Kan Ve Kalp Mucİzesİ

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • frantic
    Senior Member

    • 26-01-2004
    • 3696

    #16
    Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

    Savunma Askerlerinin İş Bölümü Vücudun Gizli Koruyucusu Bazofiller

    Birçok insan sistemin kusursuzluğunun bir gereği olarak kanda pıhtı oluşumunun vücuda getirebileceği risklerden genelde habersiz yaşar. Oysa birazdan detaylarına değineceğimiz gibi kanın pıhtılaşması işlemi, benzersiz, kusursuz ve hayat kurtarıcı bir sistem olmasının yanında, yanlış işleyip vücut içinde pıhtı oluşturduğu takdirde insan yaşamı için büyük bir tehlike oluşturabilecek bir sistemdir.

    100 TRİLYON HÜCREYİ KORUYAN ALYUVARLAR
    7 saat bağışıklık savunması
    8-12 gün parazitlere karşı savunma
    Birkaç saat ila birkaç gün enfeksiyonel savunma
    3 gün bağışıklık tetkiki
    bellek hücreleri yıllarca yaşayabilir antikor üretimi
    bellek hücreleri yıllarca yaşayabilir hücresel savunma

    Genel anlamda akyuvarlar adını verdiğimiz savunma hücreleri aslında farklı görevlere sahip çeşitli askerlerden oluşmuştur. Yukarıdaki şemada görülen mükemmel iş bölümü ile her savunma hücresi, nerede hangi görevi yerine getirmesi gerektiğini bilir. Allah'ın insanlar için bir nimet olarak yarattığı bu sistem sayesinde vücudun savunması son derece hızlı ve etkili bir şekilde gerçekleşmektedir.



    Kan, dışarıya çıkıp hava ile birleştiği anda pıhtılaşmaya başlar. Bu, bizim hayatımızı kurtaran mükemmel bir sistemdir. Ancak kan, eğer dışarıda olduğu gibi gezdiği damarlar içinde de pıhtılaşırsa, işte bu durum yaşamı çok kısa bir sürede sona erdirebilir. Bunun için küçücük bir kan pıhtısının, kalbe giden damarlardan bir tanesini tıkaması yeterlidir. İşte bu tehlike, bazofiller tarafından ortadan kaldırılmaktadır.

    Bazofiller kana "heparin" adı verilen bir madde bırakırlar. Bu özel madde, kanın damarların içinde iken pıhtılaşmasını önler. Bir başka deyişle, vücutta meydana gelebilecek muhtemel bir tehlike, daha tehlike ortaya çıkmadan alınan bir önlem ile giderilmektedir. İşte bu, insan vücudunu incelerken sürekli olarak karşılaştığımız önemli bir gerçektir. Tedbir, tehlike başgöstermeden önce alınmaktadır.



    Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? (Gaşiye Suresi, 17-20)




    Heparin, kanı sadece pıhtılardan değil damarı tıkayacak başka maddelerden de korur. Kandaki yağ, bunun bir örneğidir. Heparin maddesi, yağlı bir yemek yendikten sonra da faaliyet halindedir ve yapılan bu temizlik yaşamın devamı için son derece önemlidir.42

    Heparin, insan bedeninin her detayında ortaya çıkan tasarımın bir başka örneğidir. Diğer tüm organlar, dokular, moleküller yerinde olsa, ancak heparin olmasa, insan yaşamı süremeyecektir. Birçok insanın tüm bu karmaşık sistemden habersiz bir şekilde, rahatça yaşayabilmesi sistemin mükemmelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu kadar kompleks, iç içe geçmiş, son derece hassas dengelere dayalı bir sistemin Darwinizm'in iddia ettiği gibi kör tesadüflerin ürünü olması ise olanaksızdır. Yaşam incelendikçe, evrimin gerçekleşmesi kesin olarak imkansız bir süreç olduğu tekrar tekrar ortaya çıkmakta, yaratılış delilleri de bütün açıklığı ile gözler önüne serilmektedir.

    Parazit Avcısı Eozinofiller

    Bu akyuvar türünün düşmanları yakalama konusundaki yetenekleri, vücudun dev savunucuları olan makrofajlar kadar gelişmiş değildir. Ancak eozinofiller bir konuda ustadırlar: Vücuda giren parazitleri hemen ortadan kaldırırlar.

    Parazitler, vücuttaki diğer savunma hücreleri tarafından ele geçirilemeyecek kadar büyüktürler. Bu nedenle vücudun savunma hücreleri, tüm mikroplara karşı mükemmel bir savaş verebilmelerine karşın parazitler üzerinde etkili değildirler. Ancak elbette bu insan bedeni için bir eksiklik değildir. Eozinofillerin varlığı, parazitlerin ortadan kalkması için yeterlidir. Aslında parazitler, eozinofillerden de büyüktür. Buna rağmen eozinofiller parazite tutunup onu öldürmeyi başarırlar.43

    Kemik iliğinde üretilmelerinin sonrasında, ezonofiller dokulara doğru yolculuk ederler. Parazitler vücuda girdiklerinde, lenfosit ve nötrofiller, hemen ezonofilleri harekete geçirecek enzimler salgılarlar. Ezonofillerin parazitleri öldürme yöntemleri ise söz konusu yabancı hücrenin içine toksik madde salgılama şeklindedir. Bu savunma hücreleri, bizleri oldukça önemli tehlikelerden her saniye korumalarına rağmen, ezonofillerin yapısı ve fonksiyonları hakkında bilinenler oldukça azdır.44 Darwinistlerin gelişimini tesadüflere bağlamaya çalıştıkları bu mükemmel yapı henüz tam olarak çözülememiştir. Elde edilen her detay bu hücreleri Allah'ın kusursuz bir tasarımla yarattığını ortaya koymaktadır.

    Yorum

    • frantic
      Senior Member

      • 26-01-2004
      • 3696

      #17
      Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

      Monosit ve Nötrofiller İş Başında

      Yukarıda saydığımız beyaz kan hücrelerinin tümü insan bedenini korumak için görevlendirilmiş askerlerdir. Aldıkları isimler, farklı fonksiyonlar göstermelerinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte aralarında nasıl bir görev dağılımı olduğunu bilmek önemlidir. Bu nedenle, öncelikle nötrofillerin gerçekleştirdikleri "fagositoz" işlemini incelemekte fayda vardır. Bu işlem, monositlerin gelişmiş şekilleri olan makrofajlar tarafından da uygulanan bir yöntemdir.

      Fagositoz işlemi, aslında bir hücrenin nasıl "akıl" kullandığını anlayabilmek için yeterli bir delildir. Vücuda giren sinsi bir saldırgan, bu yöntemle önce kelepçelenir, sonra etkisiz hale getirilir ve ardından da yok edilir. Yöntem son derece sistemli ve her türlü yabancı maddeyi ortadan kaldırabilecek kadar da etkilidir.

      Fagositoz işlemini gerçekleştiren hücrelere genel olarak "fagositler" adı verilmektedir. Fagositlerin en önemli özelliği daha önce de belirttiğimiz gibi, akıllı birer varlık gibi hareket etmeleri adeta etrafı teftiş ederek düşman hücreyi hemen teşhis etmeleri, ona kaçış ve hayatta kalma imkanı vermemeleridir. Bu hücreler, yalancı ayaklar yardımı ile düşman hücreyi kendi içlerine alarak parçalar ve sindirirler. Bunu yaparken, bu hücrelerin vücuda girmiş olan bir yabancıyı nasıl tanıdıklarının üzerinde durmak gerekmektedir. Bu oldukça önemlidir çünkü vücut içindeki mikroskobik canlıların tümü birbirlerine benzerler. Peki bu ayırım nasıl yapılır?


      (a) Makrofaj, çoğalmış olan bakterinin üzerine doğru bir uzantı fırlatır. (b) Böylece bakteri makrofaj tarafından yakalanır. (c) Daha sonra makrofaj, bakterinin hücre zarını delerek onun içini boşaltır.

      Ancak savunma işlemi burada sona ermez. Bakteriden kalan artık parçaların temizlenmesi için makrofaj, bakterinin kimlik bilgilerini alır ve bir flama gibi kendi üzerine yapıştırır. Bu flama, bir başka savunma hücresi olan lenfositlerin daha önce vücuda giren bakteriler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlar.


      Vücudun doğal yapıları, fagositoza dirençli pürüzsüz yüzeylere sahiptir. Allah'ın vücut hücrelerine doğal pürüzsüz bir yapı vermesinin özel bir hikmeti ve önemi vardır. Fagositler genellikle saldırgan hücreleri dış yüzeylerinden tanırlar. Pürüzsüzlük, onlara karşılaştıkları hücrenin "dost" olduğu mesajını verir. Ama eğer bu dost hücrenin yüzeyinde herhangi bir sebeple bir pürüzlenme meydana gelirse bu durumda fagositleri durdurmanın imkanı yoktur. Vücudun kendi dokusu, kendi savaşçısı tarafından yok edilir.

      Pürüzsüz yapının yanı sıra vücudun doğal yapılarının pek çoğu fagositleri iten koruyucu protein kılıflarına sahiptir. Bu kılıfın özel ve gerçek anlamda mucizevi bir savunma mekanizması vardır. Fagositlerin avı olan yabancı parçalarda ve ölü dokularda söz konusu koruyucu kılıf bulunmamaktadır.

      Bütün bunların dışında bağışıklık sisteminin fagositlere yardımcı olan özel bir fonksiyonu bulunmaktadır. Bağışıklık sistemi, genellikle bakteri gibi yabancılara karşı antikorlar geliştirir. Bu antikorlar belirledikleri bakterilerin üzerlerine tutunur ve bakteriyi fagositoz için elverişli hale getirirler. Antikorun yöntemi ise şaşırtıcıdır. Antikor bunu, bir yandan bakteriye bir yandan da fagositlere tutunarak gerçekleştirir.45

      Makrofajlar yüzeylerinden tanıdıkları düşman hücrelerine saldırır ve hücrenin bir bölümünü kendi üstlerine yapıştırırlar. Bu, vücutta düşman olduğunu haber veren ve savunma hareketini başlatan en önemli uyarıdır.

