Biyoloji

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    #16
    Konu: Biyoloji

    Bakterilerin Üremeleri

    Bölünerek Çoğalma
    Bütün bakteri türlerinde esas üreme şekli bölünmedir. Üreme eşeysiz üreme şeklidir. Su, besin maddesi ve sıcaklığın uygun olduğu ortamlarda çok hızlı bölünürler. Bu bölünme her 20 dakikada bir gerçekleşir. Böylece geometrik olarak artmaya başlarlar. Ancak bu artış sürekli değildir. Çünkü zamanla ortamın sıcaklığı artar, asitler ve CO2 birikir, besin maddeleri tükenir. Bunlar bakteriler için öldürücü doza ulaşınca geometrik artış bozulur. Böylece bakterilerin populasyonları da dengelenmiş olur.
    Bakterilerde hücre bölünmesi mitoza benzer. Ancak çekirdek zarı ve belli bir kromozom sayısı için tam bir mitoz değildir. Buna "Amitoz Bölünme" denir.
    Sporlanma
    Bazı bakteri türleri yaşadıkları ortama bozulunca "Endospor" oluşturarak kötü şartları geçirirler. Endosporlar, kalıtım metaryelinin çok az bir stoplazmayla beraber, sert bir çeperle çevrilmiş halidir. Ortam şartları normale dönünce çeper çatlar. Endospor gelişerek normal bakteriyi meydana getirir.
    Endosporlarda metabolik faaliyetler minimum seviyededir. Bu şekilde uzun yıllar yaşayabilirler. Olumsuz şartlar olan yüksek ısıdan, kuraklıktan, donmadan ve besinsizlikten etkilenmezler. 60 yıl canlı kalan bakteri sporları tespit edilmiştir. Normal bakteri hücrelerinin tamamı 100C' de ölürken endosporlar ancak 120C' de 15-20 dakika kalırsalar ölürler. Soğuk ortama da aynı oranda dayanıklıdırlar. Bazı türlerde bir bakteriden birden çok endospor meydana gelebilir.
    Eşeyli Üreme (Konjugasyon)
    Bakterilerin bölünerek çok hızlı üremelerine, olumsuz şartları da endospor oluşturarak geçirmelerine rağmen, düzensizde olsa eşeyli üremeyi gerçekleştirirler. Çünkü bu sayede kalıtsal çeşitliliklerin arttırarak değişen ortama uyum sağlama imkanı bulurlar. Bu çeşitliliğe ise "kalıtsal varyasyon" denir. Konjugasyon (kavuşma) esnasında DNA yapısı farklı iki bakteri yanyana gelerek aralarında geçici zardan oluşan bir köprü oluştururlar. Bu köprü aracılığıyla DNA parçalarını değiştirirler. Sonra ayrılarak bölünmeye devam ederler. Dikkat edilirse, çok hücreli canlılarda görülen eşeyli üremeden çok farklı bir eşeyli üreme oluşmaktadır. Bunlarda gamet oluşumu ve döllenme yoktur.
    Bakteriler diğer canlılara göre daha kolay mutasyona uğrarlar. Mutasyon genellikle zararlı ve öldürücü olmakla beraber, bakterilerde bazen olumlu sonuçlar veren faydalımutasyonlar oluşabilmektedir. Bugün bakteriler değişik besin (kültür) ortamlarında yetiştirilerek incelenmektedir. En iyi geliştikleri kültür ortamı et suyudur.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      #17
      Konu: Biyoloji

      Bakterilerde Sınıflandırma

      Bakteriler çeşitli özellikleri bakımından gruplandırılırlar. Bu özelliklerin başlıcaları ; şekilleri, solunumları, beslenmeleri ve boyanmaları olarak sayılabilir.

      Şekillerine Göre Bakteriler
      Bakteriler ışık mikroskobuyla bakıldığında başlıca şu şekillerde görünürler.
      a)Çubuk Şeklinde Olanlar (Bacillus): Tek tek veya birbirlerine yapışmışlardır. Tifo, tüberküloz ve şarbon hastalığı bakterileri bu şekildedir.
      b)Yuvarlak Olanlar (Coccus): Genellikle kamçısızdırlar. Zatürree ve bel soğukluğu bakterileri bunlara örnektir.
      c)Spiral Olanlar (Spirillum): Kıvrımlı bakterilerdir. Frengi bakterileri ve dişlere yerleşen Spiroket'ler bunlara örnektir.
      d)Virgül Şeklinde Olanlar (Vibrio): Virgül biçiminde tek kıvrımlılardır. Kolera bakterisi gibi.

      Boyanmalarına Göre Bakteriler
      Danimarkalı bakteriyolog GRAM tarafından geliştirilen boyalarla boyanan bakterilere Gram (+), boyanmayanlara Gram( bakterileri denir.

      Beslenmelerine Göre Bakteriler
      Bazı bakteriler ototrof olup; fotosentez yada kemosentez yaparlar. Çoğunluğu ise heterotrof olup saprofit yada parazit yaşarlar.
      a)Saprofit Bakteriler: Bakterilerin büyük çoğunluğunu oluşturur. Besinlerini bulundukları ortamdan hazır sıvılar olarak alırlar. Nemli, ıslak ve çürükler üzerinde yaşarlar. En çok amino asit, glikoz ve vitamin gibi besinleri ortamdan alırlar. Bu tür bakteriler dış ortama salgıladıkları enzimlerle bitki ve hayvan ölülerini daha basit organik maddelere parçalayarak onların çürümesini sağlarlar. Böylece hem toprağın humusunu arttırırlar, hem de kendilerine besin sağlarlar. Çürütme sonucu çeşitli kokular meydana gelir. Bu yüzden bu olaya "kokuşma" denir. Bazı saprofit bakteriler, sütün yoğurt ve peynir olarak mayalanmasını sağlar.
      Saprofitler, dünyada madde devrinin tamamlanmasında önemli rol oynadıklarından hayat için mutlaka gereklidir.
      b) Parazit Bakteriler: Besinlerini cansız ortamdan değil de, üzerinde yaşadıkları canlılardan temin ederler. Çünkü sindirim enzimleri yoktur. Bunlardan bazıları konak canlıya fazla zarar vermeden yaşayabilirler. Sadece onun besinlerine ortak olurlar. Kalın bağırsaklarımızdaki "Escherichia coli" bunun en iyi örneğidir. Bazı parazit bakteriler ise konak canlının ölümüne bile sebep olabilen hastalıklara yol açarlar. Bunlara "Patojen bakteriler" denir. Patojenler ya toksinler çıkararak ya da konak canlının enzim ve
      besinlerini kullanarak zarar verirler.
      Toksinler ya dışarı atılır (Ekzotoksin), ya da bakterilerin içinde kalır (Endotoksin). İçeride kalan toksinler, bakteriler ölünce zararlı hale geçerler. Canlıların patojen bakterilere ve toksinlerine karşı oluşurduğu savunmaya "Bağışıklılık" denir. Parazit bakterilerin üremeleri hızlıdır.
      c)Foto sentetik Bakteriler: Sitoplazmalarında serbest klorofil taşırlar. Fotosentezlerinde elektron kaynağı olarak H2O yerine H2S ve H2 kullanırlar.

      * CO2 + H2O  Besin + O2 (Mavi-yeşil Algler)
      * CO2 + H2S  Besin + S + H2O (Kükürt Bakterileri)
      * CO2 + H2  Besin + H2O (Hidrojen Bakterileri)

      d)Kemosentetik Bakteriler: Bu bakteriler de madde devrinde çok önemlidirler. Bazı organik maddeleri oksitleyerek onları zararsız hale getirirler. Oluşan maddeler ise bitkilerce mineral tuzları olarak kullanılır. Bu oksitleme sonucu ortaya açığa kimyasal enerji çıkar. Bu enerjiyle de CO2 indirgemesi yaparak besinlerini sentez ederler. Işık ve klorofil gerekli değildir. Oksijen kullanılır. Kemosentetik bakteriler en çok azotlu, kükürtlü, demirli maddeleri oksitlerler.

      * NH3 + O2  HNO2 + H2O + Kalori (nitrosomonas)
      * HNO2 + O2  HNO3 + Kalori (nitrobacter)
      * H2S + O2  H2O + S + Kalori (Kükürt Bakterileri)
      * FeCO3+O2+H2O  Fe(OH)3+ CO2 + Kalori (Demir Bakterisi)
      * N2 + O2  NO2 + Kalori (Azot Bakterileri)

      Kemosentez Sonucu,
      Bazı zararlı maddeler ortadan kaldırılmış
      Bitkilerin alabileceği tuzlar oluşturulmuş
      Kimyasal enerji kazanılmış
      Organik besinler sentezlenmiş olmaktadır.

      Solunumlarına Göre Bakteriler
      a)Anaerob Bakteriler: Bakteriler organik besinleri parçalayarak enerji elde ederken genellikle oksijen kullanmazlar. Bunlar havasız yerlerde de yaşayıp çoğalırlar (Konservelerde olduğu gibi). Bunların bazıları oksijen olduğu ortamlarda hiç gelişemezler. Örnek;Clostridium tetani (tetanos bakterisi).
      b)Aerob Bakteriler: Bazı bakteri grupları (Escherichia coli, Zatürre ve yoğurt bakterisi gibi) ancak oksijenli ortamda yaşayabilirler. Bunlarda mitokondri olmadığı için, solunum, hücre zarının iç kısımlarında (mizozom) gerçekleştirilir. Örnek; azot bakterileri.
      c)Geçici Anaerob veya Geçici Aerob Olanlar: Asıl solunumları oksijensiz olduğu halde, oksijenli ortamlarda kısa süre için aerob olanlara "Geçici aerob" denir. Normal solunum şekli aerob olanlar ise havasız kalınca fermantasyona baş vururlar. Bunlara "Geçici anaerob" denir.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        #18
        Konu: Biyoloji

        Bakterilerin Yarar ve Zararları

        Bu canlılardan bazıları hastalıklara yol açmakla birlikte, çoğu türleri zararsızdır,hatta doğrudan insanın yararına sonuçlanan birçok biyokimyasal süreçte etkin biçimde rol alır. Özellikle biyosfer süreçlerindeki etkisi yadsınamayacak kadar önemli olan bakteriler ol-maksızın toprak verimini koruyamaz ve bitkilerin yetişmesine, dolayısıyla bitkilerle besle-nen hayvanların yaşamının sürüp gitmesine yardımcı olamaz.
        Kullanma sularına karışan kanalizasyon ve sanayi artıklarındaki bakteriler de su kirlili-ğinin başlıca sorumlusudur. Öte yandan ,su arıtma tesisilerinde,özellikle lağım sularındaki organik maddeleri parçalamak için kullanılan bakteriler çevre kirliliğiyle savaşın etkili si-lahlarından biri olmuştur.Bu örnek bize gösteriyor ki,bakteriler zararlı oldukları gibi ol-dukça da yararlıdırlar.
        Bazı bakteriler besinlere bulaşarak hızla çoğalabilir ve mide bozukluğunda ölüme kadar varabilen hafif yada ağır besin zehirlenmesine yol açabilir.Sulara bulaşmış bakterilerin su arıtma yöntemleriyle temizlenmesi gibi süte bulaşmış bakteriler de pastörizasyon yöntemiyle yok edilir.Sağlıklı bir ineğin sütünde doğal olarakdaha az bakteri bulunmakla birlikte gene de steril değildir.Sağıldıktan sonraki aşamalarda önlem alınmadığı takdirde bakteriler bu elverişli ortama yerleşmekte geç kalmazlar.
        Hastalık yapıcı bakterinin toksin salgıladığı olgular dışında,genellikle bakterilerin hastalık yapma gücünü artıran etkenlerin neler olduğu henüz tam olarak açıklanamamıştır. Toksin salgılayan bakterilerin en bilinen örneklerinden biri,insanın üst solunum yollarına yerleşerek doku yıkımına yol açan difteri basilidir.Dokulara yerleşen bakteriler genellikle konak canlının zararına yaşarsa da, hastalık yapıcı bakterilerin çoğu konağın ölümüne neden olmaz.
        Çürükçül bakterilerin ölü organizmaları ve organik artıkları parçalaması ,çevrebilim açı
        sından yaşamsal önem taşır.Böyle bir parçalama olmasaydı,canlıların varlığını sürdürebil-
        mesi içim gerekli olan azot, karbon, fosfor gibi elementlerin doğadaki çevrimi de gerçek- leşmezdi.
        Çürükçül bakterilerin azot çevrimindeki katkısından başka,bazı bakteriler de atmosfer-deki serbest azotu bağlayarak, bu elementi bitkilerin yararlanabileceği bileşiklere dönüştü-
        rür.Bu azot bağlayıcı bakteri türlerinin çoğu baklagillerin köklerindeki yumrucuklarda ya-şar.
        Bazı bakterilerin konak canlı üzerindeki asalak yaşamı,karşılıklı yarar ilişkisine daya-nır.Örneğin geviş getirenlerin midelerine yerleşen bakteriler selülozu parçalayarak inek
        koyun gibi tüm gevişgetiren hayvanların otları sindirebilmesine yardımcı olur.İnsan da,
        sindirim kanalının son bölümlerine yerleşen ve K vitamininin bireşimini sağlayan bazı ya-
        rarlı bakterilerin konağıdır.
        Ayrıca çeşitli sanayi dallarında ,özellikle de besin sanayisinde ayran,yoğurt,peynir, sir-
        ke,turşu gibi ürünlerin üretimindeki mayalanma süreçlerinde bakterilerden yararlanılır.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          #19
          Konu: Biyoloji

