Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • fuga
    Senior Member
    • 27-08-2004
    • 6397

    #76
    Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

    Sabiha Gökçen ( 1913)- (22.03.2001)



    Atatürk’ün manevi kızı ve Türkiye’nin ilk kadın havacısı Sabiha Gökçen, 1913 yılında Bursa’da doğdu.Atatürk’ün 1925 yılında manevi evlat edindiği Gökçen, Çankaya İlkokulu ve İstanbul Üsküdar Kız Koleji’nde öğrenim gördü.1935 yılında Türk Hava Kurumu’nun Türk Kuşu Sivil Havacılık Okulu’na giren Gökçen, Ankara’da A.B. Yüksek Planörcülük brövelerini aldı. Gökçen, 7 erkek öğrenciyle birlikte Rusya’ya gönderilerek yüksek planörcülük eğitimini tamamladı.1936 yılında Askeri Hava Okulu’na giren Gökçen, burada gördüğü özel eğitimden sonra askeri pilot oldu. Eskişehir’de 1. Tayyare alayında bir süre staj yapan Gökçen, avcı ve bombardıman uçaklarıyla uçtu. Gökçen 1937 yılındaki Trakya ve Ege manevralarında görev aldı, aynı yıl Dersim harekatına katıldı.1938 yılında Balkan devletlerinin davetlisi olarak uçağı ile bir Balkan turu yapan Gökçen, daha sonra Türk Hava Kurumu Türk kuşuna başöğretmen tayin edildi. Sabiha Gökçen, 1955 yılına kadar bu görevini sürdürdü. 22 Mart 2001 tarihinde Ankara Gata’da öldü.

    HAKKINDA YAZILANLAR

    Sabiha Gökçen Öldü
    Hürriyet 22 Mart 2001

    Atatürk’ün manevi kızı Türkiye’nin ilk kadın havacısı Sabiha Gökçen, tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde (GATA) vefat etti. Yaklaşık bir aydır rahatsızlıkları nedeniyle tedavi gören Sabiha Gökçen en son mide kanaması geçirmiş ve beyinde pıhtı oluşmuştu.
    Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanlığı'ndan yapılan açıklamada, 3 Mart 2001 tarihinden bu yana Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Hastanesi'nde tedavi görmekte olan Gökçen'in, bugün saat 08.15'te kalp ve solunum durması sonucu vefat ettiği belirtildi.

    Sabiha Gökçen, yarın Ankara'da toprağa verilecek. Gökçen'in cenazesi yarın saat 12.30'da GATA'dan alınarak Türk HavaKurumu (THK) önüne getirilerek katafalka konulacak. Burada düzenlenecek törende saygı duruşunda bulunulmasının ardından Sabiha Gökçen'in biyografisi okunacak. Daha sonra Kocatepe Camii'ne götürülecek Gökçen'in cenazesi burada kılınacak namazın ardından Cebeci Şehitliği'nde toprağa verilecek.

    HAVAALANINDA ÜZÜNTÜ

    Gökçen’in adı İstanbul Kurtköy’de yapılan havaalanına verilmişti. Gökçen'in vefatının öğrenilmesinden sonra, Pendik Kurtköy'deki Sabiha Gökçen Uluslararası Havaalanı'nın işletmeciliği yapan Havaalanı İşletme ve Havacılık Endüstrileri A.Ş'ye (HEAŞ) ait bayraklar yarıya indirildi. HEAŞ yetkilileri, Gökçen'in inşaat sürecinde havaalanını ziyarete geldiğini ve Mayıs ayında yapılacak resmi açılış törenini heyecanla beklediğini söylediğini anlattılar.

    SEZER: ÇAĞDAŞ TÜRK KADINININ SİMGESİ

    Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu sabah vefat eden Sabiha Gökçen'in, Atatürk'ün manevi kızı olma onuruna erişmesinin yanı sıra Türk kadınının çağdaş kimlik kazanmasında etkin rol oynadığını belirtti. Sezer, Atatürk'ün manevi kızı ve Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'in vefatı nedeniyle bir mesaj yayımladı. Cumhurbaşkanı Sezer'in mesajı şöyle: ''Cumhuriyetimizin Kurucusu, Ulu Önderimiz Büyük Atatürk'ün manevikızı ve Türkiye'nin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen'in vefatından büyük üzüntü duydum. Sabiha Gökçen, Atatürk'ün manevi kızı olma onuruna erişmesinin yanı sıra Türk kadınının çağdaş kimlik kazanmasında etkin rol oynamıştır. Sabiha Gökçen örnek yaşamı, büyük ülküleri ve başarıları ile daima anımsanacak, çağdaş Türk kadınının simgesi olarak gönüllerimizde sonsuza kadar yaşayacaktır. Kendisine Tanrı'dan rahmet, ulusumuza başsağlığı diliyorum.''

    MHP Genel Başkanı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli, Türk kadınının neleri başarabileceğinin Atatürk'ün manevi kızı, Türkiye'nin ilk kadın havacısı Sabiha Gökçen'in kişiliğinde görüldüğünü belirtti. Bahçeli, Gökçen'in vefatı dolayısıyla yayınladığı mesajda şunları kaydetti: ''Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk'ün manevi kızı ve ülkemizin ilk kadın havacısı olan Sabiha Gökçen'in vefatından dolayı büyük üzüntü duydum, kendisine Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum."

    ESERLERİ

    1.Atatürk'le Bir Ömür
    Sabiha Gökçen
    Altın Kitaplar / Toplum ve İnsan Dizisi

    Yorum

    • fuga
      Senior Member
      • 27-08-2004
      • 6397

      #77
      Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

      Nasuh Mahruki ( 21.05.1968)
      Nasuh Mahruki, 21 Mayıs 1968'de İstanbul'da doğdu, ilk ve orta öğrenimini Şişli Terakki Lisesi'nde tamamladıktan sonra 1992 yılında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. Dağcılıkla 1988 sonlarında, isim babalığını ve üç yıl boyunca başkanlığını yaptığı Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu'nda (DOST) tanıştı. Üniversite yıllarında, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış ve bisiklet sporlarıyla uğraşan Nasuh Mahruki, doğa sporları ile ilgili DOST adlı dergiyi çıkarttı.
      Yurt içinde Erciyes Dağı ilk Türk yamaç paraşütü uçuşu, Erciyes Dağı kış kuzey buzulu tırmanışı, Büyük Demirkazık Dağı kuzey duvarı tırmanışı, Küçük Demirkazık Dağı batı yüzü tırmanışı, Güzeller Dağı kuzey yüzü ilk kış tırmanışı, Büyük Demirkazık Dağı Peck Kulvarı ilk kış tırmanışı, ODTÜ Sualtı Topluluğu - Mağara Dalışı Grubu ile Altınbeşik ve Kırkgözler mağaraları su altı incelemeleri, Sualtı Araştırmaları Derneği ile Kırkgöz ve Finike İncirli mağaraları ve Düdenbaşı şelaleleri sualtı incelemeleri gibi pek çok etkinliğe katıldı.
      1992 ve 1994 yıllarında Türkiye'nin en başarılı dağcısı seçilip yılın sporcusuna aday gösterildi. (1993 yılında bu seçim yapılmadı)
      1992 - 1994 yılları arasında, Sovyet Asya'nın en yüksek (7000 metrenin üzerinde) beş dağına tırmanarak, (Khan Tengri - Lenin - Korjenevskoy - Communism - Pobeda) Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından verilen "Kar Leoparı" ünvanını alan az sayıdaki batılı dağcıdan biri oldu. Dünyanın en zorlu ve tehlikeli 7000'lik dağlarından biri olan Pobeda dağının 8. solo tırmanışını yaptı. Bunların dışında Kırgızistan, Kafkasya ve İran'da çeşitli tırmanışlar gerçekleştirdi.
      1995 yılında, Everest dağına tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı oldu.
      1996 yılında, Camel Trophy Türk takımına girerek Kalimantan'da Türkiye'yi temsil etti ve ekip olarak, Takım Ruhu değerlendirmesinde dünya ikincisi, genel sonuçlarda dördüncülük elde ettiler. Aynı yıl, dünyanın yedi kıtasının her birinin en yüksek dağına tırmanmayı içeren, "Yedi Zirveler" projesini tamamlayan dünyadaki 44. dağcı ve en genci oldu. (Everest, Aconcagua, Vinson, Kilimanjaro, Mc. Kinley, Elbruz, Kosciusko.)
      1997 yılında, motosiklet ile Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal ve Sıkkım'ı içeren 21000 kilometrelik bir yolculuk yaptı. 8201 metrelik Cho Oyu dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye'nin en yüksek solo tırmanışını gerçekleştirdi.
      1998 yılında, 8516 metrelik Lhotse dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye'nin en yüksek oksijensiz tırmanışını gerçekleştirdi. Aynı yıl 8163 metrelik Manaslu dağını denedi.
      2000 yılında, 5671 metrelik Demavend dağı ve 5137 metrelik Ağrı dağının kış tırmanışlarını gerçekleştirdi. Aynı yıl, dünyanın en zorlu ve tehlikeli dağlarının başında gelen, dünyanın 2. yüksek dağı 8611 metrelik K2 dağının ilk Türk tırmanışını gerçekleştirdi. Türkiye'nin en yüksek oksijensiz tırmanışı, Lhotse'den K2 dağına geçti. (Dünyada, Everest, K2 ve Lhotse dağlarına tırmanmayı başarmış 29 dağcı var ve 7si bugün yaşamıyor.) (2000)
      2001 yılında 7546 metrelik Muztag Ata dağına tırmandı. (Türkiye'nin en yüksek kayaklı tırmanışı.)
      Arama Kurtarma Derneği kurucu üyesi ve başkanı, Sualtı Araştırmaları Derneği ve Gezginler Kulübü üyesidir. 1.5 yıl kadar Hürriyet gazetesinin Pazar ilavesinde köşe yazarlığı ve değişik kanallarda belgesel programları yapmıştır. Bahçeşehir Üniversitesinde "Takım Çalışması ve Liderlik" dersleri vermekte ve motivasyon seminerleri düzenlemektedir.

      ESERLERİ
      Bir Dağcının Güncesi, Everest'te ilk Türk, Bir Hayalin Peşinde, Asya yolları, Himalayalar ve Ötesi.