      (1) makrofajlar mikroba saldırır
      (2) makrofajlar mikrobu parçalar ve bu parçalardan bazılarını kendi yüzeyine yapıştırır.
      (3) savunma hareketi başlar
      (4) proteinler salgılanır
      (5) monositler olgun makrofaj haline dönüþmeye başlar.
      (6) vücut ısısı artar
      (7) monasitler
      (8) Olgun makrofaj
      (9) Doğal öldürücüler
      (10) Doğal öldürücüler hastalıklı vücut hücrelerine saldırı.
      (11) saldırıya uğrayan vücut hücresi
      (12) mikrop

      Makrofajlar, mikrobu ele geçirdikten sonra (1) bölgesel bir iltihaplanma başlar. Makrofajlar mikrobun yüzeyinden parçaları kendi üzerlerine yapıştırırlar. (2) Bu da savunma sisteminin harekete geçmesini (3) ve proteinlerin salgılanmasını sağlar. (4) Bazı proteinler monositlerin gelişmesini hızlandırır (5), bazıları da ateşin yükselmesine neden olur. (6)


      Vücut içindeki bir hücrenin kendi görevini bilerek, vücutta yabancı avına çıkması ve bunun için çeşitli donanımlara sahip olması akıl sahibi her insanı biraz durup düşündürmelidir. Fagositler bir gün, aniden karar değiştirip oksijen taşımaya başlamaz veya bir kas hücresi haline gelmezler. Onlar, savunmanın bir parçası olarak yerine getirmeleri gereken görevi, her yeni gün mutlaka eksiksizce gerçekleştirirler. Yaptıkları iş son derece zor ve aynı zamanda da oldukça risklidir. Ama bakteriyi tanıyıp teşhis etme konusunda hiçbir zaman yanılmazlar. Onlar, gözleri olmadığı halde görür, beyinleri olmadığı halde "aklederler ve düşünürler". Bu durumda yaptıklarının gözle, beyinle veya bir başka fiziksel özellikle bağlantısının olmadığı açıktır. Onlar, yeryüzündeki her canlıyı kusursuz özelliklerle donatan ve "her an" gözetimi altında tutan Allah'ın emri altındadırlar. Sahip oldukları sistemlerdeki mükemmelliğin sebebi budur. Allah ayetinde şöyle bildirir:

      Yorum

      • frantic
        Senior Member

        • 26-01-2004
        • 3696

        #18
        Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

        Dokulara giren nötrofiller olgun hücreler oldukları için hemen fagositoza başlayabilirler. Nötrofil, yabancı hücreye yaklaşınca, önce bu hücreye dokunur ve hücre etrafında çeşitli yönlere doğru giden yalancı kollar uzatır. Karşılıklı kollar hücreyi sarar, hücre etrafında karşılaşır ve birbirleriyle kaynaşırlar. Yabancı hücre artık nötrofilin içindedir. Hücre daha sonra hücre zarını kaybederek nötrofil sitoplazmasının içine doğru çöker. Bir nötrofil, ölmeden önce genellikle 5-20 bakteriyi fagosite edebilir, yani yok eder.

        Monositlerin ise görevlerini yerine getirmek için önce gelişmeleri gerekmektedir. Makrofajların ilk hali olan monositler, dokulara geçmeden önce kanda 10-20 saat kadar dolaşırlar. Dokulara geçtikten sonra şişerek genişler ve makrofaj halini alırlar. Fagositoz işlemleri sırasında parçalanmadıkça aylarca hatta yıllarca yaşayabilirler. Doku makrofajları dokularda sürekli olarak enfeksiyonlara karşı savunma sağlayan kusursuz bir sistemdir. Fagositoz yöntemleri ise nötrofillerden daha farklıdır. Genellikle 100 bakteriyi fagosite edebilecek yeteneğe sahiptirler. Nötrofiller, bakterilerden büyük parçaları fagosite edemezken, makrofajlar çok daha büyük parçaları da ortadan kaldırabilirler.

        Nötrofiller fagosite ettikleri hücreleri genellikle kendi içlerinde sindirirler. Bu sindirim sonucunda bakteriden zehirli maddeler salgılanır ve nötrofil en fazla 25 bakteriyi fagosite ettikten sonra, bu zehirli madde kendi ölümüne neden olacak kadar artar. Bir anlamda nötrofil, bizi yaşatmak için kendini feda etmektedir. Bundan sonra artık zehirli bir zararlı madde haline gelen nötrofil, makrofajlar tarafından fagosite edilerek yok edilir.


        ANTİJEN TANITICI MAKROFAJ
        Makrofajın vücuda giren istilacı hücreyi yakalayıp, yok etme yöntemi son derece sistemlidir. Makrofaj, antijenik maddeyi yakalar ve onu MHC klas 1 ve 2 bölgelerini oluşturmak için kullanır, işleme tabi tutar. Antijen, MHC proteinine bağlanarak T hücrelerinin yüzey reseptörlerine uyacak yüzey kompleksini meydana getirir. Kompleksin içerdiği MHC proteini öldürücü T hücresine mi yoksa yardımcı T hücresine mi bağlanacağına kendisi karar verir.

        Makrofajlar ise düşmanlarını sindirdikten sonra, atık parçaları dışarıya bırakabilme yeteneğine sahiptirler. Bu nedenle zehirlenme tehlikeleri yoktur. Bunun bir sonucu olarak oldukça fazla sayıda bakteri öldürdükten sonra bile aylarca hatta yıllarca yaşayabilirler.46

        Bütün bu anlattıklarımız, karşılaştığımız her sistemde hayranlıkla izlediğimiz Allah'ın sonsuz aklının birer delilidir. Vücut içindeki küçücük canlıların, bir düşmanı fark edip ona karşı tedbirler alması, hayranlık uyandırıcı bir durumdur. Ancak bu küçük canlılar, düşmanlarını sadece öldürmekle kalmazlar. Bu düşmanın bir daha vücuda girmesi durumunda ona karşı hazırlıklı olmak için önlem de alırlar. Bu amaçla makrofaj, düşman hücreyi yutunca, ondan, antijen olarak isimlendirilen ve düşmanın kimlik bilgilerini içeren bir bölümü koparır. Bu antijeni bir flama gibi kendi yüzeyine yerleştirerek taşımaya başlar. Bu flama, savunmanın baş kahramanları olan lenfositlerin rehberidir. Makrofajların sağladığı bu ön eğitim sayesinde vücudun diğer savunma hücreleri olan lenfositler, vücudun ana düşmanlarını tanırlar. Bu düşmanlar vücuda tekrar girdiklerinde lenfositler tarafından aniden yok edileceklerdir.


        Savunma sisteminin elemanları sadece düşmanı öldürmekle kalmaz aynı zamanda düşmanın vücuda bir daha girmesi durumunda hazırlıklı olmak için önlem de alırlar. Bütün bunlar olup biterken, birçok insan Allah'ın yarattığı bu mükemmel sistemden habersiz bir yaşam sürer.


        Tüm bu gerçekleri akılcı ve önyargısız bir biçimde değerlendiren bir insan, canlıların kökeninin rastlantılara dayalı bir "evrim süreci" olduğu hikayesinin geçersizliğini kavrayacaktır. Elbette bütün bu gerçekleri bildiği hatta detaylarını incelediği halde ısrarla evrim teorisinin savunuculuğunu yapan kişiler de vardır. Fakat bu kişiler, bu konuda son derece dogmatik davranmakta, sadece Allah'ın apaçık varlığını kabul etmemek için yaratılış delillerine direnmektedirler. Yeryüzündeki birbirinden çeşitli ve hiçbir şüpheye yer vermeyen delillere rağmen, delilsiz bir teoride saplanıp kalmaları, başka açıklama kabul etmemeleri, inkarlarının psikolojik temelli olduğuna işaret eder.

        Üstün güç sahibi Rabbimiz olan Allah'a boyun eğip, O'nun yarattıklarını takdir edip O'nu yüceltmek, kendi benliklerini ilah edinmiş bu insanlara zor gelir. Oysa yapmaları gereken sadece Allah'ın mutlak hakimiyetini görüp, bunu gereği gibi takdir edip Allah'a şükretmektir. Allah'ın yeryüzündeki eserlerini inceleyip tanıyan, her geçen gün yeni muhteşem özellikler keşfeden ve Allah'a iman eden insanlar gün geçtikçe artmaktadır. Öyle ki günümüzde evrim saplantısından kurtularak bu gerçekleri görmgörmeye başlayan çok fazla sayıda bilim adamı vardır.

        Yorum

        • frantic
          Senior Member

          • 26-01-2004
          • 3696

          #19
          Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

          Makrofajların sağladıkları koruma vücut için gerçekten de son derece önemlidir. Düşmanların istilası, birinci planda bu akıllı hücrelerin faaliyetleri sayesinde sindirilmektedir. Peki makrofajlar bu kadar yoğun bir faaliyet içindelerse, bir başka öldürücü hücre olan lenfositlerin varlığı neden gereklidir? Neden vücut için ikinci bir korumaya ihtiyaç duyulmaktadır
          Sağda T hücreleri kanser hücresine saldırıyor. Aşağıda bu işlem sırasında T hücresinin yaptıkları görülüyor. Öldürme işlemi sırasında T hücresi içindeki perforin proteinini açığa çıkarır. Perforin proteinleri hedefteki hücrenin zarında delik açarlar. Böylece sıvı ve tuzlar hedef hücrenin içine girer ve sonunda zararlı hücre içine çökerek ölür.

          (1)T hücresi çekirdeği, (2)T hücresi boşluğu, (3)perforin molekülleri, (4)öldürücü T hücresinin içi, (5)hedef hücrenin içi, (6)hedef hücrenin zarı, (7)T hücresi zarı

          Lenfositler, düşmanları durduracak zehirli kimyasal silahlara sahiptirler. Birkaç mikron büyüklüğündeki bir hücrenin, zehir üretimine başlayabilmesi ve bunu gerekli yer ve durumlarda da kullanmayı başarabilmesi kuşkusuz muhteşem bir dizayndır. Teknolojik imkanları olan akıl sahibi bir insan için bir zehirin üretilebilmesi son derece karmaşık bir işlemdir. Oysa buradaki üretici, kanda dolaşan herhangi bir hücredir ve kuşkusuz hiçbir kimya bilgisine sahip değildir. Dahası, üstün yetenekli lenfosit için sadece bu zehire sahip olması da yeterli değildir. Onu nerede muhafaza etmesi ve nerede kullanması gerektiğini tespit etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde hem kendisi taşıdığı zehirden dolayı zarar görecek hem de vücut, kendi askerlerinin saldırısı ile yenik düşecektir.

          Lenfositler o kadar tedbirli ve akıllıdırlar ki, özelliklerini anlatırken adeta şuurlu bir insandan bahsediliyor izlenimine kapılabilirsiniz. Aslında bu karşılaştırma bile yeterli değildir. Çünkü şuurlu ve tedbirli bir insan bile ister istemez hata yapabilir. Oysa lenfositler için bu ihtimal geçerli değildir. Bu akıllı hücrelerin öncelikle vücut tarafından kendileri için üretilen zehiri ne kendilerine ne de bizlere zarar vermeyecek şekilde taşımaları gerekmektedir.

          Lenfositler, bu maddenin muhtemel zararını bilircesine zehiri kendi hücre zarlarında bulunan keseciklerin içinde taşırlar. Lenfositlerin büyük birtedbirle taşıdıkları bu zehiri hangi hücreye enjekte edeceklerini biliyor olmaları gerekmektedir. Bu bilgiden yoksun olmaları son derece büyük bir tehlikedir, çünkü bu usta savaşçılar vücuttaki "her hücreyi" ortadan kaldırabilecek kadar güçlüdürler. Düşman ile dostu ayırt edememeleri vücuttaki tüm hücrelerin ölümüne neden olabilir.

