"Yaban TV, Katliam tv mi?" Güldemir'in yeni kanalına ağır eleştiri!!!
Aykırı yazılarıyla tanınan gazeteci Ersin Tokgöz, Türkiye'nin ilk yaban hayatı ve avcılık kanalı olarak yayına geçen Yaban TV'ye yüklendi. Ersin Tokgöz'ün analizi, Ufuk Güldemir'i biraz kızdıracak!
İŞTE ERSİN TOKGÖZ'ÜN YAZISI
İlk Katliam Kanalı Yaban TV'nin Öğrettikleri
Yıllar önceydi... Bir dervişle ilgili kıssada okuduğum bir cümle zihnimden hiç silinmedi: Yolunun nasıl bir yol olduğunu anlatırken öğrencisine "Bu yola giren yalan demez. Haram yemez. Bu yol, karıncayı bile incitmekten çekinenlerin yoludur..." diyordu. Yolun dini tarafını dışarıda bıraksanız bile, ister Konfüçyüs öğretilerinin din dışı olan ama dini buyruklarla birebir örtüşen yapısı, ister Kant'ın tamamen seküler ahlak anlayışı isterse dini öğretilerin ilahi buyruklar olsun... Buluştukları payda aynıydı; hani olması gereken insani duyarlılığa ve ahlaki duruşa direkt inen bir bakış. Dolayısıyla dar anlamından sıyrılsam da bu söz taşıdığı değer açısından, silinmedi... Onun için, hiçbir zaman anlayamadım bu duruşu ters çeviren ve en nihayetinde kibre denk düşen yönelişleri. Onun için, Türkiye'nin ilk katliam kanalı olan Yaban TV'yi izlerken, katledilenlerden çok, ellerine aldıkları silahla sırf zevk için sonlandırdıkları her yaşamdan sonra attıkları zafer naralarını anlamakta zorluk çekiyorum. Nasıl bir güdü, hangi tatminsizlik, hangi kompleks, hangi bastırılmış şiddet eğilimi adına avcılık diyerek mantığa bürüdükleri bu şiddet eğilimini anlaşılır kılardı? İnsanların Kabil'den kalma yanlarının kan dökmeye meyilli olduğu ve sürekli bastırdıkları bu duyguyu bir şekilde ortaya çıkaracakları/çıkardıkları söylenir. Ama Kabil'in bir amacı vardı en azından. Kötü de olsa, bir davaydı onun için. Hiç olmazsa zevk için öldürmemişti. İyi de, avcılık adıyla yapılan katliam ne menem bir istekti? Anlamak için günlerce izledim avcıları Yaban'da. Gözlerinde okuyabildiğim, yalnızca katıksız bir kibirdi. Hani şeytanın "Benim en sevdiğim günahtır" dediği o marazileştiren haslet. Öldürüyor, seviniyorlardı... Öldürmek için bekliyor, öldürmenin vahşetini beklemenin sabır kısmına atıfta bulunarak derviş edasında "Av, çok gezene değil sabredene gelir" diye manifestoya dönüştürüyorlardı. Bir örnek duruşlar, gözlerde aynı bakış ki tek anlama sabit; kibir... Ne hastalıklı bir duruş... Aslında doğanın insanları ehlileştirdiği, dinginliğe giden yolu açtığı, insanın yabana açıldıkça insani özüne döndüğü söylenir. Ama işte yabana kibirlerinden açılan bu öldürme meraklıları, yabandan dönünce de aynı marazi duruşu sergilemekten geri duramıyorlar. Çünkü yabandan aranan; insanı, insani bağlarından koparan yapaylıklardan kurtulma hevesi değil burada. Genlerin Kabil'e çalan tarafını açık etmek ancak... "Öldürebilecek kadar büyüğüm. Hem de zevk için. Selam olsun sana Mefistofeles!" Tamam, bu hastalıklı varoluşları yabanda kalsa, kibirlerini sadece yabandaki canlıları katlederek gösterseler, kabul etmesek de "tamam" diyeceğiz. Ama bir de "yabandan dönüş" var? Bu sefer ne yapmalı? Öldüren ben, öldürebilen ben, yabanı dize getiren o muhteşem avcı, dokunulmazlığına halel geldiği zaman ne yapar? İşte burada kibirden beslenen korku giriyor devreye... Bakın... Yaban'ın babası Ufuk Güldemir adeta peygamber havasında kerameti kendinden dokunulmazlığını ilan etmiş... Her ne kadar insanlar içine dönse de Alaska'daki o elindeki silahıyla avlarına karşı kazandığı dokunulmazlığı burada da sürdürme sevdasında. Herkesi eleştiriyor, en üst perdeden ahkam kesiyor ama kendisi eleştirilmeye görsün, eleştiriyi geri çektirmek için yaptığı baskılar, avcıdan kaçan avın gösterdiği hırçınlıklar, olmadı susturmak için peşpeşe açtığı davalar... Gırla. Çünkü, belki gören gözü bilgeliğe götürecek yaban gerçeği, kibrin bir son durumu olarak ortaya çıktığı için ters tepki yapmıştır. Her kötü, bir iyiye işaret eder derler. Onun için biz de yabandan öğrenmek için yabana çıkmayız. Sadece aramızda yaşayan yabanlara bakıp ufak ufak ermeye başlarız. Az şey mi?
kaynak: Haberola.com
Aykırı yazılarıyla tanınan gazeteci Ersin Tokgöz, Türkiye'nin ilk yaban hayatı ve avcılık kanalı olarak yayına geçen Yaban TV'ye yüklendi. Ersin Tokgöz'ün analizi, Ufuk Güldemir'i biraz kızdıracak!
