Forumu ilk ziyaretiniz ise, yukarıda bulunan FAQ linkine tıklayın. Mesaj göndermeden önce KAYIT
olmanız gerekebilir. Mesaj göndermeye başlamak için, aşağıdaki seçimden ziyaret etmek istediğiniz forumu seçin.
11 Mart 1971'de İstanbul'da doğdu. Beyoğlu Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra, Boğaziçi Üniversitesi'nde ekonomi okumaya başladı. Üniversitenin ikinci yılında Aktüel dergisine muhabir olarak girdi. 1994'te Boğaziçi Üniversitesi'nden mezun oldu ve ABD''ye gitti.
New York'ta Columbia Üniversitesi Sinema bölümünde yüksek lisans yaptı.
1996'da Türkiye'ye dönen Gülse Birsel, üç ay boyunca ATV'de kahvaltı bülteninin dış haberlerini yazdı. Ardından Esquire dergisinin yayın yönetmeni oldu. Bir yıl bu görevi sürdürdükten sonra Harper's Bazaar dergisinin yayın yönetmenliğine geçti. Bu arada Bazaar Gelin ve Orange dergilerini çıkarttı. 2001 ve 2002 yıllarında Harper's Bazaar, FHM, House Beautiful ve Gezi dergilerinin yayın danışmanlığını yürüttü.
ATV'de yayımlanan Avrupa Yakası adlı dizinin yazarı ve oyuncusudur. Cumartesi ve pazar günleri Sabah gazetesinde yazmaktadır. Bir dönem g.a.g. adlı TV programının metin yazarlığı ve sunuculuğunu yapmıştır. Mart 2003'te gazete yazıları ve bazı g.a.g. metinlerinden oluşan Gayet Ciddiyim adlı kitabı yayımlandı. 2004'te "Hâlâ Ciddiyim", 2005 yılında ise "Yolculuk Nereye Hemşerim?" adlı kitapları yayımlandı. Yazdığı üç kitap da Çok Satanlar arasında yer almıştır...
İlkokulu Cihangir Firuzağa İlkokulu'nda, ortaokulu Beyoğlu Ortaokulunda, liseyi Beyoğlu Taksim Erkek Lisesi'nde tamamladı. Lisedeyken oynadığı "Hisse-i Şayia" adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle tiyatroyla tanıştı. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın Çocuk Bölümü'nde 1962 yılına kadar çalıştı. 1962 yılında Gönül Ülkü ile evlendi ve Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nu kurdu.
1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.
Oynadıgı filimler
1952 İngiliz Kemal Lawrence'e Karşı
1953 Çeto Salak Milyoner
1954 Fındıkçı Gelin
1954 Aramızda Yaşıyamazsın
1954 Şimal Yıldızı
1958 Allı Yemeni
1959 Sevdalı Gelin
1959 Garipler Sokağı
1961 Biz İnsan Değil Miyiz
1961 İki Damla Gözyaşı
1961 Utanmaz Adam
1961 Naciyem
1961 Minnoş
1961 Yedi Günlük Aşk
1961 Külkedisi
1962 Damat Beyefendi
1962 Şaka Yapma
1963 Avare Şoför
1970 Vur Patlasın Çal Oynasın
1971 Çılgın Yenge
1975 Televizyon Çocuğu
1975 Tokmak Nuri
1975 Ah Nerede Vah Nerede
1975 Dam Üstüne Çul Serelim
1992 Burnumu Keser misiniz?
2000 Komser Şekspir
2005 Keloğlan Kara Prens'e Karşı
Oynadıgı diziler
1986 Kuruntu Ailesi (Hüsnü Kuruntu)
2002 Başımıza Gelenler
2003 Baba
2004 Avrupa Yakası
Müzisyen olarak tanındı 70'lerde "Kördüğüm", "Sessiz Gemi", "Otuzbeş Yaş" gibi şarkıları büyük hit oldu. Daha sonra popüler çizginin dışında , yerli dizöz kimliğinde "Tutkulardan intihar", "Beyhude" gibi ilginç albümler yaptı.
Önce tiyatro, sonra televizyon , en son da Talihli Amele'yle sinema oyunculuğuna başladı.
Fikret Hakan ve Ömer Kavur'la evlenip boşandı.
Oynadıgı filmler
Sınav Ömer Faruk Sorak 2006
Babam ve Oğlum Çağan Irmak 2005
80. Adım Tomris Giritlioğlu 1996
Yaz Yağmuru Tomris Giritlioğlu 1993
Devlerin Ölümü İrfan Tözüm 1990
Kurt Kanunu Ersin Pertan 1991
Mine Atıf Yılmaz 1982
Kırık Bir Aşk Hikayesi Ömer Kavur 1981
Talihli Amele Atıf Yılmaz 1980
soru: Nerede doğdunuz? Ailenizden söz eder misiniz?
Levent Üzümcü : İzmir doğumluyum. Çeşme’li bir anne ve Ayvalık’lı bir babanın çocuğu olarak 1972 Temmuz’unda doğdum. Kız kardeşim var, benden 4 yaş küçük. Ailemiz oğlum, eşim ve benden oluşuyor. Oğlumun adı Ada ve iki yaşına girmek üzere.
soru: Eğitimiz?
Levent Üzümcü : İlk, orta, lise hep İzmir’de. Karşıyaka Aydoğdu İlkokulu’nda başladı okul hayatım, Eşrefpaşa Lisesinde orta öğrenim ve İzmir macerası bitti. Sonra Eskişehir macerası başladı. Konservatuvar tiyatro oyunculuğu bölümünü bitirdim. Biri bana 1991 yılında artık bir daha İzmir’de yaşamayacağımı söylese güler geçerdim ama artık hanımköylü oldum, yani İstanbul’lu. Ama İzmir hep yüreğimde ve aklımda kaldı.
soru : Okurken zorluk yaşadınız mı?
Levent Üzümcü : Kısa bir cevap vermem gerekirse şunu söyleyebilirim. Hayatımın en geliştiren ve en aç dört yılıydı.
soru : Tiyaroya nasıl başladınız? İlk ne zaman "sahne tozu" yuttunuz?
Levent Üzümcü : Lise tiyatrosunda. Şimdi Adana devlet tiyatrosu oyuncusu olan hayatımın yönünü değiştiren kişi Savaş Özdemir oldu. Kendisi bu arada en uzun süre sınıf arkadaşım olmuş tek kişidir. Lise ve ardından konservatuvarda sınıf arkadaşıydık. Herkese nasip olmaz liseden sıra arkadaşıyla konservatuvarda sınıf arkadaşı olmak.
soru : Tiyatroda "ustam" dedikleriniz kimler?
Levent Üzümcü : İsim vermektense şöyle söyleyeyim. Keşke Türkiye’de oyunculuk yapan herkes karşılıklı oynadığım oyuncularla oynayabilme şansına sahip olsa.
soru : Yabancı oyunculardan en çık kimi özellikle izler ve başarılı bulursunuz?
Levent Üzümcü : Jack Nicholson, Vanessa Redregrave.
soru : Hem oyuncu hem de yönetmen olarak özgeçmişinizden söz eder misiniz
Levent Üzümcü : Çok sayıda oyunda rol aldım.. Bir de yönetmenlik denemem var. En çok aklımda kalanları Hayvan Çiftliği ve Kuyruklu Yıldız Altında adlı oyunlar. Yönetmenlik yaptığım oyun da “Don Kişot Petmene Karşı” adlı çocuk oyunu idi...
soru : Bir takım hobileriniz vardır. Tiyatrocu biri için "hobi" lüks mü?
