dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

Kapat
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

    Çinlilerin gözü neden çekiktir..?

    Yanlız çinlilerin değil Orta ve Güneydoğu Asya'da yaşayanların,Japon'ların hatta Eskimoların da gözleri çekiktir.Aslında göz yapısı bütün dünyada aynıdır.Farkı yaratan göz kapaklarıdır.Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı,gözün üstüne daha çok inmiştir.Bazı teorilere göre bu kıvrım insanların gözleriniyoğun kar tabakasının, göz kamaştıran ışığından korumak için bir çeşit kar gözlüğü gibi gelişmiştir.

    Çinde ve öteki bölgelerde her ne kadar yoğun kar yağmıyorsa da onların atalarının buzul çağında kuzeyde yaşadıkları daha sonra güneye indikleri kanıtlanmıştır.Yalnız gözleri değil,burunları da rüzgara karşı korunmak için küçülmüş,burun delikleri soğuğu engellemek için daralmıştır.Ciltleri de koruma amaçlı olarak yağlıdır.Göz kapakları da yağlıdır.Gözü ve iç tabakalarını kara ve buza karşı korur.Yani çekik gözlü değil,düşük göz kapaklı,demek daha doğrudur.


    İnsan korkunca niçin dişleri birbirine vurur?Bir insan büyük bir tehlike veya korku verici olayla karşılaşınca vücudu otomatikman savunmaya geçer.Diğer canlılarda olduğu gibi dişler ve çene savunmanın ana mekanizmalarıdır.İşte bu nedenle ilk insanlardan gelen kalıtımsal yapıdan dolayı önce çene ve dişler harekete geçer.Çenedeki kaslar titrer,bu da sanki dişler birbirine vuruyormuş gibi görüntü verir.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

      Ölüp ölüp dirilen gencin anlattıkları

      Ölüme teğet geçenlerin anlattıkları ise her zaman ilgi ve merak konusu oluyor. Bıçaklı bir saldırıda ağır yaralanan 22 yaşındaki Halil Karaca'nın kalbi tam beş kez durmuş.

      Denizlili 22 yaşındaki Halil Karaca ölümü teğet geçenlerden. Ameliyatta kalbi beş kez durup çalışmış, ölüp ölüp dirilmiş. Şunları anlatıyor:
      "Çölde yürüyormuş gibi hissettim. Uçsuz bucaksız bembeyaz bir yerdi. Çöle kar yağmış gibiydi. Bir şey görmek bir ses duymak istedim. Yoktu."

      Tam beş kez öldü dirildi

      Bıçaklı bir saldırıda ağır yaralanan 22 yaşındaki Halil Karaca ameliyatta geçirdiği anları anlattı: Bilinmezliğin ortasında yürüyordum, beyaz bir kar çölü kaplamıştı.

      İnsanoğlu için en büyük gizlemlerden biri de ölümdür. Tarih boyunca ölüler için düzenlenen törenlerin her toplum için farklı anlamları oldu. Geçmişte ve günümüzde ölümden sonra neler yaşandığı konusunda birbirinden farklı yorumlar yapılıyor. Kimilerine göre bu bir kurtuluştu ve ölen kişi son yolculuğuna coşku ile uğurlanmalıydı.

      Tek tanrılı dinlerde ise ölüm sadece maddi dünyanın sonuydu. Bedenden ayrılan ruhun tanrıya ulaşana kadar geçireceği bir serüven vardı. Metaryalist görüşe göre ise ölüm, enerjinin bitişiyle gelen mutlak bir sondu. Ancak nasıl düşünülürse düşünülsün, öbür dünyayla ilgili en küçük bir işaret bile insanların heyecanlanmasına yetiyor. Geçirdikleri rahatsızlıklar, ameliyatlar ya da kazalar sırasında klinik olarak bir süre ölü kabul edilenlerin tıbbi müdahalelerle yaşama döndürüldükleri kısa süre içinde yaşadıkları parapskilojide "ölüme yakın deneyimler" olarak adlandırılıyor.

      ARTIK KALBİ DURMUŞTU

      Ölüme teğet geçenlerin anlattıkları ise her zaman ilgi ve merak konusu oluyor. Bu deneyimi yaşayanların anlatımlarında ortak özellik beyaz bir ışık görmeleri ve daha önce yaşamadıkları bir rahatlama duygusu hissetmeleri. Parapsikologlara göre bu kısa süre içinde insanlar öteki dünya ile karşılaşıyor ve ölümü tecrübe ediyorlar. Denizlili 22 yaşındaki Halil Karaca'nın yaşadıkları da, "ölüme yakın deneyim"lerden biri... Denizli'nin Karşıyaka Mahallesi'nde yaşayan işçi Halil Karaca, 5 Nisan günü evinin önünde hiç tanımadığı dört kişinin bıçaklı saldırısına uğradı. Sırtından ve kalbinden aldığı bıçak darbeleriyle ağır yaralanan Karaca, hastaneye kaldırıldı. Hastaneye gittiklerinde Karaca'nın kalbi durmuştu. Doktorların müdahalesiyle kalbi yeniden atmaya başladı. Bu hayata ilk dönüşüydü. Karaca'nın kalbiameliyat sırasında da dört kez daha durdu. Her seferinde müdahalelerle, yaşama yeniden tutundu. Karaca'nın tedavisi hala devam ediyor. Beş kez kalbi duran ve buna karşın hayatta kalabilen Karaca'nın anlattıkları hayli ilginç:

      KAR YAÐMIŞ BİR ÇÖL

      "Yaşadıklarıma bin anlam veremiyorum. O gün evimin önünde bekliyordum. Tanımadığım dört kişi yanıma geldi. Ne olduğunu bile anlamadan beni sırtımdan bıçakladılar. Ben önce farkedemedim. Elime kan gelince beni bıçaklayanlara döndüm o zaman kalbime bıçak darbesi gelmiş, akciğerim de zarar görmüş. Doktorların anlattığına göre, bıçak darbeleri çok riskli olan kalp bölgesine geldiği için kurtulma şansım yüzde bir ikiymiş. Dört saat süren ameliyatım boyunca da zaten beş kere kalbim durmuş doktorlar beni hayata döndürmüş. Halil Karaca o anı şöyle dile getiriyor:

      Ameliyattayken, çölde yalnız başına yürüyormuşum gibi hissettim. Ucu bucağı gözükmeyen bir yer. Sonu yok, başlangıcı yok. Bir bilinmezliğin tam ortasındayım. Sanki çöle kar yağmış gibiydi. Bembeyaz bir yerde yolculuk yaptım ve hiç kimse yoktu. Bir cisim görmek istedim bir ses duymak istedim hiçbir şey göremeden duyamadan bilinmezliğin içinde kaldım. Zaten bir şey düşünemiyorsunuz.

      Tam bir şeyler düşünecektim acı hissettim. Sonra ince bir ses 'hayata döndü, kalbi çalıştı' dedi. Ameliyathanedeki sesleri duymaya başladım. Sonra gözümü açtım bir sürü ışığın altındayım, etrafımda koşuşan birileri var. Kimi bana ilaç veriyor, kimide benim için bir şeyler taşıyordu. Sonra yine kendimi kaybetmişim. Gözümü yoğun bakımda açtım. Doktorlar bana 'kurtuldun' dediler...."

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

        Açıklanamayan Bilimsel Bulgular

        Bilim dünyasında, bilinen teorilere uymayan, çok sayıda olay gözlenebiliyor. İlk başlarda açıklanamayan bu olaylar zaman içinde yeni teorilerin ve bilimsel buluşların ortaya çıkmasına neden olabiliyor ve bu nedenle bu tür açıklanamayan olayların üzerinde durmak insanlık için son derece faydalı sonuçlar doğurabilir. Ancak bu olaylardan bazıları ilk ortaya kondukları andan bu ana yıllar geçmiş olmasına rağmen halen açıklanamıyor ve yanlışlıkları da ispatlanamıyor. 2005 yılı itibariyle üzerinde en çok durulan ve henüz açıklanamayan 13 olay şu şekilde sıralanıyor:

        1) ETKİSİZ İLACIN (PLASEBO) ETKİSİ NEDİR?


        Etkisiz ilaç verilen hastaların, tıpkı normal ilaç almış gibi kendilerini iyi hissetmelerinin nedeni nedir, bilinmiyor.


        Süphesiz duymuşsunuzdur, ilaç yerine verilen etkisiz ilaçların, tıpkı ilaç almış gibi etki yaptığını. Ama nasıl etkidiği ve nedeni bilinmiyor. Plasebo etkisinin gücünü siz de evde bir deneyle görebilirsiniz, tabii bu deneyi üzerinde uygulayabileceğiniz birisini bulabilirseniz! Günde birkaç kez, birkaç gün boyunca birinin canını yakın. Deney in son gününe kadar ağrıyı morfin ile kontrol altına alın. Bu son gün morfin yerine tuzlu su kullanın. Sonuçta tuzlu suyun ağrıyı azalttığını göreceksiniz.


