Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • fuga
    Senior Member
    • 27-08-2004
    • 6397

    Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

    Onno Tunç ( 1948)- (15.01.1996)
    Onno Tunç Müzisyen.
    Asıl adı Ohannes Tunçboyacı...
    Onno Tunç, isminin kısaltılmışı...

    Türk pop müziğine besteci ve aranjör olarak eserler kazandırdı.

    1996 yılında Bursa’dan Yalova’ya dönerken, bindiği özel uçağın Selimiye köyü yakınlarına düşmesi sonucu hayatını kaybetti.

    Annesi Valentin Tunç Boyacı, kardeşi Arto Tunç, kızları Ayda ve Selin’dir.
    Sanatçının ilk eşi, Canan Ateş’tir.

    Yorum

    • fuga
      Senior Member
      • 27-08-2004
      • 6397

      Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

      Sezen Aksu ( 13.07.1954) </B>



      13 Temmuz 1954'de İzmir'de doğdu.Ziraat fakültesindeki öğrenimini yarıda bırakarak profesyonel sarkıcılığa başladı.1970'lerin ortalarında 'Kaybolan Yıllar', 'Gölge Etme' gibi sarkılarla yıldızı parladı. Şarkılarının çoğunu kendi besteledi. Bazılarının da sözlerini yazdı. İlk kez 1979'da sinema oyunculuğu denedi.- Minik Serçe- oyunculuk yeteneğiyle dikkat cektiği, 'Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra' adlı muzikallerdeki 'Sen Ağlama 'Geri Dön', 'Dağlar Dağlar' gibi şarkılarla ününü perçinledi. Sonraki 'Git' kasetiyle zirvedeki yerini aldı. Türk pop muziğinin en güçlü seslerinden Sezen Aksu, Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Levent Yüksel, Tilbe gibi bir zamanlar vokalistliğini yapmış gençleri pop muziğimize kazandırdı.Üç kez evlendi ve bir çocuk annesi...

      Sezen Aksu'nun albümleri: Serçe,Ağlamak Güzeldir, Firuze, Sen Ağlama, Git, Sezen Aksu '88, Sezen Aksu Söylüyor, Gülümse, Deli Kızın Türküsü, Işık Doğudan Yükselir, Gül Bahçeleri, Düğün ve Cenaze, Adı Bende Saklı, Sarı Odalar(Ben Seni Çok Sevdim Oplum)

      Dillerden düşmeyen bazı şarkıları: Kaybolan Yıllar, Gölge Etme, Yak Bir Sigara, Firuze, Hata, Ağlamak Güzeldir, İkinci Bahar, Dilimin Ucunda Kelimeler, Geri Dön, Tukeneceğiz, Git, unzile, Değer mi Hiç, Sarışınım, Bir Çocuk Sevdim, Seni İstiyorum, Şinanay, Gidiyorum, Belalım, Hadi Bakalım, Gülümse, Masum Değiliz, Deli Kızın Türküsü, Tenna...


      HAKKINDA YAZILANLAR

      BEBEK SEZEN
      Fen öğretmeni Şehriban Hanım ile matematik öğretmeni Sami Bey, Denizli'de tanışıp evlenirken, dünyaya gelecek çocuklarını disiplinli bir şekilde yetiştirmeye karar verirler... Şehriban Hanım ağır bir hamilelik dönemi geçirir, doktorların bütün ısrarlarına rağmen çocuğunu aldırmaz. 13 Temmuz 1954’de Fatma Sezen Yıldırım dünyaya gelir... Çocukluğu dünyaya geldiği Denizli Sarayköy'de geçer Sezen'in... Annesi ve babasıyla birlikte yaşadığı, Sarayköy'deki derenin yanındaki iki katlı o evi hiç unutamaz...sezen

      SEZEN... CÜCE BELA
      Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda o iki katlı evi ve çok sevdiği anneannesini şöyle anlatıyor...'Alt katta Huriye teyzem otururdu... Üst katta ise anneannemle biz... Babamla annem, aldıkları eğitim gereği bana karşı hep mesafeli dururlardı... Bir yaıma kadar saçım yok, kabak kafalı bir Sezen 'dim... Bir tek dudaklar gene böyle, iri etli dudaklar... Beni epey özgür bırakmışlardı... Nasıl bırakmasınlar ki, adım 'Cüce Bela' ya çıkmıştı... İlle de dikkat çekeceğim... Hiçbir şey yapamasam, durduk yerde düşüp bayılırdım... İnsanlar benimle ilgilensinler diye neler yapmazdım ki... Habire evden kaçardım mesela... 10 yaşımda makyaj yapardım... Annemler bir ara benimle ilgili olarak çok çaresiz kalmışlar. Beni kendi halime bırakma kararları da ondan sonra kendiliğinden gündeme gelmiş zaten.'

      YARAMAZ KIZ
      Çocukluğunda "acaip bir yaratık" olduğunu söyleyen Minik Serçe, bebekken bir gün annesinin yün yumaklarından kendisine meme yapmış ve eve ziyarete gelen kaymakam düşüp, bayılıvermiş. 10 yaşında makyaja başlayan Sezen, daha o zamandan haftada bir saçını değişik renklere boyamaya başlamış. Çocukluktan şöhret olmayı kafasına takan Sezen, İzmir'in bütün sokaklarında şarkı söyler, milleti başına toplarmış. Konak - Köprü arasındaki troleybüste aralıksız şarkı söylediğini söyleyen Sezen, bir gün bütün durakları es seçen şoförle biletçinin açığa alınmasına neden olmuş.Annesi ve babasının O'na hiç dokunmamış olması; belki de gençliğinde her on beş günde bir dikkat çekme amacıyla intihara kalkmasına neden olmuştur. Bu ten temasının yoksunluğuna karşın, Sezen ailesinin kendisine güven ve sevgiyi sonsuz bir güçle hissettirdiğini söylüyor. O'na göre, yalnızca sevgilerini gösterme şekilleri farklıydı.

      KARA KUZU
      Sezen Aksu'nun yaramazlıklarındaki en önemli müsekkini anneannesidir... Nadire Hanım eski Osmanlı kadınlarından, karizmatik ve etkileyicidir... Ve Sezen onun 'kara kuzu'sudur... Ancak, Sezen'in yaşadığı ilk ve en önemli acı da onunla ilgili olur ne yazık ki... Sezen hayatı boyunca unutmaz, unutamaz o acıyı...'Çok özel bir kadındı anneannem. Mücadele içinde yaşamış, hayatı tırnaklarıyla kazımış. Annem henüz altı yaşındayken dedem ölmüş, çiftlikteki tüm işler onun üzerine kalmış. Her şeyi, tüm yükü göğüslemiş. Tam bir hanım ağa... At binen bir kadın. Zeki, ileri görüşlü. 'Doğurdum diye sevmem evladımı, faziletli olması gerek, sevgiyi hak etmesi gerek' derdi. Kişiliğimde derin izleri var onun. 14 yaşımdaydım. İlk acımı onunla yaşadım. Elimi tutarken öldü. 'Elimi ovar mısın?' dedi ve ben ağlamaya başladım. Bana 'kara kuzum' derdi. 'Kara kuzum ağlama, üzülürüm. Dilerim sen de benim gibi mutlu gidersin' dedi. Dua ederken, nefesi kesildi. O gece anneannemin yanında uyudum, hiç korkmadım.'

      KARA KUZU BÜYÜYOR
      Büyüme çağında sanatın bütün dallarına ilgi duyan Sezen, resim, tiyatro, dans dersleri alır. Lise hayatında kendini iyice müziğe verir fakat yükseköğrenim için Ziraat Fakültesi'ni seçer. Aynı yıllarda İzmir Radyosu sanatçılarının dersler verdiği İzmir Radyosu Sanatçılar Derneğine girer ve dört yıl aralıksız, iki yıl aralıklı altı yıl süreyle Türk Sanat Müziği eğitimi alır.

      PROFÖSYÖNELLİĞE İLK ADIM
      1970'te "Hafta Sonu" gazetesinin açtığı Altın Ses Yarışması'nda 6. olan Sezen Ziraat Fakültesi'ne ikinci sınıfta eldeva der, çünkü aklı,fikri ve yüreği müziktedir. Bir süre sonra da Yeşil Giresunlu'dan, ilk plağını yapması için teklif alır. 1975'e girerken piyasaya çıkan 'Haydi Şansım' adlı bu 45'lik plak, sadece 50 tane satar.'Moralim çok bozulmuştu... Çünkü o ilk plağımdan kendim ve yakınlarım almıştı sadece... Kimbilir, belki de dağıtımı iyi yapılamamıştı...' Sezen'in daha sonra Kusura Bakma, Gölge Etme, Yaşanmamış Yıllar, Vurdumduymaz, Olmaz Olsun gibi parçalarla yıldızı parlar. 1976 yılında Bebek Belediye Gazinosu’ nda ilk kez sahne alır.Sezen 'in ilk filmi 1979 yılında Bulut Aras ile başrolleri paylaştığı Minik Serçe olur. Serçe'nin ikinci ve son filmi ise 1990 yılında Ferhen Şensoy'la oynadıkları "Büyük Yalnızlık"tır... Sezen son olarak 2000'in sonlarında ATV'nin sevilen dizilerinden İkinci Bahar'da Sezen Aksu rolüyle yer alır.

