Nedenlere Cevap

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • orbay
    Senior Member
    • 11-02-2005
    • 5871

    Nedenlere Cevap

    Alkolün ne kadarı trafikte zararlıdır?
    Trafik denetlemelerinde yapılan alkol testinden ağza atılacak bir şekerle
    veya sakızla kurtulmak mümkün değildir. Alkol aldığımızda veya sarımsak,
    soğan benzeri keskin kokulu yiyecekleri yediğimizde nefesimiz kokar.
    İstediğimiz kadar ağzımızı yıkayalım, dişlerimizi fırçalayalım, şeker
    yiyelim veya sakız çiğneyelim, fark etmez bu kokuyu tam olarak gideremeyiz.
    Bu kokuların nedenleri ağza veya boğaza bulaşan alkol, ağızda dişlerin
    arasında kalan yiyecekler değildir. Onlar ağzın yıkanması ile giderilebilir.
    Bu kokular mideden de gelmez, çünkü yiyecek gitmediği zamanlarda yemek
    borusunun ucu hep kapalıdır. Tüm bu alkol ve kokulu yiyeceklerin molekülleri
    midedeki hazım sırasında mide duvarından geçerek kana karışır. Böylece
    akciğerlere ulaşarak nefesle beraber çevreye yayılırlar.
    Trafik denetlemelerinde yapılan alkol testlerinde, nefesteki dolayısıyla
    kandaki alkol miktarı ölçülür. Cihaza üflemeyle dışarı verilen havanın
    2.000santimetreküpü kanda bulunan alkol miktarını gösterir. Bu oran,
    alınan alkol
    miktarının kişinin ağırlığına bölünmesi ve erkeklerde 0.7, kadınlarda ise
    0.6 katsayısının çarpılması ile hesaplanabilir.
    Bu katsayılar arasındaki farkın nedeni, aynı vücut ölçüleri ve yağ
    oranlarına sahip bir kadın ve erkek üzerinde yapılan deneylerde, her ne
    kadar alkolün yüzde 20'si midede, yüzde 80'i ince bağırsaklarda kana karışsa
    da, kadınlarda alkolün midede daha az parçalanarak kana karışım oranının
    yüzde 30 daha fazla olması, kadınların daha çabuk sarhoş olmaları ve
    sarhoşluğun daha uzun sürmesinin gözlemlenmesidir.
    Bir kadeh sek rakı veya iki bardak şarap kanda 40 gram alkol bulunması
    anlamına gelir. Böyle bir doz 75 kilo ağırlığındaki erkekte
    40((75XO,7)=0.76gr/litre sonucunu verir ki, trafikteki yasal limiti
    aşar.
    Bu miktarda alkolü 60 kilo ağırlığındaki bir kadın aldığında suçlu olur,
    çünkü hesaba göre kanında 40( (60X0,6)= 1.1 grAitre alkol çıkar.
    İnsanlarda bir litre kandaki alkol oranı 0,5 gramı geçtikten sonra
    refleksler yavaşlar, sürücü bilincine hakim olamaz. Bu da ciddi kazalara yol
    açar

    *Banyodan sonra ellerimiz neden buruşur? *

    Bütün vücudumuz, bir kısmı gözle görülebilen, büyük bir kısmı da ancak
    dikkatli bakınca fark edilen kıl ve tüylerle kaplıdır. Bu tüy ve kılların
    dibinde 'sebum' adı verilen yağ bezleri vardır. Bunların çıkardığı yağ, su
    geçirmez keratin bir tabaka oluşturur ve suyun derimizden içeri girmesini
    önleyerek derimizi yumuşak tutar.
    Belki de en çok kullanılan yerler olmaları nedeni ile vücudumuzda sadece
    parmak uçlarımız ve tabanlarımızda kıl veya tüy yoktur. Dolayısı ile
    koruyucu keratin tabaka da yoktur. Ayrıca parmaklarımızın uçları ve
    ayaklarımızın tabanları kalın bir deri tabakası ile kaplanmıştır.
    Parmaklarımızın uçları ve tabanlarımız suyun altında belli bir süre kalıp
    iyice ıslanırsa, osmos denilen daha sulu bir maddenin daha koyu bir maddenin
    içine girişi sonucunda derimizin altına su girer ve bu su burada kendine yer
    bulmak ister. Ancak buradaki kalın derimizin genleşerek bu suya
    ayırabileceği fazla yeri olmadığı için, aynen yazın çok sıcak havalarda
    yollardaki asfaltlarda olduğu gibi eğilir, bükülür yani büzüşür.