      Yorum

      • fuga
        Senior Member
        • 27-08-2004
        • 6397

        #78
        Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

        Hıncal Uluç
        Doğum Tarihi / Yeri 01.11.1939 Kilis
        Eğitim Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
        G. Başlangıç Yılı 1957
        G. Başlangıç Kurumu Yenigün (Ankara)
        Çalıştığı Kurumlar Yenigün, Öncü, Yankı, Cumhuriyet, Gelişim Yayınları, Sabah

        1 Kasım 1939´da Kilis´te doğdu.Bir dönem İ.Ü Edebiyat Fakültesi´nde okudu, 1964´te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi´nden mezun oldu.1957´de Ankara´da Yenigün gazetesinin spor servisinde gazeteciliğe başladı.Bir süre de Öncü´de kalem oynatan Hıncal Uluç, askerden döndüğü 1967´de, M. Ali Kışlalı başta olmak üzere eski Yenigün ekibinin çıkardığı Yankı´da çalışmaya başladı.Yankı´nın yanı sıra, Cumhuriyet´e spor yazıları da yazan Uluç, TRT´nin açılmasıyla birlikte Cumhuriyet´e televizyon sayfası da hazırladı. 1980´de Gelişim Yayınları´nın sahibi Ercan Arıklı´nın isteğiyle Gelişim Yayınları´na dergi hazırladı. Daha sonra Gelişim Yayınları Asil Nadir´e geçmesiyle işsiz kalan Uluç, Zafer Mutlu´nun daveti ile 1990´da Sabah´ta yazmaya başladı. O tarihten bu yana Sabah´ta yazılarına devam eden Hıncal Uluç, televizyonda Şakamera adlı kamera şakası programının yanı sıra Kale Arkası, 90 Dakika gibi futbol programlarına yorumcu olarak imza attı.1977´de Yankı´nın İngilizce bir özetini çıkarmak için yabancı bir eleman ararken, iş başvurusunda bulunan Amerikalı arkeolog Holly Hartquist ile tanışıp evlenen Hıncal Uluç, Amerikalı eşinden 1983´te boşandı.Çocuk sahibi olmayan Uluç, bir daha evlenmedi.Başkanlık kontenjanından Alp Yalman ve Ali Uras tarafından ´tarihini bilmediği bir zamanda´ Galatasaray´a üye yapılan Hıncal Uluç, aynı zamanda Mülkiyeliler Birliği, Türkiye Spor Yazarları Derneği ve İstanbul Gazeteciler Cemiyeti üyesidir.

        Yorum

        • fuga
          Senior Member
          • 27-08-2004
          • 6397

          #79
          Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

          İbrahim Kutluay ( 07.12.1974) </B>


          7 Aralık 1974 tarihinde İstanbul’da doğdu.1.98 cm boyundaki Kutluay, skorer guard ve kısa forvet pozisyonlarında oynuyor.Basketbola 13 yaşında Fenerbahçe altyapısında başladı.18 yaşında A takımına alında.5 yıl formasını giydi.1998-1999 sezonunda Fenerbahçe formasıyla Avrupa ligi sayı krallığını kazandı.1999-2000 sezonunda kiralık olarak Efes Pilsen formasını giydi.Haziran 2000’de Yunanistan’ın AEK kulübü ile 3 yıllık anlaşma imzaladı.

          Yorum

          • fuga
            Senior Member
            • 27-08-2004
            • 6397

            #80
            Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

            Hidayet Türkoğlu ( 19.03.1979)


            19 Mart 1979 tarihinde İstanbul’da doğdu.1995-1996 sezonunda Efes Pilsen’de oynamaya başladığında 16 yaşındaydı.Türkiye’de 15.6 sayı, 4.9 ribaundla oynadı.NBA’de ise 5.9 sayı, 2.1 ribaund ortalamasıylı oynuyor.Şu anda çaylaklar arasında 17. sırada yer alıyor.Milli Takım’ın çeşitli branşlarında 106 defa forma giydi.

            Yorum

            • fuga
              Senior Member
              • 27-08-2004
              • 6397

              #81
              Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

              Hamza Yerlikaya ( 1976)


              1976 yılında İstanbul’da doğdu.85 kilo Greko-Romen’de yüzümüzü güldüren isim.1987’den bu yana Salih Bora’nın gözetiminde çalışmalarını sürdürüyor.İlk madalyasını 1991 Dünya Gençler Güreş Şampiyonası’nda aldı.O günden Sydney’e kadar kazandığı sayısız başarının arasında çeşitli Avrupa ve Dünya Şampiyonlukları var.1996 Atlanta Olimpiyatlarında rakiplerine sayı vermedin şampiyon olan güreşçi Sydney’de de altın madalyanın sahibi oldu.Halen İstanbul Büyükşehir Belediyespor bünyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

              HAKKINDA YAZILANLAR

              Türk gibi güçlü
              Erkan Koyuncu
              Sabah 14 Mayıs 2001

              Avrupa Grekoromen Şampiyonası'nın son gününde de Türk fırtınası vardı. Hamza Yerlikaya 5'inci kez bu unvanı alırken Fatih Bakır, uzatmada basit hatalarla altın madalyayı elinden kaçırdı

              Hamza sabah rahattı
              İstanbul'da yapılan 48.Avrupa Grekoromen Güreş Şampiyonası'nda son gün 1 altın, 1 gümüş madalya kazandık. 85 kiloda Hamza Yerlikaya, Avrupa'nın zirvesine çıkarken 130 kiloda Fatih Bakır Avrupa ikincisi oldu. 25 yaşındaki Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonumuz Hamza Yerlikaya, sabah seansında Ukraynalı Dorogan'ı 6-2 yenerek final yolunu açtı.

              "Annelere armağan"
              Yerlikaya'nın finaldeki rakibi Polonyalı Letki Marcin'di. Marcin'i supleksle atan Yerlikaya ilk yarıyı 3-0 önde tamamladı. 2. yarıda 1 puan daha alan Hamza, Avrupa şampiyonu oldu. Türk güreş tarihinde 5 Avrupa şampiyonluğu kazanan ilk sporcu unvanını da elde eden Yerlikaya, madalyasını tüm annelere hediye ederken, "Türk insanına ne kadar madalya versek azdır. Hele bu kötü dönemde, bu mutluluğu yaşatabildiysek, ne mutlu bize" dedi.

              Bakır gümüşte kaldı
              130 kiloda mücadele eden Fatih Bakır, sabah seansında Finlandiyalı Juha Ahokas'ı uzatmada 3-0 yenerek finale yükseldi. Finalde Macar rakibi Mihaly Deak Bardos ile karşılaşan 24 yaşındaki Fatih Bakır, ilk yarısı 0-0 biten müsabakada normal süreyi 1-1 kapattı. Uzatma bölümünde bitime çok az bir süre kala rakibine çırpılan Bakır, 2 puan birden yitirdi. Müsabakayı 3-2 kaybeden Fatih Bakır, gümüş madalyada kaldı.

              Tarihte ilk kez şampiyon!
              İstanbul'da sona eren 48. Avrupa Büyükler Grekoromen Güreş Şampiyonası'nda, Milli Takım, 64 puan alarak, tarihinde ilk kez takım halinde şampiyonluğa ulaştı. Ay-yıldızlı ekibin ardından Rusya 54 puanla ikinci olurken, Gürcistan ise 35 puanla üçüncü sırada yer aldı ve turnuvayı tamamladı

              En teknik takım biziz
              Milli Takımımız 2 altın, 2 gümüş, 1 bronz madalya alırken Rusya 2 altın, 2 gümüş, Gürcistan 1 altın ve 1 gümüş madalya elde etti. Beyaz Rusya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan altın alan diğer ülkeler oldular. Bu arada ay-yıldızlı takım şampiyonanın en teknik ekibi seçildi.

              Yorum

              • fuga
                Senior Member
                • 27-08-2004
                • 6397

                #82
                Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                Mike Tyson ( 30.06.1966)
                Mike Tyson, 30 Haziran 1966 yılında Brooklyn'de doğdu. ABD'li boksör, 1985 (Mart)'te yaptığı ilk profesyonel maçında rakibini 1. rauntta nakavtla yendi. 22 yaşında dünyanın en büyük boksörleri arasında adı geçmeye başladı ve kısa bir süre sonra Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonluğu'nu kazandı (1988). 1991'e kadar yaptığı 36 maçı da kazanan Tyson, ilk mağlubiyetiyle Buster Douqlas ile yaptığı karşılaşmada tanıştı.

                Aynı yıl, Amerika Güzellik Kraliçesi'ne tecavüz olayı, Mike Tyson'un skandallar zincirinin ilk ve en önemli halkasıydı. Bu suçtan dolayı hapse giren Tyson, orada müslümanlığı seçti ve Malik Abdülaziz ismini aldı. Cezası biter bitmez, bir barda çıkardığı kavga yüzünden kendisini tekrar mahkemede buluyordu. Yumrukları kadar yasa dışı olaylarıyla da anıldı. Dünya Boks Konseyi (WBC) ve Dünya Boks Birliğinin (WBA) ağır siklet şampiyonluğu ünvanlarını elde etti. 1996'da Holyfield'a yenilerek WBA ünvanını kaptırdı.

                1997'de Evander Holyfield ile yaptığı ünvan maçının üçüncü raundunda rakibinin kulağını ısırdığı gerekçesiyle diskalifiye edildi. İki yıl men cezası alan Tyson'un Ohio eyaletinde ömür boyu boks yapması yasaklandı. Tyson, 1999 yılında tekrar ringlere döndü.

                8 Haziran 2002'de Memphis'te, Lennox Lewis ile Mike Tyson arasında yapılan Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonası karşılaşmasında kazanan taraf Lennox Lewis oldu. Lennox Lewis, karşılaşmada pek varlık gösteremeyen Tyson'ı sekizinci roundda yenerek Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu ünvanını aldı.

                HAKKINDA YAZILANLAR

                Mike Tyson'a acı bir son... Hala 40 milyon dolarlık borcu var...
                Milliyet 13 Haziran 2005

                Adını ilk kez en genç dünya şampiyonu olduğunda duymuştuk Tyson'ın. Sonra skandallarıyla gündeme geldi. Bokstan elde ettiği serveti yok edip borç batağına saplanan Tyson, son maçında yine cebini doldurdu. Yenilen Tyson, 5 milyon dolar, maçında galibi McBride 150 bin dolar aldı.