          BAKTERİLERİN İNSAN YAŞAMINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ


          Çok basit yapılı ,yaygın çekirdekli genellikle klorofilsiz ve bölünerek çoğalan bir
          hücreli canlılara bakteri denir.
          Bakteriler hem bitkilerden hem hayvanlardan farklıdır;hızlı çoğalmaları ve biyokimyasal etkileri bakımından canlılar aleminin dengesini sağlamada çok büyük önem taşıyan bir grup oluştururlar.
          Bakteriler bölünerek çoğalırlar,bölünme sonucunda ortaya çıkanlar ya bir arada kalır, ya ada yarılırlar.Biçimce çok değişiktirler ev yaşadıkları ortama göre bir görünüm edinirler.
          Bakteriler uyarlandıkları ortama ya da içinde yaşadıkları konağa en elverişli sıcaklık sınırları içinde hızlı çoğalırlar;
          Bakteriler doğada önemli rol oynar.Bir kısmının çok yüksek enzim etkinliği vardır;mayalandırmaya dayalı sanayilerde bundan yararlanıldığı gibi üstün yapılı hayvanların bağırsaklarında besinlerin sindirilmesinde de, bunlar önemli rol oynar.Bir kısım bakteriler pigment üretirler,Bir kısmı gaz üretir, demir, kükürt biriktirir,toksin salgılar,ya da içinde toksin toparlar.
          Genel olarak bakteriler mayalandırma ve çürütme etmenleridir.Organik maddeleri,
          Gaza ve cansız maddelere dönüştürürler;bu maddeler yeniden yaşamsal çevrimde yer alır.Havadaki gazları kendilerine bağlayabilir,böylece toprağı azotça zenginleştirir ve bitkilere, gelişmek için gereksindikleri inorganik besinlerin bir kısmını sağlamış olurlar. Kısaca söylemek gerekirse bakteriler biyosferdeki çevrimlerde, parçalayıcı ya da mineralleştirici olarak çok önemli rol oynarlar.
          Hastalık yapan bakteriler,bakteriler aleminin çok küçük bir bölümüdür.
          Bazı bakterilerin metabolik özelliklerinin saniyede kullanılması gelişme halindedir.
          Bir takım maddeleri üreten hücrelerin genlerinin bakteri kromozomuna bağlanabilmesi olanağı genetik mühendisliğinin temelidir;gen aşılan bakteriler istenilen maddeleri (hayvansak proteinler,aşı antijenleri,vb.) büyük ölçüde sağlayacaklardır.
          Bakteriler, bulundukları ortamın ya da organizmanın zararlarına yaşarlar.
          Küçüklüklerine karşın, bakteriler, optik mikroskop ile görülebilir ve bu aygıttaki görüntülerine göre sınıflandırılırlar.Bazı bakteriler yüzeylerindeki türlü biçimde

          dağınık kirpikler sayesinde hareket ederler;kirpiksiz olanlar ise hareketsizdir.Ama onları birbirinden ayıran şey özellikle biçimleridir.
          Bakteriler mikroskop altında genellikle küre, çomak ya da spiral biçiminde görülür.
          Küresel olanlara kok ya da kaküs, çomak ya da silindir biçiminde olanlara basil,tirbüşonu andıranlara da spiral denir.Son yıllarda bu üç gruptan başka kare biçiminde bakteriler de bulunmuştur.Aynı biçimde birçok bakteri bazen bir zincir gibi arka arkaya dizilir, bazen de bir üzüm salkımı denen incecik kıllar vardır;tek hücreli canlı bu kılları bir kamçı gibi sağa sola sallayarak istediği yöne hareket eder.Spiraller ise tıpkı bir tirbüşon gibi döne döne ilerler.
          Bakteriler ikiye bölünerek çoğalır.Eğer ortamda yeterince besin varsa ve bütün koşullar uygunsa bir tek bakteriden 15 saat içinde 1000000 bakteri üreyebilir.Ama bu bölünme hep aynı hızla sürmez.Çünkü hem ortamdaki besin bu kadar büyük bir koloniye yetmemeye başlar, hem de bölünme sırasında açığa çıkan asitler bakterilerin üremesini durdurur.

          YARARLI VE ZARARLI BAKTERİLER


          Yeryüzünde bakterilerin bulunmadığı bir tek nokta yoktur, denilebilir.Bu küçük canlılar topraktan okyanusların derinliklerine ve havaya kadar ortamda yaşayabilir.yiyeceklerin bozulmasının nedeni genellikle bakterilerdir. Daha da önemlisi insan ve hayvan hastalıklarının büyük bölümü ile bazı bitki hastalıkları bakterilerden ileri gelir buna karşılık bazıları özellikle ölmüş bitki ve hayvanların çürümesini sağlayan bakteriler çok yararlıdır.
          Bunlar ölü dokuları parçalayarak canlıların yapısındaki temel maddelerin ayrılmasına yardımcı olur.Bu maddeler de yeniden toprağa, havaya ya da suya karışarak öbür canlıların beslenmesinde rol oynar.Eğer bu bakteriler olmasaydı bütün yeryüzü ölü bitki artıkları ve hayvan leşleriyle kaplanırdı.
          Bakterilerin sanayi ve tarımda da çeşitli yararları vardır.Hayvan postlarının sepilenerek ayakkabı ya da buna benzer deri eşya yapımına elverişli duruma getirilmesinde, bu poatlardaki kılların gevşemesini kolayca temizlenmesini sağlayan bakterilere iş düşer.Keten dokumaların yapımında da, keten liflerini saran yapışkan maddeyi çözerek lifleri ayırmak için bu lifler suay bastırılır ve bakterilerin yardımıyla üstündeki yapışkan sıvıda temizlenir. Hoş kokulu ve lezzetli peynirlerin çoğu da bu özelliklerini bakterilere borçludur.Bazı bakteriler ise çay yapraklarını olgunlaşarak kararmasını sağlar.
          Genetik mühendisleri bakterileri özel işlemlerden geçirip değişime uğratarak aşı,ilaç,hormon ve öbür kimyasal maddelerin yapımında kullanırlar.
          Soluduğumuz havanın 4/5 ini oluşturan azot gazı bitkilerin büyümesi için gerekli olan bir maddedir ama bitkiler bu elementi gaz halindeyken dokularına alıp yararlanamazlar.
          Azotu, nitral denen tuzlarına dönüştürerek bitkilerin kullanabileceği duruma getiren de gene bazı bakterilerdir.
          İnsanlarda ve hayvanlarda çeşitli hastalıklara yolaçan bakteriler,hasta bir insana dokunmakla,aynı havayı solumakla ya da bakterilerin üremiş olduğu yiyecek ve içeceklerle sağlıklı insanlara da bulaşır.Tifo,kolero,verem,zatürree ve cüzzam bakterilerden kaynaklanan hastalıkların yalnızca birkaçıdır.
          Açık yaralardan vücuda giren bazı bakteriler de kangrene yolaçar.
          Buna karşılık vücutta bazı bakterilerin bulunması sağlık açısından zorunludur.Örneğin kalın bağırsakta yaşayan yararlı bakteriler besinlerin sindirilmesine yardımcı olur ve yiyeceklerin çok az bir bölümüyle kendileri yetinip geri kalanının bağırsaktan emilmesini sağlar.Antibiyotikler bu bağırsak bakterilerinin çoğunu öldürdüğünden,bilinçsiz ve gereksiz antibiyotik kullanımı ishale ve buna benzer hafif sindirim bozukluklarına yolaçabilir.
          Leewenhoek’un 1983’te İngiltere’deki Kraliyet Derneği’ne bakterilerin çizimlerini göndermiş olmasına karşılık, bilimadamlarının bu buluştan yararlanmaları için 100 yıl geçmesi gerekti.
          Günümüzde,vücudun iç dokularına yerleşmiş olan bakterileri öldürmek için penisilin ve streptomisin gibi antibiotikler deri üzerindeki ve açık yaralardaki bakterileri öldürmek için de antiseptikler kullanılır.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            #20
            Konu: Biyoloji

            BİTKİ VE HAYVAN HÜCRESİ

            Işık mikroskobunda yapılan gözlemlerde bile bitki ve hayvan hücresi arasındaki farklar izlenebilir.
            Aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi bitki hücresinin çeperinde selüloz vardır. Hayvan hücresi ise selüloz çeper içermez. Selüloz bitki hücresine belli bir dayanıklılık ve şekil verir. Hücre çeperi vakuolleşen protoplastların yüksek osmotik basıncına karşı koyar. Turgor ve hücre zarı arasındaki dengeyi sağlar ve hücrenin patlamasını önler. Hayvan hücresi ise değişken şekillidir.
            Bitki ve hayvan hücresi genelde aynı organellere sahiptir. Bunlardan çekirdek ve mitokondriler çift tabakalı membran taşır.
            Plastid membranı da çift tabakalıdır ve sadece bitki hücresinde vardır. Bitki hücresinde olupta hayvan hücresinde olmayan bir diğer organel de merkezi vakuol (büyük koful) dür. Tek tabakalı membran taşıyan endoplazmik retikulum (ER), diktiyozom, lizozom ve küçük vakuoller hem bitki hemde hayvan hücresinde görülür. Ribozom membransız olup her iki hücre tipinde de görülür. Sentriyoller hayvansal hücrelerin çoğunda bulunur fakat bitkilerde bulunmaz.

            BİTKİ HÜCRESİ MANTAR HÜCRESİ HAYVAN HÜCRESİ
            Hücre çeperi Selüloz Genellikle kitin Yoktur
            Merkezi vakuol (koful) var var yok
            Plastid var yok yok
            Tipik depo karbonhidratı nişasta Glikojen Glikojen
            Sentrozom Yok Yok Var

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              #21
              Konu: Biyoloji

              BİTKİLER ALEMİ

              Hepsi ototrof canlılar olup, kloroplast taşırlar. Bu sayede fotosentez yaparlar. Çiçeksiz ve çiçekli bitkiler olarak iki filum'a (şubeye) ayrılırlar. Hücreleri genellikle çeper taşır.
              a) Çiçeksiz Bitkiler : Çiçek ve tohum oluşturmazlar. Üremelerini sporla ya da eşeysiz ve eşeyli üremenin birbirini takip ettiği döl almaşı ile gerçekleştirirler.
              1- Su yosunları (Alg'ler) : Gerçek kök, gövde ve yaprakları olmayan basit yapılı bitkilerdir. Çoğu haploid(n) kromozom taşır. Yeşil, kahverengi, esmer, kırmızı alg'ler olmak üzere gruplandırılır. Üremeleri vejetatif, sporla ve izogamiyle olur. Chlamidomonas gibi bazı türleri tek hücrelidirler. Bazı türleri hem tek hücreli hemde gözle görülecek büyüklükte (makroskopik) dir. (Acetebularia gibi).
              2- Kara yosunları : İletim demetleri yoktur. Nemli yerlerde yaşarlar. Döl almaşıyla eşeyli ürerler. Gerçek yapraklar olmayıp, yaprağımsı yapıları vardır.
              3- Eğrelti otları : Gerçek kök ve yaprakları yoktur. İletim demetleri vardır. Üremeleri kara yosunları gibidir. Yaprağımsılar yer altı gövdesine yapışmıştır. Çiçeksiz bitki olarak bu üç ana gruptan başka ; Ciğer otları, Likenler, Kibrit otları ve Atkuyrukları olarak bilinen gruplarda vardır

              BİTKİLER ABİTKİLERDE ÜREME
              Sayfa : 1
              A) Çiçeksiz Bitkilerde Üreme : Çiçeksiz bitkiler grubunu, su yosunları, kara yosunları, ciğer otları, eğrelti otları ve at kuyrukları oluşturmaktadır. Mantarlar "fungi" isimli ayrı bir alemde incelenmekle beraber çoğu zaman çiçeksiz bitkiler grubuna dahil edilirler. Bunların hemen hepsinde, küçük farklarla ayrılmış Metagenez ile üreme görülür. Önce diploid bireyden (Sporofid) ya da diploid hücreden mayoz bölünmeyle haploid sporlar meydana gelir. Bu sporlar çimlenerek genç bitkicikleri meydana getirir. Bunlar erkek ve dişi gametofitlerdir. Gametler bunlar üzerinde mitozla meydana gelir. Gametlerin döllenmesiyle zigot, onun gelişmesiyle de diploid sporofid meydana gelir.
              Aslında eşeyli üreyen canlıların hepsinin hayat devrelerinde haploid ve diploid safhaları olup, bunlar birbirini takip eder. Ancak bazı türlerin hayat devrinde haploid safha baskındır. Fertler daima haploiddir. Sadece zigot iken diploidtirler. Canlıların büyük çoğunluğunun hayat devrinde ise diploid safha baskındır. Fert diploid olup, sadece gametler haploiddir. Bazı türlerde ise hem haploid hem de diploid safhalar belirgin olarak görülür. Fertler hem haploid hem de diploid olabilmektedir. İşte metagenezle üreyenler bunlardır.
              1- Su yosunlarında üreme : Su yosunlarının çok hücreli olanlarında bireyler daima haploiddir. Diploid olan sadece zigottur. Zigot mayozla bölünerek haploid hücreleri oluşturur. Hayatlarına haploid safha hakimdir.
              2- Kara yosunlarında üreme : Diploid evre su yosunlarına göre biraz daha uzundur. Dişi gametofite arkegonyum, erkek gametofite anteridyum denir. Dölleme ve zigotun gelişimi dişi gametofit üzrinde gerçekleşir.
              3- Eğrelti otlarında üreme : Diploid evrenin en uzun olduğu çiçeksiz bitkilerdir. Erkek ve dişi gamet ayrı gametofit üzerinde oluşur. Tek yapraklı bu gametofite Protal denir. Normal bireyler diploiddir. Gametofit küçük bir bitkicik halinde kalır. Zigot gelişimine protal üzerinde başlar Sonra oluşturduğu kökleriyle direk toprağa bağlanarak kendi ihtiyacı olan su ve besini almaya başlar, direk toprağa bağlanır
              Bitkiler yeryüzünde yaşamın anahtarıdır. Bitkiler olmasaydı pek çok canlı organizma yaşamını sürdüremezdi; çünkü üstün yapılı yaratıklar, yaşam biçimleriyle, besinlerini doğrudan yada dolaylı olarak bitkilerden sağlarlar. Oysa pek çok bitki, gerekli besinlerini güneş ışığından yararlanarak kendisi üretmektedir.

              Bitkiler 2 temel öbekte (altşube) toplanır;

              1. KAPALI TOHUMLULAR (Çiçekli Bitkiler-Angiospermae)
              2. AÇIK TOHUMLULAR (Çiçeksiz Bitkiler-Gymnospermae)


              Kapalı tohumlular gerçek çiçek üretirler ve sayıları 250 milyona yakın türden oluşan bir bitkiler alemidirler... Meşe, kayın, gürgen, karağaç gibi yapraklı ağaçlar bu gruba dahildir...
              Açık tohumlular ise çiçeksiz bitkiler olarak anılırlar ve bu bitkilerde geniş bir canlılar topluluğudur. Çam, Göknar, Sedir, Ladin gibi kozalaklı ağaçlar, Sikaslar, Ginko gibi türler bu gruba dahildir...

              Çiçekli bitkilere örnek;
              At kestanesi
              Çiçeksiz bitkilere örnek;
              Bataklık Servisi

              Damarsız çiçeksiz bitkilerde iletim demetleri yoksa fotosentez için gerekli su ve mineralleri nasıl taşır? (Ersagun Elaçmaz)


              Öncelikle çiçeksiz bitkilerin bir çoğunun vasküllü yani iletim demetleri bulunan bitkiler olduğunu hatırlatalım. Bitkiler aslında vasküllü ve vaskülsüz bitkiler olarak ikiye ayrılırlar. Vasküllü bitkiler ise çiçekli bitkiler ve çiçeksiz bitkiler olarak ikiye ayrılır.