        İşte plasebo etkisi buna deniyor. Bu etki bazen çok güçlü olabiliyor. Yukarıdaki deneyi ilk kez İtalya da Torino Üniversitesi nden Fabrizio Benedetti yaptı. Doktorlar plasebo etkisinin onlarca yıldır farkında.


        Benedetti, ayrıca Parkinson hastalarında da plasebo etkisini araştırdı. Tuzlu suyun plasebo etkisinin hastalarda titreme ve kas sertliğini azalttığını gören (Nature Neuroscience, vol 7, p 587) Benedetti ve ekibi, hastalara tuzlu su verirken beyinlerindeki nöronların faaliyetlerini ölçtü. Deneyde "Alt-talamik çekirdek"teki nöronların, tuzlu su verildikçe daha az tetiklendiği anlaşıldı. Bu şekilde hastalığın semptomları düzelirken, nöron faaliyetleri de azalıyordu.


        Benedetti bu deneyden elde edilen sonuçları şöyle değerlendiriyor: "Burada neler olup bitiğini öğrenmek zorundayız. Ancak bir şey kesin: Beklentiler ve terapötik sonuçlar arasındaki ilişki, beyin-beden etkileşimini anlamak için mükemmel bir model oluşturuyor. Şimdi bilim adamları plasebo etkisinin nerede ve ne zaman devreye girdiğini anlamaya çalışıyor. Hastalıklar farklı da olsa altta yatan mekanizma aynı olabilir".


        2) BIG BANG RADYASYONU YAYILIMI UZAYDA NASIL EŞİT OLUYOR


        ‘Ufuk Problemi adı ile bilinen olgu, ‘büyük patlama dan geride kalan radyasyon yayılımının evrenin her yerinde nasıl eşit olarak dağıldığıdır. Astrofizikçiler sorunu çözmek için göbek patlatıyor.


        Evren anlaşılmaz bir şekilde tekdüzedir. Görülür evrenin bir ucundan diğerine, uzayı bütünü olarak incelerseniz, kozmosu dolduran mikrodalga geri plan radyasyonunun sıcaklığının her yerde aynı olduğunu görürsünüz. Bu ilk bakışta şaşırtıcı gelmeyebilir; ancak bir uçtan diğer uca mesafenin 28 milyar ışık yılı olduğu ve evrenin 14 milyar yaşında olduğu düşünülürse, bu sonucun ne denli anormal olduğu ortaya çıkar.


        Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı değildir. Dolayısıyla ısı radyasyonunun, Big Bang sırasında ortaya çıkan soğuk ve sıcak noktalar arasındaki farklılığı eşitlemek için iki ufuk arasında yol alması mümkün görünmüyor. Bu "ufuk problemi" kozmologların başını ağrıtan en önemli problemlerden biri. Ortaya atılan ve herkes tarafından kabul edilmeyen görüşler var.


        3) EINSTEIN YANILIYOR MU?


        10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya daki fizikçiler varolması mümkün olmayan kozmik ışınları gözlüyorlar. Kozmik ışınlar, evrende ışık hızına yakın bir hızda yol alan parçacıklardır Dünya da tespit edilen bazı kozmik ışınlar, süpernova gibi şiddetli olaylar sırasında üretilir ve bunlar doğada görülen en enerjik parçacıklar.


        Kozmik ışın parçacıkları uzayda yol alırken, evreni dolduran düşük enerjili fotonlarla çarpışarak enerjilerini yitirirler. Einstein ın özel görelilik kuramına göre bizim galaksimizin dışındaki bir kaynaktan çıkıp Dünya ya gelen kozmik ışınlar, o kadar fazla sayıda enerji azaltıcı çarpışmaya maruz kalır ki, bunların maksimum olası enerjisi 5 x 10 19 elektronvolta çıkar. Buna Greisen-Zatsepin-Kuzmin sınırı adı verilir.


        Ne var ki son 10 yılda, Tokyo Üniversitesi nden Akeno Giant Air Shower Array adı verilen 111 parçacık dedektörü, GZK sınırının üzerinde birkaç kozmik ışın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemiş olmaları için, bizim galaksimizin içinden gelmesi gerekir. Ancak astronomlar galaksimizin içinde bu kozmik ışınların gelmiş olabileceği bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu?


        Bir olasılığa göre Akeno sonuçları yanlış olabilir. Bir diğer olasılık ise Einstein in yanılıyor olmasıdır. Einstein ın özel görelilik kuramına göre uzayın her yönde aynı olması gerekir. Ancak parçacıkların bazı yönlere doğru daha kolay yol alması durumunda ne olacak? O zaman kozmik ışınlar enerjilerinin daha fazlasını koruyabilir ve GZK limitlerinin dışına çıkabilir.


        Arjantin, Mendoza daki Pierre Auger deneyindeki fizikçiler de bu sorun üzerinde çalışıyor. 3000 kilometre kare üzerine yayılan 1600 dedektörden yararlanan bilim adamları, gelmekte olan kozmik ışınların enerjilerini tespit ederek Akeno sonuçlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecekler.


        4) HOMEOPATİK ERİYİKLER ETKİLİ Mİ?


        Homeopatik yöntem, kimyasal ilaçların sulandırılması esasına dayanır; tek bir ilaç molekülü içermeyecek noktaya gelinceye kadar sulandırılma devam etse dahi, suyun iyileştirme özelliğini koruduğu iddia edilir. Bu nasıl oluyor?


        Belfast taki Queen s University den farmakolog Madeleine Ennis ise homeopatiyi şiddetle eleştirenler arasında. Homeopatinin hiçbir işe yaramadığını düşüncesinde.


        Ennis, son makalesinde, iltihabi yangı durumunda ortaya çıkan insan akyuvarları üzerinde aşırı sulandırılmış histaminin etkilerini araştırdı. Bu bozofiller, hücre saldırı altındayken histamin adı verilen maddeyi salgılar. Bunlar bir kez salgılandığı zaman, histamin bozofillerin daha fazla salgılamasını engeller. Farklı laboratuvarlarda tekrarlanan bu çalışma homeopatik eriyiklerin histamin gibi etki yarattığını ortaya çıkartmış. Bu sonucun üzerine Ennis bu etkinin yok sayılamayacak kadar gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.


        Bu nasıl oluyor? Homeopatlar kömür, örümcek zehiri gibi maddeleri etanol içinde eriterek, bu "ana eriyik"i su ile tekrar tekrar sulandırır. Sulandırma düzeyinden bağımsız olarak homeopatlar, orijinal ilacın su molekülleri üzerinde iz bıraktığını iddia eder.


        Ennis in niçin konuya kuşkuyla yaklaştığını anlayabiliyoruz. Kaldı ki homeopatik tedavinin, geniş kapsamlı, plasebo-kontrollü klinik bir deneyde bugüne dek yararlı olduğu kanıtlanmadı. Ancak Belfast çalışması (Inflammation Research, vol 53, p 181) bazı şeylerin "etkin olduğunu" gösteriyor. Enis diyor ki: "Bulgularımızı açıklamakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla başkalarını ileri deneyler yapması için teşvik ediyoruz. Eğer bu ileri deneylerde sonuçlar olumlu çıkarsa kimya ve fiziği yeniden yazmamız gerekebilir."


        5) KARA MADDE VAR DENİYOR, AMA NEDİR AÇIKLANAMIYOR!


        Fizikçiler, evrende bazı olayları açıklayabilmek için kara maddenin varolduğunu söylüyor.


        Yerçekimi konusundaki bilgilerimizi galaksilerin nasıl döndüğü konusuna uyarladığınız zaman, ortaya yeni bir problem çıkar, çünkü galaksilerin hızla birbirlerinden ayrılması gerekir. Galaktik madde merkezi bir nokta etrafında yörüngeye oturur, çünkü bunların karşılıklı kütleçekimsel cazibesi, merkezcil kuvvetler yaratır. Ancak galaksilerde, gözlenen dönmeyi yaratacak miktarda kütle yoktur.


        Amerikalı astronom Vera Rubin, 1970 li yılların sonlarına doğru bu anormalliği tespit etti. Fizikçilerden gelebilecek en anlamlı tepki, görebildiğimizden daha fazla kütlenin varolabileceği doğrultusundaki önermeydi. Burada sorun bu "kara madde"nin ne olabileceği konusunda kimsenin bir fikri olmamasıydı.


        Şu anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Öneri bol ama bu konuda bir ortak bir görüş yok. Bu da bilim adına utanılacak bir konu. Astronomik gözlemlere göre kara madde evrendeki kütlenin yüzde 90 ını oluşturmakla birlikte, insanoğlu bu yüzde 90 ın ne olduğunu bilmemekte.


