Harf Devrimi Atatürk’ün en büyük devrimidir.
DURSUN GÜMÜŞOÐLU
Bizler çocukluğumuzdan beri Yüce Atatürk’ümüzü hep kaşını, saçlarının rengini, doğum yerini, doğum tarihini, anne baba adını öğrenerek tanıdık. Okul hayatı dışındaki hayatta ise kültür, sanat, tarih, askerlik emniyet, geleneklere bağlılıkla ilgili son derece veciz sözleri ile bir başka türlü tanıyıp bir başka türlü saygı duymayı içimizde fark ettik. Adeta güzel ve düşündürücü söz söylemediği hiçbir konu yok desek, herhalde yanlış olmaz. İlk okulda öğrenci iken öğretmenimiz Baki Özel “Yeni yazıyı öğrenmek bir ay içinde mümkündür; ama eski yazı beş senede ancak öğrenilir” dediğinde, o zaman bu sözü ezberlemiştim, ama önemini iler ki yaşlarda kavrayabildim.
Ulu önder Atatürk’ü bir dahi olduğu herkesçe malumdur. Askeri zaferleri halkın 10-15 sene süren ve bitmek bilmeyen askerlikten yılgınlığa düştüğü zamanlarda Türk’ün kara talihini değiştiren Kurtuluş Savaşı tarihi bir destan olduğu, dost düşman bütün dünya milletlerinin kabul ettiği bir gerçektir. Osmanlı’nın son döneminde şu veya bu sebeplerle halkın ve idarenin kendi milletine öz güvenini kaybettiği tarihsel bir olgudur. Hatta Kurtuluş Savaşı başlayacağı zaman aydın çevrelerin bir kısmının ve eşrafın hatta halkın tartıştığı bir konu vardı, “hangi ülkenin sömürgesi olalım?” Bağımsızlık hiç hesapta olan bir şey değildi. Türk kelimesi utancın ve aşağılığın bir ifadesi olarak anılıyordu. “Etrak i bi idrak” (idraksiz, anlayışsız Türk) “Türk dediğin Merzifon eşeği, eşek değil köpekten de aşağı” “dağlı” “barbar” gibi terimlerin kullanıldığı zamanlarda, “Ne mutlu Türküm diyene“ demesi düşünebilen için ne kadar derin ve zarif anlamlar içermektedir.
Şüphesiz ki siyasi kişiliği, hazır cevaplığı, devrimleri hepsi zaruri ve Osmanlı enkazı üzerine oturmaya çalışan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti için çok anlamlı idi. Burada aylardır üzerinde çok düşündüğüm bu konuda bir şey yazmazsam göçtükten sonra Yüce Ata’nın huzuruna sanki bir görevi yapmamış olmanın utancını yaşayacağımı hissederek böyle bir girişimde bulundum. Farkında olmadan yapmış olabileceğim hatalarımdan dolayı okuyucuların affına ve hoşgörülerine sığınırım.
Arapça ünsüzler üzerine kurulan bir dildir ve Türkler İslamiyet’i öğrenmek için bu dili öğrenmek zorunda kalmışlardır. Arapça’da harf sayısı 28’dir. 4 adette İran harfleri vardır (p ç j nef) toplam otuz iki harf eder. Osmanlıca da ise genellikle 31 harf kullanılır. Eski yazıda en zor şey, kelimeyi olduğu gibi bir seferde okuyabilmek zaruretidir. Eğer o kelimeyi daha önceden hangi harflerden oluştuğunu biliyorsanız sorun yoktur, yanlış okuyamazsınız. Ama ilk defa okuduğunuz veya ilk defa gördüğünüz bir yazı ise heceleyerek okuduğunuzda yanlış okuma ihtimaliniz çok yüksektir. Eski yazı ile hiç ilgilenmemiş olanlar için bu sözlerimin anlaşılması zor olabilir. Meselâ Mehmed ve Muhammed aynı harflerle yazılır. Yani M H M D (Mim, Ha, Mim, Dal) harflerinin birleşmesinden oluşur. O yazıyı okuyan kişi, cümleyi okurken tahmin etmek zorundadır. Meselâ önünde Hazret sözü varsa ondan sonraki kelimenin Peygamber efendimiz Muhammed olduğunu tahmin edecek ve öyle okuyacak. Çünkü yeni yazıdaki gibi aralarına sesli harfler her zaman getirilmez ve bunun kesin bir kuralı da yoktur. Mahmud yazılrken ise M H M U(VAV) D harfleri vardır. Yeni yazıda Mahmud M A H M U D toplam altı harfle yazılır. Başka türlü yazarsanız anlam değişir, başka bir şey olarak okursunuz. Bizler bu yeni yazı ile bütün okumalarımızı gerçekleştirdiğimiz için başka türlüsünü adeta düşünemeyiz. Yabancı dillerde de okunuş ve yazışlarda bazı farklılıklar olmasına rağmen kısa zamanda kavrayabilirsiniz. Ama bildiğim kadarı ile en kolay, ve yanlış okuma ihtimali olmayan yazı şekli Atatürk’ün eseri olan bu yazı şeklidir.