              Vaskülsüz bitkilerde hiç çiçek bulunmaz. Ayrıca iletim demetleri de bulunmaz. Fakat yine de bu bitkilerin bir kısmında yapraksı ve köksü yapılar bulunur. Bitkinin dokuları arasında taşımayı sağlayacak iletim dokusundan neredeyse tümüyle yoksun oldukları için ihtiyaçları olan suyu çevreden difüzyon yoluyla elde ederler. Difüzyon oldukça yavaş bir işlem olduğu için bu bitkilerin büyüklükleri sınırlıdır yani genellikle oldukça küçük boyutludurlar. Bu sayede “yüzey alanı/hacim” oranı büyüktür. Bu bitkiler çoğunlukla nemli ortamlarda yaşarlar, böylece sürekli ince bir su tabakasıyla sarılmış halde bulunurlar. Ayrıca bu bitkilerin çoğu uzun süren kuraklığa dayanıklı sporlar oluşturabilirler.
              Vaskülsüz bitkiler içinde vasküllü bitkilerin en yakın akrabaları yosunlardır (Bryophyta). Taşıma sistemleri, ilk kez yosunlarda belirmeye başlar. Yosunların büyük çoğunluğu hidroid adı verilen özel hücrelere sahiptir. Bu hücreler öldükten
              - Spor ile Üretim
              Eğrelti olarak bilinen çiçeksiz bitkiler spor ile üretilir. Spor tek hücreden oluşmuştur ve nemli ortamlarda yaşar. Çoğunlukla çizgi veya noktalar halinde yaprakların alt yüzeyinde üretilir. Bazen de yaprak kenarları boyunca oluşurlar. Sporlar olgunlaşınca kese çatlar ve sporlar dağılır. Uygun ortam bulunca çimlenerek büyür ve yeni bir bitki meydana gelir.
              AMAÇ : 2. Çiçeksiz bitkileri kavrayabilme
              DAVRANIŞLAR :
              1. Yakın çevredeki çiçeksiz bitkilere örnekler verme
              2. Verilen çiçeksiz bitkilerin kısımlarını üzerlerinde gösterme söyleme, yazma
              3. Yeşil su yosunları üzerinde gözlemler yaparak üremeleri hakkında tahminde bulunma
              4. Kara yosunu üzerinde gözlemler yaparak kök, gövde, yaprak, kapsül gibi kısımlarını gósterme
              5. Eğrelti otları üzerinde gözlem1er yaparak kök, gövde, yaprak ve spor keselerini gösterme
              6. Eğrelti otlarının nasıl ürediği hakkında tahminlerde bulunma
              7. Çiçeksiz bitkilerin yapı ve üremeleri arasındaki farklıkları sıralama ve çiçekli bitkilerle karşılaştırma

              AMAÇ : 3. Değişik ortamlardaki bitkileri kavrayabilme
              DAVRANIŞLAR :
              1. Suda yaşayan bitkilere örnekler verme
              2. Toprakta yaşayan bitkilere örnekler verme
              3. Suda yaşayan bitkiler üzerinde gözlemler yáparak kısımlarını gösterme
              4. Toprakta yaşayan bitkileri gözleyerek ortak özelliklerini sıralama
              5. Suda ve toprakta yaşayan bitkiler arasındaki farkları söyleme, yazma.
              6. Farklı bitkilerin değişik bölge ve yerlerde bulunuşunu, yükseklik ,toprak,su ışık, sıcaklık,rüzgar vb. nedenlere göre açıklama
              7. Farklı iklimlere özgü bitkilere örnekler verme

              AMAÇ : 4 Mantarlar, bir hücreli canlılar ve bakterileri kavrayabilme
              DAVRANIŞLAR :
              1. Çevrede yetişen mantarlar veya mantar resimleri üzerinde gözlemler yaparak bunların kısımlarını isimlendirme ve üremelerinin ne şekilde olduğunu söyleme, yazma
              2. Yakın çevredeki zehirli ve zehirsiz mantarları tanıma
              3. Yakın çevredeki bazı mantarların zehirli olabileceğini söyleme, yazma
              4. Yakın çevredeki sularda bulunan bir hücreli canlıları mikroskop yardımıyla gözleme şeklini çizip karşılaştırma isimlerini söyleme
              5. Bakterilerin şekillerini söyleme, yazma
              6. Bir ortamda bakteri bulunup bulunmadığını kontrol etmek için deney tasarlama
              7. Bakterilerin fayda ve zararlarını söyleme, yazma

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                #22
                Konu: Biyoloji

                BİTKİLERDE TERLEME VE DAMLAMA

                Terleme, otların biçildikten sonra kuruması olayında açıkça görülür. Kesilen yeri tıkansa bile biçilen bitkilerin otsu kısımları hemen pörsür. Demek ki bitkilerin bütün yüzeyi su kaybetmektedir. Bu su kaybı bitkinin belli bir süre içinde kaybettiği ağırlıkla ölçülebilir.Bu ölçümler şiddetli terleme döneminde nemcil bitkilerde saatte desimetrekare başına 10 gram su, mezofitlerde 1 gram ve kurakçıl bitkilerde 0,1 gram su atıldığını gösterir; 15 metre boyunda bir akçaağaç bir yaz gününde saatte 300 litre su kaybedebilir. Bir gram katı madde sentezlemek için 300 gramlık bir su iletiminin gerektiği hesaplanmıştır. Bu değerler, bitkilerin morfolojik ve anotomik özelliklerine (havadaki kısımların yüzeyi, dış koşullara uyum), gözeneklerin sayısına ve konumuna bağlıdır. Bitkinin çıkardığı su, birtakım kimyasal reaktifler kullanarak ortaya konabilir; Mesela kuruyken mavi olan kobalt klorür su buharıyla temas edince pembeleşir; Yahut çıkan su buharını emen kalsiyum klorür deneyden önce ve sonra tartılmak suretiyle emilen suyun miktarı ölçülür.

                Hücrenin içindeki su hücre zarını ıslatır, bitkinin damarlarında dolaşır. Bu su, bitkilerin üst derisi yoluyla çıkan su, bitkilere göre değişik olmakla beraber genellikle azdır; suyun çoğu asıl terleme organı olan gözenekler yoluyla çıkar. Gözeneklerin rolü Gareau deneyiyle anlaşılabilir: bunun için bir yaprağın her iki tarafındaki üst derinin belli bir kısmı içinde kalsiyum klorür bulunan iki çan arasına yerleştirilir. Böylece yaprağın her iki yüzünde çıkan suyun miktarı ölçülür. Bu miktar gözenekli olan yüzeyde çok daha fazladır. Böylece gözeneksiz olan yüzeyde dericik yoluyla ne kadar terleme olduğu ölçülebilir (dericik terlemesinin fazla olduğu körpe yapraklar dışında bu miktar toplam terlemenin 1/10’u veya 1/20’si kadardır.).

                Transpirasyon olarak da bilinen terleme bitkilerde su kaybıdır. Gözenekler yardımıyla olur. Gözenekler yaprak yüzeyinin %1’den az bir alanı kaplayan küçük solunum açıklarıdır. Karanlık, yüksek sıcaklık ve bitki dokularında su yetersizliği terlemenin durmasına yol açar. Buna karşılık aydınlık, bol su ve bitki için uygun sıcaklıklar terlemeyi arttırır. Terlemenin bitkideki gerçek işlevi kesin olarak saptanamadığından bilimsel tartışmalar sürüp gitmektedir. Bitkinin kökleri aracılığıyla aldığı suyu yukarıdaki organlara iletebilmesi için gerekli enerjiyi ve suyun buharlaşmasıyla oluşan soğuma sayesinde doğrudan gelen güneş ısısının dengeli bir biçimde dağılmasını sağlamak en yaygın görüştür. Bitkinin atmosferden karbondioksit alması ve fotosentezle havaya oksijen vermesi sırasında gözeneklerin rolünü ve önemini göz önünde tutan bazı uzmanlar ise terlemenin bu olaylar sırasında zorunlu olarak çıktığını savunurlar.

                Terlemeyi havanın nemi, rüzgar, toprağın yapısı ve nemi, sıcaklık ve ışık etkiler. Bitkilerin su alıp vermeleri havanın bağıl nemi ile sıcaklığa bağlı olarak mevsimden mevsime, mevsimler içinde de değişik günlerde, hatta saatlerde değişik olur. Çok şiddetli veya çok zayıf ışık gözeneklerin kapanmasına yol açar. Kırmızı, mavi veya mor ışınlar terlemeyi arttırır; nemde gözeneklerin açılıp kapanmasında önemli rol oynar (fazla nem açılmasına sebep olur); sıcaklıkta aynı şekilde bir etkendir.


                Bitkilerin sahip oldukları serinleme mekanizmaları olmasaydı, güneş altındaki birkaç saat bile bitkiler için ölümcül olurdu. Bir nevi su mühendisliği olarak nitelendirilebilecek olan bu bitki faaliyetleri Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu gösterir.
                Aynı yerde bulunan bitki ve bir taş parçası, eşit miktarda güneş enerjisi almalarına rağmen aynı derecede ısınmazlar. Güneş altında kalan her canlıda mutlaka olumsuz bir etki oluşur. Öyleyse bitkilerin sıcaktan minimum derecede etkilenmelerini sağlayan nedir? Bitkiler bunu nasıl başarırlar? Muazzam bir sıcaklıkta, bütün yaz boyunca yaprakları güneşin altında kavrulmasına rağmen, bitkilere neden hiçbir şey olmamaktadır? Ayrıca bitkiler kendi bünyelerindeki ısınmanın haricinde, dışarıdan da ısı alarak dünyadaki ısı dengesini de sağlarlar. Bu ısı tutma işlemini yaparken kendileri de bu sıcağa maruz kalırlar. Peki gittikçe artan bu sıcaktan etkilenmek yerine, bitkiler nasıl olup da dışarının da ısısını almaya devam edebilmektedirler?

                Yapıları itibariyle sürekli güneş altında olan bitkiler, doğal olarak diğer canlılara oranla daha fazla miktarda suya ihtiyaç duyarlar. Bitkiler aynı zamanda yapraklarında oluşan terleme vasıtasıyla da sürekli su kaybederler. Daha önceki bölümlerde de değinildiği gibi, bu su kaybını önlemek için, yaprakların güneşe dönük olan üst yüzleri çoğunlukla "kütiküla" adı verilen bir tür su geçirmez, koruyucu cilayla örtülüdür. Bu sayede yaprakların üst yüzeylerindeki su kaybı önlenmiş olur.
                Peki ya alt yüzleri? Bitki bu bölümden de su kaybettiği için, gaz alış-verişini sağlamakla görevli özel deri hücreleri olan gözenekler genellikle yaprağın alt yüzünde bulunurlar. Gözeneklerin açılıp kapanması bitki tarafından karbondioksit alıp oksijen vermeye yetecek, ancak su kaybına yol açmayacak biçimde denetlenecektir.


                Bitkilerde Isı Dağıtım Sistemi
                Bunların yanı sıra bitkiler ısıyı farklı şekillerde dağıtırlar. Bitkilerde iki önemli ısı dağıtım sistemi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yaprağın ısısı eğer çevrenin ısısından daha fazlaysa, hava dolaşımının yapraktan dış ortama doğru olmasıdır. Isı naklinden kaynaklanan hava değişimi, sıcak havanın soğuk havadan daha az yoğun olması nedeniyle, havanın yükselmesine dayanır. Bu yüzden yaprakların yüzeyinde ısınan hava yükselir ve yüzeyden ayrılır. Soğuk hava daha yoğun olduğu için yaprağın yüzeyine doğru iner. Böylece sıcaklık azaltılmış ve yaprak serinlemiş olur. Bu işlem yaprağın yüzey ısısı çevredeki ısıdan yüksek olduğu müddetçe devam eder. Çok kuru koşullarda, yani çöllerde dahi bu durum değişmez

                Bitkilerdeki ısı dağıtım sistemlerinden diğeri de yapraklardan su buharı verilerek terlemenin sağlanmasıdır. Bu terleme sayesinde su buharlaşırken bitkinin serinlemesi de sağlanmış olur.
                Bu dağıtım sistemleri bitkilerin yaşadıkları ortamın şartlarına uygun olacak şekilde ayarlanmıştır. Her bitki, neye ihtiyacı varsa, o sisteme sahiptir. Son derece karmaşık bir yapısı olan bu sistemin dağılımı tesadüfen gerçekleşmiş olabilir mi? Bu sorunun cevabını verebilmek için çöl bitkilerini ele alalım. Çöllerdeki bitkilerin yaprakları genelde çok kalındır. Suyu buharlaştırmaktan daha çok, muhafaza etme yönünde dizayn edilmişlerdir. Bu bitkiler için ısı dağıtma işlemini buharlaşma ile gerçekleştirmek ölümcül bir sonuç getirecektir. Çünkü çöl ortamında kaybedilen suyun telafisi mümkün değildir. Görüldüğü gibi, bu bitkiler ısılarını her iki yolla da dağıtabilecekken, sadece bu yollardan birini, üstelik de yaşamaları için tek geçerli olan yolu kullanmaktadırlar. Çünkü tasarımları çöl ortamına göre yapılmıştır. Bunun tesadüflerle açıklanması ise mümkün değildir.