Levent Üzümcü : Tabii ki değil. Mesleğini hobi olarak yapanlar da var, mesleğine tapanlar da. Ya da mesleğinin yanında hobi geliştirenler de. Tiyatro oyunculuğu yapanlara önerim mutlaka hobi geliştirmeleri yoksa hayatları bir oyunculuk takıntısı haline gelir, meslek ile hobi iç içe geçer ve uzun vadede kısır bir süreç olur.
soru: Sizin diğer tiyatroculardan bir "fark"ınız var mı? Bu farktan hoşnut musunuz.
Levent Üzümcü : İnsan insana benzemez ki, herkes birbirinden farklıdır. Bu soruya cevap verirsem genellemeleri onaylamıs olurum ki, bu da inandıklarıma ters düşer. Tiyatro oyuncuları şöyledir demekle, “Çorum’dan adam çıkmaz” demenin ne farkı var!
soru : Biraz "günlük hayat"a dair birşeyler sormak istiyorum. Bir gününüz nasıl geçer?
Levent Üzümcü : Fırsatım varsa evde ailemle. Eğer fırsatım yoksa dışarıda provada, çekimde ya da oyunda. Ailem öncelikli gelir her zaman. “Bar, eğlence mekanı” kültürüm çok zayıftır. Ama bunun nedeni evli olmam değil, gece hayatına ve sokağa ilgimin az olması.
soru : Oyunculuğunuzun dışında sizi tanımak istesek nasıl bir erkeksiniz? Maço yanlarınız, kıskanç taraflarınız var mı mesela?
Levent Üzümcü : Maçoluk, kıskançlik gibi az gelişmiş kişiliklerin her türlü zaafı beni rahatsız eder. Sizi etmez mi? Şundan da hoşlanmıyorum mesela; “yanlış bulduğun şeyi hayatında çaktırmadan uygulamaktan; değilim deyip öyle olmaktan” yani kendine ihanetten.
soru : Bu çağın erkekleri bir çok kalıp içine sıkıştırılıyorlar Örneğin "metro****üel" gibi.. Ne diyorsunuz bu kalıplara.
Levent Üzümcü : Dünya kadınlar tarafından yönetilecek bir gün, adı adına böyle olacak. Bence daha düzenliler, daha ayrıntıcılar daha insaflılar. Sırf iyi araba kullanamıyorlar ve yön duyguları yok diye erkekler kendilerini aşağılayadursun, onlar erkekleri kategorize edip istedikleri erkeği resmedip onu cazip kılıyorlar. Biz de yolda yavaş seyreden bayan şoförlere söylenelim duralım. Ya da eşimiz yol bulamazsa kendimizce aşağılayalım. Ama her kim olursak olalım metro****üel olmaya calışalım değil mi?
soru: Güçlü görünmek zorunda mı erkekler? Siz mesela bu kalıbı yıktınız mı hiç? Ağladınız mı örneğin?
Levent Üzümcü : E böyle hayat, etiketler var, imajlar var, yetiştirilme tarzı var, var da var... Tabii ki ağladım. Tabii ki ağlarım. Güçlü görünmek, kasılmak gibi birşey. Güçlüysen güçlüsündür, ağlayınca ne kaybedersin ki gücünden? Yani Nazım Hikmet’in dediği gibi, “ Tahir Zühre’yi sevmeseydi, yahut hiç sevmeseydi, Tahir ne kaybederdi Tahir’liğinden. Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de. Asıl iş Tahir olabilmekte yani yürekte.”
soru : Tiyatroya dönersek yeniden, tiyatro gelecek açısından herkese vaatlerde bulunur mu? (Özetle; gelecek kaygısı olmadan bir insan ömrünün sonuna kadar oynayabilir mi)
Levent Üzümcü : Büyüklerimiz bizden çok daha fazla zorluk çektiler. Bizden daha fazla cefa çektiler, herkese özgüdür gelecek kaygısı, yarın korkusu. Önemli olan kendinle barışıklık yelpazenin olabildiğince esnek olması. Yoksa benim gibi tiyatro sevdalısı biri aç kalabilirdi. Benim açlığım önemli değil ama çocuğun olduktan sonra sorumlulukların fazlalaştıkça, ne yaparsın birşeylerden feragat etmelisin.
İşte eğer bununla barışamazsan çok zorluk çekebilirsin. Tiyatroya birşeyler vermezsen, o senden yer. Çok isterdim insanca yaşayabilecek parayı tiyatrodan kazanıp sadece tiyatroya aktarabilmeyi tüm mesleki enerjimi. Ama siz ona herşeyinizi verirseniz, o sizi asla aldatmaz. Size insanları anlamayı öğretir, insan olmaktan mutlu eder, kimi zaman da insandan utanmanızı sağlar. Methiye düzülür bitmez tiyatroya.
Levent Üzümcü : Çok seçici değilim ama birşeyin yakışmadığını düşünürsem kimse giydiremez bana onu.
soru : Yoga, meditasyon gibi uğraşlarınız var mı?
Levent Üzümcü : Yapana saygım var ben ilgilenmiyorum. Benim için en önemli meditasyon oğlumla, eşimle evde birlikte zaman geçirmek...
soru : Çağa ayak uydurmak gibi bir problemimiz var mı? Ne yaparsınız mesela internet, mesaj, WAP vs gibi teknoloji ile ne kadar ilgilisiniz.
Levent Üzümcü : Aaaaa çok ilgiliyim yahu bunlarla. Anlamaya çalışıyorum hala onları! Ama ADSL bağlantısından tut da, WAP’a kadar herşeyim var. Teknoloji mağazaları ile marketlerin et ve balık reyonları en çok gezmeyi sevdiğim mekanlardır.
soru : Tiyatrocu olarak özel hayatınızı, ilişkilerinizi ne derece "özel" yaşayabiliyorsunuz? Bütün yaşantınızın ortada olması sizi rahatsız ediyor mu?
Levent Üzümcü : Hahahahahhaha yani evli ve mutlu bir aile yaşantısı olan biriyim. Bununla kim ilgilenir ki Türkiye’de? Kumpas yok, gizli kamera yok, aldatma yok, salak sepet beyanatlar yok. Sandığınız kadar göz önünde değilim.
1974 yılının 12 Mayıs günü İstanbul’da doğdum. İlk öğrenimimi Bahariye İlkokulu'nda tamamlayıp tiyatroya ilgi duymama sebep olan Özel Doğuş Lisesi’ni kazandım. Hazırlık sınıfı dahil olmak üzere yedi sene eğitim aldığım bu okulda çok sevdiğim Türkçe öğretmenim sayesinde sahneye adım attım. Çeşitli Liseler arası yarışmalarda "En İyi Erkek Oyuncu" ödülleriyle onurlardırılınca, artık bu yola baş koymam gerektiğine inanıp lise mezuniyetimden hemen sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nün sınavına girdim. Kazanamadım.