                Bir dönem spor dünyasının en korkutucu figürlerinden birisi olan Mike Tyson şimdilerde içine düştüğü borç batağından kurtulabilmek için çıktığı ringlerde kariyerinin en zor dakikalarını yaşıyor. Bundan tam 19 yıl önce Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonluğu'na ulaşarak bu unvanı elde eden en genç boksör olan Tyson son olarak önceki gün İrlandalı Kevin McBride karşısında sadece altıncı raunta kadar ayakta kalabildi. Maçın hakemi Joe Cortez altıncı raundun sonunda Mike Tyson'ın maça devam edemeyeceğine hükmedip McBride'ı teknik nakavtla galip ilan ederken bu sonuç McBride dahil herkes için sürpriz olmuştu. Tyson kariyerinde hiçbir ağır sıklet boksörüne karşı galibiyeti bulunmayan rakibini yenemeyeceğini anlayınca altıncı rauntta, rakibine kasten kafa atmış ve İrlandalının kaşını açmıştı.

                Bu maç öncesi son olarak geçen temmuzda ringe çıkan ve o maçta da Britanyalı Danny Williams'a nakavtla yenilen Amerikalı boksör önceki akşam kariyerindeki altıncı yenilgisini yaşadı. Kariyerindeki 50 galibiyetten 44'ünü nakavtla kazanan Mike Tyson maç sonrası bu sporu daha fazla yapamayacağını, şimdiye dek sadece faturalarını ödemek için dövüştüğünü itiraf etti ve boksu bıraktığını açıkladı.

                Maç sonrası hayranlarından böyle bir maçı izlemek için para vermek zorunda kaldıkları için özür dileyen Tyson "Kendimi 120 yaşında gibi hissediyorum. Dövüşerek ve bu kalibrede rakiplere yenilerek bu spora ve kariyerime saygısızlık ediyorum. Sanırım bir daha dövüşmeyeceğim" diye konuştu.

                Bu maçı kazanan McBride sadece 80 bin sterlinin sahibi olurken kaybeden Mike Tyson'ın kazancı 2.75 milyon sterlindi. Amerikalı boksörün halen 40 milyon dolara yakın borcu bulunuyor. Bu borcu kapayabilmek için Tyson'ın yedi maça çıkması gerekiyordu fakat bırakma kararının sonrasında boksörün bu borçları nasıl kapatacağı bilinmiyor. Kevin McBride ise maç sonrası "O çok güçlü bir dövüşçü. Belki de tüm zamanların en iyisi. Bu nokta Mike Tyson için yolun sonu olabilir ama benim için de yolun başı" dedi.

                Yorum

                • fuga
                  Senior Member
                  • 27-08-2004
                  • 6397

                  #83
                  Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                  Ricardo Kaka </B>
                  Ricardo Izecson dos Santos Leite (bilinen adıyla Kaka) 22 Nisan 1982'de Brezilya'da doğmuştur. Günümüz forvet kriterlerine uygun sürat çalım ve sert şutlarıyla son derece başarılı bir futbolcudur. Brezilya'nın Sao Paolo takımında yıldızı parlayan Kaka, 2003 yılında 8.5 milyon € karşılığında Milan'a transfer olmuştur. Şu anda A.C Milan'da oynamaktadır. Forvetin arkasında merkez orta sahada, ofansif orta saha oyuncusudur. Milan'da 22 numaralı formayı giymektedir. Brezilya milli takımının 2002 Dünya Kupası kadrosunda da yer bulan Kaka 2006 Dünya Kupası'nda da Brezilya milli takımı kadrosunda yer almaktadır.

                  Kaka şu ana kadar Brezilya milli takımıyla çıktığı 37 maçta 12 gol kaydetmiştir ve ayrıca dünya kulüplerinin de gözüne girmiştir. Bir çok kişi de merak uyandıran Kaka ismi ise küçük kardeşinin küçüklüğünde gerçek ismi olan Ricardo'yu söyleyememesinden dolayı Portekizce'de Ricardo anlamına gelen Caca kelimesini kullanmasından gelmektedir.

                  HAKKINDA YAZILANLAR

                  Milan'lı yıldız Müslüman oldu
                  Çizme'nin GÖZBEBEĞİ İSLAMİYET'İ SEÇTİ

                  Ülkesinin milli takımında da forma giyen ünlü futbolcu, İslamiyet'i seçmeden önce birçok kitap okuduğunu kaydetti. İşte o yıldız...

                  Brezilya futbolunun yakın zamanda yetiştirdiği en büyük yıldızlardan biri olan Milanlı Ricardo Kaka, İslamiyet'i seçti. Geçen günlerde Kuveyt'e yaptığı bir gezi esnasında Müslüman olduğunu ilan eden Kaka, İslam'ı seçmeden önce birçok kitap okuduğunu belirtti. Kaka yaptığı açıklamada, "Ben Müslüman olmak için doğdum" dedi. Brezilya'da genellikle fakir ailelerin çocukları futbolcu olurken, Kakan'ın ailesi Brezilya'nın önde gelen ailelerinden biri.

                  ensonhaber.com
                  Gncelleme : 17/10/2006 08:19

                  Yorum

                  • fuga
                    Senior Member
                    • 27-08-2004
                    • 6397

                    #84
                    Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                    Martina Navr&#225;tilov&#225; ( 1956) </B>
                    Çek tenisini Ivan Lendl ile temsil eden en ünlü sporculardan biridir. 9 kez Wimbledon Tenis Turnuvasını kazanmış ve bunun dışında 164 kez uluslararası yarışmalarda dereceler almıştır. 1975 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmiştir ve
                    halen yaşamını orada sürdürmektedir.

                    Yorum

                    • fuga
                      Senior Member
                      • 27-08-2004
                      • 6397

                      #85
                      Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                      Bethoven ( 1770)- (1827)
                      Ludwig van Beethoven

                      (Bonn, 1770 - Viyana, 1827)

                      Üzerinde çalıştığı her müzik formunda reform yapan tek besteci olan Beethoven, müzik tarihindeki en büyük isimlerden biridir.

                      Beethoven ailesinin kökleri Belçika’da bulunan Brabant’a dayanır. Dedesi Köln elektörünün hizmetine şarkıcı olarak girince Bonn’a yerleşmiş, daha sonra ise hiç beste yapmamasına rağmen müzik direktörü olmuştur.

                      Alkole karşı olan zaafıyla bilinen Beethoven’in babası Johann da saray müzisyeniydi. Aynı Mozart’ın babasının yaptığı gibi oğlunun yeteneklerini sömürmek istemişti; ancak Beethoven’in güçlü kişiliği buna hiçbir zaman izin vermedi. Daha sonraki donemde Beethoven’ın ihtilalci kimliğinin oluşmasında çocukluğunda gördüğü baskının rolü büyüktür. Beethoven kendisini saray veya aristokrasinin değil bütün herkesin sanatçısı olarak görüyordu. Bu nedenle ömrünün çok kısa bir bölümünde sarayın hizmetinde çalışmış, bağımsız güç olarak kendi ayaklarının üzerinde kalmıştır.

                      İlk müzik eğitimini babasından aldıktan sonra, 1779’da Christian Gottlob Neefe’yle çalışmaya başladı. 1783’te ilk bestesi olan Dressler’in Marşı Üzerine Çeşitlemeler Neefe’nin yardımıyla yayımlandı. 1786’da Viyana’ya yaptığı ziyaretin ardından, annesinin olumu üzerine Bonn’a geri döndü ve Kont Walstein’ın hizmetine girdi. 4 yıl boyunca kontun orkestrasında viyola çaldı.

                      1792 Bonn gezisinde Beethoven’in bestelerini gören Haydn, Ludwig’i beraber çalışmak için Viyana’ya davet etti. Bu davet üzerine Viyana’ya yerleşen Beethoven ölene değin bu şehirde yaşamıştır. Müziğin iki büyük isminin anlaşması kolay değildi. Bu nedenle Beethoven, Haydn ile uzun süre çalışma imk&#226;nı bulamadı. Besteci olarak tekniğini geliştirmek için Schenk’ten, kontrpuan ustası Stephansdom’dan ve Albrectsberger’den müzik tekniği; Salieri’den vokal kompozisyon dersleri aldı.

                      1798 yılında Beethoven işitme problemleri yaşamaya başladı. Bu tarihten itibaren 21 yıl boyunca hiç kimseyle iletişim kurmadı. Ancak 1819 yılına gelindiğinde yazarak insanlarla diyalog kurmaya başladı. 21 yıl boyunca çekilen yalnızlık çok derin acılar yaşamasına neden oldu. Beethoven bütün senfonilerini işitme problemi yaşamaya başladıktan sonra bestelemesi de dikkate değer bir olaydır.

                      Beethoven ömrü boyunca birkaç kadını sevmesine rağmen hiç evlenmemiştir. Bunlar içinde evlenmeye en çok yaklaştığı ve en çok sevdiği Ölümsüz Aşık’tır. Kim olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte bu kadının, Frankfurtlu bir tüccarın karısı olan Antonie Brentano olduğu sanılmaktadır. Sevdiği kişiye kendini bütünüyle veren Beethoven, Diabelli Varyasyonları’nı Ölümsüz Aşkı’na adamıştır.

                      Beethoven her sabah gün ağarırken uyanır, öğlen üçe kadar çalışırdı, Yemeğin ardından yaz, kış demeden kar da yağsa, çok da sıcak olsa mutlaka 2-3 saat süren öğleden sonra yürüyüşlerine çıkardı. Bu yürüyüşler sadece dinlenme ve rahatlama amaçlı değil; ayni zamanda müziği için ilham bulmak içindi. Bunun ardından evine dönen Beethoven, geceleri çok nadiren eserleri üzerinde çalışır, genellikle kitap okurdu. Saat onu geçmeden ise mutlaka uyumuş olurdu.

                      Beethoven hayat boyunca zatürre, tifo, erythema gibi birçok hastalıkla mücadele etmek zorunda kaldı. 1826’da kardeşi Karl ile Gneixendorf’ta yaptığı tatilin ardından Viyana’ya dönüşünde, siroz hastalığı iyice ilerlemiş, yataktan kalkamaz olmuştu. 26 Mart 1827’de hava iyice bozmuş, durmadan yağmur yağıyordu. O sırada akan büyük bir şimşekle Beethoven’in odası aydınlandı. Aynı anda, yumruğunu havaya kaldıran Beethoven’in gözleri birkaç saniyeliğine hayata meydan okurcasına açıldı, ve ardından bir daha açılmamak üzere kapandı. Doktorlar bunun Beethoven’in anlamlı bir hareketi değil, sadece ışığa karşı bir tür refleks olduğunu söylemektedirler. Beethoven yaklaşık 30.000 kişinin katıldığı bir cenaze töreninin ardından Wahring mezarlığına defnedildi. 1888’de ise naaşı Viyana Merkez Mezarlığı’na Schubert’in mezarının yanına aktarıldı.