Arap harfleri ile yazı yazmayı kurallarına uygun öğrenmenin yolu; kaç bin kelime varsa o kadar kelimeyi, şeklini, hangi harflerin yan yana gelmesi gerektiğini ezbere bilmektir. Aksi halde onu okuyan kişi başka bir anlam çıkarabilir. Meselâ ziya ile ziyade iki farklı Z harfi ile yazılır. Ziya ( Nur) Zı,Ye, Elif (A) harfleri ile; Ziyade (artan çoğalan) Ze, Ye, Elif (A), De, He (E) harflerinden oluşur. Bazen yeni yazıdaki gibi sesli ve sessiz harflerin tamamı kullanılırsa da genellikle sessiz harflerin bir araya gelmesinden oluşan, okuyanının arasına sesli harfleri koyarak okuduğu anlamlandırdığı bir yazı şeklidir. Örneğin “kırk kürekçi” ile “ kırk kör keçi” sözcüklerinin yazımı aynıdır. Abdülbaki Gölpınarlı’nın yeni yazıya çıkardığı Hacı Bektaşı Veli Velayetnamesi’nin Önsözünde ve 30. Sayfasında yazılı olan şu sözler iddialarımı doğrulayıcıdır. “Yazı okunaklı nesihtir. Ancak belki de Bektaşi Çelebilerinden olan bu Ali Çelebi’nin pek bilgili bir adam olmadığını imlâsından anlıyoruz. Meselâ “lâzım” kelimesindeki “z” den sonra bir ”y” koyuyor; “esnasında” sözündeki ilk “s” yi “sin” le yazıyor. “İşaret” in ilk “i” sini elif ve ” ye”İle, “hareket” i “he” ile yazmış. “İcazet” ve “çile” kelimelerinin ilk hecelerine birer “y” eklemiş, “karye” kelimesinin ilk hecesine bir elif, “rıhlet” kelimesinde ”r” den sonra bir “y” ilave etmiş. “İhtimal” kelimesini “he” ile, “tahassür” kelimesi vavla, “türab” kelimesini “tı” ile yazıyor.”Sünnet” te “s” den sonra bir vav, “müezzin” de “zâl” den sonra bir ye var. Muzayaka Ali Çelebi’nin imlâsınca “z” yledir. Şiirlerde de bozukluklar, vezin düşüklüklerri pek çok. Bütün bunlarla beraber gene de en eski, en doğru, en tüm nüsha, bu”.
Sayfalarımız elvermediği için daha fazla detayı size aktaramıyorum.
Böylesine zor öğrenilen, zor kullanılan, Türkçe’nin sözcük ve cümle yapısına ters düşen bu dil için bir süre Türkçe’ye uydurma çalışmaları yapılmıştır. Fakat buda çözüm olmamıştır. M. Kemal çözümü Lâtin alfabesinin getirilmesinde bulur. O, zamanı iyi ayarlayan bir liderdi. Önce şapka, maliye, sayı, takvim gibi devrimler gerçekleştirdi. (1923 – 1928 arasında) 3 Kasım 1928 de gerçekleşecek olan harf devrimi için ortam hazırlanır. Devrim siyasileri, Aydınları Lâtin alfabesinin kabulü konusunda “Ya bu işin uzun zaman alacağını ya da kabul edilmeyeceğini” söylerler. Bunun karşısında Atatürk: “Ya üç ay içinde olur, ya da bu iş hiç gerçekleşmez”. O, kendi başına karar vermek durumundadır. Dil komisyonunda çalışmaları başlatır, takipçisi olur. 24 harflik Lâtin alfabesi 29 harfe çıkarılır. Atatürk halkın nabzını yoklamak için değişik illere gider, bu yeni harfleri tanıtır, öğretir, halkın ilgisini ölçer. Gelişmelerin olumlu olduğunu görünce konuyu meclise getirir.