    *Jet-lag olayı nedir*?

    Bütün hayvanların vücutlarının, uyuma, vücut ısısı, üreme zamanı gibi
    periyodik fonksiyonlarını kontrol eden biyolojik bir iç saatleri vardır. Bu
    iç saatlerin çoğu, kendi fonksiyonları için kendi zaman dilimlerinde
    çalışır, ancak ışık ve sıcaklık gibi dış etkenlerden de etkilenir.
    Eğer İstanbul'dan Newyork'a uçarsanız, sizin vücut saatiniz hala İstanbul'a
    ayarlıdır. Örneğin İstanbul'dan saat 12:00'de havalanır, 8 saatlik bir
    uçuştan sonra Newyork'a varırsanız, vücut saatiniz 20:00'dedir ama Newyork
    saat 13:00'ü yaşamaktadır. Vücudunuzun saati ortama göre 7 saat ileridedir.
    Karnınız acıkacak, biraz sonra uykunuz gelecektir ama, akşam olmasına bile
    daha 7-8 saat vardır.
    İşte bu olaya jet-lag denilir. 'Lag'in İngilizce'de anlamı geri kalma,
    gecikmedir. Bu durumda uçuştan sonra insanda yorgun-
    80
    luk duyulmakta, özellikle okuma, araba kullanma ve iş görüşmeleri gibi
    konularda motivasyon ve konsantrasyon eksikliği görülmektedir.
    Dünya dönüşünü 24 saatte tamamladığından, dünya yüzeyi kuzeyden güneye her
    biri l saatlik 24 zaman bölgesine bölünmüştür. Örneğin İstanbul ile Newyork
    arasında 7 zaman bölgesi vardır ve aynı anda İstanbul'da saat 14:00 iken,
    Newyork'ta sabah 07:00'dir.
    NASA'ya göre insan vücudunun biyolojik saatinin her bir zaman bölgesine,
    yani bir saatlik bir zaman değişimine alışması bir gün almaktadır. Bu
    durumda İstanbul'dan NewYork'a gidince vücut kendini ancak 7 gün sonra
    adapte edebilmektedir. Jet-lag olayı uçma mesafesine değil, kaç zaman
    bölgesinden geçtiğinize bağlıdır. Aynı mesafe, aynı zaman bölgesinde
    kuzey-gü-ney mesafesinde gidilince jet-lag olayı görülmemektedir.
    Jet-lag olayının doğuya doğru mu, yoksa batıya doğru mu seyahatte daha çok
    görüldüğü tartışma konusudur. Şüphesiz bu insanların çoğunluğunun yapısına
    ve yaşam düzeyine bağlıdır. Yapılan anketler sonucunda, çoğunluğun doğuya
    doğru yapılan uçuşlarda daha çok rahatsız olduğu, insanın vücut saatini
    hızlandırmada, yavaşlatmaya göre daha fazla zorlandığı görülmektedir. Küçük
    çocukların pek etkilenmediği jet-lag olayından en çok etkilenenler ise
    günlük yaşantısı düzenli ve rutin işler yaparak yaşayanlardır. Uçaktaki
    havanın kuru olması, seyahat süresince hareketin kısıtlı olması, içki
    içilmesi, yeterli sıvı içecek alınamaması, farklı iklimde farklı yemekler,
    insanlarda jet-lag'a karşı direnç kırıcı diğer etkenlerdir.

    *Karagözlülerin çocuğu nasıl mavi gözlü olabilir? *

    Genlerin ana mekanizması çok basittir. Her anne ve baba iki tam gene
    sahiptir. Ve bunlardan birini çocuğuna geçirir. Eğer an- ne ve babadan
    alınan genler aynı ise, yani çocuk her iki taraftan da mavi göz genini aldı
    ise problem yoktur. Çocuğun gözlerinin rengi mavi olacaktır. Ancak bir
    taraftan mavi göz, diğerinden kahverengi göz genini aldı ise gözlerinin biri
    mavi diğeri kahverengi olamayacağına göre bu genlerden biri üstün
    gelecektir.