                      Beethoven’in 9 senfonisi, 5 piyano konçertosu, bir keman konçertosu , bir piyano keman ve çello için üçlü konçerto, 32 piyano sonatı ve birçok oda müziği eseri bulunmaktadır. Sadece 1 opera bestelemiştir. Orijinal ismi Elonore olan Fidelio operası en güzel operalardan biridir. Beethoven’in başarıyı yakaladığı en önemli yapıtları ise senfonileridir. İlk senfonisini 1800 yılında tamamlamıştır. Eroica isimli 3. senfonisini Napolyon’a adamıştır. Bu dönemde Napolyon birçok ülkeyi, o ülkelere bağımsızlık getireceğini vaat ederek işgal ediyordu. Napolyon kendi yazılarında bunun sadece savaşa girdiği ülkenin direncini kırmak için bir taktik olduğunu söyler. Napolyon’un kendini imparator ilan etmesinin ardından Beethoven ithafını geri çekti. 9. senfoni ise gelmiş geçmiş en iyi senfoni olarak değerlendirilebilir.

                      Beethoven yavaş çalışan bir müzisyendi. Üzerinde çalıştığı eseri oya gibi işlerdi. Taslakları incelendiğinde başlangıçta önemsiz gibi görülen çalışmalar, sonunda eşsiz bir esere dönüşür, minuet mükemmel bir scherzo olurdu. Müziği, ifade gücü ve teknik olarak çok üst seviyedir. Daha enerjik ve dinamik eserler üretebilmek için Mozart’ın müziğindeki eleganslıktan uzak durmuştur. Ayrıca Mozart’ın müziğinde pek görülmeyen bilinçaltı dünyası Beethoven’in yapıtlarında önemli bir yer tutar. Eserleri klasik formda olmakla birlikte, özellikle Op. 109 piyano sonatıyla beraber Romantik Döneme geçişi hızlandırmıştır.

                      Hakkında yazılanlar

                      1.Eroika Ludwig Van Beethoven'in Fırtınalı Yaşamı
                      Fan S.Noli
                      Belge Yayınları / Yaşam ve Anılar Dizisi

                      "Beethoven Fransız Devriminin çocuğudur" Romain Roland- Kitabı büyük ilgiyle okudum. Beethoven'le ilgili her şeyi iyi bildiğimi sanırdım. Bu kitapta benim için yeni olan pek çok şey var." Jean Sibelius- Kitabı gerçekten büyük heyecanla okudum... Bu Beethoven literatürüne gerçek bir katkıdır." Thomas Mann- Kitap bir din adamının vaazı ya da bir aziz öyküsü değil, birinci sınıf bir eleştirmenin ve biyografi yazarının yapıtıdır. Başından sonuna büyük bir zevkle okudum." G. Bernard Shaw-

                      Yorum

                      • fuga
                        Senior Member
                        • 27-08-2004
                        • 6397

                        #86
                        Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                        Arif Sağ ( 1945) </B>


                        1945 yılında Erzurum'un Aşkale ilçesi Dağlı köyünde dünyaya gelen Sağ, küçük yaşlarından itibaren saz çalmaya başlar... İstanbul'a gelir ve Aksaray Musiki Cemiyeti'nde Nida Tüfekçi' nin öğrencisi olur. Müzikal altyapısını kısa zamanda oluşturmayı başarır. 1960 ve 70'li yıllar Arif Sağ için müzikte arayış yıllarıdır. (Bu arayış bugünde devam etmekte...) Arif Sağ'ın , bu dönemin toplumsal hareketlerinin müzikle bağdaşan yanlarından çok, piyasadaki ve resmi kurumlardaki müzik uygulamalarına ağırlık verdiği söylenebilir. 60'lı yılların sonunda TRT Kurumuna (İstanbul Radyosu) bağlama sanatçısı olarak başladığı yıllarda Sağ'ın piyasadaki faaliyetleri de devam etmektedir. 45'lik plak dönemi olarak adlandırılan ve yaklaşık 20 yıl devam eden bu sürecin en parlak simalarındandır Arif Sağ... Çeşitli sanatçılara bağlamasıyla eşlik etmesinin yanında, - yine bu dönemde- bestelerini de pek çok sanatçıya okutur. Bununla birlikte kendi çalıp okuduğu plakları da vardır. Yapılan müzik bugünkü terminolojiyle bir tür arabesk- fantazi benzeridir; bestelerinde ise yerel motifleri ( yer yer pasajları) çok sık kullanır. Bu da onun halk müziğinden kopamadığı gerçeğinin bir başka göstergesidir.

                        1976 yılından itibaren Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda (İTÜ) öğretim görevlisi olarak çalışamaya başlayan Sağ, bu görevinden 1982 yılında ayrılarak özel çalışmalara ağırlık verdi. Bir çok ünlü sanatçıya kaset çalışmalarında yardımcı olur. Bu özelliğinin yanında 10'dan fazla kasette sanatçı olarak da ayrıca yer alır. "Muhabbet" serisi, "Resital 1 ve II", "İnsan Olmaya Geldim", "Halay", "Duygular Dönüştü Söze" albümlerinden bazılarıdır.

                        Yukarıda belirttiğimiz gibi halk sanatçılarının tümü anonim bir karakter taşır. Özellikle müzik alanında kişisel renklere ve üstün yeteneklere çok rastlanmasına rağmen, bağlama çalgısında bir ekol yaratan sanatçı sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. İşte bunlardan birisi ve -şimdilik - sonuncusu Arif Sağ'dır. Bağlamaya teknik bakımdan hakim olduğu kadar Arif Sağ'ın icrası yerel tavırlar, repertuar ve duygu bakımından da zenginliklerle doludur.

                        Yorum

                        • fuga
                          Senior Member
                          • 27-08-2004
                          • 6397

                          #87
                          Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                          Bach </B>
                          Johann Sebastian Bach

                          (Eisenach, 1685 - Leipzig, 1750)

                          Gelmiş geçmiş en büyük besteci ve orgculardan biri olan Johann Sebastian Bach, müziğin matematikçisi olarak da bilinir.

                          1685 yılında orgculuk yapan Johann Ambrious’un en küçük oğlu olarak dünyaya gelen Johann Sebastian 10 yaşında yetim kaldı. Bunun üzerine Ohrdruf’a giderek klavye ve org konusundaki ilk eğitimini ağabeyi Johann Cristian’dan aldı. 1700’de San Michel kilisesinde koroda çalışmaya başladı. 3 yıl boyunca bu görevde kaldı. Bu sırada orgcu George Böhm’den çok şey öğrendi. 18 yaşında Arnstadt’taki Neueskirche’ye orgcu olarak atandı. 1707 yılında kuzeni Maria Barbara ile evlendi. En güzel eserlerinden biri olan Re Minör Toccata ve Füg’ü (BWV 565) bu dönemde bestelemiştir. 1708’de Weimar sarayında işe başladı. Dük Wilhelm’in isteği üzerine, daha çok org üzerine yoğunlaştı. 1717’de din&#238; bestelere fazla ilgisi olmayan Anhalt-Köthen Prensi Leopold’un müzik yönetmeni olunca, oda ve orkestra müziğine ağırlık verdi. Birçok keman-piyano, viyola, gamba-piyano sonatı besteledi. Brandenburg Konçertoları’nı da 1721’de Köthen’de tamamladı.

                          1720’de eşini kaybeden Bach, 1721’de 20 yaşındaki Anna Magdelena Wilcken ile ikinci evliliğini yaptı. Bu sırada Köthen’de müziğe olan ilgi azalmış, Bach’in hayat şartları kötüleşmişti. Yeni iş aramaya başlayan Bach, San Thomas kilisesinde koro yöneticisi oldu ve ömrünün sonuna kadar bu görevi devam ettirdi. Bu dönemde 250’nin üzerinde kantat besteledi.

                          1740 yılında gözleri az görmeye başlamıştı. Bunun üzerine Haendel’in de sağlığını berbat eden John Taylor’a iki kez ameliyat olduktan sonra, ömrünün son yıllarını tamamen kör olarak geçirdi.

                          Bach yaşarken, org virtiözü olarak ün yapmıştı, müziği ise eski tarz olarak görüldüğünden, besteci olarak pek sevilmedi. Zamanında Telemann’in ününün yanına bile yaklaşamadı. Günümüzde yüzlerce eserinin yayınlanmasına rağmen, hayattayken sadece 12 eseri basılmıştır. Bach eserlerinin bugün bilinmesindeki en büyük pay ünlü besteci Mendelssohn’a aittir.

                          Bach ömrü boyunca hiç ara vermeden, bitmek bilmeyen bir verimlilikle beste yapmıştır. Müzik tarihinde en çok eser veren bestecilerin başında gelmektedir. Verimliliğini aile hayatında da sürdüren Bach’in 2 eşinden toplam 20 çocuğu olmuştur.

                          Müziği polifonik olarak eşsizdir. Barok olduğu kadar, Rönesans döneminden de izler taşır. Armoni ve melodi mükemmel olarak dengelenmiştir. Bach’in eserlerinde Fransız ve İtalyan müziğinin sentezini bulmak mümkündür. Hayatı boyunca Almanya dışına çıkmamış biri için yakaladığı kozmopolitlik ilginç bir durumdur. İtalyan yanını Vivaldi’nin Almanya’da yayınlanan eserlerini inceleyerek, Fransız yanını ise Almanya’da yaşayan Fransız klavsenci Froberger’den almıştır.

                          Hayatı boyunca opera dışındaki her türde eser vermiştir. Konservatif yapısından dolayı hiçbir yenilik yapmamasına rağmen; çalıştığı her türde en üst seviyeye ulaşmıştır. Wagner’e göre o, tüm müzik tarihindeki en büyük bestecidir.

                          Yorum

                          • fuga
                            Senior Member
                            • 27-08-2004
                            • 6397

                            #88
                            Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                            Aşık Hüdai ( 1940)


                            Aşık Hüdai (Sabri Orak)
                            1940 yılında Maraş’ ın Göksun ilçesinin Yoğunoluk köyünde doğdu. 11 yaşından itibaren irticalen şiir söylemeye başladı. Yaşlı ve usta aşıkların yanında kendisini yetiştirmiştir. Küçük yaşta babasını yitirir. Okumayı yazmayı birçokları gibi Hüdai de askerlikte öğrenir.