3 Kasım da resmi gazetede yayınlanır.
Bu yasanın kabulü ile Türk’ün aydınlanmasının önündeki engeller kalkmış, okuma- yazma oranı yükselmiştir. 1928 de yapılan bu değişiklik toplumun tamamında yapılanmış ve kısa sürede Atatürk’ün kararlılığı, azmi, kültüre verdiği önemle gerçekleşmiştir. Bu Alfabe Türkçe’yi ifade eden en iyi alfabedir. Ülkede büyük bir seferberlik başlatıldı. Bir yabancı gazete bu gelişmeler üzerine: “Türkler topyekün bir kültür seferberliği başlattı. Dünya daha önce böyle görmedi. Bir Cumhurbaşkanı elinde Tebeşirle halka okuma yazma öğretiyor” demiştir. Yeni alfabe sözcüğün şekil bütünlüğünü de korumaktadır.
Gerçekten de böyle bir başarı örneği görülmemiştir. Devlet dairelerinde kurslar düzenlendi, okullarda yasa çıkarılmaya başlandı, millet mektepleri açıldı ve 1 Aralık 1928 de Türkiye’deki tüm gazeteler Türk harfleri ile basıldı. Yabancı yayınlarda bu başarıları manşetten veriyordu. Lâtin alfabesine geçiş doğal bir süreçti, olmazsa olmazdı.
Sözleri ve örnekleri çok uzatmaya gerek yok. Şimdi vereceğim alıntı zannederim yukarıda anlattıklarımı herhalde özetleyecek. Devlet matbaası tarafından 1928 yılında basılmış olan Yeni Türk Alfabesi İmlâ ve Tasrif Şekilleri adlı ders kitabının 14. sayfasında “ İsterim ki her kes yeni yazımızı çabuk öğrensin: o kadar çabuk ki bir sene sonra eski yazıdaki Mahzurları hatırladıkça nasıl olup da bu kadar sene o yazıya tahammül ettiğimize biz de şaşalım” denilmektedir
Yüce Atatürk’ümüzün ve ona yardımcı olan arkadaşlarını Cumhuriyeti bu güne ulaştıranların ruhları şad olsun. Onları en içten sevgi,saygı, şükran ve minnet duygularımı sunmak istiyorum.
Spot:
Böylesine zor öğrenilen, zor kullanılan, Türkçe’nin sözcük ve cümle yapısına ters düşen bu dil için bir süre Türkçe’ye uydurma çalışmaları yapılmıştır. Fakat buda çözüm olmamıştır. M. Kemal çözümü Lâtin alfabesinin getirilmesinde bulur. O, zamanı iyi ayarlayan bir liderdi. Önce şapka, maliye, sayı, takvim gibi devrimler gerçekleştirdi. (1923 – 1928 arasında) 3 Kasım 1928 de gerçekleşecek olan harf devrimi için ortam hazırlanır. Devrim siyasileri, Aydınları Lâtin alfabesinin kabulü konusunda “Ya bu işin uzun zaman alacağını ya da kabul edilmeyeceğini” söylerler. Bunun karşısında Atatürk: “Ya üç ay içinde olur, ya da bu iş hiç gerçekleşmez”. O, kendi başına karar vermek durumundadır. Dil komisyonunda çalışmaları başlatır, takipçisi olur. 24 harflik Lâtin alfabesi 29 harfe çıkarılır. Atatürk halkın nabzını yoklamak için değişik illere gider, bu yeni harfleri tanıtır, öğretir, halkın ilgisini ölçer. Gelişmelerin olumlu olduğunu görünce konuyu meclise getirir.
