Olay, dünkü VATAN’ın manşetindeydi. Dünyanın en büyük görüntülü paylaşım sitesi “YouTube” un “Atatürk’ü korumak” için 15 ay önce mahkeme kararıyla kapattırılmasından sonra şimdi de dünyanın en büyük internet arama motoru “Google” ın kapatılması söz konusuydu.
Çünkü Atatürkçü Düşünce Derneği, Google’da Atatürk’le ilgili arama yapıldığında, Atatürk’ün kişiliğine yönelik ağır hakaretler bulunduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu.
Büyük olasılıkla Google da kapatılır.
Suç duyurusuna karşı ilk tepkiler beklendiği gibiydi. Evrensel paylaşım sitelerinin, arama motorlarının kapatılması, Türkiye’yi dünyanın gözünde “sansürcü” durumuna düşürür. İran, Suudi Arabistan, Kuzey Kore ya da bazı Afrika ülkeleri gibi, kendisinden korkan, çağ dışı rejimlerle aynı kefeye koyar.
Bu yargıya katılmamak mümkün değil. Atatürk ne Hitler’dir, ne Stalin’dir, ne Noriega’dır, ne Beşir’dir, ne Kim Jong-il’dir ne Humeyni’dir. Atatürk, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Yaşarken de öldükten sonra dünyanın karşısına “alnı açık” çıkabilen bir aydınlanma lideridir. Ölümünden bu yana geçen 71 yılda sayısız dünya liderinin övgüyle, saygıyla, hayranlıkla andığı Atatürk’tür o.
Atatürk’e hakaretler yağdırdığı söylenen siteyi açıp bakmadım bile. Çünkü Atatürk’ün “adam olma” devrimleriyle “kuyruk acısı” yaşayanların neler söyleyebileceğini tahmin ediyorum. 90 yıldır neler söylediklerini zaten biliyorum. Umurumda bile değiller.
Benim sözüm, Atatürk’ü korumak için “kapattırma”, “yasaklatma” yoluna giden kişilere, kurumlara ve sivil toplum örgütlerine. Çok iyi biliyoruz ki, son yıllarda Atatürk’e saldırılar sadece internet sitelerinden yapılmıyor. Yurt içinden ve yurt dışından resmi ya da özel birçok merkezden sistemli bir karalama kampanyası yürütülüyor. Kimi, dediğim gibi, “kuyruk acısı” ndan... Kimi, cehaletten... Kimi de Atatürkçüleri pıstırıp çağdışı siyasal anlayışlarını egemen kılma kaygısından...
Bunlara karşı yapılması gereken, yasaklatma, kapattırma değil. Hangi birini yasaklatıp, hangi birini kapattıracaksınız? Atatürk’ün Türk ve dünya kamuoyundan saklanacak, gizlenecek bir tarafı yok ki, bu yola gidilsin.
Yapılması gereken daha başka bir şey. Bir yandan, Atatürk düşmanlarına gereken cevapları verirken bir yandan da Atatürk ilkelerini yeniden ve sabırla bu ülkenin insanlarına anlatmak. Çünkü Atatürk doğru yerde duruyor. Atatürk’ün unutturulduğu insanları yeniden o doğru yere getirmek. Elbette zor olan bir yol bu. Emek istiyor. Kararlılık istiyor. Çaba istiyor.
Atatürk’ün ülkede ve dünyada yeniden “yükselen değer” olmaya başladığı bir dönem yaşıyoruz. Bu dönemde Atatürk’ü öğretmek varken, Atatürk’ü yasaklarla korumaya çalışmaktan daha yanlış bir hareket olamaz.
Dünkü başyazısında Güngör Mengi’nin dediği gibi, Atatürkçü düşünce dernekleri, “Pislik çukurunu mahkemeye kapattıracak yerde, oraya tünemiş kargaları tükürük yağmuruna tutacak bir toplumsal dayanışmayı inşa etmenin iddiasına soyunmalıdır.”
*****
Ricat
Kırk yıl geçse Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının bu hale geleceğini aklımıza getiremezdik. Sınırlara, egemenlik haklarına saygının uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle güvence altına alındığı bir çağda, Türkiye sınırlarının yeniden tartışmaya açılması size ilginç gelmiyor mu?
Kıbrıs’ta ve Ege’de Yunan-Rum tezlerinin, Türk limanlarına da uzanacak kadar baskın çıkması...
Güneydoğuda Kürt tezlerinin hâkim olması...
Kuzeydoğuda Ermeni tezlerinin kabul görmesi...
Ve bütün bunların “yumuşama”, “normalleşme” olarak sunulması.
“Yumuşama” tarafı doğru da “normalleşme” mi, işte orası tartışılır.