Sevgili hocam Hadi ÇAMAN’la tanıştım ve tiyatrosu olan Yeditepe Oyuncuları’nın “Tiyatro Atelyesi”ne kursiyer olarak girdim. Celile TOYON, Tolga AŞKINER ve Göksel KORTAY gibi Türk Tiyatrosu’nun önemli isimlerinden ders alma şansına eriştim. Aynı yıl tiyatronun sergilediği “Oyuncaklar da Sever “ adlı oyunda rol aldım. Bu projeyi "Cephede Piknik" isimli Fernando ARRABAL’ın, Gençlik Festivali için hazırladığımız ve benim baş rolünü üstlendiğim oyunu izledi. Bu oyunla da "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü aldım. Bütün bunların sonunda bu mesleği okullu olarak yapmak istediğime bir kez daha karar verip, fakat buradaki konservatuarı kazanamayınca, Göksel KORTAY’ın ve Faye DUNAWAY’in referanslarıyla Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Central Missouri State University (B.F.A) Theatre Major’a (Güzel Sanatlar Bölümü-Sahne Sanatları) aktörlük eğitimi için girdim. Buradaki dört yıllık eğitimim süresince yaptıklarım diğer sayfalarda mevcuttur.
1996-97 sezonunda Türkiye’ye döndüm ve vefa borcumu ödemek üzere ilk oyunumu yine Hadi ÇAMAN – Yeditepe Oyuncuları’nda oynadım... Küheylan, Sen Beni Sevmiyorrrsun, Kelebekler Özgürdür ve Kalbin Sesi. Daha sonra B.K.M ile tanıştım ve Vizontele Aşk ve Gurur , Herkes Kendi Evinde, Bana Bir Şeyhler Oluyor, Esir Şehrin İnsanları, Vizontele-Tuuba ve Ölümsüz Aşk
Oyunlar
( Highlander Theatre , Warrensburg, MO. )
Terra Nova
Hey God !
Old Fashion ( Müzikal )
Kill Me Before I Do
Flyer
Help Me
Something coudy, Something clear
Jacques and The Master
Zoo Story
Oyunculuğa nasıl başladınız? 1975 doğumluyum. Tiyatro çok istediğim bir daldı. Ama tiyatro okumak isteyen her gencin başına geldiği üzere ben de oyunculuğun geçerli bir meslek olmadığı yönlendirmeleri yüzünden İstanbul Üniversitesi'nde önce reklamcılık okudum. O dönemlerde amatör tiyatroya başlamıştım. Reklamcılığı bitirince artık bir mesleğim vardı. Ve tiyatro okuma özgürlüğünü elde ettim. Ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Bölümü'ne girdim.
* Sıdıka'yla mı başladı televizyon serüveniniz? 1997'de Sıdıka'da oynamaya başladım. Üniversite tiyatrosunda ben Sıdıka'yı Atilla Atalay'ın izniyle, minik hikayelerden oluşan bir oyun haline getirmiştim ve sahnelemiştim. Televizyonda Sıdıka dizisi için bir oyuncu arandığında ise benden söz etmişler, Füsun Demirel'e. Sonra rahmetli Atıf Yılmaz izledi ve benim oynamama karar verildi. Daha sonra Yağmur Zamanı, Aşk Meydan Savaşı, Canım Kocacım, Kaymaklı Ekmek Kadayıfı, Şaşı Felek Çıkmazı ve Anlat İstanbul'da rol aldım.
* Makbule karakteri size her şeyiyle hazır mı geldi? Yoksa sizin de kendinizden ekledikleriniz oldu mu? Gülse (Birsel) çok net iki sayfalık bir karakter analizi yazmıştı, Makbule ile ilgili. Yani çok ipucum vardı, nasıl bir genç kadın olduğuna dair... Ama bedensel anlamda vücut bulmasını ben gerçekleştirdim. Ve Gülse, bunlara gerçekten çok güldü. Kırıtarak yürümesi, terlik şaklatması, göğüslerini kaldırması, kahkülleri falan benden çıktı. Senaryo tamamen Gülse'ye ait. Ama bir sürü şeyi de tabii birlikte kurguladık, 'Bir de böyle bir şey yapıyordur değil mi bu kız hahahaha' diye. Sözler tamamen senaryoda vardı, ama mesela Gülse 'Gözleriyle yediler' yazıyordu. Ben 'Gözleriynennn yidiler'e taşıyorum. Eski lafları yanlış yerde kullanması fikri de tamamen hep Gülse'nindi...
* 'Evde kalmış kız' tiplemesi neden bu kadar üzerinize yapıştı? Gülse'ye söylemiştim ilk bu rolü teklif ettiğinde. Bir dizide de bir erkek eli değmedi elime yahu! Evet yapıştı gibi. Eğer biri evde kalmış kız rolünü oynarsa ve ona benzer bir şey yazılmışsa senaryoda, bundan sonra referans diğer dizilerde oynanmış evde kalmış kız rolleridir. Bir dönem ben hep reddediyordum. Aptal sekreter rolleri geliyordu. Ve hepsi telefonu şöyle açıyorlardı: "Hani Mavi Ay'daki Bayan Topesto" vardı ya... Sanki sözleşmiş gibi. Sanki bütün dizilerdeki sekreterler Mavi Ay'daki Bayan Topesto'ydu. Biraz da şekilsel bir şey. Oynayabileceğim şeyler sınırlı. Güzel kadın vardır, aşk yaşar mutsuz olur... Benim oynayabileceğim roller de belli. Hani evde kalmış çirkin kız durumu...
* Ekranda sizi daha çirkin göstermek için ekstra bir şeyler mi yapılıyor? Televizyondaki kadar çirkin değilim! Ama güzel de değilim. Fotojenik bir tip değilim. Abartılı makyaj, saçlar... Çok da kötü giyiniyor, Makbule. Bir de güzel görüneyim diye bir kaygımız olmadığı için...
* Bu tarz rollerin size teklif edilmesinden rahatsız mısınız? Şimdiye kadar hiç oynamadığım bir rolü birilerinin bana teklif etmemesinden rahatsızım. Bunu bir tek Selim Demirdelen yaptı, 'Anlat İstanbul'da. Fahişe rolü teslim etti. Bir tek o cesur davrandı. Zor bir rol istiyorum, üzerinde çok düşünmek zorunda kalayım.
AMERİKALILAR DA İZLİYOR
* Makbule'yi oynarken model aldığınız biri oldu mu? Adını açıklayamayacağım bir aile tanıdığımız. Evde kalmış. Çocukluğundan genç kızlığına kadar durmadan çeyiz yapmış. Hayali evlenmek, kocasını mutlu etmek, çocuk yetiştirmek olan, sürekli bir şablonun içerisinde yaşayan, aşırı titiz, takıntılı, erkeklerin sürekli kendisini çok beğendiğini zanneden bir aile tanıdığımızdan feyz aldığım oldu. Ama çok değil mi böyle kadınlar... Demode giyinen, bu haliyle çok güzel olduğuna inanan, çok...
* Avrupa Yakası'nın yeni haliyle ilgili nasıl tepkiler alıyorsunuz? Çok pozitif şeyler duyuyorum. Amerikalı bir adam durdurdu geçen gün 'Sizi izliyorum bayılıyorum. En beğendiğim şov programı' diyor. Nasıl anlıyorsun dedim, arkadaşı çeviriyormuş. Engin için de 'The litte man is funny!' (Küçük adam çok komik!) gibi bir cümle kurdu.