    İşte rakibine karşı daima üstün gelen bu genlere hakim (dominant) gen adı
    verilir. İnsanlarda koyu renk göz geni hakim gendir. Yukarıda bahsi geçen
    çocuğun gözleri kahverengi olacaktır. Mavi göz rengi gibi mücadeleyi
    kaybeden gene de saklı (recessive) gen denilmektedir.
    Anne ve babadaki her iki gen de hakim gen ise sonuç aynı olacaktır. Saklı
    gen bu mücadelede ancak her iki tarafın geni de saklı gen ise galip
    çıkabilir. Uzun boy ve kısa boy genlerinde hakim olan uzun boydur. Örneğin
    babada iki uzun boy geni (U/U), annede ise iki kısa boy geni (k/k) varsa,
    her çocukta mutlaka bir uzun ve bir kısa boy geni(U/k) olacak ve uzun boy
    hakim gen olduğundan her çocuk uzun boylu olacaktır.
    Bu çocuklar (U/k) gen yapılı biri ile evlenirlerse, çocukların her birinde
    muhtemelen (U/U, U/k, k/U, R/k) gen yapısı oluşacak yani üç çocuk uzun boylu
    olurken bir tanesi kısa boylu kalacaktır. İnsanlarda kahverengi göz rengi,
    görme yeteneği ve saçlılık hakim genler jken mavi göz, renk körlüğü ve
    kellik saklı genlerdir.
    Saklı gen çocuğun DNA sarmalında kalıp, onun çocuklarına da geçebilir.
    Babası mavi, annesi kahverengi gözlü çocuk kahverengi gözlü olur ama mavi
    renk göz geni saklı olarak durur. Kendisi ile aynı genetik yapıda biri ile
    evlenirse yukarıdaki uzun boy- kısa boy örneğinde olduğu gibi anne ve baba
    kahverengi gözlü olmalarına rağmen çocuklardan biri mavi gözlü olabilir.
    Bu durum Mendel kurallarına uygun olup mavi gözlü çocukları olan kahverengi
    gözlü anne ve babaların paniğe kapılmalarına ve ortada başka bir neden
    aramalarına gerek yoktur.

    *Aynı anne ve babanın çocukları neden farklı oluyor? *

    Çocukların oluşumunu anne ve babadan aldıkları kromozomlar belirtiyorsa, her
    insanda bir set kromozom varsa ve de bu kromozomlar zamanla değişmiyorsa,
    aynı anne ve babadan olan çocukların da birbirinin aynı olması gerekmez mi?
    Üreme konusunda tabiat müthiş şaşırtıcıdır. Tabiatta çocukların oluşumu ile
    ilgili özel bir sistem dizayn edilmiştir.

    Son yılların gözde konusu DNA ile ilgili olarak gazetelerde ve dergilerde
    çizilen resimlerden belki dikkatinizi çekmiştir. Kadın veya erkek olsun her
    insanın bir set kromozomu vardır ve her kromozom birleştikleri zaman 'X'
    harfini oluşturan iki parçadan ibarettir. Bu ikili DNA'nın birbirine sıkıca
    sarılmış iki koludur. Bir insanın kromozomunun, bu iki yakasından biri
    anneden, diğeri de babasından gelir. Ortadan 'X' şeklinde bağlı bu yeni
    kromozomun her iki yarısı da komple bir gen setini taşır.
    Sperm, yumurta ile birleşerek yeni bir insanın oluşumunu sağlar. Sperm yeni
    bebeğin kromozomunun bir yarısını taşır, yumurta diğerini. Esas soru şudur:
    Sperm ve yumurtadaki DNA nereden gelmektedir? Babadaki her hücre, birbirinin
    tamamen aynı 'X' şeklindeki kromozomları taşır. Anne için de bu aynıdır.
    Baba ile annenin kromozomları da kendi anne ve babalarının kromozomlarından
    gelmiştir. Ama hangi yarısı gelmiştir? İşte doğanın müthiş düzeninin ipucu
    da buradadır.
    Babada sperm hücreleri oluşurken, kendi anne ve babasının kromozomlarının
    birer yarısını rasgele, yani bir kurala bağlı olmadan alır. Annenin
    yumurtalarında da aynı şey olunca, doğan her çocuk dört kişinin, yani
    anneanne, babaanne ve her iki dedesinin (dolayısıyla onların da
    ebeveynlerinin) genlerinin rasgele karıştırılmış şeklinden oluşur ve her
    çocuk farklı fiziksel ve psikolojik özellikler gösterir.