                            İki yıl Konya da yapılan aşıklar bayramına katıldı. 1968 yılında şiir dalında birinci olarak Fuzuli ödülünü aldı. 1969 da atışma ve şiir dallarında ikinci olarak Dadaloğlu ve Yunus Emre ödüllerini kazanmıştır. Şiirleri iç dünyasını yansıtır. Tasavvufa yönelmiştir. Şiirlerinde kendine özgü bir incelik ve deyiş güzelliği vardır.

                            DUYGULAR DÖNÜŞTÜ SÖZE

                            Erenler Zehir Getirin
                            Balınan Öldürmen Beni
                            Bağrıma Diken Batırın
                            Gülünen Öldürmen Beni

                            Hiçlik Aleminde Mestim
                            Varlık Sevdasını Kestim
                            Yokluk Benim Eski Dostum
                            Malınan Öldürmen Beni

                            Yar Diyerek Yana Yana
                            Can Teslim Ettik Canana
                            En Yakınım Kıysın Bana
                            Elinen Öldürmen Beni

                            Bir Aşktır Düştü Özüme
                            Yanarım Kendi Közüme
                            Leyla Görünüp Gözüme
                            Çölünen Öldürmen Beni

                            Duygular Dönüştü Söze
                            Yanık Seda İşler Öze
                            Dertli Dertli Vurup Saza
                            Telinen Öldürmen Beni

                            Hüdaiyim Daldım Gama
                            Saldı Beni Demden Deme
                            Asın Kesin Yüzün Amma
                            Dilinen Öldürmen Beni

                            Yorum

                            • fuga
                              Senior Member
                              • 27-08-2004
                              • 6397

                              #89
                              Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                              Alpay </B>
                              HAKKINDA YAZILANLAR

                              Derg&#226;hlı şarkıcı
                              Cemal A. Kalyoncu Aksiyon Sayı: 418


                              Baba soyu, Naziki Dergahı’na dayanan ve soyadını da buradan alan sanatçı Alpay Nazikioğlu, anne tarafı ise ünlü asker sülalesi Hersekli Mehmet Ali Paşa, dolayısıyla Hüsrev Gerede ve Servet Paşa’ya kadar uzanmaktadır. Nazikioğlu; Şanar Yurdatapan, ünlü Mason Üstadı Can Arpaç’la da kuzendir

                              - Sizi Alpay olarak tanıdık. Soyadınızı kullanmamanızın özel bir sebebi var mı?

                              “Evet. Uzun bir soyadı; sonra, böyle bir işle bağdaşacak bir soyad değil. Düşünüyorum da okuldayken son derece şikayetçi idim soyadımdan. Hep yanlış kullanırlardı soyadımı ve bu hiç hoşuma gitmezdi. Büyüdükten sonra o soyadının son derece köklü bir soyadı olduğunu öğrendim. Durup dururken alınmış bir soyadı değil, bunun bir kökeni, anlamı var.”


                              - Neymiş anlamı peki?

                              “Babamın dedesine ya da dedesinin babasına neyse işte, padişah Naziki Efendi dermiş. O çok nazik bir insanmış. Soyadı kanunu çıktıktan sonra bizim aile de bunu soyad olarak almış.”

                              Besteci /şarkıcı Alpay’ın soyadının Nazikioğlu olduğunu çok kişi bilemedi uzun yıllar; bilmeyenlerin sayısı h&#226;l&#226; da çok fazla. Çünkü Alpay, bu soyadını kullanmayı yeğlemedi.

                              Ailesi Naziki Dergahı’ndan

                              Yorumcu/besteci Alpay’ın ‘nazik bir insan’ olarak anlattığı birkaç göbek önceki büyükbabası, Naziki Dergahı’nın da kurucusudur aynı zamanda: “Padişah Topkapı Sarayı’nın yanında bir yer veriyor ona. Naziki Dergahı’nın yeri yurdu belli ama şimdi otel yapılmış oraya galiba. Ben hiç gitmedim fakat Nazikioğlu soyadının köklü, anlamlı bir soyad olduğunu öğrendiğimde hoşuma da gitti. Hatta benim kızım ‘Ben evlendiğimde bu soyadı bende kesinlikle yaşamalı’ diye düşünüyor. Kızım sonunda Naziki Dergahı’na gidecek ama ne zaman gidecek bilmiyorum.”

                              Günü yaşayan bir insan olduğunu söyleyerek, şeceresine dair çok fazla bilgi edinmeyen Alpay Nazikioğlu’un, Naziki Hazretleri’nin soyuna dayanan babası Turhan Cemal Bey, Devlet Demir Yolları’nda bürokrat olarak çok uzun yıllar çalışmış ve buradan emekli olmuş birisidir. Onun da babası Cemal Bey ise çeşitli yerlerde kaymakamlık yapmış bir kişidir: “Kaymakamdı ama ne yapmış bilmiyorum.” Cemal Bey, Behice Hanım’la evlenmiş ve beş çocuk sahibi olmuştur: “Zaten ailede bütün kardeşler Cemal ismini de almışlar. Namık Cemal Nazikioğlu, çok önemli bir hukukçu idi; onun bir küçüğü Ferruh Hanım, —evlendi Anada soyadını aldı; onun bir küçüğü Ezel Cemal Nazikioğlu amcam ise Demir Yolları’nda gar müdürlüğü yaptı. Haydarpaşa Gar’ında bilet alırken portresini gördüm orada. Onun küçüğü de babam Turhan Cemal Nazikioğlu. Kardeşlerin en sonuncusu Semiha Cemal Nazikioğlu. O da hukukçu idi, Maliye Bakanlığı’nda Hazine avukatlığı yaptı.”

                              Sülalede, Alpay Bey’in dedesi Cemal Nazikioğlu kanadından gelenler Cemal Nazikioğlu olarak anılırken, Cemal Bey’in kardeşi kolundan olanlar da uzun yıllar Baydar, sonraki yıllarda da Baydar Nazikioğlu soyadını kullanırlar. Bu koldan gelenlerden, Mehmet Esat Bey’in Fehime Hanım’la evliliğinden doğan Nasuhi Baydar, Fransızca’dan yaptığı çevirileri ile tanınmıştır. Fahrünnisa (Yunt) ve Melek (Nurelgin)’in dışında kardeşlerden bir diğeri de, Alpay Bey’in deyişiyle Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından olan Alaaddin Baydar Nazikioğlu’dur: “Ala diye bilinirdi. Meşhur Bekir, Zeki, Ala üçlüsü... Aile büyüklerim Fenerbahçe’de büyük futbolcular olmuşlar. Dolayısıyla benim de Fenerbahçeli olmam gerekir ama ben takım tutmuyorum.” Kafanızda netleşsin diye kaydediyorum, işte bu Alaaddin Bey ile Alpay Nazikioğlu’nun babası Turhan Bey kardeş çocuklarıdır.

                              Şanar Yurdatapan ve Can Arpaç’la kuzen

                              Alpay Nazikioğlu’nun anne soyu da en az baba tarafı kadar köklü bir geçmişe sahiptir: “Şöyle köklü; annemin dedesinin dedesinin dedesi, neyse, Yugoslavya kralı.”

                              - İsmi nedir?

                              “Onu da bilmiyorum. Ben öyle şeylere meraklı bir insan değilim.”

                              Alpay Nazikioğlu’nun annesi Daime Hanım; Şanar, Oktay, Onur ve Lale (Mansur) Yurdatapan’ın da babaları olan Korgeneral Daniyel Yurdatapan; ünlü Mason üstadı Can Arpaç’ın annesi Emine Danende Arpaç ve ayrı anneden doğan, savcılık yapmış Danış Yurdatapan’la kardeştir. Mevhibe—Servet Paşa çiftinin kızı olan Daime Hanım’ın dedesi de Hersekli Mehmet Ali Paşa’dır. Mehmet Ali Paşa’nın bir diğer çocuğu ise Atatürk’ün de yakın çevresinde bulunmuş Hüsrev Gerede’dir: “Hüsrev Gerede annemin dayısıdır. Onun çocukları var, Selçuk Gerede. Onlarda bu ailenin soyağacı mevcut. Selçuk ağabeyin çocukları Şiva ve Bennu Gerede var.”

                              Mevhibe Hanım’ın hayatını birleştirdiği Servet Paşa ise; muhalefeti sebebiyle, Sultan II. Abdülhamid tarafından Van’a sürülmüş Ferik Hüsnü Paşa’nın oğludur: “Van’a sürgün olup olmadığını bilmiyorum, öyle bir şey konuşulmadı ailede. Ama onun mezarı Van’da. Ve orada çok tanınmış, önemli bir adam.” Albaylıkla tuğgenerallik arasında bir rütbe olan Tuğbay Servet Paşa, Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’le beraber savaşmış ve o savaşta Atatürk’ün göğsündeki saate isabet ettiği için yara almadan kurtulduğu şarapnel hadisesini de anlatan kişidir. Aileden çıkmış, yakın tarihimizde önemli rolü olanlardan biri de Milli Birlik Grubu üyesi Yarbay Sezai Okan’dır: “Sezai Okan’ın babası ile büyükbabam kardeş çocukları oluyorlar.”

                              Aslında yedi göbektir İstanbullu olan Alpay Nazikioğlu, böylesi bir ailenin tek çocuğu olarak, 20. yüzyılın ortalarına doğru Ankara’da dünyaya gelir. Yaz aylarını ailesiyle birlikte İstanbul’da geçiren Alpay, iki yaşlarına kadar yaşadığı hadiseleri hatırlayabilmektedir. O günlerden hatırına gelenlerden biri, babasının ona anlattığı at hikayeleridir: “Babam öyle hikayelerle uyuturdu beni.” Ondaki hayvan sevgisi de buradan kaynaklanmaktadır: “Benim hayatım, 3,5 yaşımdan orta okul sonuna kadar at üstünde geçti. Ankara’da, Saraçoğlu Mahallesi’ndeki çayırlarda ata binerdik. İsmet Paşa da at bindiği için, rastlaşırdık.” Hayatının daha sonraki döneminde, çok uzun süre ayrı kaldığı için ata binmeyi unutan Nazikioğlu, yaşıtlarına göre oldukça yaramaz sayılabilecek bir çocukluk geçirir: “Mesela yakma merakım vardı. Eve misafir gelir —evler sobalı o zaman— üç dakika sonra misafirin kürkü sobanın üzerinde. Akla hayale gelmedik haşarılıklar... Bir sandal gezisinde şemsiyeyi alıp denize atıyordum mesela. Ağaçların tepesindeydim her dakika. Kafam yarılır, gözüm patlar... böyle bir durum.” Bütün bunlara rağmen, baskı yapılmayan, demokratik bir aile ortamında, özgürce büyütülür o.