                Bitkilerde Serinleme
                Bitkilerin sahip oldukları bu serinleme mekanizmaları olmasaydı, güneş altındaki birkaç saat bile bitkiler için ölümcül olurdu. Öğle saatlerinde bir dakika kadar direkt olarak alınan güneş ışığı, bir santimetrekarelik yaprak yüzeyinin ısısını 37oC'ye kadar yükseltebilir. Bitki hücreleriyse, bünyelerindeki sıcaklık 50-60oC'ye çıktığında ölmeye başlarlar. Yani bitkinin ölmesi için öğle vakti 3 dakika kadar güneş ışığı alması yeterlidir. İşte bitkiler öldürücü sıcaklıklardan bu iki mekanizma sayesinde mekanizması sayesinde korunabilirler

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  #23
                  Konu: Biyoloji

                  DOKU

                  Belli bir ödevi görmek üzere toplu bir sistem teşkil eden, genellikle aynı yapı ve özellikteki hücre gruplarına doku denir. Ancak bazı dokular örn; iletim dokusu heterojen hücrelerin topluluğundan meydana gelir. Dokuların özelliklerini araştıran biyoloji koluna da histoloji denir.
                  Bitkinin dokularını meydana getiren hücreler arasında orta lamel, hücre arası boşluk, geçit ve plasmodesmler bulunabilir. Bunlar dokuyu oluşturan hücreler arasında madde ve uyartı alış-verişini sağlarlar.
                  Bazı hücreler arasında stoplazmik bir ilişki bulunmadığı halde doku oluştururlar. Bunlara yalancı doku veya hücre kolonisi denir.
                  Tüm doku hücreleri beslenme, solunum, protein sentezi gibi temel görevlerini bağımsız olarak yaparlar. Bunun yanında farklı görevleri yapacak şekilde özelleşmişlerdir.
                   BİTKİSEL DOKULAR
                  a) Meristem (Bölünür) dokular
                  b) Bölünmez dokular
                  A- MERİSTEM DOKU
                  Meristem dokunun kökeni embriyodur. Yüksek yapılı bitkilerde yumurta hücreleri ile erkek gametin birleşmesinden meydana gelen zigot bölünerek embriyoyu verir. Embriyo esas bitkiyi meydana getirebilmek için devamlı bölünerek hücre sayısını arttıra bilme yeteneğindedir. Bölünme özelliğinden dolayı da bitkilerin uzama ve kalınlaşmasını sağlar. (Meristemler tarafından üretilen hücreler büyümelerine ve morfofizyolojik değişmelerine, özelleşmelerine değişim denir. Böylelikle embriyonik karakter kaybolur ve olgun dokular oluşur. Örn: Elekli boru hücreleri, çekirdek veya çekirdek materyali, ihtiva eden bütün değişmez doku hücreleri yeterli uyarı aldıklarında yeniden bölünme, büyüme ve değişme kabiliyetindedirler. Buna hatipotensi denir.)
                  *Meristem hücrelerin özellikleri  Bol sitoplazmalı, ince çeperli, hücreler arası boşlukları olmayan, kofulsuz yada küçük ve az kofullu, büyük çekirdekli, farklılaşmış küçük hücrelerdir. En önemli özellikleri sık sık bölünerek yeni hücreler meydana getirebilmeleri.
                  Meristemler kökenlerine göre 2’ye ayrılır.
                  i- Primer meristem
                  ii- Seconder meristem
                  1- PRİMER MERİSTEM (BİRİNCİL)  Embriyo safhasından itibaren bölünme yeteneğini kaybetmeyen ve doğrudan doğruya embriyo hücrelerinden gelişen hücrelerdir. Uzunluğuna büyümeyi gerçekleştirirler. (Meristem bitkide bulunduğu yere göre 3’e ayrılır; Apikal, lateral ve inter kalar olarak)
                  (Apikal meristem  kök, gövde ve dalların ucunda yani büyüme noktalarında bulunur. Gövdede bölünmenin olduğu kısım vejetasyon konisi adını alır ve büyüme noktasını teşkil eder.
                  Vejetasyon konisinin en dış kısmında tenika bulunur. Tenikanın dış tabakası dermatogen (protoderma) adını alır ve gelişerek epidermayı oluşturur. Poriblem denilen iç tenika tabakasının gelişmesiyle koroks ve destek doku meydana gelir.
                  İkinci tabakada karpustur ve buda öz veya öze yakın iletim demetlerini meydana getirir.
                  İnterkalar meristem  organların uzunluğuna büyümesini sağlar.
                  Lateral meristem  enine büyümeyi sağlar.)
                  (Büyümeye devam eden pena köklerin uç kısımlarında da bir vejetasyon konisi bulunur. Yalnız bu genç kökler toprakla devamlı temas halinde bulunduklarından bu kısım kaliptra denen yüksükle korunur. Burada dıştan içe doğru
                  kaliptrogen  dermatogen  periderm  karpus bulunur.
                  Primer meristemler kök, gövde ve dalların ucundaki sürekli mitoz bölünme özelliğinde olan hücrelerden oluşur. Kök ve gövde ucundaki bu kısımlar koni şeklini almıştır. Genç hücrelerden oluşan bu büyüme konileri kökte kaliptra, gövdedeyse koruyucu yapraklarla dış etkenlerden korunur.
                  2- SEKONDER MERİSTEM  Çiçeksiz bitkiler ve Monokotilodan da yoktur. Bölünmez doku hücrelerinin hormonların etkisiyle yeniden bölünme yeteneği kazanması sonucu meydana gelen bölünür dokulardır. Kök ve gövdenin enine büyümesini sağlar. (kambiyum ve mantar meristemi bunu sağlar.)
                  B- BÖLÜNMEZ DOKU (Değişmez, Sürekli Doku)
                  Normal olarak hücre bölünmesi görülmez. Bölünür doku hücreleri yaşlandıkça bölünmez doku hücrelerini oluştururlar. Hücreleri meristem hücrelerinden büyük ve sitoplazmaları az hücrelerin büyük kısmını vokuol meydana getirir. Hücrelerin bir kısmı ölü olup içleri su ve hava ile doludur. Hücre çeperleri kalınlaşmış, hücreler arası boşluk oluşmuştur. Zamanla çekirdekleri küçülür yada kaybolur. Bazı bölünmez dokular gerektiğinde surgun dokulara dönüşebilir. Örn; Ağacın dalları kesilince yeni dallar oluşabilir.
                  Bölünmez dokular 5 tipe ayrılır.
                  i- Parankima dokusu (Temel doku)
                  ii- Koruyucu doku
                  iii- Destek doku
                  iv- İletim doku
                  v- Salgı doku
                  1- Temel Doku (Parankima= Özek doku)
                  Çeşitli görevlerle yükümlü olan meristem hücrelerinden oluşur. Bitkide daha çok basit bir dolgu dokusu gibi düşünülebilir. Bu doku hücreleri sonrada değişerek çeşitli özel hücre tiplerine dönüşür.
                  Hücre çeperleri genellikle ince, bazen ligninleşmiş veya kalınlaşmış olabilir. Plazmaları bol olan canlı hücrelerdir. Hücre çeperinde basit geçitler bulunur. Hücrelerin sitoplazmaları içinde çeşitli organeller, kloroplast, kromoplast ve leukoplast bulunur. Besin maddelerinin toplanması, iletilmesi, solunum gibi önemli canlı olaylar parankima hücrelerinde görülür.
                  Görevlerine göre 4 grupta toplanır.
                   Özümleme Parankiması  Bitkilerin ışık gören kısımlarında bulunur. Örn: yapraklarda, genç dallarda, gövdenin dış kısmında. Yapraklardaki bu parankima hücrelerinin içinde bol miktarda kloroplast bulunur.

                  Bir yaprak kesitinin mezofil denen katmanının üst kısmında, düzgün sıralar halinde dizilmiş palizat parankiması bulunur. Palizat parankimasının altında da geniş boşlukları bulunan sünger parankiması vardır.
                  Özümleme parankimasının görevi fotosentezle besin üretimi yapmaktır.
                  Yapraktaki damarların önemli görevleri vardır. Bu damarlar ksilem denilen odun boruları ile floem denilen soymuk borularından oluşur. Ksilem su ve minerallari getirir, floem üretilen besinleri diğer kısımlara taşır.
                   Havalandırma Parankiması (Aerankima)  Bataklık ve su bitkilerinin kök ve gövdelerinde bulunur. Hücreleri arasındaki geniş boşluklarda hava depolar. Bu boşluklarda bitkinin O2 – CO2 alış-verişi sağlanır.
                   İletim Parankiması  Özümleme parankimasıyla iletim boruları arasında su ve besin iletimini sağlar.
                   Depo Parankiması  kök, gövde, tohum ve meyvelerde yedek besin ve su depo eder. (Örn: kaktüs)
                  2- Koruyucu Doku
                  Kök, gövde ve meyveleri örter. Kalın çeperli ve klorofilsiz hücrelerdir. Diğer dokuları dış etkenlere karşı korumak ve bitkinin su kaybını düzenlemekle görevlidir. Epidermis ve periderm olmak üzere 2 çeşittir.
                   Epidermis  Otsu bitkilerle, odunsu bitkilerin gövde ve yapraklarının üzerini örter. Kök ve gövde de Apikal meristemin en dış tabakası dermatogen hücrelerinden meydana gelir. Tek sıra, canlı hücrelerden yapılmış bir dokudur. Hücreleri arasında boşluk bulunmaz.
                  Epidermanın dış çeperi bitkinin yaşadığı ortama göre örneğin kuraklık faktörüne göre kalınlaşabilir. Bu kalınlaşma dışa doğru kütin birikimiyle olur ve kütikula tabakası oluşur. Kütikula tabakası sayesinde su kaybı önlenir, epidermisin direnci arttırılır.
                  Epidermis hücrelerinden şu yapılar meydana gelebilir.
                  1- Stoma 2- Tüy 3- Emergens
                  Stomalar epiderma hücrelerinden dışa olan açıklardır. İç dokularla dış ortam arasındaki ilişkiyi sağlar. Stomalar gaz ve su buharı alış-verişi ve terlemeyi sağlar. Stomalar yalnız yapraklarda ve gövdede bulunur.
                  Stoma Hücreleri  canlı, klorofilli fasulye gibi
                  Stoma aralığına bakan yüzeylerin çeperleri kalın, yanlarındaki hücrelere kısımlar ince ve selülozdur.
                  Yaprak eşit şekilde aydınlığında stomalar her 2 yüzde bulunurlar. Az ışıkta ise yaprağın alt yüzeyinde, su içindeki yapraklarda ise stoma bulunmaz.
                  Stomalar fotosentez yapma ve bu olayın ürünü olan nişastadan şeker, şekerden de nişasta meydana getirerek turgorlarını azaltıp-çoğaltma yeteneğindedirler.
                  Dokularda yeterli su yoksa stoma hücreleri turgorunu azaltır ve stoma açıklığı daralır.
                  Tüyler  bazı epiderma hücrelerinin dışa doğru meydana getirdiği uzantılardır. Görevlerine göre salgı ve örtü tüyü olarak 2’ye ayrılır.
                  Emergensler  sadece epiderma hücrelerinden değil altındaki dokuları da içeren çıkıntılardır. Salgı ve tutunma görevi yaparlar.
                   Mantar Doku  Yaşlanan ve kalınlaşan bitkilerde epiderma sınırı olan gerilme ve büyüme kabiliyetinden ötürü gövde ve köklerin çevresini saramaz, parçalanır. Bu durumda epidermanın koruyucu görevini mantar doku üzerine alır. Mantar doku mantar kambiyumundan meydana gelir.
                  • Primer mantar doku
                  • Seconder mantar doku
                  1- Primer Mantar Doku  Kökte rastlanır. Yaslanan köklerde epiderma veya epiderma altı parankima hücrelerinin mantarlaşmasından oluşur. Kökün en dış tabakasını meydana getiren mantarlaşmış dokuya eksoderma denir. Birde kökte çeperleri at nalı şeklinde mantarlaşmış endodermis vardır.
                  2- Seconder Mantar Doku  a) Periderma
                  b) Lentisel
                  Periderma  epiderma ve altındaki dokulardan seconder olarak meydana gelen mantarlaşmış dokudur. Kök ve gövde epidermanın yerini doldurur. Fellogen, fellemi felloderma olarak 3 kısma ayrılır. Fellogen dışa doğru, fellemi içe doğru, fellodermayı meydana getirir.
                  Fellem  Çeperleri mantarlaştığı için geçirgen değildir. Hücreler arası boşluğu yoktur.
                  Felloderma  Canlı hücrelerdir. Selüloz çepere sahip yeni çeperleri mantarlaşmamış, fotosentez yapabilir ve nişasta depolayabilirler.
                  Lentisel  Gövde üzerinde ince yarıklar halindedirler. Gaz alış-verişini sağlar ve stomaların görevini yapar.
                  3- DESTEK DOKU
                  Bitkiye diklik, sertlik, ve sağlamlık kazandıran bir dokudur. Otsu bitkilerde bu görevi turgor basıncı yaparken, odunsu bitkilerde ise destek doku yapar. 2 tiptir.
                  a) Kollenkima (pek doku): Hücreleri canlıdır. Çeperleri selüloz veya pektin birikimi sonucu kalınlaşmıştır. Bazılarında kloroplast vardır. Bulunduğu yerler uzamakta olan organlarda özellikle genç gövdelerde ve yaprak saplarında, yaprak orta damarlarında, kök korteksi; 1 yıllık bitkilerin toprak üstü gövdeleri ve çiçek saplarıdır. Çeperlerindeki kalınlaşmaya göre Köşe ve Levha kollenkiması diye 2’ye ayrılır. Köşe kollenkimasında kalınlaşan hücre çeperinin köşesinde olurken, levhada çeperin bir veya iki yüzünde olur.
                  b) Sklarenkima (sert doku): Çeperleri kalınlaşmış ve genellikle yapısı lignin birikimi sonucu odunlaşmış hücrelerden meydana gelen bir dokudur. Odunlaşmanın ileri safhalarında hücreler ölü hale geçer. Hücrelerin sitoplazma ve çekirdekleri yoktur. Sklarenkima lifleri ve Taş hücreleri olarak 2’ye ayrılır.
                  Sklarenkima lifleri sivri uçlu, dar ve uzun olan ölü hücrelerdir. Bitkiye diklik verirler. Kopmaya karşıda direnç gösterirler. (keten,kenevir)
                  4- İLETİM DOKU
                  Topraktan alınan su ve inorganik maddelerin toprak üstü organlara, fotosentez sonucu meydana gelen organik maddelerin organlara taşınması iletim dokusu ile sağlanır. 2’ye ayrılır.
                  1- Ksilem (odun)
                  2- Floem (soymuk)
                  Ksilem  Topraktan alınan suyu ve bu su içinde erimiş olan anorganik maddeleri yüksekte bulunan organlara, yaprakları iletir. Hücreleri ölüdür. Zamanla hücre çeperleri kalınlaşır. Hücreler arasındaki çeper, çekirdek ve sitoplazmalarından yok olur. 4’e ayrılır.
                  Trake  Topraktan alınan suyu yukarı organlara iletir.
                  Trakeid  Trake ile aynı görevi yapar.
                  Ksilem parankiması  iletim dokusu içinde besin depo etmek ve kısa mesafede iletim yapmakla görevlidir. Canlı hücrelerdir.
                  Ksilem sklarenkiması  İletim dokusunda destek işini yaparlar.
                  Floem  Yapraklarda fotosentez sonucu meydana gelen organik maddeleri bitkinin diğer kısımlarına iletir. İletim 2 yönlüdür. İletim hızı odun borularından yavaştır. Hücreleri canlıdır. Hücreler arası çeper kalbur gibi deliklidir. Bu yüzden kalburlu borularda denir. 4’e ayrılır.
                  a) Kalburlu borular
                  b) Arkadaş hücreleri
                  c) Floem parankiması
                  d) Floem sklarenkiması

                  5- SALGI DOKU
                  Hücreleri canlı, bol sitoplazmalı ve iri çekirdeklidir. Hücreleri tek tek bulunabildiği gibi grup halinde de bulunabilirler. Hücre içi (süt gibi) veya hücre dışı (reçine gibi) salgılar vardır. Salgı doku tek hücreli olabileceği gibi salgı cebi ve salgı kanalı şeklinde olabilir.
                  Çiçek ve yapraktaki koku ve bal özü salgılar böcekleri çekerek tozlaşmaya yardımcı olur.
                  Yakıcı tüylerdeki salgılar korunmayı sağlar.
                  Reçine ve tonen gibi salgılar bitkiyi zararlı hayvanlardan ve böceklerden korur.
                  Bitkinin yaralanan kısımlarını onarmak için süt borularından süt salgısı gibi salgılar üretir.