Literatürde buna “ricat” denir, ricat... Türkçesi, “geri çekilme”...
Hikmet Bilâ Yazara ulaşmak için : hbila@gazetevatan.com
Çünkü Atatürkçü Düşünce Derneği, Google’da Atatürk’le ilgili arama yapıldığında, Atatürk’ün kişiliğine yönelik ağır hakaretler bulunduğu gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu.
Büyük olasılıkla Google da kapatılır.
Suç duyurusuna karşı ilk tepkiler beklendiği gibiydi. Evrensel paylaşım sitelerinin, arama motorlarının kapatılması, Türkiye’yi dünyanın gözünde “sansürcü” durumuna düşürür. İran, Suudi Arabistan, Kuzey Kore ya da bazı Afrika ülkeleri gibi, kendisinden korkan, çağ dışı rejimlerle aynı kefeye koyar.
Bu yargıya katılmamak mümkün değil. Atatürk ne Hitler’dir, ne Stalin’dir, ne Noriega’dır, ne Beşir’dir, ne Kim Jong-il’dir ne Humeyni’dir. Atatürk, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Yaşarken de öldükten sonra dünyanın karşısına “alnı açık” çıkabilen bir aydınlanma lideridir. Ölümünden bu yana geçen 71 yılda sayısız dünya liderinin övgüyle, saygıyla, hayranlıkla andığı Atatürk’tür o.
Atatürk’e hakaretler yağdırdığı söylenen siteyi açıp bakmadım bile. Çünkü Atatürk’ün “adam olma” devrimleriyle “kuyruk acısı” yaşayanların neler söyleyebileceğini tahmin ediyorum. 90 yıldır neler söylediklerini zaten biliyorum. Umurumda bile değiller.
Benim sözüm, Atatürk’ü korumak için “kapattırma”, “yasaklatma” yoluna giden kişilere, kurumlara ve sivil toplum örgütlerine. Çok iyi biliyoruz ki, son yıllarda Atatürk’e saldırılar sadece internet sitelerinden yapılmıyor. Yurt içinden ve yurt dışından resmi ya da özel birçok merkezden sistemli bir karalama kampanyası yürütülüyor. Kimi, dediğim gibi, “kuyruk acısı” ndan... Kimi, cehaletten... Kimi de Atatürkçüleri pıstırıp çağdışı siyasal anlayışlarını egemen kılma kaygısından...
Bunlara karşı yapılması gereken, yasaklatma, kapattırma değil. Hangi birini yasaklatıp, hangi birini kapattıracaksınız? Atatürk’ün Türk ve dünya kamuoyundan saklanacak, gizlenecek bir tarafı yok ki, bu yola gidilsin.
Yapılması gereken daha başka bir şey. Bir yandan, Atatürk düşmanlarına gereken cevapları verirken bir yandan da Atatürk ilkelerini yeniden ve sabırla bu ülkenin insanlarına anlatmak. Çünkü Atatürk doğru yerde duruyor. Atatürk’ün unutturulduğu insanları yeniden o doğru yere getirmek. Elbette zor olan bir yol bu. Emek istiyor. Kararlılık istiyor. Çaba istiyor.
Atatürk’ün ülkede ve dünyada yeniden “yükselen değer” olmaya başladığı bir dönem yaşıyoruz. Bu dönemde Atatürk’ü öğretmek varken, Atatürk’ü yasaklarla korumaya çalışmaktan daha yanlış bir hareket olamaz.
Dünkü başyazısında Güngör Mengi’nin dediği gibi, Atatürkçü düşünce dernekleri, “Pislik çukurunu mahkemeye kapattıracak yerde, oraya tünemiş kargaları tükürük yağmuruna tutacak bir toplumsal dayanışmayı inşa etmenin iddiasına soyunmalıdır.”
*****
Ricat
Kırk yıl geçse Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının bu hale geleceğini aklımıza getiremezdik. Sınırlara, egemenlik haklarına saygının uluslararası antlaşma ve sözleşmelerle güvence altına alındığı bir çağda, Türkiye sınırlarının yeniden tartışmaya açılması size ilginç gelmiyor mu?
Kıbrıs’ta ve Ege’de Yunan-Rum tezlerinin, Türk limanlarına da uzanacak kadar baskın çıkması...
Güneydoğuda Kürt tezlerinin hâkim olması...
Kuzeydoğuda Ermeni tezlerinin kabul görmesi...
Ve bütün bunların “yumuşama”, “normalleşme” olarak sunulması.
“Yumuşama” tarafı doğru da “normalleşme” mi, işte orası tartışılır.
Literatürde buna “ricat” denir, ricat... Türkçesi, “geri çekilme”...
Hikmet Bilâ Yazara ulaşmak için : hbila@gazetevatan.com
Yorum