dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

    İlginç Yaşam Öyküleri

    Lyndon B. Johnson

    Her taraf toz toprak içindeydi. Toz yola sanki kar fırtınasının ilk halleri gibi dağılmıştı. Biraz kum biraz da topraktan oluşan toz rüzgarlarla havalanmıştı. Bugün rüzgar yoktu. Sadece eski arabanın egzozundan çıkan duman vardı. Sürücü yolun nereye gittiğini kestirmeye çalışıyordu. Araba ne kadar yavaş hareket ediyor olsa da kaçışan bir sığır sürüsü kadar toz kaldırıyordu.

    Genç sürücü ön camdan silmek için silecekleri çalıştırsa da toza ve pisliğe aldırmıyordu. Arabanın içine girmiş toz toprağa da, orta halli giysilerine yapışmış pisliğine de aldırmıyordu. Daha yola çıkmadan ceketini ve kravatını çıkarmıştı. Sıcaklığa da aldırmıyordu. Hava durumu sıcaklığın 43 dereceyi geçeceğini söylüyordu. Civarda hiç gölgelik yer yoktu. Hatta ağaç ya da çalılık bile görünmüyordu. Bütün bu kötü koşullara aldırmıyor olmasının nedeni ilk işine gitmek üzere yola çıkmış olmasıydı.

    Öğretmendi. Artık sadece bir öğretmen değil ayrıca okul müdürü de olmuştu. Beşten fazla öğretmeni denetleyecek, idare edecekti. Diplomasını yeni almış genç bir adam için oldukça etkileyici bir işti. Okul, ister küçük olsun, ister kasabada, isterse çok fakir bir yerde olsun, yine de onun okulu olacaktı.

    Sıcaklığın ve toz toprağın farkında olmadan ilerleyen genç öğretmen radyodan gelen sevdiği melodiye ıslıkla eşlik ediyordu. Ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu. Bir de işini iyi yapmak için ne kadar kararlı olduğunu. Her şeyin hakkının verilerek yapılması gerektiğine inanırdı. Bu insanın sorumluluğunun bir gereği olmalıydı.

    Genç insanlara bir şeyler öğretmek mesleklerin en yücesiydi. Geleceğin vatandaşlarını ve olası yöneticilerini etkileme şansına sahipti. Okul ne kadar fakir ve pis bir bölgede olursa olsun öğretmen olarak bir gencin hayatını etkileyecek, olgunlaşmasına tanık olacak ve kötü bir başlangıç yapmasını engelleyecekti.

    O sırada ufukta küçük bir bulanıklık gördü. Çölde serap gibi. İlk önce emin olamadı. Aynı noktaya sürekli bakmaya, gözünü kırpmamaya çalışıyordu. Bulanıklık az da olsa bir şekil almaya başladı. Diğerlerinden ayrı duran bir grup bina gördü. Bu, kasaba olmalıydı, onun kasabası.

    "Hay Allah! Gerçekten de ufak bir kasabaya benziyor. Düşündüğümden de küçük" diye mırıldandı. "Sorun değil, burası benim olacak."

    Küçük kasabanın başladığı yere kadar gitti. Kasabanın tek benzin istasyonu olduğunu düşündüğü yerde durdu. Kasaba hakkında bir şeyler öğrenip kendimi tanıtmak için uygun bir yer, diye düşündü.

    "Depoyu doldurun. Yağ ve suyu da kontrol edin lütfen" dedi.

    "Suyu hemen kontrol edemem evlat. Bırak da motor biraz soğuşun" diye suratsız bir şekilde cevapladı benzinci.

    "Kasabanın yeni okul müdürüyüm" diyerek elini uzattı uzun boylu ve zayıf öğretmen.

    Benzinci elini sıktı. "Pek okul sayılmaz ya. Ama bina yeni yapıldı. Birkaç yıl önce. Fiyakalı bir ismi var. Welhausen Okulu diyoruz. Sanırım şehirlisin."

    "Hayır, çiftçiyim aslında."

    "Üniversiteli çocuk ha?"

    "Evet. Umarım bana karşı kullanmazsınız bunu. İşin gereği bu" diye cevapladı öğretmen.

    Benzinci cevap vermedi. Arabanın camlarındaki kiri temizlemeye devam etti.

    "Okula nasıl gideceğimi söyler misiniz?" diye sordu öğretmen.

    "Bu ana caddeden düz devam edersen önüne çıkacak. Sağında göreceksin."

    "Teşekkür ederim. Kasabada neler var başka?" diye duraksayarak sordu.

    "İşte bu iyi bir soru" diye kelimeleri yaya yaya konuştu benzinci. "Her şeyin olduğu bir mağaza, küçük bir otel, bayağı güzel ufak bir lokanta, sinema, demirci ve beş tane de kilise var" diye benzinci gururla sıraladı.

    "Beş tane kilise mi?"

    "Fakir olabiliriz ama Tanrı'dan korkan bir topluluğuzdur evlat."

    Öğretmen benzinciye teşekkür edip küçük kasabanın ana caddesinde arabasıyla ilerlemeye başladı. Birkaç dakika içinde neredeyse kasabanın sonuna ulaşmıştı. Onun geldiği yöne doğru giden üç atlı adamı geçti. Onlara el salladı, onlar da ellerini şapkalarının kenarına değdirerek karşılık verdiler.

    Yavaşlamaya başladığında yolun kenarında torbalar ve büyük teneke kutuların yanında oyun oynayan çocukları fark etti. Küçük bir oğlan çocuğu tenekenin içine elini daldırmıştı. Kutudan eliyle bir şey almış ve bunu yemek için ağzına götürmüştü. Üç yaşından daha büyük değildi.

    Genç öğretmen arabasını durdurdu ve dışarı çıktı. Ona doğru bakan çocukların yanma doğru yürümeye başladı.

    "Ne buldun orada, ufaklık?"

    Çocuk cevap vermedi. Uzun boylu yabancıya bakmaya devam ediyordu. Öğretmen elini uzattı ve çocuk duraksayarak ama yumuşak bir şekilde öğretmenin avucuna küflü, bayat, küçük bir ekmek kabuğu bıraktı. Öğretmen ekmeği alırken çocuğun kirli yüzüne, yırtık pırtık giysisine, çıplak ayaklarına baktı. Diğer çocukların ayakları da çıplaktı.

    Öğretmen ekmek kabuğunu tenekenin içine geri koydu ve arabasına yürüdü. Ön koltuktan içinde üç tane portakal olan torbayı aldı ve ona boş boş bakmaya devam eden çocukların yanına gitti. Üç portakalı da arkadaşlarıyla paylaşacağını umarak küçük çocuğa verdi. Çocuk hemen arkasını döndü ve koşmaya başladı. Arkadaşları en yakın binanın arkasına doğru onu kovalamaya başladılar.

    Gördükleri genç öğretmeni dehşete düşürmüştü. Oranın fakir bir bölge olduğunu biliyordu. Okulun kasabanın en fakir yerinde olduğunu da biliyordu ama çocukların açlığına tanık olduğunda her şeyi daha iyi anlamıştı. Elinden ne geliyorsa yapmaya karar verdi. Tabii bütün öğrencilerini doyuramazdı ama en azından en kötü durumda olanları besleyerek işe başlayabilirdi. Zaten az olan maaşının yettiği kadarıyla.

    Zorlanmadan okulu buldu. Sade ve gösterişsiz olduğu halde temiz ve derli toplu olan binayı görünce şaşırdı. Binanın birkaç yıl önce inşa edilmiş olduğu belliydi.

    İçeri girdiğinde gördüğü ilk yetişkine kendini okulun yeni müdürü olarak tanıttı. Konuştuğu kadın sıradan görünüşlü, siyah basit bir elbise ve yine siyah, kaba ve kısa topuklu ayakkabı giymiş biriydi. Kadının ince dudakları, topuz yaptığı düz kahverengi saçları hiç sevmediği ilkokul öğretmenini hatırlattı.

    "Öğretmenleri bir araya toplarsanız sevinirim. Kısa bir toplantı yapıp onlarla tanışmak istiyorum" dedi.

    Kadın öğretmeni küçük bir odaya buyur ettikten sonra diğer öğretmenleri bulmak üzere koridorda kayboldu. İçeriye herkese yetecek kadar sandalye getirildiğinde, öğretmen, yani okul müdürü ayağa kalktı ve kendini odadakilere tanıtarak konuşmasına başladı.

    "Çok uzun konuşmayacağım. Sadece hepinize merhaba demek ve burada olmaktan çok mutlu olduğumu ifade etmek istedim. Yoksul bir bölgede olduğumuzu ve işimizin kolay olmadığını biliyorum ancak bu şartların mücadele gücümüzü ve fırsatları artıracağına inanıyorum. Altıncı ve yedinci sınıflara derse gireceğimi de belirteyim. Yapmak istediğim birçok şey var, daha işin başındayım ve sizin destek ve katılımınıza ihtiyacım var. Söyleyeceklerim bu kadar."

    Kadınlar birbirlerine bakındılar. Kapıda karşılaştığı öğretmen sanki diğer hepsinin sessiz onayını almış gibi ayağa kalktı ve konuşmaya başladı.

    "Daha henüz görevinizin ne kadar zor olduğunu anlayabileceğinizi sanmıyoruz ama size elimizden geldiğince yardımcı olacağız. Şunu bilmeniz gerekir ki, bu okuldaki çocukların birçoğu daha İngilizce konuşmasını bilmiyor. Sabah kahvaltı yapmadan derse geliyorlar. Bu şartlar altında eğitim vermek olanaksız değilse de çok güç. Şartları değiştirmek ise neredeyse olanaksız. Yapabileceğimizin en iyisini yapmak için çabalıyoruz. Siz de bu duruma kısa sürede alışacaksınızdır."

    Genç öğretmen teşekkür etti ve toplantıyı bitirdi. Çocukların iyiliği ve geleceği için planlarını yapabilmek için sınıfların durumunu birkaç gün boyunca incelemeye karar verdi.

    Kısa sürede öğrencilerin hepsinde yetersiz ve yanlış beslenme sorunu olduğunu anladı. Vücutlarına ve gözlerine bakınca bu hemen görülüyordu zaten. Genel olarak derslere karşı ilgisizlerdi. Ayrıca anlatılanları anlayacak kadar bile İngilizce bilmiyorlardı. Bu öğrencilere diğer öğretmenler "yabancılar" diyorlardı.

    Öğretmen hemen koşulları iyileştirebileceğini düşündüğü üç bölümlük bir program hazırladı. İlk olarak öğrencileri ikiye ayırdı. İngilizcesi yetersiz olan grupla ilgilenirken diğer gruba da yapacak başka işler veriyordu. Sonra kilisenin ve diğer kasabalıların yardımıyla her sabah ders başlangıcında bütün öğrencilere bir parça ekmek ve bir meyve vermeye başladı.

    Annesine mektup yazıp iki yüz kutu diş macunu göndermesini istedi. En son olarak, teneffüslerde yaşı büyük olan çocukların birbirleriyle dövüştüklerini fark edince, onlara enerjilerini yoğunlaştıracakları beyzbola benzer bir oyun olan softbol oyununu öğretti. Kızların ise teneffüsleri dans ederek değerlendirmesini sağladı, hatta okula bazı müzik aletleri bile getirdi.

    Diğer öğretmenler yeni müdürün yaptıklarına sinirlendiler. Teneffüslerde dinlenme odalarında buluşup sigara içmeye ve dedikodu yapmaya alışmışlardı. Hep beraber iş yapmayıp yeni müdürü tek başına bırakmaya karar verdiler. Dinlenme zamanlarını "yabancılar" dedikleri çocuklara oyunlar ve çeşitli aktiviteler öğreterek geçirmeyi reddediyorlardı. Bütün öğretmenler, belediye başkanı ve banka müdürü gibi kasabanın yerel iktidar yapısına dahil oldukları için, küstah müdürü tehlikeli fikirlerinden caydıracaklarına eminlerdi.

    Böylece genç müdür mücadele etmesi gereken yeni bir durumla daha karşı karşıya kalmıştı. Savaşmaya karar verdi. Kasabanın ileri gelenlerinden, ünlü bir üniversiteden mezun olmuş bir kadınla görüşmeye gitti. Kadın aynı zamanda okul yönetim kurulunun etkin bir üyesiydi. Kadına olan bitenlerin hepsini, çocuklarla ilgili planlarını ve umutlarını anlattı.

    Kadın, "Size diğer öğretmenlerin istifalarını kabul edip Eyalet Öğretmen Okulu'na gitmenizi ve oradan teneffüs eğitimlerine de katılacak yeni öğretmenler istemenizi öneririm. Ben de okul yönetim kurulunu toplantıya çağırıp bu konuyu açacağım" dedi.

    Okul kurul toplantısında kadın söz verdiği gibi yaptı ve diğer üyelerin genç müdürü destekleyecek şekilde oy vermelerini sağladı. Kendilerini birdenbire hiç beklemedikleri durumda bulan, işlerini kaybetme noktasına gelen diğer öğretmenler ise yumuşayarak genç müdüre teneffüs saatlerindeki faaliyet ve eğitimler konusunda yardım etmeyi kabul etiler. Genç müdür kendisine yardımcı olan kadına ve kurul üyelerine müteşekkirdi. Artık fikirlerini daha hızlı bir şekilde hayata geçirmenin zamanı gelmişti.

    Müdür kısa süre içinde programa yeni spor çeşitlerini ekledi. Basketbol, beyzbol ve voleybol takımları oluşturdu. Sonra ilgi alanı olan münazara için okulda bir takım kurdu. Takıma İngilizcesi yeterli olan öğrencileri aldı. Yavaş yavaş diğer öğrencilerin de katılacak duruma geleceklerini umut ediyordu.

    Münazara takımında 6. sınıftan seçtiği uygun öğrencilerle 7. sınıf öğrencilerini karşılaştırdı. Ancak eğitim seviyelerindeki farklılıklardan dolayı bu ayarlama pek yürümedi. Bu durumda iki sınıfın öğrencilerini bir araya getirdi ve sonra bilgi seviyelerini dengeleyerek takımlara ayırdı. Tabii bu şekilde takımlara ayırınca da çeşitli sorunlarla karşılaştı. Ama bu sorunlara da çözümler buldu ve ilk münazaralarını yaptılar.

    Tarih ve yurttaşlık bilgisi genç öğretmenin en fazla ilgi duyduğu konular olduğu için bu konulardan, Amerika'nın ilk bağımsızlık girişimlerinden bir başlık seçmişti. Takımların her birinin aralarından üçer en iyi tartışmacıyı seçmelerini ve konu hakkında okuma ve inceleme yapmalarını istedi. Hazır olduklarını belirttiklerinde olumlu ve olumsuz tarafların nasıl ifade edileceğini, nasıl bölümlere ayrılacağını anlattı. Sınıfa soru sorma hakkı en sonunda verilecekti.

    Tartışma ve soru kısmı bittikten sonra sınıf oylama yoluyla tercihini belirtti. Olumlu tarafları belirten takım kazanmıştı ama sonuçta bütün öğrencilerin çalışmadan yararlandıklarını, bir şeyler öğrendiklerini görünce çok mutlu olmuştu. İki yıl sonra öğretmen daha büyük bir şehirdeki bir liseye geçtiğinde münazara takımları ilçe, bölge ve eyalet şampiyonalarım kazanacaktı.

    Genç öğretmen-müdür okulundaki öğrencilerin ve diğer öğretmenlerin gelişimlerine katkıda bulunmakla yetinmeyip, okulun yaşlı, okuma yazması olmayan hademesine de İngilizce öğretiyordu. Küçük kasaba okulunda kaldığı bir yıl boyunca yaşlı hademeye ders vermeye devam etti. Ayrıca öğrencilerden birini İngilizce öğrensin ve liseye girebilsin diye evine, annesinin yanına götürdü. Bu görevi annesine vermişti çünkü kendisi bu arada öğretmenliğini geliştirecek kurslara katılıyordu.

    Öğretmenin mutlu olması için birçok nedeni vardı. İlk işinde kendini vererek çalışıyor ve meyvelerini topluyordu. Başta muhalefetle karşılaşmıştı ama mücadele ederek galip gelmeyi de başarmıştı. Diğer öğretmenler artık onunla ve öğrencilerle daha mutluydular. Uyguladığı programın açlığı tamamıyla yok edip, birkaç ayda herkese mükemmel İngilizce öğretmesi kuşkusuz olanaksızdı ama yine de çok ciddi ilerleme kaydedilmişti.

    Öğrencilerin ufku açılmış, daha katılımcı, daha istekli ve daha ilgili olmaya başlamışlardı. Bu gelişmeler diğer öğretmenlerin de işine yaramıştı. Genç öğretmen sınıftan içeri girdiğinde öğrencileri onu her sabah ayağa kalkıp şarkı söyleyerek karşılıyorlardı.

    Daha sonraki yıllarda genç öğretmen o küçük kasaba okulunda geçirdiği günleri gururla anacaktı. Öğrencilerinden biri kasabanın ileri gelen iş adamlarından biri olup şehir meclisinde de görev yapmıştı. Öğretmen sonraki yıllarda küçük kasaba okulundaki anılarını paylaşacak ve orada gördüğü açlık ve yoksulluğu anlatacaktır. O günlerin üzerinde büyük etkisi olmuştu. Eğer fırsatı olursa Amerikalıların hepsinin eğitilmesini sağlayacak, açlık ve yoksulluğu yok etmek için elinden ne geliyorsa yapacaktı.

    ABD'nin hiçbir başkanı göreve geldiğinde öğretmen, senatör, başkan yardımcısı ve 36. Başkan Lyndon B. Johnson kadar iç politika ve hükümet işleri konusunda bilgili ve tecrübeli değildi. Başkanlıktan ayrıldığında ise arkasında büyük bir kuşku ve şaşkınlık bulutu bırakmıştı.

    Beyaz Saray'da yaşamış en karmaşık kişiliklerden biriydi. Lyndon Johnson bir anda çok kaba, bir dakika sonra ise gayet şiirsel olabilir, Amerika'nın "Büyük Toplum" idealine sahip çıkan bir devlet adamı kimliğine bürünebilirdi.

    John F. Kennedy'nin trajik ölümünden sonra sakin, saygıdeğer ve güçlü bir şekilde görevi devralışıyla zor durumda olan Amerika halkının ve dünyanın güvenini kazanmıştı. Dost ve düşman herkes onun sorunları çözüşü ve davranışlarından etkilenmişti.

    Johnson çabalarını uzman olduğu alan olan Kongre'de yoğunlaştırmıştır. Kongre'de takılıp kalmış olan John Kennedy'nin yasa önerilerini, dönemin etkisi ve Senato'da çoğunluğun lideri olmasının kazandırmış olduğu tecrübeyle hızla kabul ettirmiştir.

    Hangi komisyonun başkanına nasıl baskı yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. En isteksiz Kongre üyesine ya da senatöre kendi yöntemini kabul ettirmek için hangi noktaya kadar bilek güreşi yapması gerektiğini de biliyordu. FDR, kılavuzu ve akıl hocasıydı. Fırtına gibi çalışıyordu.

    Beyaz Saray'ın ampul ve duvar kağıtlarından SSCB Politbüro üyelerinin psikolojik kişilik bilgilerine kadar, onun için ufak ya da önemsiz hiçbir konu yoktu. Ne kadar belirsiz ve önemsiz olursa olsun her konuyla bizzat ilgileniyordu. J. Edgar Hoover'ın ilettiği, Washington kentinin ileri gelenlerinin en mahrem dedikoduları ile de neşelendiği söylenirdi.

    Lyndon Johnson, 1964 yılındaki seçimlerde Goldwater'a karşı ezici bir zafer kazandıktan sonra etkisini daha da artıracaktı tabii. Toplumsal değişimleri temel alan "Büyük Toplum" adını verdiği bir programın uygulamasına başladı. Bu program FDR'nin bile hayal edemeyeceği kadar hızlı işleyen yasama sistemini de içermekteydi. Kongreye İç Savaş'tan bu yana en geniş kapsamlı vatandaşlık hakları yasasını çıkarttırmıştı.