          Tıp bilimi ile uğraşanlar, bu üstün yeteneğe hayretle şahit olurlar. Lenfositler düşman hücreleri tanır, bu hücrelere yaklaşır ve yanlarında taşıdıkları zehiri bu düşman hücrenin içine enjekte ederler. Gözleri veya kolları olmayan bir mikroorganizma nasıl olup da, görünürde birbirinden pek farkı olmayan bu mikro canlıları ayırt edebilmektedir? Lenfositlerin bu işlem sırasında kullandıkları yöntemler gerçekten de şaşırtıcıdır.


          Resimde HIV virüsünün saldırısına uğramış olan bir T lenfositi görülmektedir. T lenfositleri son derece güçlü hücreler olmalarına rağmen, HIV virüsünün kendisini yenileme hızı karşısında etkisiz kalırlar. Vücuttaki savunmaya tanıtılamayan sürekli değişime uğrayan HIV virüsü, savunma hücrelerine saldırır ve vücuttaki bu sistemi etkisiz hale getirir.

          İnsanlar birbirlerini dış görünümlerinden ve seslerinden tanırlar. Lenfositler ise düşmanlarını sahip oldukları protein moleküllerinden tanırlar. Bakteri ve virüs proteinlerinin her biri, insanın sahip olduğu proteinlerden farklıdır. Bağışıklık hücreleri bu farklılığı hemen algılarlar.47 Bu oturduğunuz eve bir hırsızın girmiş olması gibidir. Siz eve bir yabancının girmiş olduğunu nasıl hemen hissederseniz lenfositler de vücuttaki bu beklenmedik misafiri, sahip olduğu bu farktan dolayı hemen anlamaktadır.

          Bu mucizevi durumu Darwinistlerin kendi teorilerine göre açıklamaları gerekir. Lenfosit bir hücredir ve yaptığı şeyleri deneyip yanılarak "öğrenme" gibi bir durumu yoktur. Evrim savunucularının tüm bunları açıklayabilmeleri için, söz konusu savunma hücresinin zaman içinde vücut hücreleri ile düşman hücrelerini ayırt etmeyi öğrenmesi, bunları nasıl öldüreceğine karar vermesi, bunun için zehir üretmesi, kendine ve içinde bulunduğu bedene zarar vermemek için bu zehiri taşıyacak keseler meydana getirmesi gibi aşamaları izah etmeleri gerekmektedir. Ayrıca tüm bunları yaparken hayatta kalmayı da başarması gerekmektedir. Evrime göre bütün bu aşamalar tesadüfen meydana gelmelidir. Çünkü evrimin temelinde şuurlu ve planlı gelişmeler yoktur. Herşey kontrolsüz bir ortamda rastgele gelişmelidir.

          Şu durumda evrimin iddialarına göre lenfosit de ancak vücudun savunma ihtiyacı başgösterdiğinde, tesadüfi mutasyonlar sonucunda yavaş yavaş bahsettiğimiz özelliklere sahip olacaktır. Tabi, yüzlerce, hatta binlerce yılı alacak olan hayali tesadüfi aşamalar sırasında insan vücudunun nasıl korunacağı meçhuldür. Bu şartlar altında, savunma sistemi gelişmemiş bir vücut, içine giren bakteri veya virüs nedeni ile birkaç gün içinde ölebilir.

          Yorum

          • frantic
            Senior Member

            • 26-01-2004
            • 3696

            #20
            Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

            Lenfositlerin Görev Dağılımı: B ve T Lenfositleri

            Antikor ve antijenin birbirine uyumu

            T hücrelerinin taşıdıkları antijenleri B lenfositlerine tanıtmalarının ardından B hücreleri çoğalır. Bunun sonrasında ise bunlara uygun antikorlar üretmeye başlarlar. Antikorun antijene olan uyumu ise kusursuz bir tasarımdır.


            B hücreleri vücudun silah fabrikalarıdır. Kemik iliğinde oluşur, kan yolu ile lenflere geçer ve burada yaşamlarını sürdürürler. Tehlike anında lojistik destek B hücreleri tarafından sağlanır. Düşmanı öldürmek için üretilen silahlar antikorlardır. B hücreleri Y şeklinde antikorlar meydana getirir ve bunların binlercesini yuvarlak bedenlerine yapıştırırlar. Hücrenin kılıfını artık bu algılayıcı antikorlar oluşturmaktadır. Vücuda giren bir yabancının bu algılayıcı radardan kaçması mümkün değildir. B lenfositleri bu şekli aldıktan sonra yıllar boyunca bedende tıpkı bir dedektif gibi dolaşırlar. Vücuda bir yabancı girdiğinde ise alarm durumu başlamış olur. B lenfositleri bunları hemen algılar ve düşmanın bulunduğu yere doğru hızla ilerler. Bu hücreler, yakaladıkları düşmanın, örneğin bir virüsün tüm proteinlerini içlerine alır ve onu parçalarlar. Daha sonra virüs parçalarını ise kendi hücrelerinin yüzeyine yapıştırırlar. Olay sona erdiğinde B lenfositinin üzerinde virüs parçaları kalır. Bu parçalar, artık düşmanın kime ait olduğunu belirleyen "antijenlerdir".


            Savunma sisteminin en temel elemanlarından olan T hücreleri timus bezinde üretilirler. Üretimin ardından bir dizi eğitim başlar. Çünkü T hücreleri, karşılarına çıkan antijenleri tanımak zorundadırlar. Bu mucizevi eğitim sonucunda hücreler laboratuvarda yapay olarak üretilen antijenleri bile tanıyabilmektedirler.

            Bu aşamadan sonra B hücrelerinin desteğe ihtiyacı vardır. Destek için yaratılmış olan yardımcı T hücreleri hemen bir ihtiyaç durumu olduğunu fark eder. Yardımcı T hücreleri antijen parçaları taşıyan B hücrelerini tanır ve onlara yaklaşıp çarparlar. Bu çarpışma sırasında B lenfositleri T hücrelerine bir dizi direktif içeren bir madde salgılar. Bu direktiflerde söz konusu antijenin bir "düşmana" ait olduğu ve bu düşmanın kimliğini diğer T ve B hücrelerine ya da bir başka deyişle diğer polis birimlerine göstermesi gerektiği belirtilmektedir.48 Yardımcı T hücreleri direktifleri alır almaz oradan uzaklaşırlar.

            Bu aşamada T hücrelerini yakından tanımak yerinde olacaktır. T hücreleri, kalbin hemen üzerinde yer alan timus bezinde oluşurlar. Olgunlaştıktan sonra burada çeşitli antijenleri tanımayı öğrenirler. Bu eğitim yaşantımızın geri kalanı için son derece önemli bir eğitimdir. Antijeni tanımayan bir savunma hücresinin vücudu savunması kuşkusuz ki mümkün değildir. Timusta oluşan T hücreleri o kadar kapsamlı bir eğitimden geçerler ki, doğada bulunan "yüz milyonlarca" antijeni rahatlıkla tanıyabilmektedirler. Aldıkları eğitimi mucizevi ve olağanüstü kılan ise bedenimizde, laboratuvarda oluşturulan yapay antijenleri bile tanıyabilen T hücrelerinin bulunmasıdır. Vücudun içindeki gözle görülmeyen bir hücrenin, dış dünyadaki tehlikelerden haberdar olup ona göre tedbir geliştirdiği gerçeğine karşı evrimcilerin getirdiği veya getirebilecekleri herhangi bir açıklama yoktur. Bu müthiş gerçeğin tek açıklaması, dış dünyanın da bedenin içindeki yapıların da Yaratıcısı'nın "tek" olmasıdır. Kuşkusuz, bu Yaratıcı herşeyi kusursuz yaratan Allah'tır.

            Tehlike anında direktifi alan yardımcı T hücreleri aldıkları bilgiler doğrultusunda bedene yayılırlar. Artık vücuttaki tüm B hücreleri düşmanın varlığından haberdardır ve onun tüm özelliklerini tanımaktadır. Bu tehlike karşısında yardımcı T hücreleri tarafından uyarılan B lenfositleri çoğalmaya başlarlar. B hücreleri adeta birkaç bin kez bölünürler. Ancak üretilen yeni hücreler daha önceki B hücreleri gibi algılayıp yok etme kabiliyetine sahip değildirler. Onların görevi bu kez, beden içine yayılarak antijenleri aramaktır. Bu hücreler uygun antijenleri bulduklarında onlara yapışırlar. Böylece savunma sisteminin bir başka kan hücresi olan "doğal öldürücüleri" harekete geçirirler. Yok etme işlemini kendilerinden daha güçlü olan bu hücrelere bırakırlar.

            B lenfositlerinin antikor fabrikalarını üretmeleri ve antikor üretimine başlamaları yaklaşık 5 gün sürer. Bu süre içinde vücudun savunmasını, doğuştan var olan bağışıklık sisteminin görevli hücreleri devralır. İnsan bu süre içinde kendisini oldukça halsiz hisseder ve genellikle ateşi yükselir. 5 günün ardından B hücreleri görevi devraldıklarında, düşman hücreler hızla öldüğünden iyileşme baş gösterir.

            Kızamık gibi bazı hastalıkları hayatımız boyunca sadece bir kere geçirmemizin sebebi B lenfositlerinin artık kızamık virüsünü tanıyor olmasıdır. Virüs, vücuda girer girmez bu hücreler tarafından tanındığından hemen sindirilir ve ortadan kaldırılır. Virüsün tekrar hastalığa sebep olmak için fırsatı yoktur. Vücuda aşı ile hastalık mikrobu enjekte edilmesinin sebebi de B hücrelerine bu hastalığı tanıtmaktır.

            Yorum

            • frantic
              Senior Member

              • 26-01-2004
              • 3696

              #21
              Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

              Yakın Takip
              Vücut içinde karmaşıklık açısından neredeyse insanlar arasındaki sosyal yaşamdan farklı olmayan bir sistem vardır. Aradaki tek fark, dışarıdaki sosyal yaşamda kahramanları insanların, vücut içinde ise hücrelerin oluşturmasıdır. Buna rağmen, kullanılan yöntemlerin, uygulanan taktiklerin, alınan tedbirlerin birbirlerine son derece benzer olduğunu görürüz. Hücreler de şuurlu insanlar gibi kendilerini koruma, akıllı davranma, tedbir alma benzeri yeteneklere sahiptirler. Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi yine savunma hücreleri arasında yaşanır.

              Bazı mikroplar, vücut içinde kendilerine saldıracak olan lenfositlerden nasıl korunacaklarını bilirler. Mikrop vücut içindeki bir hücreye yerleşir ve gözden kaybolur. Örneğin verem mikrobu son derece kurnazdır: Özellikle gelip kendisini yok edecek olan makrofajların içine yerleşir.

              Allah'ın yarattığı sistemlerin tümünde sonsuz bir aklın tecellileri vardır. Tek hücreli bir mikro canlının insan bedeninde kendisini bekleyen tehlikelerden haberdar olması ve üstün bir şuur gerektiren bir yöntem belirlemesi bu aklın tecellilerinden yalnızca birkaçıdır. Bir verem mikrobunun neye göre böyle davrandığı, nasıl olup da tehlikenin farkına vardığı, nasıl bir olay sonucunda makrofajın içine girmeyi aklettiği ve bunun gibi yüzlerce soru, tüm bunlara tesadüflerle, rastgele mutasyonlarla açıklama getirmeye çalışan evrim teorisi ve taraftarları için cevapsızdır. Evrim taraftarlarının bu mikroalemdeki şuurlu davranışlara tesadüflerle açıklama getirmeleri mümkün değildir. Bu, Allah'ın üstün yaratmasıdır.