Kaynaklar :
1 - Osmanlıca Türkçe sözlük
2- Devlet Matbaası 1928 Yeni Türk Alfabesi imlâ ve tasrif şekilleri ders kitabı
3- Türkiye Diyanet Vakfı Osmanlı vesikalarını okumaya giriş Mehmet Eminoğlu
4- Çukurova Üniversitesi Türk Dili Okutmanlarından Sayın Işıl Çokuğurluel ile yazışma notları
5- Prf. Dr. Süleyman Ateş Kur’an ı Kerim meali
6-Abdülbaki Gölpınarlı Hacı Bektaş ı Veli Velayetnamesi
7 Musahibzade Celâl Eski İstanbul yaşayışı adlı eserinden
DURSUN GÜMÜŞOÐLU
Bizler çocukluğumuzdan beri Yüce Atatürk’ümüzü hep kaşını, saçlarının rengini, doğum yerini, doğum tarihini, anne baba adını öğrenerek tanıdık. Okul hayatı dışındaki hayatta ise kültür, sanat, tarih, askerlik emniyet, geleneklere bağlılıkla ilgili son derece veciz sözleri ile bir başka türlü tanıyıp bir başka türlü saygı duymayı içimizde fark ettik. Adeta güzel ve düşündürücü söz söylemediği hiçbir konu yok desek, herhalde yanlış olmaz. İlk okulda öğrenci iken öğretmenimiz Baki Özel “Yeni yazıyı öğrenmek bir ay içinde mümkündür; ama eski yazı beş senede ancak öğrenilir” dediğinde, o zaman bu sözü ezberlemiştim, ama önemini iler ki yaşlarda kavrayabildim.
Ulu önder Atatürk’ü bir dahi olduğu herkesçe malumdur. Askeri zaferleri halkın 10-15 sene süren ve bitmek bilmeyen askerlikten yılgınlığa düştüğü zamanlarda Türk’ün kara talihini değiştiren Kurtuluş Savaşı tarihi bir destan olduğu, dost düşman bütün dünya milletlerinin kabul ettiği bir gerçektir. Osmanlı’nın son döneminde şu veya bu sebeplerle halkın ve idarenin kendi milletine öz güvenini kaybettiği tarihsel bir olgudur. Hatta Kurtuluş Savaşı başlayacağı zaman aydın çevrelerin bir kısmının ve eşrafın hatta halkın tartıştığı bir konu vardı, “hangi ülkenin sömürgesi olalım?” Bağımsızlık hiç hesapta olan bir şey değildi. Türk kelimesi utancın ve aşağılığın bir ifadesi olarak anılıyordu. “Etrak i bi idrak” (idraksiz, anlayışsız Türk) “Türk dediğin Merzifon eşeği, eşek değil köpekten de aşağı” “dağlı” “barbar” gibi terimlerin kullanıldığı zamanlarda, “Ne mutlu Türküm diyene“ demesi düşünebilen için ne kadar derin ve zarif anlamlar içermektedir.
Şüphesiz ki siyasi kişiliği, hazır cevaplığı, devrimleri hepsi zaruri ve Osmanlı enkazı üzerine oturmaya çalışan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti için çok anlamlı idi. Burada aylardır üzerinde çok düşündüğüm bu konuda bir şey yazmazsam göçtükten sonra Yüce Ata’nın huzuruna sanki bir görevi yapmamış olmanın utancını yaşayacağımı hissederek böyle bir girişimde bulundum. Farkında olmadan yapmış olabileceğim hatalarımdan dolayı okuyucuların affına ve hoşgörülerine sığınırım.
Arapça ünsüzler üzerine kurulan bir dildir ve Türkler İslamiyet’i öğrenmek için bu dili öğrenmek zorunda kalmışlardır. Arapça’da harf sayısı 28’dir. 4 adette İran harfleri vardır (p ç j nef) toplam otuz iki harf eder. Osmanlıca da ise genellikle 31 harf kullanılır. Eski yazıda en zor şey, kelimeyi olduğu gibi bir seferde okuyabilmek zaruretidir. Eğer o kelimeyi daha önceden hangi harflerden oluştuğunu biliyorsanız sorun yoktur, yanlış okuyamazsınız. Ama ilk defa okuduğunuz veya ilk defa gördüğünüz bir yazı ise heceleyerek okuduğunuzda yanlış okuma ihtimaliniz çok yüksektir. Eski yazı ile hiç ilgilenmemiş olanlar için bu sözlerimin anlaşılması zor olabilir. Meselâ Mehmed ve Muhammed aynı harflerle yazılır. Yani M H M D (Mim, Ha, Mim, Dal) harflerinin birleşmesinden oluşur. O yazıyı okuyan kişi, cümleyi okurken tahmin etmek zorundadır. Meselâ önünde Hazret sözü varsa ondan sonraki kelimenin Peygamber efendimiz Muhammed olduğunu tahmin edecek ve öyle okuyacak. Çünkü yeni yazıdaki gibi aralarına sesli harfler her zaman getirilmez ve bunun kesin bir kuralı da yoktur. Mahmud yazılrken ise M H M U(VAV) D harfleri vardır. Yeni yazıda Mahmud M A H M U D toplam altı harfle yazılır. Başka türlü yazarsanız anlam değişir, başka bir şey olarak okursunuz. Bizler bu yeni yazı ile bütün okumalarımızı gerçekleştirdiğimiz için başka türlüsünü adeta düşünemeyiz. Yabancı dillerde de okunuş ve yazışlarda bazı farklılıklar olmasına rağmen kısa zamanda kavrayabilirsiniz. Ama bildiğim kadarı ile en kolay, ve yanlış okuma ihtimali olmayan yazı şekli Atatürk’ün eseri olan bu yazı şeklidir.
