili işadamlarındandı Maxwell. Şimdi Ukrayna sınırları içerisinde bulunan bir küçük kasabada doğmuş, Yahudi-karşıtı Nazi rüzgârı sırasında hayatlarını kaybeden babası, annesi, dedesi, üç kız bir erkek kardeşinin âkıbetinden kurtulmuş, epey bir mücadeleyle İngiltere'ye ulaşıp sıfırdan milyarlarla oynayan işadamı statüsüne erişmiş biriydi. İngiltere ve ABD başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafında çok sayıda gazete ve dergi sahibi olmuştu. Yayıncılık alanında ilgilenmediği ülke yoktu; Türkiye'ye de gelmiş ve Hürriyet'i satın almak üzere Erol Simavi'yle pazarlık yapmıştı...
                              Bir ara politikaya merak sarmış ve seçimlere katılıp parlamentoya girmeyi de başarmıştı Maxwell; sonraları, ne yaparsa yapsın başka bir ülkede doğmuş bir Musevi'nin İngiltere'de başbakan olamayacağını anlayınca, politikadan elini çekmişti.
                              Maxwell'in yakın temasta olduğu dünya liderlerinden birinin Turgut Özal olduğu biliniyor. Kendisiyle son mülâkatı yapan Playboy dergisi editörleri, beraber geçirdikleri saatler boyunca Maxwell'i arayan liderlerin adlarını şöyle sıralıyorlar: Brian Mulroney (Kanada, iki kez), Hans-Dietrich Genscher (Almanya; aradığını söylediklerinde, Maxwell, "Beklesin" deyip epey sonra cevap vermiş) ve Turgut Özal... Playboy, biriyle Rusça yaptığı konuşmanın metnini de yayımladı. Maxwell, muhatabına, "Eski dostumu görmek üzere Moskova'ya gideceğim. Konuşacağımız önemli şeyler var. Almanya da küçük bir rol oynayacak. Seninle bu konuda mahrem bir görüşme yapmak istiyorum. Arayacağım." demiş...
                              Robert Maxwell'in, işadamlığı yanında, her önemli bunalımda devreye giren bir sorun çözücü olduğunu herhalde anladınız. Burnunu soktuğu pek çok konu olduğu yaygın bir inanç; ancak ölümünden sadece bir ay önce piyasaya çıkan Playboy mülâkatına kadar ketumiyetini sürdürdüğü için, ayrıntıları ve boyutları bilinmiyor. Playboy editörlerine, "Size bir sır vereceğim" dedikten sonra şunları anlatmış: "Hani, ABD (ile İsrail) ilişkileri bozulmuştu da, James Baker, 'Eğer Mr Shamir barış konuşmak istiyorsa telefon numaram şu' diye meydan okumuştu ya, Shamir beni yeni seçilen başkanla durumu düzeltmek için ne yapılabileceğini görüşmem için Amerika'ya gönderdi. Temas gizli tutuldu." Aynı mülâkatta, Maxwell, Körfez Krizi sırasında müthiş bir mekik diplomasisi uyguladığını da övünerek anlatmış...
                              Playboycular, "Politikacılardan daha etkili misiniz?" diye de sormuşlar. "Belki bir kaç kişi dışında evet" cevabını alınca, "Ama politikacılar parlamentoya ve halka hesap vermek zorundalar, siz ise..." diye itiraz etmişler... Maxwell'in cevabı şu olmuş: "Gelecek haziranda 69 yaşında olacağım; benim de Tanrı ile mukavelem bir gün sona erecek..."
                              Maxwell'in mukavelesi ketumiyetini bozduğu mülâkat çıktıktan bir ay sonra bitti.
                              5 Ekim 1991 günü, sabahın erken saatlerinde, dev cüsseli Robert Maxwell'in daha da devleşmiş cesedi, Gran Canary adası civarında yüzerken bulundu. Soruşturma dosyası, Maxwell'in, bir kaç gün önce denize açıldığı yatı Lady Ghislane'in güvertesinden düştükten sonra boğularak hayatını kaybettiği teşhisiyle kapatıldı. Bazıları, "Ayağı kaymış düşmüştür" dedi; ölümünden sonra ortaya müthiş borçları çıktığı ve çalışanların özel emeklilik fonlarını bile iç ettiği anlaşılınca, bazıları, "Herhalde intihar etmiştir" tahmininde bulundu.
                              İngiliz gazeteci Russell Davies, 'Foreign body: The secret life of Robert Maxwell' adlı eserinde, pek çok kişiyle görüşerek, "Maxwell ayağı kayıp düşerek ölmedi, öldürüldü" tezini gündeme getiriyor. Ortadoğu'da rahatsızlık verdiği düşmanlarından ketumiyetini bozup gizli kalması gereken girişimlerini açıklamaya başlamasından endişe duyan dostlarına, rahatsız ettiği sendika liderlerinden paralarını çaldığı yatırımcılara kadar bir dizi kâtil namzedi varmış... KGB yöneticisi Stanislav Sorokin, "İntihar süsü verilecek biçimde profesyonelce icra edilmiş bir kiralık kâtil işi olduğuna inanıyorum" demiş Davies'e...
                              Amerikalı gazeteci Kevin Cahill (Business Age, Nisan 1993), "Maxwell neden ve nasıl öldürüldü?" başlıklı yazısında, işadamının, hizmetinde olduğu bir devletin kiraladığı Sicilyalılardan oluşan bir suikast timi tarafından halledildiği sonucuna varıyor. Fransız Paris-Match dergisi (9 Ocak 1992) Maxwell'e ayırdığı uzun bölümde, eline geçirdiği otopsi raporuna dayanarak, işadamının ölümünden önce saldırıya uğradığını ve vahşice dövüldüğünü yazdı. Bu bilgileri aktaran Russell Davies de, "Maxwell'i kabininde kıstırıp iyice dövdüler, sonra denize attılar" teorisini destekler görünüyor. Maxwell'in gazetesi Daily Mirror, 19 Ağustos 1991 tarihinde, tatilcileri dolandıran birini manşete şöyle taşımış: "Onu köpek balıklarına atın"...
                              "Üzeyir Garih cinayeti" dedik, nereye geldik...