              Öldürücü T Hücreleri, Yok Edici Darbeyi Yapıyor…

              (1) Yardımcı T hücreleri : Öldürücü T hücrelerinin çoğalmasını sağlayan proteini açığa çıkarır, fagositozu arttırır ve B hücrelerinin plazma hücrelerine dönüşmelerini sağlar.
              (2) Öldürücü T hücreleri: antijenleri yok ederek DNA'larına zarar verir.
              (3) Geciktirilmişhassas T hücreleri: alerjide ve doku naklinde önemli olan kimyasallar salgılar.
              (4) Baskılayıcı T hücreleri: Yardımcı T hücresi ve öldürücü T hücrelerinin faaliyetini, fagositozu ve antikor üretimini baskılar.
              (5) Bellek T hücreleri: orijinal antijenleri tanır

              Hücreler, insanlar gibi kendilerini koruma, akıllı davranma, taktik geliştirme ve tedbir alma gibi yeteneklere sahiptirler. Aralarında hayranlık uyandırıcı iş bölümü ve denetim vardır. Bu iş bölümü sayesinde düşmanı tespit eder, öldürür ve sonraki nesillere düşmanı tanıtabilirler. Yukarıda solda görülen öldürücü T hücresi tümörü tanır ve ona bağlanır. Daha sonra tümörün zarını delecek proteinler salgılar. Solda ise öldürücü T hücresinin salgıladığı proteinler tarafından delinen tümör görülüyor. Bu delik kısa bir süre içinde tümörün yok olmasına neden olacaktır.



              Tek bir hücre içinde sergilenen benzersiz aklın daha birçok delili vardır. Örneğin mikroplar her ne kadar hücre içine saklansalar da, vücudun düşmanın saklandığı yeri ortaya çıkaran bir savunma sistemi vardır. Bakteri makrofajın içine sızdıktan sonra makrofajın içinde bulunan özel bir molekül, bakteriden bir parça alır ve onu hücre yüzeyine taşır. Yardımcı T hücreleri ise karşılarındaki bu karışımı tanır ve makrofajların, kendi içlerinde bir yabancının olduğunu anlamalarını sağlayan bir madde salgılarlar. Yeri belirlenen düşman kolayca yok edilecektir.

              Vücudun diğer hücrelerine sızan düşmanlar ise, öldürücü T hücreleri tarafından saptanıp ortadan kaldırılırlar. Burada hücrenin içine bir yabancının yerleştiğini haber veren ise, hücre içindeki görevli özel moleküllerdir. Hücrenin içine giren virüsün parçalarını yüzeye çıkararak T hücrelerini yardıma çağırırlar. Öldürücü T hücreleri, virüse çarpar ve virüsün istila ettiği hücreyi tümüyle yok ederler.50 Burada aslında virüsün yerleştiği hücrenin bir anlamda fedakarlığı da söz konusudur. Vücudu korumak pahasına öldürücü T hücrelerinin kendisini yok etmesini göze almaktadır.

              Yorum

              • frantic
                Senior Member

                • 26-01-2004
                • 3696

                #22
                Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                T Hücreleri Savaşı Sona Erdiriyor…

                1) aktif yardımcı T hücreleri lenfokin üretirler.
                2) lenfokinler açığa çıkar
                3) Lenfokinler, antijene bağlanan bazı T hücrelerine çoğalma emri verirler
                4 ) Öldürücü T hücreleri hasarlı vücut hücrelerini tanır ve yok ederler.
                5) Saldırı sakinleşince baskılayıcı T hücreleri hızla çoğalır ve savunma sisteminin durmasını hızlandırır.
                6) Az sayıdaki T hücresi bellek hücresi olarak yaşamaya devam eder.

                Hücresel savunma sistemi 3 aşamadan oluşur. T hücrelerinin harekete geçerek saldırması, bağışıklık sistemini baskılayıcı hücrelerin çoğalması ve bellek hücrelerinin ortaya çıkışı. Vücut aktif savunmayı tamamladıktan sonra artık geri çekilme zamanı gelmiştir. Bunun için baskılayıcı T hücreleri hızla çoğalmaya başlar ve savunma işleminin durmasını çabuklaştırır.


                Dikkat edilirse, bütün bu olup biten işlemlerde rastgele veya şuursuz tek bir aşama gerçekleşmemektedir. Hatta sergilenen olaylar, gözle görülmeyen bir hücreden asla beklenmeyecek üstün bir şuurun göstergesidir. Bahsettiğimiz tüm bu hareketlilik, milimetrik alanlar içinde, boyutları mikronlarla ölçülen tek hücreli canlıların birbirleri ile mücadeleleridir. Beyni, sinir sistemi, karar mekanizması olmayan bir hücreden akıl kullanmasını bekleyemeyeceğimize ve yapılan şuurlu işlemleri onun üstün yeteneklerine bağlayamayacağımıza göre, hayranlığı aklın tek sahibine yöneltmek gerektiği açıktır. Bu üstün gücün ve aklın sahibi, elbette herşeyi mükemmel yaratan Allah'tır.

                Bağışıklık Sistemi Normale Dönüyor

                Yukarıda detaylarıyla bahsettiğimiz bu hareketlilik, vücudun olağanüstü şartlar altındaki durumunu göstermektedir. Eğer bu hareketlilik kontrolsüz bir biçimde sürüp giderse, yani hastalık sonrasında B hücreleri üremeye devam eder, T hücreleri oradan oraya koşturarak tüm savunma hücrelerini hareketlendirirse, kontrolsüz ve amaçsız bir savaş sürmüş olacaktır. Bu durum ise, sağlam hücrelerin de zarar görmesi, vücudun aşırı derecede bitkin düşmesi ve yıkımla sonuçlanacaktır. Bunu önlemek için, savaşın bittiği haberinin tüm bedene yayılması gerekir. İşte bu görev de yine bir başka kan hücresine; "baskılayıcı T hücresine" düşmektedir. Bu hücre, hareketli savunma hücrelerini sakinleştirerek bağışıklık sisteminin tekrar normal hale dönmesini sağlar. Baskılayıcı T hücreleri salgıladıkları maddelerle B hücrelerinin etkinliklerini yavaşlatırlar. Öldürücü T hücrelerinin savaşı durdurmalarını sağlarlar. Yardımcı T hücrelerinin sayısını azaltır ve bedeni sakinleştirirler.

                Savaş artık bitmiştir. Ortada pek çok ölü hücre, bakteri artıkları ve enkazlar vardır. İşte bu aşamada devreye fagositler girer. Fagositler savaş alanına yayılır ve ne kadar artık ve ölü hücre varsa bunların tümünü temizler. Temizlik sırasında etrafta zarar görmüş dokulara da bir dizi ilk yardım uygular ve hasar görmüş bölümlerini yenilerler.

                Savaş sonrasında T ve B hücrelerinin çoğu birkaç gün içinde ölürler. Geriye kalan küçük bir grup ise yaşamını uzunca bir süre sürdürür. Bu hücreler vücutta yaşanan olayların "şahitleridir" ve kendi nesillerinin devamı için hayatta kalmaları son derece önemlidir. Onlar savaşın başlamasına neden olan saldırganın "tanınma işaretini" yani antijenini tanımakta ve bu özelliklerinden dolayı artık savunma hücresi değil, "bellek hücresi" olarak anılmaktadırlar. Daha önce saldırmış olan bir virüse karşı kazanılmış olan "bağışıklık" bu bellek hücrelerinin sayesinde gerçekleşmektedir. Bellek hücresi vücuda istila amacı ile giren aynı hücreyi bir sonraki seferde kapıda karşılayacak ve güçlenmesine izin vermeden onun yok edilmesini sağlayacaktır.

                Burada bahsettiğimiz iki düşman, birbirinden habersiz iki farklı hücredir. Bir tanesi vücudun içinde yaşar, diğeri ise dışarıdan gelen bir ziyaretçidir. Bu hücreler, birbirlerini "tanıma" gibi bir mekanizmaya nasıl sahip olabilirler? Bir hücre, tehlikeli gördüğü hücre ile ilgili bilgileri hangi kararla ve nasıl üzerinde taşır? Tüm diğer arkadaşları ölürken o neden ve nasıl hayatta kalır? Sayısız detayını gördüğümüz kusursuz savunma sisteminin rastgele gelişen olaylar, kontrolsüz ve kör tesadüflerle meydana gelebileceğine inanabilir misiniz? Bu kadar delil karşısında buna inanmak elbette olanaksızdır. Burada meydana gelen bilinçli olaylar, şuurlu bir insanın bile idare yeteneğini aşacak kadar kusursuz ve kontrollüdür. Bu durum bizi daima aynı gerçekle karşı karşıya getirir: Değil tesadüfi mutasyonlarla, bilinçli insanların müdahalesiyle bile oluşamayacak bu sistem açıkça yaratılış gerçeğini gösterir.

                Herşeyi "ol" emri ile yaratan Allah, bu küçücük canlıları yoktan var etmiş, onlara mükemmel bir uyum ve düzen vermiş ve yapmaları gereken görevleri ilham etmiştir. İşte bu nedenle bu savunma hücresi vücudun düşmanını tanımakta, onu hafızasında tutmakta, onun sonraki nesillere zarar vermesini engellemek için nöbet beklemektedir.

                Yorum

                • frantic
                  Senior Member

                  • 26-01-2004
                  • 3696

                  #23
                  Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                  Kandaki Akıllı Koruma Görevlileri: Kompleman Molekülleri

                  Çok fazla çeşitte hücre tipine sahip olan beyaz kan hücreleri yani akyuvarlar, nefes almaya başladığınız andan itibaren sizler için zararlı olabilecek herşeyle savaşmaya programlanmışlardır. Sahip olduğunuz bu kusursuz mekanizmanın en küçük parçasının bile eksik olması, basit bir hastalıktan dolayı ölmenize neden olabilir.


                  1-Aktive olmuş kompleman aşama aşama patojenin zarına bağlanır ve zar saldırı kompleksini oluşturur.
                  2-Zar saldırı kompleksi ağzı hücrenin yok edilmesini sağlar.
                  Bedeninizde bu mükemmel mekanizmanın yanı sıra, siz hastalanmasanız da faaliyet halinde olan koruma görevlileri bulunmaktadır. Bu koruma görevlileri, sizin doğumunuzdan ölümünüze kadar vücuttaki "her hücreye" saldırmaya programlanmıştır. Bu gerçekten de şaşkınlık uyandırıcıdır, bedeni savunmak için var olmalarına rağmen, bedeni oluşturan tüm hücreleri düşman görürler. Bunların oluşturduğu sisteme "kompleman sistemi" adı verilir. Kompleman molekülleri 20 farklı proteinden oluşan moleküllerdir. Karaciğerde üretilir ve dolaşım sistemine oradan katılırlar. Normal şartlarda kanın içinde gelişigüzel ve etkisizce dolaşan hücrelerdir. Ancak uyarıldıklarında, aniden, gördükleri bütün hücreleri yok etme kararı alırlar.