Arap harfleri ile yazı yazmayı kurallarına uygun öğrenmenin yolu; kaç bin kelime varsa o kadar kelimeyi, şeklini, hangi harflerin yan yana gelmesi gerektiğini ezbere bilmektir. Aksi halde onu okuyan kişi başka bir anlam çıkarabilir. Meselâ ziya ile ziyade iki farklı Z harfi ile yazılır. Ziya ( Nur) Zı,Ye, Elif (A) harfleri ile; Ziyade (artan çoğalan) Ze, Ye, Elif (A), De, He (E) harflerinden oluşur. Bazen yeni yazıdaki gibi sesli ve sessiz harflerin tamamı kullanılırsa da genellikle sessiz harflerin bir araya gelmesinden oluşan, okuyanının arasına sesli harfleri koyarak okuduğu anlamlandırdığı bir yazı şeklidir. Örneğin “kırk kürekçi” ile “ kırk kör keçi” sözcüklerinin yazımı aynıdır. Abdülbaki Gölpınarlı’nın yeni yazıya çıkardığı Hacı Bektaşı Veli Velayetnamesi’nin Önsözünde ve 30. Sayfasında yazılı olan şu sözler iddialarımı doğrulayıcıdır. “Yazı okunaklı nesihtir. Ancak belki de Bektaşi Çelebilerinden olan bu Ali Çelebi’nin pek bilgili bir adam olmadığını imlâsından anlıyoruz. Meselâ “lâzım” kelimesindeki “z” den sonra bir ”y” koyuyor; “esnasında” sözündeki ilk “s” yi “sin” le yazıyor. “İşaret” in ilk “i” sini elif ve ” ye”İle, “hareket” i “he” ile yazmış. “İcazet” ve “çile” kelimelerinin ilk hecelerine birer “y” eklemiş, “karye” kelimesinin ilk hecesine bir elif, “rıhlet” kelimesinde ”r” den sonra bir “y” ilave etmiş. “İhtimal” kelimesini “he” ile, “tahassür” kelimesi vavla, “türab” kelimesini “tı” ile yazıyor.”Sünnet” te “s” den sonra bir vav, “müezzin” de “zâl” den sonra bir ye var. Muzayaka Ali Çelebi’nin imlâsınca “z” yledir. Şiirlerde de bozukluklar, vezin düşüklüklerri pek çok. Bütün bunlarla beraber gene de en eski, en doğru, en tüm nüsha, bu”.
Sayfalarımız elvermediği için daha fazla detayı size aktaramıyorum.
Böylesine zor öğrenilen, zor kullanılan, Türkçe’nin sözcük ve cümle yapısına ters düşen bu dil için bir süre Türkçe’ye uydurma çalışmaları yapılmıştır. Fakat buda çözüm olmamıştır. M. Kemal çözümü Lâtin alfabesinin getirilmesinde bulur. O, zamanı iyi ayarlayan bir liderdi. Önce şapka, maliye, sayı, takvim gibi devrimler gerçekleştirdi. (1923 – 1928 arasında) 3 Kasım 1928 de gerçekleşecek olan harf devrimi için ortam hazırlanır. Devrim siyasileri, Aydınları Lâtin alfabesinin kabulü konusunda “Ya bu işin uzun zaman alacağını ya da kabul edilmeyeceğini” söylerler. Bunun karşısında Atatürk: “Ya üç ay içinde olur, ya da bu iş hiç gerçekleşmez”. O, kendi başına karar vermek durumundadır. Dil komisyonunda çalışmaları başlatır, takipçisi olur. 24 harflik Lâtin alfabesi 29 harfe çıkarılır. Atatürk halkın nabzını yoklamak için değişik illere gider, bu yeni harfleri tanıtır, öğretir, halkın ilgisini ölçer. Gelişmelerin olumlu olduğunu görünce konuyu meclise getirir.