    Her ne kadar kendisi o sırada farkında olmasa da, Lyndon B. Johnson daima geri dönüşü olmayan kararlar vermiştir. 1964 yılının Ağustos ayında, günümüzde artık bir rezalet olarak nitelendirilen "Tonkin Körfezi" kararını ABD Senatosu'na kabul ettirmişti. Bu karar, Kuzey Vietnam deniz kuvvetlerinin bölgedeki ABD destroyerlerine saldırdığı iddiasına dayanan aslı astarı olmayan bir yalan, bir komploydu.

    Vietnam Savaşı üzerine şimdiye kadar sayısız yazı, makale, kitap yazıldı ve yazılmaya da devam edecektir. Ama zaman ilerledikçe Lyndon Johnson'ın kişiliği savaşla daha çok iç içe geçmeye, daha fazla ilişkilendirilmeye başlandı. Churchillvari bir ifadeyle "Girdiği savaşı kaybeden ilk Amerikan Başkanı olma gibi bir niyetim yok" diyecekti.

    General Douglas MacArthur, ölmek üzereyken, Johnson'a Amerikan ordusunu Asya'nın ormanlarında savaşa sokmaması için yalvarmıştır. Ama Johnson Amerikan ordusunun Asya'nın kendi topraklarında savaşan, kendini davasına adamış bir ülkeyle baş edemeyeceğini algılayamamıştı.

    Hatta ne Johnson ne de danışmanları, demokrasilerde savaşın ancak çoğunluk tarafından adil ve ahlaki görüldüğünde ve zafere ulaşmak için her şeyi feda etmeye hazır olduklarında zorunlu olacağı gerçeğini kabul edebilmişlerdi. Johnson'ın savaş siyasetindeki ısrarcılığı Amerikan ekonomisini uzun yıllar istikrarsızlığa mahkum etmiş ve ayrıca tüm dünyada yaşanan enerji krizi Amerikan yaşam standardına kaldırması olanaksız yeni yükler getirmiştir.

    Tarih, Lyndon Johnson ile ilgili son hükmünü henüz vermedi. Son tahlilde öğretmen öğrencilerine, Amerikan halkına, "Johnson'ın Savaş"ında kendi düşüncelerini kabul ettiremedi. Ancak "Büyük Toplum" programını olumlu etkilerini göz ardı etmeden değerlendirmek gerekir. Bir ülke için böyle bir programın ne kadar ve ne süre ile geçerli olduğunu zaman gösterecektir.

    Amerika'nın Asya'daki rolü çoktan değişti. Amerika ve Çin yeni bir ilişkinin başlangıcında. Belki daha temkinli ama ümit vaat eden bir ilişki. Güneydoğu Asya ise geleceği belli olmayan bir karmaşa içinde. Çoğu kimse de fazla öngörüde bulunamıyor.

    Lyndon B. Johnson'ın, öğretmen, parlak bir lider ve usta bir siyasetçi olarak tarihin mahkemesinde sırası gelecektir. Belki davası uzun sürer ama kesin olan bir şey var ki, uzun süre unutulmayacaktır

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

      İlginç Yaşam Öyküleri


      Henry Ford

      Genç çiftçi şanslıydı. Çiftlikten şehrin merkezine yürüyerek gidebiliyordu. Yarım günden biraz daha az sürüyordu. Teyzesinin evinden yeni işine gitmek daha da az zamanını alıyordu.

      Çalıştığı şehir öyle çok büyük değildi. Nüfusu 120 bine yakındı. Ancak küçük bir şehir için iş fırsatı çoktu ve gittikçe de artmaktaydı. Şehirde demir dökümhaneleri, araba ve vagon yapıp tamir eden yerler, soba, fırın, araba, pirinç ve çelik üreten ufak fabrikalar, un değirmenleri ve bira fabrikaları vardı. Tütün, puro, ilaç yan maddeleri, sabun, ayakkabı, yatak ve kibrit üretilen mallar arasındaydı.

      Şehirde on kadar da tren hattı vardı. Tren yollarının ve fabrikaların çokluğuna rağmen şehrin kaliteli ve sakin mahalleleri yok değildi. İlk planlayanların tasarımları sayesinde şehirde birçok park bulunuyor, çimenleri, ağaçları, çiçekleri ve hatta çeşmeleri ile bu parklara çok da iyi bakılıyordu.

      Geniş caddelerinin çevresi akçaağaç, at kestanesi, karaağaç ve çınar ağaçları ile doluydu. Evler genelde sade ve gösterişsiz, dikdörtgen şeklinde, geniş ön camları olan binalardı. Güzel havalarda mahalle sakinleri evlerinin önündeki geniş merdivenlere oturur, birbirlerini ziyaret eder, dedikodu yaparlardı. Bazıları mahallelerindeki dükkana 5 sentlik dondurma almaya giderdi. Genç çiftçi ise dondurma almak için ya çok meşgul ya da parasız olurdu.

      Küçük şehirde birçok güzel lokanta, kaliteli oteller, çok sayıda kilise, büyükçe bir kütüphane, 5 gazete ve dört tiyatro vardı. Eğlenceli vakit geçirilecek yerlerin çok olması genç çiftçinin aklını çelebilirdi ama o zamanını eğitimini geliştirmek ve para kazanmak için kullanmaya kararlıydı.

      Genç adam teyzesinin yanında uzun süre kalmadı. Yeni tattığı bağımsızlık duygusuyla kiralık bir odaya çıkmıştı. Ancak yeni odasının işine uzaklığı teyzesinin evinden çok daha fazlaydı. Araba şirketinde günlük 1.10 dolar kazanıyordu ki bu ortalama bir çırağın kazancından fazlaydı. Şirket geniş alana yayılmış birçok ayrı binadan oluşuyordu.

      Binaların arasındaki mesafe yangın tehlikesi göz önünde bulundurularak hesaplanmıştı. Fabrikada iki bine yakın işçi ve idareci uyum içinde çalışıyordu. Yüksek randıman sağlanan bir sistem oluşturmuşlardı. Hammaddeyi binanın bir ucundan içeri sokuyor, sonra biri ahşap diğeri yumuşak demir dökümden oluşmuş iki farklı yapıdan geçiriyor, bunlar makine bölümünde bir araya geliyor ve bir sonraki bölümde de parçalar birleştiriliyordu.

      En son bölümde ise boya yapılıyor ve raylı araba tamamlanıyordu. Bu sistem, üretim ağını öğrenmesi açısından genç adama hayli yararlı olmuştu.

      Makine bölümünde bir süre çalıştıktan sonra, bir gün genç adam bozulan ünitelerden birini onarmaya gelen adamları izliyordu. Her zamanki işini yaparken bir gözü de üniteyi onarmayı başaramayan adamlardaydı.

      Genç adam makinenin sorununun ne olduğunu çözmüş ve tamirciler işi beceremeyip sinir içinde oradan ayrıldıklarında sessizce gidip üniteyi tamir etmişti. Ustabaşı onu yakalamış ve "kendini zeki sanan bir salak" olduğunu söyleyerek kovmuştu. Beş saat sürecek işi yarım saatte yapmıştı. Genç adam bu olaydan bir ders çıkarmıştı. Bir daha bildiği her şeyi gösterip anlatmayacağına yemin etti.

      Bölgenin iş olanakları gelişmekte olduğu için kısa sürede bir başka makine atölyesinde iş buldu. Atölyenin sahibini tanıyor olması işine yaramıştı. Anladığı kadarıyla adam babasını tanıyordu. Ondan ürün satın almıştı.

      Binada pirinç ve demir dökümünün yapıldığı bir dökümhane ve valflerle yangın musluklarının üretildiği atölyeler vardı. Küçük bir fabrika olduğundan genç adamın ustabaşı ile arası iyiydi ve bu da kendisini geliştirmesi için fırsat sağlıyordu.

      Ancak genç adamın yeni işinde ücretinde azalma olmuştu. Haftada 2.50 dolar kazanıyordu. Oysa odasının kirası ve yiyecek masrafları haftada 3.50 dolar tutuyordu ve işine kilometrelerce yürüyerek gidiyor olmasına rağmen parası yetmiyordu.

      Bir gün henüz gençken edindiği bir hobiyi hatırladı. Doğum gününde ona bir saat armağan edilmişti. O da saati parçalara ayırıp sonra tekrar birleştirmişti. Aynı işlemi arkadaşlarının saatlerinde de yapmıştı. Hobi diye başladığı bu işte öylesine yetenekliydi ki her türlü aleti söküp, parçalarına ayırıp yeniden monte ediyordu. Bu işe o kadar zaman harcamaya başlamıştı ki babası yaptığı işten para almasını salık vermişti.

      Genç adam kaldığı evin yakınında bir mücevher dükkanı görmüştü. Dükkanda iflas etmiş bir başka firmadan kalan bir sürü saat vardı. Genç adam onları temizleyip bakımlarını yapmayı önerdi.

      Saatlerin hepsi temizlenene kadar gecede 50 sent alacaktı. Bir gece, dükkanın sahibinin bilgisi olmadan, genç adam tamir edilmesi gereken bazı saatleri aldı ve tamir etti. Dükkan sahibi ilk öğrendiğinde kızmıştı ama sonra gencin bu işi iyi yaptığını görünce akşamları çalışması için ona haftada 2 dolar vermeye başladı.

      Böylece genç adamın para sorunu çözülmüş oldu. Dükkan sahibinin tek şartı saatleri tamir ederken genci kimsenin görmemesiydi. Çünkü kimsenin ona güvenmeyeceğini düşünüyordu. Yetmiş yıl sonra bile, artık hiç de genç olmayan tamirci saatlerini kendi tamir edecek ve o yaşta bile mücevhercilerin kullandığı gözlükten kullanmaya gerek duymayacaktı.

      Günleri çok yoğun ve yorucu geçse de genç adam şikayet etmiyordu. Tamirat ve makinelerle ilgili eline geçen dergileri okuyacak zaman da buluyordu. Çok çalışarak ve her şeyi dikkatle inceleyerek dokuz ay sonra makine atölyesinden tecrübe kazanmış olarak ayrıldı.

      Yeni işi şehirdeki en büyük gemi yapım şirketi olan Drydock Şirketi'ndeydi. Şirket nehrin üzerine inşa edilmişti. 210 metrelik bir alana yayılan işyeri nehrin üzerindeki iki doktan oluşuyordu. Üçüncü bir gemiyi yakındaki rayların üzerine yerleştiriyorlardı. Dokların arasında da geniş bir torna atölyesi vardı.

      Bu alanın arka kısımlarında bir ofis, demir ve pirinç dökümhanesi, bir otel, makine bölümü ve bir kazan deposu vardı. Bunlara ek olarak, başka bir yerde şirketin diğer dokları, bıçkıhanesi, marangozhanesi, kazan atölyesi, demir atölyesi ve torna atölyeleri vardı. Şirkette toplam altı yüz kişi çalışıyor ve demir, çelik veya ahşap gemi yapıyorlardı. Ayrıca tekne ve gemilerin onarımını da yapıyorlardı.

      Son beş yılda geçmiş on iki yıla göre iki kat daha fazla gemi inşa etmişlerdi. Vapur, mavna, yelkenli, römorkör, buharlı feribot ve yandan yelkenli tekneler üretiyorlardı. Ayrıca şirket 600 ile 3500 beygirgücü arasında güce sahip motorlar da tasarlayıp üretiyordu.

      Genç çırak bu fabrikada işe başladığı zaman eski işinden haftada 50 sent daha az bir yevmiyesi vardı. Çıraklığını tamamlaması içinse üç yıldan daha fazla bir süre. Yine de bu şirkette öğrenebileceği bütün teknikleri öğrenmeye, mekanik bilgisini artırmaya daha çok fırsatı olacaktı. Zekiydi ve kendi işini yapıp, görevlerini yerine getirirken diğer işçileri de dikkatle izliyordu.

      Bu işyerinin başka bir olumlu yanıysa işçiler arasındaki ilişkiydi. Diğer işçiler ona işin püf noktalarını öğretmekten çekinmiyor, tersine ellerinden geleni yapıyorlardı.

      İşe yeni başladığı günlerden birinde, öğle yemeği arasında genç çırak yanından geçmekte olan heybetli bir adamı fark etti. "Bu kim?" diye sordu arkadaşına. "Patronlardan biri mi?" "Doğru bildin, evlat. Danışman ve inşaat mühendisi Bay Kirby!"

      "Şirketin en önemli kişilerinden biri gibime geliyor" diye yanıtladı genç adam.

      "Evet, sanırım, öyle denilebilir. Üniversite mezunu. Doğu'dan gelmiş. Daha otuz bir yaşında ama bir başka tersane daha inşa etmiş. Bizim şirkette hem gemi hem de makine tasarımı yapıyor."

      Sonraları genç çırak bu önemli adam tarafından fark edildi. "Sıkı çalış, evlat. Başaracaksın" diye seslenmişti genç çırağa. Mühendis genç adamı o kadar etkilemişti ki İleriki yıllarda bu adamı kendisine yardım etmesi için ve ayrıca da onurlandırmak adına yanına alacaktı.

      Bir başka olayda ise genç çırak merdivenlerden bir omzunda kocaman ve ağır bir vida anahtarı taşıyarak iniyordu. Oradan geçmekte olan Mr. Kirby "Hey, oradan inme, boynunu kırabilirsin. Tırabzana tutun" diye seslendi. Bir sonraki gün genç çırak yine omzunda zincirlerle aynı yerden inerken ayağı kaydı. Şansına bir önceki gün yapılan uyarıyı unutmamıştı ve tırabzana tutunarak indiği için zincirlerin üzerine düşmesini önlemiş oldu.

      Genç adam çıraklık dönemini tamamlayabilmek için Drydock Şirketi'nde çalışmaya devam etti. Sonradan fark edecekti ki daha üç yılı doldurmadan makinist olma niteliklerine sahip olmuştu. Ücreti artsa bile saat tamir işine de devam etmişti.

      Uzun yıllar sonra ilk iki işinden hiç söz etmemesine rağmen, Drydock Şirketi'nde gemi yapımında çalıştığını söyleyecektir.

      Sadece makinistin görevlerini değil, üretim işleminin tüm yönlerini öğrenmişti. Dikkatle izlemenin yanı sıra sürekli sorular sorarak üretimi bütünüyle kavramaya çalışıyordu. Yaptığı işi bir saatin iç yapısının karmaşıklığına benzetip o derecede titizlik göstermek gerektiğine inanmıştı.

      Sonradan, "Hiç yorulmazdım. Yaptığım işi her zaman zevk alarak yapardım. Her zaman da enerjim olurdu. Hiçbir iş zor değildir. Bir insan sabah akşam işini düşünmelidir. Eğer hep işçi kalma niyetindeyse iş bitiş düdüğü çaldıktan sonra işini unutabilir. Ama eğer ilerlemek istiyorsa, düdüğün düşünmeye başlaması için bir çağrı olduğunu bilmesi gerekir. Yılmadan düşünen ve çalışan insan başarılı olacaktır" diye yazmıştır.

      Genç makinist gemi yapımcısı olamadı. Drydock'ta makine ustası, ustabaşı ya da mühendis de olmadı. Bu işler onu heyecanlandırmıyordu. İlgisini çekiyor olsa da saat tamircisi veya imalatçısı da olmadı. Artık ne olmak istediğine karar vermişti. Çok fazla sayıda mal üretebilen bir üretici olmak istiyordu. Yılda on- on beş tane, hatta yüz tane gemi üretiyor olmak onu tatmin etmeyecekti. Artık temel bilgisi vardı. Şimdi bilgisini bir konuda yoğunlaştırıp, yapmak istediklerini ondan başka kimsenin beceremeyeceği bir şekilde ve doğru bir zamanda yapmanın sırasıydı.

      Bir zamanların tersane işçisi, saat tamircisi, çiftçisi ve bıçkıhane operatörü olan genç tamirci, mühendis, araba üreticisi, yenilikçi ve mucit Henry Ford'du.

      Henry Ford benzinle çalışan motoru icat etmedi. Şasiyi de icat etmedi. Otomobili de o icat etmedi, montaj makinesini de.

      Ailesi tarafından küçük yaşlarından itibaren teşvik edilen Henry Ford, mekaniğe karşı doğal zekası ve becerisini bu konuyu öğrenmek için kullanmış, enerjisini ve direncini bilimsel anlamda ilerleme yönünde değerlendirmişti. Ve bunların hepsini doğru bir zamanlamayla gerçekleştirmişti.

      "Atsız araba" artık zamanı gelmiş bir düşünceydi. Ford'un dışında birçok kişi vardı; Amerika'da Durzea, Haynes, Maxim, Olds ve diğerleri, Avrupa'da ise Daimler, Benz ve diğerleri. Ford, mühendislik bilgisini kullanarak, doğru insanlarla -Couzens, Dodge Kardeşler, Barney Oldfield gibi- işbirliği yaparak ve gerekli mali desteği Alex Malcomson ve bankacı John S. Gray'den temin ederek başarılı olmuştu.

      Henry Ford yenilikçi bir insandı. Araba yarışlarını bedava reklam aracı olarak kullanmıştı. Ortağı Barney Oldfield'ın adı bu sporla beraber anılır olmuştu. Montaj makinesi fikrini montaj bandına çevirmişti. Amacı kaliteli, kullanımı kolay ve ortalama Amerikan vatandaşının satın alıp keyifle kullanacağı otomobil üretmekti.

      "T" model adını verdiği otomobil orta sınıf Amerikalıların arabası oldu. Başarı ise, 'Amerikan Yaşam Tarzı' adı verilen kavramı, otoyollarda yeni düzenlemelerle ve otomobile bağlı bambaşka bir kültür oluşturmasıyla, pekiştirmesinde yatmaktadır.

      Ford, günde 5 dolar yevmiye, günde 8 saat ve haftada 40 saat çalışma gibi kuralları getirdiğinde herkesi şaşırtmıştı. Bu arada, Ford Motor Şirketi'nin karışık ücret çizelgesi ve yaptığı birikimler hakkında pek fazla bir şey bilinmiyordu.

      Ford'un imparatorluğunu ve ortak olduğu diğer otomobil üreticilerini George B. Selden tehdit etmeye başlamıştı. Sorun Selden'in elindeki patent hakkıydı. Selden 1879 yılında atsız arabayı icat etmişti ama hiçbir zaman üretime sokmamıştı.

      ABD'de otomotiv endüstrisi oluşmaya başlayıncaya kadar da patent haklarını saklamıştı. Zamanı gelince de otomotiv sektörünü tehdit edecek bir dizi dava açtı. Ford, 9 yıl boyunca bu davalarla uğraştı ama sonunda kazandı ve otomotiv endüstrisi rekabet özgürlüğüne kavuştu.

      Henry Ford'un gemi üreticisi olmayı isteyip istemediğini bilemiyoruz. Eğer bu işe girseydi bile Drydock Şirketi'ne sahip olmayı değil, şirketi işletmeyi tercih ederdi. O zamanlar ne yapmak istediğini tam olarak bilmiyordu. Mekaniği sevdiği ve gözlemci bir zekası olmasına yarayacak deneyimleri kazanmak istediği söylenebilir. Daha başka fikirleri olduğu için bu işte ilerlemek istememişti.

      Saat imalatı yapmayı düşünmüştü. Ancak birçok kişinin saati lüks tüketim maddesi olarak düşündüğü sonucuna varıp bu işten vazgeçmişti.

      Henry Ford ilk otomobil macerasına Detroit Otomobil Şirketi'nde yönetici ve hissedar olarak girişmiş, başarısızlığa uğramıştı. Sonraları daha iyi otomobiller üretebilmek için bu işten vazgeçtiğini ileri sürmüştür.

      Ford, ruh hali oldukça değişken olabilen bir insandı. Gençlik yıllarında birlikte çalıştığı arkadaşlarına şakalar yapan biriydi. Yüzyılın başındaki yevmiye ve çalışma saatleriyle ilgili yenilikçi kuralları, grevlerin bir türlü bitmediği 1930'lu yıllardaki sert tavrıyla çelişecekti. Birinci Dünya Savaşı'na engel olmak için "Barış Gemisi"ni Avrupa'ya gönderen adam, ileride savaş üretiminden para kazanacaktı.