                  Aldıkları bu uyarı tek bir kompleman hücresi kanalı ile vücuttaki sistemin tümüne yayılır. Uyarı ile vücutta dost düşman ayırımı yapmazlar. Bu nedenle vücudun kendi hücrelerine de bağlanıp onları yok etmeye de yönelebilirler. Ama vücut hücrelerini öldürmelerine izin yoktur. Çünkü vücut hücreleri, kendilerini koruma yeteneğine sahip oldukça akıllı hücrelerdir. Kompleman moleküllerini gördükleri anda "tanırlar". Kompleman


                  Kompleman hücreleri saldırgan hücrenin yüzeyinde delik açarak lezyona neden olur. Böylece saldırgan hücrenin zararı engellenmiş olur.
                  molekülleri bedene ait hücrelere değer değmez, vücudun kendi hücreleri onları etkisiz hale getirir. Böylelikle vücut kendi askerleri tarafından vurulmamış olur. Vücuda girmiş olan yabancı organizmalar ise, hiç beklemedikleri bu koruma görevlilerinin mutlaka saldırısına uğrayacaklardır. Kompleman moleküllerinden bir tanesi yabancı organizmaya bağlandığında, şekil değişikliğine uğrar. Bunu, kompleman molekülünün sahip olduğu ilk proteinin bakteriye bağlanması izler. Daha sonra, kompleman sisteme ait diğer proteinler de bakteriye teker teker bağlanırlar ve kompleman avcıları, istilacı bakterinin yüzeyini sarmış olur. Kompleman sisteminin son elemanı ise hücre zarına saldırmakla sorumludur. Bu akıllı molekül, savunmasız kalmış bakterinin tek koruması olan hücre zarında bir delik açar.51 Saldırı sonrasında bakteri içine su alarak patlar. Bazen de kompleman molekülleri başka bir yöntem kullanırlar. Düşmanlarını ince bir zarla kaplar ve bu şekilde onları diğer yiyici hücreler için işaretlerler.

                  Bu örnekte de görüldüğü gibi, insan bedeninin her parçasında muazzam bir akıl hakimdir. Bu akla, bedeni koruyan, savunan, yaşatan her organizma sahiptir. Bedene ait hücrelerin, kompleman saldırganlarını tanımaları şarttır. Yoksa tek bir saldırı, insan yaşamını sona erdirebilir. Bu güçlü korumaların her an görev başında olmaları gerekmektedir. Şimdi bir düşünelim:

                  İnsan bedenindeki bu kusursuz kompleman sisteminin varlığının kaç kişi farkındadır? Konunun uzmanı bilimadamları dışında söz konusu mekanizmayı tanıyanların sayısı kuşkusuz son derece sınırlıdır. Bu gerçeğe rağmen, istisnasız her insan bu mükemmel sistem ile donatılmış durumdadır. Bu sistem, her an hiç durmadan faaliyet halindedir. Çünkü onları Rabbimiz olan Allah yaratır ve onlara vücutta savaşma veya korunma bilgisini Allah verir. Nerede kime karşı mücadele edeceklerini onlara Allah ilham eder. Görevlerini Allah belirler ve sahip oldukları kusursuzluk Allah'ın onlara bir lütfudur. Ve siz, Allah dilediği için ve dilediği şekilde vücudunuza giren istilacılardan korunursunuz. Anlattığımız bu mükemmel sistem, her detayı ile, sonsuz kudret ve güce sahip olan Rabbimiz'in bir eseridir.


                  İnsan bedeninin her parçasında muazzam bir akıl hakimdir. Vücudu korumakla görevlendirilmiş hücreler düşmanı tanıyıp yok edecek mükemmel sistemlerle donatılmışlardır.


                  Vücut içindeki savaş her zaman zafer ile sonuçlanmayabilir. Kompleman moleküllerinden daha becerikli bakterilerin vücuda girmesi, bu moleküllerin tüm düzenini altüst edebilir. Bu durumda ortaya çıkan karşılıklı akıl gösterisi ise son derece hayret vericidir. Örneğin, akciğer enfeksiyonlarına neden olan pnömokok bakterileri, kendilerine saldıracak olan savaşçı molekülleri daha vücuda girmeden tanımaktadırlar. Onlara bu molekülleri tanıtan, her iki organizmanın da niteliklerini tanıyan, onları yaratmış olan, onları her an izleyen ve denetimi altında bulunduran Yüce Rabbimiz'dir. Vücuda enfeksiyon amacı ile giren bu bakteriler, kendilerini kompleman moleküllerine karşı tanınmaz yapan kaygan bir zarla kaplıdırlar. Bu sayede kompleman molekülleri, bu bakterilerin davetsiz ve zararlı misafirler olduğunu anlamayacaklardır.

                  Yorum

                  • frantic
                    Senior Member

                    • 26-01-2004
                    • 3696

                    #24
                    Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                    HIV virüsü, daha önce hiç bulunmadığı bir bedende kendisi ile kimin savaşacağını bilir. Bu nedenle vücuttaki hücrelere teker teker saldırmaktansa, kendisine savaş açacak olan savunma hücrelerinin içine girip yerleşir ve onları enfekte eder. Savunma elemanları hasar görmüş olan bir bağışıklık sistemi artık işlevini yitirmiştir.


                    Bakterinin bundan sonra vücutta dilediği gibi yoluna devam ettiğini zannedebilirsiniz. Oysa mükemmel bir mekanizmaya sahip olan insan bedeninde, birinci tuzaktan kurtulan yabancılar ikinci büyük engelle karşılaşacaklardır. Dev makrofajlar bakterinin tanınmasını engelleyen kaygan kılıfı yırtar, onu uzun kolları ile yakalayıp yerler. Bu yöntemi tercih etmediklerinde ise, bakterileri işaretleyen bir madde salgılarlar. Bakteriler işaretlenince, kompleman molekülleri ve diğer yiyici hücreler onları tanır ve yok ederler.52


                    Savunma sistemini meydana getiren tek bir elemanı devreden çıkarırsanız savunma sistemi işlev göremez hale gelir. Savunma sistemini oluşturan akyuvarlar indirgenemez kompleksliktedirler. Allah'ın yarattığı üstün eserlere muazzam bir örnek teşkil ederler.

                    Bütün bunlar, vücuda giren yabancı bakterinin de, vücut içinde onunla savaşan moleküllerin de tek bir Yaratıcı'nın eseri olduğunu göstermektedir. Bakteriler, nasıl bir tehlikeyle karşılaşacaklarının açıkça farkındadırlar. Vücut hücreleri ise, vücuda girecek muhtemel bir bakteriye karşı, henüz onu tanımadan tedbir geliştirmişlerdir. Bu elbette herşeyi, bütün kainatın Sahibi ve mutlak surette Hükümdarı, Melik olan Allah'ın yarattığı gerçeğini gözler önüne sermek için vücudumuzda var edilmiş örneklerden bir tanesidir. Ayetlerde bu gerçeğe şu şekilde dikkat çekilir:

                    De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların Malikine, İnsanların (gerçek) İlahına; (Nas Suresi, 1-3)

                    Hak Melik olan Allah pek Yücedir, O'ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir. (Mü'minun Suresi, 116)

                    Henüz çaresi bulunamamış öldürücü bir hastalık olan AIDS ise saldırganın da savunucunun da tek bir Yaratıcının eseri olduğu gerçeğine bir başka önemli örnektir. Bu hastalığın sebebini oluşturan HIV virüsü, vücudun savunma mekanizmasına karşı planlanmış bir taktikle beraber vücuda girer. Daha önce görmediği bir bedende adeta kendisi ile kimin savaşacağını bilmektedir. İşte bu nedenle vücuda girdiği anda, diğer virüsler gibi herhangi bir hücrenin içine sızmaktansa, doğruca vücuttaki yabancıları yok edip bunu diğer savunma elemanlarına haber vermekle görevli olan "Haberci T" hücresinin içine girer. Hücreyi bozar ve onun tehlikeyi haber vermesine izin vermez. Elemanları hasar görmüş olan bağışıklık sistemi artık eskisi gibi işlevini göremez hale gelir. Bunun sonucunda vücut artık en basit bir grip mikrobu ile bile çarpışamayacak durumdadır. HIV virüsünün savunma sistemini yıkıcı etkisi nedeniyle, bir grip virüsü bile insanı öldürebilir.



                    Savunma Hücreleri Olmasa…

                    Savunma sistemini oluşturan hücreler kompleks bir ağ ile birbirlerine bağımlı hareket ederler. Bunlardan bazıları tehlikeyi fark eder, bir kısmı ön durdurma harekatını başlatır, bir kısmı diğer savunma hücrelerine haber verir, bir kısmı asıl öldürücü darbeyi vurur, bir kısmı da gelecekteki tehlikelere karşı hatırlatıcı olarak bir kenarda bekler. Meydana gelen bu ağın sadece tek bir parçasını çıkarırsanız, artık savunma sisteminiz yoktur. Örneğin bu sistemden eğer yardımcı T hücrelerini çıkarırsanız, vücutta öldürücü hücrelerin bulunmasına rağmen bunlar tehlikenin farkına bile varmayacaklardır. B hücreleri ve öldürücü T hücrelerini çıkarırsanız, yardımcı T hücrelerinin tehlikeyi haber vereceği herhangi bir üst birim olmayacaktır. Bu sistemden Doğal Öldürücüleri çıkarırsanız, vücuda giren dirençli düşmanların ortadan kalkması mümkün olmayacak, tek bir güçlü bakteri bedenin felç olmasına neden olacaktır. Bellek hücrelerini çıkarırsanız, vücudun yabancı organizmalara karşı bağışıklığı olmayacak ve vücuttaki savunma hücreleri içeri giren aynı düşman ile defalarca savaşmak zorunda kalacaktır. Bu da kısa bir süre içinde savunma sisteminin güçsüz düşmesi anlamına gelecek, vücudu yeni hastalıklara açık hale getirirken, aynı zamanda sürekli aynı hastalıklara yakalanmamıza sebep olacaktır.