ENGİN'LE OYNAMAK ZOR
* Sizin özellikle Engin Günaydın'la çok fazla sahneniz var. Çekimlerde çok eğleniyorsunuz galiba? Engin'in karşısında gülmeden oynamayı başarmak çok zor. Sahnede çabuk gülen kişiye 'dalağı düşük' denir. Ben dalağı düşük biri değilimdir aslında. Ama Engin'in karşısında oynamak o kadar güç ki, her seferinde sizi başka bir biçimde şaşırtıyor. Çoğu zaman tutuyorum kendimi, oyuna kaptırıyorum, Makbule'nin reaksiyonlarını veriyorum ki, hani Hasibe olarak gülmeyeyim.
* Dram oynamak size uzak mı? Hayır, dramatik rollerde de kötü değilimdir. Anlat İstanbul'da 5 dakikalık bir sahnede oynadım, hayatını kendini satarak kazanan bir kadını canlandırdım. Bir sürü insan fark etmiş ve çok güzel şeyler söyledi. Mesela Demet Akbağ, muhteşem bir komedyendir. Ama dramatik bir şey oynayınca herkesten çok ağlatır. Şener Şen de öyle...
* İstanbul Şehir Tiyatroları'nda çocuk oyuncu eğitmenliği yapıyorsunuz... 1996'dan beri İstanbul Şehir Tiyatrosu Çocuk-Genç Eğitim Birimi'nde çalışıyorum. Oyunculuğa hevesi ve yeteneği olan çocuklara eğitim veriyoruz. Tiyatroyu sevdirmeye çalışıyoruz. Çocuklardan profesyonel bir oyuncudan beklediğiniz şeyleri beklememelisiniz. Onun dünyasına girmeyi başarırsanız, hiç beklemediğiniz performansı alabilirsiniz. Bütün bunlara tanık olunca ve kamera arkasını da bilince, çocuk eğitmenliğini tiyatrodan sonra sinema ve televizyona da taşıdım. Babam ve Oğlum'daki Ege Tanman'ı, Yağmur Zamanı'nın Naz'ı Ece Hakim'i ben çalıştırdım. Yine Yağmur Zamanı'nda Tamer'in oğullarını oynayan Bora ve Cem'i, hatta Azra'yı da ben çalıştırdım.
* Çocukların dünyasına girmek zor mu? Çocuk oynamaktan zevk almalı, sıkılmamalı. Çünkü bu bir iş, çocuklar zorunlu işlerden haz etmezler. Onun için oyun halinde tutmanız lazım. Disiplin sağlamak için de çok fazla şımartmamalısınız. Hem öğretmen hem de oyun arkadaşıyım. Bir de setler sağlıklı yerler değil. Uykularına ve yemeklerine dikkat ediyorum, sağlıklı koşullar yaratmaya çalışıyorum. Bütün çocuklu dizilerden talep geliyor. Buna tanık olmak çok güzel. Her çocuklu dizide veya sinema filminde psikolojik alt yapısı olan, oyunculuktan anlayan ve kamera arkasını bilen bir eğitmen olmalı.
* Büyük başarılara imza atmış çocuk oyuncularınız oldu mu? Aslında Şehir Tiyatroları olarak televizyona değil, tiyatroya yetiştirmek için uğraşıyoruz. Bir casting ajansı gibi çalışmıyoruz. Ama ordan çıkıp da Altın Portakal alan oyuncumuz da oldu; Bora Akkaş, Gönlümdeki Köşk Olmasa filmindeki Osman... Yağmur Zamanı'ndaki Bora... Şimdi Taylar Biraderler'in filminde Küçük Kıyamet'te oynuyor. Serhan Arslan, Hayat Bilgisi'nde Kopil'i oynuyor. Onlar, hep çocukken eğitim almış, Şehir Tiyatroları'nın çocuk oyunlarında görev yapmış. Büyüyünce de konservatuvara girmişler.
* Çocuklar bir sınava mı tabi tutuluyor? Önümüzdeki ay ilkokul çocukları için bir sınav yapacağız. Bu konuda Şehir Tiyatroları'ndan bilgi alınabilir. 2 yıllık ücretsiz bir eğitim vereceğiz.
* Peki tiyatro yapıyor musunuz şu sıralar? İstanbul Şehir Tiyatrolarında, Rumuz Goncagül adlı oyununda, rumuzu Gongagül olan kızı oynuyorum. 18 Ekim'de Kağıthane sahnesinde galası var. Komedi ama toplumsal içerikli güzel mesajları olan Timur Selçuk besteleriyle bezenmiş iyi bir oyun.
Kimdir Sarp Apak? Nereden geldi İstanbul'a, hikayesi nedir?
25 yaşındayım. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Ana Sanat Dalı 2004 mezunuyum. Okulu bitirdikten sonra hocam Barış Erdenk vasıtasıyla İstanbul'a geldim. Sadri Alışık Tiyatrosu'nda sahnelenecek 'Ağır Roman' oyunu için. Zaten okulda oynuyorduk bu oyunu. Burada popüler bir kadronun; Meral Oğuz, Cezmi Baskın ve Kerem Alışık'ın katılmasıyla Sadri Alışık Tiyatrosu'nda sahnelendi oyunumuz. Bir sezon oynadım. İstanbul'da ilk profesyonel tiyatro deneyimimin olduğu, oyunculuğun okulda öğrendiğimizden farklı yanları olduğunu görmeye başladım. Ama asla 'evet ben yüzde 100 hazırım' demedim. O senenin
Bu rolü Bu rolü senenin sonunda BKM kendi atölye grubunu kurdu. Ve bir şekilde ben o atölye grubuna dahil oldum.
* Nasıl bir şekilde?
Kadroda bir manken varmış o ayrılmış programı uymadığı için. BKM'de iki arkadaşım var Ersin ve Rıza. Onlar Yılmaz Erdoğan'a "Abi bir arkadaş var, gelsin mi?" demişler. Gittim, o gün BKM'nin atölye grubuna dahil oldum. 1.5 yıl orada çalıştım. O süreç içerisinde 'Organize İşler'de oynadım. (Pinpon topuyla araba çalan bıyıklı karakter ve polis karakteri) 'Sizinkiler Dünya Kaç Bucak' adlı çocuk oyununda oynadım. O arada 'Mutfak' diye ufak bir sahnesi olan, bar-cafe-tiyatro tarzı bir mekan açıldı BKM'nin yanında. Orada Ersin'le yazdığımız skeçleri stand-up yaptık. Geçen yaz, 'Sizinkiler' ile yaptığımız Türkiye turnesinden döndükten sonra 'ne yapacağız bu sezon' diye düşünürken okuldan arkadaşım Öner Erkan aradı. Arçelik reklamlarından ve 'İki Aile' dizisinden bilirsiniz. Gülse Birsel, Öner'i aramış, "Avrupa Yakası'na yeni çaycı karakteri alacağız. Sana oynatmayı düşünüyorum" demiş. Öner de "Ben 'İki Aile' ile anlaştım. Ama aradığınız kriterlere uygun birini gönderebilirim" demiş. 'Tamam' demiş Gülse Hanım. Gittim, metni 10 dakika okudum. Ama çıktıktan sonra iyi hissetmedim, 'Bu şans ayağına kadar geldi, kaleciyle karşı karşıya kaldın ve o gölü atamadın!' dedim. Ertesi gün telefon geldi, Plato Film'e çağırdılar. Dedim ki 'Herhalde o kadar kötüydü ki, ne bu hal diye konuşmaya çağırıyorlar!' Baktım Gülse Hanım, yapımcımız Atilla Aslan ve Öner oturuyor. Öner eliyle 'okey' işareti yapıyor falan... Gülse Hanım çok beğenmiş. Gittikten 5 dakika sonra sözleşme imzaladım. Hayatımın bu kadar hızlı değişeceğini hiç tahmin etmezdim. Bu şansı elde ettiğim için şanslı hissediyorum.