      Oğlu Edsel'le 1936 yılında dünyadaki örneklerinin en büyüğü ve en zengini olan Ford Vakfı'nı kurmuş, bilim, eğitim ve diğer alanlardaki çeşitli faaliyetlere inanılmaz katkılarda bulunmuştur.

      Henry Ford 1947 yılında, 84 yaşında hayata veda etti. Otomobil sektörünün tam anlamıyla geliştiğini göremedi. İlk zamanlarda Amerika'daki otomobil satışlarının büyük oranını Avrupa'nın önde gelen markalan oluşturuyordu. Amerika artık üçüncü otoyol sisteminin yapımına geçti. Hızlı işleyen montaj bandı, endüstrisi gelişmiş ülkelerin hepsi tarafından tercih ediliyor

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

        İlginç Yaşam Öyküleri


        Winston L. S. Churchill

        Bahçe sessiz ve huzurluydu. Etrafta duyulan tek ses ara sıra öten serçe ve ardıç kuşlarıydı. Bir de yakındaki çeşmeden gelen su sesi. Mevsim bahardı ve çiçekler renklerinin tüm canlılığıyla her tarafa yayılmışlardı. İyi bir bahçıvanın eli değmişçesine bahçedeki bütün çiçekler bakımlı, çalılar kırpılmış ve çimenler tazeydi.

        Yaşlı adam bahçenin kenarındaki banka oturdu. Etrafındaki tüm güzellikleri düşündü. Nemden korunmak için eski bir ceket giymişti. Etrafındaki renklerin ve güzel seslerin tadını çıkartamıyordu. Derin düşüncelere dalmıştı. Kafası da, ruhu da kederliydi. Geçmişte de kimi zaman kederli bir ruh haline girdiği söylenirdi. Doğru olduğunu kabul de ederdi ama her zaman kendini toparlar, daha çok enerjisi ve coşkusuyla anılırdı. Ama bugün farklıydı.

        Adam dalıp gittiği düşüncelerinin içinde bütün hayatının değerlendirmesini yapıyordu. Okulda çok başarılı değildi. Çeşitli işlerde başarılı olmayı denemişti ama hiçbirinde uzun süre tutunamamıştı. Hatta hapse bile girmişti. En azından orada zeki davranmış, hatta bu durumu bir şekilde başarıya çevirmişti.

        Ondan sonra ise uzun süre hayatı inişli çıkışlı olmuştu. Başına bir felaket gelmiş ve itibarını lekelemişti. Fakat bu konu üzerinde pek kafa yormamıştı, en azından bugüne kadar. Katı bir ruh haliyle olmasa da bu konuya hep omuz silkmiş, bir diğer konuyla ilgilenip sorunu çözmeye geçmişti. Gerçek ve mümkün olanla yumuşamış, her zaman iyimser bir kişiliğe sahip olmuştu. Bugünün olanaksızı yarının gerçeğiydi. O zaman neden bugün yenilgiyi ve kötü olasılığı düşünmeliydi?

        Yaşlı adam sağ elinde tuttuğu sopayı aldı ve önündeki çimeni eşeledi. Sağa sola kaçışan karıncaları rahatsız etmişti. İşte çalışkan yaratıklar diye düşündü. Hemen karısını hatırladı. Çalışkan, şefkatli, sevgi dolu ve güzeldi. Ne kadar şanslı idi. Sahip olduğu başarı karısının eseriydi. Karısını ilk gördüğü andan itibaren onunla olmak istemişti. Bütün sıkıntıları ve üzüntülerinde hep onun yanındaydı. Akıllıca öğüt verir, onu avuturdu. Ne zaman sessiz kalınacağını bilirdi. Adamın her ruh halini bilir ve ona göre davranırdı.

        Sevgi ve fedakarlıkla ona çocuklar vermişti. Hala çok güzeldi. Kendisinin bütün aşırılıklarına rağmen işleri çok iyi idare etmişti. Halen şu anda karşı karşıya bulunduğu sıkıntı ve krize rağmen onun yanındaydı. Ona güvenebileceğini biliyordu.

        Yine depresyona savrulmuştu. Dönek bir adam olduğuna ilişkin suçlama onu yaralamıştı. Hayatı boyunca birçok kez fikir değiştirdiği doğruydu. Zamanında her biri ona mantıklı görünmüştü. Şu anda da onları savunabilirdi. Sorun hep derin bir şekilde hissettiği prensiplerindeydi. Her fırsatta gayretle kendini savunmuştu.

        Bazen bahçeyle ilgileniyor, bazen diğer hobilerine yöneliyordu ama bugün bir türlü kendine gelemiyordu. Düşüncelerini dağıtamıyordu. Başarısız olmuştu. Artık tam anlamıyla emekliydi. Kendisi için hiçbir gelecek göremiyordu. En azından kendini yeniden iyi hissettirecek bir gelecek yoktu.

        Hobileri büyük bir ilgi kaynağı ve farklılıktı onun için. Hatta bu yolla hayatını idame ettirecek kadar para bile kazanabilirdi. Bunu biliyordu ama bu, insanlarla birlikte olmak gibi değildi. İşte meselenin esas noktası buydu. Bir işi başardığı zaman yaşadığını hissediyordu. İnsanlar onunla her zaman aynı fikirde olmasa da bunu pek önemsemiyordu.

        Ama şimdi iflasla karşı karşıyaydı. "Belki de tamamen değil" diye düşündü. Evet, evi satılığa çıkarmıştı. Zaten bu büyük evin harcamaları yüzünden daha küçük bir eve taşınmak zorunda kalacaktı. Sorun, katlanmış borçlarını ve zorunlu harcamalarını artık karşılayamıyor olmasıydı. Karısı bu borçlar ve harcamalarla başa çıkmayı her zaman başarmıştı. Ama artık değil. Önemli bir miktar alacağı vardı ama daha zamanı gelmemişti. Buna karşın göze alabildiği kadar borç almıştı şimdiden.

        Bir hareketle ayağa kalktı, vücudunu dikleştirdi sonra tekrar oturdu. Sorun kendisiydi. Bunu kendi kendine yapmıştı. Uzun süre olanaklarının üzerinde yaşamıştı. Bu güzel ev, hizmetçiler, arabalar, güzel giysiler, iyi yiyecek ve şarap, seyahat. Gösteri. Her şey gösteriydi, diye düşündü. Çok iyi para kazanmıştı, özellikle son birkaç yıldır. Of, hepsini nasıl da harcamıştı! Bu konuda pişman değildi. Tüm bunların hakkı olduğunu düşünürdü. En kaliteli çevrelere girer, giyim kuşamına dikkat eder, hep onlardan bir adım ileride olmaya çalışırdı.

        En sonunda yaşlı adam kafasını kaldırdı. Bir karara varmıştı. Öğleden sonra arkadaşını görmeye gidecekti. Böylece sorunlarını çözeceğine inanıyordu. Bunu yapmak istemiyordu ama pek fazla seçeneği kalmamıştı. Arkadaşından ona geçici bir süre için yardım edecek kadar borç para isteyecekti. Muhtemelen arkadaşı bu parayı verecekti. Ancak bunun ikisinin arasında kalması gerektiğini düşündü. Hiç kimse bilmemeliydi.

        Evet, bütün arkadaşları onun zevklerini bilirdi. Önemli olan bu bilginin halka sızmamasıydı. Sevgili karısı da sevinecekti. Evlerini satılmaktan kurtarabilirdi. Ev yüzünden neredeyse kavga edeceklerdi. Bugüne kadar hiç o noktaya gelmemişlerdi. Sonradan karısı isteksiz de olsa kabul etmişti ama bir şekilde bu sorunun üstesinden geleceklerine inanıyordu.

        Eğer şimdi arkadaşından borç alabilirse hem evlerini satmak, hem de hizmetlilerinden hiçbirini işten çıkartmak zorunda kalmayacaklardı. Zaten böyle bir şeye kalkışmanın hata olacağını biliyordu. Artık hayatında yeni bir sayfa açacak, harcamalarını kısacaktı. Daha az seyahat edecekti. En azından böyle olması gerektiğini biliyordu. Kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı.

        "İşte şimdi evlendiğim adam gibi oldun" dedi karısı bahçeyi geçip adamın yanına gelirken.

        Ayağa kalktı ve karısına sevgi dolu bir öpücük kondurdu. "Başka nasıl olacaktım ki?" dedi gülümseyerek.

        "Seni tanırım. Seni burada hiçbir iş yapmadan öyle oturuyor görünce yine bir iç sıkıntısı yaşadığını anladım. Umarım kendine acımıyordun. Bu halde olmak senin karakterine hiç uygun değil."

        "Beni gerçekten çok iyi tanıyorsun. Evet, Tanrıya şükür o hallerim çabuk geçiyor" diye cevapladı. "Dostumuzla konuşmaya karar verdim. Tek çare bu. Evin satışım durdurabileceğiz ve hizmetlilerimizi de işten çıkarmak durumunda kalmayacağız. Sen haklıydın, ben ise hatalı. İşte gördün mü itiraf ettim."

        Karısı gülümsedi, uzanıp adamın elini tuttu. Uzun bir süre öylece oturdular. Sonra karısı konuştu. "Bu evi en az senin kadar sevdiğimi bildiğine eminim. Ama başka yerde de yaşamaya razıyım. Her yerde mutlu olacağımızı biliyorsun, hayatım. Çocuklar da büyüdü. Şehre her gün gitmek zorunda değilsin. Eğer öyle olsaydı da yıl boyunca şehirde yaşardık. Fakir değiliz zaten. Birkaç ay içinde bu durum düzelecektir. Beni arkadaşlarımızın gözünde küçük düşmekten ve harcamalarımızı kısmak durumunda kalmaktan korumaya çalıştığının farkındayım" dedi, kocasının elini tutarak.

        "Esasında yüklü harcamalarımı halkın duymasından endişelendiğimi itiraf ediyorum. Oldukça yüksek bir gelirim olduğu biliniyor. Kötü olan nokta, insanlar zar zor geçinmeye çalışırken ben evimi satmadan uşaklarımızın maaşlarını veremeyecek duruma geldim. Ama hala umudum var" dedi.

        "Bu parayı alacağından emin gözüküyorsun. Senin için dostuna böyle bir şey sormanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Masraflarımızı biraz daha azaltabileceğimizi sanıyorum. Bu arada yanımızda çalışanlara duyduğun vefayı da takdir ediyorum. Onlar da bize hep sadık kaldılar. Bir sonraki maaşını aldığında hemen borcunu ödemeye kalkmayacağına dair bana söz vermelisin. Bana harcamalarımızı maaşın dahilinde tutmam konusunda yardım etmelisin. Daha az eğlence düzenleriz. Ufak çaplı yemek davetleri ile yetiniriz. Seyahate de gitmezsek elimizde bayağı para kalmış olur."

        Adam cevap vermedi ama gayret edeceğine ilişkin bir ifadeyle kafasını salladı.

        Birlikte ayağa kalktılar, genç aşıklar gibi el ele bahçeyi geçtiler. Aşkları hiçbir zaman tükenmemişti. Arkadaşları onları böyle görmeye bayılırdı.

        "Araba hazır. George da bekliyor. Görüşürüz canım" dedi karısı kocasını bir kez daha öperken.

        "Hemen dönerim canım" dedi.

        Şoför arabanın kapısını açınca yaşlı adam gayet çevik bir hareketle arabaya bindi.

        "Günaydın efendim" dedi şoförü.

        "Günaydın George. Ne güzel bir gün değil mi?" diye karşılık verdi ve dostunun malikanesine gideceklerini söyledi.

        Uşak adamı kütüphaneye buyur ettiğinde dostu onu selamlamak için ayağa kalktı ve elini sıktı. Adamın ezik ve rahatsız halini fark etmişti.

        "Seni gördüğüme çok memnun oldum. Uzun süredir bir araya gelmeyi istiyordum. Bugünlerde konuşacak çok şey var. Bir içki ister misin?"
        Adam istemediğini söyledi. Dostu şaşırdığını belli eder bir ifadeyle kaşlarını havaya kaldırdı. "Sevgili eşin nasıl?" diye sordu.

        Adam birden her zamanki hali gibi parıldayarak cevap verdi. "Hala en büyük aşkım. Konuşacak çok şeyimiz var ve ben de bunu çok istiyorum ama daha acil başka bir konu var" dedi.

        "Sanırım biliyorum. Bizim çevrede laf çabuk yayılır. Seni rahatlatayım. Evini satışa çıkarttığını biliyorum. Hata yaptığını düşünüyorum. Emekliliğin ve geri çekilmenle ilgili konuşulanlar ve şimdiki durum. Bu, sen değilsin" dedi dostu kafasını sallayarak.

        "İkisi farklı konular" dedi adam kekeleyerek.

        "Anlıyorum. Seni rahatsız eden konuyu tahmin etmek zor değil. Birbirimizi çok uzun zamandır tanıyoruz. Seni gördüğüm anda canının sıkkın olduğunu anladım. Bu sıkıntının büyük bir olayla alakalı olmadığını da. Öyle zamanlarda çok keyifli olursun. Kişisel bir sorun olduğu belli. İçki teklifimi kabul etmediğinde durumu anladım. Evle ilgili bir sorun değil mi?"

        "Evet" diye zar zor cevapladı.

        "Biliyorsun benim de elimdeki araziler azaldı. Kısa süre önce arazilerimin bazılarını iyi bir paraya sattığımı biliyorsun."

        "Evet" dedi adam. "Karım eşsiz bir idareci ama sorun bende."

        "Tahmin ediyorum. O muhteşem partilerinizi biliyorum. Bu bölgenin en değerli şarapları senin olmalı" diye çıkıştı.

        "Biliyorsun, kısa bir süre içinde alacağım maaş ihtiyacım olduğundan da fazlasına yetecek. Yalnızca aldığım avansların hepsini tükettim."

        Arkadaşı elini kaldırdı, "Dur, daha fazla devam etmene gerek yok. Sen daha fazla sıkılmasına izin veremeyeceğim değerli bir dostumsun. Ayrıca değerin dostluktan da öte bir yerde. Ne kadara ihtiyacın var?"

        Adam rakamı söyledi.

        "O kadar mı?"

        "Korkarım ki" diye cevapladı.

        "Önemli değil. Tamamdır. Hemen ayarlayacağım" dedi dostu.

        "Borcumu belirten bir senet imzalayacağım."

        "Hayır. Öyle bir şey yapmayacaksın. Bu sadece seninle benim aramda kalacak. Burada düşünmemiz gereken daha önemli şeyler var."

        "Ama."

        "Israr ediyorum yoksa borç falan vermem" dedi dostu inatçı bir şekilde.

        "Peki öyleyse. Teşekkür ederim. Karım da teşekkür ediyor."

        "Konu kapanmıştır. Şimdi şu şey siyaseti hakkında ne düşündüğünü..."

        İki dost politika ve gündemdeki olaylar üzerine konuşmaya başladılar. Yaşlı adam teklif edilen içkiye bu sefer razı oldu. İki eski dost kısa süre içinde yeniden buluşmaya karar vererek ayrıldılar.

        Evine dönerken yaşlı adam arabasında dimdik oturuyordu. Aklı daha önemli konulara kaymıştı bile. Artık emekliliği aklından çıkartacaktı. Hayatı boyunca istediği işi yapabilecekti belki de. Onun yaşında böyle bir işi üstlenen ilk adam olmayacaktı. Karısıyla konuşmak için sabırsızlanıyordu.

        Arkasına yaslandı ve bir puro yaktı.

        İflasla flört eden bu adam Winston Leonard Spencer Churchill'di. Tarihin gerçek bir devi.

        Ressam, yazar, savaş muhabiri, asker, deniz kuvvetlerinde yönetici, politikacı, devlet adamı, tarihin koridorlarında adı sonsuza kadar yankılanacak bir adam. Batı medeniyetini karşı karşıya kaldığı en korkunç tehditten kurtardığı söylenen adam. İsa, Lincoln ve Napoleon'dan sonra belki de en fazla biyografisi yazılan kişi.

        Churchill İngiliz dilinin belagatı en güçlü kişiliklerinden biri olarak bilinir. Ayrıca yazarlıktaki başarısını 'İngilizce Konuşan İnsanların Tarihi' adlı kitabı ve savaş yazılarında ortaya koymuştur.

        Kişisel skandala hiçbir şekilde adı karışmamış bir adamdı. Hayatındaki en değerli şey "Sevgili elementine" diye çağırdığı hayatının aşkı olan karısıydı.

        Dehası çocuklarına geçmemişti. Hatta onun için her zaman utanç kaynağı olmuşlardı.

        Churchill hayatında birçok siyasi yenilgi yaşamış ama her zaman kendini kısa sürede toparlayıp tekrar düzlüğe çıkmıştı. Hangi Amerikan başkanı Birinci Dünya Savaşı'ndaki Gelibolu felaketi gibi bir olayı yaşayıp, siyasi kişilik olarak hayatta kalmayı başarıp, bir de partisini değiştirebilir ki?

        Gençliğinde Boer Savaşı'nda büyük bir macera yaşamış, esir düşmüş ve kaçmayı başarmıştı. 1898 yılında Sudan'da Omdurman Muharebesi'ne, İngiliz süvarilerinin son saldırısına katılmıştı.

        İkinci Dünya Savaşı sırasında, Almanya'nın İngiltere'yi bombalamasının intikamını almak için, savunmasız durumdaki Dresden şehrinin bombalanması emrini veren de Churchill'di. Bu saldırıyla şehrin her tarafında yangınlar çıkmış ve binlerce masum sivil, yanıp kül olmuştur.

        Aynı zamanda üretken bir yazar olan ve bu işten inanılmaz paralar kazanan biriydi. Bir keresinde bir yıl için 100 bin dolar almıştı ki, 1930'lar için bu çok yüksek bir rakamdı. Krallar gibi yaşayarak bir sürü borç içine giren de aynı Churchill'di. Çoklukla malını mülkünü çok iyi idare eden karısı Clementine tarafından kurtarılmıştır. Atalarından biri olan Malborough Dükü gibi yaşamayı hakkı olarak görüyor gibiydi. Yazıları için yüklü miktarlarda avanslar alıyordu ama her zaman kazancından çok para harcıyordu. Başbakan olduktan sonra ve savaşın sona ermesiyle birlikte yazdıklarından çok daha fazla kazanmaya başladığı için debdebeli yaşam tarzını sürdürmüş, para için endişelenmeye gerek duymamıştı.

        1930'ların İngilteresi'nde iflasın gölgesi bile aforoz edilmeye neden olurdu. Churchill'in yaşam tarzını arkadaşları çok iyi biliyordu. Partisinin ileri gelenleri de bu durumu ve harcama alışkanlıklarını biliyordu elbette. Onun gibi olan birçok kişi vardı. Fark bunların halk tarafından bilinmemesiydi.

        Halk Churchill'in iyi yaşadığını biliyordu ama iyi bir geliri olduğunun da farkındaydı. Bu kadar uçarı ve para konusunda müsrif olması, verdiği diğer kararların da yargılanmasına sebep olabilirdi. Bu, ulusal bir sorun haline geldiğinde parti liderleri de doğal olarak anlayış göstermeyeceklerdi.

        Bu durum açığa çıksa ciddi bir siyasal ve sosyal çalkantıya yol açar ve başbakanlık Lord Halifax'a geçerdi. Halifax o zamanlar çok kavgacı bir kişilik sergiliyordu. Tarihçiler Lord Ha-lifax'ın başbakanlığı hakkında ancak spekülasyonda bulunabilirler.

        Acaba Churchill'in yaptığı o meşhur konuşma başka bir parlamento üyesi tarafından yapılsaydı aynı etkiyi yaratır mıydı?

        Acaba Churchill son dakikada göreve çağırılıp, kendisinden ülkeyi birlik içinde tutması istenir miydi?

        Ya İngiltere teslim olsaydı, Amerika "Avrupa Kalesi"ne saldıracağı zaman hangi üssü kullanırdı?

        Peki ya güçlü İngiliz donanmasına ne olurdu?

        Bu soru listesi çok daha uzatılabilir. Ama bildiğimiz bir şey var ki, dünya yenilgiyi kabul etmeme iradesini gösteren bu adamı kolay kolay unutmayacaktır.