                    Dolayısıyla kan dolaşımının savunma sistemini oluşturan lökositler, "indirgenemez kompleksliktedir". Bunun anlamı şudur: Bu mekanizmadaki herhangi bir parçayı eksiltmeniz, devreden çıkarmanız mümkün değildir. Eğer parçalardan birisi eksilirse, sistemin hiçbir işlevi kalmayacaktır. Sistemin işlev görememesinin sonucu ise, basit bir nezle virüsünün bile kısa bir süre içinde ölüme sebep olmasıdır. Vücuda giren virüs, hiçbir engelle karşılaşmayacağı için dilediği hücreye yerleşecek ve dilediği kadar üreyecektir. Normal şartlarda vücut hücrelerinin üretimi son derece kontrollü bir biçimde denetlenir. Ancak virüsün kendi mekanizmasında buna benzer bir denetim olmadığından virüs, içine girdiği hücrenin imkanlarını kullanarak kısa sürede vücudu istila edecektir. Savunma sistemi "kemoterapi" gibi tedavi yöntemleri ile yok edilmiş olan kişilerin ve AIDS hastalarının her hastalığa son derece açık olmalarının nedeni budur.
                    Savunma hücreleri olmasa, vücuda bu savunmayı yapabilecek bir sistemin dahil edilmesi şarttır. Eğer bu mümkün değilse sonuç kaçınılmaz olarak ölümdür. Lösemi hastalığı da savunma hücrelerinin deformasyonundan kaynaklanan AIDS gibi öldürücü bir hastalıktır. Bu hastalıkta kandaki lökositlerin şekilleri anormalleşir ve farklılaşır. Farklı şekildeki lökositler artık görevlerini yapamazlar ve bu durum, genel savunma mekanizmasının geri kalmasına neden olur. Hemen bütün lösemilerde kontrolsüz çoğalan hücreler çevredeki dokulara yayılır ve bunların imkanlarını kullanırlar. Bu nedenle dokular kısa bir süre içinde eski fonksiyonlarını yerine getiremeyerek bozulurlar.

                    Lösemili dokuların büyük bir hızla yeni hücreler üretmeye başlaması, vücut sıvılarında çok fazla miktarda besin maddesine, özellikle amino asit ve vitaminlere gereksinim doğurur. Bunun sonucunda vücudun enerjisi gitgide azalır. Aşırı amino asit kullanımı normal vücut proteinlerinin tükenmesine neden olur. Böylece lösemili dokular büyür ve diğer dokular zayıflar. Sistemin bu şekilde devam etmesi bile kısa bir süre içinde ölüme neden olabilir.53 Hastanın iyileşmesinin en etkili yolu, kendisine sağlam ve sağlıklı kan hücreleri üretebilecek yeni bir kemik iliğidir.

                    Yorum

                    • frantic
                      Senior Member

                      • 26-01-2004
                      • 3696

                      #25
                      Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                      HÜCRELERİN HAREKETİNİ SAĞLAYAN KAN SIVISI: PLAZMA

                      Kan hücreleri, yani alyuvar ve akyuvarlar, üstlendikleri görevler gereği bütün vücudu dolaşmak zorundadırlar. Ama bunu tek başlarına yapmaları imkansızdır. Hücrelerin kendilerini hareket ettiren çeşitli mekanizmaları olsa bile, içinde hareket edebilecekleri bir sıvının varlığı zorunludur. İçinde dolaşıp duran farklı nitelikteki hücreleri ile birlikte, vücudumuzun her noktasını her saniye katedip duran bu sıvı plazmadır.

                      Plazma kanın %55'ini oluşturur. Plazmanın bileşiminde %90 oranında su, kandaki su miktarını ayarlamada kullanılan albümin, vitaminlerin taşınmasında kullanılan globülin, kanın pıhtılaşmasında kullanılan fibrinojen, glikoz ve diğer besinler, hücreler arası sıvının PH'ını ve sıvı miktarını ayarlamakta kullanılan iyonlar, yağlar, aminoasitler, vitaminler ve oksijen, karbondioksit ve nitrojen gibi çözünmüş gazlar bulunmaktadır.54

                      Plazma taşıdığı maddeler ve sahip olduğu özelliklerle vücut için önemli görevler üstlenir. Bunların en önemlisi, besinleri ve atıkları taşımasıdır. Diğer önemli özelliği, kan basıncının belli bir seviyede kalmasını sağlamaktır. Isı dağılımı da yine plazmanın özelliklerinden biridir. Ayrıca plazma kan ile diğer dokuların asit düzeyini belirli bir seviyede tutmakla görevlidir.

                      Plazma, "kan sıvısı" olduğundan, aşırı terlemede plazma miktarı %50 oranında azalabileceği gibi, sulu şeyler fazla içildiğinde normalin %60 oranında artabilir de. Plazmanın içerdiği su ise, kanın esas elemanıdır. Plazmanın içinde katı maddeler olarak proteinler bulunur. Bunlar, kanın pıhtılaşmasını sağlayan fibrinojen (Kanın Pıhtılaşması bölümünde detaylı olarak incelenecektir), kan hücreleri ve vücut sıvısının oranını düzenleyen albümin ve antikor yönünden zengin olan globülinlerdir. Bunların arasından bizim için son derece büyük önemi olan albüminleri incelemek yerinde olacaktır.

                      Akıllı Bir Taşıyıcı: Albümin

                      Albümin sayıca en fazla olan plazma proteinidir ve taşıyıcı görevini üstlenmiştir. Albüminin basit bir taşıyıcı olmadığını belirtmek gerekir. Albümin kanda bulunan kolesterol gibi yağları, hormonları ve bir safra kesesi maddesi olan zehirli ve sarı renkli bilirubini taşır. Bunların yanı sıra, cıva, penisilin ve başka ilaçları da kendisine bağlar. Zehirleri karaciğerde bırakır, besin maddelerini ve hormonları ise gerekli yere götürür.


                      Vücutta taşıma işlemi kan yoluyla yapılır. Kan sıvısını kullanarak çeşitli maddeleri taşıma özelliğine sahip molekül ise albümindir. Kolesterol, yağ ve bilirubin gibi zehirler taşıyabildiği gibi çeşitli hormon ve besinleri de taşır. Bu protein, zehirleri karaciğerde bırakıp, besin ve hormonları ilgili yere taşıyabilecek özel bir yeteneğe de sahiptir.


                      Yağların vücutta bir protein tarafından taşınmasının çok büyük önemi vardır. Eğer yağlar, albümin tarafından taşınmasaydı, tüm yağ molekülleri birbirleri ile birleşir ve kanda, tıpkı çorbanın üzerinde biriken yağ öbekleri gibi denetimsiz bir şekilde yüzerlerdi. Bu da bir süre sonra damar tıkanıklıklarına yol açar ve ölüme neden olurdu

                      Yorum

                      • frantic
                        Senior Member

                        • 26-01-2004
                        • 3696

                        #26
                        Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                        Hormonlar vücut içinde dağılması gereken haberlerden sorumludurlar. Onlar için de mutlaka bir ulaşım yolu gerekmektedir. Hormonların gerekli yere iletilmesinde de ilgili protein yine albümindir. Eğer albüminin hormonları bağlayıcı bu özelliği olmasaydı, büyümemizden gelişmemize kadar bizimle ilgili tüm fonksiyonlar sona erecek, acıkmamızdan susamamıza kadar hiçbir uyarı vücudun ilgili bölümlerine ulaşamayacaktı. Vücut su ihtiyacı duymasına rağmen, bunu fark etmeyecek ve kısa bir süre içinde su miktarının eksilmesi sebebiyle yaşam sona erecekti. Albümin, işte bu müthiş habercilerin görevlerini yapabilmeleri için özel olarak yaratılmış olan ve neyi nereye iletmesi gerektiğini adeta "bilen" bir proteindir.

                        Albüminin görevleri bununla sınırlı değildir. Atardamarda hareket halinde olan besin maddelerinin dokuların içlerine ulaşabilmeleri için doku duvarını aşmaları gerekmektedir. Doku duvarı ise, pek çok gözeneğe sahip olsa da hiçbir maddenin geçişine izin vermez. Besinlerin dokulardan içeri girmelerini sağlayan en önemli unsur kan basıncıdır. Kan basıncının itici kuvveti sayesinde besin gerekli yerlere ulaşabilmektedir. Ancak kan basıncı ile dokulara iletilen maddelerin miktarının normalden fazla olma ihtimali vardır. Dokulara aşırı miktarda besin maddesinin yüklenmesi bu dokularda ödem oluşmasına sebep olacaktır. Bunu önlemek için, kan basıncının sıvıyı kana geri çeken rakibi albümin devreye girer. Albümin kandaki yüksek yoğunluğu nedeni ile suyu, adeta bir sünger gibi emer. Albümin olmasaydı, beden, suda beklemiş bir fasulye gibi şişerdi.


                        Bedende beyin için çok özel bir koruma vardır. Kandaki maddeler, beyindeki doku duvarından özel bir denetim sonrasında geçerler. Kılcalların duvarındaki endotel hücreler adeta geçilemez bir tabaka oluşturur. Kandaki maddeler, ancak bu denetimi atlatabilirlerse söz konusu beyin hücrelerine ulaşabilirler.
                        Beyinde ise kandaki maddelerin doku duvarından geçme biçimlerinin farklı olması gerekmektedir. Çünkü beyin hassas bir organdır ve kandaki maddeler eğer denetimsiz bir şekilde beyindeki dokulara geçerlerse, bu durum nöronlara zarar verebilir. Bu nedenle beyin için özel bir koruma vardır. Beyindeki dokular yoğun hücre tabakaları ile kapatılmıştır. Kandaki maddelerin, içeri girebilmek için adeta bir pasaport denetiminden geçmeleri ve bu hücreleri aşmaları gerekmektedir. Ancak kandaki maddeler pasaport kontrolünü aşsalar bile beyin dokularının içine girdiklerinde başıboş değildirler. Belirli beyin hücreleri, damarlar ve sinir hücreleri arasında sıkışık bir şekilde yer alarak, kendilerini doku duvarına adeta yapıştırırlar. Kandaki maddeler, ancak bu sıkı denetimi atlatabilirlerse söz konusu beyin hücrelerine ulaşabilirler.55

                        Bedenin bazı organlarının, diğerlerinden daha hassas bir şekilde korunması gerekmektedir. Ve bedendeki "her hücre" adeta bunu bilir. Bedende korunması gereken başlıca organ beyindir. Beynin hasar görmesi, bedenin tümünü etkileyen büyük sorunları beraberinde getirir. Beynin hassas düzenini ve yapısını bozacak herhangi bir şey, bedenin dengesinin bozulması demektir. İşte bu nedenle bu hassas organ, sayısız ayrıntıya sahip kompleks mekanizmalarla korunmuştur. Hücreler bu özel korumayı bildiklerinden dikkatli hareket ederler. Kalp bu hassasiyeti bildiğinden, kanı beyne özel ve ölçülü bir şekilde pompalar. Beyinde bulunan koruma görevlileri bu itinayı bildiklerinden geçişe ona göre izin verirler. Kısacası vücuttaki her mekanizma, bu ana karargahı koruma görevini mutlaka üstlenmiştir. Burada da yine organların ve yapıların "bildiklerini" ifade ettiğimiz tüm bu işlemler, gerçekte Allah'ın canlılar üzerinde tecelli eden sonsuz akıl ve ilminin birer göstergesidir. Bu gerçeğin sürekli olarak hatırlanması gerekmektedir
                        Vücuttaki her hücre beynin, diğer organlardan daha iyi korunması gerektiğini adeta bilir. Hücreler bu özel korumayı bildiklerinden dikkatli hareket ederler. Örneğin kalp, bu hassasiyeti bildiğinden, kanı beyne özel ve ölçülü bir şekilde pompalar. Bu, Allah'ın her beden için yarattığı çok özel ve kusursuz bir tedbirdir.