        Büyük bir olasılıkla en önemli neden belki de böyle bir şeyin varolmamasıdır. Rubin de gerçeğin bu olduğuna inanıyor: "Eğer seçme şansım olsaydı, geniş mesafelerdeki kütleçekimsel etkileşiminin doğru olarak tanımlanması için Newton ın yasalarının değiştirilmesini talep ederdim."


        6) MARS TA METAN GAZININ KAYNAÐI NE?


        Viking uzay araçlarından biri Mars ta metan gazı var, diğeri yok diye rapor etti? Var mı yok mu?


        1976 yılında Gilbert Levin gört gözle uzay aracı Viking den gelecek verileri bekliyordu. Mars tan milyonlarca kilometre uzakta, Viking uzay araçları Lander, yerden aldıkları toprak örneğini karbon-14 etiketli madde ile karıştırdı. Lander ın üzerindeki enstrümanlar, topraktan yayılan emisyonun içinde metan gazı olduğunu saptarsa, Mars ta yaşam olduğu anlaşılacaktı.


        Viking sonucun pozitif olduğunu belirtti. Demek ki bazı organizmalar karbon-14 ü sindirip yaktığı için metan gazı çıkıyordu.


        Ancak bu sonuçlar beklenilen etkiyi yaratmadı. Çünkü, organik molekülleri bulmak için tasarlanan başka bir enstrüman hiçbir şey bulamamıştı. Bilim adamları da Viking in yanlış veri gönderdiği konusunda görüş birliğine vardı. Peki Viking niçin pozitif sonuç göndermiş olabilirdi?


        Tartışmalar şiddetlendi. Bu arada NASA nın Mars a son gönderdiği Rover ların yolladığı bilgilere göre Mars geçmişinde sulak bir gezegendi ve bu nedenle yaşam olasılığı vardı. Levin, Mars tan gelen tüm verilerin yaşam olduğuna ilişkin görüşünü desteklediğini ileri sürüyordu.


        Ve Levin bu iddiasından hiçbir zaman vazgeçmedi ve bu konuda da yalnız değil. Los Angeles teki Güney Kaliforniya Üniversitesi nden hücre biyoloğu Joe Miller, verileri yeniden gözden geçirerek, emisyonun 24 saatlik biyolojik döngüsüne ilişkin kanıtlar içerdiğini ileri sürdü. Bu da, yaşamın olduğuna ilişkin çok önemli bir kanıttı.


        Acaba öyle mi? Mars a gönderilecek araçların, Mars ta yaşam olup olmadığını bazı moleküllerin şekline bakıp karar verecek.


        7) HESAPTA OLMAYAN BU PARÇACIKLAR DA NE?


        Atomun yapısı modelinde asla yer almayacak bazı parçacıklar gözlendi. Eğer bu doğruysa, evrenin genişlemeyi bir kenara bırakın, kendi üzerine çökmesi gerekirdi!.. Ama bu parçacıkların varlığına inananlar da var. Bu nasıl oluyor?


        Bundan 4 yıl önce Fransa da bir parçacık hızlandırıcısı varolmaması gereken 6 parçacık tespit etti. Bunlara tetra-nötron adı verildi. Dört nötronun birbirine bağlanmasıyla oluşan bu yapılar fizik yasalarına meydan okuyordu.


        Caen deki Ganil hızlandırıcısında çalışan Francisco Miguel Marques ve arkadaşları bu yapıları yeniden ele geçirmenin yollarını arıyor. Eğer başarılı olurlarsa bu kümeler, atomik çekirdekleri bir arada tutan kuvvetleri yeniden gözden geçirmemize neden olacak.


        Ekip, berilyum çekirdeğini küçük bir karbon hedefe ateşleyerek, çevresindeki dedektörde biriken parçacıkları inceledi. Dedektörlere çarpan 4 ayrı nötronun izini göreceklerini umut ediyorlardı. Oysa Ganil ekibi yalnızca tek bir dedektörün üzerinde tek bir ışık çakması tespit etti. Bu ışık çakmasının enerjisi, dedektöre 4 nötronun aynı anda çarpmış olabileceğini gösteriyordu. Kuşkusuz, bu rastlantısal bir keşif olabilirdi. 4 nötron aynı yere aynı anda rastlantısal olarak varmış olabilirdi. Ne var ki bunun bir rastlantı olma olasılığı çok düşüktü.


        Ancak tetranötronların varolma olasılığı da bu rastlantı kadar düşüktü. Çünkü parçacık fiziğinin standart modelinde tetranötronlar yer almaz. Pauli ilkesine göre aynı sistem içindeki iki proton veya nötronun bile kuantum özellikleri aynı değildir. Aslında bunları bir arada tutan şiddetli nükleer kuvvet o şekilde ayarlanmıştır ki, bırakın 4 nötronu bir arada tutmayı, iki yalnız nötronu bile birlikte tutamaz. Marques ve ekibi bu keşif karşısında o kadar büyük bir şaşkınlığa uğramış ki, bulguların yanlış olduğunu düşünüp bir kenara atmışlar.


        Bu arada tetranötronların varlıklarına ilişkin başka kuşkular daha söz konusu. Fizik yasalarını bir kenara itip 4 nötronun birbirine bağlanmasına izin verdiğiniz takdirde kaos meydana gelebilir (Journal of Physics G, vol 29, L9) Bu şu anlama geliyor: Evren genişlemeye fırsat bulamadan çökerdi!..


        Bu mantık silsilesinin içinde yine de bazı boşluklar var. Hálihazırda geçerli olan kuramlar tetranötronların varolabileceğini kabul ediyor, ancak çok kısa ömürlü bir parçacık olarak. Maddenin çoklu nötronlardan oluşabileceği fikrini destekleyen bir başka kanıt da nötron yıldızları. Çok fazla miktarda yapışık nötron içeren bu unsurlar, nötronların kümeleşmeleri durumunda açıklanamayan bazı kuvvetlerin ortaya çıkabileceği olasılığını gündeme getiriyor.


        8) PIONEER 10 VE 11 İ UZAY BOŞLUÐUNA ÇEKEN NE?


        Şimdi güneş sisteminin dışına çıkarak yıldızlararası boşlukta yol alan Pioneer 10 ve 11 uydularını uzay derinliklerine çeken veya iten bir enerji var, bu nedir?


        Bu iki uzay aracı ile ilgili bir öykü. Pioneer-10 1972 yılında fırlatıldı, Pioneer 11 bir yıl sonra yola çıktı. Şu günlerde iki uzay aracı, uzayın derinliklerinde sürükleniyor. Ancak bunların yörüngesi göz ardı edilemeyecek kadar önemli.


        Çünkü bunları bir şey itiyor veya çekiyor olabilir. Bu şey uzay araçlarının hızlanmasına yol açıyor. Gerçi sonuçta ortaya çıkan hızlanma saniyede bir nanometreden küçük! Bu da Dünya nın yüzeyindeki yerçekiminin on milyarda birine eşit. Ancak yine de Pioneer 10 u 400.000 kilometre öteye sürükleyecek kadar güçlü. NASA nın, Pioneer 11 ile bağlantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile benzer bir sapmaya maruz kalmıştı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir?


        Bunun kimse bilmiyor. Yazılım hataları, güneş rüzgárları veya yakıt sızıntısı gibi bazı olası açıklamaların yanlışlığı şu ana kadar kanıtlandı. Eğer bunun nedeni kütleçekimsel bir etkiyse, bu bizim bildiğimiz kütleçekimi olamaz. Aslında, bazı fizikçiler bu konuda o kadar çaresizler ki, bu gizemi açıklamak için açıklaması olmayan başka fenomenlere başvurmaktan çekinmiyorlar.


        İngiltere deki Portsmouth Üniversitesi nden Bruce Bassett, Pioneer bilmecesinin, hassas yapı sabiti olan alfa daki değişikliklerden kaynaklanmış olabileceğini ileri sürüyor. Diğerleri nedenin kara delikle ilgili olabileceğini düşünüyor.


        Bazıları da uzay aracından gelen erken yörünge bilgilerinin yeniden incelenmesi gerektiğine inanıyor. Bu veriler, yeni bilgilerin ışığı altında incelendiğinde taze fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak sorunun temeline inebilmek için güneş sisteminin derinliklerindeki yerçekimsel etkiyi test edecek yeni uzay araçlarına ihtiyaç var. Böyle bir aracın 300 ile 500 milyon dolara mal olacak olması NASA yı düşündürüyor. Yine de Pioneer anomalisinin fark edilemeyen bir ısı kaynağı gibi çok basit bir nedene bağlı olabileceği olasılığı da var.


        9) EVRENİN GENİŞLEME HIZINI ARTIRAN NE?