                              Yorum

                              • fuga
                                Senior Member
                                • 27-08-2004
                                • 6397

                                Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                                Mehmet Cansun
                                HAKKINDA YAZILANLAR

                                G. Saray’da Cansun devri
                                Türkiye 15 Temmuz 2001

                                Cansun: 972, Erzen: 435
                                Olağanüstü kongrede rakibi Ateş Ünal Ezen’e 537 oy fark atan Mehmet Cansun, G.Saray’ın 31. başkanı oldu. Galatasaray Lisesi’ndeki kongrede oy kullanan 1440 üyenin 972’si Cansun’u, 535’i de Erzen’i tercih etti. 17 oy geçersiz sayılırken, Faruk Süren’e 11, Fatih Terim’e 3, Cüneyt Tanmna ve Cevap Prekazi’ye de 1 oy çıktı. Cansun, seçildikten sonra yaptığı açıklamada, “Böyle sıcak bir havada tatillerini kesip kulüplerine sahip çıkan üyelerimize şükran borcumuzu ödemek istiyoruz. Ellerini taşın altına soktular. Eylül ayında herkes İstanbul’a döndüğünde büyük bir davetle teşekkürlerimizi sunacağız. İnsanların birbirini kırmadığı,ı hakiki G.Saraylı gibi davrandığı muhteşem bir kongre oldu. Bu teveccühe l&#226;yık olmaya çalışacağız ve söz verdiğimiz taahhütlerimizi yerine getireceğiz” dedi.

                                Borçsuz Cimbom vaadi
                                Mehmet Cansun, 22 milyon dolar olarak açıkladığı banka borçlarını olağan kongre tarihi olan 2002’nin Mart ayına kadar ödeme taahhüdünde bulunarak “Bu sözümü yerine getiremezsem aday olmayacağım” dedi. G.Saray’da “sevgi ve kardeşliği” sağlamaya çalışacağını söyleyen Cansun “Stadın inşaatı için elimizde büyük proje var, bu projemizi hayata geçireceğiz. Geçen sene kıl payı kaçırdığımız şampiyonluğu da bu sezon geri alacağız. G.Saray’ı tüm branşlarda bulunduğu konumun altına düşürmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X