                        Beyne yönelik özel koruma, vücudun içinde kontrollü bir sistemin olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Şuursuz birer et parçası olan hücreler kuşkusuz böyle bir bilince sahip olamazlar. Beyni ve onu oluşturan hücreleri her an Allah korumakta ve özel olarak muhafaza etmektedir. Bu hassas kontrol her an devam eder. Eğer aksi bir durum olursa, bu kontrolsüzlük kısa bir süre içinde ölüm getirebilir.

                        Yorum

                        • frantic
                          Senior Member

                          • 26-01-2004
                          • 3696

                          #27
                          Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                          Pıhtılaşmanın İlk Adımları: Trombositler

                          Kanın bir diğer önemli elemanı da trombositlerdir. Trombositler, bir yaralanma durumunda yaralanan bölgeyi ilk tamir etme ve bu bölgede pıhtı oluşması için bir dizi olayı başlatma görevini üstlenmiş olan hücrelerdir. Trombositlerin kan içindeki yaşam süreleri 7-9 gündür. Dolaşımdaki toplam hacimleri ise son derece küçüktür. Bir insanda bulunan trombositler, ancak bir çay kaşığını doldurabilecek orandadır.56

                          Trombositler aslında gerçek hücreler değildirler. Renksiz ve çekirdeksizdirler. Bunun nedeni, kemik iliğinin büyük hücrelerinden kopan parçalardan oluşmalarıdır. Ve varlıklarının en önemli nedeni, kanın pıhtılaşması için gerekli olan ilk aşamayı oluşturmaktır. Bu hücreler, pıhtılaşma özelliklerinden dolayı çoğunlukla farkına varılmayan ve günde yüzlercesi görülen damarlardaki yırtıkların kapatılması görevi için son derece önemlidirler.57


                          Bedenimizde bir yara açıldığında pıhtılaşma elemanları hemen iş başındadır. Yaranın açılmasından 15-20 saniye sonra pıhtılaşma işlemi başlamıştır. Bu mekanizmadaki her elemanın görevi hayati olur. Devreden tek bir tanesini çıkarmak mümkün değildir. Kanın pıhtılaşma sistemi, indirgenemez komplekslik sisteminin en önemli delillerinden biridir.

                          Trombositler, kemik iliği hücrelerinden kopup ayrıldıktan ve kan dolaşımına katıldıktan sonra "trombosit" adını alırlar. Genel olarak en önemli özellikleri bir yere yapışma eğiliminde olmalarıdır. Fakat yaratılışlarındaki üstünlüğün açık bir kanıtı olarak trombositler kan damarlarının içini döşeyen normal endotel hücrelerine yapışmazlar. Eğer yapışsalardı, kan damarlarının içinde birikecek, yani damar içinde pıhtılaşacak ve bu da damarın tıkanmasına neden olacaktı. Kalbe veya beyne giden tek bir damarın tıkanması ise çoğu zaman ölüm nedeni olabilmektedir.

                          Bu hücrelerin yapışkanlık özellikleri, ancak damarın içindeki söz konusu endotel doku herhangi bir şekilde zarar gördüğünde ortaya çıkar. Endotel hücreler zarar gördüğünde bu yapının altındaki protein yapı yani kollajen açığa çıkar. Kollajen yapı, trombosit için bu damarı kaplayan hücrelerden farklı bir yapıdır, o nedenle yapışkanlık özelliği hemen ön plana çıkar.

                          Yaranın açılmasından sonraki 15-20 saniye içinde pıhtılaşma işlemi başlamıştır. Bu bölgeye ulaşan trombositler, içerdikleri maddeleri bu ortama bırakırlar. Ortama bırakılan maddelerden biri olan ADP, trombositlerin yapısında bazı değişikliklerin meydana gelmesine neden olur. Trombositler şişmeye başlar, düzensiz bir şekil alırlar ve yüzeylerinden sayısız çıkıntı uzanır. Yapışkanlık özellikleri çok daha fazla artmıştır. Trombositlerde meydana gelen bu değişiklik önemlidir, çünkü plazma içinde başıboş dolaşan diğer trombosit hücreleri, bu değişikliği fark ettiklerinde değişim geçirmiş olan trombositlerin yanına giderek onlara bağlanırlar. Ortama bırakılan ADP, diğer trombositlere durumu haber veren bir habercidir.

                          Bu olay son derece hızlı bir şekilde gelişir ve damar içinde açılmış olan bu yara, trombositlerin söz konusu iş birliği nedeniyle kısa bir süre içinde tıkanır. Artık detaylı bir pıhtılaşma için zemin oluşturulmuştur. Eğer damarda meydana gelen yırtık küçükse, trombosit tıkacı tek başına kan kaybını hemen durdurabilir.58

                          İşlem, bu kadarla sınırlı değildir. Damar duvarlarını oluşturan endotel hücreler, böyle bir acil durum söz konusu olduğunda, von Willebrand faktörü (VWF) adı verilen bir protein salgılarlar. Bu protein trombositlerin hasarlı damar duvarına tutunmalarını kolaylaştırır ve onların kaza yerini görüp geçmemelerini sağlar. VWF önce hasarlı bölgeyi oluşturan kollajene bağlanır. Trombositin kollajene bağlanmasını da bu şekilde sağlar. Bu durumda, endotel hücrelerin de son derece akıllı davrandıklarının, kendilerinden tamamen farklı bir yapı olan kollajen yapıyı tanıdıklarının ve trombositlere yardımcı olmak için plan yaptıklarının iddia edilmesi gerekmektedir. Oysa bunlar yalnızca birer hücredir.

                          Kimya bilgileri veya yapışmayı kolaylaştıracak bir protein üretmek için laboratuvarları yoktur. Zararı tespit edecek, buna karşı tedbir geliştirecek ve bu tedbir ile hayat kurtaracak bir bilinçleri yoktur. Bu hücreler, yeryüzündeki tüm insanlarda, aynı görevi yerine getirmek için hazır bulunmaktadırlar.

                          Yorum

                          • frantic
                            Senior Member

                            • 26-01-2004
                            • 3696

                            #28
                            Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                            Tüm pıhtılaşma işleminin başlangıcı olan trombositlerin görevlerine geri döndüğümüzde, bu özel hücrelerin sahip oldukları bu kapatıcı özelliğin beden için son derece önemli bir ilk aşama olduğunu görürüz. Bu mekanizmadaki her elemanın görevi hayatidir. Devreden tek bir tanesini çıkarmamız mümkün değildir. Örneğin trombositlerin yapışmasını kolaylaştırmaya yarayan yukarıda bahsettiğimiz protein VWF'nin eksikliği ya da bozukluğu pıhtılaşma sisteminin tamamen bozulmasına neden olmaktadır. Pıhtılaşma sistemindeki bozukluklar ise, tedavisi henüz günümüzde belirli şartlar dahilinde yapılabilen hatta kimi zaman başa çıkılamayan önemli hastalıkların sebebidir.

                            Bu mucizevi varlıklar, son derece önemli özelliklere sahiptirler. Sadece birer hücre parçasından oluşan bu kurtarıcılar, kendi içlerinde kasılma ve büzülmeyi sağlayan özel bir proteini, kontraktil proteinlerini de içlerinde barındırırlar. Bu proteinler, yara üzerinde trombositlerin meydana getirdiği tıkacı daha kuvvetli hale getirmeye yaramaktadırlar.59 Trombositlerin görevleri, oluşturdukları ilk pıhtı ile sona ermemektedir. Gerçek pıhtı oluştuktan sonra görevleri farklı şekillerde devam eder. Bu konu "Kanın Pıhtılaşması" bölümünde detaylı olarak incelenecektir.

                            Trombositlerin bu üstün çabası sürerken, vücut da kendi içinde çeşitli tedbirler alır. Yaranın açıldığı damar duvarındaki düz kaslar kasılmaya başlarlar. Buradaki amaç, yaranın oluştuğu bölgeye doğru giden kan miktarını ve kan basıncını azaltmaktır. Böylelikle trombositler iş başındayken bölgeye, oluşan pıhtıyı bozacak fazlalıkta kan gitmemiş olur ve beden fazla kan kaybetmez.

                            Meydana gelen en küçük bir çizikte bile vücudunuzdaki her damar, bu akılcı tedbiri mutlaka almaktadır. Ancak siz bunun farkında bile olmazsınız, hatta kimi zaman elinizdeki bu küçük çiziğe dikkat bile etmezsiniz. Oysa o an, o bölgede hummalı bir çalışma vardır. Farkına bile varmadığınız bu küçük çizik ile uğraşmanız, oradan sızan kanı sizin durdurmaya çalışmanız gerekmez. Zaten isteseniz de bu sürekli akışı durduramazsınız. Kanın pıhtılaşmasında görevlendirimiş akıllı hücreleriniz ise, mükemmel organizasyonları ile gereken her önlemi sizin için almaktadırlar.

                            Bütün bu işlemler olurken, vücudunuz için şimdiye kadar belki de hiç düşünmediğiniz bir tehlike başgösterir. Trombositler birbirlerine yapışmakta ve oluşan yarayı kapatmaktadırlar. Ama bu yapışmanın bu bölgeden dışarıya taşma ve milimetrik çaplara sahip damarı tıkama olasılığı da vardır. Yaranın oluştuğu yerde bu tehlikenin önlenmesi şarttır. Elbette ki bu mükemmel sistem içinde bu soruna karşı da bir tedbir alınmıştır. Damar duvarı bu tehlikeye karşı özel bir protein (prostasiklin) sentezler. Bu özel protein trombosit tıkacının sadece ilgili yerde olmasını ve işi bitince durmasını sağlar.60

                            Trombositler sadece birer hücredir. İnsanın ölümüne neden olabilecek hayati bir hatayı yapmamaları, bu hücrelere ait bir özellik değildir şüphesiz. Bütün bu koordinasyonu ve organizasyonu hücrelerin gerçekleştirdiğine inanmak akla ve mantığa aykırıdır.

                            Yorum

                            • frantic
                              Senior Member

                              • 26-01-2004
                              • 3696

                              #29
                              Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                              BİLİNÇLİ TASARIMIN MÜKEMMEL ÖRNEKLERİNDEN BİRİ:
                              KANIN PIHTILAŞMASI


                              Kuşkusuz Darwin herhangi bir yerini yaraladığında o bölgede meydana gelen pıhtılaşma faaliyetlerini biliyor olsaydı, teorisi için bir başka büyük çıkmazla karşı karşıya olduğunu anlardı.Günümüzün Darwinistleri bu önemli gerçeğin açıkça farkındadırlar. Buna rağmen bu teoriyi desteklemeleri, Darwinizm'in, Allah inancına ve yaratılış gerçeğine karşı geliştirilmiş bir ideoloji olduğunu göstermektedir.
                              "Charles Darwin, Galapagos Adaları'nın kayalıklarında dolaşırken -kendi adını alacak ispinozları incelerken- mutlaka elini kesmiş veya dizini yaralamış olmalı. Genç bir maceracı olan Darwin, herhalde bunun üzerinde pek fazla durmamıştır. Bir adada araştırma yapan bilim adamları için acı, hayatın gerçeği sayılır ve işlerinin tamamlanması gerekiyorsa bunu dikkate bile almamak gerekir.