        Keşif doğru, genişleme artan hızla sürüyor, fakat bu hızı artıran kuvvetin ne olduğu bir sır.


        Bu, fiziğin en utanç verici, en ünlü problemlerinden biridir. 1998 yılında astronomlar evrenin giderek artan bir hızda genişlediğini keşfettiler. Ancak bu sonuç hálá nedenini arıyor. O zamana kadar evrenin genişlemesinin Big Bang den sonra yavaşladığı düşünülüyordu.. Ann Arbor daki Michigan Üniversitesi nden kozmolog Katherine Freese, "Süpernova, galaksi kümeleri gibi gözlemlerimizden elde ettiğimiz bilgilerin bizlere uzayın genişlemesi ile ilgili bilgi vereceğini umuyoruz" diyor.


        Bir öneriye göre boş uzayın bazı özellikleri bu konuyla ilgili. Kozmologlar buna kara enerji diyor. Ancak bu da her şeyi açıklamakta yetersiz. Ayrıca evren geniş anlamda ele alındığı zaman Einstein ın genel görelilik kuramının biraz manipüle edilmesi gerekiyor.


        10) UZAYDAKİ KUIPER UÇURUMU NASIL AÇIKLANACAK?


        Plüto gezegeninin ötesinde buz tutmuş kayaların olduğu bir kuşak vardır. Bu Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra, birden hiçbir şeyin olmadığı boşluk başlıyor. Bu nasıl oluyor?


        Güneş sisteminin iyice uç noktalarına doğru yol alır ve Pluto nun ötesine geçerseniz çok tuhaf bir şeyle karşılaşırsınız. Birden, buz tutmuş kayalarla kaplı uzay bölgesi olan Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra artık hiçbir şey yoktur.


        Astronomlar bu bölgeye Kuiper uçurumu adını veriyor, çünkü kaya yoğunluğu birden bire bu bölgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek yanıtı 10. gezegen olabilir. Bu arada Quaoar veya Sedna dan bahsetmiyoruz. Dünya veya Mars kadar büyük olabilen bu masif nesne, bölgeyi çer-çöpten temizliyor olabilir.


        Colorado, Boulder deki Southwest Araştırma Enstitüsü nden Alan Stern, "GezegenX"in varlığı ile ilgili kanıtların giderek inandırıcı bir boyuta ulaştığını belirtiyor. Hesaplamalar böyle bir gezegenin, Kuiper uçurumunun varolma nedeni olabileceğini düşünse de, kimse bu gizemli 10.gezegeni görmüş değil.


        Ancak bunu da açıklayabiliriz. Kuiper kuşağı Dünya dan çok uzak olduğu için işe yarar bir görüntü almak zordur. Bölge hakkında bir şey söylemeden önce oraya gidip bu kuşağa bir göz atmak gerekir. Ancak bu da bir on yıldan önce olmaz. NASA nın Kuiper kuşağı ve Pluto ya doğru yol alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında fırlatılacak. 2015 yılından önce Pluto ya ulaşamayacak olan uzay aracı, ancak o zaman bu bilinmeyen bölgeyle ilgili bilgi gönderebilecek. Bu arada Kuiper uçurumunun ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin yapacağı tek şey, uzayı izlemek.


        11) 28 YILDIR AÇIKLANAMAYAN SİNYAL NEREDEN GELDİ?


        1977 tarihinde Ohio State University den astronom Jerry Ehman, "Big Ear" adı verilen radyo teleskobunun kaydettiği sinyali görünce şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu. Uzaydan alınan bu sinyal 37 saniye sürdü. Aradan 28 yıl geçti ama kimse bu sinyali neyin gönderdiğini çözemedi.


        Yay (Sagittarius) takımyıldızı yönünden gelen radyasyon pulsu, 1420 megahertz radyo frekansı aralığı içindeydi. Bu frekans, uluslararası antlaşmalar gereğince yayın yapılması yasaklanan bir radyo frekansı içinde yer alıyor. Gezegenlerden gelen termal emisyonlar gibi doğal kaynaklı radyasyonlar, genellikle daha geniş frekansları kapsar. Peki bu sinyali ne göndermiş olabilir?


        Bu yöndeki en yakın yıldız 220 ışık yılı uzaktadır. Eğer sinyal buradan gelmiş olsaydı, çok daha güçlü bir astronomik olay meydana gelmiş olurdu -veya çok gelişmiş bir verici kullanan uzaydaki ileri bir uygarlıktan geliyor da olabilir.


        Bu tarihten sonra gökyüzünün o dilimi yüzlerce kez tarandı. Ve bir kez daha o sinyale rastlanmadı. Ancak Big Ear teleskobunun, herhangi bir zamanda, gökyüzünün milyonda birini taradığını düşünürsek, aynı dilim içinde yayın yapan uzaylı bir vericinin yeniden tespit edilmesinin de çok zor olduğu anlaşılır.


        Başkaları bunun çok basit ve sıradan bir açıklaması olduğunu düşünüyor. SETİ projesinde görev alan bilim adamlarından Dan Wertheimer, bu sinyalin kirliliğin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Başka bir deyişle bu, Dünya daki bir vericiden kaynaklanan radyo frekansı enterferansı (parazit) olabilir. Wertheimer, "Buna benzer pek çok sinyale rastlıyoruz. Bu tür sinyallerin genellikle interferans olduğunu anlıyoruz" diyor.


        12) ASLA DEÐİŞMEMESİ GEREKEN ALFA YOKSA DEÐİŞTİ Mİ?


        Alfa sabiti, değişmiş olabilir mi? Eğer öyleyse bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir ve değişmemesi gerekir.


        1997 yılında, Sydney deki New South Üniversitesi nden astronom John Webb uzaktaki bir kuasardan Dünya ya gelen bir ışığı analiz etti. Kuasarlar, çok uzakta olup kuvvetli radyo dalgaları gönderen gökcisimleridir. 12 milyar yıllık yolculuğu sırasında bu ışık, demir, nikel ve krom gibi metal bulutları arasından geçmiş olmalıydı. Ve bilim adamları bu atomların, kuasar ışığın fotonlarının bir kısmını emdiğini keşfetti.


        Eğer bu gözlemler doğruysa, alfa adı verilen hassas yapı sabitinin, ışık, bulutlar arasından geçerken farklı değerlere sahip olduğu varsayımı ortaya çıkar.


        Ancak bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir. Dolayısıyla değişmemesi gerekir. Bunun değeri, elektronun yüküne, ışığın hızı ve Planck ın sabitine bağlıdır. Bunlardan biri değişmiş olabilir mi?


        Fizikçilerin hiçbiri bu ölçümlerin doğruluğuna güvenmek istemedi. Webb ve ekibi sonuçlarında bir yanlışlık olup olmadığını inceliyor. Ancak şu ana kadar bir hataya rastlamadılar.


        Webb in bulguları alfa ile ilgili bilgilerimize meydan okuyan tek fenomen değil. Bugün Gabon, Oklo da bulunan ve 2 milyar yıl önce aktif olan, bilinen tek doğal nükleer reaktör, ışığın madde ile etkileşimi ile ilgili bir şeyin değiştiğini gösteriyor. Los Alamos National Laboratory den Steve Lamoreaux ve ekibi, Oklo nun başlangıcından bu yana alfanın yüzde 4 ten fazla azaldığını ileri sürüyor.


        Ancak Paris teki Institute of Astrophysics ten astronom Patrick Petitjean , Şili deki Very Large Teleskope (VLT) tarafından saptanan kuasar ışığı analiz edince, alfanın değiştiğine ilişkin herhangi bir bilgiye ulaşmadıklarını bildirdi. Bu arada VLT ın ölçümlerini inceleyen Webb, Paris ekibinin daha gelişmiş bir analize ihtiyaçları olduğu sonucuna vardı. Bu ölçümler üzerinde çalışan Webb ve ekibi bu yılın sonlarına doğru anomaliyi çözdüklerini açıklayabilir.


        13) SOÐUK FÜZYON YOKSA GERÇEK Mİ?


        Oda sıcaklığında çok kolay yoldan bedava enerji elde edildiğinde, bütün ülkelerin enerji sorunu çözülecektir. 16 yıl önce böyle bir deney gerçekleştirilmiş ve dünya ayağa kalkmıştı. Ancak, bu deney bir daha tekrarlanmamıştı. Şimdi bu düşünce yeniden canlandı!


        16 yıldan sonra soğuk füzyon yeniden gündemde. Aslında, soğuk füzyon hiçbir zaman gündemden düşmemişti. ABD Deniz kuvvetleri laboratuvarlarında, nükleer reaksiyonların, oda sıcaklığında, tükettiğinden fazla enerji üretip üretmeyeceği konusunda 200 den fazla deney yürütüldü. Böyle bir sonuç, sadece yıldızların içinde oluşur..