    *Kanımız kırmızı iken damarlarımız neden mavi? *

    Yaşamımızın sürebilmesi için vücudumuzdaki her bir hücrenin oksijene
    ihtiyacı vardır. Hücrelerimize oksijeni kanımız taşır. Kanımız oksijeni
    havadan aldığımız nefesin sonucunda akciğerlerimizden alır ve vücudumuzun
    her bir noktasına ulaştırır. Bu noktalarda oksijeni hücrelere devreden
    kanımız, kalp tarafından emilerek tekrar oksijen depolayabilmesi için
    akciğerlerimize pompalanır ve çevrim böyle devam eder.

    Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe
    ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani
    alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin,
    oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.
    Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken
    yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır.
    Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın
    rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.
    Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının
    derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde
    mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok
    yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.
    Vücudumuzda gördüğümüz damarların hemen hemen tümüne yakını daha koyu renkli
    kanı taşıyan toplardamarlardır. Atardamarlarda kalp tarafından pompalanan
    kanın vücudun her yerine süratle ulaşabilmesi için basınç yüksektir.
    Toplardamarlarda ise kanın basıncı düşük, hızı da daha yavaştır.
    Herhangi bir atardamar kesildiğinde kan daha hızlı dışarı çıkar, kan kaybı
    süratli ve çok olur. Hayati tehlike yaratır. Bu tehlikeye karşı
    atardamarlarımız daha kalın çeperli yapılmış ve derimizin altında daha
    derinlere yerleştirilmişlerdir. Bir kaza veya ameliyat olmadıkça
    atardamarlarımızı pek göremezsiniz.
    Bu nedenle derimizde gördüğümüz damarların çoğu, et kalınlığı az olduğu için
    içindeki kanın rengini daha çok yansıtan ve deriye daha yakın olan
    toplardamarlardır. Tabii ki bu durum toplardamarlar kesildiğinde kanın koyu
    kırmızı veya mor renkte akacağı anlamına gelmez. Kesilme yerinden akan kan
    derhal hava ile temas edip, ondaki zengin oksijeni alır ve rengi yine
    bilinen kan rengine dönüşür.

    *İnsanlar niçinneden dondurularak saklanamıyor *

    Tedavisi günümüzde mümkün olmayan hastalan ölmeden önce dondurup,
    teknolojinin gelişip, tedavi imkanlarının bulunabileceği ileriki yıllara
    kadar saklamak, bilim insanlarının üzerinde çok çalıştıkları bir konudur ve
    bilim insanlarını bu araştırmalara iten sebep kurbağalardır.

    Doğada bazı cins kurbağalar kış uykusu süresince donarlar; kalp atışları,
    nefes alışları ve kan dolaşımları tamamen durur. Hatta aort damarları
    kesildiğinde bile kanama olmaz. Buzlar çözüldükten sonra, önce kalp atmaya
    başlar ve kurbağa hayata geri döner.
    Yapılan araştırmalarda kurbağaların aniden donmadıkları, 24 saat süresince
    kan ve hücrelerinin arasındaki su dondukça geriye donma noktası düşük bir
    tip antifriz çözelti bıraktıkları ve glikoz üretimlerini çok yükselttikleri
    tespit edilmiştir. Oysa insanda bu oranda şeker yükselmesine mani olacak
    birçok mekanizma vardır ve iyi çalışmamalarının sonucu ise şeker
    hastalığıdır. Bir memelinin hücresinin dondurularak saklanabilmesi için,
    hücrenin içinde oluşan buzun en az seviyede olması gerekir. Hücre içindeki
    suyun tamamen donması ölüme yol açar. Bunun için de dondurma işlemine hücre
    dışı sıvılardan başlanılmalı, sadece hücre aralarındaki ve kandaki su
    donmak, hücredeki zar ve proteinlerin yapıları bozulmamalıdır. Donmuş kan,
    besin ve oksijen taşıyamayacağından, metabolizmada ne gibi aksaklıklar
    görülebileceği hala bilinmemektedir. Ayrı bir sorun da suyun donduğu vakit
    genişlemesidir. Bu yüzden kan damarları parçalanabilir, doku yapısı
    bozulabilir, hücre zan yırtılabilir.
    Aslında artık günümüzde insanın yumurta hücreleri, sperm ve beyaz kan
    hücreleri, deri ve korneası dondurularak saklanabilmektedir. Ancak bunların
    hücre sayıları çok azdır. Nakil için böbrekler ve karaciğer buz içinde
    saklanır ama bunun da süresi en fazla 2-3 gündür. Üstelik bu organlar soğuk
    ortamda saklanmakta ama dondurulmamaktadır.
    Halen bir organ bile dondurulup saklanamadığına göre, bütün bir vücudu
    dondurarak saklama konusunda bilim insanları, pek iyimser değiller ama
    çalışmalar devam ediyor. Daha doğrusu insanı dondurup saklamak şüphesiz
    mümkün de, tekrar ısıtılıp canlandırmanın yolu henüz bilinmiyor.