      ARTIK SEZEN AKSU VAR
      1982 yılının ilk haftasında Şan Müzikholu'nda "Sezen Aksu Aile Gazinosu" adlı müzikali sahnelemeye başlar. Sahnede 7 tipi canlandıran Sezen Aksu; Adile Naşit, Şener Şen, Ayşen Gruda, Altan Erbulak gibi usta tiyatrocularla aynı sahneyi paylaşır. Yine aynı yıl, bugün en iyi klasikler arasında yer alan "Firuze" albümü çıkar. Ancak o yıllarda eleştiriler pek de iç açıcı değildir. Ama kim ne dersin Türkiye'de artık Sezen Aksu gerçeği vardır...

      TELLİ DUVAKLI
      10 Temmuz 1981’de Beşiktaş Evlendirme Memurluğu'nda telli duvaklı Sezen Aksu ile beyaz smokinli Sinan Özer evlenir. Sezen Aksu'nun nikah sırasında Mithat Can'a 4.5 aylık hamile olduğu gündeme gelir. 11 Kasım 1981'de Mithat Can doğar ve bundan iki yıl sonra da bu evlilik son bulur. Ama dostlukları tıpkı diğer eşleri Hasan Yüksektepe, Engin Aksu ve Ahmet Utlu da olduğu gibi asla bitmez...

      MÜZİĞİN ZİRVESİNDE
      1984, 1986, 1988 ve 1989 yılında çıkardığı albümlerle yükselişine hızla devam eder Sezen. 1991 yılında çıkan "Gülümse" albümü çok farklıdır. Albümde bulunan bütün parçalar hit olur ve hepsi klasikler arasına girer. Albümdeki "Hadi Bakalım" ın Avrupa'da çıkan single'ı, klibi olmamasına rağmen iyi bir satış grafiği çizmeyi başarır. Sezen Aksu artık müziğin zirvesindedir.

      KAHPE KADER
      Minik Serçe (Sezen Aksu'ya Minik Serçe adını rahmetli gazeteci Yavuz Gökmen takmıştır) 31 Mayıs 1994'te kaybettiğimiz Uzay Heparı ve 16 Ocak 1996'da kaybettiğimiz Onno Tunç'tan büyük yara alır.Tam 17 gün oturduğu yerden kalkmaz, kımıldamaz, gözleri bir noktada öylece kala kalır... Derken birden resim yapmak gelir içinden... Tuvalin üzerinde beliren siyah beyaz resimdeki kişi, Onno Tunç değil, ona 'kara kuzum' diyen anneannesi Nadire Hanım'dır... Sezen’in hayatında çok önemli yerlerde olan bu üç kişinin terkini Sezen uzun süre kabullenemez. 6 ay evden çıkmaz...'Resim yapmak iyi geldi... Ama bu arada hep düşündüm, düşündüm... Sonra bir gün aynaya baktım ki, saçlarım bembeyaz olmuş... Aslında beyaz saçlar da yakışıyor bana... Farklı bir görüntü...'

      ONNO TUNÇ
      Sezen 1999 yılında bir gazetenin yaptığı röportajda Onno Tunç'la bir hatırasını şöyle anlatıyor... 'Sabah saatlerinde başladık tartışmaya Onno'yla. Akşam oldu, hala tartışıyoruz. Ağlamaktan gözlerim şişti. Evlerimiz de karşılıklı... Döne döne tartışma, kavga... Sonunda bu geldi, kapımı tekmelemeye başladı. Birden yukarı fırladım ve Smith Wesson marka silahımı kaptım.Ne diyorsun sen Onno! diye namluyu doğrultup kapıya fırlayınca, bu adeta ışınlandı... Yok oldu birden... Zigzaklar çizerek kaçtı... Ben onu duvar dibine sindi sandım... Meğer karayoluna fırlamış, koşuyor... O halini görünce, ben de asfalta çıktım, gülmekten sırtüstü uzanıp debeleniyorum asfaltta. Nasılsa o korkuyla uzun süre geri dönmez dedim, içeri girdim...Meğer o akşam Levent civarında beş ev soyulmuş. Polis gece karanlığında panik halinde koşan Onno'yu görünce 'Hırsız budur mutlaka' diyerek hemen enselemiş. Doğru karakola... 'Ben Onno Tunç'um' demiş ama karakoldaki hiçbir polis tanımamış bunu... Kavga ettiğimiz için benim adımı da verememiş... Sabahı karakolda etmiş... Derken, onu tanıyan bir polis gelmiş sabah... Sevincinden polisin boynuna sarılmış... Ancak o zaman salıvermişler... Bir daha kapımı hiç tekmelemedi!'

      PRODÜKTÖR SEZEN
      Sezen Aksu vokalistlerine albümler yaparak onlara birer star olma yolunu da açar. Sezen'in bize ilk tanıttığı kişi Aşkın Nur Yengi'dir. 1990 yılında prodüktörlüğünü üstlendiği Aşkın N. Yengi'nin ilk albümü, "Sevgiliye" albümü, milyona yakın trajıyla büyük bir başarı sağlamıştır. Prodüksiyonunu üstlendiği ikinci kişi Sertab Erener olur. "Sakin Ol" albümü, yine büyük bir satış başarısıyla Sezen'in bir prodüktör olarak da ne kadar büyük işler yapabileceğini gösterir.Sertab Erener'in albümünden bir kaç ay sonra Levent Yüksel'in albümü "Med Cezir" piyasaya çıkar. Şarkılar ilk aylarda kimsenin dikkatini çekmez ancak, bir kaç ay sonra farkedilen albüm bir milyonu aşan tirajı ve klasikler arasına şimdiden geçen birbirinden güzel şarkılarla Sezen'in prodüktörlükteki başarısını bir kez daha kanıtlar.

      TANRI KRALİÇEYİ KORUSUN
      Sezen 1991'den sonra çıkardığı bütün albümlerle çok dikkat çeker, çok eleştirilir. 1995 yılında türkü ve Anadolu atmosferiyle, 1996 yılında başka sanatçılara verdiği şarkıların bir derlemesi ve Onno Tunç'a adanan “Düş Bahçeleri”yle, 1997 yılında yine çok değişik bir tarzla Goran Bregoviç ile çalışarak karşımıza çıkar Sezen. 1998 ve 2000 yılında çıkan albümlerde de yeniliklerine devam eder. Belki de bütün bunlar Kraliçe 'nin zirve keyfini çıkarmasıdır...

      MİTHAT CAN
      Sezen oğlunu ne kadar çok sevdiğini şu cümleyle çok iyi açıklıyor.‘Benim oğlumu sevdiğim kadar, beni seven olmadı...’Minik Serçe'mizin oğlu Mithat Can Özer 11 Kasım 1981 doğumlu. Özel Atanur Oğuz Lisesi'nden mezun oldu. Şimdi ise Londra Music Schooll 'da okuyor Mithat Can. Sezen babaannelik hakkında ise şöyle diyor:'Mithat Can’ın bir aşk bebeği yapmasını isterim ve ona ben bakarım.

      Yorum

      • fuga
        Senior Member
        • 27-08-2004
        • 6397

        Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

        Sadettin Kaynak ( 1895)- (03.02.1961)


        Hoş Sad&#226; "Son Asır Türk Musikişinasları" yazarı İbnülemin Mahmut Kemal İnal kitabında Sadettin Kaynak'ın özgeçmişini, sanatçının göndermiş olduğu mektubu aynen koyarak yayınlamıştır. Hafız Hacı Sadettin Kaynak, Fatih Camii Müderrislerinden Ali Al&#226;üddin Efendi' nin oğludur. Taşkasap semtinde Lütfipaşa Mahallesinde doğmuştur. İbnülemin doğum tarihini 1885 olarak vermiştir.

        Mustafa Rona ve Yılmaz Öztuna doğum tarihini 1895 olarak belirtmişlerdir. 12 Ekim 1950 tarihli Resimli Radyo Dünyası dergisinin 17 nci sayısında ki bir söyleşide S.Kaynak doğum tarihini; "Çapa' da Lütfüpaşa' da 311 tarihinde [1893] dünyaya gelmişim" diye açıklar. Aynı söyleşide anne ve babasının Karadeniz kökenli olduklarını da belirtir. Sanatçının ölümünden 12 gün sonra yayınlanan 16 Şubat 1961 tarihli Hayat Mecmuası'nda Orhan Tahsin , S.Kaynak'ın vasiyetini açıklar. 16 aralık 1958 günü hazırlanan vasiyetin son bölümünde şunlar yazılıdır: " Peygamber 63 sene yaşadı. Ben de 63 yaşındayım. Allah' dan diliyorum ki bu sene öleyim. Tamam altı yıl oldu felç geleli. Bu senenin sonunda altı sene dolacak". Sadettin Kaynak bu belgenin hazırlanışından 3 yıl sonra ölmüştür. Kendi beyanındaki iki yıllık 311 (1893) fark, büyük bir olasılıkla, Hicri takvimin Miladi takvime hatalı çevrilmesinden doğmaktadır.