İŞTE ERSİN TOKGÖZ'ÜN YAZISI
İlk Katliam Kanalı Yaban TV'nin Öğrettikleri
Yıllar önceydi... Bir dervişle ilgili kıssada okuduğum bir cümle zihnimden hiç silinmedi: Yolunun nasıl bir yol olduğunu anlatırken öğrencisine "Bu yola giren yalan demez. Haram yemez. Bu yol, karıncayı bile incitmekten çekinenlerin yoludur..." diyordu. Yolun dini tarafını dışarıda bıraksanız bile, ister Konfüçyüs öğretilerinin din dışı olan ama dini buyruklarla birebir örtüşen yapısı, ister Kant'ın tamamen seküler ahlak anlayışı isterse dini öğretilerin ilahi buyruklar olsun... Buluştukları payda aynıydı; hani olması gereken insani duyarlılığa ve ahlaki duruşa direkt inen bir bakış. Dolayısıyla dar anlamından sıyrılsam da bu söz taşıdığı değer açısından, silinmedi... Onun için, hiçbir zaman anlayamadım bu duruşu ters çeviren ve en nihayetinde kibre denk düşen yönelişleri. Onun için, Türkiye'nin ilk katliam kanalı olan Yaban TV'yi izlerken, katledilenlerden çok, ellerine aldıkları silahla sırf zevk için sonlandırdıkları her yaşamdan sonra attıkları zafer naralarını anlamakta zorluk çekiyorum. Nasıl bir güdü, hangi tatminsizlik, hangi kompleks, hangi bastırılmış şiddet eğilimi adına avcılık diyerek mantığa bürüdükleri bu şiddet eğilimini anlaşılır kılardı? İnsanların Kabil'den kalma yanlarının kan dökmeye meyilli olduğu ve sürekli bastırdıkları bu duyguyu bir şekilde ortaya çıkaracakları/çıkardıkları söylenir. Ama Kabil'in bir amacı vardı en azından. Kötü de olsa, bir davaydı onun için. Hiç olmazsa zevk için öldürmemişti. İyi de, avcılık adıyla yapılan katliam ne menem bir istekti? Anlamak için günlerce izledim avcıları Yaban'da. Gözlerinde okuyabildiğim, yalnızca katıksız bir kibirdi. Hani şeytanın "Benim en sevdiğim günahtır" dediği o marazileştiren haslet. Öldürüyor, seviniyorlardı... Öldürmek için bekliyor, öldürmenin vahşetini beklemenin sabır kısmına atıfta bulunarak derviş edasında "Av, çok gezene değil sabredene gelir" diye manifestoya dönüştürüyorlardı. Bir örnek duruşlar, gözlerde aynı bakış ki tek anlama sabit; kibir... Ne hastalıklı bir duruş... Aslında doğanın insanları ehlileştirdiği, dinginliğe giden yolu açtığı, insanın yabana açıldıkça insani özüne döndüğü söylenir. Ama işte yabana kibirlerinden açılan bu öldürme meraklıları, yabandan dönünce de aynı marazi duruşu sergilemekten geri duramıyorlar. Çünkü yabandan aranan; insanı, insani bağlarından koparan yapaylıklardan kurtulma hevesi değil burada. Genlerin Kabil'e çalan tarafını açık etmek ancak... "Öldürebilecek kadar büyüğüm. Hem de zevk için. Selam olsun sana Mefistofeles!" Tamam, bu hastalıklı varoluşları yabanda kalsa, kibirlerini sadece yabandaki canlıları katlederek gösterseler, kabul etmesek de "tamam" diyeceğiz. Ama bir de "yabandan dönüş" var? Bu sefer ne yapmalı? Öldüren ben, öldürebilen ben, yabanı dize getiren o muhteşem avcı, dokunulmazlığına halel geldiği zaman ne yapar? İşte burada kibirden beslenen korku giriyor devreye... Bakın... Yaban'ın babası Ufuk Güldemir adeta peygamber havasında kerameti kendinden dokunulmazlığını ilan etmiş... Her ne kadar insanlar içine dönse de Alaska'daki o elindeki silahıyla avlarına karşı kazandığı dokunulmazlığı burada da sürdürme sevdasında. Herkesi eleştiriyor, en üst perdeden ahkam kesiyor ama kendisi eleştirilmeye görsün, eleştiriyi geri çektirmek için yaptığı baskılar, avcıdan kaçan avın gösterdiği hırçınlıklar, olmadı susturmak için peşpeşe açtığı davalar... Gırla. Çünkü, belki gören gözü bilgeliğe götürecek yaban gerçeği, kibrin bir son durumu olarak ortaya çıktığı için ters tepki yapmıştır. Her kötü, bir iyiye işaret eder derler. Onun için biz de yabandan öğrenmek için yabana çıkmayız. Sadece aramızda yaşayan yabanlara bakıp ufak ufak ermeye başlarız. Az şey mi?
kaynak: Haberola.com
Yorum