    *Suyun altında neden bulanık görürüz? *
    Denize dalıp gözlerimizi açtığımızda etrafı bulanık görürüz ama deniz
    gözlüğünü takınca her şey netleşir. Anlaşılıyor ki, gözümüzün önünde deniz
    gözlüğünün içindeki hava olmadıkça, suyun içinde görme işlevinde bir aksama
    olmaktadır.

    Gözümüzün dışbükey şeklindeki dış yüzeyi sadece bir mercek görevi görür. Bu
    mercek olmadan gözümüz ışığı alıp, arka taraftaki retina tabakasına
    odaklayamaz. Yani gözümüzün dışı bir görme elemanından ziyade, görüntünün
    ince ayarını yapan basit bir mercektir.
    Işık, havadan suya veya bir prizmanın içinden geçerken olduğu gibi, farklı
    yoğunluktaki cisimlerden geçerken kırılır. Bunu biliyoruz. Gözümüzün
    yoğunluğu ve dışbükeyliği öyle ayar
    lanmıştır ki, gelen ışık kırılma sonucunda gözümüzün arkasındaki retinada
    odaklaşır.
    Işığın sudaki hızı, gözümüzü geçerkenki hızı ile yaklaşık aynıdır. Ancak
    suyun yoğunluğu farklı olduğundan buradan gelen ışık, havadan gelecek ışığa
    göre yoğunluğu ayarlanmış gözümüzde tam kınlamaz, görüntü retinada tam
    odaklaşamaz ve suyun altında cisimleri flu görürüz.
    Eğer su ile gözümüz arasına bir cam koyar ve arkasında havanın bulunduğu bir
    boşluk bırakırsak, sudan havaya geçen ışık oradan gözümüze gelerek normal
    olarak kırılır ve görüntü de retina da net olarak odaklaşır.

    *İnsanların neden bazıları solaktır? *

    İnsanların çoğunun niçin, daha çok sağ ellerini kullandıkları henüz
    bilinmiyor. Eğer dünya nüfusunun yarısı solak olsaydı veya dünyada hiç solak
    bulunmasaydı, bu durum tabiatın kurallarına daha uygun olabilirdi, ancak tek
    yumurta ikizlerinin bile yüzde onunun farklı ellerini kullanmaları
    şaşırtıcıdır. Bu durumun genetik olmadığı, kalıtımla bir ilgisinin
    bulunmadığı da kesin. Bebeklerin rahimdeki pozisyohlarıyla ilgili teoriler
    var ama kanıtlanmış değil.

    İnsanın dışında hiçbir yaratık, bir elini veya ayağını diğerine göre
    öncelikli kullanmaz. Dünyada tarih boyunca, kültür ve ırk farkı olmaksızın
    insanlar arasında sağ elini kullananlar hep çoğunlukta olmuşlardır. Bilim
    insanları yıllardır bunun nedenini arayıp durmaktadır.
    Bilindiği gibi, beynimizin her iki yarısı değişik yetenekleri kontrol eder.
    Önceleri beynimizin sol yansının konuşma yeteneğimize kumanda ettiği
    bilindiğinden, yazmamıza da kumanda ettiği, bütün önemli kumandaları bu
    tarafın üstlendiği sanılıyordu. Ama sonraları beynimizin sağ yansının da
    idrak, yargılama,
    hafıza gibi çok önemli işlevlere kumanda ettiği, beynin her iki yarısının da
    bir birinden üstün olmadığı ve her iki tarafın da eşit değerde görevler
    üstlendiği görüldü.
    Solakların oranı hakkında çeşitli görüşler var. Genel görüş bunun 1/9
    oranında olduğu şeklindedir. Her azınlığın başına geldiği gibi solaklar
    toplumda bazı zorluklarla karşılaşmışlar, hatta tarihin karanlık çağlarında
    şeytanla bile özdeştirilmişlerdir. Günümüzde bile solak doğan çocuklar,
    aileleri tarafından sağ elleri ile yazmaya zorlanmaktadırlar.
    Sağ ellerini kullananlar için hayat daha kolaydır. Onlar daha iyi organize
    olmuşlar, acımasız bir üstünlük kurmuşlar, dünyada her şeyi kendilerine göre
    ayarlamışlardır. Arabaların vitesleri, silahlarda boş kovanların fırlayış
    yönü, hatta tuvaletteki muslukların yeri bile hep sağ ellilere göre
    tasarlanmıştır.
    İngilizce'de sol anlamındaki 'left' kelimesi, zayıf ve kullanışsız anlamında
    eski İngilizce'de kullanılan 'lyft' kelimesinden türetilmiştir. Sağ
    anlamındaki 'right' ise haklılık ve doğruluk anlamında da kullanılır.
    Türkçe'de de öyle değil mi? Sağ hem canlı ve hayatta anlamında kullanılır,
    hem de sağlıklı, sağlam gibi sıfatların kökünü oluşturur, solun ise soluk
    gibi bir sıfatın kökünü oluşturma dışında sadece bir nota ile isim
    benzerliği var.