ŞİVE BENİM İÇİN AVANTAJ OLDU
* İzlediğiniz takip ettiğiniz bir dizi miydi Avrupa Yakası?
TV'de en çok maç ve futbol programları izlerim. Dizilerle aram yoktu ama arkadaşlarımın dizilerini izlerdim. Sinemaya, özellikle de komedi filmlerine özel bir ilgim vardır. Diziyi biliyordum elbette ama sürekli takip ediyordum diyemem.
* Ekiple iyi bir uyum yakaladınız mı?
Süper! Çok destek oldular bana, özellikle ilk günlerimde çok şaşkındım. İlk bölüm özellikle çok önemliydi. Benim için en önemlisi, dizinin oturmuş matematiği içinde sırıtmamaktı.
* Sırıtmamak için en büyük avantajınız neydi sizce?Şive en çok rahatlatan etken oldu.
* Neden?
Annem edebiyat öğretmeni, babam makine mühendisi. Mecburi hizmet için Diyarbakır'a gitmiş ailem, ben de orada doğmuşum. Babam Adanalı, annem Hataylı. Bende biraz Araplık var ama onun dışında Güneydoğu bağlantımız yok. Üstelik annem edebiyat öğretmeni ve hep uyarırdı beni güzel Türkçe konuşmam için. Beş yaşıma kadar Diyarbakır'da kaldığım için şiveyi almışım. Arkadaşlarım da var. 'Harbiden oralı mı bu çocuk' sorusunu uyandıracak kadar iyi yapmaya çalışıyorum işimi. Tanrıverdi'yi yüzde yüz savunuyorum. Sette onun gibi düşünmek, konuşmak durumundayım ki; en iyi şekilde canlandırayım rolü.
* Tanrıverdi ile Şesu'nun ortak yanları ve farkları neler?
Sadece geldikleri yer benziyor. Yani ikisi de Doğulu. Şiveleri benziyor, onun dışında karakter olarak çok farklılar. Şesu kadınlara ve gece hayatına düşkün, Tanrıverdi daha prensipli. 'Abla, bacı dediğim bir insana asla başka bir gözle bakmam' diyor. Tanrıverdi'nin şakası yok bir yerden sonra. Gözü kara, değerlerine bağlı bir Anadolu delikanlısı. İstanbul'u ve işin kuralını öğrenmeye çalışan bir adam. Ama o kuralları öğrendiğinde de bozulmayacak bir adam.
* Herkesin ilk tepkisi, Tanrıverdi'nin Şesu'nun bir taklidi olduğu yönündeydi...
Deneme çekiminde verilen metinde Tanrıverdi karakterinin yanında şunlar yazıyordu: 'Yeni gelen çaycıdır, Diyarbakırlıdır, rockçıdır, prensiplidir, şivesi dizideki en koyu şivedir...' Aynı topraklardan geldikleri için hissediş ve gırtlakları aynı. Başta bu eleştirilere üzüldüm. Çünkü özgün bir tip olmasını istedim. Dizinin başlangıcından beri kadroda olan oyuncular, ilk başta bunun olmasının normal olduğunu söyledi. Çünkü aslında karakter bambaşka.
Gülmemek için Engin'e bakmam
* Ortaokuldayken Tanrıverdi gibi ben de Anadolu Rock hayranıydım. Acayip Haluk Levent dinlerdim. Şimdi de genelde rock dinliyorum. Duman, Mor ve Ötesi, Yüksek Sadakat severim. Emre Aydın'ı çok beğendim. Pop da, yabancı sözlü müzik de dinlerim, ama gidip yabancı albüm almam.
* Özgün bir oyuncu olmak en büyük hedefim. Cem Yılmaz, Engin Günaydın, Yılmaz Erdoğan, Zafer Algöz gibi... Performansımı ilerletirken de özgün bir alanda; mesela komedide uzmanlaşmak istiyorum. 60 yaşıma geldiğimde 'usta' densin istiyorum. Ama Uğur Yücel, Fatih Akın ve Yavuz Turgul gibi usta isimlerle çalışmayı, onların bana neler yaptırabileceğini görmeyi çok istiyorum. Tek boyutlu olmak istemiyorum yani.
* Hümeyra, Gazanfer Özcan ve Engin Günaydın gibi önemli isimlerle çalışıyorum, Engin Günaydın ile karşılıklı sahnelerimde genellikle gözlerim ona bakıyor ama görmemeye çalışıyorum, çünkü güleceğimi biliyorum.
* Evciyim ben, gece dışarı çıkan biri değilim. Gündüz çıkarım ama ben genelde arkadaşlarımın evine giderim, kız arkadaşımla evde takılırım. Hâlâ mahalle kültüründe yaşıyorum. Arkadaşlarımla internet kafelerde, halı sahalarda maç yaparım. Yemek yemeği çok severim. Güzel yemek yapan yerleri keşfetmeye çalışırım.
Artık yüzü daha çok görünecek!
* Avrupa Yakası dışında başka projelerde yer alacak mısınız?
Bu akşam yayınlanmaya başlayacak bir reklamda; Sinan Çetin ve Serdar Erener'in çektiği Turkcell reklamında rol aldım. Bu da Serdar Erener'in 100. bölümü çekerken sete gelip beni görmesi ve Gülse Hanım'a beni sormasıyla gelişti. Onlar da o ara reklam için genç oyuncu arıyorlarmış. Gülse Hanım da 'Çok iyidir, Sarp'ı seçebilirsiniz' demiş sağolsun. Ertesi gün bana Plato Film'den telefon geldi. Anlaştık, Ahmet Gülhan'la oynadım. Benim için önemli bir olay bu. Çünkü yüzüm daha çok görünecek. Çok reklam veren bir firma olduğu için çok önemli bir şans bu. Bunun dışında Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda oynuyorum. 'Öp Babanın Elini' adlı oyunda. Gazanfer Hoca ile her provamız bir ders niteliğinde. Ondan bir şeyler öğrenmek, her şeyi bir kenara bırakın; bir kariyer nasıl 50-60 yıl nasıl sürdürülür, bunu görmek benim için çok önemli. Hayatımın önemli bir değişimi oldu bu tiyatro da. Avrupa Yakası'na başlamadan önce okuma provası sırasında Gazanfer Hoca 'Bu sene bir tiyatro yapıyor musun? Seninle çalışmak isterim' dedi. Ben de 'Hayır yapmıyorum, zevkle size katılırım' dedim. 11 Kasım'da prömiyerimiz var. Aynı zamanda o gün doğumgünüm. Doğumgünü hediyesi olacak bana.
İzmir’den İstanbul’a gelen Şenay Gürler, ekranda sık sık görünmesine rağmen tiyatrodan uzak kaldığı bir buçuk yılın zorluğunu “kendimi yarım hissettim” sözleriyle dile getiriyor.