        Dünyanın günümüzde böyle insanlara çok ihtiyacı var ama Churchill, döneminin bir ürünüydü ve kaderin ona biçtiği rolü yerine getiriyordu. Dünyanın ihtiyaç duyduğu, gerçeği gizlemeyip açıkça ifade eden, insanlığı harekete geçirerek sorunları çözen insanlardır

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

          Robert Kennedy Suikastı

          JFK suikastında komplo olup olmadığı hakkında yüzlerce kitap yazıldı. Kardeşi Senatör Robert Kennedy'nin öldürülmesindeki komplo tek cümlede özetlenebilir: Los Angeles Adli Tıbbı'nın raporu, RFK'nin arkadan açılan yaylım ateşle öldürüldüğünü belirtiyor. Oysa, suikastla suçlanan Sirhan Sirhan'ın Kennedy'nin en az bir buçuk metre önünde olduğunda herkes hemfikir.

          RFK cinayetine CIA'nın karıştığına ilişkin çok sayıda kanıt bulunuyor. Bir kere, ikinci bir tetikçinin kesinlikle var olduğu açık olmasına karşın, Los Angeles Emniyeti'nin özel görev ekibi, soruşturmayı Sirhan'ın tek katil olduğunu kanıtlayacak şekilde yürüttü. Tanıkların aklı karıştırıldı, kanıtlar yok edildi, mantıken şüpheli olan kişiler sorgulanmadı.

          Özel görev ekibinin iki üyesinin, CIA'yla uzun süreden beri bağlantısı vardı ve olayın komplo olduğunu ileri süren tanıkların gözünü korkutmakta oldukça gayretliydiler. Tanıklardan herhangi biri, ifadesinde, cinayet yerinden "Onu vurduk" diye bağırarak kaçarken görülen iri puanlı elbise giymiş ünlü kıza geldiğinde, bu ikisi küplere biniyordu. Tanık ifadelerindeki bu kıza ilişkin sözlerin yok edilmesini kesin olarak sağladılar.

          Üstünkörü sorgulanan bir başka aşikâr şüpheli de, cinayetten önceki günlerde Sirhan'la birlikte görülen Rahip Jerry Owen'di. Owen, JFK suikastına kansan mafya kuryesi Edgar Bradley'yi tanıdığını kabul etti. Dealey Plaza'da yakalanan, fakat herhangi bir suçlama yöneltilmeden serbest bırakılan Bradley'in, JFK davasının önemli isimleriyle bağlantısı olduğu anlaşıldı.

          Bir de, CIA'nın beyin kontrol deneylerinde yer alan hipnoz uzmanı Dr. William Bryan, Jr. var. Bryan, hipnoza aşırı ölçüde duyarlı Sirhan'ın da aralarında bulunduğu ünlü denekler üzerinde çalıştığını övünerek anlatmaktan hoşlanıyordu. Bryan'ın bir başka ünlü hastası olan "Boston Canavarı" da, anlaşılmaz bir şekilde Sirhan'ın günlüğünde yer alıyordu.

          Sirhan, günlüğünde RFK'ye ateş ettiğini hatırlamadığını kaydediyor ki, gerçeği söylüyor gibi görünüyor. Görgü tanıkları, cinayet sırasında Sirhan'ın bir tür trans durumunda olduğunu belirtiyorlar.

          RFK'nin tam arkasında durduğunu ve silahını çektiğini kabul eden koruma görevlisi Thane Cesar'a da çok dikkat çekmek gerekiyor. Cesar'ın hem aşırı sağcı gruplarla, hem mafyayla ve hem de CIA ile bağlantıları vardı.

          Son olarak, bir zamanlar CIA görevlisi olan Robert Morrow, yazdığı kitapta, İran gizli servisi SAVAK'ın bir ajanının RFK'yi öldürmek için parayla tutulduğunu iddia ediyor

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

            Nostradamus Biliyordu

            Almanya ile birlikte, Birinci Dünya Savaşı'na giren Osmanlı İmparatorluğu her şeyini kaybetmiş durumda idi. 30 Ekim 1918'de imzaladığı Mondros mütarekesi ile Türk topraklan işgale uğruyordu. Kısacası, Osmanlı İmparatorluğu topraklarını kaybettiği gibi yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinmeye başlamıştı...

            İstanbul'un işgal edildiği günlerde, İstanbul'a dönen Mustafa Kemal düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman büyük bir üzüntüye kapılmış ve ağzından sadece şu sözler dökülebilmişti: "Geldikleri gibi gidecekler..."

            Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Mudanya mütarekesi imzalandı. Bunu Lozan Antlaşması izledi. İstanbul'u işgal eden kuvvetler geldikleri gibi gittiler.

            İşin ilginç tarafı, 16. Yüzyılda Fransa'da yaşayan ünlü kahin Michel Nostradamus'un da bu konuyla ilgili bir kehanetinin bulunmasıdır!...

            1555 yılında yayınlanan ve Nostradamus'un tarihi olaylar, savaşlar ve keşiflerle ilgili kehanetlerinin açıklandığı "Centurien" isimli kitapta Mustafa Kemal Atatürk'ten de bahsedilmiş ve yukarıdaki konuyla ilgili bir kehanete yer verilmiştir. İnanılmaz kehanet şu dörtlükten oluşmuştur:

            Kongre başkanını tutan devlet adamları
            İşgal kuvvetlerince sürülecek Malta'ya
            Girilmiş İstanbul'a alınmış Rodos Adası
            Ama geldikleri gibi gidecekler sonunda

            Bu dörtlükte Nostradamus, yüzyıllar öncesinden geleceği görerek, Türkiye'yi, Kurtuluş Savaşı'nı ve Mustafa Kemal Atatürk'ü bilmiştir.

            Dörtlüğün sonunda geçen: "Ama geldikleri gibi gidecekler sonunda" sözüyle; Atatürk'ün: "Geldikleri gibi gideceklerdir" sözünün de bu kadar büyük bir benzerlik oluşturması da ayrıca üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken bir rastlantıdır.

            4 Eylül 1919'da hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi toplanmıştı. Kongre Başkanlığı'na, işgal kuvvetlerine ve İstanbul Hükümeti'ne karşı açıkça tavır alan Mustafa Kemal seçilmişti. Kurtuluş Savaşı'nı ve Atatürk'ü destekleyen İstanbul'daki mecliste olan milletvekilleri de işgal kuvvetlerince Malta Adası'na sürgüne gönderilmişti. Bu hatırlatmanın ışığında yukarıdaki dörtlük tekrar okunacak olursa, işin içinde bir şeyler olduğu daha iyi anlaşılacaktır...

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

              Rüyasında Gördüğü Zafer Atatürk'ün Gizemi

              Bu inanılmaz olay, yıllar önce Mustafa Kemal'in görmüş olduğu kehanet özelliği taşıyan bir "haberci rüya"nın ayniyle gerçekleşmesidir. Atatürk görmüş olduğu bu rüyayı Dr. Reşit Galip beye anlatır: "Rüyamda bana 'Paşam, İnönü'den ne haber?' diye sordunuz. Ben de: 'Vaziyet kritiktir' cevabını verdim. Kritik nedir? Anlamadım ki dediniz. Bunun cevabını 15 dakikaya kadar size veririm diyerek odama çekildim."

              Mustafa Kemal bu rüyasını Dr. Reşit Galip Bey'e anlattığı zaman düşman henüz saldırılarına başlamadığı gibi, İnönü Mevkii de önem kazanmamıştı. Aradan çok uzun zaman geçti. Düşman ile yapılan ilk savaş olan Birinci İnönü Savaşı kazanılmıştı. Bunu İkinci İnönü Savaşı izledi...

              Henüz bu ikinci savaşın neticesinin alınmadığı tehlikeli günlerden biriydi... Mustafa Kemal'in arabası Millet Meclisi'nin önünde durduğunda; O'nun yanına telaş ve endişe içinde koşan Dr. Reşit Galip bey sorar:

              "Paşam, İnönü'den ne haber?"
              "Vaziyet kritiktir."
              "Kritik nedir? Anlamadım ki"

              Mustafa Kemal: "Sana bunun cevabım 15 dakikaya kadar veririm" dedikten sonra, gülümser... "Hani Ankara'ya geldikten sonra ben bir rüya görmüştüm. Hatırladınız mı?"

              Dr. Reşit Galip bey biraz düşündükten sonra rüyayı anlatır. Bunun üzerine Mustafa Kemal tekrar gülümseyerek: "İşte, rüya aynen gerçekleşmektedir... Ben İsmet'i tanırım. Göreceksin 15 dakikaya kadar varmadan muzafferiyet haberini alacağız!..."

              Mustafa Kemal Millet Meclisi'ndeki odasına çekilir. Gerçekten de 15 dakika geçmeden. Garp Cephesi Komutanı İsmet imzalı bir telgraf gelmiş ve İkinci İnönü Savaşı'nın zaferle sonuçlandığı öğrenilmiştir...

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                BUNLARIN HEPSI GERÇEK

                Biliyor musunuz, bu yıl lise1. Sınıfta okuma yazma bilmeyen bir öğrenci var.

                Biliyor musunuz, bir öğrenci okula "satir" getirmekten uzaklaştırma cezası aldı.

                Biliyor musunuz, iki hafta önce okulun önünde çıkan bir kavgada bir öğrencimin boynu döner bıçağı ile kesildi; 28 dikiş atıldı. (Çok şükür sah damarına gelmedi)

                Biliyor musunuz, bu çevrede kimse kisin aksam besten sonra sokakta yalnız yürümüyor.

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz hafta, bebek bekleyen müdür yardımcımız bir öğrenci tarafından karni tekmelenmekle tehdit edildi.

                Biliyor musunuz, dışarıdan elini kolunu sallaya sallaya giren bir adam, kendisini dışarı çıkarmaya çalışan kat nöbetçisi bayan öğretmeni bıçakla tehdit etti.

                Biliyor musunuz, derste sıkıntı yarattığı için öğretmeni tarafından cezalandırılan öğrencinin aşiret olan ailesi okulu bastı.

                Biliyor musunuz, bir öğretmenimiz sınıfta bıraktığı öğrenciden tehdit telefonları aldı.

                Biliyor musunuz, öğrencilerimizin %86'si sigara içiyor.

                Biliyor musunuz, öğrencilerimizin %42'si hap kullanıyor.

                Biliyor musunuz, okulun etrafında hap satanları, okulun içinde hap kullananları polis biliyor.

                Biliyor musunuz, öğrencilerimizin %23'ü ensest ilişki mağduru.

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl bir kız öğrencimizin babası çocuğundan (öğrencimizden) dayak yediği için okula sığındı.

                Biliyor musunuz, yalnızca koridorda birbirlerine çarptıkları için kavgaya tutuşan iki kız öğrencinin aileleri okulun önünde birbirlerine yumruk yumruğa saldırdılar.

                Biliyor musunuz, bazı kız öğrenciler 100 kontör karşılığında minibüs şoförlerine, hali saha sahiplerine kendilerini kullandırtıyorlar (cinsel anlamda)

                Biliyor musunuz, bu yıl bir erkek öğrenci, bir kız öğrencinin kendisine cinsel tacizde bulunduğunu söyleyerek şikâyette bulundu.

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl bir anne, kızının saçının boyalı olması üzerine okula çağırıldığında, kızını okula koca bulmak için gönderdiğini bu nedenle de süslenmesi gerektiğini söyledi.

                Biliyor musunuz, velilerin %42'si kayıttan sonra bir daha okula uğramıyor.

                Biliyor musunuz, maddi yetersizlikten dolayı üç, dört aile bir oda-bir salon bir evi paylaşıyorlar. (Sayıları azımsanamayacak ölçüde.)

                Biliyor musunuz, her ay öğretmenler aramızda para toplayıp bir öğrenciye bot, palto veya okul araç gereçleri alıyoruz.

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl cuma okul kapanışı töreninde baygınlık geçiren bir öğrencinin iki gündür hiçbir şey yemediğini öğreniyoruz.

                Biliyor musunuz, öğrencilerin çoğunun hayatında kan davası, intihar, boşanma, dayak, kaçma, kaçırılma, hapis gibi hikâyeler var. (Ailelerinde yasanmış)

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl iki gün boyunca evine gitmeyen bir öğrenciyi velisi gelip okulda arıyor. (Kızın biriyle kaçtığı anlaşılıyor daha sonra.)

                Biliyor musunuz, annesi babası ayrı veya boşanmış olan öğrencilerin çoğu uzak akrabaların yanında kalıyor. Anne ya da baba almak istemiyorlar veya! Üvey anne babalar istemiyor.

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl sorun çıkardığı için müdür tarafından tartaklanan bir öğrenci mahalleden topladığı tanıdıklarıyla müdürün odasını basıp tehditler savurdu.

                Biliyor musunuz, veliler toplantılara "ocakta yemeklerini bırakarak", ayakkabılarının topuğuna basarak, mantolarını omuzlarına atarak geliyorlar.

                Biliyor musunuz, velilerin büyük bir çoğunluğu öğretmene nasıl hitap edileceğini bilmiyor. (Güzelim, hanim kızım, sen, hocaaaaa, ablası!)

                Biliyor musunuz, sakallı, şalvarlı, cüppeli bir veli toplantılara gelip yalnızca erkek öğretmenlerle görüşüyor!

                Biliyor musunuz, geçtiğimiz yıl 1000 öğrenci kapasitesi olan okulda kütüphaneye üye olanların şayisi 7(yedi)'di.

                Biliyor musunuz, öğrenci tanıma formlarındaki "Çaldığınız müzik alet(ler)i" bölümüne radyo, teyp, walkman yazan azımsanamayacak sayıda öğrenci var.

                Biliyor musunuz, öğrencilerin azımsanamayacak bir bölümü doğum tarihlerinin gün ve ay kısımlarını doğru yazıyorlar ancak yıl bölümüne 2004 yazıyorlar!

                Biliyor musunuz, lise birinci sınıf öğrencilerim "Soru işareti nerede kullanılır?" soruma yanıt veremediler.

                Biliyor musunuz, *10 lisesine kayıt yaptıran bu öğrenciler çarpım tablosunu bilmiyorlar; 10 ve katları ile çarpma ya da bölme işlemi yaparken bile hesap makinesi kullanıyorlar. (Geçtiğimiz ay sinirden gözlerine kan oturmuş bir halde sınıftan çıkan matematik öğretmenimiz koltuğa çökerken öğrencilere bir ders boyunca 300'ü 2'ye böldüremediğini anlattı.)

                Biliyor musunuz, maddi durumu iyi olan sayılı öğrencilerden birinin velisi, geçtiğimiz yıl akan damımızı onardı. (Notlarının hemen hepsi zayıf olan öğrencinin sınıf geçmesi şartıyla!)

                Biliyor musunuz, öğrencilerimizin %60'i sağlıksız beslenmeden dolayı hasta (aralarında dispanserlik olanlar var) ancak öğrencilerimizin %90'inda cep telefonu var. (Cep telefonları son model, bazıları kameralı)

                Ben bu okulda 3 yıldır öğretmenlik yapmaya çalışıyorum. Bu olaylara alışmamak için, artik alışıp bunları neredeyse doğal karşılayan yılların öğretmenleri gibi olmamak için uğraşıyorum.

                Biliyorum ki eğer alışırsam geleceğe dair hiçbir umudum kalmayacak. Her gün büyük bir çaresizlik ve endişeyle "Acaba bugün ne olacak?" diye başlıyorum isime. Olaysız geçen günler Allah’ın nimeti!

                Biliyor musunuz, sınıfta gezinerek ders anlatırken Atatürk'ün gözleriyle karsılaşmamaya çalışıyorum, kafamı kaldırıp resmine bakamıyorum. Basımın üzerinden "Ey Türk Gençliği!" diye bağırdıkça utancımdan omuzlarıma gömülüyorum.

                Biliyor musunuz, 10 Kasım’larda, 29 Ekim'lerde şiirler okunurken, marsımızı dinlerken ağladığımda herkes günün anlamına ağladığımı sanıyor; oysa çaresizliğe ağlıyorum.

                Muhtaç olduğu kudretin dolaştığı asil kani uyuşturucuyla zehirleyen öğrencilerimi kurtaramıyorum. Öğrenmeye direnen, kendini kapatan öğrencilerime İstiklal Marsı’nın anlamını bile öğretemiyorum.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                  İşte, dünyayı tersine çeviren 50 gerçek

                  1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl
                  yaşıyor.
                  2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
                  3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik
                  oranına sahip.
                  4- Çin'de 44 milyon kadın kayıp.
                  5- Brezilya'daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.
                  6- 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti.
                  7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla
                  bilgiye sahip.
                  8- AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon,
                  Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla.
                  9- 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak,
                  9'unda ise cezası ölüm.
                  10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle
                  yaşıyor.
                  11- Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda
                  hayatını kaybediyor.
                  12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.
                  13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.
                  14- Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var.
                  15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor.
                  16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon
                  dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.
                  17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.
                  18- 15 yaşındaki İngilizlerin yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri
                  sigara içiyor.
                  19- Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre
                  üyesi için 125 kişi çalışıyor.
                  20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.
                  21- 1977'den bu yana ABD'deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve
                  taciz vakası yaşandı.
                  22- Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını
                  tanıyanlardan fazla.
                  23- Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
                  24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.
                  25- Amerikalıların üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.
                  26- 150'den fazla ülkede işkence var.
                  27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç
                  kalıyor.
                  28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.
                  29- Dünyanın üçte biri savaş halinde.
                  30- Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir.
                  31- Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
                  32- Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.
                  33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için
                  yaşanıyor.
                  34- Afrika'da 30 milyon kişi AIDS.
                  35- Her yıl 10 dil ölüyor.
                  36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.
                  37- ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.
                  38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.
                  39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.
                  40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.
                  41- İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un ilk
                  sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.
                  42- ABD, *****grafiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.
                  43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla
                  askeri harcama yapıyor.
                  44- Dünyada 27 milyon köle var.
                  45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç
                  haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.
                  46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.
                  47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor.
                  48- Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi,
                  atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.
                  49- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.
                  50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin
                  aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                    bir göl ismi

                    Nipmuck Kızılderililerinin yaşadığı Orta Amerika'da bulunan bir gölün 45 harften oluşan ismini telaffuz etmek neredeyse imkansız. Şimdi derin bir nefes alın ve bir çırpıda okumaya çalışın bakalım becerebilecek misiniz.?

                    gölün adı
                    "CHARGOGGAGOGGMANCHAUGGAGOGGCHAUBUNAGUNGAMAUGG "

                    Bu gölün yerel dildeki anlamı ise "Sen kendi tarafında, ben kendi tarafımda balık avlayalım, ortada kimse avlanmasın.":

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                      Amerika’da ki çılgın tazminat davaları


                      ABD'de birbirinden ilginç tazminat davalari açiliyor. Iste mahkemelerin
                      ugrastigi en çilgin davalardan birkaçi.


                      San Diego'da ise bir adam belediyeye karsi 5.4 milyon dolar tazminat açti. Belediye salonunda verilen konser sirasinda erkekler tuvaletinde bir kadin gördügü gerekçesiyle, duygusal travma yasadigini öne sürdü.

                      Bir soyguncu ise hapishane yönetiminden sikayetçi oldu. Çünkü tek kisilik hücrede kalan mahkum, bedava deodorant vermedigi için hapishane yönetimine kizdi.


                      Bir kanser hastasi, öngörülen süre içinde ölmedigi gerekçesiyle saglik müdürlügünü dava etti. Doktorlarin koydugu teshise göre çoktan ölmüs olmasi gerektigini belirten davaci, tazminat istedi.

                      Peter Wellis (36), bosandigi esine tazminat ödemek istemedi. Karisinin kendisine dogum kontrol hapi kullandigini söyledigini savunan Wellis, esini sperm hirsizligiyla suçladi. Ancak Wellis hakli bulunmadi.

                      Bira düskünü bir adam Anheuser-Busch biralarini üreten sirkete 10 bin dolarlik dava açti. Biraciya göre, reklamda birayla kadinlarin tavlanabilecegi söyleniyordu, ancak kendisi basarili olamadi.


                      Bir kadin sürücü, buz tutmus yolda motorlu bir kizakla çarpisti. Kizagin sürücüsü öldü.Kadin sürücü, tanik oldugu ölüm aninda yasadigi sok yüzünden adamin dul karisina tazminat davasi açti.