                              - Yaramazlığın sebebi neydi sizce?

                              “Hiperaktif birisi olmak. Tatminsizlik... Ama her yaşın gereği var. Çocuk çocukluğunu yaşamalı bence. Yaşayamazsa, ileri yaşlarda yaşamaya çalışıyor. O zaman da yakışık almıyor. İnsan her şeyi yaşayabilmeli, hele bir de erkek çocuksa...”

                              Bu yaramazlıklar arasında ilkokula başlayan küçük Alpay, ortaokulu da aynı yerde, Ankara Koleji’nde bitirir: “Orada da korkunç yaramazdım tabii.” Ortaokuldan sonra babası Turhan Bey, onun, ancak devlet okulunda ‘adam olacağını’ düşünerek kaydını önce Atatürk Lisesi’ne yaptırır: “Biz, kızlarla beraber okuduğumuz için çok şık giyinirdik. Orada baktım, hırpani birtakım çocuklar; yamalı pantolonlar, parçalanmış ayakkabılar... Bana böyle uzaydan gelmiş gibi bakıyorlar. Teneffüs oldu, yanağından kan damlayan bir çocuk geldi ve beni bilek güreşine davet etti. ‘Peki’ dedim. Küt diye yendim onu. İyi top oynadığım için hemen sınıf takımına çağırdılar beni. Ertesi gün sınıf maçında 4—5 gol attım. ‘Kolejli kolejli’ diye yıkılıyor Atatürk Lisesi. Orada ismim ‘Kolejli’ idi o zaman.” Alpay Nazikioğlu’nun Atatürk Lisesi’ni kendine uydurması uzun zaman almaz: “Sınıf dünyanın en uslu sınıfı idi. Ben sınıfa uyum sağladığımdan itibaren portakal kabukları havada uçuşmaya başladı. Sınıf tarihe geçti. Ben daha sonra milli takım kamplarına katıldım.”

                              Genç Milli Futbol Takımı’nda

                              Yüzme, Uzakdoğu sporları, koşu gibi branşlarda başarılı olan Alpay Nazikioğlu, futbolda da kısa sürede dikkat çeker ve Ankarademirspor’da futbol oynamaya başlar. Ardından, Gençlerbirliği’nde devam ettirir, profesyonel futbol yaşamını. Böylece, lise öğrencisi iken Genç Milli Futbol Takımı’na seçilir: “Orada, A Milli Takım oyuncularından bir kısmının yaşları, Genç Milli Takım’da oynatılmaları için küçültüldü. Turnuva İzmir’de yapıldı ve ben gol kralı oldum. Ve beni 16 kişilik kadroya seçtiler.” Onunla beraber Fenerbahçeli Akgün, Beşiktaşlı Coşkun Taş, Ercan Ertuğ da vardır kadroda. Kaleyi ise Varol korumaktadır. Kadroya seçilir seçilmesine ancak bu sefer derslerde devamsızlık yapması problem olmaktadır: “Fevziye Abdullah Tansel adında meşhur Sıfırcı Fevziye lakaplı bir hocamız vardı. Çok iyi, çok katı disiplinli bir hoca. Dersi sevmiyorsun yani. Çocuklar dersi kaynatmak için ‘Alpay gol atmış’ falan diye gazeteleri getiriyorlar, bu çıldırıyor. ‘Alpay sınıfta kalacak’ diyor.” Hocanın kendisini sınıfta bırakacağına kesin gözüyle bakan Alpay Nazikoğlu, oradan ayrılır ve Gazi Lisesi’ne geçer. Lise diplomasını, sınıflarını kayıpsız geçtiği buradan alır. Ardından, biraz da babasının isteğiyle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yazılır: “Ailelerin yanlış birtakım yönlendirmeleri, seçimleri var. Ben hukukçu değilim. Hukukçuyum ama hukukla uğraşmadım. Müzikle uğraşıyorum. İlkokulda iken babam bir ağız armonikası getirmişti bana. Ben o ağız armonikası ile ne kadar melodi biliyorsam, hepsini çalıyordum. Şimdi, o ailenin/ailemin uyanıp, beni konservatuara vermeleri lazımdı. Ben herhalde süper bir müzisyen olurdum. Şimdi bana ‘Sen Türkiye’nin en iyi yorumcususun. Artı bir de Türkiye’nin en iyi müzisyeni olsaydın, kötü mü olurdu’ diyorlar. Uyanmamış bizimkiler.”

                              Kendisine kalsa idi mimar olmayı tercih edecek olan Alpay Nazikioğlu’nun, ailesinin ondaki bu müzik yeteneğini fark edememesine rağmen, sanatsal yanları da gelişim gösterir bir taraftan: “İnsanın içinde, dünyada yapabileceği birtakım şeyler var. Önemli olan, insanların, o içlerindeki yetenekleri harekete geçirmesi. 1980’lerin sonuna doğru bir tarihte, biraz rahatsız olduğum için evde kalmak durumunda idim. Birkaç günden sonra sıkıldım ve kızımın evdeki profesyonel yağlı pastelleri ile resim yapmaya başladım. Beğenenler oldu. Benim de hoşuma gitti. Sonra yağlıboya yapmaya başladım. Koleksiyonerler çok para verdi ama ben satmadım. Resim bittiği zaman nasıl yaptığıma ben de şaşıyorum ama... Ben ressam değilim. Mesela bir tane resimli roman yaptım şimdi. Demek ki insan, zamanı geldiğinde içindeki birtakım şeyleri harekete geçirebiliyor.”

                              Alpay Nazikioğlu, tam da burada, eğitimin Türkiye’deki kalitesizliğinden ve insanları asıl olmak istedikleri değil de başka alana itmesinden yakınıyor: “Resim ve müzik toplumların yaşamında çok önemli. Hele müzik... Toplumları, dinledikleri müziklere göre tasfiye ediyorlar. Kaliteli müzik dinleyen çağdaş, kötü müzik dinleyenler ilkel diye. Doğru bir kıstas. Çünkü, hayatın her anında ve her alanda var müzik. Sonra evrensel bir dil. Sen şimdi lisedeki öğretimle müzisyen yapamayacağına göre müzikten anlayan, iyi ve kötüyü değerlendirebilen bir toplum gayreti içinde ol. Multi trilyoner bir arkadaşın evine gidiyoruz. Evinde aşşağılık bir resim... Ancak manav dükkanında görürsün o resmi. 500 milyon liralık bir çerçeve yaptırmış ve asmış. Resimden anlasa o resmi duvarına asmazdı mesela.”

                              Milli Birlikçi Sezai Okan da aileden

                              Hukuk fakültesinde derslere girmeyen, sadece imtihan olduğu günlerde ders çalışan ‘tembel’ öğrenci Alpay Nazikioğlu, hukuk eğitimini kazasız ve belasız bitirir ve ‘Eylülde Gel’mek zorunda kalmaz. Nazikioğlu, hukuk fakültesinde iken, Türkiye’de de tarihi bir olay vuku bulur: “27 Mayıs 1960 İhtilali, bir demokrasi hareketi idi. Yapılmış tek askeri harekettir. Ondan sonra yapılan askeri hareketlerle eş değerde tutuluyor bugün. Hiç ilgisi yok. Ondan sonra yapılanlar bana göre faşizan hareketlerdir. 27 Mayıs’ın ne Kenan Evren’in, ne de başkalarının yaptıkları ile ilgisi yok. 27 Mayıs’ı yapanlardan, akrabam da olan bir tanesine (MB Üyesi Sezai Okan) dedim ki ‘Bak, biz hukuk okuyoruz. İhtilal güçle yapılan bir şeydir. Başarıya ulaştığı anda da meşrudur. İhtilalin kanunu budur. Siz neyin muhakemesini yapıyor, neyin meşruiyetini kanıtlamaya çalışıyorsunuz.’ Fakat daha sonra hukukçular onları yönlendirdi. O Köpek, Bebek Davaları saçma şeylerdi.”

                              Demokrat Parti’nin, uygulamaları ile buna zemin hazırladığını düşünen Nazikioğlu, o ihtilali gerçekten yaşayanların, gerçekleri yazmadıklarını ve söylemediklerini de düşünmektedir bugün.

                              Bir ülkenin yasalarla yönetilmesinin, o ülkenin hukuk devleti olduğunu göstermediğini; Türkiye’ye hukuk devleti diyebilmek için yasaların hukukun ruhuna uygun olması gerektiğini, bu olmadığı için de, Türkiye’nin hukuk devleti sayılamayacağını söyleyen Alpay Nazikioğlu, okula devam ederken yapmayı düşündüğü halde, sırf bu sebeplerden dolayı, hiç avukatlık yapmaz. 16 yaşında başlayıp, bir zaman sonra babasının ona söylediği şu sözler nedeniyle futbolu da devam ettirmez: ‘Oğlum, çok başarısız bir sporcusun. Yarın Fenerbahçe ile maçınız var, sen eve 4’te geliyorsun. Sonunda sen bu işi yapamazsın. Başarı; eğer Allah bir adama dünya çapında bir yetenek vermişse, o adam Türkiye çapında başarılı olabilmişse o demek değildir. Sen çok yetenekli bir adamsın ama önem vermiyorsun. Ya dans et, eğlen, ya da spor yap.’