        Sesinin güzelliği ve musikiye olan yakınlığı küçük yaşlarda dikkati çekmiş, Hafız Melek Efendi' den dini musiki , ilahiler öğrenmiş, Darüşşafaka muallimlerinden Kazım Bey' den (Kazım Uz) ve Kasımpaşa Küçükpiyal&#234; Camii imamı Hafız Cemal Efendi' den ve Neyzen Emin Dede' den (Yazıcı) faydalanmıştır. Aldığı yoğun dini eğitim sonunda Hafız olmuş ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi' ni bitirmiştir. Sultanselim ve Sultanahmet Camii başimamlığı ve hatipliği de yapan besteci yaşamını, İbnülemin' e yazmış olduğu mektupta şöyle anlatmaktadır.

        Hafız Melek Efendi beni tatmin etmiyordu. Kasımpaşa'da Küçükpiyale Camii imamı olan Hafız Cemal Efendi' ye devama başladım. Bu zattan da müteaddit [çeşitli] duraklar, ilahiler ve dört beş fasıl meşk ettim. İlk geçtiği eser Tab'i Mustafa Efendi' nin Beyati Semaisi "Çıkmaz deruni dilden efendim mehabbetin" dir. Bu zat da beni tatmin etmemeğe başladı. Zekai Dede'nin çıraklarından Darüşşafaka'lı Kazım Bey'e intisap ettim; bu zattan çok nadide eserler meşk ettim. İlk meşk ettiğim eser s&#226;b&#226; k&#226;r-ı natığıdır. O esnada Sultanselim başimamlığına t&#226;yin olundum. Artık hocalara devamın güç olacağına kanaat getirerek kendi kendime notayı öğrenmeye başladım. Evvela bildiğim eserlerin üzerinden notasını okumaya çalıştım, müteakiben [sonradan] bilmediğim eserlerin notasını çözmeğe, daha sonraları bestelediğim eserlerin notasını yazmaya başladım. 1926 tarihinde Berlin'e gittim. Yolda avukat Ali Şevket namında bir zata rastladım. Bana kendisine ait olan " Hicranı elem sinei pürhunumu dağlar" mısraiyle başlayan güfteyi verdi. Bunu aynı yolculuk sırasında Hüzzam makamında besteledim.* Pathe, Columbia, Odeon firmalarına plak doldurdum. Balkan Muharebesi sıralarında Darülfünun Ul&#251;m-i Şer'iyye şubesine bilimtihat [sınavla] girdim. Mektebi ikmal etmeden [bitirmeden] askere gittim. Diyarbakır' a ihtiyat z&#226;biti [yedek subay] olarak gönderildim. Mardin'de, Diyarıbakır'da, Mamuretülaziz "Elazığ"da ve Harput' da bulundum. Buralarda halk mu*****ini esas kaynaklarından tetkik ettim. Müteaddit vesilelerle [çeşitli nedenlerden dolayı] Milano'ya, Viyana'ya ve Paris'e seyahatler ettim. Buralarda da Garp [Batı] mu*****iyle yakından temas ettim. Paris'te konser verdim [1930].
        İstanbul'a döndükten sonra film mu*****i bestelemeye heves ettim. Mısır'dan getirilen 85 adet filmi musikilendirdim. Her filmde 10 ila 20 tane eser mevcut idi. 5 sene müddetle İpekçi Kardeşler film şirketine bağlı kaldım. Bu esnada yerli filmler için eserler de besteledim. Yerli filmlerden Allahın Cenneti'nde, Arap filmlerinden Leyla İle Mecnun da film sahasında ilk bestelerimi verdim. Bu esnada rahmetli Atatürk beni çağırttı. Bir Kur'anı kerim verdi. İmzasını koydu. Kur'anı Kerimde muharebeye müteallik [savaşa dair] ayetlerin tercümelerini tesbit ederek, ordu kumandanlarına bir nutuk vermemi emretti. Hazırlandım. Atatürk'ün karşısında, Ordu kumandanlarının hazır bulunduğu bir mecliste bu emri yerine getirdim. Atatürk "Yahu, Kur'anda neler varmış da bizim haberimiz yok" dedi. Müteaddit defalar birçok vesilelerle Atatürk'ün huzuruna kabul olundum. Feridun Fazıl Tülbentçi' nin yaptığı Yavuz Sultan Selim Ağlıyor filminin bestesi esnasında nezf-i dimağiye duçar olarak [ beyin kanaması geçirip] felç oldum. 2 sene evvel 1953 tarihinde Sultanahmet Camiine ikinci imam tayin olunmuştum.
        Hafız Sadeddin Kaynak, uzun süren hastalığı sonunda 3 Şubat 1961 günü vefat etti. Vasiyeti üzerine Merkezefendi mezarlığına gömüldü. Vasiyetinin son bölümü şöyledir. Bu evde benim bir pardesüm, iki kat elbisem, bir bavulum, bir radyom, bir buzdolabım var. Bunları Gülfiye' ye [eşi] bırakıyorum. Benim evimde birikmiş param yoktur. Emri hak vaki olduğu zaman Sıraserviler'de ki apartmanımın* 1, 3, 9 numaralı dairelerinden kiralar alınıp cenazemin teçhiz ve tekfinine [kefenleme işlemi] sarf edilsin. Cenaze namazım Nuruosmaniye Camii Şerifinde kılınsın. Merkezefendi' de kabrim hazırdır. Kabir taşımı Gülfiye yaptırır. Yazılacak şey şudur : Sultanselim Camii Şerifi Başimamı ve Sultanahmet Camii Şerifi İkinci İmamı ve h&#226;tibi meşhur bestek&#226;r Hacı Hafız Sadettin Kaynak'ın ruhuna fatiha.
        *Bu yazının taslakları okuyan Muammer Karabey, sayfanın arkasına şöyle bir not koymuş. Aynen yayınlıyorum. C.Ünlü... "Dostum Ayhan Atakan merhum, bu apartmanda Hafız Sadettin Bey'in kiracısı imiş. Ondan öğrendiğime göre Hafız S. Kaynak bu binayı varlık vergisi sırasında zor duruma düşen Rum asıllı bir şahıstan satın almış. Eski sahibini kiracı olarak kabul etmiş ve ölünceye kadar kira almamış. M. K."

        Yorum

        • fuga
          Senior Member
          • 27-08-2004
          • 6397

          Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

          Volkan Konak ( 1967)
          1967 yılında Trabzon’un Maçka ilçesinde doğdu. İlk orta ve Lise Eğitimini Maçka ‘da tamamladıktan sonra, İstanbul Teknik Ünüversitesi Türk Mü*****i Devlet Konservatuarına girdi. 1988 yılında Konservatuarı bitirip aynı yıl İstanbul Teknik Ünüversitesinde Sosyal Bilimler Master Eğitimine başladı. Karadeniz Müziğini Evrensel Müzik formlarıyla buluşturarak, özgün bir yapıda yeniden şekillendiren Volkan Konak, İlk albümü Efulim’i 1993 yılında yaptı. Albüm başta Karadeniz halkının ve müzikseverlerin beğenizini ve ilgisini kazandı daha sonra 1994 yılının Ekim ayında Gelirmisin Benimle adlı albümünü hazırladı.ve askerlik görevi nedeniyle bir süre çalışmalarına ara verdi.

          Askerlik görevini tamamladıktan sonra hemen üçüncü albümü Volkanik Parçalar’ın çalışmasına başladı. Üç aylık çalışmadan sonrada bu albüm Müzikseverlerin beğenisine sunuldu. Volkan konak 1998 yılının Nisan ayında kendisi tarafından kurduğu Kuzey Müzik Prodüksiyon isimli firmasından Pedaliza isimli Albümünü Müzikseverlerin beğenisine sundu. 1993 yılından bu yana Albüm çalışmalarında yaklaşık elli adet bestesini sergilemiş ve bu çalışmalar sonunda Gazeteciler Cemiyeti, çeşitli vakıf ve dernekler tarafından yılın sanatçısı seçildi.1997 yılınıda Politika dergisi tarafından yılın en iyi Müzik sanatçısı seçildi. Volkan Konak’ın 1993 yılında ürettiği bir bestesinin tüm dünya hakları Kuzey Müzik Prodüksiyon ile Fransız prodüktör Alain Finet tarafından yapılan sözleşme sonucunda Alain Finet tarafından satın alındı. Bu beste İspanyolca olarak tüm dünyada yayınlanmak üzere single olarak çıkarılacaktır.

          2000 yılında Şimal Rüzgarı adlı albümünü DMC’ den çıkararak dinleyicilerine ulaştırdı. 2003 yılı Aralık ayında 3.5 yıl aradan sonra yine DMC etiketiyle yayınlanan Maranda isimli albümü ise büyük beğeni toplayarak 2004 e müzik dünyasının iddiaları yapımlarından biri olarak girdi.