Günümüzde oyuncu olarak tanınıp tutunabilmek için beyazcamdaki dizilerin birinde görünmek yazılı olmayan bir yasa haline geldi neredeyse. Yetenekli ya da çalışkan olmak pek geçer akçe değil sanki. Örneğin Şenay Gürler, geniş kitleler tarafından “Avrupa Yakası”nda canlandırdığı Fatoş karakteriyle tanınıyor. Peki, o kadar mı Şenay Gürler, o karakterden ibaret mi? Kesinlikle hayır. O bir oyuncu. Hem de oyuncunun er meydanı sayılan, tiyatro ve sinemada var olmasını bilen bir oyuncu. Sinemada ilk olarak “Döngel Karhanesi”nde izlemiştik kendisini, şimdi sıra martın üçüncü haftasında vizyona girecek, Reha Erdem’in bol ödüllü filmi “Korkuyorum Anne”de. Şenay Gürler’in söz konusu filmde en iyi performanslarından birini sergilediğini belirtmekte fayda var.
Tiyatro’ya gelirsek... “Ödenmeyecek”, “İçerdekiler”, “Parkta”, “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”, “Ermişler, Günahkârlar”, “Dolu Düşün, Boş Konuş” gibi oyunlarda rol almış olmasına rağmen ancak televizyon dizilerinde boy gösterdiği vakit dikkatleri üzerine çekebildi. Meltem Cumbul ile Beyazıt Öztürk’lü “Biz Size Aşık Olduk”ta görünmesi yetti aslında. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Neyse ki, kimi oyuncular gibi televizyonun popüler yüzüne kaptırmıyor kendisini, sinema ve tiyatroda oynamanın yollarını da arıyor. İzmirli oyuncular kafilesinden Şenay Gürler. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Fotoğrafçılık bölümü mezunu. 1992 yılında İzmir’den İstanbul’a gelirken yönetmen olma hayali varmış. Zaten öğrencilik yıllarında da üç kısa film çekmiş. Fakat oyunculuk daha ağır basmış. Yönetmen olmaktan vazgeçmese bile o artık iyi bir oyuncu olarak karşımızda.
İzmir’den İstanbul’a gelirken yönetmenlik idealiniz varmış. Ama oyunculukta karar kılmış gibisiniz. Bu süreç nasıl gelişti?
İzmir’de yaşarken, hem okuyup hem de oyunculuk yapıyordum. İstanbul’a gelince hayat şartların nedeniyle para kazanmam gerekiyordu. Önce, seslendirme yapmaya başladım, onu benim için her zaman ayrı bir önemi olan oyunculuk takip etti. Bu durum yönetmenliğe karşı aşkımı bitmedi elbette. Zaman zaman “keşke hayatımın bir döneminde yönetmenlik yapabilsem” diye düşündüğüm oluyor. Bir gün mutlaka bu arzumu gerçekleştireceğime, en azından kısa metrajlı filmler çekebileceğime inanıyorum.
Oyuncu olarak, şöyle arkanıza baktığınızda neler görüyorsunuz? Durumunuzdan memnun musunuz?
Aslına bakarsanız, oyunculuk bitmeyecek bir serüven. Tıpkı, hayat gibi. Her oyunda, her başladığım işte acemi olarak hissediyorum kendimi. Acemiyim zaten. Oyuncuların içinde inanılmaz bir tutku bulunur. Oyunculuk yaptıkça keyif alıyorum. Özellikle tiyatro söz konusuysa bir yandan acı çekiyorsunuz, bir yandan yeni bir şeyler keşfediyorsunuz.
“Döngel Karhanesi” ve “Korkuyorum Anne”de rol aldınız. Son filminizde gerçekten çok iyi bir performans sergiliyorsunuz. Diziler dahi bu yüzünüzü göremiyoruz. Bunun sırrı nedir?
“Döngel Karhanesi” Hakan’ın (Algül) ilk filmiydi. Bence ilk film için başarılıydı. Sette her şeye hâkimdi. Ama filmi izlediğim zaman, -en azından kendi açımdan- kendimi eleştirdiğim birçok yön oldu. Bu nedenle de “Korkuyorum Anne”yi ilk filmim olarak kabul ediyorum. Bir şeyi çok istersiniz ve gün gelir isteğiniz gerçekleşir, “Korkuyorum Anne” biraz bu duruma uygun bir film. Reha Erdem’le çalışmak benim için çok önemliydi. Filmde rol almamı teklif ettiğinde, gerçekten çok heyecanlandım. Bir süre İpek’le (filmdeki karakterin adı) yatıp kalkmaya başladım. Ayrıca Reha, sette hem çok disiplinli hem çok samimi bir yönetmen hem de çok iyi bir arkadaş. Filmin senaryosu da çok sağlam. Senaryo insanı heyecanlandırıyor. Çalışmaya başladığımda elim ayağım titriyordu. Işıl (Yücesoy), Bülent (Emin Yarar), Ali (Düşenkalkar), Köksal (Engür) başta olmak üzere filmin tüm kadrosu Reha’ya inandı. Hepimiz yönetmene inanmasının sağladığı motivasyon, işe de yansıdı sanırım. Ayrıca Reha, bizlere güvendiğini sürekli hissettirdi. Güvensizlik içinde bulunulan bir anda öyle bir açılım getirdi ki, “evet burdan da bakabilirim” diye düşünmeden edemedik.
Dizide gördüğümüz oyuncuyu sinemada izlediğimizde, oyunculuk açısından büyük farklar olduğunu gözlemliyoruz. Dizilerde, oyuncular oyunculuklarını, yönetmenler ise geniş bakış açılarını sergilemekte neden bu derece cimri davranıyor?
Filmde çalışırken bir sahne için bir gün ayırabiliyorsunuz. Belki bu çekilen sahne filmin iki dakikasına tekabül ediyor ama bıkmadan usanmadan en iyisini yakalamak amacıyla çalışıyorsunuz. Televizyon dizileri daha çok tüketime yönelik. Zaten dizilerde, seyircinin hoşuna gidecek birşey yakaladığınızda sürekli onu tekrarlıyorsunuz. Yeni birşey katmaya ya da aramaya ihtiyaç duymuyorsunuz. Sinema ışığıyla, kostümüyle yönetmeniyle çok daha farklı bir alan. Her şeyden önce bir sanat. Yönetmenler de öyle bakıyorlar. Sinema söz konusu olunca daha fazla özen gösteriyorlar. Sonuç olarak sinema, hem oyuncuya hem de yönetmene çok daha heyecan veriyor.
Diziler ekonomik getirinin dışında, oyuncuya ne kazandırıyor?
Öncelikle popülerite sağlıyor. Eğer tiyatroda oynuyorsanız, televizyondan kazandığınız popülerlik sayesinde insanlar sizin yüzünüzü tanıyor ve oyununuza geliyor. Ayrıca artık film cast’ları da dizilerden seçiliyor. “Bu oyuncu geniş kitleler tarafından izlenir”diye düşündükleri için böyle davranıyorlar galiba. Tabii, bir handikapı da göz önünde bulurdurmak gerek, yeteneği olmayan insanlara hak etmediği roller veriliyor. Benim bir sürü yetenekli arkadaşım var, ama işsiz, güçsüz evde oturuyor.
Oyunculuk açısından bir getirisi var mı?
Elbette, sürekli kamera karşısındasınız. Ayrıca kendinizi sürekli izleme şansına sahipsiniz. Bu da kendinizi eleştirme imkânı veriyor.
Üç tane kısa film çektiğinizi öğrendik. Bu filmlerin temaları neler?