                      Florida'da bir balikçi siddetli firtinada öldü. Ailesi, hava durumu yorumu dogru çikmadigi gerekçesiyle bir TV kanalindan 10 milyon dolar tazminat istedi. Dava geri çevrildi.


                      Dorothy H. (40) esini ayarttigi gerekçesiyle öteki kadin hakkinda 1 milyon dolarlik tazminat davasi açti. Yargiç, 18'inci yüzyildan kalma bir maddeye dayanarak, davanin görülmesini kabul etti.

                      81 yasindaki Stella Liebeck, satin aldigi kahvenin dökülmesi üzerine teninde yanik olustugu gerekçesiyle McDonald's'dan davaci oldu. O günlerde bütün Amerika biranda bu davaya odaklandi. Yasli kadin 2.7 milyon dolar tazminat kazanarak biranda söhret olurken, ülkenin en büyük fast food zincirlerinden biri olan McDonald's, ortaya çikabilecek baska uyaniklara karsi çesitli önlemler almaya basladi

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                        DÜNYA DISI YARATIKLAR TARAFINDAN KACIRILDIĞINI İDDİA EDEN iNSANLARIN HİKAYELERi

                        Kahramanimizin adi Bruce; New York'ta yasiyor; bir ögle sonrasinda Syracuse'da bir kitapçida dolasirken, yeni basilmis bir kitabi görünce korkuyla irtkildi. Kapaktaki resim onu etkilemisti. Unutulmayacak bir yüzdü, yesile dönük bir teni, belirgin sivri bir çenesi ve iri derin gözleri vardi. Gözlerinin rengi madeni siyahti.Bruce: gözlerini hipnotik etki-sinden kurtutup baska tarata dönene kadar yeterince etkilenmisti, dayanamadi ve tekrar rafa geri dönerek kitabi aldi. Kitap. Whitley Strieberin çok satan kitabi olan "Communion'du ve dünyadisi ziyaretçilerle ilgiliydi. Bruce, kitaba söyle bir baktiktan sonra saticiya giderek, gözlerin yanlis çizilmis oldugunu söyledi ve sonra kitabi birakarak. kaçarcasina oradan uzaklasti. Yolda kendini. sorgulamaya bastaladi gözlerin yanlis oldugunu nereden biliyordu? Resmi kendi çizmemisti.Fakat garip bir içgüdüyle sanki yillardir unuttuklari aklina gefiyoidu. "Communion"daki resmi kendiside çizebilirdi, sonra söyle diyecekti; "Hatirladiklarim borudan kuyuya akan bir su gibi beynime akiyordu sanki." 1978 yili yaz aylarinda Bruce,karisi Marion ve oglu Steven'le bir akrabalarindan dönüyorlardi. Steven gögü izlerken birden alçak uçan bir uçagin inmeye çalistigini söyledi. Bruce olayi söyle anlatiyor: 'Etrafta garip bir gürültü vardi. Bunun yola inmeye çalisan arizali bir uçak oldugunu düsündüm ve benden yoldan çekilmemi istedigini zannettim." Hatirladigina göre; gaza sonuna kadar basmasina ragmen araba çalismamis, lastikler yanmaya baslamis ve arabanin isisi yükselmis, bunun üzerine arabayi durdurmaya karar vermis. Bir kaç dakika sonra disariya bakan Marion korkunç bir çiglik atmis ve Bruce kapilari ve pencereleri kapatmis. Sonra Steven'in üzerine bir battaniye örterek kipirdamamasini söylemis. Arkasina baktiginda birilerinin yaklastigini görmüs; Gerisini ondan dinleyelim; "Askeri üniformalari olan iki kisi geliyordu, üniformalar normaldi, üstleri bej, altlari siyah renkti. O sirada Marion garip davranmaya basladi. Kapilar kapali oldugu halde açik olduklarini zannediyor, kitledigini sanarak tam tersim yapiyordu. Ayrica pencereler de kapaliydi ama onlari da açik zannederek kapamak istiyor, açarken kapadigini saniyordu. Böylece aramizda arabayi kilitli tutmak için bir çekisme basladi. Marion panik halindeydi ve birden öncekinden daha korkunç bir çiglik atti, O anda, basim dönmeye basladi. Tanrim! Disardakilerin gözlerinden kendimi alamiyordum. Sanki kilitlenmistim. Birden arkamda bir kapi sesi duydum, Marion gitmisti, askerlerden birisiyle gidiyordu. Sanki gezintiye çikmisti, disari çikip Marion'u almak istedim, ama etrafta baskalari belirmisti. Kendimi koruma hissine kapilmistim. Merak ediyor ama kendimi riske atip gitmek de istemiyordum. Steven'i gördüklerini anlatmasi ve yardim istemesi için oradan kaçirmayi düsündüm, yetkililere karsi bir kanitim olacakti. Bu yüzden ön koltugu yatirdim ve Steven'e geçecek bir yer biraktim. Ama tam bu sirada arkamdan biri beni dürttü, sag tarafimdaydi, sanki bir igne batirilmisti."


                        Uzayli yaratiklar yeni bir irk yaratiyor...
                        Bu noktadan sonra Bruce her seyin bulanik oldugunu söylüyor. Emin oldugu tek sey ise, yol üzerinde biraz sürüklendigi. Sonrasini animsamiyor. Ve birden kendisini Marion ve Steven ile eve dönüs yolunda ilerlerken buluyor. Aile eve beklenenden iki saat sonra dönmüstü. isin en garip yani, aile bu konuyu bir daha hiç konusmadi, ne kendilerine geldikten sonra, ne de daha sonra. Bruce'un garip hikayesi, (ve iki saatlik açiklanamayan kayip zaman) onu ve ailesini UFO'lar tarafindan kaçirilan pek çok kisinin arasina soktu. Bu hikayeleri anlatanlarin sayisi çok fazladir; uzak geçmiste dogaüstü yaratiklar tarafindan yani cinler, periler tarafindan kaçirildiklarini iddia edenlerin yerini artik UFO'lar tarafindan kaçirilanlar almistir. Tüm kaçirilanlarin anlattiklari ortak bir nokta var; yaratiklar ortalama 1.20 m. boyunda, iri göziü, gri tenli yaratiklarin onlari almak için gökyüzünden geldikleridir.
                        Bu garip ziyaretçiler insanlari hipnotize ederek. evlerinden ya da arabalarindan bakis açisi getirmek istediklerini söylüyorlar. Ve daha da garibi, bu olaylari yasadigini söyleyenlerin çok azi yasadiklarinin gerçekligine inanmiyor.


                        Bir ressamin çabalari
                        Açiklama ne dursa olsun, kaçirilma sirasinda aci çekenlerin yolu Massachusetts, Wellfleet'e düsecektir. Burasi balik avlanan, sanat galerileri olan ve geziler düzenlenen bir yerdir ve New Yorklu psikiyatristlerin çogu yazlarini burada geçirirler. Buraya giderseniz, New York, Provincetown ve Massachusetts'in en önemli sanat galerilerinde resimleri sergilenen Budd Hopkins ile tanisirsiniz. Hopkins simdiye kadar kaçirildigini iddia eden 160 kisiyi dinlemis ve notlar almis. Hopkins kaçirilanlarin anlattiklarini, iddialarini ve tecrübelerini' resimliyor. Kaçirilanlar için o, bir akil hocasi, bir baba ya da bir dost. Hopkins, Bruce'un tam istedigi insandi ve ziyaret etmeye karar verdi: mutfak masasinda karsilikli otururlarken gergindi, 32 yasindaydi ama liseden yeni mezun olmus ve is isteyen biri gibi elleri titriyordu. Hopkins'in sorularini ve hipnotizmanin baslamasini bekliyordu. Gerçekte tam olarak ne oldugunu bilmedigini söyledi. Utandigini, kendisinde gariplik olup, olmadigini merak ettigini söyledi. Belki de animsadiklari sadece psikolojik bir sorunun sonucuydu ya da sadece rüyaydi. Anlamak ve ögrenmek istiyordu...
                        Hopkins, Bruce'u anlamanin iyi sonuçlari olabilecegine inaniyordu. En azindan UFO'lari zor da olsa tanimlayabiliyordu. Aslinda, Hopkins UFO'lara artik bilimsel bir açiklamanin getirilmesinin sart olduguna inaniyordu. Eger UFO bilimcileri bir kaç uzayli bulsalar bu tartisma sona erecekti. Ama bir de E.T. çilginligi çikmisti. Bir grup sarlatan uzaylilarla iletisim kurduklarini iddia ediyorlardi. iyi kalpli E.T'ler geliyorlar dünyalilara kendi gezegenlerinin ve evrenin sirlarini açikliyorlardi ! Genelde onlarin gezegenleri vergilerin, bosanmalarin ve savaslarin olmadigi yerlerdi. Uzayli yaratiklarla iletisim kurdugunu iddia edenlerden birisi Ay'a gittigini ve Ay Krali'yla yemek yedigini anlatmisti. Bir baskasi ise, Jüpiter'e gittigini ve oradan bir köpekle döndügünü söylüyordu. Ayrica kim ne olursa olsun tüm iletisim kuranlara bir görev verilmisti. Örnegin, atom deneylerini durdurmak, savaslara son vermek dünyada barisi saglamak gibi... Bunu saglamak için organizasyonlar kuruyorlar, kitaplar yaziyorlar, konferanslar düzenliyorlar, Plüton'da yapilan müzik oldugunu söyleyip kasetler dolduruyorlardi. Böylece yüzlerce insan yeni UFO dinleri ve birliklerine katiliyorlardi. Üstelik kontak kurdugunu iddia edenler garip hikayeler anlatip, anlamsiz eylemlerde bulundukça ciddi UFO çalismalari ve arastirmacilari itibar kaybediyordu.


                        Yasadiklarini nasil unutuyorlar?
                        Tüm bu garip hikayeler ve çilginliklar arasinda sadece biri digerlerinden farkliydi. Betty ve Barney Hill'in hikayeleri. Barney bir sirkette memurdu, Betty ise sosyal bir görevliydi. Kanada'dan geri dönerlerken tipik bir UFO olayi yasadilar. Barney, UFO'yu gördükten sonra arabasini yolun soluna aldi. iki saat sonrasinda hiçbir sey hatirlamiyorlardi. Ayildiklarinda, kendilerini yolun 35 mil asagisinda buldular ve buraya nasil geldikleri hakkinda hiçbir fikirleri yoktu. Bu olaydan sonra kötü rüyalar görmeye basladilar, bunun üzerine psikiyatrist Benjamin Simon'u görmeye basladilar. Dr. Simon onlari olay anina döndürmek için hipnotik bir yöntem kullaniyordu. Hipnoz sirasinda H?II çifti dünyadisi yaratiklarin onlari arabadan inmeye zorladiklarini ve bir uzay aracina bindirmek istediklerini söylediler. Araca bindiklerinde ayri ayri testlere tabi tutulmuslar, Betty'nin göbegine igne sokulmus, deri ve tirnak örnekleri alinmisti. Barney kendisinden sperm aldiklarini da ekledi. Günümüzün diger süphecileri gibi, zamanini Cape Cool ve New York arasinda mekik dokuyarak geçiren genç ressam Budd Hopkins de bu hikayeyi pek önemsemedi.
                        Fakat 1964'te bir gün Provincetown'a giderken elips seklinde kursuni renkli bir nesnenin havada uçtugunu gördü, üç dakika sonra yok olmustu, Hopkins nesnenin bulutlar arasina girdigini düsündü. Bu olayi herkese anlatti, böylece bu tip görüntülere rastlayan baskalarini da bulabilirdi. O yaz Hopkins birkaç UFO kitabi aldi ve konuyu arastirmaya basladi. Ama ilgisi, 1975'te Hopkins'in evinin karsisinda oturan George O'Barsky'nin anlattiklarini duyuncaya kadar artmamisti. O'Barsky, New Jersey'in North Bergen kasabasinda yasiyordu ve aksam yemegini Fort Lee'de yemek için arabasiyla bir gece North Hudson Park yolundan gidiyordu. Parki geçerken yuvarlak, 9-10 m. boyunda bir garip uçan aracin önünde dönüp durdugunu gördü. Daha sonra aracin bazi yerlerinden sarkan merdivenleri gördü, insana benzer on figür asagi iniyordu. Orta boyluydular ve tek parça açik renk giysileri vardi. Ellerinde kasiga benzer aletler ve kaplar tutuyorlardi. O'Barsky, yaratiklarin örnekler topladiklarini ve dört dakika sonra ortadan kaybolduklarini söyledi.Hopkinshikayeyi inceledi ve bes destekleyici tanik buldu (bunlar yaratiklari degil sadece uzay aracini görmüslerdi)Bulgulardan sonra, "Kasabanin Sesi" adli kitabi yayinladi ve hikayeler "Cosmopolitan"da da yayinlandi. Hopkins'in UFO arastirmacisi olarak kariyeri basliyordu.



                        Bir oduncu olan Travis Valton, üç arkadasinin gözü önünde, ormanda bir uzay araci tarafindan kaçirildi. En yakin dostu olan Mike Rogers, tüm olanlarin tanigiydi. FBI tarafindan yapilan sorusturmada ve yalan makinesi testlerinde Walton ve Rogers'in yalan söylemedikleri anlasildi. Walton, uzaylilarin kendi üzerinde aci veren deneyler yaptiklarini ve uzay aracinin içinde daha birçok kaçirilan insanin bulundugunu anlatiyordu. Walton, kaçirildiktan bir hafta sonra geri döndü. Anais 1993 yilinda ingiliz UFOLOG John Spencer ve ekibi tarafindan yapilan hipnotik deneylerde uzaylilar tarafindan kaçirildigini ve ****o biyolojik deneylerde kullanildigini anlatiyordu. Oysa güncel yasaminda böyle bir olayi hiç hatirlamiyordu.

                        "Bu insanlar hasta degiller..."
                        Hopkins, tüm olaylar sirasinda anlatilan kayip zaman bosluklarini biliyordu.
                        O'Barsky uzay aracinin dört dakika içinde ortadan yok oldugunu söylemesine ragmen normalde eve dönmesi gereken zamandan saatler sonra eve gelmisti. Bu nokta, Hopkins 1976'da akillica bir fikir üretene kadar ortada kaldi. UFO olaylarina tanik olanlar, saatler hatta günler kaybediyorlardi acaba yaratiklar onlari kaçirdiktan sonra unutmaya mi zorluyorlardi? Bu fikir Hopkins'in yasamina Steven Kilburn yüzünden girmisti (Bu onun gerçek ismi degildir). Steven Kilburn, tenis ögretmeniydi ve Hopkins ona O'Barsky olayini arastirirken rastlamisti. Bir gün, bir UFO toplantisinda Kilburn Hopkins'e yaklasti, biraz sinirliydi ve yapilacak hiçbir sey olmadigini söyledi ve söyle devam etti: "Bana da buna benzer bir sey olmus olabilir. O zamanlar üniversitedeydim. Çok özel bir sey hatirlamiyorum ama eskiden kiz arkadasim! Mary-land'daki evine birakirken geçtigim yoldan ne zaman geçsem bir seyler beni rahatsiz ediyor". Kilburn, hiçbir garip cisimden veya yaratiktan söz etmiyordu ama kayip bir zaman araligindan süpheliydi. Hopkins'e hipnoza girip ne oldugunu hatirlamak istedigini söyledi. Hopkins, yardim etmeyi kabul etti. Psikiyatrist Robert J. Lifton'in tavsiyesiyle Psikolog Aphrodite Clamar'dan randevu aldi. Clamar psikoterapi seanslarinda hipnotizma kullanmasiyla taniniyordu, güçlü bir süphecilik ile etkili bir yargi gücü birlesince Clamar, Kilburn'u derin bir hipnoza sokmayi basardi. Kilburn'un korkusunu azaltmak için ilginç bir hipnotik telkinde bulundu: "Sicak toprak bir ev. içinde korkmadan her seyden korunabilirsin fakat kaybolmus bazi anilarini uzaktan seyredebilirsin." Hipnoz sirasinda anlattiklarina göre; Kilburn o gece arabayla eve giderken uykusu gelmis ve arabasi aniden yoldan çikmisti, sanki dev bir miknatis onu saga çekmisti. Göge baktiginda iki garip isik gördü. Korkusunu hafifletmek için arabadan indi, biraz yürüdükten sonra 4-5 ufak yaratiga rastladi. içlerinden birisi liderleri gibi görünüyordu. Yüzleri anlamsizdi ve kireç gibi beyazdi. iri simsiyah gözleri vardi. Bir tanesi yere egilmis, kaziyordu. Bu noktada Kilburn, Clamar'a etrafinin sarildigim ve yaratiklarin ona karsi bazi aletler kullandiklarini anlatti, bundan sonra bir rampada ilerlemis, beyaz bir odanin içindeki bir masada oturmustu, tavandan tuhaf aletler sarkiyordu. Daha sonra omurgasinda bir ignenin açisini hissetmisti, sonra da tüm vücudu incelenmis ve kendisini bir kurbaga gibi hissetmisti. Bacaklarini ayirmislardi sonra sag bacagi üzerinde metal bir alet gezinmisti, ayaginin derisi incelenmisti. Sonra daha kötü seyler olmustu... Seanstan sonra Kilburn, Hopkins'e kötü bir seylerin olmus olabilecegini söyledi ama bunun ne oldugunu hatirlamiyordu. Kilburn'un hikayesi Hopkins'i sarsmisti. Hopkins, tüm bunlar gerçek gibi görünse de bekledigim seyler degildi diyordu. Dahasi, bu olay geleneksel bir kaçirilma öyküsünü yani Betty ve Barney Hill olayini onayliyordu. Üstelik Kilburn, Hill ailesi gibi bazi parçalari hatirlamak istememis, bazi bölümleri bastirmis, içine atmisti. Böylece Hopkins kaçirilma olaylarinin yaygin oldugu sonucuna vardi. Hopkins'in sonradan ögrendigi gibi en önemli ortak payda, kaçirildigini söyleyen insanlarin çogunda tuhaf izlerin kalmasiydi. Örnegin; Virginia Horton olayi: Bayan Horton bir avukatti, 6 yasindayken büyükbabasinin çiftliginde kayboldugunu iddia ediyordu. Kaybolduktan bir saat sonra ortaya çiktiginda, baldirinda büyük bir kesik vardi. On yil sonra 1957'de Frankfurt'ta buna benzer bir olay daha yasadi. Daha sonra hipnoz altindayken Clamar ve Hopkins'e yaratiklar onu kaçirdiklarinda bacagindan bir parça aldiklarini açikladi. 1981'de Hopkins ve Clamar, kaçirilmis 11 kisiyle konusup, deneyler yaptilar. Profesyonel bir psikolog olan Clamar dünyaya uzaydan ziyaretçilerin gelebilecegine inanmiyordu. Aslinda hastalarinin anlattigi korkunç olaylardan etkilenmisti, hiçbirinin alkol ya da uyusturucu aliskanligi veya ruhsal sorunu yoktu. Üstelik hepsi kariyerlerinde basarili insanlardi, birbirlerine baglanabilecek ortak bir yanlari da yoktu. Özetle hepsi saglikli insanlardi.