          Cerrahpaşa

          Ah gurbet zalim gurbet
          Ağlatırsın adami
          Gözümde yaş kalmadi
          Biraksana yakami

          Vay seni Cerrahpaşa suyundan içmem
          Bi dahaki seneye
          Yolcu da gelup geçmem

          Yaş akar gözüm sızlar
          Ne kalur gerisine
          Herkesun bir derdi var
          Durur içerisinde

          Doktorlara böyle dediler
          Ayrılık defterini
          Elimize verdiler

          Doktorlar da ne bilir
          Ciğerun acisini
          Cerrahpaşa'ya koydum
          Canumun yarisini

          Yorum

          • fuga
            Senior Member
            • 27-08-2004
            • 6397

            Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

            Zeki Müren </B>


            6 Aralık 1931 tarihinde Bursa’da doğdu. Bursa'da başladığı orta öğrenimini İstanbul'da Boğaziçi Lisesi'nde tamamladı. İstanbul'da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Süsleme Bölümü Sabih Gözen atölyesinden mezun oldu. Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarından başlayarak pekçok kez sergiledi.

            Zeki Müren, Bursa'da tamburi İzzet Gerçeker'den aldığı solfej ve usul dersleriyle musiki bilgileri öğrenmeye başladı. 1949'da, Boğaziçi Lisesi'nde okurken Agopos Efendi (sinema yönetmeni ve senaryo yazan Arşavir Alyanak'ın babası) ile udi Kirkor'dan aldığı derslerle de musiki eğitimini sürdü. Daha sonra, fasıl mu*****ini iyi bilen ve geniş bir repertuvarı olan Şerif İçli'den çeşitli eserler meşk etti; Refik Fersan'dan, Sadi Işılay'dan, Kadri Şençalar'dan yararlandı.

            1950'de sınavla İstanbul Radyosu'na girdi. İstanbul Radyosu’nda 1951'de, canlı olarak yayımlanan bir programda ilk radyo konserini verdi ve bu konseri çok beğenildi. Bundan sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak okumaya başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi.

            Zeki Müren 600'ü aşkın plak, kaset, CD doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar'ın "Bir muhabbet kuşu" güfteli şarkısıdır. Müren 1955'te, "Manolyam" adlı şarkısıyla Türkiye'de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü'nü kazandı. Zeki Müren Türkiye'de en çok konser veren ses sanatçısıdır. Bir yılda yüz konser verdiği dönemler olmuştur.
            İki yüz dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği "Zehretme hayatı bana c&#226;n&#226;nım" mısraıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. "Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu" (suzin&#226;k), "Manolyam" (kürdilihicazk&#226;r), "Bir demet yasemen" (nihavend), "Gözlerinin içine başka hayal girmesin" (nihavend) güfteli şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır.

            Zeki Müren 1954'te Beklenen Şarkı adlı filmde sinema oyunculuğuna başladı. Büyük bir ticari başarı kazanan bu filmden sonra şarkılarının çoğunu kendisinin bestelediği on sekiz filmde daha oynadı. 1955'te de Arena Tiyatrosu'nca sahneye koyulan Çay ve Sempati adlı oyunda da baş roldeki oyuncuydu. Ayrıca 'Bıldırcın Yağmuru' isimli bir şiir kitabı da vardır.

            Zeki Müren kalp rahatsızlığı ve şeker hastalığı yüzünden 1980'den sonra sahne hayatından ve musikiden uzaklaştı. Bodrum'daki evine kapandı, münzevi bir hayat yaşadı. 24 Eylül 1996 Çarşamba günü, TRT İzmir Televizyonu'nda kendisi için düzenlenen tören sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. Mezarı, doğum yeri olan Bursa'da Emir Sultan Mezarlığındadır.

            Hakkında yazılanlar

            1.Zeki Müren
            Nalan Seçkin
            Bilgi Yayınevi

            “Zeki Müren'in ölüm haberi Türkiye gündemine bomba gibi düştü. İlk aşamada kimse inanamadı, fakat gerçekti. Her faniyi bekleyen son onu da 24 Eylül 1996 Çarşamba günü saat 20.59'da TRT İzmir Televizyonu'nun makyaj odasında yakalamıştı. Aslında Azrail'le, bant çekimi yapılan stüdyoda, yüze yakın medya temsilcisinin gözleri önünde selamlaşmıştı ama, kuvvetle olası ki, kendine özgü nezaketi ve tane tane sözcükleriyle can alıcıya yalvardı: "Burada olmasın n'olur!”

            Yorum

            • fuga
              Senior Member
              • 27-08-2004
              • 6397

              Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

              Zülfü Livaneli ( 1946)



              Ömer Zülfü Livaneli 1946 yılında Konya Ilgın’da doğdu. Sinemaya ilgisi özgün film müzikleri yapmakla başladı. Hikaye kitapları yazdı. Çeşitli ülkelerde konserler verdi. Yorumuyla uluslararası üne sahip oldu. Yer Demir Gök Bakır'la yönetmenliğe başladı (1987).

              Önemli filmleri (besteci):Otobüs (Tunç Okan), Sürü (Zeki Ökten), Hazal (Ali Özgentürk), Yılanı Öldürseler (Türkan Şoray), Yol (Şerif Gören)-Yönetmen: Sis (1988).

              HAKKINDA YAZILANLAR

              Zülfü Livaneli:‘Hayatımı kültüre adadım
              Ünal Bolat
              Türkiye 2 Aralık 2000

              Dünya Değişirken
              Gazetedeki köşemin adı da Dünya Değişirken... Ben değişime çok açık bir insanım ve dünya değişiminin rotasını çizen insanlarla da arkadaşım. Gorbaçov’la da çok yakın arkadaşlığım var. Bunlar dünyayı değiştirmiş insanlar. Bunlarla yıllardan beri görüş alış verişi içerisindeyim. Benim söylediğim şey şu. Ben gerek gençliğimde gerek politik yaşamla ilgilendiğimden beri hiçbir zaman Sovyetler Birliği hayranı olmadım. Oradaki sistemi tasvip etmedim. Komünist partililerin dikta rejimiyle yönettiği ülkelere hiçbir yakınlık duymadım. Ben ilk başta düşündüğümü şimdi yine savunuyorum. Neydi bu: “Bu dünyada sömürü alçakça bir şeydir. İnsanların sömürülmemesi lazımdır. Çalışan insan emeğini alması lazımdır. Ülkelerin birtakım zenginler tarafından soyulmaması lazımdır. Bir de kültürün insan yaşamında çok seviyeli bir şekilde yer tutması gerekir.” Ben hayatını buna adamış bir insanım. Ben kültür adına mücadele verdim. Kültürün insanlar tarafından gündelik hayatlarında yudumlanması gerekir. Benim görüşlerim buydu yine aynı görüşleri savunuyorum.

              21. yüzyılı da ıskalayacağız
              1920’lerde çok umutlu başlamıştı Türkiye Cumhuriyeti. Bugün geldiğiniz noktaya bakın. Yunanistan’ın yaşam kalitesi bakımından 65 basamak altındayız. Ama bütün zihinler h&#226;l&#226; devleti ele geçirip kamu kaynaklarını soymak, yandaşlarına paylaştırmakla meşgul. Bundan başka bir şey yok. İşte bunlar, bizi geleceğe umutlu bakamayacak hale getiriyor. Biz 20. yüzyılı ıskaladığımız gibi, 21. yüzyılı da daha fazla ıskalamaya aday haldeyiz. Çünkü aradaki farklar açılıyor. Bugün İngiltere önümüzdeki 20 yıl içinde Hindistan’dan 75 bin bilgisayar mühendisi alacak. Bunun anlaşmasını yapıyor. Hindistan bütün okullarında eğitimini bu bilgisayara göre yönlendirdi. Büyük bir insan gücü oluşturuyor. Bu bakımdan, Toffler benim çok yakın arkadaşımdır. Bütün dünya bu beyinden, bu fikirden yararlanır. Onu zamanın Başbakanı Demirel’le de görüştürmüştüm. On yıl önce bize çok güzel bir teklif yapmıştı. “Slikon vadisi kapsamında Türk şirketleri girişimde bulunsun. Belki şirketler belli bir para kaybedebilir ama hiç olmazsa bu teknolojiyi ülkenize transfer edebilirsiniz” demişti. Bunu o zaman Demirel’e iletmiştik. Ama ne yazık ki aile fotoğraflarından bu gibi işlere vakit yoktu. Olmadı da...