        Eğer bu, yani kontrollü soğuk füzyon yeryüzünde gerçekleşirse, enerji sorunumuz biter. Amerikan Enerji Bakanlığı yeni soğuk füzyon deneylerine yeniden açık çek verdi..


        Enerji Bakanlığı nın 15 yıl önce yayımlanan ilk raporu, Utah Üniversitesi nden Martin Fleischmann ve Stanley Pons un orijinal soğuk füzyon sonuçlarının yenilenmesinin mümkün olmadığını açıklıyordu.


        Soğuk füzyonun temel iddiası şuydu: Paladyum elektrotları ağır suya batırıldığı zaman ortaya çok büyük miktarda enerji çıkacaktı. Sonuçta bir enerji patlaması yaşanacaktı. Burada sorun füzyonun oda sıcaklığında gerçekleşmemesiydi.


        George Washington Üniversitesi nden mühendis David Nagel e göre bu sorun değil. Süper iletkenlerin açıklanmasının 40 yılda açıklandığına dikkat çeken Nagel, soğuk füzyonu bu aşamada reddetmenin yanlışlığına değiniyor.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

          Hemen hepimiz biliriz ünlü Lidya Kralı Karun'u ve Hazinelerini

          Karun hazineleri çok yakın geçmişimizde Uşak'a bağlı olan Güre Köyünde 3 kafadar tarafından bulundu ve satıldı.Daha sonra tarihi eser kaçakçıları tarafından Amerika'ya kaçırıldı.Çeşitli uğraşılarla yeniden Türkiye'ye getirildi.Orjinalleri olup olmadığı konusunda çeşitli söylentiler olmasına karşın Hazineler Uşak Müzesi'nde sergilenmektedir.

          Gelgelelim lanet bunun neresinde?

          Karun hazinelerini bulanlardan birisinin eşi kanserden oğlu ise lösemi den öldü.Kendisi ise tarlada çift sürmekte iken arızalanan traktörün ün (çalışmayan vaziyette)altında kalarak can verdi.

          Diğer ikincisi nin ise eşi ve çocukları trafik kazasında öldü.Kendisi ise yalnız yaşıyordu ve birkaç gün sonunda evinde ölü bulundu.

          Üçüncüsü ise kanserden öldü.Mirasını paylaşamayan çocukları birbirlerini bıçakladılar.Çocuklarından biri felç oldu birisi öldü,diğeride hapse girdi.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

            Piramitlerle ilgili şaşırtıcı bilgiler

            ? Her biri 80 ton olan taşlardan inşa edilmiştir.Ve bu taşları temin edebilecekleri en yakın mesafe yüzlerce km. Uzaktadır.
            ? Piramit kimin adına yapıldıysa , onun mumyasının bulunduğu odaya , yılda sadece 2 kez güneş girmektedir.(Doğduğu ve tahta çıktığı günler.)
            ? Mumyalarda radyoaktif maddeler bulunduğundan ; mumyaları ilk kez bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.
            ? Piramitlern içinde ultra sound , radar,sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
            ? Kirletilmiş suyu birkaç gün piramitin içinde bırakırsanız suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
            ? Piramitin içinde süt birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.
            ? Bitkiler piramitin içinde daha hızlı büyür.
            ? Piramit içerisine bırakılmış su, beş hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.
            ? Çöp bidonu içindeki yemek artıkları hiç koku neşretmeden piramit içerisinde mumyalaşır.
            ? Kesik,yanık,sıyrık gibi yaralar büyükçe bir piramitin içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

              Örümcek ağının esrarı

              Bilim adamlarının asırlardır kimyasındaki esrarı çözmek için çalışmalarını sürdürdüğü örümcek ağlarının, aynı kalınlıktaki çelik telden 5 kat daha sağlam olduğu belirlendi.

              Taklit edilmesi durumunda teknoloji ve endüstride kullanılabileceği pek çok alan hayal bile edilemezken, örümcek ağlarının kimyasal özellikleri sebebiyle gerçek birer mühendislik mucizesi olduğu bildirildi. Uzmanlar iz bırakmayan ameliyat ipliklerinden, çok hafif kablolara, kurşun geçirmez kumaşlardan esneyen emniyet kemerlerine kadar pek çok alanda kullanılacak olan ağların esrarını çözmeye çalışırken ilginç bulgulara ulaştı.

              Çapı bir milimetrenin binde birinden daha küçük olan örümcek ipliğinin aynı kalınlıktaki çelik telden 5 kat daha sağlam olduğu tespit edilirken, ağın kendi uzunluğunun 4 katı kadar esneyebildiği kaydedildi. Ayrıca son derece hafif olma özelliğini de bünyesinde barındıran örümcek ağları, dünyanın çevresi boyunca uzaması halinde 320 grama ulaşıyor.

              Örümceklerin 380 milyon yıldır ördükleri ipliklerin hammaddesinin saç, tırnak, tüy ve deri gibi birbirinden çok farklı maddelerin yapı taşı olan "keratin" adlı proteinden oluştuğunu belirleyen zoologlar, gerilme esneklikleri çok fazla olan örümcek ipeğini kopartmak için gereken enerjinin, benzer biyolojik materyalleri koparmak için gereken enerjiden on kat daha fazla olduğunu ortaya çıkardılar.

              Renk körü olan örümceklerin bozulan ağını yiyerek yeniden iplikçik ürettiği de kaydeden uzmanlar, ağların tamamen geri dönüşümlü olması sebebiyle araştırmalarını aralıksız olarak sürdürüyor.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                Ecdadımızın Silinmez İzleri

                1976 yılında Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya
                çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen
                dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi
                Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine
                Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi
                Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü
                yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz
                yaşayan elçimizi mahcup ettiğini...


                Avrupa'da Akıncı Korkusu

                1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde. Osmanlı akıncılarının
                yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas
                edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince.
                Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye
                bir karar alınarak iptal edildiğini...

                Ağaca Asılan Zekat Parası

                Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık
                zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını
                Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak
                Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
                "Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek
                kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını..
                Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını ,


                Ecdadımız Yüz Akımız

                Altı asır gibi uzun bir süre üç kıtada hükmünü yürüten ecdadımızın medeniyet
                mirasını inceleyip araştırmadan içte ve dıştaki bazı gafil ve hainlerin ona,
                "emperyalist" yaftasını yapıştırarak mahkum etmeye çalışmalarına mukabil,
                Macaristan İlimler Akademisi tarafından ortaya çıkartılıp yayınlanan bir
                belgede belirtildiğine göre, Osmanlı Devleti'nin Macaristan'da hakim olduğu
                devirlerde, Macar halkından yılda 7 milyon akçe 21 milyon vergi toplayıp,
                buna karşılık aynı yıl Macaristan'a 21milyon akçe yatırım yaptığını..

                Orta Çağda Temizlik Farkı

                Orta çağda Müslümanların yaşayışları üzerine yapılan bir araştırmada,İslam
                dünyasındaki kimya sanayii anlatılırken:
                ""... Sabuncular loncası, en önemli loncalardan biriydi.
                Çünkü Orta Çağ Müslümanları hergün yıkanırlardı ve çamaşırları da sarıkları
                da her zaman bembeyazdı. Bu bakımdan onlar o çağın diğer ülke insanlarından
                ayrılırlardı.
                1600 yıllarına doğru İspanya'da Engizisyon Mahkemeleri Müslüman
                İspanyollarla Hristiyan İspanyolları temizliklerine bakarak ayırt
                ediyordu... " diye yazdığını..

                Neuzü Billah

                Timur'un, Nasreddin Hoca'yı huzuruna çağırıp onunla sohbet ederken bir ara:
                "Abbasi halifelerinin isimlerinin sonunda 'Allah' lafzı da var. Kimine
                el-Mu'tasım Billah, kimine el-Mütevekkil Alellah ve kimine de el-Kaim
                Biemrillah deniliyor. Bu lakaplar bizim için de adet olsa acaba bana ne isim
                yaraşırdı diye sorması üzerine Nasreddin Hoca büyük bir pervasızlık ve
                hazırcevaplılıkla:

                "Neuzü-Billah!(Allah 'a sığınırız) lakabı yakışır." diye cevap verir.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                  Kemiklerimiz Adeta sanat eseri

                  Vücudunuzdaki 306 kemiğin büyük bir bölümü şekil olarak birbirinden farklıdır. Onların bu farklılaşmaları ilk ortaya çıktıkları anda, henüz anne karnındayken başlar. Tek bir yumurta hücresinin döllenmesiyle bölünmeye başlayan zigot, oldukça büyük bir hızla çoğalır. Bir süre sonra bu çoğalan hücreler, sanki vücudun hangi bölümünün hücresi olmaları gerektiği kendilerine öğretilmiş gibi, farklılaşmaya başlarlar.