    *Parmaklarımız neden çıtlar? *

    Bazı insanlar her iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek ve onları
    gererek ses çıkartırlar, yani çıtlatırlar. Çoğumuz buradan gelen sesin
    kemiklerden geldiğini sanırız, hatta rahatsız oluruz ama nedense bunu
    yapanlar hallerinden memnun görünürler.

    En çok ve kolaylıkla çıtlattığımız yerler vücudumuzda en çok bulunan
    sürtünmeli eklem yerleridir. Bu tip eklem yerlerinde, örneğin
    parmaklarımızda, iki kemiğin birleştiği yerde bir
    bağlantı kapsülü vardır. Bu kapsülün içinde kemiklerin hareketleri sırasında
    buraları yağlayan bir sıvı vardır. Bu sıvının içinde erimiş halde oksijen,
    nitrojen ve karbondioksit gazları bulunur.
    Vücudumuzda en kolay çıtlatabileceğimiz eklem yerlerimiz parmaklarımızdır.
    Parmaklarımız gerilince ve eklem yerlerimiz düzleşince bu kapsül de gerilir.
    İçindeki sıvının basıncı azalır ve gaz kabarcıkları patlamaya başlar. İşte
    kulağımıza gelenler bu seslerdir. Patlayan kabarcıklar neticesinde gazlar bu
    sıvıyı terk eder, sıvı daha da genleşir ve eklem yerinin hareket
    kabiliyetini arttırır.
    Şüphesiz ki eklem yerinin gerilmesi, bu kapsülün boyu ile sınırlıdır. Eğer
    parmaklarınızı çıtlattığınız anda röntgenini de çekerseniz, eklem içinde
    oluşan gaz kabarcıklarını görebilirsiniz. Bu olay eklem yerindeki hacmi
    yaklaşık yüzde 15-20 artırır.
    Aynı parmağınızı arka arkaya çıtlatamazsınız. Bir süre beklemeniz gerekir,
    çünkü gaz kabarcıklarının sıvı içersinde tekrar oluşması biraz zaman alır.
    Tüm bu açıklamalar, deneylerle ispatlanmasına rağmen, yine de bu kadar küçük
    gaz miktarının bu kadar büyük bir ses çıkartabilmesinin nedeni hala
    anlaşılmış değildir. Bu sorunun tatmin edici bir cevabı da henüz yoktur.
    Ayrıca detaylı çalışmalar göstermiştir ki, çıtırdama sırasında iki ayrı ses
    duyulmaktadır. Birincisinin gaz kabarcıklarının patlaması olduğu biliniyor.
    İkinci sesin ise kapsülün uzama sınırına vardığında çıktığı sanılıyor.
    Evet geldik en çok merak edilen soruya! Parmaklarımızı çıtlatmak vücudumuz
    için zararlı mıdır? Bu konuda elde çok az bilimsel çalışma sonucu vardır.
    Bir görüşe göre parmak çıtlatmanın eklem yerlerimizdeki sıvıya bir tesiri
    yoktur. Diğer bir görüşe göre ise sürekli olarak bunu yapanlarda ve bunu
    alışkanlık haline getirenlerde, eklemler etrafındaki yumuşak doku zarar
    görmekte, parmaklar şişmekte, dolayısı ile elin kavrama gücü azalmaktadır.