                   HAYVANSAL DOKULAR

                  1-EPİTEL DOKU
                  Vücudun dış ve iç kısımlarıyla organların yüzeyini kaplayan bir örtü dokusudur. Epitel doku aynı zamanda farklılaşarak salgı meydana getirir. (Epitel doku embriyonun ektoderm, endoderm ve mezoderm tabakasından meydana gelir.
                  Görevleri 
                  1- Koruma görevi (deri)
                  2- Absarbsiyon görevi (ince bağırsakta)
                  3- Salgı görevi (bezler)
                  4- Duyu alma görevi (Nöroepitel)
                  5- Kasılma görevi (Miyoepitel  bezlerin üzerinde bulunur.)
                  6- Eksresyon görevi (boşalma  böbreklerde)
                  7- Taşıma görevi (Endotelyumda  damar içi döşeyen Epitel)
                  8- Suyun kaybını önler.
                  Genel özellikleri  Epitel hücreleri birbirine sıkı sıkıya bağlanmıştır. Hücreler arasında boşluk yoktur yada çok az bir aralık vardır.
                  Hücreler arasında kılcal damarlar bulunmadığı için beslenmeleri difüzyon yolu iledir. Hücreler için gerekli besin Epitel doku altındaki bağ dokuda bulunan kılcallar tarafından sağlanır.
                  Bütün Epitel hücreleri bazal lamina üzerine oturur.
                  (Epitel hücrelerinin yüzeyleri oldukça gelişmiştir. Örn: bir bağırsak epitelini ele aldığımızda Apikal, lateral, bazal yüzey olmak üzere 3 farklı yüzey bulunur. Epitel hücreleri yan yüzeyleriyle birbirine sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Hücreler arsında kohezyon kuvveti çok fazladır. Bundan dolayı gerilime ve basınca karşı çok dayanıklıdır. Hücreleri bu şekilde birbirine bağlayan kuvvet hücre zarının üzerinde bulunan glikokalirdir. Buradan glikoprotein sentezlenir ve CA+ iyonları da bu kuvvetin oluşmasında etkilidir. Hücreler yaşlandıkça bu bağlantı zayıflar.)

                  Epitel hücrelerinin Apikal yüzeyinde bulunan morfolojik yapılar şunlardır;
                  a) Mikrovilluslar  Epitel hücrelerinin serbest yüzeyinde bulunan stoplazmik uzantılardır. Sıvı materyal taşıyan Epitel hücrelerinde ve Absarbsiyon yapan Epitel hücrelerinde bulunur. İçinde bulunan aktin filosant mikrovilluskarın daha dik, birbirine paralel durmasını sağlar. Aynı zamanda kısmen neden Absarbsiyon kolaylaştırır.
                  b) Stareocilia  Erkek üreme organı olan epidiydimiste ve kulakta duyu kılları olarak bulunur. (reseptör görevi yapar.)
                  c) Cilia  plazma zarının bir uzantısıdır. İç yapısında 9+2 olan mikrotopcuklardan oluşmuştur.
                  Laterol yüzeyindeki morfolojik yapılar şunlardır;
                  Zonula ocaludens  Kapalı temas bölgesi, iki hücre arasındaki sıkı bağlantı bölgesidir.
                  Zonula adheens  Açık temas bölgesi interseluler kısmında düşük elektrodens materyal bulunur. Bu madde 2 hücre zarını birbirine bağlar.
                  Desmosom  2 komşu Epitel hücreler arasındaki bağlantı bölgesi 2 zar arasındaki aralık oldukça belirgindir. Birleşme yerinde komşu hücre zarlarında boşluk olarak isimlendirilen kalınlaşma meydana gelmiştir. Bağ doku üzerinden sitoplazmaya doğru uzanan tonoflament denilen yapılar bulunur. Tonofilorent hücrelere desteklik eder.
                  Hemidesmosom  Yarıdesmosom. Epitel hücrelerin loterol yüzeylerin bazala yakın yerlerinde ve bazal plazma zarı üzerinde bulunur. Plazma zarını bazal laminaya bağlar.
                  Gop junction  2 hücrenin elektriksel olarak bağlandığı yerlerdir. Delikler bulunduğu için delikli geçit bölgeleri de denir.
                  Bazal plazma zarında bulunan yapılar olarak plazma zarı katlamalarını görmekteyiz. Bağırsak epitelinde ve iyon geçicinin fazla olduğu hücrelerde görülür.
                  Bazal mambran  Kollogen tip IV proteinleri laminin ve heporon sülfattan oluşur. Bazal lamina altında bulunan bağ dokuya Kollogen tip VII olurdu. Bilinen ve protein yapısındaki filorillerle bağlıdır.
                  Epidermis bez hücreleri, solunum, üreme, eridotelyum sindirim kanalı Epitel hücrelerinin altında, kas hücreleri,yağ doku ve shwan hücreleri etrafında bulunur. Akciğer ve böbrek planorulus epitelleri arasında bazal lamina bulunur.
                  --Görevi 1- Epitel doku ile bağ doku arasındaki monomolekül değişimini düzenler.
                  2- Hücrelere desteklik etmek
                  3- Bu hücrelerin düzenini, hareketini kontrol etmek
                  4- Kas hücreleri arasında bazal lamina yeni bir sinir-kas bağlantısı oluşturur.
                  Bazal lamina tabakası epitel, kası adipoz ve shwan hücreleri tarafından salınır.
                  A) Örtü epiteli
                  3 kısımda incelenir.
                   Tek tabakalı epitel
                  Tek tabakalı yassı epitel
                   Tek sıralı yassı hücrelerden oluşmuştur.
                   Çekirdekleri yassıdır.
                   Damar içini örten Endotelyumda, vücut boşluğunu örten mezotelyum da
                   Taşımada önemli rol oynar
                  Tek tabakalı kübik epitel
                   Hücrelerin eni boyu birbirine yakındır
                   Çekirdekleri küreseldir.
                   Troid bezinde, böbrekte, tükürük bezinde, ovaryumun serbest yüzeyinde, retinanın pigmentli epitelinde rastlanır.
                   Görevi koruma ve salgı yapmaktır.
                  Tek tabakalı prizmatik epitel
                   Hücrelerin boyu eninden fazladır.
                   Çekirdekleri oval ve bazala yakındır.
                   Bazal ve Apikal olmak üzere 2 tür faaliyeti vardır.
                  Bazal faaliyette  hücre sentez işlerini
                  Apikal faaliyette  hücre sekresyon işini yaparlar.
                  Sekresyon hücre tipine göre yağ sentezledikçe dışarıya gönderir. (Pankreasta)
                  yağ da hücre de biriktirip sonrada hepsini birden dışarıya boşaltır. (Goblet hücresi)
                  Silli veya silsiz olabilirler.
                  Silli olana solunum sisteminde silsiz olana da midede rastlanır.
                   Üzerinde Mikrovilluslar bulunur.
                   Görevi koruma, Absarbsiyon ve salgı yapmaktır.
                  Salgı olarak mukus salgılar. Mukus kaygan ve glikoprotein yapıdadır. Görevi de hücre yüzeyini korumaktır.

                  Yalancı tabakalı epitel
                  Tek tabakalı epitelle çok tabakalı epitel arasında geçit tipi oluşturur. Hücrelerin hepsi bazalların üzerine oturur. Ancak bazı hücreler yüzeye kadar çıkamaz ve diğer hücreler arasına sıkışır alır. Prizmatik hücreleri silli olan bu epitel hücreleri arasında Goblet hücreleri bulunur. Bu hücrelerin kısa ve muntazam olmayan Mikrovilluslar vardı. Goblet hücreleri salgılarını biriktirdikten sonra dışarıya bıraktığı için hücrenin Apikal tarafı şişkinleşerek kadeh görünümünü alır. Bunun için bu hücrelere kadeh hücreleri de denir. Goblet hücrelerinin salgısı olan mukus bulunduğu yer olan trakenin içini devamlı nemli ve kaygan tutar.
                  Yalancı tabakalı epitele büyük solunum yollarında bulunan burun boşluğunda, gözyaşı bezlerinde, silsiz yalancı tabakalı epitele büyük tükürük bezlerinin boşaltma kanallarında rastlanır.
                  Bu tabakanın görevi koruma, salgı ve havadan gelen portikillerin yapışmasını sağlar.
                  Çok tabakalı epitel
                  Çok sıralı epitel hücrelerden meydana gelmiştir. Koruma, salgı ve su kaybını önlemek gibi görevleri vardır.
                  Çok tabakalı yassı epitel  Esas koruyucu korevini üstlenen doku tipi kaidedeki hücreler prizmatik, yüzeydekiler ise yassıdır.
                  Prizmatik hücrelerin çekirdekleri iri ve sitoplazmaları RNA bakımından zengindir. Kübik hücrelerin bulunduğu orta kısımda hücreler arası boşluk meydana gelmiştir. Bu hücreler birbirine köprülerle bağlıdır.
                  Çok tabakalı epitelin kaide kısmında epitel tabakanın altında bulunan bağ doku epitel içine doğru yer yer popillalar oluşmuştur.
                  Çok tabakalı yassı epitel keratinli ve keratinsiz olmak üzere 2 tiptir. Çok tabakalı keratinleşmiş epitele epitele derinin epitel tabakasında rastlanır. Burada hücreler cansızdır ve keratin denilen madde birikimi olmuştur. Çok tabakalı keatinsiz epitele ağız boşluğu, yutak yemek borusu, anüs ve vajinada rastlanır.
                  Çok tabakalı prizmatik epitel  Ter bezi ve ovaryum hücrelerinde görülür.
                  Çok katlı epitel tabakanın içinde çok sayıda renk oluşumunu sağlayan melanin, ter bezi, kıllar, sinir uçları gibi yapılar vardır. Vücudumuzdaki saç, tırnak, kıl gibi yapılar çok katlı epitelin ürünüdür. Çok tabakalı değişici epitel yapı bakımından çok katlı yassı epitele benzer Ancak yüzey hücreleri bulunduğu yerin mekanik değişmelerine karşı devamlı olarak değişmeye adapte olmuştur. Nu epitel doku bütün üriner sistemde görülür. Örn: idrar kesesinde, kesenin dolmasına bağlı olarak yüzey hücreleri genişler ve küçülür. Bu hücreler diğerlerine göre sitoplazmaları RNA, glikojen ve mitokondri bakımından daha zengindir.
                  B) Bez epiteli
                  Epitel hücreleri üzerinde bulundukları bazal lamina ve hemen bunun altında bulunan lamina propiadan gelen bazı maddeleri kullanarak yeni sentezledikleri maddeyi bulundukları ortama veya kılcal damarlara gönderirler. Yeni sentezlenen bu madde sitoplazmada graniller halinde veya kesecikler içinde bulunurlar. Hücre tarafından sentezlenen bu maddeye salgı=sekret, hücrenin bu faaliyetine salgılama=sekresyon denir. Bu faaliyeti yapan hücre veya hücre grubuna bez=glandula denir.
                  Bez epitel hücrelerinde 2 faaliyet vardır.
                   Hücrenin bazal kısmında oluşan bazal faaliyet  hücrenin kendi yaşamı için yapmış olduğu faaliyet
                   Hücrenin görevine bağlı olarak yapmış olduğu faaliyet hücrenin bu faaliyeti Apikal kısmında meydana gelir.
                  Bezler sentezledikleri salgı maddesinden kendileri yararlanmaz salgılanan maddelerden organizmanın diğer kısımları yararlanır.

                  Bezi meydana getiren hücre sayısına göre 2 gruba ayrılırlar.


                  Tek hücreli bezler Çok hücreli bezler
                  Örn: Goblet Diğer bütün bezler

                  Bezler salgının veriliş şekline göre 2’ye ayrılır.


                  Ekzokrin bezler Endokrin bezler



                  Salgılarını kanala verir. Salgılarını kana verir.
                  Örn: tükürük, gözyaşı, ter
                  Mide ve bağırsak bezi
                  Hipofiz, troid, paratroid, böbreküstü.

                  Bezler örtü epitelinin üzerinde bulundukları bağ doku içine çoğalmaları veya bulundukları yerde farklılaşmaları sonucu meydana gelir. Örtü epiteli arasında kalmış bezlere endoepitelyal bezler (Goblet), örtü epiteli dışında kalmış bezlere akzoepitelyal bezler (tükürük) denir. Ekzokrin bezler endoepitelyol bezdir, Endokrin bezler ise ekzoepitelyol bezdir.
                  Bezlerin etrafı bağ dokudan oluşan bir kapsülle sarılıdır. Bu kapsül bazen içe doğru yayılarak beze desteklik eder. Bezdeki bağ doku bölmeleri içinde kılcal damarlar ve sinirler bulunur. Sinir hücreleri bezin uyarılmasını, damarlarda genleşmesini ve salgısının taşınmasına yardımcı olur.
                  Bezler morfolojilerine göre 2’ye ayrılır.


                  Basit Bileşik
                  Düz Bileşik Tüp Alveol
                  bağırsak Dallı ter böbrek Tübilo
                  mide pankreas
                  Karma bezler  Bazı bölümlerinde dış salgı bazı bölümlerinde iç salgı üreten bezlerdir. Örn: pankreas bezi bir bölümünde sindirim enzimi üretir, diğer bölümünde konselerini düzenleyen hormon (insülin) üretir. Eşey bezleri de karma bezdir.


                  Bezlerin salgılarını fiziksel ve kimyasal özelliğine göre

                  Seroz Mukoz Seromukoz

                  Salgı Fiz. Sulu Viskoz Sulu + viskoz
                  Kim. Protein Glikoprotein Protein + glikoprotein

                  Çekirdek Küresel Yassı Hem yassı hem küresel
                  Örn: Pankreas Kalın bağırsak tükürük bezi

                  Bezler salgıların salgılanış şekillerine göre 3’e ayrılır.