                  Kimi hücreler kemikleri, kimi hücreler karaciğeri, kimi böbrekleri, kimi de gözleri oluşturur. Ancak karaciğeri, kemiği veya gözleri oluşturacak olan hücrelerin sadece biraraya toplanması yeterli değildir. Bunların kendi aralarında da farklılaşmaları gerekir. Örneğin kemik hücreleri, oluşturacakları kemiğin vücudun hangi bölgesinde olacağını bilerek ona uygun şekil almalıdırlar.

                  Ayaklardaki kemik hücreleri adeta profesyonel bir heykeltraş gibi çalışarak kavisli, parmaklar için girinti ve çıkıntıları olan, bilek için eklem yeri hazır olan kusursuz ayak kemikleri oluştururlar. Kafatasını oluşturan kemik hücreleri de beynin ölçülerini bilircesine, tam ona uygun, girintisi ve çıkıntısı olmayan, beyni kusursuz şekilde saracak, yuvarlak bir kemik tabakası meydana getirirler. Ne daha küçük yapıp beyni sıkıştırırlar, ne daha büyük yapıp insanın kafasını taşımasını zorlaştırırlar.

                  Kendilerine ne şekil vermeleri gerektiğini, ne hücresi olmaları gerektiğini çok iyi bilerek, kemiklere kusursuz bir biçim veren hücrelerin bu şuuru nereden kaynaklanmaktadır?
                  Onlara bu ince planı ilham eden Allah'tır. Allah'ın eşsiz ilmine bir ayette şöyle dikkat çekilmektedir:

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                    ÇIKAR ve YALAN


                    Neden yalan söyleriz

                    * Yaşam yalanlarla doludur,çıkarlarımız için yalan söyleriz.

                    Yalan söylediğimizi görmek bizi korkutur.Bu çıkarlarımızı kaybetme korkusudur.

                    Çıkardan arınamadıkça yaşamak, yalanlar ile yaşamı kabullenişimizmi

                    * Neden gerçeği aramayız

                    Zor olduğu ,yoksa hoş olduğu veya işimize gelmediği içinmi

                    * Bize benzemiyenler ile niye iletişim kurulamıyor,kurmak istemiyoruz

                    Kursak bile çıkarımız bitince neden iletişimde bitiyor.Biz esiri olduğumuz çıkarlarımız

                    tarafından yönlendirildiğimiz için mi

                    * Sonradan pişman olacağımız boş boğazlığa neden luzum görüyoruz

                    Nerede susmanın,nerede konuşmanın gerektiğini düşünemediğimiz için mi

                    * Neden doğru karar verip vermediğimizi kendimizde sorgulamayız

                    Yanlış yaptığımızdan korktuğumuzu görmek istemediğimiz için mi

                    * Neden geçmişte yaşanılanları unutmak istediğimiz anlar olur?,

                    Gerçek ile yüzleşmekten korktuğumuz için mi

                    * Neden kabul etmek mecburiyetinde olduğumuz hükümlülüklerden kaçmak isterizBunu yaparken kendimizi haklı çıkmak için neden kendimize yalan söyleriz

                    * Neden sevmeyiz de sever görünürüzNeden beklentisiz vermek istemeyiz, çıkarımızı düşünerek veririz,verirkende yalan söyleriz

                    * Neden kendimiz kadar karşımızdakini düşünmez,kendimize tanıdığımız hakları karşımızdakine tanımayız ama öyle görünür,yalan söyleriz



                    Bütün bunlar ÇIKARLARIMIZA OLAN ZAYIFLIÐIMIZ’ danmı

                    Ne dersiniz



                    ELEŞTİRİ – (KRİTİSİZM)



                    Genelde bireyin yerli yersiz,bilerek yada bilmeden sıkça yaptığı bir eylem.

                    Eleştiriye başlamadan önce yapılması gereken kendimizi eleştirmek olmalı..

                    Aklımızın konu hakkındaki yeterliliği yada yetersizliğinin ölçüsü kendimizce bilinmiyorsa o eleştiriden vaz geçmeli.

                    Bildiğimizi sandığmız herhangi bir olayda asla bilmediğimiz veya eksik bildiğimiz bir içerik bulunabilir olabileceğini hatırdan çıkarmamalı.Eleştiri de çok önemli.

                    İnsan yapısı birlik ve beraberlikten yana olmasına rağmen doğa yasaları gereği ikilik ister.

                    Böyle oluncada her davranış veya düşüncenin bir karşıtı olacaktır.

                    Bu uyuşmazlık gibi görünsede gelişimin temelidir.Uygar etkin ve yapıcı bir eleştiri ile mümkün olabilir.Gelişim süreklilik içerir.Kendimize ve kendimizden de bilgi, tecrübe, algı ve sezilerimizle bir şey katmadan gelişim yetersiz, geçersiz ve duyarlılıktan uzaktır.

                    Laf olsun, çıkar torbam dolsun diye değil,özgür irademiz içinde var olan erdem ile, genel yargı biçimlerine bireysel yargılarımızı da ilave ederek eleştiri yapılması gerekliliği unutulmamalı.



                    ANLAMAK BİLİNÇ’İ ve YARATICILIK



                    İlişkilerimizde herhangi bir konuya veya olaya içten gelen istek ile eğiliyor ,

                    sahip olabildiğimiz tüm yetilerimizi ( akıl-zeka-idrak- hafıza -dikkat-sezinleme-

                    algılama-v.s.) başarılı bir uyum içersinde birlikte kullanıyor,sezinleme ve algılamaları da raslantı olarak görmüyor, sonucu da söz-yazı-uğraşı ve davranışlarımızile yaşamımızda sergiliyorsak ANLAMAK BİLİNÇ’İ gerçekleşir.

                    Böyle bir bilinç YARATICILIK’ın başlangıcıdır.

                    Aksi halde çoğunlukla vefasız olan hafızamızında yardımı ile insanlığa değerli ve faydalı olanlar ,ders alınması gerekenler kaybolur gider.

                    Anlama bilinç’ine sahip bireylerin beyin faaliyetleri de farklıdır. Genlerinden gelen ve bulundukları ortam içersinde alınan bilgi ve tecrübeleri, hafızlarında mevcut herşeyi birleştirerek ve kullanarak farklı düşünür ,farklı yeni yapıtlar meydana getirir.

                    Çok önemli bir yaşam biçimi olan YARATICILIK, her bireye nasib olması dileği ile.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                      Çinliler sonsuza kadar temiz enerji üretecek yapay güneş geliştirdi!

                      Çinliler, sonsuza kadar temiz enerji üreteceği söylenen ve "Yapay Güneş" olarak adlandırılan bir santral geliştirdiler.Yapay Güneş, petrol ve kömür gibi enerji kaynaklarının dünyada tükenmeye doğru gitmesiyle karşılaşılacak krize çözüm yöntemi olarak düşünüldü.

                      Santralda, deniz suyundan ayrıştırılacak "döteryum" (tek nötronlu bir hidrojen izotopu) ile 100 milyon santigrad derece sıcaklıkta nükleer reaksiyondan geçirilerek enerji üretilecek. Nükleer reaksiyonla bir kilogram deniz suyundan elde edilecek döteryum, 300 litre benzine eşdeğer miktarda enerji üretebilecek. Çin’in doğusundaki Anhui Eyaleti’nin başkenti Hefei’deki Çin Bilimler Akademisi’nde geliştirilen ve bilimsel adı EAST (Experimental Advanced Superconducting Tokamak) olan santral mart ya da nisan ayında tam kapasiteyle çalışmaya başlayacak.

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                        İSKANDİNAV MİTLERİNDE YARATILIŞ

                        Başlangıçta yalnızca büyük bir boşluk vardı (Ginnungagup). Yeryüzü biçimlenmeden önce, ölüler dünyasından (Niflheim) başka hiçbir şey yoktu ve burası içinde 11 nehri barındıran büyük bir kuyuydu. Niflheim’ın güneyi aşırı sıcaktı ve muhafızlığı Sutr (zifir anlamında) adlı bir dev tarafından yapılırdı. Niflheim’ın geri kalanındaki tüm nehirler donmuştu ve bu nehirler Ginnungagup tarafından çepeçevre sarılıyordu. Ta ki sihirli kıvılcımlar donmuş nehirlerin üzerine düşene ve onları eritene dek. Eriyen sulardan sızan damlalar Ymir’in, bir devin, şeklini alır ve Ymir’in terinden diğer dişi ve eril devler meydana gelirler. Mitolojinin bir başka anlatımına göre eriyen damlalar Audumbla adlı bir ineği oluşturur, Ymir bu ineğin sütüyle beslenir. Audumbla, ayrıca tuzlu buz parçalarını yalayarak ilk tanrı Buri’ye biçim verir. Bir zaman sonra, Buri’nin oğlu Bor, Bolthorr adlı devin kızıyla evlenerek Odin, Vili ile Ve’den oluşan tanrılar birliğini meydana getirirler.