Bu filmleri öğrencilik dönemimde çektiğim için, çoğu öğrencinin yaptığı gibi deneysel işler. Sembollerden yola çıkarak bir şeyler anlattım. İlk filmim rüyalarla ilgiliydi. O filmimi hâlâ seviyorum. Ama ikincisi kötüydü (gülüyor). Bitmeyen bir kısa film çekmişim. Aslında hocalarımızın “zor olan basit anlatabilmektir” derdi. Şimdi bir film çeksem aynı konuları seçmezdim, daha basit konuları anlatmayı yeğlerdim.
Sinema eğitimi almış kameranın önünde ve arkasında bulunmuş bir kişi olarak Türk sinemasına nasıl bakıyorsunuz? Favorileriniz hangi film ve sinemacılar?
Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı”nı beğeniyorum. Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet”ini etkileyici buluyorum. Son zamanlarda ise Ahmet Uluçay’ın yönettiği “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” adlı filmi çok samimi buldum ve çok sevdim. Yönetmenlere gelince, Reha Erdem ile ilgili görüşlerimi bir önceki soruda açıkladım zaten, bence onun sineması bambaşka. Halit Refiğ ve Yavuz Turgul’un sinemasını beğenirim. Daha doğrusu, kendi sinema dilini yaratan yönetmenlerin filmleri ilgimi çekiyor diyebilirim.
İstanbul’a geldikten sonra tiyatroyla bağlarınızı da kopartmadınız. Bunun için özel bir çaba sarf ettiniz mi?
Tiyatro aşkım hiç bitmeyecek. Çünkü o bambaşka bir sanat dalı. Sinema aslında yönetmenindir. Onun dünyasının bir parçasısınızdır. Tiyatro ise oyuncunun er meydanı; kişi oyunculuğunu orada gösterir. Canlı canlı çıkıp oynuyorsunuz. Ayrıca oyuncuyu çok dinamik tutan bir tarafı var. Bir buçuk yıldır tiyatroda oynamadım, kendimi çok yarım hissediyorum. Benim için önemli olan ruhumun doyması. Ruhumun doyduğu yer, daha çok kendimle kavga edebildiğim yer oluyor. Benim için de tiyatro böyle bir yer de duruyor.
Doğum tarihi 29 Ocak 1972
Doğum yeri Tokat
Eğitimi Hacettepe Konservatuvar
Mesleği Oyuncu
Engin Günaydın: "Ünlü olmak o kadar kolay ki... Ben de beceriksizi oynayarak ünlü olacağım
Stand up'çı diye anılıp da, bu kuyrukta ön sıraya geçenler kimler?
Önde olan zaten yeterince "fırlamadır." Onlar kendisini bilir. Benim söylememe gerek yok
* Anlaşılan o kadar da beceriksiz bir insan değilsin. Çünkü her şeyi planlamışsın.
Plan yapmaktan nefret ederim. Ama mecbur kaldım. Hayat geçip gidiyor ve her şeyi bazı kurallara bağlamışlar. Ve bu benim hiç hoşuma gitmiyor.
* Bu kuralların dışına çıkabilecek misin?
Tiyatro ile çıkabileceğimi düşünüyorum. Tiyatroda istediğim oyunu oynayabilirim..
* Seyirci gelmezse oynayamazsın...
Seyirci bana gelir.
* Seyircinin nabzına göre bir oyun oynayacaksın ki gelsin. Gelse de, şartlanmış bir seyirci gelecek. Onun beğeni düzeyi senin istemediğin sınırlar, kurallar koyuyor. Bu bir kısır döngü değil mi?
Ben seyirciye enerjisi çok yüksek bir gösteri sunacağım. Fark burada. Zaga'da da on dakikalık bir performans sergiliyorum ama sonra yorgunluktan uyuyup kalıyorum. O gerçeğin içine girmek insanı inanılmaz şekilde yoruyor. Gelenler bu enerjiyi hissedecek
Espri yok ama herkes gülecek
* Gösterinin ismi "O Hikâyedeki Mal Benim" adını taşıyor. Hangi hikâyedeki, hangi mal sensin?
Demin anlattığım, kuyruğun en arkasındaki adamın hikayesi bu. Bir kahramanın değil, ahmak durumuna düşen adamın hikayesi. Aslında hedeflediğim, iç dünyamı, nasıl bir insan olduğumu, neye gülüp neye gülmediğimi seyirciye tarif etmek. Onlarla sohbet edeceğim. O hikâyedeki mal, benim gerçekten. Bu farklı bir oyun. Bu oyunda hiç espri yok. Ama çok gülecekler..
* Hiç espri yok mu? O zaman neye gülsün insanlar?
Biraz seyirci ile birlikte gerçekleşen bir oyun bu. Bir performans aslında. Gerçekten bir oyuncunun yüksek bir performansını görecekler. Bu konuda iddialıyım.
* Tekst yok, köşe taşların belli... Oyun sırasında seyirci ile kurduğun diyaloglarla oyunu yönlendireceksin. Doğru anlamış mıyım?
Evet... Her seans farklı olabilir. Bir oyuncunun sahne üzerinde performansını görecekler.
* Peki komikliği nerede bunun? "Komik değil ama çok gülecekler" dedin..
Aslında bu benim, Zaga'da, Zabıta İrfan'da, Size Baba Diyebilir miyim'de yaptıklarımdan farklı bir şey değil. Oralarda da hiç espri yapmadım. Her şey benim dünyamla alakalıydı ama herkes güldü. Çünkü ortada bir gerçeklik duygusu vardı ve bu insanlara geçiyordu. Bu sefer de öyle olacak. Bir on yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti zaten... 10 yıl sonra da hiç bir şey yapamamaktan şikayet etmek istemiyorum..
* Ama 10 yılda sağlam bir temel atmışsın!
Bütün güvencem geçmişle ilgili. Geçmişimde yaptıklarımdan dolayı garanti verebiliyorum kendime. Yeni çıkmış genç birisi olsam işim zor ve tehlikeli olurdu. Benim için rolü üzerime giymek hiç zor değildir... Samimi olup olmadığını seyirci hemen anlar.
Babam memurdu, annem çarşaflı
* Nasıl bir çocuktu Engin Günaydın? Bugünlere nasıl bir altyapıyla geldi?
Tokat'ın Turhal'ında doğdum. Babam Babam Devlet Demir Yolları'nda memurdu. Annem çarşaf giyerdi. Kalabalık bir aileydik, kahkaha eksik olmazdı. Yer sofrasında yemek yiyerek geçen bir çocukluğum var.
* Peki tiyatro nasıl başladı?
Ankara Hacettepe Devlet Konservatuarı'na girdim. Yatay geçişle İstanbul'a geldim... Başarım, herhalde çok fazla yer değişitirmemden kaynaklanıyor. Değişik yerler görünce, insan kendinden daha emin oluyor. Çünkü artık herkes birbirine benziyor...
Kız arkadaşımı da oyuncu yapacağım
* Evli misin?
Kız arkadaşımla birlikte yaşıyorum. Ekonomi mezunu ama güçlü bir oyuncu olacağını düşünüyorum. Filmimde de var.
* Nasrettin Hoca'nın ipe un serme fıkrasındaki gibi. Önce sahneye çıkacaksın, tiyatronu kuracaksın, sonra filmini çekip sevgilini oynatacaksın, o da çok iyi bir oyuncu olacak...
Aynen. Koyunları telden geçirelim hele.
* Sevgilinin ünlü olma tarihi aşağı yukarı ne zaman?