              Sanatçı mı afyon mu?
              Sanatçı denilen, bilmem bir gecede kırk milyar alan, toplumu eğlendiren oyalayan kimselere sanatçı deniliyorsa ben öyle sanatçı değilim. Türkiye’de son yıllarda göze çarpan bir gelişme var. Bu toplumun sorunları çok ağır, giderek de ağırlaşıyor. Devlet kaynakları soyuluyor.Yurttaşların bu devlette hiçbir söz hakkı yok. Dört yılda bir onlardan oy alıp bırakılıyor. Onların fikirlerine sözlerine hiç önem verilmiyor.Sağlık sistemimiz çöküyor, eğitim sistemimiz çöküyor. Ülkenin geleceğine ait kaygılar yoğunlaşıyor. İnsanlar yaşam güçlüğü içinde. Bu durumda bir ülkede insanların siyasete ağırlıklarını koymaları ve zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan bu sisteme katlanamamaları gerekir. Ama bu insanlara afyon gibi bir eğlence sistemi sunuyor özel televizyonlar. Birtakım üç dört tane mankenin aşk ilişkilerine, o gece kiminle yatıp kalktığına, hangi arabayla nereye gittiğine kilitlenmiş bir eğlence şekli var. Bunu da sanat dünyası diye adlandırıyorlar.

              Sanat dünyasına girenler
              İşte böyle, gece aleminde barlarda dolaşan, çapraşık ilişkiler içinde olan, cinsel kimlikleri de tartışmalı tuhaf tuhaf insanlar giriyor. Ve bunların maceralarını oturup 60 milyon insana gece gündüz seyrettiriyorlar, okutuyorlar. Bundan başka insanların bir şey düşünmesini imk&#226;nsız hale getiriyorlar. Çocukları böyle yetiştiriyorlar artık. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de çok hazin bir manzara var gerçekten. İnsanlar kendi sorunlarıyla ilgilenemiyorlar. Onun bedeli olarak da o görevi üstlenenlere, işte ayda kırk milyar falan veriyorlar. Ayda kırk milyar lira kazanan, otellerin kral dairelerinde kalan, ne iş yaptığı hangi kabiliyeti olduğu, topluma ne gibi katkısı olduğu şüpheli birtakım yaratıklar; onun dışında kendi inim inim inlediği halde, kendi derdini unutup bunlara bakıp avunan bir halk; buna da sanat dünyası diyen bir medya. Bu bir tesadüf değildir. Bir model oluşturuluyor. Bu toplum modeli içinde bazıları öne çıkartılıyor ve toplum uyuşturuluyor. Bugün toplumun temelini oluşturan milyonlarca memuru işçiyi köylüyü esnafı emekliyi açlık sınırının altına iteceksin, bir avuç insanı daha zengin hale getireceksin. Bunun bir mekanizması olması lazım. Yoksa süpapları patlar bu ülkenin. Bunun patlamamasının bedelini de biz enayilik vergisi olarak o mankenlere, o tırnak içinde “sanatçı” dediğimiz kişilere ödüyoruz.

              Kimseye özentim yok
              Eğer Türkiye’de gerçekten sanatla uğraşıyorsanız para kazanamazsınız. Benim eğer sömürülmemiş olsaydım, altınım teriyle kazandığım çok param olması lazımdı. Türkiye’de otuz yıldır benim kasetlerimin girmediği ev yok gibidir. Ya da benim parçalarımı Zeki Müren’den İbrahim Tatlıses’e Sezen Aksu’dan Bülent Ersoy’a kadar okumayan insan kalmamıştır. En azından o bestelerimden kazanmam lazımdı. Ama hayatımız korsan kasetle uğraşmakla geçti. Korsan kasetçiler sattılar. Bir yandan telif hakları yayası çıkmadı. Bu arada benim bir tek para kazanma yolum vardı. O da neydi? Gazinolara çıkmak, içkili yerlerde şarkı söylemek. Ben de hayatım boyunca bunu reddettim. Bir tek kere bile öyle böyle yerlerde bulunmadım. Ücretsiz halk konserleri yaptım. Hiçbirinden para almadım. Sonunda işte geçinmek için çalışmak zorundayım. Ayrıca bir özentim falan da yok. Öyle insanın değerini kullandığı arabanın ya da oturduğu semtin ya da üstündeki giysinin kalitesinin oluşturmadığını düşünüyordum. Kalitesini başka değerler belirler. O bakımdan da benim bir zenginlik merakım zaten yok.

              UNESCO’dan büyükelçilik
              1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO yani Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu bana bir büyükelçilik verdi. Bir de Genel Direktör danışmanlığı görevi verdi. 1996’dan beri Birleşmiş Milletlerin kırmızı pasaportum var. Bu günlerde bu seyahatlerin çok
              olmasının bir nedeni de bu görevim.

              Böyle bir affa karşıyım
              Af yasası kamuoyunda tasvip görmüyor. Eğer bir ülkede demokrasi varsa yani halkın egemenliği varsa, beğenmediği yasaları tekrar gözden geçirirsiniz. Halk, bu af yasasının bazı bölümlerinden memnun değil. Bir kere şöyle bir yanlışlık var. Devlet kendisine karşı işlenen ve adına düşünce suçu denilen suçları af kapsamına almıyor. Onun dışında trafik kazası suçundan tutun da her türlü şeyi içine koyuyor. Hatta af konusuna banka soygunlarında adı geçenleri de ilave etmek istediler. Oysa kamuoyunun en hassas olduğu konular bunlar. Sonra herkes kendi adamını affettirmeye çalışıyor. Dolayısıyla bence bu af Türkiye’ye huzur getirmeyecek. Tam tersine zaten yitirilmiş olan adalet duygusunu daha da yitirmeye sebep olacak. Zaten kendileri de öyle bir çıkmazın içindeki hükümet ortakları dahi bu konuda ne yapacağını bilmiyor. Bu af adil bir af değil. Ben buna karşıyım.

              Livaneli’den bir an
              Gorbaçov’un odasındaki resim
              Gorbaçov’la biz 1986 yılında tanışmıştık. O zaman Perestroyka ve Glasnost politikasını başlatmış olan kudretli bir devlet başkanıydı. Ve perestroykanın tarihi adlı kitabında bizimle görüşmesi “Perestroykanın ikinci önemli olayı” olarak yer aldı. O zamandan beri tanırım. Fikirlerini bilirim. Çeşitli ülkelerde görüştük, buluştuk. Amerika’da, Sovyetler Birliği’nde, İspanya’da Türkiye’de falan. Fakat en son Gorbaçov’u ben bundan bir ay önce Kırgızistan’da sıcak göl anlamına gelen Isık Göl’ün kıyılarında gördüm. Orada bir toplantımız vardı. Sonra da Isık Göl üzerinde bir gemi gezintimiz vardı. Orada bir sohbetimiz oldu. Dedi ki bana:
              -Benim evimde, çalışma masamda bir resim durur. Bu resmin kim olduğunu tahmin edersin?
              -Aile resmi mi?
              -Yok. Bir devlet adamı.
              -Lenin mi?
              -Hayır.
              -Stalin olmaz zaten, Karl Marks mı?
              -Hayır
              -Ne resmi peki?
              -Atatürk.
              Ve onun o “daça”sındaki çalışma odasında, ta gençlik yıllarından beri Atatürk resminin durduğunu kendi ağzından duydum.

              GÜNDEM

              Bir ülkenin ruhunu yaraladığınız zaman...
              Zülfü Livaneli
              Sabah 12 Nisan 2001

              Bernard Shaw, "Gazetecilik, dünya savaşı başlangıcıyla, bisiklet kazasını birbirinden ayıramayan bir alandır" der.
              Sivri dilli Shaw böyle diyerek gazetecileri kızdırabilir ama benim asla böyle bir niyetim yok.
              Sadece gazete-televizyon haberlerini art arda izlemenin, günü anlamaya yetmeyeceğini belirtmekle yetineyim.
              Birbirinden kopuk gibi görünen birçok olay, aslında yaşadığımız günün ruhunu oluşturuyor ve bu da gazetecilikten çok edebiyatın, yani daha derin bir kavrayışın alanına giriyor.
              ***
              Bugünlerde sık sık Anton Çehov geliyor aklıma; büyük Çehov! Onun dahice örülmüş oyunlarında da her şey olağan gibidir. Gündelik yaşam, tembel bir nehir gibi ağır ağır akmakta ve insanlar kendilerini bu nehrin akıntılarına bırakmaktadırlar.
              Yaz bahçelerindeki beyaz giysili insanlar; piyano konserleri, yemekler, fıkralar ve entellektüel tartışmalarla vakit geçirirler.
              Ama oyun biraz ilerleyince anlarız ki, bu insancıkların hepsi derin bir huzursuzluğun pençesindedir.
              Durup durup ağlama krizlerine giren kadınlar, ölesiye sarhoş bir doktor, ona umutsuzca sevdalanmış bir genç kız, ölümü bekleyen bir ihtiyar... Hepsi de huzursuz ve her an isteri krizlerine açık bir kırılganlıkta yaşamaktadır ama dış görünüşte bunu farketmeye imk&#226;n yoktur.
              İç huzursuzluğu anlayabilmek için Çehov çapında dahi bir yazarın, insan ruhlarını, sandıktan çıkarılmış gizli bir çeyiz bohçası gibi kat kat açması gerekmektedir.
              İhtilale, yani büyük değişime akan bir toplumdaki derin huzursuzluktur bu.
              Taşlar yerinden oynamış ve insan ruhları onulmaz biçimde yaralanmıştır.
              ***
              Türkiye'de de ekonomik krizden daha yoğun olarak yaşanan kriz bence bu. Amacını yitirmiş, hayallerini tüketmiş ve yarınına umutla bakamayan bir toplum.
              Büyük değişimin sancılarıyla kıvranan ve ne olduğunu bir türlü anlayamayan huzursuz insanlar.
              Yerleşik değerlerin çöktüğü ama bir türlü yeni değerler sistemine geçemeyen insanların iki cami arasında b&#238;namaz kalmış hali.
              Beni en çok bu durum korkutuyor biliyor musunuz!
              Bir ülkenin ruhunu yaraladığınız zaman, ekonominin ve siyasetin bu yarayı iyileştirmesi çok zor oluyor.
              Her akşam televizyon ekranında dinlediğimiz kur, makas, çapa çıpa, para kurulu formüllerinin ulaşamayacağı derinlikteki bir yara bu.
              Ve için için kanıyor.