                  Merokin Apokrin Halokrin
                   Salgı groküller yada salgı Salgı atılırken hücrenin -- Salgı atılırken hücre
                  moleküller halinde salgılanır. 2/3’ü tahrip olur. Çekirdek tamamen dağılır.
                   Salgı atılırken hücre zarar görmez. Hücrede kaldığı için tamir Örn: ovaryum testis
                   Örn: endokrin, eksokrin bez. eder. Örn: koku bezleri


                  C) Duyu epiteli
                  İşitme, görme, tat ve dokunma duyuları olan organlarda rastlanır. Hücrelerin üzerinde duyu olan kıllarıdır. Hücrelerin arka uçları uzamış ve sinir hücreleriyle bağlantılıdır. Dolayısıyla aldıkları duyuyu merkezi sinir sistemine götürerek cevap yani reaksiyon meydana getirir.

                  2- BAÐ DOKUSU
                  Bitkilerde parankima dokusuna karşılıktır. Bağ dokusu embriyonun mezoderm tabakasından meydana gelir.yani mezensim hücrelerinden oluşur. Organizmada en yaygın olarak bulunan doku bağ dokudur. Doku içinde kan damarı ve sinirler çok yaygındır. Görevleri ise;
                   Destekleyici görev yapar. (organların etrafında kapsül oluşturarak)
                   Bağlayıcı görev yapar.
                   Besleyici görev yapar. (epitel dokunun beslenmesinden sorumludur)
                   Koruyucu görev yapar. (malenfojlar ve plazma hücreleri ile)
                  Bağ dokusu hücreler, lif ve hücre arası maddeden oluşurlar. Esas hücrelerine fibroblast denir. Ve görevi bağ dokunun liflerini oluşturur. Fibroblastlar uzantılara sahiptirler. Diğer hücreleri ise heparin salgılayan mast hücreleri ve fogositoz yapan makrofaj hücrelerdir.
                  Bağ dokunun lifleri 3 tiptir.
                  a) Kollogen lifler  (beyaz lifler) bunlar çok incedir fakat esnek değildir. Bir araya gelerek demet şeklinde bulunurlar. Tendollada bulunan salgılardır.
                  b) Elastik lifler  Kollogenlerden daha kalın, esnek ve dallanmıştır.
                  c) Retikular lifler  Çok ince dallanmamış ve esnektir. Bağ dokusunun diğer dokularla birleştiği kısımlarda ağ şeklinde dağınık olarak bulunur. Kemik iliği ve hücre demetlerinin hemen etrafındadır.

                  Bağ dokusunun içinde ayrıca plazma hücreleri, farklılaşmamış mezensim hücreleri, yağ hücreleri, kan hücreleri ve pigment hücreleri de vardır. Pigment hücreleri renk hücreleridir.
                  Ligomentler kemiği bir başka kemiğe, tendanlar ise kemiği kasa bağlayarak kasları ve iç organları askıda tutan potak beyaz iplerdir.
                  3- Kıkırdak doku

                  bitkilerde destek dokuya karşılıktır. Hücreler arası sert olan bir dokudur. Kemik dokuya göre basınca karşı daha az dayanıklıdır. Yüzeyi esnek ve düzdür.
                  Görevler;
                   Yumuşak dokulara desteklik yapar.
                   Düzgün yüzeye sahip olması nedeniyle eklem yerlerinin kolayca kaymasını dolayısıyla kemiklerin hareketini sağlar.
                   Uzun kemiklerin büyümesini, kısa kemiklerin kalınlaşmasını sağlar.
                   Geçici olarak iskeleti oluşturur.
                  Hücreleri  Kondroblast ve kondrosit denilen2 hücresi vardır.
                  Kondroblastlar  Genellikle çevrede bulunurlar. Matrixi sentezlerler.
                  Kondrositler  Esas kıkırdak hücreleridir. Matroxi sentezlerler.
                  Kıkırdak hücreleri sayıları 1-9 arasında değişen bir grup oluştururlar. Kondrositlerin çevresinde yaygın bir matrix vardır. Bu kısma kapsül denir.
                  Kıkırdak dokunun ara maddesine kondrin denir. Kondrin esnek ve dayanıklıdır. Kıkırdak hücreleri de kondrin içindeki boşluklara yerleşmiştir. Bu boşluklara da Kondroblast denir. Kondroplastlar ara maddeden bir kapsüle ayrılmışlardır.
                  Perikondrim  Kıkırdak doku ile diğer dokular arasında bulunan ara tabakadır. Kıkırdak dokunun büyümesini ve bakımını sağlar.
                  Kıkırdak dokuda kan damarları ve sinirler bulunmaz. Bunun için hücrelerin beslenmesi kondrin aracılığıyla difüzyon ile olur. Artık maddelerde aynı yolla kana geçer.

                  Kıkırdak doku kapsadığı hücre arası madde ve liflere göre 3 kısımda incelenir.
                  1- Hiyalin kıkırdak  Ara maddesi mavimsi renkte şeffaf ve homojendir. Ara maddesi içinde lifler bulunmaz. Genç fertlerde hiyalin kıkırdaktan oluşan iskelet, erginde kemikleşir. Ergin fertlerde kaburgaların uçlarında, eklem yerlerindeki kemiklerin üzerinde, burun ve trakede bulunur.
                  2- Elastik kıkırdak  Ara maddesi içindeki sarı esnek lifler hücreleri birbirinden ayırır. Kulak kepçesi, östaki borusunda bulunur.
                  3- Lifli kıkırdak  Ara maddesi içinde Kollogen lifler çok sıkı bir ağ meydana getirir. Hücreler arası madde ve hücreler azdır. Diz kapağı, uzun kemiklerin eklem bölgeleri, omurlar arasındaki yastıkçıklarda bulunur.


                  4- Yağ doku (Adipöz doku)
                  Hücrelerin nucleus ve sitoplazması kenara toplandığından hücrenin ortasında yağ damlaları birikir. Yağ hücrelerinin ortasında bulunan Kollogen ve Retikular lifler bu hücrelere destek görevini görür. Yağ doku içinde kan damarları ve sinirler yaygındır. Bu bakımdan hormonların kontrolünde kalarak değişikliğe uğrar.
                  Görevleri;
                  Enerji kaynağı olarak kullanılır.
                  Vücut sıcaklığını korumada önemli rolü vardır.
                  Diğer doku ve organların aralarını doldurarak onların şekillerini korumalarında yardımcı olur ve onları basınca, dış darbelere karşı korur.
                  Hücre zarının önemli yapı maddesidir.
                  Bazı hormonları ve vitaminleri oluşturur.
                  Yağda çözünen vitaminlerin çözünerek hücrelere geçmesini ve kullanılmasını sağlar.
                  Taban ve avuç içi gibi yerlerde tampon görevi yapar
                  Yağ doku sarı yağ doku ve esmer yağ doku olarak 2 kısımda incelenir. Esmer yağ doku kış uykusuna yatan hayvanlarda bulunur, insanlarda azdır.

                  5- Kemik doku
                  kemik doku vücudun en sert dokusudur. Yapısında %25 su, %45 inorganik madensel tuzlar ve %30 organik maddeler bulunur. Madensel tuzlar kemiğe sertlik kazandırır. Organik maddeler ise esneklik sağlar. Yaş ilerledikçe tuzların kemiğe birikme oranı yükselir ve kemiğin sertleşmesini sağlar. Bu yüzden çocuk ve genlerde kemik elastiki, yaşlılarda sert ve kırılgandır.
                  Görevleri;
                  İskeleti oluşturur.
                  Beyin ve göğüste bulunan organlar gibi organları korur ve onlara desteklik sağlar.
                  Kan hücrelerini oluşturur.
                  İskelet kaslarının kasılmalarıyla vücudun hareketini sağlar.
                  Vücuda CA deposu durumundadır.
                  Kemik dokusunun hücre arası maddesi osein adı verilen organik bir maddedir. Hücrelerine osteosit denir.
                  Kemikler yapılarına göre 2 kısımda incelenir.;
                  1) Sert (sıkı) kemik  İskeleti oluşturan bütün kemiklerin dış yüzeyleri ile uzun kemiklerin gövdesi sıkı kemik dokusundan meydana gelir. Bu doku iç içe halılar halinde dizilmiş lamelli yapıdadır. Lamellerin ortasında kan damarları ve sinirlerin geçtiği havers kanalı bulunur. Havers kanalındaki kan damarlarından osteositlere besinle O2 iletilirken artıklarda aynı şekilde alınır. Haversleri birbirine bağlayan kanallara da Walkman kanalı denir.
                  Ortasında havers kanalı, etrafında halkasal kemik hücreleriyle aralarını boşluk bırakmadan doldurmuş ara maddeden yapılı lamelli birimlere havers sistemi denir. Kemiklere sertliği bu kısım verir.
                  Bir uzun kemiğin enine kesitine bakılacak olunursa orta kısımda bir kanal bulunur. İlik boşluğu denilen bu kanalın içi sarı, uçları ise kırmızı kemik iliği ile doludur. Bu kısım kemiğin genişliğine büyümesini sağlar. Uzun kemikte kemik kanalına paralel küçük kanallar vardır. Bunlara havers kanalı denir. Havers kanalları arasındaki ilişkiyi Walkman kanalı sağlar. Her havers kanalı etrafında lameller halinde birikmiş olan ara madde içinde kemik hücreleri vardır.
                  Kemiklerin etrafında periost denilen zar vardır. Bu zar kemiklerin beslenmesi, kalınlaşması ve onarılmasını sağlar.

                  Süngerimsi kemik doku  Uzun kemiklerin baş kısmı ile kısa ve yassı kemiklerin uç kısmında bulunur. Sıkı kemiğe oranla daha yumuşaktır. Kırmızı kemik iliği ve boşlukların bulunduğu ince kemik lamellerinden oluşmuştur. Kırmızı kemik iliğinde alyuvarlar, granüllü alyuvarlar üretir.
                  Kemik çeşitleri
                  I. Uzun kemikler  Kol ve bacaklarda bulunur. 2 uçundaki şişkin kısma baş, 2 baş arasında kalan kısmada gövde denir. Uzun kemikte en dışta kemik zarı, baş kısmında ise dıştan içe doğru sıkı kemik doku, süngerimsi kemik doku bulunur. İlik kanalının içinde sarı kemik iliği vardır.

                  Uzun kemiğin baş kısmı ile gövdesi arasında kemiğin boyca uzamasını sağlayan kıkırdak dokudan yapılmış bir tabaka bulunur. Bu tabaka bir süre kemiğin boyca uzamasını sağlar ve daha sonra kemikleşir. Daha sonra kemiğin uzaması eklem kıkırdağı tarafından devam ettirilir.
                  II. Yassı kemikler  Göğüs kafatası ve kaburga kemiklerinden meydana gelmiştir. Bu kemikler dışta kemik zarı, altta sıkı kemik dokusu, onun altında süngersi kemik doku bulunur. Sarı kemik iliği bulunduran kanal yoktur. Sadece kırmızı kemik iliği vardır.
                  III. Kısa kemikler  Omurga, el ve ayak bileklerinde bulunur. Kemiklerin en, boy ve kalınlıkları hemen hemen birbirine eşittir. Yapısı yassı kemiklere benzer.

                  6- Kan doku
                  Kan plazma denilen sıvı bir kısım (%55) ile plazma içinde yüzen kan hücrelerinden (%45) meydana gelmiştir. İnsanda kan hücreleri;
                  alyuvarlar=eritositler, akyuvarlar=lökositler, kan pulcukları=tranbozitlerdir.
                  Görevleri;
                  Sindirilmiş besinleri dokulara taşır.
                  Solunum organlarından aldığı O2’yi dokulara taşır.
                  Dokulardan aldığı CO2’yi solunum organlarına taşır.
                  Metabolizma artıklarını boşaltım organlarına taşır.
                  Hormonları ilgili organlara taşır.
                  Vücut ısısını düzenler.
                  Bağışıklılıkta görev alır.
                  Yaralanma halinde pıhtılaşarak besin vb. kaybını önler.
                  Vücut sıvılarının PH’sını sabit tutar.
                  Kan plazması  Kanın %55’ini oluşturan sıvı kısımdır. %90-92’sini su, %7-8 kadarını da proteinler oluşturur. Plazma vücudun çeşitli bölgelerinde arasında madde taşınması ve madde geçişine yardım eden, hafif bozuk (ph=7,4) olan bir sıvıdır. Plazmada ayrıca karbonhidratlar, lopitla hormonları, tuzlar, antiler, enzim, fibrinojen, diğer bazı maddeler bulunur. Plazmada bulunan maddelerin hormonunun özel ve çok önemli görevleri vardır.
                  Örn: fibrinojen  kanın pıhtılaşmasında rol oynar.
                  Albumin ve plokuninler  kanın osmotik basıncını düzenler.
                  Alyuvarlar  Kan plazması içinde diğer hücrelere göre en fazla bulunur. 1mm3 kanda 4-5 milyon eritosit bulunur. Bu sayı erkek ve kadınlarda fark gösterdiği gibi, coğrafi bölge, yapılan iş, yaş, beslenmede de etkilidir.
                  Anemi denilen hastalık kandaki alyuvar veya hemoglobin miktarının azalmasıdır. Yapılarında O2 ve CO2 taşınmasında görev yapan hemoglobin bulunur.
                  Hemoglobin kana ve alyuvarlara kırmızı renk veren, diğer özel proteinlerle birlikte kan ve vücut sıvısının asit-baz dengesini kurar. Alyuvarlar kan pulu anti, erlerinide bulundururlar. Alyuvar hemoglobin sayesinde solunum gazlarının taşınmasını sağlarlar. Yükseklere çıkıldıkça alyuvar sayısı artar.
                  Alyuvarlar  Eritositlere göre daha az sayıdadırlar.çekirdekli beyaz kan hücreleridir. Kırmızı kanın iliği, lenf düğümlerinde ve lenfoid organlarda üretilir. 1m3 kanda ortalama 7bin kadardır. Serbest hareket etme özelliğine sahiptir. Bu hareket stoplazmik uzantılarla sağlanır.
                  Sitoplazmalarında granül bulunup bulunmamasına göre 2’ye ayrılırlar.
                  1- Granüllü lökositler  Bazofil, eosnofil, nötrofil
                  2- Granülsüz lökositler  lenfosit
                  Akyuvarların sayısı hastalık anında artar, korumada görev alır. Ömürleri 2-4 gündür. Bazen minapları fogositozla etkisiz hale getirilirken, bazen de antikor ve antoksin üreterek korumada görev alır.
                  Kan pulcukları (trombositler)  Kemik iliğindeki büyük hücrelerden kopan poreolardır veya akciğerdeki fogositik hücrelerden meydana gelirler. 1mm3 kanda ortalama 300bin kadardır. Ömürleri 9-10 gündür. Renksiz ve çekirdeksizdirler. Kanın pıhtılaşmasında görev alırlar.
                  Kanın pıhtılaşması  Kan hava ile karşılaşınca trombonitler trombokinaz denilen bir enzim salgılar. Bu enzim karaciğer tarafından salınan ve kanın damar içinde pıhtılaşmasına engel olan heparini nötrolize eder. Sonra trombolunaz CA++’un etkisi ile protonları trombine çekmiştir. Meydana gelen trombinde fibrinojeni fibrine çevirir ve fibrinde kan hücreleri ve plazmayı sürükleyerek dibe çöker ve pıhtıyı oluşturur. Bir süre sonra fibrin büzülüp sıkışarak bir miktar asrımsı suyu dışarı verir. Buna serum denir.
                  Kan grupları
                  Kan gruplarının beslenmesinde 2 faktör önemlidir.
                  Kan plazmasındaki antikor proteini
                  Alyuvarlardaki antijen proteinidir.