Ünlü değil de iyi bir oyuncu olacak gerçekten. Filmi seneye çekmeyi düşünüyorum. İki üç milyon seyirci gelsin diye bir derdim yok. 200-300 bin kişi gelsin ama "iyi film" desinler. Küçük bakıyorum işe.
* Allah aşkına bu nasıl küçük bakmak? Stand up'ını yaptın, tiyatronu kurdun, filmini çektin..
Yaptığım işi herkes beğensin diye bir derdim yok benim. Küçük bir lokantam var diyelim. Sadece kuru fasulye yapıyorum. İyi kuru fasulye yemek isteyenler gelsin yeter bana.
Yeni yetmeliği 1980'lerin sonuna denk gelmiş herhangi bir televizyon izleyicisine "Kim Bunlar'ı hatırlıyor musun?" diye sorun, onun "Kim bunlar, kim bunlar..." şarkısını söylemeye başlaması an meselesidir... Kaldı ki, bu şarkı sözleri değiştirilerek tribünlerde bile söylenir olmuştu.
1989 yılında TRT'de yayımlanan bir komedi programıydı "Kim Bunlar". 'Onlar', Ali Poyrazoğlu önderliğinde bir araya gelmiş beş gençti: Levent Kazak, Levent Tülek, Pelinsu Pir, Nilüfer Açıkalın ve Peker Açıkalın. Bir kuşak onların skeçleriyle büyüdü dense yeridir, şimdi nasıl bir başka kuşak 'Gaffur'la büyüyorsa...
Bu beşlinin yaşça en büyüğü, şu sıralar en popüler dönemini yaşayan Peker Açıkalın idi. Engin Günaydın ile birlikte, Ata Demirer'siz kalan "Avrupa Yakası"nın ağırlık merkezini değiştiren adam. Gaffur'un ünü diziyi çoktan aşmış durumda. 'Çubuklu pijama' satışları patlarken, barlarda Gaffur geceleri düzenleniyor, Şırnak'ta "Gaffur Nasılım Spor" adlı bir takım bile kurulmuş... Elinde 'helva keserken unuttuğu' bıçakla gezen kapıcının oğlu Gaffur kimilerine göre Beyaz Türklerin kalesine atılmış bir gol olarak seviliyor. Kendisini "Beyaz Türk" olarak tanımlayan Peker Açıkalın ise doğma büyüme İstanbullu. Baba tarafı Üsküp, anne tarafı ise Selanik kökenli.
'Artık dizide oynamam'1963 doğumlu, üç kardeşin en afacanı Peker, üç kuşaktır manifaturacılık yapan Açıkalın ailesinin tiyatroya meraklı tek çocuğu olarak Florya'da büyür. "Arkası Yarın"lar ve alkış tutkusu baştan çıkarır onu. Aile işini sürdürmesini isteyen babasını önce "İkisini birden yürütürüm" diye kandırır, 13 yaşına geldiğinde ise kesin kararını açıklar: Tiyatrocu olacaktır. "Varoluş nedeni insanı insanla yansıtmaktır" çünkü. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın yetenek sınavına girdiği gün heyecandan sesi kısılır. Bir yıl sonra aynı jürinin karşısına çıkıp alnının akıyla kazanır okulu.
Mezun olduktan sonra Nedim Saban, Taner Barlas ve Ali Poyrazoğlu tiyatrolarında sahneye çıkar. 1987 yılında Nilüfer Açıkalın'la evlenir, 1994'te boşanır. Adının ilk duyulması "Kim Bunlar" ile olur. Komiktir, tuhaftır, insanın hem sinir olup hem kendini izlemekten alıkoyamadığı tipler yaratır. Fakat şansları ilk çıkışlarındaki kadar yaver gitmeyen "Kim Bunlar" ekibinin diğer üyeleri gibi onu da parlak bir rolde görmek mümkün olmaz. Ne tiyatroda, ne sinemada... Televizyonda ise "Cümbüş Sokak", "Gülşen Abi" gibi dizilerde oynadıktan sonra, uzun sürecek "Çiçek Taksi" macerasıyla şansı dönmeye başlar.
Dört sene Taksici Ömer olarak yaşadıktan sonra "Artık televizyon dizisinde oynamam" der. Bir tipin üzerine fazla yapışmasını tercih etmez çünkü. Ama 2002'de gelen "Ekmek Teknesi" "Türk örf âdetlerine uygun bir aile dizisi" olarak, içine sinen 'hamur kokusuyla' onu cezbeder. Neticede bir halk çocuğudur.
2000 yılında eski karısı Nilüfer Açıkalın'la birlikte Orhan Oğuz'un çektiği "Kara Kentin Çocukları"nda oynayarak sinemaya adım atar. Bunu planlamıştır dediğine göre. Tıpkı 2000'de bir kız çocuk sahibi olmayı planladığı gibi.
'Babalık beni insan yaptı'
Bunu izleyen yıllar boyunca basında en çok şarkıcı Niran Ünsal'la kızları Narin Şeker'in velayeti üzerine yaptıkları bitmek tükenmek bilmez tartışmalarla yer alırlar.
Bir gün kızını annesine göstermediği, bir başka gün birbirlerini uyuşturucu kullanmakla suçladıkları için adliye koridorlarını aşındırırlar. Sonuçta Narin Şeker babasında kalır.
2005 yılında tekrar evlenip ikinci kızı Perim Yakut'u kucağına alan Peker Açıkalın, baba olmanın onu insan yaptığını söyler hep. Yıllarca da bütün çalışmalarını akşam eve dönüp kızına yemek pişirebilecek, masal okuyabilecek şekilde ayarlar.
Komik olmayan tek rolünü "Kolay Para" filminde oynar ve bununla yine tek oyunculuk ödülünü alır: 2003 Sadri Alışık En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü. Bu film hayatında bir dönüm noktasıdır. Kış ortasında üzerinde tişörtle oynadığı için önce zatürree olur, ardından aort kökü iltihaplanması nedeniyle tıp literatürüne geçen bir ameliyat geçirir. Kalbi 16 saat dışarıda kalarak aort kökü değiştirilir. 37 kiloya düşen Açıkalın, yarım kalan filmini sayıkladığı 97 günlük yoğun bakımdan adeta yeni bir insan olarak çıkar. Hayatı daha çok ciddiye alan bir insan...
'Beni beğenmiyor musun?'
"Kolay Para"dan sonra "Hababam Sınıfı" ekibine katılır ve Arzu Film'in bunu izleyen "Hababam" ve "Maskeli Beşler" serilerinin vazgeçilmez oyuncusu olur.
İlkinde "Psiko Numan", ikincisinde "Bahattin" olarak yoluna devam ederken, karşısına onu hayatının hiçbir döneminde olmadığı kadar popüler kılacak Gaffur çıkar. Kimdir Gaffur? "Pijama, terlik ve atletten başka hiçbir şeyi olmayan, hayatını 100 kelimeyle devam ettiren bir adam" Açıkalın'ın tanımıyla. Ama işte 'Gaffurmania' ortalığı kasıp kavuruyor.
Kendisi Gaffur'a mesafeli durmaya çalıştığını söylese de artık bu gidişi durdurmak mümkün değil. Kenan Doğulu'nun Gaffur'un dansıyla anılan şarkısı "Çakkıdı", Açıkalın'ın katıldığı programların fon müziği oldu, bütün röportajları bir yerden "Beni beğenmiyor musun?" ya da "Ölümüne kankayız" esprisine bağlanıyor.
Yorum