                        "Kayip Zaman"in pesinde...
                        Clamar, Hopkins'e, kaçirildigini söyleyen kisileri psikolojik bazi deneylerin kaynagi yapmayi önerdi. Bu insan grubu baski altindaydi ve herkes onlan deli, paranoid veya marjinal olarak degerlendiriyordu. Clamar, 'Hipnotize ettigim insanlarin hiçbirinde bu sayilan durumlar yoktu ama yine de içten gelen bir dürtüyle kaçirilma olaylannin bu insanlar üzerindeki etkisini arastirmak istedim" diyordu. Böylece Clamar, Hopkins ve aralarina yeni katilan New Yorklu psikolog Elizabeth Slater, 9 grubu incelediler. Stetere bu insanlarin UFO'larla olan iliskisi söylenmemisti. Slater bu gruba: mürekkep izlerinden olusan Rorschach testini, geometrik figürlerden olusan Gestald deneyini, tematik algi yetenegini ölçen Wechsier testini ve daha sonra Minnesota kisilik testini uyguladi, çalismalarini tamamladiktan sonra, bir sizofren disinda hiçbirisinin psikopatolojik özellikler göstermediklerini açikladi. Bu insanlar az da olsa duyarli, çekingen ve ihtiyatliydilar, dikkatliydiler ama paranoid degildiler ve çogu ortanin üstünde zeki ve basanliydilar. Slater; "Bu insanlarin uzayli yaratiklar tarafindan kaçirildiklarini iddia ettiklerini ögrenince inanamadim, Aslinda süpheci bir insanim ama hikayelerdeki gerçek payini yadsimak olanaksizdi. iki yil bir hastanede çalismistim ama hiç böyle hikayeler duymamistim. Ruh hastasi birçok insan ClA'in telefonlarini dinledigini,seytanin sesini duyduklarini ya da kendilerini öldürme hissine kapildiklarini anlattilar ama, UFO'lar tarafindan kaçirilmak ilk kez duydugum bir seydi. Bu kisilerin yaratiklarca kaçirildiklarina inanmiyorum ama deli olduklarini da söyleyemem. Bu grup için hiçbir açiklamam yok. Psikologlar gerçekleri yorumlamazlar, sadeçe insanlann deney ve inançlarini anlamaya çalisirlar" diyerek arastirmasina açiklik getirdi. Hopkins ve Ctamar aynca, kaçirildiklarini söyleyen on kisiyi New York Psikyatri Enstitüsü yöneticisi Donald Klein'e gönderdiler. Klein bu kisilerin geçmis profillerini çikarip, psiko-geçmis terapisi uygulamayi önerdi. Böylece iddialarindaki ve hikayelerindeki gerçekleri ve yalanlari bulabilecekti. Abigail Feuer ile birlikte çalistilar. Sonuçta Klein bu on kisiyi akli basinda buldu. Arastirmacilar bundan emin olmak için her deneyde müthis bir gerilime giriyorlardi. On kisinin birisinde alkol problemi vardi ama hiçbirisinde çocuklukta yasanan kötü bir cinsel deneyim ya da alkolik ebeveyn problemi yoktu. Hiçbirinde travma yoklu, yalancilik egilimi bulunmuyordu. Tabii ki bu durumda psikolojik bir açiklama olamazdi. Baska bir deyisle enstitü hiçbir açiklama gelistirememisti. Psikologlar kaçirilanlarin akli basinda oldugunu söylerken Hopkins baska bir iddiayla ortaya çikti. Belki de bizler yaratiklarin insanlar üzerindeki uzun süreli çalismalarina taniklik ediyorduk. Hopkins'e göre; çocuklarimizi uzun yillardir bazi aygitlarla izliyor olabilirlerdi. Üstelik on yilllarca sonra onlari tekrar bulabileceklerdi ve bu Hopkins'in tam olarak bilmedigi bir amaçti. Bu düsünceler Hopkins'in kaçirilanlarla ilgili ilk kitabi olan "Kayip zaman"da ortaya çikti. Kitap 55.000 satti ve çok tepki aldi. Ama Hopkins bundan sonra kaçirildigini iddia eden 400 kisiden mektup aldi. Birçoklarina cevap verdi. Biliyordu ki, arastirmasinin ikinci yansi baslayacakti. Sonralari Hopkins sadece taniklarla degil, çok sayida insanla röportaj yapti. Bu büyük çalisma Hopkins'in Clamar gibi gönüllü psikologlara güvenmek zorunda olmadigini gösteriyordu. Sonunda, kendi basina hipnotize seanslari düzenlemeye basladi.


                        "Çocugum peri kizi gibiydi.."
                        ilk hedefi, son kitabi "Davetsiz Misafirler"in odagi haline gelen Kathie Davis adindaki kadindi. Davis, Hopkins'e mektup yazmis ve bir zaman boslugu yasadigini anlatmis. 15 UFO
                        görüntüsü yollamisti. Ayrica bahçesindeki yanmis otlardan bahsediyordu. Bayan Davis'in durumu acil ve ciddi oldugu anlasildigi için Hopkins, onu telefonla çagirdi. Birkaç konusmadan sonra New York'a gelmeyi ve hipnoz seanslarina katilmayi kabul etti. Hopkins metodu biliyordu, New Yorklu psikyatrist Robert Naimon'dan hipnozu ögrenmisti.
                        Üç psikiyatrist iki psikolog ve bir polis hipnozcusuyla beraber yüzlerce saat arastirma yapmisti.Üstelik psikiyatrist Donald Klein, Hopkins'in teknigini arastirmis ve ona önemli ipuçlari vermisti. Kisacasi kendini yeterli görüyordu. Bayan Davis'in hikayesi aci doluydu, kendisini küçüklügünde küçük gri yaratiklar kaçirmislar. sonra büyüme çaginda yine yaratiklarca incelenmis ve denek olarak kullanilmisti. Üstelik bir melez yaratmak için cenini alinmisti. Hopkins'e yillar sonra bir kaçirilma sirasinda bir kiz çocugu gördügünü anlatmisti. Bayan Davis söyle diyordu: "Orada, her yerin beyaz oldugu bir yerdeydim sanki beni geldigim yere dönmeye hazirliyorlardi. Benimle isleri bitmisti, büyük bir odada bir grup küçük gri insan vardi. Hatirladigima göre, birinin kollari belimdeydi. Çok rahattim, ayaktaydim, onlarsa çevremdeydi. Birisi omzuma dokundu, herkes benden hosnut gibiydi ve ben nedenini bilmiyordum.... Sonra, küçük bir kiz odaya girdi, iki küçük yaratik ona eslik ediyordu. Kapi esiginde durdu... Dört yaslarinda görünüyordu. Digerlerine benzemiyordu ama bize de benzemiyordu. Bir peri veya bir melek gibiydi. Büyük mavi gözleri, küçücük bir burnu vardi... Çok güzeldi, yüzü solgundu takat dudaklari pembeydi ve gözleri masmaviydi, saçlari beyazdi, çok ince ve narindi, normalden biraz büyük bir basi vardi. Tipki yapma bir bebek gibiydi... Onu bana getirdiler ve orada durup bana baktilar. Ben de ona baktim, ona sarilmak istedim ve birden aglamaya basladim. Anladigim kadariyla içlerinden birisi bana gurur duymam gerektigini söylüyordu." Davis çocugunu beraberinde götürmek istemis ama çocugun çok alisik oldugu biri, belki de babasi; onun dünyada yasayamayacagini Davis'in onu besleyemeyecegini ve onlarla kalmasi gerektigini anlatmis. Kathie Davis buz daginin ancak üst kismiydi, Hopkins'e göre, buna benzer detaylar diger kaçirilanlarin hikayelerinde de vardi. Birçok kisiden melez çocuklar yaratilmisti. Bu detaylar hiçbir yerde yayinlanmadigindan, kopya edemezlerdi. Üstelik gariplikleri ve anlasilmazliklari onlara bir güvence sagliyordu. Hikayelerin çogunda; sperm ve yumurtalarin melez bir irk yaratmak için alindigina dair detaylar vardi ve Hopkins kendi stüdyosunda yaptigi hipnozda ayni verilere Bruce'da da rastladi, simdi bu seansi izleyelim:


                        BRUCE; Bir parmak... Plastik gibi görünüyor. Sanki lastik gibi ama bana dokundugunda plastikten daha sert oldugunu hissediyorum, ben düsündükçe
                        daha da büyüyor ve ben daha çok nefret ediyorum.
                        HOPKiNS: Vücudunda neler oluyor?
                        BRUCE: Bana ereksiyon saglayan uyaricilar monte ediyorlar, sperm almaya
                        çalisiyorlar.
                        HOPKiNS: Sonra neler oluyor?
                        BRUCE: Utaniyorum.
                        HOPKiNS: Tabii ki ama bu uzun süre önceydi, daha objektif bakalim. Uyarici neydi?
                        BRUCE: Bunu tarif edecek bir sey bulamiyorum fakat inekten süt
                        sagarken kullanilan vakumlara benziyor.
                        HOPKiNS: Sadece penisine mi takildi?Yumurtaliklarini da kapliyor mu?
                        BRUCE: Hayir! sadece penisimde. Boyutlarinin ne kadar uydugunu bilmiyorum, ama uymadigim ya da buna benzer seyler söylediklerini duyuyorum, bunlar beni utandiriyor.
                        HOPKiNS: Orgazm oldugunu hissettin mi?
                        BRUCE: Hayir. Çok hizliydi, gerçekten çok hizli yaptilar, istediklerini aldilar,
                        HOPKiNS: Baglantili bir his var mi
                        Baski veya aci?
                        BRUCE: Aletten gelen bir basla var ama çok degil.
                        HOPKiNS: Orgazm varmiydi yokmuydu ?
                        BRUCErgazm
                        diyemem.Merak,hissetmeme izin verdikleri tek duygu.
                        HOPKINS: Merak etmek mi?
                        BRUCE: Evet sadece bu.

                        Bruce seanstan sonra, buna benzer tecrübeleri pek çok kisinin yasayabilecegini söyledi Ona göre: yaratiktlar bizi uzun zamandir inceliyorlar ve kullaniliyoruz. Diger kaçirilanlar da buna benzer kuluçka odalarindan bahsetmislerdi. Garip kuluçka gemileri var. Üstelik yeni bir tür irk yaratmak için yüksek bir tibbi teknotojiye sahipler!"? insanlar devamli, garip bir sekilde, melez bebeklerin giyinik oldugundan söz ediyorlar. Fakat belki de en garip hikayeler sahte dogumlarla ilgili olanlar. Beyanlara göre: yaratiklar bazen kaçirdiklari ama hamile olmayan kadinlara bir bebek dogurmak üzere oldugunu söylüyorlarmis. Böylece kadin dogum pozisyonunda uzaniyor ve sonra yaratik doktorlar melez bir bebegi kadinin bacaklari arasindan aliyorlarmis. Hopkins'in dedigine göre; psikolojik bag yöntemini taklit etmek amaciyla bebegi insan dokunusuna hazirlamak için bunu yapiyorlar. Hopkins, daha sonra kapisina gelen güneyli bir adamin öyküsünü söyle anlatiyor: 'Çok sinirli ve gergin görünüyordu, kendisine, kitabimla ilgili konusmak için mi geldiniz diye sordum. Hayir, dedi. Barney ve Betty HiII hakkindaki filmi görmüs ve çok sasirmis. Kendi öyküsünü UFO merkezine anlatmis, onlar da beni önermisler." Adamin hikayesi bes yasindayken basindan geçmis ve inanilmayacak kadar garip. Söyledigine göre, bacaginda bir kesik izi varmis, bu olaydan sonra tekrar kaçirilmis ve sperm örnekleri almislar. Bundan sonra dedigine göre üçüncü kez kaçirilmis, gemiye binmis etrafini disi yaratiklar sarmis. Birinin elindeki bir tepside küçük bir bebek duruyormus, bebegin büyük bir basi ve incecik bir boynu varmis. Adamdan bebegi kucagina almasini istemisler ve kendisinin oldugunu söylemisler. Fakat derisi çok inceymis ve parmaklarinin onu incitecegini düsünerek bebegi istememis. O sirada kendini çok üzgün hissetmis, tipki yaratiklar gibi. Bu adam bazi detaylari Hopkins'in kitabindan almis olabilir ama çocugun sunulma detayi, birçok tanigin anlattiklariyla ayni. Hopkins ondan kaçiranlarin resimlerini çizmesini istemis, daha sonra ona diger kaçirilanlarin çizdigi resimleri göstermis ve adam küçük bir çocuk gibi aglamaya baslamis.


                        Öykülerin benzerliginin anlami nedir?
                        Kaçirilma olaylari sadece Hopkins'in degil, Temple Üniversitesi profesörlerinden David Jacops'un da ilgisini çekiyor. Hopkins gibi o da bos zamanlarinin çogunu, kaçirildigini iddia edenleri hipnotize ederek geçiriyor. Ona göre bu seanslar çok önemli çünkü kaçirilanlarin ruhlarini incelemesi gerektigini düsünüyor ama birçok kisinin bu kaçirilma olaylarini ciddiye almadiginida söylüyor. Jacops. yasami boyunca UFO arastirmalarinin içinde oldugunu söylüyor ve söyle devam ediyor: "Aslinda benim amacim bilgileri bir araya getirip, UFO bilinmeyenine anlam kazandirmak, ama yine de hiçbir zaman tüm bunlarin anlamini kavrayacak gerçek bir ipucu bulamadim." Dahasi Jacops UFO'larla ilgili yillar süren arastirmalari sirasinda bu bilinmeyeni çözecek veya insanlann gökyüzünde gördüklerini açillayacak bir bilgi elde edememis: UFO'lar neden Beyaz Sarayin bahçesine inis yapmadilar ?
                        Neden içlerinden biri inip "Beni liderinize götürün" demedi? Neden bir yere çarpmadilar
                        Neden parçalarini hiçbir zaman bulamadik? Bu "neden"ile baslayan sorular hep cevapsiz kaliyor. Daha sonra 1981'de Jacops, Budd Hopkins ile tanisiyor ve çalismalariyla igileniyor. Jacops. Hopkins'in dogru iz üzerinde oldugunu söylüyor fakat süpneciler, Hopkins hakli olsaydi yillardir hepimizin bekledigi entellektüel kaniti bulurdu ve çalismalari bizi yeni alanlara sürüklerdi diyorlar.
                        Jacops, kaçirilanlarla birlikte çalismalarini bir kaç yil önce baslatti. Ayni dönemde bir Philedelphia 'li yasadigi bir olay için Hopkins'e basvurmustu. Hopkins bu kadinla çalisamayacagini anlayinca onu Jacops'a göndermisti. Hopkins'in tavsiyesi br baslangiç oldu. Gazete haberleri, radyo programlari ve yerel kisiler Jacopsin çalismalarini hizlandirdi. Geçen iki yilda Jacops uzaylilar tarafindan kaçirildigini söyleyen 13 kisiyle çalisti. Daha çok bir psikoterapist gibiydi. Bu kisileri haftada bir görmek istiyordu. Jacops devam ediyor: "Hopkins daha genis çalisiyor,düzinelerce insanla çalisti. Bense her kisiyle tek tek ilgileniyorum, Hikayelerini bastan sona defalarca dinliyorum." Sonuç olarak Jacops kaçirilma olaylarinin kronolojisi ile gündeme geldi, ona göre olaylar adim adim geisiyor. Gemiye girdiklerinde gördükleri ilk sey neydi? Elbiselerini nasil çikardilar? Masaya nasil yatirildilar? Tavandan sarktigini gördükleri sey neydi? inceleme sirasinda neler oluyor? Dönüse kadar tek tek neleri gördüler? iste tüm bunlar onun inceleme alanina giriyor. Jacops beraberce yapilan hipnoz seanslarini 'tonlarca bilgi" olarak tanimliyor. Yeni çikacak kitabinda, okuyucuya adim adim bir kaçirilma olayini anlatmak istiyor. Simdiden pek fazla detaya girmek istemedigini
                        söylüyor ve devam ediyor, ilk önce, kaçirilan kisi gemiye bindinlir. Olayin ilk bölümünde incelemeler vardir: yumurta ve sperm örnekleri almak gibi... Daha sonraki bölümde bebeklerle tanistinliriar ve aletlerle incelenirler. Sonunda ise, bu kaçirilma deneyi, melez bebeklerin nereye gittigi anlatilarak biter."


                        "UFO Meryemi'
                        Washington D.C. Amerikan Üniversitesi'nde birçok ciddi UFO arastirmacisi Kenneth Arnold'un ilk UFO'yu görmesinin 40. yilim kutlamak için toplandilar. Uzaylilar tarafindan kaçirilanlar hakkinda yapilan panel, uzun ve atesli tartismalarin sonunda yorucu bir sekilde bitti. En ön sirada Amerika'da yaratiklarca kaçirilanlarin en ünlüleri oturuyordu; "Communion"un yazari Whitley Strieber, "intruder" adli kitabin konusu olan Kathie Davis ve 10 yil önce bir dizi kaçirilma hikayesi basilan Charies Hickson. David Jacops bu panelin düzenleyicisi olarak ilk soruyu sordu: "Neye benziyordu, bunu topluluk önünde anlatmak isteyen var mi?" Strieber, mikrofonu eline aldi ve "Belki de en genel açiklamayi ben yapacagim" dedi. Sesi heyecandan titriyordu. Bunun hayatinda yaptigi en zor is oldugunu söyledi ve söyle dedi: "Kendimi Ocak'tan beri en az 225 kez ifade etmeye çalistim. Üstelik bunu, bana bakip gülen 700 konuk ve TV'de sovu izleyen 8 milyon insan önünde yaptim. "Communion" adli kitaptan milyorlarca dolar kazandim. Bu bir sir degil." Sonra kalabaliga gülümsedi ve kendisini birçok kisinin önünde yalancilikla suçlayan Philip Klass'i sundu ve adamin oturdugu yeri gösterdi. Salonda yuhlar duyuldu, izleyiciler sakinlesince Strieber adama BBC'nin ona hazirladigi ve cevaplamasim istedigi polygraf testini okudu;
                        BBC: Bu sorulara cevap vermeyi kabul ediyor musunuz?
                        STRiEBER: Evet.
                        BBC: Yaratiklari maddi bir kazanç için mi uydurdunuz?
                        STRiEBER: Hayir.
                        BBC: Ziyaretçiler geldiginde size dokundular mi?
                        STRiEBER: Evet!
                        BBC: "Communion" adli kitapta yazdiklariniz kendi dürüst tecrübeleriniz mi?
                        STRiEBER: Evet!
                        BBC: Hiç halüsinasyon görmenizi saglayacak bir ilaç ya da uyusturucu kullandiniz mi?
                        STRiEBER: Hayir.
                        BBC: Yaratiklar fiziksel olarak gerçek mi?
                        STRiEBER: Evet. öyle olduklarini düsünüyorum!

                        Strieber, bu testin okunmasindan sonra, sonuçla birlikte testin kopyasini Philip Klass'a verebilecegini söyledi. Klass raporu aldi ve toplantinin sonunda Strieber'in yanina giderek, ona hiçbir zaman yalanci demedigini söyledi. Strieber de ona, New York'taki televizyon programim hatirlatti. Philip Klass ise programin prodüksiyonunda yapilan sanssiz bir hata sonucu böyle bir sorunun ortaya çikmis olabilecegini ama eger isterse bir kereligine özür konusmasini bir teybe kaydedebilecegini veya bir faksla, toplum önünde ondan özür dileyebilecegini söyledi. Fakat Klass hiçbir zaman özür dilemek için bir kaset doldurmadi ve faks çekmedi. Ama Ktass tarafindan yapilan haksizlik birçok UFO arastirmacisinin aklindan çikmadi. Nedeni açikti; Klass UFO olaylarina da kaçirilanlarin anlattiklarina karsi yorulmaz bir muhalifti. Amaci neydi?
                        Klass'a göre, Hopkins tam bir "UFO Meryemi"ydi ve yaratiklari kendisi uydurmustu. Klass ünlü bir hipnoz uzmani, psikiyatrist olan Martin T'Orne'un çalismalarindan yararlanarak söyle bir açiklama yapti: "Hipnoz teknigi, olmayan bir aniyi bile beyninize isleyebilir. Böylece polygraf testinde, anlattiklariniz gerçekmis gibi görünür. Diyelim ki, dün aksam saat altidan sonra ne yaptiginizi anlatmanizi istiyorum. Siz dün gece, yemek yediginiz, TV izlediginizi, biraz okuduktan sonra yataga gittiginizi biliyorsunuz. Sonra sizi transa sokuyorum ve size 'yüksek bir ses duydunuz mu?' diye soruyorum. Trans halindeyken aramizda bir sahip-köle iliskisi oldugundan, benim yönlendirici soruma 'evet' diye cevap veriyorsunuz. Üstelik hiçbir ses duymasaniz da ben yönlendirici bir soru sordugum için 'evet' diyorsunuz. Sonra size, sesi düyunca ne yaptiginizi soruyorum. Siz de camdan disari baktiginizi söylüyorsunuz. Eger size hipnozdan sonra, hipnozdayken konustuklarimizi hatirlamanizi söylersem, uyanikken bile size asilamis oldugum bilgileri gerçekmis gibi animsarsiniz ve sonra sizi tekrar transa sokup, dün gece ne oldugunu sordu-gumda, konustugumuz her ayrintiyi atlamadan anlatirsiniz."