3 Kasım da resmi gazetede yayınlanır.
Bu yasanın kabulü ile Türk’ün aydınlanmasının önündeki engeller kalkmış, okuma- yazma oranı yükselmiştir. 1928 de yapılan bu değişiklik toplumun tamamında yapılanmış ve kısa sürede Atatürk’ün kararlılığı, azmi, kültüre verdiği önemle gerçekleşmiştir. Bu Alfabe Türkçe’yi ifade eden en iyi alfabedir. Ülkede büyük bir seferberlik başlatıldı. Bir yabancı gazete bu gelişmeler üzerine: “Türkler topyekün bir kültür seferberliği başlattı. Dünya daha önce böyle görmedi. Bir Cumhurbaşkanı elinde Tebeşirle halka okuma yazma öğretiyor” demiştir. Yeni alfabe sözcüğün şekil bütünlüğünü de korumaktadır.
Gerçekten de böyle bir başarı örneği görülmemiştir. Devlet dairelerinde kurslar düzenlendi, okullarda yasa çıkarılmaya başlandı, millet mektepleri açıldı ve 1 Aralık 1928 de Türkiye’deki tüm gazeteler Türk harfleri ile basıldı. Yabancı yayınlarda bu başarıları manşetten veriyordu. Lâtin alfabesine geçiş doğal bir süreçti, olmazsa olmazdı.
Sözleri ve örnekleri çok uzatmaya gerek yok. Şimdi vereceğim alıntı zannederim yukarıda anlattıklarımı herhalde özetleyecek. Devlet matbaası tarafından 1928 yılında basılmış olan Yeni Türk Alfabesi İmlâ ve Tasrif Şekilleri adlı ders kitabının 14. sayfasında “ İsterim ki her kes yeni yazımızı çabuk öğrensin: o kadar çabuk ki bir sene sonra eski yazıdaki Mahzurları hatırladıkça nasıl olup da bu kadar sene o yazıya tahammül ettiğimize biz de şaşalım” denilmektedir
Yüce Atatürk’ümüzün ve ona yardımcı olan arkadaşlarını Cumhuriyeti bu güne ulaştıranların ruhları şad olsun. Onları en içten sevgi,saygı, şükran ve minnet duygularımı sunmak istiyorum.
Spot:
Böylesine zor öğrenilen, zor kullanılan, Türkçe’nin sözcük ve cümle yapısına ters düşen bu dil için bir süre Türkçe’ye uydurma çalışmaları yapılmıştır. Fakat buda çözüm olmamıştır. M. Kemal çözümü Lâtin alfabesinin getirilmesinde bulur. O, zamanı iyi ayarlayan bir liderdi. Önce şapka, maliye, sayı, takvim gibi devrimler gerçekleştirdi. (1923 – 1928 arasında) 3 Kasım 1928 de gerçekleşecek olan harf devrimi için ortam hazırlanır. Devrim siyasileri, Aydınları Lâtin alfabesinin kabulü konusunda “Ya bu işin uzun zaman alacağını ya da kabul edilmeyeceğini” söylerler. Bunun karşısında Atatürk: “Ya üç ay içinde olur, ya da bu iş hiç gerçekleşmez”. O, kendi başına karar vermek durumundadır. Dil komisyonunda çalışmaları başlatır, takipçisi olur. 24 harflik Lâtin alfabesi 29 harfe çıkarılır. Atatürk halkın nabzını yoklamak için değişik illere gider, bu yeni harfleri tanıtır, öğretir, halkın ilgisini ölçer. Gelişmelerin olumlu olduğunu görünce konuyu meclise getirir.
Kaynaklar :
1 - Osmanlıca Türkçe sözlük
2- Devlet Matbaası 1928 Yeni Türk Alfabesi imlâ ve tasrif şekilleri ders kitabı
3- Türkiye Diyanet Vakfı Osmanlı vesikalarını okumaya giriş Mehmet Eminoğlu
4- Çukurova Üniversitesi Türk Dili Okutmanlarından Sayın Işıl Çokuğurluel ile yazışma notları
5- Prf. Dr. Süleyman Ateş Kur’an ı Kerim meali
6-Abdülbaki Gölpınarlı Hacı Bektaş ı Veli Velayetnamesi
7 Musahibzade Celâl Eski İstanbul yaşayışı adlı eserinden