                              Alpay Nazikioğlu, kararını verir. Lise yıllarında, arkadaşları arasında söylediği özellikle yabancı şarkılarla bilinen Nazikioğlu, kuzenini dinlemek üzere gittiği bir programda, kuzeninin talebi ile orada bir şarkı söyler, o da sahnenin arkasından. Böylece, onun için sanat yaşamı başlamış olur. İlk kez 1964 yılında, hukuk fakültesinin son sınıfında iken, Ankara’daki Büyük Sinema’da sahneye çıkar: “O ana kadar hakkımda bir sürü spekülasyonlar yapılıyordu. ‘İşte bu adam çok çirkin, cüce, kambur. Onun için kendini göstermiyor’ diye. Oysa ki ben meşhur olmak istemiyordum. Benim söylediğim şarkılar Türkiye’de bir numara oluyordu. (Hakikaten de, o dönemlerde yerli/yabancı şarkı listeleri ayrı olmadığından ilk üç sırada hep Alpay’ın yorumladığı şarkılar yer alır, onun ardından da ünlü Beatles sıralanırdı.) Sokakta yürürken ‘İşte Alpay’ denmesi bana bir şey ifade etmiyordu. Kim ne derse desin, aldırmıyordum yani.” Kendisini çok uzun süre gizleyemediği için sahneye çıkan Alpay, mikrofon tutmasını dahi bilmemektedir:

                              “Sahneye çıktığımda mikrofon tutmasını da bilmiyordum. Her şeyiyle o kadar muhteşem bir konserdi ki, onlar benim acemiliğimi üzerimden aldı. O dönemde konser biletleri 2,5 lira iken bizim konserin biletleri 25 lira idi. Satışa sunulduğu günün ertesinde karaborsaya düşerdi biletler.” Alpay Nazikioğlu, 1964’te başlayan sahnedeki hayatını neredeyse 40 yıldır başarıyla devam ettirir. Fecri Ebcioğlu’nun Eylülde Gel’i başta olmak üzere Ayrılık Rüzgarı, Maria, Senin İçin gibi dillerden düşmeyen beste ve yorumlar da müzik tarihindeki yerini alır: “Valla bir ayırım yapmak istemiyorum onlar arasında. Belki 50’den fazla şarkım Türkiye’de bir numara oldu ama ben kendimi, şunu mu yapsam daha çok satar ya da daha çok beğenilir diye hiç şartlandırmadım. Kendi zevkimi, kendi içtenliğimi yansıttım. Kendi sevdiğim şeylerin toplumla da paylaşılmış olması bana hem gurur hem de büyük mutluluk verdi, veriyor da. Ama yaptığım bir şeye esir olup da onun gölgesinde hiç yaşamadım. Ben yeni şeylerin peşinde koşan bir insanım.”

                              - Nelerden besleniyorsunuz daha çok?

                              “Aşktan besleniyorum tabii ki ama illa aşktan beslenmek için oturup da birtakım fırtınalı aşklar yaşamak gerekmiyor.”

                              - Evliliklerinizi konuşalım biraz da. Üç evlilik yapıyorsunuz...

                              “Dört tane.”

                              - İsimlerini alabilir miyim?

                              “Hayır. İsim de söylemem. Boşver. Dördüncü evliliğim sürüyor, o kadar.”

                              - Üç çocuğunuz var biliyorum, doğru mu?

                              “Doğru. Onları da konuşmayalım.”

                              Askerliğini de 1966 senesinde Mamak Muhabere Okulu’nda yapmaya başlayan Alpay Nazikioğlu, ardından Milli Savunma Bakanlığı’nda görevlendirilir: “Ankara’da kalmak istiyordum. Tayinim Savunma Bakanlığı’na çıktı. Tabii ki torpille. O zaman herkes torpil yaptırıyordu.” Milli Savunma Bakanlığı Halkla İlişkiler Grup Başkanlığı İş ve İşçi Münasebetleri Şubesi Kısım Amiri olarak askerliğini bitiren, gidecek vakit bulamamasına rağmen sinemayı özel meraklarının başında sayan Nazikioğlu, spor ve şimdilerde resim yapmayı da bu listeye eklemektedir: “Sosyal konularda birtakım şeyler okuyorum ama çok fazla okuyan bir insan olduğum söylenemez. Müzik tabii bende hep aşk olarak yaşamıştır. Müziğe muhtaç olmadan yaşamak için çok uğraştım. Ancak o da beni müziğe bağlı kıldı.”

                              Son sözü de yine Alpay Nazikioğlu’na bırakalım: “Sonu düşünmek kötü bir şey. Çünkü kimse ölmek istemiyor. Herkes hayata dört elle sarılmış ama herkes de dört nala ölmek için çabalıyor. Çünkü herkesin birtakım beklentileri var gelecekten. Onun için ne dönüm noktası düşündüm hayatımda, ne de köşe dönmeyi. ‘Helal olsun’ deyip yaptığım, trilyonlar tutarında yardımlar var. Ondan da pişman değilim. Çünkü hayat geliyor, geçiyor, gidiyor kardeşim. Haysiyetle yaşamak önemli olan.”

                              AÇIKLAMA

                              Bizim soyumuzda Sabetaylık yoktur

                              Sayın Mahmut Çetin Bey,
                              X İlişkiler ve Boğaz’daki Aşiret isimli kitaplarınızı okudum. Bazı yanlış bilgilendirmelerin ve gazete, magazin dergileri kaynaklı kitaplarınızdaki bilgilerin gerçek ve makbul arşivlerin incelenmesi sonunda ortaya çıkmadığına emin oldum.

                              Bendeniz, Şanar, Lale, Alpay, Can ile ata birliği olan bir kişiyim. Çok şükürki, bizler Osmanlı'dan başlıyarak (15'ınci yy sonlarından) bu yana Bosna Hersek'in mavi ve yeşilini, al zemin üstündeki ay ve yıldızla bezemiş insanlarız. Geçmişimizden hiç bir zaman kaçmadık. Bogomil kökenli bir Boşnak olduğumuzu da asla unutmayarak bu milletin asli unsuru olarak o'na bağlı kaldık.

                              Bildiğiniz gibi Osmanlı Dünya devleti olmasını topraklarına Bosna’yı 1463te Hersek'i de 1480’de katmasıyla başlamıştır. Bosna ve Hersek Osmanlı için bir serhat eyalet ve askeri karargah olmuştur. Osmanlı'nın Fatih Sultan Mehmet'ten Karlofça Andlaşması süresindeki hemen hemen tüm sadrazamları Bosna Hersek kökenlidir. Bosna Hersekliler Avrupalıların adlandırdıkları gibi "Türk'ten daha Türk" tür. Bu zaman dilimi içinde ve sonraları Anadolu’da. Osmanlı tebaası içindeki hangi millet bu özelliği taşır. Bogomil kökenliler "boşnaklar" İslam’ın bayrağını yaklaşık 600 yıldır taşımaktadırlar. Onların İslam anlayışı Bektaşilikten başlıyarak 1826’dan sonra Nakşibendilikle sonuçlanır. Ama bu dergahların şu andaki Bektaşi ve Nakşibendi dergahları ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Her iki dergahta özünü Ahmet Yesevi’den alır.

                              Alpay'ın baba tarafı Naziki’dir. Aile bu dergahın kurucularındandır. Hepizin ata dedesi Galip Ali Paşa Rızvanbegovic-stocevic tir. (İstoliçeli Ali Paşa). O'nun aile kökeni ise bogomil güney slavdır. Ailenin başlangıcı Mürtedan Paşadır. Bu aile dünya genetik literatüründe (Obrenknezevic-Mahmutbegovic-stoceic) diye geçer. Ailenin Kavalalı, Tepedelenli, Sokollu ve en son Mısır Burci çerkez sultanı Kansu Gauri ile kan bağı vardır.

                              Aile eski Bosna krallığındaki mevcut 12 asil aileden biridir. Galip Ali Paşa Rızvanbegovic Sultan 2'inci Mahmut tarafından Osmanlıya bağlılığı ve Kavalalı İbrahim Paşa’yı Kütahya önlerinde durdurmasının mükafatı olarak ödüllendirilmiş kendisi Bosna Hersek dışında hiç bir görevi kabul etmeyince Hersek Bosna’dan ayrılarak 18 sene bağımsız vezaretle kendisine verilmiştir. 1851’de Osmanlı yanlış bilgilendirme sonucu (Serasker Ömer Lütfü Latas Paşa tarafından) görevden alınmış padişahın haberi olmadan katledilmiş, tüm mal varlığına Latas Paşa tarafından el konulmuş ve bu yanlışlık 4 sona sonra anlaşılıp aileye iadei itibar edilmiştir.

                              Bizim soyumuzda Sabetaylık yoktur.

                              Aile genelde Mevlevi veya Nakşibendidir. 28-30 Nisan arası Çanakkale 18 Mart Üniversitesinde yapılacak "Uluslararası Bosna Hersek Sempozyum"unda Galip Ali Paşa'nın vakfiyesi ve vasiyetnamesi de açıklanacaktır. Bu vasiyetname 20. yy İslam anlayışının en kabul edilir belgesidir. Bu yazılı belgede olduğu gibi; Bizler "Haktan gelenin halka gitmesi" ve "Hak için halkla beraber olmak" düsturlarıyla yetiştik.

                              Galip Ali Paşanın 4 kızı ve 4 oğlu vardır. Kızları Habiba (Divan Şairlerimizden), Şakire, Emine ve Uma Hanımdır. Erkek çocukları ise Zülfikar Nafiz Paşa (ki bunun oğlu Hersekli Arif Hikmet=Divan Şairimiz ve Kamil Paşadır.) İkinci oğlu.Elhac Hafız Mehmet Rıdvan Paşa’dır. Ankara, Amasya, Urfa Mutasarrıflığı yapmış ve Osmanlının en sıkışık döneminde Mostar Mutasarrıfı yapılmış ve Osmanlı bir gecede Bosna Hersek'i Avusturya’ya bırakıp çekilince felç geçirmiştir. Hastalığından dolayı Anadolu’ya dönemeyen bu paşaya Avusturya hükümeti ölünceye kadar general maaşı bağlamış ve ölünce Mostar’da askeri merasimle top atışları arasında Karagöz Camiine gömülmesini sağlarken Avusturyalı generalin söylediği sözler bugün tüm arşivlerde kayıtlıdır. "Ölen asker düşmanımızdı O bir Osmanlı idi. Ama önemi yok O'çok şerefli bir askerdi. Bunun için bu merasimi yapıyoruz."

                              Üçüncü oğlu Rüstem Beydir. (Miralay) aynı zamanda Rifat mahlası ile yazan Divan şairidir. Bir kızı vardır. Hasene Hanım ondan olan torunlar şu anda Bursa’da şerefli ve onurlu hayat sürmektedirler. Galip Ali Paşa’nın 1948’de doğan 1903’te Erzurum’da ölen en küçük oğlu Ferik Mehmet Ali Paşadır. Hanımı Mahinur Hanım’dır. Mahinur Hanım, Yüksel Söylemez’in annesi Saliha Hanım’ın halasıdır. Ferik Mehmet Ali Paşa ve Mahinur Hanım’ın 2 kız dört erkek evlatları olur. Kızları Mevhibe (Fatma Münire) bu hanım Ferik Hüsnü Paşanın oğlu Servet Paşa (tugbay rütbeli) evlenir ve ondan Korgeneral Mehmet Daniş (Daniyel) Yurtatapan (bunun çocukları: Şanar, Oktay, Onur, Lale ) olur.