              Yorum

              • fuga
                Senior Member
                • 27-08-2004
                • 6397

                Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                Yıldırım Gürses ( 1939) </B>



                1939 yılında Bursa'da doğan Yıldırım Gürses, Bursa Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü'nü bitirdi. Sanat hayatına 1951 yılında Bursa Ses Kralı seçilerek başladı. 1959'da da Üniversitelerarası Ses Kralı seçildi. 1961 yılında kendisi gibi ses sanatçısı olan Ayla Gürses'le evlendi. Bu evlilikten Bayazıt adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi. 1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasını kazandı.1961 yılında Devlet Opera imtihanına girdi ve birinci oldu. Opera'da 7 - 8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı.Gürses, 1965 yılında Hürriyet'in düzenlediği Altın Mikrofon Şarkı Yarışması'nı kazanarak, müzik dünyasına adımını atmıştı. 350'yi aşkın Türk Sanat Müziği bestesine imza atan ünlü sanatçı Yıldırım Gürses, 14 Mayıs 2001 tarihinde 61 yaşında kalp krizi sonucu öldü.


                HAKKINDA YAZILANLAR

                Leylaklar döküldü, güller ağladı
                Yeni Asya 15 Mart 2001

                Gürses, 1987 yılında en iyi erkek sanatçı olarak Altın Kelebek ödülünü kazandı. Bugüne kadar 350'yi aşkın şarkı yazan Gürses'i ilk bestesi 'İçime Hep Hüzün Doluyor'la hatırlıyoruz.

                En sevilen şarkılarını arasında "Mevsimler Yas Tutup Güller Ağlasın, Gençliğe Veda, Mazideki Aşk, Aşk Çiçeği, 35 Yaş, Sonbahar Rüzgarları, Son Mektup, Bir Garip Yolcu, Eller." Ünlü besteci, 'Hoş Sada' adlı yapımla Türk Müziği'ne çok sesliliği getirdi. Ancak bu çok seslilik bazı müzik adamlarınca Türk Müziği'ne uygun bulunmadı. Geçtiğimiz aylarda 'Anılarla Yıldırım Gürses' adlı albümü çıkartarak, 14 yıl aradan sonra müzik dünyasına geri döndü. Muazzez Ersoy'un geçtiğimiz hafta piyasaya çıkan 'Nostalji 10-11-12' albümünde Yıldırım Gürses'in üç eseri yer alıyor. Bunlar 'Bir Garip Yolcuyum', 'Güller Ağlasın' ve 'Körfezdeki Üç Beş Güzel'.

                Yorum

                • fuga
                  Senior Member
                  • 27-08-2004
                  • 6397

                  Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                  Vivaldi
                  Antonio Vivaldi

                  (Venedik, 1678- Viyana, 1741)

                  Antonio Vivaldi, Giovanni Vivaldi ve Camillo Calichio’nun ilk çocuğu olarak 1687’te Venedik’te dünyaya geldi. Lakabı Kızıl Rahip’ti. Babası, önceleri berberlik yapmış, daha sonra ise başarılı bir kemancı olmuştu. Vivaldi, ilk müzik eğitimini babasından almıştır. Annesi ise bir terzinin kızıydı.

                  1693-1703 yılları arasında dinî eğitim aldı. Bu arada 1696’da St. Mark kilisesinde kemancı olarak çalıştı. 1703’te ilk resmî işine, Venedik’teki dört yetimhaneden biri olan ve kızların müzik eğitiminin verildiği, Pio Ospedale della Pietà’da başladı. 1709 yılında bu görevinden ayrılmak zorunda kaldi. Bu dönemde Vivaldi besteci olarak dikkat çekmeye başladı. Op.1 sonat seti 1705 yılında yayımlandı.

                  1709’da Op.2 keman sonatını Danimarka Kralı IV. Frederik’e ithaf eden Vivaldi, bu sıralarda konçerto yazmaya başlamıştır. Hollandalı yayıncı Estienne Roger, Vivaldi’nin 12 konçertodan oluşan "L'estro Harmonico" adli eserini yayımladı. Bu dönemin en etkili müziksel yayını oldu. Almanya dışına hiç çıkmayan Bach’in müziğinin İtalyan yanının oluşmasında önemli bir yeri vardır. 1714’te Vivaldi’nin konçertolarını duyan Quantz, Albinoni ile birlikte Vivaldi’ye konçertoda reform yapmaları için ödenek bağlamıştır.

                  1723 ile 1724’te Roma’daki karnaval mevsimi için üç opera yazdı. Yine 1723’te Vivaldi, Pieta’nın yöneticileriyle ayda iki konçerto besteleme konusunda anlaştı. 1725’te yazdığı eseri Op. 8, "Il cimento dell'armonico e dell'inventione" ile ünü daha da yayıldı. Bu yıllarda opera sanatçısı Anna Giraud ile ilişkisi başladı.

                  1737’de görevde yaptığı Ferrara’nın yöneticileriyle Vivaldi arasında sergilenecek operaların seçimi konusunda çıkan anlaşmazlık Vivaldi’nin işinden olmasına yol açtı. Bu olayın ardından Vivaldi, Amsterdam’a yerleşti. 1741’de Graz’da Anna’yı dinlemek için Avusturya’ya yaptığı yolculuğu sırasında Viyana’da konakladığı bir dulun evinde öldü. Hemen aynı gün kimsesizler mezarlığına gömüldü.

                  Vivaldi’nin 500’den fazla konçertosu vardır. Farklı enstrümanlardan yararlanmayı çok seviyordu. Hiç kimse viyolonselden solo enstrüman olarak onun yararlandığı kadar yararlanmamıştır. Fransız Barok müziğinde nefesli çalgılar ağırlıktayken, onun müziğinde yaylı çalgılar önem kazanır. 230 keman konçertosunun yanında, flüt, obua, çello, viyola, mandolin konçertoları vardır. Klasik müzikle ilgisi olmayanların bile bildiği Dört Mevsim Konçertosu en sevilen eseridir. Kendisinin 94 tane opera yazdığını söylemesine karşın, bunların ancak 50’si günümüze ulaşabilmiştir. Bitmek tükenmek bilmeyen bir müzik dehası olan Vivaldi’nin hırslı ve güçlü kişiliği, müziğine de yansımıştır. Ölümünün üzerinden yaklaşık üç asır geçmiş olmasına rağmen eserlerinin hâlâ büyük hayranlık uyandırması ve konser salonlarında çalınması, Vivaldi’nin çok büyük bir besteci olduğunu kanıtlamaktadır

                  Yorum

                  • fuga
                    Senior Member
                    • 27-08-2004
                    • 6397

                    Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                    Teoman ( 20.11.1967)


                    20 Kasım 1967’de İstanbul’da dünyaya gelen Teoman Yakupoğlu,Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun.İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları bölümünde masterını tamamlayan Teoman,ilk müzik grubu Indians’ı 1986 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurdu ve uzun yıllar grubun solistliğini yaptı.Bir çok konser ve kayıt çalışmalarının ardından,grubun dağılması ile birlikte çeşitli sanatçıların albümlerinde ve bir çok grupta solist olarak yer aldı.1996 yılında Roxy’de gerçekleştirilen Roxy Müzik Yarışması’nda,ilk solo albümünde yer alan Ne Ekmek Ne de Su ve Yollar isimli parçalarıyla en iyi beste ve en iyi söz ödüllerini aldı.Teoman 1996 yılında ilk albümü Teoman’ı İstanbul Plak’dan çıkardı.1998 yılında piyasaya çıkan O isimli ikinci albümünde NR1 Müzik ile çalışmaya başlayan Teoman,üçüncü albümü Onyedi de yine NR1 Müzik etiketini taşıdı.