                  A kan grubunda olan kişide A antijeni, Anti B antikoru vardır.
                  B kan grubunda olan kişide B antijeni, Anti A antikoru vardır.
                  AB kan grubunda olan kişide A ve B antijeni, yoktur
                  0 kan grubunda olan kişide antijen yok, Anti A ve B antikoru vardır.

                  0 (genel verici)

                  A A B B


                  AB (genel alıcı)
                  A kan grubuna sahip kişiye Anti A verilirse alyuvarlar parçalanır. Birbirine yapışıp bozulur. Bu olaya agutinasyon denir.
                  RH  Rh(+)  Rh antijeni var, Anti Rh yoktur.
                  Rh (  Rh antijeni yok, Anti Rh vardır.

                  7- Kas doku
                  Canlı organizmada hareketi meydana getiren yapılardandır. En önemli özellikleri kasılma özelliğidir. Bu sayede hareketi solunum, dolaşımı boşaltım üreme, görme vb görevleri vardır. Kaslar vücut şeklin korunmasında ve desteklenmesinde görev yapar.
                  Hücreler ince uzun iplik şeklindedir. Kas hücrelerinin zarına sarkolemma, plazmalarına sarkoplazma denir. Hücreler içinde kasılma yeteneğine sahip olan proteinden yapılmış lifçikler vardır. Bunlara miyofibril denir. Miyofibriller aktin ve miyozin denilen proteinden oluşur. Kas hücrelerinin arasına bağ doku ile sarılıdır. Bağ doku içinde kan damarları ve sinirler bulunur. Kasılma için gerekli enerji O2’li solunumundan elde edilir. Bazen de O2’siz solunumdan elde edilir. Düz kası, çizgili kas ve kalp kası olmak üzere 3 tiptir.
                  1- Düz kaslar  hücreleri ince uzun ip şeklindedir. Çekirdekleri hücrenin orta kısmında bulunur. Düz kas hücreleri bir araya gelerek demet oluştururlar ve etrafları bağ dokuyla sarılmıştır. Her düz kas hücrenin içinde bulunan miyofibrillerin aynı yönde çalışması ile kasın kasılıp genişlemesi sağlanır. Düz kaslar isteğimiz dışında (otonom sinir sistemi) çalışırlar. Kasılma yavaş ve düzenlidir. Eklem bacaklılar hariç omurgasız hayvanlar düz kasa sahiptir. Omurgalı hayvanlarda iç organlarda (sindirim, solunum, boşaltım, dolaşım, üreme vb.) ve kan damarlarının çeperinde bulunur.
                  2- Çizgili kaslar  İskelet kası da denir. Bu kaslar iskelete bağlanmış olduklarından hareketi sağlarlar. Kasılmaları hızlı, istemli fakat kısa sürelidir. Hücrelerin çekirdekleri hücre zarına yakındır.
                  Elektron mikroskobunda bir çizgili kas demetinin ince, uzun, silindirik kas liflerinden oluştuğu görülür. 1 tek kas lifini inceleyecek olursak onunda birçok lifçikten oluştuğu görülür. Bir lifçik ise protein lifçiklerinden meydana gelmiştir. Bu ipliklerin düzenli bir şekilde sıralanması ile lifçik koyu (A bandı) ve açık (I bandı) renkte görülen bantlar halinde uzanır.bu iplikçiklerin kalın olanlarına miyozin, ince olanlarına ise aktin denir. Koyu kısım miyozin ve aktinin üst üste gelmesiyle oluşan kısım, ince kısım da sadece aktinden yapılmış kısmı gösterir. Aktin kısmı yoğun proteinden yapılmış bir çizgi ile ortadan ayrılmıştır. Bu çizgiye Z çizgisi denir. İki Z çizgisi arasında kalan kısma sarkomer denir.
                  Çizgili kaslar omurgasızlardan eklembacaklılarda, omurgasızlarda ise üst üste birikmiştir.

                  3-Kalp kası
                  Yapısı çizgili kasa benzer fakat düz kas gibi istemsiz çalışır. Lifler düz değil, dallanmış ve birbiriyle ilişki halindedir. Hücrelerde enine bantlar bulunur. Bunlara disk adı verilir. Embriyodan itibaren kasılmaya başlayıp ömür boyu çalışır.

                  8- Sinir doku
                  Sinir hücrelerine nöron denir. Nöronlar sinir sisteminde uyartıyı taşıyan özelleşmiş hücreler oldukları için, bütün organlar ve birçok dokuyla bağlantıları vardır.
                  Sinir sisteminin başka 2 görevi vardır.
                  I. İç veya dış ortamdan gelen kimyasal veya mekanik değişmeyi ve ısı, ışık gibi duyusal uyartılarla taşınan bütün bilgileri geçirmek, incelemek ve onlardan yararlanmamızı sağlamak
                  II. Vücudun birçok görevlerini motor, iç organları, zihinsel ve endokrin sistemin faaliyetleri gibi olayları organize ve koordine etmek.
                  Her nöronda bir hücre gövdesi ile gövdeden çıkan uzantılar bulunur. Nöron gövdesi hücrelerdeki normal metabolik olayların meydana geldiği yerdir. Bu yüzden gövde de sitoplazma, çekirdek, mitokondri ve golgi bulunur. Ayrıca sitoplazmada ağ teşkil eden telcikler vardır.
                  Gövdeden çıkan kısa uzantılara dentrit, uzun olanlarına da akson denir. Dentritler bir veya birden çok olabilir.

                  Bazı nöronların aksonlarının çevresinde shwan hücrelerinin oluşturduğu miyelin kılıf denilen yalıtkan bir tabaka bulunur. Beyin ve omurilik sinirleri ile deri ve iskelet kaslarına giden sinirler miyelinlidir. Dolayısıyla miyelinli sinirlerde uyartı daha hızlı iletilir. Miyelinsiz sinirler sempatik ve parasempatik sinirlerdir.
                  Schwan hücreleri akson boyunca boğumlu bir yapı gösterir. Bu boğumlara ranvier boğumu denir. Bu ranvier boğumlarında uyartı madde alışverişini yapar.
                  Nöronlarda impuls denilen uyartı iletimi dentrit hücre gövdesi akson sırasıyla gerçekleşir. Bu impulsların bir sinir hücresinin aksonundan diğer sinir hücresinin dentritine iletilir. Fakat bu aksonla dentrit birbirine değmezler. Bu bağlantıyı sağlayan kısım sinapstır.
                  Nöronlar uzantılarının durumuna göre 3 kısma ayrılırlar.
                  Unipolar (tek kutuplu)  bu tip nöronlarda bir tek uzantı yani akson vardır. Eğer dentrit varsa aksonu biraz ilerisinden çıkar. Örn: gözün retina tabakası
                  Bipolar (iki kutuplu)  Dentrit hücrenin bir kutbundan, akson diğer kutuplara.
                  Multipolar (çok kutuplu)  bir kutuptan sadece akson diğer kısımlardan birkaç noktadan dentrit çıkar. Omurgalılarda nöronların çoğu bu tiptedir.


                  Nöron çeşitleri
                  1- Motor nöronları  Merkezi sinir sisteminden aldığı uyartıları kas ve salgı bezi gibi yapılara götürür. Ve onları faaliyete geçirir.
                  2- Duyu nöronları  Duyu reseptörlerinden aldığı uyartıyı merkezi sinir sistemine taşır.
                  3- Ara nöronlar  merkezi sinir sistemindeki nöronlardır. Duyu ve motor nöronlarının birbirine bağlanmasını ve bilgilerin değerlendirilmesini sağlar.



                  SİNİR SİSTEMİ
                  Tek hücreli canlılarda sinirsel denetim  tek hücreli organizmalarda, bütünlüğü sağlayan ve organizmanın değişen şartlara cevap verilmesine yardımcı yapılar sinir hücreleri değildir. Bu tip organizmalar mesaj taşıyıcı özel molekülleri ve reseptör proteinleri kullanırlar. Özellikle bakterilerde kimyasal maddeler reseptörlerle algılanır. Algılanan uyartılar, kamçı yada sillere iletilerek bakterinin hareketi sağlanır.
                  Amip, öğlena, terliksi hayvan ise sitoplazmada bulunan sinir telcikleri hücre yüzeyindeki siler birbiriyle bağlantılıdır. Uyartılar sinir telcikleriyle değerlendirilip tepki vermesi sağlanır böylece yer değiştirme şeklinde hareket eder. (taksim=göç)


                  Omurgasız hayvanlarda sinir sistemi 
                  Süngerlerde  Sinir sistemi yoktur. Her hücre dış uyartıya karşı tepki gösterebilir. Bir sünger hücresine yapılan uyarı ona bitişik hücreye iletilebilir. Fakat süngerlerde alınan uyartıyı iletmek üzere gelişmiş özel hücreler yoktur.
                  Hidra ve diğer sölentereler de  Uzantıları ile birbirine bağlı bir sinir sistemi gelişmiştir. Bu sisteme sinir ağı veya difüz sinir sistemi denir. Bir hidranın herhangi bir yerinde yapılan uyartı sinir ağıyla her yönde yayılır. İletim bu yüzden yavaş olur.
                  Yassı solucanlardan palanaria’da  Sinir organına ek olarak vücudun 2 yanında birer sinir kordonu bulunur. Palanaria’nın baş kısmında iki sinirsel hücre kümesi vardır. Bunlara sinir düğümü veya gangliyon denir. Bu gangliyonlardan vücudun iki yanına sinir şeridi uzanır. bu sinir şeritleri belirli aralıklarla, enine bağlarla birbirine bağlıdır. Bu sisteme ip merdiveni de denir.

                  Omurgalılarda reseptör hücreler (uyarıyı alan), sinir hücresi (sinyalleri ileten) ve efektör hücresi (tepkiyi oluşturan) olmak üzere en az 3 çeşit hücresi vardır.

                  Omurgalılarda sinir hücresi 

                  Omurgalı hayvanlarda sinir sistemi birbirine benzer. Bu sinir sistemi merkezi ve çevresel olmak üzere iki kısımdır. Omurga içinde omurilik bulunur. Çevresel sinir sistemi organların çevreleriyle ilgili olan ilişkilerini sağlarken, merkezi sinir sistemi uyartıların değerlendirilmesini yapar.
                  Yüksek yapılı hayvanlarda ve insanlarda, çevreden gelen birçok uyarıya hassas olan özelleşmiş hücreler ve yapılar vardır. Bu yapılara duyu organları denir. Duyu organları çok sayıda reseptör hücreleriyle donatılmıştır. Duyu organlarıyla alınan uyartılar veya bilgi, nöronlarla merkezi sinir sistemine iletilir. M.S.S. organizmanın “bilgi işleme ve değerlendirme” merkezidir. Bu merkezde değerlendirilen bilgiler, emre dönüştürülerek vücudun tüm iç salgı bezlerine veya kaslara gönderilir. Uyartıları alarak harekete geçen ve faaliyet gösteren bu yapılara “efektör organlar” denir.

                  Çevreden gelen bilgi

                  Alıcı hücreler


                  Duyu nöronu


                  Ara nöron
                  Sinir sisteminin elemanları

                  Motor nöronu


                  Efektör


                  Motor cevap


                  Balıklarda beyin tek parça, diğer omurlar da 2 yarım küreden oluşur.

                  Uyartının Alınması ve Taşınması
                  Sinir hücresi bir uyarıyla uyarıldığında önce hücre gövdesinde, sonrada akson boyunca meydana gelen değişikliklere impuls denir. Uyarılan hücreler aldıkları uyartıyı hücrenin bir ucundan diğer ucuna veya bir sonraki hücreye uzatılır. Nöronlardan geçen uyartılar hep aynı yöndedir. Uyartının akış yönü dentrit hücre gövdesi akson
                  Bir sinir hücresi dinlenme halindeyken iç kısımda negatif (, dış kısımda pozitif(+) yüke sahiptir. Bu duruma polarize durum denir. Sinir hücresi uyarılınca uyartının geçtiği bölgelerde Na ve k geçişi ters yönde değişir. Böylece uyartının geçtiği yerde kutuplaşma bozularak dış kısım (, iç kısım (+) hale gelir. Buna da depolarize durum denir. Uyartının akışı devam ettikçe bitişik bölgede de kutuplaşma bozulur. Böylece akson boyunca herkir bölge bir önceki bölgeden gelen uyartıyla uyarıldığından bilgi taşıma işi elektro kimyasal dalgalar halinde ilerler.
                  Uyartı sinir hücresinin bir bölgesinden geçtikten sonra akım eskisi gibi kutuplaşır. Yani dinlenme durumuna döner. Yani repolarize olur. Böylece bu bölge yeni bir uyartının geçmesi için hazır hale gelir. Sinir hücresi eğer kutuplaşmaya fırsat kalmadan uyarılırsa bu uyartıya cevap veremez. Uyartı sinir hücresinde ilerlerken daha fazla enerji ve O2 harcar.
                  Bir uyartının nöron üzerinde bir impuls oluşturabilmesi için şiddetinin belirli bir dereceden fazla olması gerekir. Nöronu uyarabilen en az uyartı şiddetine eşik şiddeti denir. Eşik değerde veya eksik değerinin üstündeki uyarılara hücre aynı cevabı verir. Bu şekilde cevap vermeme veya cevap verince bütünüyle cevap verme reaksiyonlarına ya hep ya hiç prensibi denir. Normal şartlarda uyartılar sinir hücresi boyunca aynı hızla ve şiddetle ilerler. Uyarının eksik şiddetinin üstünde olması uyartının akış hızını ve etkisini değiştirmez. Uyartı sayısını uyartının şiddeti ve süresi belirler. Nöronların sayısı, dizilişi arasındaki bağlantılar. Tepkinin derecesinde önemlidir.
                  *İmpuls derecesi artarsa tepki derecesi de artar.
                  Duyu, ara, motor nöronları ve M.S.S. nöronlarında iletilen impulslar aynı özelliktedir. Aynı uyartıların farklı tepkiler oluşturması M.S.S.deki değerlendirme noktalarının farklı olmasından kaynaklanır.