                        "Bunlar bir Holywood yapimina benziyor..."
                        Bunlarin disinda Klass, Hopkins'in Dr. Orne'nin hipnoz kurallarinin çogunu ihlal ettigini de ekliyor. Hipnoz olayi gerçeklesirken konu hakkinda hiçbir ön yargi olmamalidir. Seansa kadar hipnotizma yapacak kisinin irdelenecek konuyla evvelce bir ilgisi olmamalidir. Ayrica hipnoz sirasinda bir videoteyp kullanilmali ve böylece sadece konusulanlar degil mimikler de incelenmelidir. Klass bu kurallarin birçogunun Hopkins tarafindan ihlal edildigini söylüyor. Klass bir Çingene'nin falina, Hopkins'in hipnozundan daha fazla güvenecegini belirtiyor. Hopkins ise Klass'in hipnoz tartismasinin anlamsiz oldugunu söylüyor, Simdiye kadar 16 tane kaçirilma olayi hipnoz olmadan ortaya çikmis. Ayrica kaçirildigini düsünen 23 kisi sadece bu olayi açiklayabilmek için hipnoz altina girmis.
                        Klass'in baska sikayetleri de var. Örnegin, ona göre; Hopkins'in bulgularindaki doz bir baska vakaya geçtiginde abartiliyor. Hopkins'in kitabindaki resimlerden yola çikarak her kisinin farkli bir melez çocuk resmi çizdigini söylüyor, ve söyle devam ediyor:
                        "Kathie melez bebegin yasli bir adama benzedigini Pam, melezin bembeyaz teni ve ince derisiyle yeni dogmus bir kuzuya benzedigini ,
                        Susan ise melezin gri renkli,büyük basli baska bir seye benzedigini söylüyordu.Benzerlikler kisiden kisiye degisiyor.Bana sorarsaniz,ben Robert Redford'a benziyorum yada bir baskasina göre bir yaratiga , ama bu görüs sadece bir Hollywood yapimcisinin fikri olabilir."Sonuçta Klass yaratik prototipinin herkese göre degistigini söylüyor ; " Birine göre yaratiklar , iki metre uzunlugunda ,uzun saçli yada kel olmalidir.Ben ise onlarin kisa boylu ve kel oldugunu düsünebilirim.Bu çok klasik bir bilim-kurgu imajidir.Fakat herkes yaratiklarin iki metre boyunda , dört elli oldugunda birlesseydi bundan çok etkilenirdim."
                        .
                        UFO'cular da kizgin...
                        Baska elestiriler de var. UCLA'da Ronald Siegel adinda bir psikoparmatotog, kaçirilma hikayelerinin stresten, karanliktan veya soyutlanmadan dogan halüsinasyonlar olarak açiklanabilecegini söylüyor. Ona göre, bu tür durumlarda, gerçek gibi görünen durumlar yaratilabilir ve bunu gören biri ona inanmaya meyillidir. Kaçirilma hikayelerinin birbirine benzemesi ise, genel göreceli merakin ortak imajlar yaratmasindan ileri geliyor, ingiliz Ufolog Prof. Alwin Lawson kaçirilanlarin bu olaylari, dogumdan beri saklanan anilarin su yüzüne çikarak olusturduklarini söylüyor.
                        Hopkins'in hipnotize ettigi kisilerse, tam anlamiyla bir kaçirilma olayindan degil, daha çok tibbi bir incelemeden bahsediyorlar. Örnegin; dogumhane odasindaki isiklar, ceninler vs... Psikiyatrist Harvey Ruben'e göre, kaçirilma hikayelerine "psikolojik salgin" diyebiliriz. Üstelik bu salgin çabuk etkilenen insanlari sariyor ve söyle bir örnek veriyor. Olay, israil'deki bir Arap okulunda olmus, çocuklar tek tek sirayla kanalizasyonu koklamislar ve hepsi hastalanmislar. Üstelik böyle olmasi için hiçbir fiziksel neden yokmus. Ruben, insanlarin çok çabuk etkilenebildiklerini, üstelik hiçbir psikolojik bozuklugu olmayan insanlarin bile bu durumda olabilecegini söylüyor. Yine Ruben'e göre, kaçirilma bilinmeyeni psikolojik bir salgina birçok yönden benziyor. Üstelik buna bir çesit histeri de denilebilir. Birçok insan kitaplardan, programlardan ve filmlerden bazi yorumlar ediniyorlar. "Üçüncü Türle Bulusma" gibi filmler bu tür reaksiyonlari körüklüyor, insan bir kere böyle bir sarsici olaya inanirsa bu olay buna benzer post-travmatik olaylari beraberinde getiriyor; Tecavüz suçlulari, Vietnam askerleri gibi... Ama en sert elestiri UFO merkezinden geldi. Bir panelde dinleyiciler ve bilim adamlarinin önünde konustuktan sonra ingiliz UFO'cu Jenny Randles; "Amerikan safligi" dedigi konuyu açti. Randles, kaçirildigini söyleyen 28 kisiyle görüsmüstü. Amerika'daki insanlarla karsilastirildiklarinda kültürel farkliliklar yaygin olarak saptanmis. Randles;
                        'Tüm Amerikan vakalarindaki detaylar Whitley Streiber'in kapak resminden alinmisçasina anlatiliyor" diyor. Yaratiklar daima büyük gözlü, iri kafali olarak tanimlaniyorlar, sasirtici olan ise buna benzer detaylarin ingiltere'deki taniklar tarafindan da anlatilmaya baslanmasi. Ama genelde ingilizlerin yaratiklari daha çok insana benziyor. 28 vakada sadece yara izleri bulundu, fakat yine de bunlarin dogum lekesi olabilecegi süphesi var. Sadece on vakada tibbi deney izleri bulunmus, bunlardan hiçbirisi jinekolojik deneylerden, sperm alisverisinden bahsetmemisler. Buna karsin, Hopkins Randles'e basvuranlarin sadece bazi iddiacilar oldugunu ama kesinlikle gerçek kaçirilanlar olmadiklarini söylüyor. Ama Randles israrini sürdüruyor, tüm ayrintilarin yazilmadigini, eger hipnoz altindakiler gazetelere geçerse birçok detayin birbirini tutacagini belirtiyor. Randles. Amerika'daki olaylarin etkileyici oldugunu ama hiçbirinin psikolojik bir fenomenden öteye gitmedigini de ekliyor. Arastirmacilarin gayretleri sonucunda kisiler, hikaye versiyonlarini kabulleniyorlar. Hiç süphe yok ki, bir kaçirilma fenomeni var ve hiçbir standart açiklama bu duruma uymuyor.


                        Sorun modern insanin ruh sagliginda mi?
                        Bunun disinda Randles kaçirilma olaylarini hizla yayilan genis bir inanç agi olarak görüyor, bu akimin daha ne kadar büyüyecegini bilmedigini ama yine de ilginin artacagini söylüyor.Ona göre; kaçirilma olaylari ile ilgilenen UFO arastirmacilari , uzak dogulu gurular gibi algilaniyorlar ve kaçirilma olaylari 30 yildir bekledikleri bir durum.Dramatik kanitlar UFO olaylarini gerçek gibi görmemizi sagliyor.Ama hassas insanlar söylenen her seye inaniyorlar.Panelden sonra , Randles kaçirildigina inanan 4 kisiyle konustu ve 50'lerde olan olaylarla simdikilerin birbirine çok benzedigini açikladi. Tabi ki UFO hareketi 30 yil önce baslamis ve bilgiler bu 30 yil içinde toplanmisti ama inanan insanlarla konusursaniz, hala dünyaya çok uzaklardan mesaj getirme hevesi içindeler, iste yanlis olan da bu... Fakat bir kere su bulandiginda bazilarina inanip, bazilarina inanmamak
                        saçmadir. Baska problemler de var. Eger bu yaratiklar yildizlar arasi seyahat edebilecek teknolojiye sahiplerse. neden bir takim deneyler için insan kaçirmak yerine ortaya çikip istedikleri deneyi rahatça yapmiyorlar? Üstelik bir gen laboratuvari kurup, istedikleri geni ve prototipi yaratabilecek güce sahipken, neden bu zorluklara katlaniyorlar? Sonuç olarak tüm bunlara inananlar bunlarin nedenlerini düsünmüyorlar.
                        Strieber simdilerde bu kaçirilma olaylariyla ilgili yeni kitabini yaziyor ve sunlari söylüyor; "Düsünen bir insanin dis kaynakli zekalara dair bir açiklamaya ihtiyaci yoktur. Yine de basit bir psikolojik açiklamanin yetecegine inanmiyorum. Bir seyler oluyor. Üstelik olanlar, transandantal ve öngörü deneyimlerine benziyor. Tüm bunlar insanlikla beraber gelisiyor. Ben kendi adima Orta Asya'da bir Saman'in ölüler dünyasiyla iletisim kurmak için kullandigi yöntemi kullaniyorum. Bu yöntem, hikayemi anlatmak ve topluma hayallerimi aktarmak. Belki de bunlara gülmeyi birakip olanlari tanimlamaya çalismaliyiz. Çünkü inanilmaz sayida çok insan baska bir dünyanin üstün varliklariyla iletisim kurulduguna inaniyor. Eger arastirmacilari, yazarlari bu konular ve tecrübeler üzerinde çalismaktan alikoymazsak, dünyanin gördügü en büyük düsünce kitlesinin içinde buluruz kendimizi." Birçok uzmana göre Strieber'in ruhsal sagligi iyi degil. Sosyolog Morchello Truzzi, toplum olarak bilimi çok önde tutarak ruhi yasantimizi ihmal ettigimizi düsünüyor. Bunun sonucunda geçmis yasamla iliski kurma ya da kaçirilma olaylari ortaya çikti. Birçok insan yüksek hayalgücünün etkisiyle tüm bunlara inaniyor. Filozof Dennis Stillings de bu görüse katiliyor: "Su anda patlamaya hazir bir bilincin beyindeki olusumlarini görüyoruz" diyor Wilderness. aslinda hakli, ona göre Amerikalilar öncü bir millet ve devam ediyor: "Simdiye kadar Amerika'da bir statü elde edememis kitleler var. Simdi ise madalyon ters döndü. Su siralar içe dönük yiginlari dinlemekteyiz. Bu durumu is ve çikar için büyütmekteyiz. Amerikalilar artik bu insanlari dinliyorlar ve bunlarin gerçek olduguna dair tam bir kanit ise yok. Fakat yine de bu durum her yerde yankilaniyor. Tüm bunlara alisik olmadigimiz için kendimizden uzaklastiramiyoruz. Onlari suçlamak ve onlarin karsiti olmak bizim için daha kolay."


                        Ve yine dinsel kavsaktayiz...
                        Stillings aslinda Amerikalilarin meraklarindan ve basit inançlarindan uzaklastigini, kaçirilma olaylannin ve geçmis yasamla iletisimin artisini ilginç buldugunu söylüyor.
                        Ona göre. bu durum, dini, teknolojik kiliflar içinde yeniden olusturmak; söyle açikliyor: "Organize olmus dinin parçalanmasi dörtyüz yildir devam ediyor. Bu durum insanlari Tanri ile teketek iletisime zorladi.

                        Bizim çevremizdeki insanlar bunu öbür dünyayla iletisim kurmaya çalisarak sagliyorlar,,' böylece kendilerinin Tanri'si oluyorlar. En ekstrem durumlarda kaçirilanlar her seye gücü yeten ve her seyi bilenlerin kurbani oluyorlar. Bu figürler Tanrisal karakterler olusturuyorlar. Kurgu bilim filmlerinin, bir takim kliniklerin ve baska yüksek teknoloji formlarinin sonucunda doguyorlar." Stillings'e göre; kaçirilma hikayelerinde dini bir yön var, birçok detay dini motiflerden olusuyor. Örnegin; melez bebek, isa ve Buda'nin bebekken tasidigi üstün bilgelikle benzesiyor. Kaçirilanlar ise böyle bir bilge bebegin rüyasini görüyorlar. Anlatilan tuhaf yara ve izler birçok dini kisiligin ve azizin tasidigi izlere benziyor. Garip ve beklenmedik gebelikler Meryem'in bakireyken dogurmasina benziyor. Stilling'in saydiklarindan birçogunu kaçirilanlardan çogu gerçekten anlatiyor. Bu garip senaryoya çok yerde rastlanabilir. Stillings bunlara, incil'de, Eflatun'nun yapitlarinda rastlanabilecegini söylüyor. Bunlarin hepsinde üç tuhaf insandan ve garip bir sarisindan bahsediliyor. Gerçekte bütün bu imajlar nereden geliyor? Cart G.Jung'a göre; bunlar beyinde zaten mevcut. Stillings. Jung'un görüslerini söyle açikliyor; "Jung, din ve buna bagli imajlarin beyinde biyolojik olarak var olduguna inaniyordu. Gerçekten de dini bir içgüdü var ve biz bu içgüdüye sekil veriyoruz. Günümüzde bu içgüdü melekleri ortaya çikarsa bu duruma güleriz ama bu güdü E.T. olarak ambalaj edilirse buna inaniriz."

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                          Kağıt Parayı Kimler İcat Etti ?

                          Para icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Tarihi kayıtlara göre, M.Ö. 118 yılında Çinliler deri para kullanmışlardır. İlk kağıt para ise M.S. 806 yılında yine Çin’de ortaya çıkmıştır.
                          Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massachusetts Hükümeti, İngiltere'de ise "Goldsmiths" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir.
                          "Kağıt icat edildi, paranın kağıt olması yüzyıllar sürdü."

                          Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir ?

                          Bu şarkı "Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerikalı iki kız kardeşe aittir. Orijinal adı "Good Morning to All" yani "hepinize günaydın"dır. Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün dünyaya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.

                          Mezara niçin çiçek konulur ?

                          İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon' nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupa da ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etme amacını taşır. Servi ağacı da bu nedenle mezarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayaletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.

                          İnsanlar saatlerini niçin sol kollarına takarlar ?
                          Özel bir durum veya farklı olma düşüncesi yoksa insanların çoğu saatlerini sol kola takar. Çünkü çoğunluk sağ elini kullanmaktadır ve bu kolun daha hareketli olması nedeniyle saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığı yüksektir. Zaten saatin kurma düğmesi 3 rakamının yanındadır. İnsanlar saati kurmak istedikleri zaman onu bilekten çıkarmadan sağ elle uzattıkları sol kollarındaki saati kurabilirler.

                          Satrançta şah niçin o kadar pasiftir ?
                          Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe'nin Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından oynanmaya başlanmış, oradan dünyaya yayılmıştır.

                          Bir hafta niçin 7 gündür ?

                          Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısının 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.

                          Niçin otellerin kapıları döner kapıdır ?

                          Döner kapıların tek amacı enerji ve yer tasarrufudur. Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır. Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer. Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır. Özellikle çok kişinin girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır. Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına, soğuk havanın da içeri girmesini engeller. Üstelik tüm bu işlev kapı çapı kadar yer alır.

                          Bardaktaki buzlar niçin birbirlerine yapışırlar ?

                          Buzun erimesi için yalnızca sıcaklık değil basınç da önemlidir. Dağlardaki buzulların kayma nedeni de budur. Basınçla alt tabaka erir ve kayma oluşur. Bir kabın içinde ya da bir bardakta üst üste duran buzların her biri altındakine değdiği noktada bir basınç oluşturur ve bu noktada çok küçük kısım erir. Buradan hareket eden su çok az yanda iki buz küpçüğünün birleştiği noktada tekrar donar. İki buz parçası kaynak yapılmışçasına birbirlerine yapışır ve orada bir daha erime olmaz.

                          Neden evlilik yüzüğü yüzük parmağına takılır biliyor muydunuz ?

                          Evlilik yüzüğü neden hep aynı parmağımızdadır da, neden
                          işaret parmağı baş parmak ya da serçe parmak değil de neden yüzük
                          parmağı...
                          Evlilik yüzüğünü ilk defa eski mısır prensesi nefertiti takmıştır...o yıllardaki
                          Tıbbın ne kadar ilerde olduğu ayrı bir tartışma konusudur ama yüzyıllar
                          Sonra anlaşılmıştır ki direk kalbe giden tek damar evlilik yüzüğünü taktığımız Parmaktadır..
                          Başka hiç bir parmağımızdan direk kalbe giden bir damar yoktur

                          PİRAMİTLER

                          • Kahire'de bulunan "Keops piramidi" nin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon bloktan oluştuğunu, Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl süreceğini, Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizler itam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramidin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunduğunu, Yüksekliğinin (164 m.) bir milyarla
                          çarpımının güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verdiğini, Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pik sayısını verdiğini,
                          • Piramitlerin içerisinde "ultrasound", radar, sonar gibi cihazların çalışmadığını,
                          • Kirletilmiş suyun bir kaç gün piramidin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, Piramidin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini, Bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, Çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku yaymadan mumyalaştıklarını,
                          • Kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramidin içinde daha çabuk iyileştiğini,
                          • Piramidin içinin göreli olarak yazın soğuk, kisin sıcak olduğunu,
                          Piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, BİLİYOR MUYDUNUZ ?

                          Uzayla ilgili geçekler

                          • Güneş: Güneş Jüpiter den bin kat, Dünyamızdan bir milyon kat daha büyüktür.
                          • Jüpiter: Güneş sistemindeki bütün gezegenleri bir araya getirirsek Jüpiter'in büyüklüğüne erişemezler.

                          Dünya ile ilgili gerçekler

                          • Is Dıünya üzerindeki en soğuk yer, ortalama -54 derece ile Antarktika'dır.En sıcak yer ise ortalama 34 derece ile Afrika'da bulunan Etiyopya dır.
                          • En kuru çöl:Şili'deki Atacama Çölü en kuru çöldür.Bazı yerlerine 400 yıl yağmur yağmamıştır.Diğer bölgelerine ise hiç yağmur yağdığı görülmemiştir.
                          • En uzun nehir Dünyadaki en uzun nehir Afrika'daki Nil Nehri'dir.Bu nehrin uzunluğu yaklaşık 6.600 km kadardır.
                          • En yüksek uçurum ünyanın en yüksek kayalık uçurumu Hawaii Adası'nın kuzey kıyısında bulunur.Burada yükseklik bazen 1.005m'ye ulaşır. Bu yükseklik 275 katlık bir gökdelenle eş değerdir.
                          Hala büyüyor: Atlantik, dünyanın en büyük ikinci okyanusudur ve hala büyümektedir.Her yıl 4 cm kadar genişler ve bunu yaparken, Avrupa ile Amerika'yı birbirinden giderek uzaklaştırır.
                          • Felaket bölgesi Deprem kayıplarında Çin ilk sıradadır.1556'da meydana gelen depremde 830.000 kişi ölmüştür.
                          • Altın madeni Dünyadaki denizlerde çok yüklü miktarlarda altın bulunur.Eğer bu altınların hepsi çıkarılıp dünyadaki herkese dağıtabilseydi, birer kilo altınımız olurdu.
                          Hayvanlar

                          • En büyük hayvanünyadaki en büyük havan mavi balinadır.Yetişkinlerin boyu 34 metreye, kilosu 190 tona ulaşır.
                          • Uçan memeli:Uçabilen tek memeli hayvan yarasadır.En büyük yarasa uçan tilkidir.Kanatlarının uzunluğu 183cm'dir
                          • En hızlı:Bütün memeliler arasında en hızlısı çitalardır.Hızları saatte 115km'ye kadar ulaşabilir.
                          • En zehirlieniz kobrası dünyanın en zehirli yılandır.Zehiri normal bir yılanınkinden yüz kat daha güçlüdür.

                          İnsanlar

                          Aç mısınız?: Yaşamınız boyunca 30.000 kilo kadar yemek yersiniz.Buda 6 filin ağırlığına eşittir.
                          Bunu yut: Yutulan yiyecek vücudunuzda 3,5metre yol alır yani bir otomobilin uzunluğu kadar.
                          Saç: Bilinen en uzun saç Hint'li bir rahibindi.1949'da saçının boyu 8metre olarak ölçüldü.Yani kolunuzdan 13 kat daha uzun.
                          Isı: Vücudun normal ısısı 37 derecedir.Eğer ısı 25 dereceye düşerse ölebilirsiniz.