                    Albümlerinde yer alan şarkıların birçoğunu kendi yazıp besteleyen Teoman, O ve Onyedi isimli albümlerinde prodüktör olarak Rıza Erekli ile çalıştı.O isimli albümde Orhan Atasoy ve Ercüment Vural’ın unutulmaz bestesi Gemiler’i ve üçüncü albümü Onyedi’de yer alan Ajda Pekkan’ın klasikleşmiş şarkısı Uykusuz Her Gece’yi ve Bora Ayanoğlu’nun O Yaz’ı ,Gönülçelen albümünde Barış Manço’nun Anlıyorsun Değil Mi? isimli eserini,Teoman albümünde yine Barış Manço’nun Kol Düğmeleri ve Mehmet Soyarslan’ın Resimdeki Gözyaşları şarkılarını yeniden yorumladı ve dinleyicilere tekrar sevdirdi.İstanbul’da Sonbahar isimli remix albümünü de NR1 ile yapan Teoman,Teoman isimli albümü ile birlikte Avrupa Müzik ile çalışmaya başladı ve son albümü En Güzel Hikayem dahil albümlerini Avrupa Müzik ile çıkardı.

                    Teoman’ın senaryosunu yazıp,rol alıp ,yönetmenliğini üstlendiği,müziklerini hazırladığı Balans ve Manevra isimli ilk sinema filmi 11 Mart 2005’te vizyona girdi ve filmin soundtrack albümü film ile eş zamanlı olarak müzik marketlerde yerini aldı.
                    Sanatçı kendi jenerasyonunda geniş kitleler tarafından en iyi şarkıcı,söz yazarı olarak kabul edilir ve En İyi Şarkıcı,En İyi Söz Yazarı,En İyi Albüm gibi çeşitli ödülleri vardır.

                    DİSKOGRAFİ

                    Teoman(1997)
                    O (1998)
                    17 (2000)
                    Rüzgar Gülü,Uykusuz Her Gece, İki Yabancı (remixler) (2003)
                    Gönülçelen (2001)
                    İstanbul’da Sonbahar (remixler) (2001)
                    Teoman (2003)
                    Kupa Kızı Sinek Valesi (remixler) (2003)
                    Duş (radyo remixler) (2004)
                    Balans ve Manevra (soundtrack) (2005)

                    Yorum

                    • fuga
                      Senior Member
                      • 27-08-2004
                      • 6397

                      Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                      Tanju Okan ( 1938)- (23.05.1996)


                      Pop Müzik
                      Doğum Yeri : İzmir
                      Doğum Tarihi : 1938
                      Kariyeri : Balıkesir Lisesi&#180;nden mezun olduktan sonra İtalya&#180;ya giderek şan eğitimi aldı. Profesyonel müzik yaşamına 1961 yılında Ankara&#180;da başladı. Ertesi yıl İstanbul&#180;a yerleşti ve Müfit Kiper Orkestrası&#180;nda solist olarak çalışmaya başladı. 1963 yılında Amerika&#180;da konserler verdi. Tanju Okan, Milli Orkestra&#180;yla birlikte Türkiye&#180;yi, Balkan Müzik Festivali&#180;nde temsil etti. İlk evliliğini yirmidokuz yaşında Nur Erbay&#180;la yaptı. Sekiz ay süren bu birliktelikten Tansu adında bir oğlu oldu. 1964 yılında 'İbibikler Öter Ötmez Ordayım' adını taşıyan ilk kırkbeşliğini çıkardı. Fransız Barclay firmasıyla dört plak çalışması yapan Okan, 'Hasret' adlı çalışmasıyla geniş kitlelerce tanındı. Ardından görkemli sesiyle yorumladığı 'Kadınım', 'Bir Falcı Vardı', 'Ayyaş', 'Öyle Sarhoş Olsam Ki', 'Kemancı', 'Bu Benim Halkım', 'Dostlarım', 'Yıldönümü' ve 'Kaderim' gibi bir çok parçasıyla şöhret buldu. Bu arada ikinci evliliğini 1976 yılında Zerrin Erdoğan&#180;la yaptı ve bu evliliği de ondört ay sürdü. Tanju Okan&#180;ın son albümü 1995 yılında Marş Müzik&#180;ten çıkan 'İşte Tanju Okan &#180;95' oldu. Yılların sırtına yüklediği yorgunluğa rağmen Başak Başer ve Reha Erdir&#180;in söz ve müziğini yazdığı 'Yağmurla Gelen Düşler', 'Artık Yoruldum', 'Mavi Gözler', 'Sevdiğimi Söyle', 'Bil Ki', 'Sensiz Esen Rüzgarlar', 'Kalbi Kırık Serseri', 'Anılarım', 'Bir Zamanlar' ve 'Son Güller' adlı şarkıları seslendirdi.

                      Uyuşturucu kültürünü meşrulaştırdı
                      İçki sigara, benim tek dostum ve Öyle sarhoş olsam ki adlı şarkıları başta olmak üzere şarkılarında alkol ve uyuşturucu kültürünün yaygınlaşmasına katkıda bulundu.Alkole olan düşkünlüğüyle bilinen Tanju Okan, Urla&#180;ya yerleşerek bu alışkanlığından kurtuldu. 22 Nisan 1995&#180;ta aşırı kilo kaybı ve kalp yetmezliği şikayeti ile hastaneye kaldırılan Tanju Okan&#180;a siroz teşhisi kondu ve bundan sonra acılı günleri başladı. Ve yaklaşık bir yıl sonra, 23 Mayıs 1996 tarihinde öldü.

                      Yorum

                      • fuga
                        Senior Member
                        • 27-08-2004
                        • 6397

                        Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                        Suat Suna ( 25.05.1975) </B>


                        Suat Suna, 26 Mayıs 1975, İstanbul. Saint Benoit Fransız Koleji&#180;ni bitirdi. Daha sonra İ.Ü Konservatuarı Keman Bölümü&#180;nden mezun olan şarkıcı halen Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi birinci sınıf öğrencisi.. Profesyonel müzik yaşamına 1993 yılında başladı.

                        Suat Suna&#180;nın 1993&#180;de Pop Show yarışmasında 1, 2 ve 4.&#180;lükleri, 1992&#180;de Beyaz Güvercin Şarkı Yarışmasında 2&#180;ncilik ödülü, 1993&#180;de İstanbul 4&#180;ncülük ödülleri ile Milliyet Gazetesi&#180;nin Liselerarası müzik yarışmalarında çok sayıda birincilikleri var..
                        Suna&#180;nın şimdiye kadar sözü ve müziği kendisine ait olan 75 şarkısı bulunuyor. Bu şarkılardan bazıları Asya, Yıldız Tilbe, Fatih Erkoç, Hülya Avşar, Aşkın Nur Yengi başta olmak üzere bir çok sanatçı tarafından seslendirildi.

                        Suat Suna 6&#180;ncı albümü 'Yolun Açık Olsun' u Prestij Group Kuruluşlarından olan Orjin Müzik etiketiyle müzikseverlere sundu ..
                        Suat Suna&#180;nın kendi stüdyosunda gerçekleştirilen yapımda yer alan şarkıların söz ve müzikleri ile düzenlemelerinin tamamı kendisine ait.

                        DİSKOGRAFİ
                        Ansızın Çektin Gittin
                        Sözüne Kanmam
                        Hasret Fenerleri
                        Rüyam ve Sen
                        Yapamam Sensiz
                        Yolun Açık Olsun

                        Yorum

                        • fuga
                          Senior Member
                          • 27-08-2004
                          • 6397

                          Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                          Suavi ( 1950)


                          1950 yılında Kırıkkale'de doğdu. ODTÜ Mimarlık mezunu olan şarkıcı uzun yıllar orkestralarda gitar ve davul çaldı şarkı söyledi..
                          Sırasıyla 'Deli Gönlüm', 'Yıllar Sonra-Aydın mısın' ve 'Yalı Çapkını' adlı albümlerini çıkardı..

                          Suavi çalışmalarında kendi söz ve müziklerinin yanı sıra yurdumuzun tanınmış şairlerinin şiirleri ile besteler yaptı.. Bunlar arasında Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Rıfat Ilgaz ve Hasan Hüseyin gibi isimlere rastlamak mümkün.

                          Suavi, ulusal ve uluslararası bir çok festivale katıldı... Çok sayıda solo konser yaptı... Eurovision&#180;da üç kez finalist oldu... Ankara&#180;nın başkent oluşunun 72&#180;nci yılı kutlamalarındaki beste yarışmasında 1&#180;nci oldu... Beyaz Güvercin İstanbul Yarışması&#180;nda 2&#180;nci oldu 1994 yılında Kazakistan&#180;ın Almaata kentinde 24 ulusun katıldığı yarışmada (Voice Of Asia) da yabancı jüri tarafından dünya 1&#180;ncisi seçildi, 'Grand-Prıx' kazandı... 1997 yılında Kuşadası Altın Güvercin Müzik Yarışması&#180;nda Profesyonel kategoride en iyi besteci, en iyi profesyonel yorumcu seçildi. 'De Lan' adlı şarkısı ile 1&#180;nci olarak iki büyük ödüle layık görüldü.