                        Odin ve erkek kardeşleri tanrıların düşmanı olan Ymir’i ve ondan meydana gelen devleri öldürdükten sonra iki kutsal ağacın gövdesine sahip oldukları maharetlerinden bazılarını sunarlar: düşünme, nefes alma, işitme, görme… Gerçekte bu ağaçlar insan ırkının arketipidir. Erkek Askr’dır (kül ağacı) ve kadın Embla’dır (sarmaşık).

                        Ardından Asgard’ı, tanrıların krallığını inşa ederler. Snorri diğer versiyonlarda kader ağacı Yggdrasil’in nasıl dünyanın merkezinden filizlenip büyüdüğünü anlatır. Ağacın altındaki dişi olarak tarif edilen kader kuyusunda insan yaşamının yönü tayin edilir. Bir diğer versiyonda, tanrılar meclisi ağacın etrafında toplanır. Ağaç iki kökten destek almaktadır; köklerden biri yeraltı dünyasına uzanır (Hel), diğeri buz devlerinin dünyasına ve sonuncusu insan varlıklarının dünyasına… Tüm dünyanın refahı Yggdrasil adlı bu ilkel ağaçla ilişkilidir.

                        TANRILAR KRALLIÐI

                        Viking tanrıları iki ana grupta toplanırlar: Aesirler ve Vanirler. Aesirler’in en önemlileri, Odin, Thor ve bazen de Tyr’dir. Vanirler arasında onlara derece eşit önemdekilerse Njord, Frey ve Freya’dır. Vanirler, zenginliği ve bereketi sembolize ederler. Denizi ve toprağı yönetirler. Aesirler ise başka kavramlara karşılık gelirler: Odin büyücüdür, tanrıların başıdır ve tüm kahramanların lideridir. Thor, çekiçli tanrı, yıldırımlara hükmeder. Birçok viking efsanesi barış içinde yaşayan ve ortak evrenlere sahiplik eden iki tür tanrının çevresinde şekillenir. Ancak kayda değer bazı versiyonlarda, Aesir ve Vanirlerin arasında geçen çetin savaşların olduğu göze çarpmaktadır. Birçok uzman bu savaşların Germenlerle yerli halk arasındaki sıcak temasın bir yansıması olduğunu düşünmektedir.

                        Kuzey mitlerinde en büyük mücadele baş tanrılar Odin ve Thor’un Vanirler’in tanrısal konuma sahip oluşlarına karşı çıkmalarıyla başlar. Aesirler, Vanirler’i çöküşe uğratmak için Gullveig (altın içki) adlı kadını aracı ederler. Ve savaş böylece başlar. Her iki grubun da tamamen güçten düşmesiyle, tanrılar taraf değiştirirler. Vanirler, Njord ve oğlu Frey’i; Aesirler ise Mimir ve Hoenir’i değiş tokuş için gönderirler. Ateşkesi kutlamak üzere toplanan tanrıların tümü bir kaseye tükürerek, aralarındaki ahengin ve barışın alameti olan Kvasir adlı devi yaratırlar. Kvasir bir süre sonra kurban edilir ve yeni tanrıların meydana getirilebilmesi için kanından güçlü bir içki yapılır. Kvasir, tanrıların yeni içeceği olur ve birçok şiire de ilham kaynaklığı eder böylelikle.

                        ŞEYTAN LOKİ

                        Mitolojinin önemli bir bölümü Balder ve Loki adlı tanrılara ilişkindir. Odin’in oğlu Balder, zekanın, dindarlığın ve bilginin kaynağı olarak karşımıza çıkar. Balder’in Glitnir adı verilen cennette bir sarayı vardır. Tanrılar ve insanlar yasal konuları danışmak, onun fikrini almak ve sonsuz adaletinden istifade etmek için Balder’in kapısını çalarlardı sık sık. Loki, Aesirler tarafından evlat edilen bir devdi. O ve Odin bir dostluk andı etmişlerdi.

                        Bir gece Balder oldukça rahatsız edici bir düş görür. Düşe göre yaşamı büyük bir tehdit altındadır. Bu durumu hemen Aesirler'e haber vermesi üzerine, annesi Frigg ateş ve sudan, tüm metallerden, kuş ve vahşi hayvanlardan, toprak ve taştan oğluna zarar vermemeleri için söz alır. Daha sonra Balder’i aralarına alan Aesirler ona ok ve taş atarak eğlenmeye başlarlar. Çünkü verilen söz onu tüm zararlara karşı korumaktadır. Loki bu durumu sezer ve durumu sorgulamaya başlar. Kardeşinin neden acı çekmediğini araştırdığında annesi ona doğanın yeminini anlatır. Ayrıca doğada yalnızca ökseotunun bu sözü vermediğini de ekler. Loki ökseotunu bulup hemen Aesirler’in arasına getirir ve onu Balder’in kardeşi, kör tanrı Hoder’e, kötü oyununa ortak olması için sunar. Hoder ökseotuyla Balder’e saldırınca, Balder oracıkta ölür. Aesirler intikam almak isterler ancak sarayın kutsiyeti nedeniyle bunu yapamazlar.

                        Çünkü Balder bir savaşçı değildir, bir savaşta ölmemiştir, bu yüzden ölü kahramanların toplandığı devasa salona, Valhalla’ya gidemeyecektir. Balder, ölülerin koruyucusu Hel’in eline düşer. Odin, Balder’in serbest kalmasını talep ettiğinde Hel, dünyada ölü veya canlı her şey Balder için ağlarsa onun Aesirler’e dönebileceğini söyler, aksi takdirde daima Hel ile kalacaktır. Aesirler mesajı doğanın, insanların, tanrıların ve hayvanların Balder’e ağlaması için dünyaya yayarlar. Tümü buna olumlu cevap verirler; Balder’in Hel’in krallığında kalmasını isteyen dev kadın, Thokk hariç (aslında kılık değiştiren Loki’den başkası değildir).

                        BÜYÜK SAVAŞ: RAGNARÖK

                        Aesirler sonunda Loki’yi yakalamayı başarırlar ve şeytani numaralarını yapmasını engellemek için her yanını zincirlerler. Loki kılık değiştiremez ama bir gün zincirlerini kırar. Bu tüm kötülüklerin, canavarların ve devlerin tanrılara saldıracağının alametidir aslında. Tanrıların şafağında büyük Ragnarok savaşı başlamıştır. Odin, daha sonra oğlu Vidar tarafından öldürülecek olan kurt Fenrir tarafından yenir. Korkunç mücadelelerin tanrılar ve kötü kuvvetlerin arasında yarattığı öfke tanrı Heimdall ve Loki’nin yüzyüze gelmeleri ve birbirlerini öldürmeleriyle son bulur. Dünya ateşle yok edilir ve bütün kainat sulara gömülür. Bu son yıkımı bir yeniden doğuş, dünyanın denizden yeniden yükselmesi, yeşille çepeçevre sarılması ve bitkilerin ortaya çıkması izler. Ölen Aesirler’in oğulları Asgard’a, hükümdarlıklarına geri dönerler. Tıpkı babalarının yaptığı gibi.

                        VALHALLA

                        Vikinglerin, ‘ölülerin toplandığı salon’ olarak tahayyül ettikleri Valhalla, kesinlike bizim anladığımız cennet kavramına benzemez. Çünkü dünyada iyilikler yaparak yaşayanların öldükten sonra ikamet edecekleri bir mekan değildir. Asgard’ın 12 krallığından biridir ve Ragnarok savaşına kadar tanrılara ev sahipliği yapmıştır. Bundan sonra tanrılar, Odin’le birlikte devlere karşı savaş yapabilmek için yola çıkmışlardır.

                        Kahramanlar zorlu bir mücadelenin ardından öldüklerinde Valhalla’ya getirilirler. Savaş meydanlarında ölenleri taşıma işi Valkyry’lere düşer. Bu savaşçı kadınlar Odin’in hizmetkarlarıdır, ancak asıl görevleri savaşlara gözetmenlik yapmak ve kimin ölüp kimin yaşayacağına karar vermektir.

                        Valhalla’da yapılan ziyafet sofralarının en başında her iki omzundaki kuzgunuyla Odin oturur. Kuzgunlardan biri Huginn (düşünce) ve diğeri Muninn’dir (hafıza). İkisi de dünyadan Odin'e mesaj getirirlerdi.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                          kav kirbitleri nasıl kuruldu?

                          Ünlü Kav kibritlerinin satışı müthiş derecede düşmüş. Firma artık zarar etmeye başlamış. Ne yaparlarsa yapsınlar satışı arttıramıyorlarmış. Sabah akşam toplantılar yapıp bir çıkış yolu arıyorlarmış.