                  Bir nöronun dentriti ile diğer nöronun aksonunun karşılaştığı yere sinaps denir. Sinapslar uyartıların ilk değerlendirme ve kontrol yerleri olup önemli kısımlardandır. Sinapslarda uyartının bir sinir hücresinden diğer sinir hücresine taşınmasını sağlayan maddelere nörotransmitterler denir. Bunların en önemlisi asetikolin ve nöroderolindir. Uyartı sinir hücresinin gövdesinden aksonun ucuna geldiğinde burada bulunan kesecikler içindeki kimyasal moleküller sinaps boşluğuna bırakılır. Bu moleküller sinaps boşluğundan diğer nöronun dentrit zarının yüzeyine gelir.
                  Bunun sonucunda diğer nöronun dentrit zarı uyarılarak aynı şiddet ve özellikte bir uyartı meydana gelir.

                  Uyartının sinapslardan geçişi daha yavaştır. Çünkü geçiş kimyasaldır. Sinapstaki seçici direnç denilen etkiyle impulslar seçici hareketin organlar yerine sadece belirli kaslara veya bezlere iletilir. Böylece her organın gereksiz yere uyarılması engellenmiş olur.


                  MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ
                  Beyin ve omurilik olarak 2 kısımdan oluşur.
                   Beyin  3 katlı bir zarla çevrilidir. Bu zarlar dıştan içe doğru sert zar, örümceksi zar ve ince zar olara adlandırılır.
                  o Sert zar  Kafatası kemiklerine yapışmış olan kalın, dayanıklı bir zardır. Beyini kafatasına bağlar.
                  o Örümceksi zar  Ortadadır ve ince bağ dokusu iplikleriyle iki zarın arasında ağ gibi uzanarak onları birbirine bağlar.
                  o İnce zar  Beyinin en ince girinti ve çıkıntılarına girerek beyin yüzeyine yapışmıştır. Bu zarda bulunan kan damarları beynin beslenmesinde görev alır.
                  Örümceksi zarla ince zar arasındaki boşlukta beyin sıvısı bulunur. Beyin sıvısının görevi beyni şiddetli sarsıntı ve çarpmalardan korumak, beyne gelen kan ile beyni oluşturan sinir hücreleri arasında madde alış-verişini yapmaktır.


                  Beyin 3 kısımdan oluşur.

                  a) Ön beyin  beyinin en büyük kısmıdır. Uç beyin ve ara kısım olmak üzere 2 kısımdan oluşur.
                  i) Uç beyin  2 yarım küreden oluşur. Bu yarım küreler ortadan geçen köprülerle birbirine bağlanmıştır. Bu köprülerde üst kısımlardakine nasırlı cisim alttaki bağlantıya da beyin üçgeni denir. Bu köprüler nöron aksonlarından yapılmıştır. Bu yarım küreler beynin diğer kısımlarını üstten kapatan bir mantar gibidir. Ön beyinden enine geçen bir kesit alındığında, dış kısmından boz madde iç kısmından ak madde olmak üzere iki kısımda görülür. Boz maddeden meydana gelen kısma kabuk da denir. Ve Miyelinsiz nöron gövdelerinden oluşur. Ak madde ise akson demetlerinden oluşur.
                  Uç beyinin dışında hücre yüzeyini genişletmek amacıyla çok sayıda girinti ve çıkıntılar oluşmuştur. Bu girintilerden en derin olanına holondo yarığı denir.
                  Beyin kabuğunda görüntü ve sesle ilgili uyartıları algılayan, sembolleri ve konuşmayı idare eden merkezler vardır.
                  Hafıza, öğrenme, değerlendirme ve hayal kurma gibi faaliyetlerin idare edildiği merkezlerde kabukta yer alır.
                  ii) Ara beyin  talamus, hipotalamus ve hipofiz bezinin arka bölgesini içine alır.
                  Talamus  Bir dağıtım şebekesi gibidir. Duyu sinirleriyle gelen uyartıların iletim merkezidir. Omurilikten ve beynin alt kısmından gelen sinirler ile ön beynin duyu merkezine gelen sinirler buradan geçer.
                  Hipotalamus  Heonostasi ile ilgili düzenlemeler yapar. Salgı yapan sinir hücrelerinin bulunduğu bir yerdir. Bu salgılar hipofiz bezinin özellikle ön lobundan hormon salgılanmasını uyarır. Tüm organların ve sistemlerin çalışmasını hipotalamus etkiler. (su dengesi, karbonhidrat ve yağ metabolizmasını, iştahı, kan basıncını, uyku, vücut sıcaklığını, eşeysel yönelme ve olgunlaşmayı idare eden merkezler yer alır.)
                  *Ara beyinin talamus ve hipotalamus bölgesi, duyu organlarından ve içten gelen bilgileri bütünleştirir. Bu bölgeler sinir ve endokrin sistemin karşılıklı etkileşimini sağlayan çok önemli merkezlerdir.
                  Hipofiz arka lobu  Hormon üreterek organların çalışmasını düzenleyen temel bir bezdir.
                  c) Orta beyin  Ön beyin ve arka beyin arasında ve ön beyinle gözler arasındaki sinir uyartılarını düzenler. Beyincikle ara beyin arasında bulunur. Göz bebeğinin ışıkta büyüyüp küçülmesini, vücut dengesinin sağlanmasını ve kas tonusunu düzenleyen merkezler burada bulunur.
                  d) Arka beyin  Omurilik soğanı ve beyincik olmak üzere iki kısımdan meydana gelir.
                  i) Beyincik  beyin ile omurilik soğanının arasında yer alır. Beyincik kas faaliyetlerinin düzenlenmesi ve vücudun dengesini sağlamaktadır. Çok karmaşık ve ince faaliyetlerin düzenlenmesi beyincikle olur. Beyincik zedelenirse ve alkol alınırsa beyinciği etkilendiğinden dolayı dengesi bozulur ve kas hareketleri düzenlenir.
                  ii) Omurilik soğanı  Yapısı omuriliğe benzer. Dışta ak madde içte boz madde bulunur. Omurilikle beyin arasındaki mesajların taşınmasında vücut içindeki reflekslerin kontrolünde görevlidir.
                  Omurilik soğanındaki sinir merkezleri dolaşım, boşaltım ve solunum gibi önemli olayları düzenler. Solunum, kalp atışı hızı, metabolizma, merkezleri buradadır.

                  Omurilik
                  33 tane omurdan oluşan, omurga kanalının içinde bulunan omurilik, omurilik soğanının devamı şeklindedir.
                  Omurilikte beyinde olduğu gibi 3 katlı bir zar vardır. Bu zarlar arasında BOS bulunur.
                  Omuriliğin enine kesiti alındığında beyindekinin tersine boz maddenin iç kısmında, ak maddenin dış kısmında yer aldığı görülür. Boz maddenin sağ ve sol yanlarında arka, yan ve ön boynuzcuk olmak üzere 3 çıkıntı vardır.
                  Arka boynuzcuklarda  duyu nöronları
                  Ön boynuzcuklarda  motor nöronu
                  Yan boynuzcuklarda  otonom sinir sisteminin sinir merkezleri bulunur.
                  Omuriliğin sağ ve sol tarafından düzenli aralıklarla omurilik sinirleri adını alan 31 çift sinir vardır.
                  Duyu organlarından beyine, beyinden kaslara giden bütün sinirler omurilikten çapraz olarak geçerler. Bu nedenle beynin sol tarafı vücudun sağ tarafını, beynin sağ tarafı da vücudun sol tarafını idare eder.
                  Omurilik dışarıdan çeşitli reseptörlerle alınan uyartıları beyne ve beyinden verilen emirleri de hareket organlarına iletmekle görevlidir. Omurilikte görülen en önemli faaliyetlerden biri istemsiz reflekslerdir. Örn: sıcağa elimizi değdiğimizde hemen geri çekmemiz.
                  Sağlıklı bir insanda görülen ve özelliği değişmeyen ani tepkilere refleks denir. Refleksler dıştan gelen bazı uyartılara karşı organizmanın oluşturduğu ilk ve en kısa cevaptır. Omurilikteki refleksleri gerçekleştiren yapılara refleks yayı denir. Bir çeşit savunma mekanizması olarak düşünülebilir.
                  Basit bir refleks yayında, duyu nöronu, ara nöron ve motor nöronu olmak üzere üç nöron ve iki sinaps yer alır. Duyu nöronu derideki özel duyu reseptörlerden aldığı uyartıyı omurilik içindeki ara nörona taşır. Ara nöron aynı uyartıyı motor nörona ulaştırır. Motor nöron ise bu uyartıyı kaslara götürerek onları faaliyete geçirir. Böylece vücuda en kısa yoldan cevap meydana gelir. Burada vücudun ani olarak yaptığı ilk hareket omurilikten idare edilir. Örneğin parmağımızı sıcak bir cisme değdirdiğimizde çekmemiz basit bir reflekstir. Olayın sonraki yorumlaması ise beyin faaliyetleridir. Yani beyin refleksle meydana gelen olayın ancak sonucundan haberdar olur. Başı kesilen bir tavuğun halen kanat çırpması güzel bir örnektir.


                  Omurilikteki reseptörler 3 tiptir.
                  Kalıtsal refleks  Yeni doğmuş bir bebeğin göz kırpması, meme emmesi fazla ışıkta göz bebeğinin küçülmesi, diz kapağı refleksi doğuştan gelen reflekslerdir.
                  Şartlı refleks  Rus bilgini Pavlon,’un yaptığı zil çalınca köpekte salyaların akması
                  Alışkanlıklar  Beyin çok sık aralıklarla yaptığı ve öğrendiği şeyi omuriliğe yükler. Örn: sigara içme

                  ÇEVRESEL SİNİR SİSTEMİ
                  Beyin ve omurilikten çıkan sinirleri kapsar. Ç.S.S. sinir hücreleri ve sinir düğümlerinden meydana gelmiştir. Sinir düğümleri M.S.S. dışında kalan sinir hücrelerinin gövdelerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Beyinden 12 çift sinir çıkar. Omurilikten 31 çift koruma, duyu ve hareket sinirleri çıkar. En büyük omurilik sinir çifti bozoklara giden siyatik sinirlerdir.
                  Ç.S.S. görev ve işleyiş bölümünden 2 kısımda incelenir.
                  1- Somatik S.S.
                  Motor ve duyu nöronları ile donatılmıştır. Bu nöronların hücre gövdeleri M.S.S. de bulunur. Aksonları ise iskelet kasına gider ve isteğimizle çalışan iskelet kaslarını idare eder. Koşma, şarkı söyleme, yazma gibi beyin kontrolünde olan hareket ve davranışlar bu sistem yardımıyla yürütülür.
                  3- Otonom sinir sistemi
                  isteğimiz dışında faaliyette bulunan bütün iç organlara sinir gönderen özel bir sinirdir. Otonom sinirler omurilik, omurilik soğanı ve hipotalamustaki merkezlerde kontrol edilmektedir. Bu S.S.’de sadece miyelinsiz motor nöron bulunur.
                  Otonom sinir sistemi sempatik ve parasempatik sinir sistemi olmak üzere 2’ye ayrılır. Her iç organa bir sempatik bir para sempatik sinir sisteminden gelen uyartılar zıt yönde etki yapar. Sempatik sinirler organların çalışmasını hızlandırırken, parasempatik sinirler sempatik sinir sisteminin çalışması özellikle zar durumunda kaldığında etkilidir.
                  Kızma, hiddet, heyecan gibi stres durumları sempatik sistemin aşırı çalışmasıyla olur. Örneğin kızma durumunda sempatik sistemin çalışmasıyla kan basıncı, kan glikozu yükselir, kalp atışı hızlanır, kan damarları, terleme artar, göz bebeği genişler. Parasempatik sistem ise yukarıdaki olayları bir süre sonra yavaştan etki yapar.
                  Parasempatik sinirler sindirimi hızlandırırken, kalp atışı ve dolaşımını yavaşlatır, sempatik sinirler sindirimi yavaş bir kan dolaşımı hızlanır.
                  Otonom sinir sistemi hemostosiyide sağlar.
                  Beyinden çıkan en önemli sinir vagustur.
                  Omurilikten çıkan en önemli sinir siyatiktir.


                  TAD ALMA DUYUSU
                  Tat duyusunu alan hücreler dil ve damak epiteline yerleşmiş olup tat tomurcukları adını alır. Tat alma organı olarak bilinen dil aynı zamanda konuşma ve besinlerin ağızda çevrilerek lokmalar halinde yutulmasını sağlar.
                  Dilin tat tomurcukları epitel hücreler arasına yerleşmiş olup porlarla dil yüzeyine açılırlar. Tat tomurcukları tat reseptörleri ve destek hücrelerinden meydana gelmiştir. Tat tomurcukları dil yüzeyindeki popillaların içinde bulunurlar.
                  Su ve tükürükte eriyen tat verici maddeler tat alma tomurcuklarındaki reseptör hücrelerin reseptör molekülleriyle reaksiyona girer ve hücreyi uyarır. Uyarılar duyu sinirlerine aktarılıp beynin ilgili kısmına iletilerek tat duyusu alınmış olur.
                  Bazı insanlar bazı besinlerin tadını alamazlar. Bunlara tat körü denir.
                  İnsanda 4 esas tat ayırt edilir. Aç, tatlı, ekşi, tuzlu olarak

                  Dilin Arka kısmı acıyı Tatları damakla da alınır.
                  Arka kenarları
                  Uç kısımları tatlıyı
                  Orta kısımları tuzluyu

                  *Popillada bulunan reseptörlerin bazıları bir tadı bazıları iki tadı algılayabilecek şekilde özelleşmişlerdir.


                  KOKU ALMA DUYUSU
                  Koku alma organı burundur. Burun ön taraftan iki delikle dışarı açılır, arka taraftan da yutağa açılır. Mukus salgısı yapan bir epitel ile döşenmiş olan burun boşluğu kıllarla kaplıdır. Mukus burun boşluğunun duvarlarını ve kılları nemli tutar. Solunan havanın nemlendirilmesine, ısıtılmasına ve tozların tutularak solunuma uygun hale getirilir. Burun boşluğunun üst kısmında her iki tarafta birer sarı bölge bulunur.
                  Son düzenleme delphin; 08-12-2006, 17:47.

                  Yorum

                  İşlem Yapılıyor