                          İnanabiliyor musunuz?

                          X ışınlı gözler:1930 da bir New York'lu gözlerini kullanmadan görebileceğini iddia etmişti.İddiasını kanıtlamak için bakmadan yoğun trafikte motosiklet sürdü.Hiçbir yere çarpmadı.Kimse bunu nasıl başarabildiğini bilmiyor.
                          Büyük yük:Mısır'daki büyük piramit 30 yılda inşa edilmiştir.Kullanılan taşlarla Fransa'nın çevresine 3 metre yükseklikte duvar yapılabilir.
                          Mucize:Bir Alman pilot 1930'da uçağından atladı.Bir fırtına bulutunun içinden geçti.Bunun içinde buzla kaplandı.Buz öylesine kalındı ki düştüğünde pilota hiçbir şey olmadı
                          ağıt Parayı Kimler İcat Etti ?

                          Para icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Tarihi kayıtlara göre, M.Ö. 118 yılında Çinliler deri para kullanmışlardır. İlk kağıt para ise M.S. 806 yılında yine Çin’de ortaya çıkmıştır.
                          Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massachusetts Hükümeti, İngiltere'de ise "Goldsmiths" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir.
                          "Kağıt icat edildi, paranın kağıt olması yüzyıllar sürdü."

                          Dünyanın en çok söylenen şarkısı hangisidir ?

                          Bu şarkı "Happy birthday to you" dur. Şarkının asıl kaynağı Amerikalı iki kız kardeşe aittir. Orijinal adı "Good Morning to All" yani "hepinize günaydın"dır. Daha sonra güftesi değiştirilerek bütün dünyaya yayılmıştır. Fakat telif hakkı kardeşlere aittir, onlardan sonra da Warner/chappel müzik şirketine geçmiştir. Müzik ticari amaçlı kullanıldığı zaman şirkete ödeme yapma zorunluluğu vardır.

                          Mezara niçin çiçek konulur ?

                          İlk olarak Mısır Firavunu Tutamkamon' nun milattan önce 1346 da öldüğünde mezarının çiçekten taçlarla kaplandığı saptanmıştır. Kuzey Avrupa da ise M.Ö 2000 yıllara kadar mezara çiçek konduğu belirlenmiştir. O zamanlarda bu çiçeklerin amacı iyi ruhları çekme, kötü ruhları kovma amacıylaydı. Sonradan ise asıl amaç cesetler çürürken çıkan kokuyu kamufle etme amacını taşır. Servi ağacı da bu nedenle mezarlıklarda kullanılır. Ağacın yaprakları rüzgarı önler, kendine özgü ferah kokusu vardır. Cenaze törenlerinde siyah giyinmenin amacı da mezarlıklarda hayaletlerden sakınmak amacı taşımaktadır.

                          İnsanlar saatlerini niçin sol kollarına takarlar ?
                          Özel bir durum veya farklı olma düşüncesi yoksa insanların çoğu saatlerini sol kola takar. Çünkü çoğunluk sağ elini kullanmaktadır ve bu kolun daha hareketli olması nedeniyle saatin bir yerlere çarpıp zarar görme olasılığı yüksektir. Zaten saatin kurma düğmesi 3 rakamının yanındadır. İnsanlar saati kurmak istedikleri zaman onu bilekten çıkarmadan sağ elle uzattıkları sol kollarındaki saati kurabilirler.

                          Satrançta şah niçin o kadar pasiftir ?
                          Çünkü şah koruma altındadır. Zaten satrançta amaç şahı almaktır. O yüzden bütün taşlar onu korumakla görevlidir. Vezir ise başkumandan gibi şaha yardım eder. İleri geri, çapraz her yöne gidebilir. Batıda vezire Kraliçe adı verilmiştir. Bununla Kraliçe'nin Kralın en büyük desteği olduğunu işaret etmektir. Satranç 6. yüzyılda Hindular tarafından oynanmaya başlanmış, oradan dünyaya yayılmıştır.

                          Bir hafta niçin 7 gündür ?

                          Babilliler 7 günlük haftayı zaman birimi olarak kullanıyorlardı. İlk çağlarda bilinen beş gezegen ile güneş ve ayın sayısının 7 oluşu bu sayıyı gizemli ve uğurlu kılıyordu. Daha sonra dinlerde göğün 7 kat oluşu ve doğadaki ana renk sayısının 7 oluşu, müzik notalarının 7 oluşu sayının önemini daha çok belirtti. Daha sonra Fransa takvim yapısını değiştirerek hafta sayısını 10 yaptı ama kabul görmedi. Rusya 5 günlük hafta uygulamasına geçti, o da tutulmadı. Sonunda yine hafta 7 gün olarak kaldı.

                          Niçin otellerin kapıları döner kapıdır ?

                          Döner kapıların tek amacı enerji ve yer tasarrufudur. Büyük binaların içerleri devamlı olarak ısıtılır. Açılan normal kapıdan içeri soğuk hava rahatlıkla girer. Eğer normal kapı kullanılırsa hava değişimi nedeniyle klimalar veya motorlar yeniden çalışacaktır. Özellikle çok kişinin girip çıktığı otel veya benzeri binalarda enerji tasarrufu için döner kapı kullanılır. Döner kanatlar sıcak havanın dışarı çıkmasına, soğuk havanın da içeri girmesini engeller. Üstelik tüm bu işlev kapı çapı kadar yer alır.

                          Bardaktaki buzlar niçin birbirlerine yapışırlar ?

                          Buzun erimesi için yalnızca sıcaklık değil basınç da önemlidir. Dağlardaki buzulların kayma nedeni de budur. Basınçla alt tabaka erir ve kayma oluşur. Bir kabın içinde ya da bir bardakta üst üste duran buzların her biri altındakine değdiği noktada bir basınç oluşturur ve bu noktada çok küçük kısım erir. Buradan hareket eden su çok az yanda iki buz küpçüğünün birleştiği noktada tekrar donar. İki buz parçası kaynak yapılmışçasına birbirlerine yapışır ve orada bir daha erime olmaz.

                          Neden evlilik yüzüğü yüzük parmağına takılır biliyor muydunuz ?

                          Evlilik yüzüğü neden hep aynı parmağımızdadır da, neden
                          işaret parmağı baş parmak ya da serçe parmak değil de neden yüzük
                          parmağı...
                          Evlilik yüzüğünü ilk defa eski mısır prensesi nefertiti takmıştır...o yıllardaki
                          Tıbbın ne kadar ilerde olduğu ayrı bir tartışma konusudur ama yüzyıllar
                          Sonra anlaşılmıştır ki direk kalbe giden tek damar evlilik yüzüğünü taktığımız Parmaktadır..
                          Başka hiç bir parmağımızdan direk kalbe giden bir damar yoktur

                          PİRAMİTLER

                          • Kahire'de bulunan "Keops piramidi" nin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon bloktan oluştuğunu, Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl süreceğini, Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizler itam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramidin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunduğunu, Yüksekliğinin (164 m.) bir milyarla
                          çarpımının güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verdiğini, Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pik sayısını verdiğini,
                          • Piramitlerin içerisinde "ultrasound", radar, sonar gibi cihazların çalışmadığını,
                          • Kirletilmiş suyun bir kaç gün piramidin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, Piramidin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini, Bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, Çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku yaymadan mumyalaştıklarını,
                          • Kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramidin içinde daha çabuk iyileştiğini,
                          • Piramidin içinin göreli olarak yazın soğuk, kisin sıcak olduğunu,
                          Piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, BİLİYOR MUYDUNUZ ?

                          Uzayla ilgili geçekler

                          • Güneş: Güneş Jüpiter den bin kat, Dünyamızdan bir milyon kat daha büyüktür.
                          • Jüpiter: Güneş sistemindeki bütün gezegenleri bir araya getirirsek Jüpiter'in büyüklüğüne erişemezler.

                          Dünya ile ilgili gerçekler

                          • Is Dıünya üzerindeki en soğuk yer, ortalama -54 derece ile Antarktika'dır.En sıcak yer ise ortalama 34 derece ile Afrika'da bulunan Etiyopya dır.
                          • En kuru çöl:Şili'deki Atacama Çölü en kuru çöldür.Bazı yerlerine 400 yıl yağmur yağmamıştır.Diğer bölgelerine ise hiç yağmur yağdığı görülmemiştir.
                          • En uzun nehir Dünyadaki en uzun nehir Afrika'daki Nil Nehri'dir.Bu nehrin uzunluğu yaklaşık 6.600 km kadardır.
                          • En yüksek uçurum ünyanın en yüksek kayalık uçurumu Hawaii Adası'nın kuzey kıyısında bulunur.Burada yükseklik bazen 1.005m'ye ulaşır. Bu yükseklik 275 katlık bir gökdelenle eş değerdir.
                          Hala büyüyor: Atlantik, dünyanın en büyük ikinci okyanusudur ve hala büyümektedir.Her yıl 4 cm kadar genişler ve bunu yaparken, Avrupa ile Amerika'yı birbirinden giderek uzaklaştırır.
                          • Felaket bölgesi Deprem kayıplarında Çin ilk sıradadır.1556'da meydana gelen depremde 830.000 kişi ölmüştür.
                          • Altın madeni Dünyadaki denizlerde çok yüklü miktarlarda altın bulunur.Eğer bu altınların hepsi çıkarılıp dünyadaki herkese dağıtabilseydi, birer kilo altınımız olurdu.
                          Hayvanlar

                          • En büyük hayvanünyadaki en büyük havan mavi balinadır.Yetişkinlerin boyu 34 metreye, kilosu 190 tona ulaşır.
                          • Uçan memeli:Uçabilen tek memeli hayvan yarasadır.En büyük yarasa uçan tilkidir.Kanatlarının uzunluğu 183cm'dir
                          • En hızlı:Bütün memeliler arasında en hızlısı çitalardır.Hızları saatte 115km'ye kadar ulaşabilir.
                          • En zehirlieniz kobrası dünyanın en zehirli yılandır.Zehiri normal bir yılanınkinden yüz kat daha güçlüdür.

                          İnsanlar

                          Aç mısınız?: Yaşamınız boyunca 30.000 kilo kadar yemek yersiniz.Buda 6 filin ağırlığına eşittir.
                          Bunu yut: Yutulan yiyecek vücudunuzda 3,5metre yol alır yani bir otomobilin uzunluğu kadar.
                          Saç: Bilinen en uzun saç Hint'li bir rahibindi.1949'da saçının boyu 8metre olarak ölçüldü.Yani kolunuzdan 13 kat daha uzun.
                          Isı: Vücudun normal ısısı 37 derecedir.Eğer ısı 25 dereceye düşerse ölebilirsiniz.

                          İnanabiliyor musunuz?

                          X ışınlı gözler:1930 da bir New York'lu gözlerini kullanmadan görebileceğini iddia etmişti.İddiasını kanıtlamak için bakmadan yoğun trafikte motosiklet sürdü.Hiçbir yere çarpmadı.Kimse bunu nasıl başarabildiğini bilmiyor.
                          Büyük yük:Mısır'daki büyük piramit 30 yılda inşa edilmiştir.Kullanılan taşlarla Fransa'nın çevresine 3 metre yükseklikte duvar yapılabilir.
                          Mucize:Bir Alman pilot 1930'da uçağından atladı.Bir fırtına bulutunun içinden geçti.Bunun içinde buzla kaplandı.Buz öylesine kalındı ki düştüğünde pilota hiçbir şey olmadı

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                            ilginç olaylar


                            Kanada'nın Alberta bölgesinde düzenlenen güzellik yarışmasında, feministlerin tepkisine kulak veren yerel yönetim, jüri üyeleri arasında görme özürlü bir kişiye de yer verdi. Alberta bölgesinin en güzel kızını seçen jüride görev alan 51 yaşındaki Harold Grace, görme yetisini 15 yıl önce kaybetmişti. Yarışmaya katılan genç kızların kişiliğini, etkileyici ve zeki olup olmadıklarını değerlendiren Grace, gazeteye verdiği demeçte şöyle dedi: "Biriyle el sıkıştığım zaman onun sıcak biri olup olmadığı ya da karakter sahibi olup olmadığı konusunda bazı şeyler düşünebiliyorum. Bu kişilerin seslerini dinleyerek ve sorulara verdikleri yanıtları dikkate alarak, samimi olup olmadıkları konusunda karar verebiliyorum. Yarışmacıları da böyle değerlendirdim."

                            "HANÇERİM OLMADAN ASLA"
                            Belçika havayolları Sabena ile yolculuk etmeye hazırlanan Yemen Parlamentosu Başkanı Şeyh Abdullah El Ahmer, hançerinin yolculuk süresince kendisinde kalamayacağı söylenince, uçağa binmekten vazgeçti. El Ahmer'in oğlu Sadık Abdullah El Ahmer, "Belçika uçağının pilotu babamdan hançerini bırakmasını isteyerek, hançerin Brüksel'de kendine iade edileceğine dair güvence verdi. Babam, bunun Yemen geleneklerine göre kendini küçük düşürecek bir davranış olduğunu söyledi" dedi. Yemen'de hançer taşımak, erkekliğin ve onurun simgesi olarak görülüyor.

                            MİDESİNDEN JİLET ÇIKTI
                            İran'da, "korkusunu bastırmak ve sıkıntılarından kurtulmak" için madeni nesneleri yiyen genç kızın karnından ameliyatla yarım kilogram ağırlığında metal parçalar çıkarıldı. 17 yaşındaki genç kızın karnından çıkarılan madeni nesnelerin arasında jilet ve çiviler de vardı.

                            DÜNYA DİŞLE KAMYON ÇEKME ŞAMPİYONU"NUN ÇENESİ ÇIKTI
                            Dünya dişle kamyon çekme ve dişle çivi eğme şampiyonunun, bir metal boruyu eğmek isterken, çenesi çıktı.40 yaşındaki şampiyon Zdenek Chobot, Slovakya'nın Senec kentinde bir dakikada 10 çivi eğerek Guiness Rekorlar Kitabı'na 4. kez girmek için rekor girişimine başladı.Çivileri eğen Chobot'un çenesi, metal bir tübü eğmeye çalışırken ihanet etti ve çene çıktı.

                            İKİZLER ŞAŞIRTTI
                            Fransa'nın Lyon kentinde Manon ve Sarah isimli 17 yaşındaki ikizlerin, lise bitirme sınavında ayrı sınıflarda olmalarına rağmen, ikisinin de 20 üzerinden 13,68 not almaları herkesi şaşkınlığa düşürdü.İşin bir diğer ilginç tarafı, ikizler sınava ayrı okullarda ve ayrı eğitmen jürileri önünde girdiler. İkizler de, olayı "biraz garip" bulduklarını belirttiler.

                            İTALYAN GÜMRÜĞÜ'NÜN VURGUNU
                            İtalyan gümrüğü, İsviçre sınırındaki Como Brogeda sınır kapısında İtalyan kökenli bir Amerikalının üzerinde 1,9 milyar dolar tutarında tahvil ele geçirince karlı çıktı. Otomobille seyahat eden 63 yaşındaki kişinin üzerinde, ABD Merkez Bankası tarafından yayınlanan her biri 100 milyon dolar tutarında 19 tahvil bulunuyordu. İtalyan yasaları uyarınca, gümrük yönetimi, tahvillerin yüzde 40'ına el koydu.

                            PRAG'TA UMUTSUZ AŞIK
                            Çek Cumhuriyeti'nde, sevgilisi tarafından terkedilen umutsuz aşık, aşkını ilan etmek ve genç kıza geri dönmesi için yalvarmak amacıyla Prag metrosunun vagonlarına ilan verdi. Vagonlara asılan yüz kadar ilanda, birlikte geçirdikleri özellikle İtalya tatillerindeki romantik ve mutlu anları anımsatan çılgın aşığa, bu ilanlar 1,8 milyar TL'ye mal oldu.Umutsuz aşığın sevgilisine kavuşup kavuşmadığı ise bilinmiyor

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                              ilginç olaylar

                              MEKTUPLARDAKİ "FIKRA" GİBİ ADRESLER
                              A.A muhabirinin ulaştığı bazı mektuplardaki adreslerde, şahsın lakabından, aracın plaka numarasına, evin önünde yanan sokak lambasından, önündeki ağacına varana kadar akla gelebilecek her yol denenerek postacıya adeta rehberlik edilmek isteniyor.
                              Sayın H.K ile başlayan ve devamında, "Asfalt şantiye geç ilk sokaktan sağa gir doğru git 200 metre sola dön 50 metre geç Saray Apt Kat:3 Selçuklu/Konya" diye ayrıntılı adres verilen mektup, İzmit'in Gebze ilçesinden postaya atılmış.
                              Isparta'dan postaya verilen mektubun adres kısmına ise; "Sn. N.N minibüs şoförü Yeni Meram pancar fabrikası yolu" denildikten sonra, "kendi eline verilmesi rica olunur" notu eklenmiş.
                              Sadece şirketin ismi ve aracın plaka numarasının verildiği bir başka mektubun adres köşesine düşen "G.LTD. Şti. 42. SA 765 KONYA" kısa bir notla yetinilirken, Konya'dan postalanan diğer bir mektupta ise alıcının isminin (H.T) devamında, "Caminin yanında S. Apt. Konya" adresi yer alıyor.
                              Diğer bir gönderide ise sadece alıcının ismi ve plaka numarası ile "M.K 34 APJ 49 Konya" yetinilmiş.

                              KAYINPEDER DE LAKAP DA ÖNEMLİ

                              Bir mektuptaki adreste ise alıcının değil, başkasının kayınpederinin isminin yazılması uygun bulunmuş. Söz konusu mektuptaki adres, "Sayın İ.B/ S. A. G.'in kayınpederi Konya" diye yazılmış.
                              Bilinen holdinglerden biri tarafından borçluya gönderilen mektuptaki adres ise şöyle: "Borçlu adı soyadı: "D.G Borçlu adresi: evin önünde dut ağacı var 2 kat gece lambaları yanar en geç pazartesi."
                              Resmi kurum tarafından postaya verilen mektupta da alıcının hayli uzun olan ad ve soyadına (H.B.Z) uyan adres şöyle: "Tıp Fakültesi yolu, Şeker fabrikası karşısında bulunan ve cami önünden geçen cadde üzerindeki sol tarafta bulunan 4. sokağa dönünce boş arsa gerisinde bahçe kapısı mavi olan evde ikamet eder ve o civarda Cihanbeylili olarak tanınır."

                              ÖLÜYE DE MEKTUP VAR

                              PTT'nin "Bilinmeyen adresler" gözünde alıcısına verilemediği için komisyon kararıyla imha edileceği günü bekleyen mektuplardan biri de, ölüye postalanmış. Mezarlık ismi verilerek ölüye gönderilen mektubun üzerinde, "Hacı Mehmet efendinin kabri Hacıfettan Mezarlığı- Konya" adresi yazılı.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                                ilginç olaylar

                                SSK'lı erkeklere "rahim kanseri" teşhisi koydular, sahte raporlarla emekli ettiler.

                                Ankara Emniyeti , "bu kadarına da pes" dedirten olayla ilgili 12 kişiyi gözaltına aldı.
                                Ankara Emniyeti Mali Büro Ekipleri ,SSK'da sahte evrakla emeklilik işlemleri yapıldığına ilişkin duyumlar üzerine harekete geçti.
                                Çetenin çeşitli illerdeki SSK hastanelerinde malulen emeklilik için yapılan başvurularda, sahte evrak düzenlediği belirlendi.
                                Polis, araştırmasında ilginç verilere de ulaştı.
                                Şebeke üyelerinin, sahte raporlarla SSK'lı erkeklere "rahim kanseri" teşhisi koydurduğu ve malulen emekli olmalarını sağladığı ortaya çıktı.
                                Operasyon sonucu 12 kişi gözaltına alındı. Bu arada, son bir yıl içinde SSK'dan malulen emeklilik için 40 bine yakın başvuru yapıldığı, SSK müfettişlerinin emekli edilen kişilerle ilgili geriye dönük inceleme başlattığı bildirildi.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X