                          DİSKOGRAFİ
                          Deli Gönlüm
                          Yıllar Sonra - Aydın mısın?
                          Yalı Çapkını
                          Tükenme


                          Yorum

                          • fuga
                            Senior Member
                            • 27-08-2004
                            • 6397

                            Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                            Ruhi Su </B>
                            HAKKINDA YAZILANLAR

                            Ruhi Su anısına türkü gecesi
                            Sabah 12 Ocak 2004

                            Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı'nın yarın gerçekleştireceği etkinlikte Yavuz Bingöl sevilen türkülerini seslendirecek.

                            Halk Müziği'nin ustalarından Ruhi Su, pazartesi günü Yeni Melek Gösteri Merkezi'nde saat 20.00'de anılıyor. Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı'nın her yıl belirli aralıklarla düzenlediği geleneksel büyük dinletilerden ilki olan bu etkinlikte, Yavuz Bingöl sahne alıyor. Ruhi Su Sanat Gecesi'nde açılış, Ruhi Su'nun kendi sesinden "Merhaba" ezgisiyle başlayap Ruhi Su Dostlar Korosu'nun dinletisiyle devam edecek. Daha sonra ise Yavuz Bingöl'le birlikte annesi Şahsenem Bacı, söyledikleri türkülerle unutulmaz bir gece yaşatacaklar. Kısa bir aradan sonra ikinci bölümün başında koreografisini Merih Çimenler'in yaptığı, Hülya Aksular ile Oktay Keresteci'lerin danslarıyla geleneksel Türk Halk Müziği eşliğinde canlandırılan "Fırat'a Ağıt" gösterisi yapılacak. Yavuz Bingöl gecenin finalinde de kendi orkestrasıyla birlikte sahne alacak. Orhan Alkaya'nın sanat yönetmenliğini ve sunuculuğunu yaptığı gecede, toplumsal içerikli anlatılar geceye ayrı bir renk katacak. Ruhi Su Sanat Gecesi davetiyelerini gerek Ruhi Su Kültür ve Sanat Merkezi'nden gerekse Yeni Melek Gösteri Merkezi'nden edinebilirsiniz.

                            Yorum

                            • fuga
                              Senior Member
                              • 27-08-2004
                              • 6397

                              Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                              Rahmani ( 1942)
                              Halk ozanı.Asıl adı Ali ÇIRÇIR’dır. 1942 yılında Erzurum’da doğdu. Aziziye ilkokulunu bitirdikten sonra tahsiline devam edemedi. Bir yandan gündelik işlerle ekmeğini koştururken diğer yandan sazla ve sözle ilgilenmeye başladı. 1965 yılından itibaren kendini tamamen saza ve söze adadı. Bu tarihten sonra Rahmani mahlasını kullanmaya başlayan ozan, uzun yıllar Atatürk Üniversitesi Mediko-Sosyal de çalıştı ve buradan malulen emekli oldu.

                              Okul şiirleri adlı bir de kitabı bulunan Rahmani,özellikle atışma ve leb deymez türlerinde başarı gösterdi.Ozan, Katılımı’na giderken, yolculuk ettiği otobüs Erzurum-Erzincan arasında, Samsa Deresi’nde teröristler tarafından durduruldu.Ozan, burada teröristlerce vurularak şehit edildi.

                              Yorum

                              • fuga
                                Senior Member
                                • 27-08-2004
                                • 6397

                                Konu: Biyografiler(Yaşam Öyküleri)...Sürekli Güncel

                                Mozart
                                Wolfgang Amadeus Mozart

                                (Salzburg, 1756 - Viyana, 1791)

                                Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük müzik dehalarından biri olarak kabul edilen Wolfgang Amadeus Mozart, 27 Ocak 1756’da Salzburg Başpiskoposu’nun Yardımcı Müzik Direktörlüğü görevini yapan, kemancı ve besteci Leopold Mozart’ın oğlu olarak dünyaya geldi.

                                Müzikte çok erken bir gelişme göstererek 3 yaşında piyano çalmaya ve 5 yaşında beste yapmaya başladı. Ablası Maria Anna da (1751–1829) başarılı bir yorumcuydu. Leopold yetenekli çocuklarını Avrupa’ya tanıtmaya karar verdi. İlk olarak 1762’de Münih ve Viyana’ya gittiler. Mozart bu tarihte ciddi bir eğitim almamasına karşın keman çalmaya da başlamıştı. 1763’ten 1766’ya değin süren ilk uzun turnede Münih, Augsburg, Frankfurt, Cologne, Brüksel, Paris ve Londra’ya gittiler. Paris’te Versailles Sarayı’nda 15. Louis ve Londra’da III. George tarafından kabul edildiler. Mozart Londra’da J.C Bach, Abel ve Manzuoli ile çalışma imk&#226;nı buldu. Hollanda ve Avusturya ziyaretlerinin ardından, Mozart ailesi 1766’da Salzburg’a geri döndü. 1767’de ikinci kez Viyana’ya gitti. 1769’a değin Bastien und Bastienne ve La Finita Semplice adlı iki opera besteledi. 1769’da, babası Mozart’ı İtalya’ya götürdü. Artık Mozart’ın dehası herkes tarafından kabul ediliyordu. Martini, Nardini ve Jomelli ile çalışma imkanı buldu. Allegri’nin Miserere adlı eserini ilk kez dinledikten sonra eksiksiz olarak yazması İtalya’da Mozart’a olan hayranlığı daha da artırdı. Aralık 1770’te Mitiridate, re di Ponto operası Milano’da gösterildi ve büyük başarı kazandı.

                                1777’de babasının sağlığı el vermediği için, Mozart turnelerine annesi ile devam etti. Münih, Augsburg ve Mannheim’in ardından 1778’te Paris’e geldiler. Annesi aynı yılın Temmuz ayında öldü. Paris o dönemde Piccini ile Gluck arasındaki çekişmeye odaklanmış olduğu için, Mozart’a fazla ilgi gösterilmedi.

                                Mannheim’da bulunduğu sırada 18 yaşındaki Aloysia Weber’e aşık oldu. Aloysia ile İtalya’ya gitmek istedi; ancak reddedildi. Morali bozuk ve sinirli bir şekilde Salzburg’a dönen Mozart artık keman çalmayacağını, sadece klavyeli enstrümanlar ve aryalar üzerinde çalışacağını söyler; ancak Sinfonia Concertante isimli keman ve viyola için konçertoyu besteler.

                                1781 yılında Salzburg Başpiskoposu’nun oyunları sonucu görevden alınır. Buna çok sinirlenen Mozart, hakarete uğradığını ve intikamını alacağını söyler; ama böyle bir durum olmaz. Viyana’ya yerleşen Mozart bu kez Weber ailesinin ortanca kızı Constanze’ye aşık olur ve evlenir. Weber ailesi Bohem tarzı yaşamaktadır. Constanze de aynı Mozart gibi elinde para tutmayı beceremez. Yine de bu evlilik Mozart’ı babasının baskısından kurtardığı için iyi olmuştur. Evliliğinin ardından Mozart verimli bir döneme girer. Her türde şaheser eserler verir. Le Nozze di Figaro (1786), Don Giovanni(1787) ve Cosi fan tutte (1790) operalarını besteler. Bu dönemde iyi gelir elde etmesine rağmen parayı elinde tutmayı bilemez. 9 yılda 11 kez ev değiştirir. Ayrıca mason olur. Müziğinin en güzel örneklerinden biri olan The Magic Flute operasını besteler.

                                Mozart ömrünün son dönemlerinde yine sıkıntılı günler geçiriyordu. Requiem üzerinde çalıştığı sıralarda böbrek yetmezliğinden 5 Aralık 1791’de öldü. Mezarının üzerine herhangi bir yazı yazılmadığı için tam olarak nereye gömülü olduğu bilinmemektedir. Requiem ise, öğrencisi Franz Xavier Sussmayr tarafından tamamlandı.

                                Mozart çok küçük yaşlardan itibaren saraylarda konserler vermiş, normal bir çocukluk yaşayamamıştır. Müzikte çok erken olgunluğa ulaşmasına karşın diğer konular göz önüne alındığında çocuk kalmıştır. Bunda yeteneklerini sömüren babasının da büyük payı vardır. Herkesten daha yetenekli olduğu için, diğer müzisyenler tarafından pek sevilmemiş, ömrünün büyük bölümünü iyi maaşlı bir iş arayarak geçirmiştir. Disiplinden uzak bir şekilde büyüyen Mozart’ın elindeki para da su gibi akıp gitmiştir.

                                Mozart’ın müziğinde mükemmel bir denge, berraklık ve duygusal yoğunluk vardır. Özellikle sonatlarında başka hiçbir bestecinin eserlerinde bulunmayan düzeyde tema bolluğu görülür.

                                Mozart eşsiz yeteneğiyle bütün müzik formlarında eserler verdi. 41 senfonisi, 27 piyano, 5 keman, 2 flüt, 4 korno, 1 klarinet konçertosu, 20 piyano sonatı vardır. Buna karşın Mozart’ın en başarılı eserleri operalarıdır. Canlı opera kişileri oluşturmakta başarısını ise ondan sonra yalnızca Verdi yakalayabilmiştir.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X