                          Satış departmanında işe yeni başlayan, üniversiteden yeni mezun bir genç, "Ben bunu hallederim. Hatta kâra bile geçersiniz" demiş. Ciddiye almamışlar tabii. Aralarında, "Yeni yetme bir çocuk mu bizi kurtaracak?" diye konuşmuşlar.

                          Ama işler daha da kötüye gidince başka çareleri kalmamış. Mecburen kabul etmişler. Çocuk hemen işe koyulmuş. Ve bir ay sonra satışlar gerçekten de dörde katlanmış!

                          Genç satışçı bunu şöyle bir numarayla başarmış: İmalatta, kibritlerin durduğu kısmı (yani çekmeceyi) ters yerleştirtmiş. Böylelikle kutu Kav yazan yer yukarıda tutularak açıldığında çekmecenin içindeki tüm kibritler yere saçılıyomuş! İnsanlar da dağılan kibritleri eğilip tek tek toplamak yerine zaten ucuz olan kibritten bir tane daha alıyormuş.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                            RENKLER

                            Renkler hayatimizin parçasi. Peki renklerin hayatimizi nasil
                            etkiledigini biliyor musunuz? Renk seçiminin kimi zaman karakterimizi
                            yansittigindan ya da seçtigimiz rengin bize olumlu ve olumsuz
                            etkileri oldugundan haberiniz var mi?

                            KIRMIZI : Bu renk canlilik ve dinamizmle ilgili bir renktir.
                            Mutlulugu temsil eder. Kirmizi renk, fiziksel olarak; atakligi,
                            canliligi ve duygusal baglamda; bir isi sonuna kadar götüren
                            azmi ve kararliligi gösterir. Istah açar. O yüzden dünyadaki
                            gida firmalarinin çogu logosunda kirmiziyi kullanir.
                            Kirmizi tansiyonu yükseltir, kan akisini hizlandirir.
                            Yanlis bir inanis vardir; bogalarin kirmiziya saldirdigi
                            sanilir. Oysa bogalar renk körüdür. Kirmiziya degil,
                            kendilerine sallanan koyu renkli beze saldirir.

                            YESIL : Duygusal olarak bizi en çok etkileyen bir organimiz olan
                            kalp organinin , bu rengin yaydigi enerji alaninda oldugu
                            düsünülür. Doganin ve baharin rengidir. Güven veren renktir. O
                            yüzden bankalarin logolarinda hakim renktir. Yesil
                            yaraticiligi körükler. Bu yüzden büyük lokanta mutfaklarinda
                            yesil tercih edilir. Hastanelerde de yesil rahatlatici özelligi
                            nedeniyle kullanilir. Yesil alanda insanlarin daha az mide
                            rahatsizligi çektigi saptanmistir.

                            SIYAH : Duygusalligi ve hüznü simgeler. Gücü ve tutkuyu temsil
                            eder. Bizde ve batida siyah matemi temsil ederken, Japonya'da siyah
                            mutluluktur. Siyah fonda kullanilirsa karamsarligi
                            çagristirir. Einstein konsantre olabilmek için perdeleri siyah,
                            gün isigi olmayan odalari tercih ederdi.

                            MAVI : Vücudumuzda bogaz bölgesini yansitan bir renktir. Mavi renk
                            gökyüzünün ve genis ufuklarin, denizin simgesidir.
                            Sinirsizligi ve uzak bakisliligi simgeler. Huzuru temsil
                            eder ve sakinlestirir. Araplar mavinin kan akisini
                            yavaslattigina inanir, nazar boncugu o yüzden mavidir. Batida
                            intiharlari azaltmak için köprü ayaklarini maviye boyarlar.
                            Duvarlari mavi olan okullarda çocuklarin daha az yaramazlik
                            yaptigi saptanmistir.

                            LACIVERT : Kozmik renk olarak kabul edilir; sonsuzlugu, otoriteyi,
                            verimliligi simgeler. O yüzden dünyadaki firmalarin yaridan
                            fazlasi logolarinda laciverdi kullanir. Lacivert giyen kisiler
                            kendilerini çok daha karizmatik ve inandirici hissederler.
                            Insanlarin üzerinde basarili ve güçlü imaji birakir.

                            MOR : Eskiden beri ihtisam ve lüksün son basamagi olarak
                            düsünülür. Tarih , yüksek siniflarin, saray mensuplarinin
                            daima morla bezendiklerini kaydeder. Nevrotik duygulari açiga
                            çikardigindan, insanlarin bilinçaltini korkuttugu
                            saptanmistir. Intihar edenlerin begendigi renktir.


                            PEMBE : Uyum ,nese , sirinligin ve sevginin simgesi. Rahat
                            hissettiren ve dinlendiren bir renktir. Bu yüzden bazi büyük
                            magazalar tezgahtarlarina pembe üniforma giydirir ki, müsteriler
                            kendilerini rahat hissetsin diye. Pembe ayni zamanda çocuk rengidir.

                            SARI : Sari zeka , incelik ve pratiklikle ilgilidir. Toplumsal
                            yasami ve birlikte çalismayi yansitan bir anlami vardir.
                            Geçiciligin ve dikkat çekiciligin sembolüdür. Dikkat
                            çekiciliginden dolayi dünyada taksiler saridir. Sari ayrica
                            hüzün ve özlemin rengidir. Sonbaharin tüm hüzünlü
                            güzelliginde onun her rengini izlemek mümkündür.


                            BEYAZ: Temizligi ve safligi temsil eder. Istikrari,
                            devamliligi simgeler. Politikacilar beyazi pek severler, çünkü
                            temiz, dürüst izlenimi vermek isterler...

                            KAHVERENGI : Gerçekçiligin, plan ve sistemin rengidir. Kansas
                            Ünv.'de bir sergide, duvarlarin rengi degistirilebilir hale
                            getirilmis. Fonda beyaz kullanildiginda insanlar sergide yavas
                            hareket etmis. Fon kahverengiye döndügünde ise insanlar müzede
                            daha çok yeri daha az zamanda gezmisler. Kahverengi insani
                            hizlandirir. Bu yüzden fastfoodlar iç mekanda kahverengi
                            kullanir. Kahverengi toprak rengidir. Kiyafetlerde pek tercih
                            edilmez, çünkü kahverengi giyen insanlar kalabalikta dikkat
                            çekmezler.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                              Satrancın ilk kez M.S. 570 yıllarında Hindistanda oynandığıkabul edilir.

                              Bir rivayete göre, satrancı bulan Brahman rahibi, Şah'a bir ders vermek istemiş. Şah'a "Senin askerlerin, atların, fillerin, kalelerin, vezirlerin olmadığında sen bir hiç sin, hiçbirşey yapamazsın" demiş. Şah'ın alaycı bir şekilde; "Tamam hadi güzelmiş, oyununu beğendim. Dile benden ne dilersen" diyeret alaycı bir şekilde kendisini başından savuşturmaya çalıştığını görünce, Şah'ın hala akıllanmadığını düşünerek;

                              "Bir miktar buğday istiyorum." demiş. "Size bulduğum bu oyunun birinci karesine bir buğday, ikinci karesine iki buğday, üçüncü karesine için ise dört buğday istiyorum. Böylece her karede, bir önceki karede aldığım buğdayın iki misli buğday istiyorum. Sadece bu kadarcık..."

                              Şah ise böylesine basit bir istek üzerine sinirlenip, emrindeki askerlerine; "Hesaplayın, hak ettiğinden bir tane bile fazla vermeyin" demiş.

                              Sarayın kalemdarları hesapladıktan sonra dehşete kapılmışlar.

                              Neden mi? Buyrun inceleyelim...




                              1. kareye ---------- 1 buğday
                              2. kareye ---------- 2 buğday
                              3. kareye ---------- 4 buğday
                              4. kareye ---------- 8 buğday
                              5. kareye ---------- 16 buğday
                              6. kareye ---------- 32 buğday
                              .
                              .
                              .
                              64. kareye --------- 9 223 372 036 854 775 808 buğday


                              TOPLAM ---------- 18 446 774 073 709 551 615 tane buğday

                              18 kentilyon 446 katrilyon 774 trilyon 73 milyar 709 milyon 551 bin 615

                              Bu ise, yaklaşık olarak;

                              1 156 500 000 000 ton buğday demektir.
                              (1 trilyon 156 milyar 500 milyon ton)

                              Bu ise bugünkü ölçülerle dünyanın 1500 yıllık buğday üretimine denk gelmektedir.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                                LEYLÂ ile MECNÛN

                                Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır.
                                Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen
                                bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir.Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner,başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.
                                Mecnun' un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve
                                mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz. Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:
                                "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."
                                Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.
                                Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır.Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir.
                                Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer.Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez."Der, kabri kucaklayarak ölür.Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür.
                                Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
                                "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri,
                                aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor
                                X