    *Uyurken beynimizde neler oluyor? *

    Eğer bir insanın başına 'elektroensephalograf' (ezberlemeniz gerekmez!)
    adını taşıyan bir cihaz bağlarsanız, o insanın yaydığı beyin dalgalarını
    kaydedebilirsiniz. Uyanık ve hareketsiz durumdaki bir insanın beyni,
    saniyede 10 kez salınım yapan 'alfa' dalgaları yayar. Hareketli bir insanın
    beyni ise, şahmını iki kez fazla olan 'beta' dalgalan yayar.

    Uyku sırasında ise beyin, salınımları çok daha az olan iki tür dalgayı,
    'teta' ve 'delta' dalgalarını yayar. 'Teta' dalgalarının sa-lınımı saniyede
    3.5 ila 7 arasında olup, 'delta' dalgalarmınki saniyede 3.5'tan azdır.
    İnsanın uykusu derinleştikçe, beyin dalgaları da yavaşlar. İnsanda en derin
    ve uyandırılmasmın en zor olduğu uyku zamanında, beyin artık 'delta'
    dalgaları yaymaya başlamıştır.
    Şimdi geldik işin en ilginç yönüne. İnsan gece uykudayken çeşitli zamanlarda
    beklenmeyen şeyler oluşur. İngilizce'deki 'Hızlı Göz Hareketleri'
    kelimelerinin baş harflerinden alınarak 'REM' uykusu da denilen ve
    insanların çoğunluğunda bir gecede 3-5 kez görülen bu safhada, beyin
    dalgaları uyanık bir insa-nınki kadar hızlanır.
    Bir insanı veya bir köpeği REM uykuları sırasında seyrederseniz, gözlerinin
    öne ve arkaya hızla titrediğini görürsünüz. REM uykusu safhasında köpeklerin
    çoğunda, insanların ise bir kısmında, kollarda, bacaklarda ve yüz kaslarında
    seğirmeler de görülebilir.
    Rüya REM uykusu safhasında olur. Bu safhadaki bir insanı uyandırırsanız,
    rüyasını çok canlı olarak hatırlar ve anlatabilir. REM safhası dışındaki
    uykularda insanlar genellikle rüya görmezler.
    Geceleri iyi bir uyku çekebilmek için, hem REM, hem de bunun dışındaki
    safhaların birlikte yaşanması gereklidir. REM kısmı uyku süresinin yüzde 25
    kadarını kapsamalıdır. Normal uykudaki bir REM veya rüya bölümü 5 ila 30
    dakika sürer.
    Uyku ilaçlan daha çabuk ve derin uyumanızı sağlayabilirler ama uykunuzun ve
    özellikle de REM kısmının kalitesini değiştirirler. Uykudan önce alınan
    alkol de beynin dalga yayma sistemini ve düzenini etkiler. Düzenli bir uyku
    için insan her zaman aynı saatte yatmalı, hafta sonlan da dahil aynı saatte
    uyanmalıdır.
  • umina
    Member
    • 11-12-2005
    • 1699

    #2
    Konu: Nedenlere Cevap

    Originally posted by orbay
    Kendisi ile aynı genetik yapıda biri ile
    evlenirse yukarıdaki uzun boy- kısa boy örneğinde olduğu gibi anne ve baba
    kahverengi gözlü olmalarına rağmen çocuklardan biri mavi gözlü olabilir.
    Bu durum Mendel kurallarına uygun olup mavi gözlü çocukları olan kahverengi
    gözlü anne ve babaların paniğe kapılmalarına ve ortada başka bir neden
    aramalarına gerek yoktur.
    bu kısmı çok güzelmiş:D. paylaşım için ayrıca teşekkürler.

    Yorum

    • anterior
      Senior Member
      • 06-11-2006
      • 6453

      #3
      Konu: Nedenlere Cevap

      Originally posted by orbay
      Uyku ilaçlan daha çabuk ve derin uyumanızı sağlayabilirler ama uykunuzun ve
      özellikle de REM kısmının kalitesini değiştirirler. Uykudan önce alınan
      alkol de beynin dalga yayma sistemini ve düzenini etkiler. Düzenli bir uyku
      için insan her zaman aynı saatte yatmalı, hafta sonlan da dahil aynı saatte
      uyanmalıdır.
      Doğrudur... Bazen saatlerce uyursunuz, yine de yorgun kalkarsınız...

      Yorum

      İşlem Yapılıyor