                              Dana Yurdatapan bu kişi değerli bir hukukçudur eşi Nezihe hanımdır.( evlatları Birsen ve Fatma) Emine Danende Hanım bu Mehmet Halit Arpaçla evlidir (bir oğlu vardır: Can Arpaç) Ayşe Daime bu da Nazikioğlu Turhan Cemal Bey’le evlidir (oğlu şarkıcı Alpay).

                              Ferik Mehmet Ali Paşa’nın ikinci kızının ismi Ayşe Fahriye’dir. Kocası Albay Halil Nasır Berkay’dır. Bunun da 4 çocuğu vardır. İbrahim Adnan Berkay, A.Mehmet Ali Berkay, Lamia Nezahat Berkay. Ferik Mehmet Ali Paşa’nın en büyük oğlu. Abdülhat Mehmet Ali’dir. (Benim anneannemin annesinin babası olan İsmail Bey’in babasıdır) Abdülhat Bey’in 1'inci eşinden tek oğlu İsmail Bey’dir. İsmail Bey’in eşi Fatma Hanım’dır. Fatma Hanım, Rıdvan Bey’le Zübeyde Hanım’ın kızıdır. Rıdvan Bey, Galip Ali Paşa Rızvanbegoviç’in kendisinden büyük iki abisinin torunudur. Bu iki abinin adı tarihte Hacı Mustafa Bey (İstoliçe kaptanı) ve Hacı Mehmet Ali Bey (Hacun) olarak geçer. Hacı Mehmet Ali Bey’in karısı Kavalalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı Fatma Hanım’dır. Rıdvan Bey’in karısı Zübeyde Hanım da Galip Ali Paşa’nın kızı Uma Hanım’la meşhur Boşnak beyi Mehmet Firdus'un çocuklarıdır. Bu hanımefendi anne ve baba tarafından tam Boşnaktır. Rızvanbegovictir.

                              İsmail Bey’in tek evliliği vardır. 2 oğlu Ali Namık ve Ömer olmuştur. Alp soyadını taşırlar ve kızları Nazife Hanım ve Vasfiye Hanımdır.( Nazife Hanım benim anneannem Abide Hanım’ın annesidir. Kocası ise yine meşhur bir Boşnak ailenin oğlu olan Yusuf Bey’dir. Yusuf Bey’in annesi Devlet Hanım’dır ve Devlet Hanım Bosna’nın büyük ve asil ailelerinden Babiçler’in kızıdır. Yusuf Bey ise Bosna’nın meşhur ailelerinden Kadiç'lerdendir. (Alikadiç de denir) Vasfiye Hanım'ın kızı Nedime Hanım tarafından ise Ahmet Tarık Tekçe, Necip Tekçe ve Cemil Tekçe gelir. gördüğünüz gibi ailede sabetaycı değildir. Ferik Mehmet Ali Paşa’nın, ikinci oğlu Besalet Gerede’dir. Çocuksuz vefat etmiştir. Soyadı Yatağan’dır. Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayi Milliye’de büyük hizmetleri olmuştur.

                              Üçüncü oğlu Ahmet Ziya (üç evlilik yapmış birincisi Nazife Hanım bundan oğlu Ali Rıdvan, ikinci eşi Zehra Hanım bundan kızı Emine Fethiye Sarper. Üçüncü eşi Zahide Tozan bundan çocukları Zeynep Vedia Bayman, M. Galip Tozan, Süleyman Faik, Ayşe Refiye Sezen’dir.)

                              Ferik Mehmet Ali Paşa’nın son oğlu da Hüsrev Gerede’dir. Kendisi Ali Kemali Bey’in kızı Lamia Hanım’la evlidir. 2 oğlu olmuş. Faruk ve Selçuk… Selçuk, Canan Gerede ile evlidir. Şima ve Bennu kızlarıdır.

                              Sayın Mahmut Çetin Bey,
                              Kitabınızda ayrıca dikkat ettiğim başka bir noktada Ferik Mehmet Ali Paşa’dan Hersekli diye bahsetmeniz. Hersekli tanımlaması bölge olarak doğru ama aile lakabı olarak yanlıştır. Hersekli lakabı en son Hersek dükü Stephan Hersek ve ailesinin kullanabileceği bir lakaptır. Bu aile İslamiyet’e geçtikten sonra Hersekli olarak anılmışlardır. Bunlardan biri de Dük'ün oğlu Sadrazam Hersekli Ahmet Paşa’dır. Başka bir konu da gerek Ferik Hüsnü Paşa’dan gerekse Ferik Mehmet Ali Paşa’dan Sultan Abdülhamit’e karşıtlıklarını belirtirken suçlar bir ifade kullanmanız. Sizin de bilmek zorunda olduğunuz gibi Osmanlı Sultanları kafese girip sarayda yaşamaya başladıkları andan itibaren Osmanlı’nın çöküşü başlamıştır. Çünkü sultanlar veliahtlarını da eğitilemez olmuşlardır. Sultan Abdülhamit de kafeste çok uzun süre yaşayan vehimi literatüre hastalık olarak geçmiş bir sultandır. Ve sultanlığının ilk 5 yılında yaptığı hatalar ve İngiliz yanı politikası ile Osmanlı’yı ne denli zorlukların içine soktuğu tüm dünyanın malumudur. Osmanlı askeri teşkilatında padişahla farklı düşünen paşalar her zaman olmuştur. Ama bu onların vatanseverliğinden hiç ödün vermez. Çünkü Mehmet Ali Paşa Osmanlı’nın en son zamanlarında Yenipazar’daki tüm askerlerin komutanıdır. Yine kendisi Ermeni isyanlarında Erzurum’daki redif alayının ve Muş'un komutanıdır. Zor şartlarda görev yaptığı Erzurum’da 1903’te vefat etmiş olup Murat Paşa Camii avlusunda gömülüdür. Erzurum’da eli açıklığı, vatanseverliği, hoşgörüsü ve dini inancı ile Erzurum halkı ve bölgenin tarihini yazan tarihçilerce takdir edilir.

                              Demek istediğim kısaca şudur. Bizler tüm Rızvanbegovic torunları Bosna Hersek’in mavi ve yeşilini al zemin üzerindeki Ayyıldız’la bezemenin onurunu taşımaktayız. Atalarımızın bogomil kökenli güney slav olmasından hiç gocunmayarak bu vatanın asli unsuru olarak şerefle bu bayrağı 550 senedir taşıyoruz.

                              Evet ben de müslüman olmayan bir beyle evliyim. Ama bu benim dini inancıma ve bu Cumhuriyetin çocuğu olma hasletimi engellemez.
                              Sonsuz saygılarımla…
                              Hacer Mirgül Eren Griffe

                              Yorum

                              • fuga
                                Senior Member
                                • 27-08-2004
                                • 6397

                                #90
                                Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                                Barış Manço ( 02.01.1943)- (31.01.1999) </B>
                                2 Ocak 1943 yılında İstanbul&#180;da dünyaya geldi.Sahnelerle ilk kez 1958 yılında Galatasaray Lisesi&#180;nde öğrenciyken tanıştı.Galatasaray Lisesi&#180;ni bitirdikten sonra yüksek öğrenimini tamamlamak için Belçika&#180;daki 'Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi&#180;ne gitti.

                                Grubu 'Kurtalan Ekspres' ile beraber Türkiye&#180;de ve yurtdışında birçok ülkede konserler verdi.Yaptığı 200&#180;den fazla beste sayesinde 12 altın ve 1 platin albüm kazandı. Ayrıca bu besteler Arapça, Japonca, Farsça, İngilizce ve Fransızca gibi birçok dile çevrilerek farklı sanatçılar tarafından yorumlandı.

                                Manço&#180;nun şarkıcı ve besteci kişiliği, sunucu ve program yapımcısı kişiliğiyle de birleşerek ortaya herkesin çok sevdiği 'Barış Manço' çıktı.Ekranların en sevilen eğlence ve kültür programlarından biri olan '7&#180;den 77&#180;ye', ilk olarak 1988 yılında TRT1&#180;de yayınlanmaya başladı.
                                'Türkiye&#180;nin Evliyası' lakabını da kazanan sanatçının, 'Barış Manço Live In Japan' (1996) adlı albümü, Japonya&#180;daki konserinin canlı kayıtlarının olduğu bir albüm . Bu albümün özelliği, Manço&#180;nun bizlere veda etmeden önce yayınladığı son albüm olmasıydı.Ancak ne yazık kı, 40 yıllık sanat hayatının en sevilen parçalarını yeniden düzenlediği 'Mançoloji ' adlı albümünün piyasaya çıkışını kendisi göremedi. 311 Ocak 1999 tarihinde İstanbul'da öldü.

                                DİSKOGRAFİ:
                                Dünden Bugüne (1971)
                                Barış Manço 2023 (1975)
                                Ben Bilirim (Sakla Samanı Gelir Zamanı) (1976)
                                Barış Mancho (1976)
                                Sarı Çizmeli Mehmet Ağa (Yeni Bir Gün) (1979)
                                20. Sanat Yılı Disco Manço (1980)
                                Sözüm Meclisten Dışarı (1981)
                                Estağfurullah Ne Haddimize (1983)
                                24 Ayar Manço (1985)
                                Değmesin Yağlı Boya (1986)
                                Sahibinden İhtiyaç (1988)
                                Darısı Başınıza (1989)
                                Mega Manço (1992)
                                Müsadenizle Çocuklar (1995)
                                Live In Japan (1996)
                                Mançoloji (1999)
                                Barış Manço 2000 (2000)


                                Devlet sanatçiligindan seref madalyasina ünvanlari sunlardir:

                                Türkiye Cumhuriyeti: Devlet Sanatçisi - Ankara (1991)
                                Hacettepe Üniversitesi: Onursal Doktora- Ankara (1991)
                                Soka Üniversitesi: Uluslararasi Kültür ve Baris Ödülü- Tokyo, Japonya (1991)
                                Belçika Kralligi: Leopold II Sövalyesi Nisani Brüksel- Belçika (1992)
                                Fransiz Kültür Bakanligi: Edebiyat ve Sanat sövalyesi Nisani Paris, Fransa (1992)
                                Türkmenistan Cumhurbaskanligi: Türkmen Vatandasligi Askabat, Türkmenistan (1995)
                                Pamukkale Universitesi: Onursal Doktora- Denizli (1995)
                                Min-On Vakfi: Yüksek Seref Madalyasi Tokyo, Japonya (1995

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X