                              Sonunda akan kan duracak ve açık yara iyileşecektir. Darwin bunu fark etseydi, aslında neler olup bittiği hakkında pek fazla şey söyleyemeyecekti. Kanın pıhtılaşma sistemini bilmediğinden, altında yatan mekanizmaların da neler olabileceğini bile tahmin edemezdi; zaten moleküler düzeyde hayatın mekanizmalarının açıklanması için yüz yıl geçmesi gerekiyordu."61

                              Bir evrimci için, doğada açıklanması mümkün olmayan pek çok şey vardır. Eğer bir mekanizma, kendi kendine oluşamayacak kadar kompleksse ve aynı zamanda çalışabilmesi için bütün parçalarının eksiksiz olarak birarada olması gerekiyorsa, bu durum söz konusu evrimci için savunduğu teoriyi ortadan kaldırmaya yetecek kadar büyük bir delildir. Darwin de dahil olmak üzere, hayatları boyunca evrimciler "indirgenemez bir kompleksliğe" sahip pek çok mekanizma ile karşılaşmışlardır. Bunların belki de en önemlilerinden biri, bedenimizde son derece doğal bir şekilde gerçekleşen kanın pıhtılaşması olayıdır.

                              Olağanüstü kompleksliğinden dolayı "gözü düşünmek beni teorimden soğuttu" diyen Darwin'in yaşadığı dönemde kanın pıhtılaşması gibi bilmediği daha pek çok kompleks sistem vardı. Profesör Michael Behe'nin de belirttiği gibi, eğer Darwin elini kestiğinde bu yara üzerinde kanın hangi aşamalarla pıhtılaştığını bilseydi, kuşkusuz bu kendi teorisi için bir başka büyük çıkmazı daha beraberinde getirecekti. Günümüzde, bu önemli gerçeği gören, laboratuvarlarda bu olağanüstü mekanizmanın aşamalarına şahit olan evrimciler de vardır. Tek bir aşaması bile evrim ile açıklanamayan bu mucizevi olaya rağmen hala evrim destekçilerinin var olması, Darwinizm'in dine karşı geliştirilmiş bir ideoloji, yaratılış gerçeğini inkar etmek için ortaya atılmış bir dogma olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.

                              Bir YaralanmanınArdından Vücutta Yaşananlar


                              Bir yerinizi yaraladığınızda pıhtılaşma için görevlendirilmiş 40 kadar madde harekete geçer. Birkaç saniye sonra vücuttaki tüm sinirler ve tamir sistemleri uyarılmıştır. Allah'ın bedenimizde yarattığı müthiş kontrol mekanizması bir kez daha karşımızdadır.
                              Bir kaba bir miktar sıvı koyun ve kabın altından bir delik açın. Sıvı, her ne olursa olsun, mutlaka kabın altındaki bu delikten dökülmeye başlayacak ve kabın tamamı boşalana kadar da dökülmeye devam edecektir. Bu sıvıyı durdurabilmeniz için deliği bir şekilde kapatmanız gerekir. Aksi takdirde durdurmanız imkansızdır. Yeryüzünde, bir ağ örerek, açılan deliği kendi kendine kapatabilen tek sıvı "kan"dır. İşin daha da mucizevi yanı, bunu yapan kanın, müthiş bir hızla hareket halinde oluşudur.

                              Bir yerinizi yaraladığınızda, yaralanan yerde gerçekleşen işlemlerin farkında bile olmazsınız. Oradan akan kanın bir süre sonra duracağından ve birkaç hafta içinde yaranın tamamen kapanıp ortadan kaybolacağından eminsinizdir. Kanamanın durması ve yaranın kapanması için sizin pek bir şey yapmanıza gerek yoktur. Zaten kan eğer bunu kendi kendine yapmazsa, bu akışı durdurup yaranın kapanmasını sağlayacak bir yolunuz da yoktur. Ne yaparsanız yapın, kanın bu sürekli akışını engelleyemezsiniz. Bunu yapmak için ancak, kanı pıhtılaştıran faktörlere ihtiyacınız vardır. Peki nedir bu faktörler?

                              Kanda ve dokularda pıhtılaşmanın meydana gelmesini sağlayan 40'dan fazla madde bulunur. Bunların bir kısmı pıhtılaşmayı başlatır, bir kısmı hızlandırır, bir kısmı da pıhtılaşmayı sona erdirir. Bedende pıhtılaşma, pıhtılaşmayı hızlandıran faktörler ile pıhtılaşmayı engelleyen faktörler arasındaki dengeye bağlıdır. Normal şartlarda pıhtılaşmayı engelleyen faktörlerin hızlandıranlardan daha çok olması gerekmektedir. Böylelikle bedende kontrolsüz bir pıhtılaşma durumu söz konusu olmaz. Hızlandırıcı faktörün engelleyici faktörden daha fazla olduğu tek an, bir damarın zedelenme anıdır.62

                              Damar zedelendiğinde vücutta oldukça yoğun bir hareketlenme başlar. Birkaç saniye sonra vücuttaki tüm sinirler ve tamir sistemleri uyarılmıştır. Pıhtılaşma mekanizmaları, daha önce trombositler konusunda incelediğimiz gibi, kaybedilen kan miktarını azaltmıştır. Yaranın bulunduğu yerde salgılanan kimyevi maddeler herhangi bir enfeksiyona karşı akyuvarları harekete geçirmiştir. Eğer oluşan yara çok büyükse, alarma geçen beyin ve iç salgı bezleri, kana kimyevi madde ve hormon ordusu salgılayarak dengesi bozulan vücudun faaliyetlerini düzenlemeye çalışırlar.

                              Yorum

                              • frantic
                                Senior Member

                                • 26-01-2004
                                • 3696

                                #30
                                Konu: Kan Ve Kalp Mucİzesİ

                                Ağır tahribatlarda büyük önlemler alınması ve açılan yarada pıhtılaşma işleminin hemen başlaması gerekmektedir. Bunu sağlamak için olağanüstü hızda bir iletişim sistemi şarttır. Sinirlerin beyne, tahribatın sınırları hakkında bilgi göndermesinin ardından sadece 50 milisaniye geçmiştir. Bu, gerçekten de baş döndürücü bir hızdır. Kişi, belki de, henüz bedeninde bir yara açıldığının bile farkında değildir.

                                Eğer kanama durdurulmazsa, vücuttaki kan basıncının düşmesi ve sıvı miktarının azalması başta beyin olmak üzere tüm vücut organlarına zarar verecektir. Kan kaybı nedeniyle beyin fonksiyonları durduğunda önce baygınlık, yaklaşık 30 saniye içinde de şuur kaybı meydana gelir. Ardından normal bir kan basıncı ile çalışabilen böbrekler, kan basıncının düşmesi sonucunda işlevlerini yerine getirememeye başlarlar. İşte bu nedenle kanamanın hemen durması çok önemlidir.

                                İlk önlemler ise hayatidir. Damarın kesilmesinden sonraki iki saniye içinde damarın duvarı ani bir spazm ile yani bir refleks hareketi ile kasılır. Kalın duvarlara sahip olan atardamar ise başka bir önlem alır ve otomatik olarak kapanarak vücuda kan akışını en aza indirmeye başlar. Damarda kanama ne kadar fazlaysa, spazm da o kadar çok olur. Söz konusu refleks hareketi 20-30 dakika kadar sürebilir. Bu önlemin ardından trombositler devreye girerler. Kanama çok yoğun ise 10-15 saniye içinde, kanama yoğun değilse 1 veya 2 dakika içinde trombosit pıhtısı meydana gelir ve kan akışı büyük ölçüde durdurulur.63

                                Artık yaranın tamamen kapanması ve vücut fonksiyonlarının eskisi gibi devam etmesi gerekmektedir. Bu nedenle artık devreye pıhtılaşma mekanizması girer.

                                Olağanüstü Niteliklerdeki Bir Balık Ağı


                                Damarda bir zedelenme oluştuğunda (altta) trombosit adı verilen partiküller (üstte sağda), kanın vücuttan dışarı akmasını engellemek için bir dizi reaksiyon başlatan kimyasallar salgılarlar. Bu reaksiyonlardan bir tanesi, kan hücrelerinin ve plazmanın yolunu kesecek bir ağ meydana getiren fibrinin üretilmesidir. (üstte solda) Böylece vücutta kan kaybına karşı acil bir önlem alınır.

                                Kanda pıhtılaşmaya etki eden 40 faktörü tek bir kitapta detaylı olarak incelememiz imkansızdır. Bu nedenle, pıhtılaşma sisteminin sadece ana elemanlarını tanıtmak yerinde olacaktır. Daha önce plazma konusunu incelerken, plazmanın içinde bulunan proteinlerden bir tanesinin de fibrinojen olduğunu belirtmiştik. Fibrinojen pıhtılaşma mekanizmasının en önemli elemanlarındandır ve pıhtı malzemesinin kandaki durağan halidir. Tuzun suda erimesi gibi, o da plazma içinde erimiş durumdadır. Vücutta herhangi bir yara oluşana kadar, son derece sakin bir şekilde dolaşır durur.

                                Vücutta bir yara meydana geldiğinde, trombin adındaki bir başka protein, fibrinojenin zincirindeki üç halkadan iki tanesini keser. Artık bu protein, fibrinojen değil "fibrin"dir ve bu aşamadan sonra aktif haldedir. Fibrinin kesilen yüzeyleri yapışkan parçalara sahiptir. Bu yapışkan parçalar da diğer fibrinlerin gelerek kendisine yapışmalarına neden olur. Fibrinlerin birbirlerine yapışarak meydana getirdikleri bu kütle, kanın akışını durdurmak için meydana getirilmiş ilk pıhtıdır. İlk aşamada detaylı bir çalışma yapılmadan bu ilk pıhtının oluşturulması için gayret gösterilir. Buradaki amaç, kanı durdurmak, aynı zamanda da en az protein kullanarak bir ilk yardım yapmaktır yani proteinden tasarruf etmektir.

                                Vücutta yaranın açılması ile aniden harekete geçen trombin, bulduğu bütün fibrinojenlerin zincir halkalarını kesmeye başlar. Fakat trombinin bunu sürekli olarak veya yaranın bulunduğu yerden farklı bir yerde yapmaması gerekmektedir, çünkü eğer bu şekilde bağımsız hareket ederse, kestiği tüm fibrinler birbirlerine yapışacak ve dolaşım içinde kontrolsüz pıhtılar meydana gelecektir. Oluşan bu pıhtılar ise damarların tıkanmasına yol açacaktır. Bu durumda trombinin bir şekilde "baskı altında tutulması" ve gerekli zamanda gerekli şekilde hareket etmek için bir ültimatom alması gerekmektedir.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor