Alıntıdır
Yabancı Sözcükler
Toplumlar arasındaki kültür, sanat ve siyaset ilişkileri toplumların sözvarlıkları üzerinde de etkili olmakta; ilişkide bulunulan ulusun dilinden sözcükler alınmakta ve o uluslara sözcükler verilmektedir. Günümüzde bir toplumun, diğer toplumlarla bütün bağlarını koparması, dış dünyayla ilişkilerini keserek yaşaması olanaksız olduğuna göre her dilde şu veya bu ölçüde yabancı öğelerin bulunması doğaldır. Bir dilbirliği yabancı sözcükle karşılaştığında çeşitli sorunlar ortaya çıkar. Çünkü her dilin ses dizgesi, sözcük ve cümle yapısı birbirinden farklıdır. Örneğin Türkçedeki ünlü ve ünsüz uyumları yabancı dillerden gelen sözcüklerin söylenişinde de etkili olmaktadır. B]u nedenle;
Far.haste > hasta, Ar. mumkin > mümkün
biçiminde Türkçeye yerleşmiştir.
Kimi zaman yabancı sözcükler, etkiledikleri dili konuşan insanların kültürlü kesiminde bir süre aslına uygun biçimde söylenmeye çalışılır. Ancak zamanla sözcüğün aslını söylemekte zorlanan halkın söyleyiş biçimi yaygınlaşır. Yerlileştirme adını verdiğimiz bu olayda yabancı sözcük çağrıştırdığı yerli sözcükle yer değiştirir.
temr-i hindî > demir hindi
hortensia > ortanca
atlı koroça > atlı karınca, gibi.
Doğa Aksan, Türkçeye Fransızcadan geçen bergamot bitki adını sözcük alışverişi açısından dikkat çekici buluyor ve söyle açıklıyor:"Türkçe bey armudu tamlaması İtalyanlarca, İtalyan kent adı Bergama'ya yaklaştırılarak bergamotta biçimine döndürülmüş, bu sözcük Fransızcaya bergamotte olarak geçtikten sonra yeniden Türkçeye dönmüştür. Aynı sözcük İngilizceye bergamot, Almancaya bergamotte biçiminde geçmiş bulunuyor." (Aksan, 1990, s. 33)
Türkçeye girmişyabancısözcüklerden kimi farklıkanallardan farklıbiçimlerde gelmiştir. Örneğin Yunanca mousike sözcüğü Türkçeye; Fransızca aracılığıyla müzik,Arapça aracılığıyla musiki, italyanca aracılığıyla da mızıka sözcüklerini kazandırmıştır.
Yabancı sözcüklerin birçoğu girdikleri dillerde anlam değişmesine uğrarlar. Örneğin Arapçada daha çok "büro, yazıhane" anlamında kullanılan "mektep" sözcüğü Türkçede sadece "okul" anlamıyla kullanılmıştır.
Bugün dilimizde sayısız yabancı sözcük vardır. Bilindiği gibi Türkçe XI. yüzyıldan sonra önce Arapçanın özellikle de yazı yoluyla da Farsçanın etkisi altına girmiştir.
Cumhuriyet dönemine kadar süren bu dönemin sonucunda Osmanlıcaadınıverdiğimiz Türkçe, Arapça ve Farsça karışımıbir yazıdili oluştu. Bu yabancılaşmanın giderilmesinde en önemli adımlar Türk Dil Devrimiyle atılmıştır. Ancak dilimiz son yıllarda bu kez de Batı kaynaklı yabancı sözcüklerin etkisi altına girmiştir. Arapça,Farsça dışında Türkçenin sözvarlığında bulunan yabancı sözcükler arasında:
Türkçeye benzeyen ama gerçekte başka dilden gelmiş olan sözcükler:
Bu bölümde işlenen sözcükler, başka dillerden dilimize girmiş ama türkçe kök ya da sözcüklerden türemişe benzer bir hale sokularak (o türkçe sözcüğün anlamını taşımasa bile) kullanılagelmiş sözcüklerdir. Bunların çoğu, geniş bir kesim tarafından Türkçe sanılmakta; hatta bir bölümü de Türkçe'de çağrıştırdığı anlamda - hatalı biçimde - kullanılmaktadır.
1- metelik: Sondaki -lik eki, türkçe sözcük çağrışımı yapıyor; "yemeklik yağ"daki gibi... Aslı ise batı dillerinden geliyor: İngilizce'de, metallic; yani metal para... Biz kullanırken baştaki bölümü de bir türk ismiyle (mete) değiştirip kullanagelmişiz.
2- isterik: Biliyorum ki birçok kişi bu hatalı biçimiyle kullanmıyordur bu sözcüğü. "Histeri" nöbetlerine tutulan kişinin aldığı sıfattır ve ingilizcede "histerical" denir. Başarısızlığa ve bir şeyi elde edememeye dayanamama ve aşırı sinirlenme gibi (ruhbilimci değilim) etkileri olan bir ruh hastalığı olan kişi "histerik" olarak anılır. Oysa Türkçe'de "isteme" ile bağ kurulması ve "bir şeyi çok isteyen" anlamında kullanılması da çok yaygındır. Hatta bazen, "isterik kadın" lafı oldukça aşağılayıcı bir mantıkla kullanılır.
3- bendeniz: Bu sözcüğün ne "ben" adılıyla, ne de "deniz"le bir ilgisi vardır; ancak sondaki "-niz" eki Türkçe'dir. "Bende", Farsça'da, "kul, tutsak" demektir. Yani kişi kendini sunarken - eski dönemlerin aşırı nezaketiyle -, "Ben kulunuz X kişi," diye sunar ya; bu da öyle konuşmalarla geçmişten günümüze gelmiş. Bu açıklama gösteriyor ki, "Ben bendeniz X kişi," demek doğru olur ve yalnız kendimizi değil başkalarını da, "Bu da naçizane bendeniz Y," diye sunabiliriz (tabii Y'nin affına sığınarak). Neyse, bu sözcüğe bu kadar açıklama fazla bile...
4- kaldırım: Bunun "kaldırmak" ile bir ilgisi var gibi görünse de (otoyolun yükseğinde olması açısından), asıl kökeni Rumca'dır. Rumca'da "kali", "iyi" anlamındadır (kalimera: günaydın, iyi günler). "Dromos" (sondaki "s" genelde okunmaz) ise "yol" anlamını taşır. Yani kali-dromos: iyi-yol; yani yürümeye elverişli, taşsız, tozsuz, çamursuz yol...
5- sütyen: Genelde ilişki kurulmasa da, bu sözcük "süt-meme" ilişkisini çağrıştıracak bir yapıda kullanılmaktadır. İtiraf etmeliyim ki ben küçükken bu iç çamaşırının - isminden dolayı - sütün dış giysiye sızmasını engellemeye yaradığını sanıyordum. Asıl kökeni Fransızca'daki "sous tien"dir ("aşağıdan tutan" anlamında). Okunuşu: sutien.
6- lahmacun: Bu sözcüğün "macun"la ilgisi dolaylıdır. Arapça'da "acin" yoğrulmuş (macun o kökten gelir), "lahm" ise "et" demektir. Lahm-i acin: yoğrulmuş et...
7- boğa yılanı: Bu yılan, avını boğarak öldürmesi ve belki de boğa gibi iri ve güçlü olmasından dolayı, ismi Türkçe sanılmaya oldukça yatkın olan ilginç bir örnektir. Oysa aslı, şimdi kesinlikle hatırlayamayacağım bir Afrika dilinden geliyor: boa... Sondaki "yılanı" sözcüğü gereksiz... Kobra, piton der gibi, boa!..
8- vapur: İngilizce "vapour" (buhar) sözcüğünden geliyor. Önceleri buharlı gemilere verilen ingilizce isimden... Aslında, dilimizde batı dillerinden uyarladığımız sözcüklerin genelde fransızca okunuşunu kullandığımızdan bunu da "vapor"dan uyarlamışız.
9- anahtar: Bu sözcüğün kökü, yunanca "anihto" (açmak) eylemidir. "Anihtiri" ise "açmaya yarayan" anlamındadır; yani "anahtar"... Yunanca kökenli sözcükler aslında dilimize Anadolu'da konuşulan ("konuşulmuş olan," demek daha doğru olur sanırım) Rumca'dan geçmiştir. Gerçekte iki dil biririne çok benzese de, Rumca'daki birçok sözcük Yunanlar'ca bilinmez. Bu yüzden bu sayfalardaki birçok grekçe sözcüğe "Yunanca kökenli" demek yerine "Rumca kökenli" demeyi yeğleyeceğim. Bu durumda ise "Anadolu Rumları'nın dili" anlaşılmalıdır.
10 - kilit: Yine Rumca'daki "kleo" (kapatmak) eyleminden türeyen "kleidi" ("klidi" diye okunur; "kapamaya, kilitlemeye yarayan" anlamında...) sözcüğünden gelmektedir.
11. safsata: Yunanca'daki "sophistes" bilgili, bilgisi olan anlamına geliyor. Türkçe ve Arapça'da ise "gereksiz söz" anlamında kullanılıyor.
12. entel: Tabii ki bu sözcük batı dillerindeki "intellectual" sözcüğünden bozularak "toplumdan tümüyle kopuk, bilgisini yalnızca biliyor görünmek için edinen kişi" anlamında kullanılıyor. Gerçek anlamı ise, "birçok konuda bilgili olan"dır (sıfat).
13. kapuska: Slavca'da "lahana" demektir. Bizde ise "kıymalı lahana" yemeğine denmektedir.
14. karyola: Bizde genelde yatağın üzerine serildiği, genelde metalden yapılan ayaklı mobilya anlamına geliyor. Oysa gerçek anlamı "el arabası"dır (carriola: İtalyanca). İtalyan gemicilerden bizim kullanımımıza geçti; gemicilerin kullandığı taşınabilir tekerlekli yataklara denir;kökü "taşımak"tır (carri).
15. ameliyat: Arapça'daki "amel" (iş, eylem) sözcüğünden geliyor. Gerçek anlamı, "işlemler, eylemler"dir. Bizde ise, "yetkili uzmanın hastaya uyguladığı işlem" (genelde cerrahi) olarak anlaşılır.
16. serbest: Gerçek anlamı "başı bağlı"dır (ser:baş, best:bağlı). Ancak sanırım bizde yanlış olarak kullanılıyor; gerçeği "serbes" (başıboş) olsa gerektir. Yine de bizdeki anlamı tam karşılamıyor. Biraz karışık bir durum yani...
17. puşt: Farsça'da "arka, kıç" anlamına geliyor. Pek masum bir laf...
18. gebermek: Türkçe'de eski anlamı "şişmek" idi. Şimdi ise ölmenin kaba bir tabiri oldu. Ölüp beklemiş hayvanların şişmesinden geliyor olsa gerek. (Gebe ve göbek sözcükleri de aynı kökten geliyor)
19. pezevenk: Farsça'daki "pejavend" (kapı tokmağı, sürgü) sözcüğünden "pezevenk (kapı arkasında bekleyen; anlam genişlemesiyle, kadın alışverişi yapan)...
20. sıpa: Abazaca'da "spau" "çocuk, yavru" demektir. Bizde ise eşek yavrusu... Arapça'da da benzer biçimde "sabi, sibyan" "çocuk" anlamındadır.
21. kaltak: Türkçe'de "alta konup üzerine oturulan" anlamına geliyor. Eyer için de bu sözcük kullanılır. "Önüne gelenin altına yatan kadın" anlamında aşağılama sözcüğü olarak kullanılması ilginç...
22. sosyete: Bizim kullandığımız söyleniş Fransızca'dan alıntı... Anlamı "topluluk"tur. Bizde önceleri "yüksek sosyete" denen zengin tabakaya sonradan kısaca "sosyete" denmeye başlanmıştır.
15. kokona: Yunanca "kokkona"dan geliyor ve gerçek anlamı "Hristiyan kadın"dır. Bizde ise giyimi ve süslenmesi aşırıya kaçan (yorumu yapanların düşüncesi böyle) yaşlı kadınlar nedense bu biçimde anılıyor.
23. tuvalet: Yalnız bizim dilimizde değil, birkaç dilde daha "hela"ya verilen isim... Aslı, Fransızca "toilette"tir ve "temizlik" anlamına gelir. "Tuvalet kağıdı" ve "tuvalet masası" temizlikle ilgili şeylerdir. "Tuvalet kağıdı"nı referans alarak mekana "tuvalet" ismini vermek yalnız bizim bulışumuz değil... Yunanlar da bunu başarmış. (Yeri gelmişken... "Yunanlı" diye bir ulus yoktur dünyada.)
24. yosma: Gerçek anlamı "şen, güzel genç kadın"ken ne duruma düştüğünü ibretle izliyorum. Kadının neşe ve güzelliğinin gizli kalması gerektiği düşüncesinin bir sonucu...
25. don: Elbette ki "giysi" anlamına geliyor ama "külot"un argosu yapılmış. Zaten ne zaman ki bir sözcüğün yabancı dildeki karşılığı "moda" olur, Türkçesi giderek argolaşır.
26Köstebek: gözsüz tebek sözcüklerinin birleşiminden oluşmaktadır.
Ilıman: liman sözcüğünün Türkçede bozulmuş şeklidir. ılı- fiiliyle bir bağı yoktur.
Çerçeve: Fotoğraf, resim vs. için kullandığımız bu eşya, aslında Farsça bir kelime olup "çehar çube" den gelmektedir. Çehar, tavla oynayan herkesin bildiği gibi "dört" demektir; "çub" ise Farsça'da, "çubuk, tahta" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu kelime de "dört çubuk, dört çubuktan oluşan" anlamına gelmektedir. Bugün Farsça'da da aynı anlamıyla kullanılmaktadır.
Çamaşır: Genelde iç giyisi anlamıda kullandığımız, fakat "çamaşır yıkamak" diye de kullandığımız bu kelime, Farsça kökenli olup, "cameşur" kelimesinden gelmektedir. Came, giyisi anlamına, şur ise "şuriden" fiilinden oluşan yani "yıkamak, durulamak, temizlemek" anlamına gelmektedir. Bugün Farça'da kullanılan anlamı, "çamaşır yıkama" dır.
Rehber: Bugün genellikle turizm sektöründü kullanılan bu kelime, Farsça kökenli olup, "rah" yani yol ve "boriden" yani "götürmek" fiilinden türeyen "ber" yani götüren, kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. "Yol gösteren, yola götüren" anlamlarıyla bugün de kullanılmaktadır. Hatta bugün İran'da İslami Lider'in diğer bir ünvanı "rehber" dir.
Çengel: Istanbul'lu olanlar ve İstanbul'u bilenler, Çengelköyü de bilirler. Çengel Farsça'da "orman" anlamına gelmektedir. Çengelköye neden böyle dendiği de sanırım açıklığa kavuşmaktadır.
Ruh: Klasik Farşa'da bugün bizim kullandığımız anlamıyla kullanılsa da bugünkü Farça'da tam tersi olarak "beden" anlamında kullanılmaktadır.
Karpuz: Kelime olara yine Farsça'dan gelip, "Harboze" kelimesinden Türkçe'ye geçmiştir. Bugünkü Farsça'da harboze "kavun" anlamında kullanılmaktadır. "k" harfi ile "h" harfi, linguistik ile ilgilenenlerin bilgidiği gibi birbirlerine ses olarak çok yakın harflerdir. Bizim bu kelimeyi "karpuz" olarak ve o anlam kullanmamız, klasik Farsça'dan yani Osmanlı döneminden kalmaktadır.
İngilizce;
tost (toast)
sprey (spray)
tişört (T-shirt),
teyp (tape recorder'dan),
lider (leader),
miting (meeting);
italyanca ;
pusula (bussola)
acente (agente),
kambiyo (cambio),
gazino (casino);
Fransızca;
kamyon (camion),
kanepe (canepé,
gardrop (garderobe),
mersi (merci),
konferans (conférence),
sekreter (secrétaire)
gibi sözcükler sayılabilir.
Görüldüğü gibi bir sözcük başka bir dile girerken o dilin sadece dış yapısında değil iç yapısında da bazızorlamalara neden olmakta, anlam değişikliğine uğramaktadır.
Bir dilde yabancısözcük sayısının artmasıkavram kargaşasına yol açar, düşüncelerin anlaşılmasını güçleştirir, dilin kendi özellikleriyle üretimini engeller.
Yabancısözcükler konuk sözcükler olarak kabul etmeli, dilimizde tam karşılığı olan yabancı sözcükleri anlatımlarımızda kullanmamaya çalışmalıyız.
Örneğin 30-35yıl önce Fransızcadan Türkçeye geçen "enventısman" sözcüğü, "yatırım "sözcüğü ile karşılanmış ayrıca yatırımcı, yatırımcılık gibi yeni biçimler de Türkçeye kazandırılmıştır.
Yabancısözcüklerin yazımında alınan sözcüğün kendi dilindeki yazımına uyulması bütün kültür dillerinde yaygın bir gelenektir
güzârgâh: Farsça "gozaşten" geçmek, gitmek anlamındaki fiil ile yer, mekan anlamı bildiren, yani kelimeleri ism-i mekan haline getiren "gâh" ekiyle birleşip, "geçilen yer, gidilen yön" anlamına gelmektedir.
güfte: Farsça "goften" yani söylemek, demek, konuşmak anlamına gelen fiilden türeyip, "gofte" "söz, söylenen kelime" olarak bugünkü Farsça'da kullanılmaktadır.
Köfte: Farsça "koften" yani ezmek, sıkıştırmak fiilinden türeyip "kofte" yani "ezilmiş, sıkıştırılmış" anlamına gelmektedir. Bugün İran'da bizim kullandığmız köfte aynı anlamda kullanılmamaktadır.
Çardak: Farsça "çehar" yani dört anlamına gelen kelimeyle "tak" yani tahta anlamına gelen kelimenin birleşmesiyle meydana gelmiştir. "Dört tahtadan oluşan" anlamına gelmektedir. Bugün İran'da bu kelime kullanılmamaktadır.
masa: Latince mensa'dan
***
sandalye: Farsça sandali (sandal ağacından yapılan oturma aracı)
***
kalem: Sözcüğün kökeni Sanskritçe kalema'dan gelir, Latince kalamis, Arapça: kalem: Aslında adını saz bitkisinden, kamıştan alır. Başlangıçta yazı sazdan, kamıştan yapılan araçlarla yazıldığı için bitkinin adı araca dönüşmüştür.
Almancada Feder (tüy, yazının tüyle yazılmasından)
Fransızca : Plume , İspanyolca : Pluma (Latince tüy, telek anlamına gelir...)
İtalyanca :calamo
İngilizce : Pen
Rumca: Pteron, Ptilon
Farsça: Kelk, hame, medad
Çince: Piti (çivi)
Defter: Grekçe: diphtera’dan (üzeri yazılı hayvan derisi) :Rusça devter, Farsça defter, Aramice: dipterā
Baba: Farsça bâbâ’dan baba
Sümerce: abba
Akadça: abu, abı,
Arapça: eb,
Farsça : Peder
Almanca: Vater,
Latince: Pater
Sanskritçe: Pitar
Grekçe: Pater
Fransızca: pére
İspanyolca: Padre
İtalyanca: Padre
İngilizce : Father
Türkçe: Aba, Ata
Latince: baba ( dede demek)
Grekçe: Pappos (dede)
Yılan: Çince lung’dan > loon (lung) ı-lung > ı-lang > ı-lan- >yılan
Çince lōn (canavar, ejderha)
Kadın : Sogdça hvaten’den, kraliçe hatun, > katun> kadın
Forum: Latince “alan”dan . İlk çağda Roma’da büyük toplantıların düzenlendiği alan.
Forum Romanum (Roma Alanı)
(Elbette Türkçe değil ama yine de ekleyeyim dedim. )
Efe: Grekçe ephebos (yiğit, delikanlı)dan
ephebos> ephebe> ephebi> efe
Semaver
Rusça : Samovar'dan (Ortası kömür ocaklı su kaynatma kabı) semaver.
Farsça: sema:ver
Almancada: Samowar
Fransızca: samovar
ispanyolca: samovar
İngilizce: samovar
Semaver: Kelimenin kökeni Rusça olup "Sama" ve "Varit" kelimelerinin türetilmesinden oluşmuştur. Anlamı "sadece kaynayandır".samo(Rusça):kendivarit(Rusça): kaynayan > samovar
zıkkım: Arapça zaķķūm [zkm] Kuran'da sözü edilen cehennem ağacı ve cehennem yemişi.
Arapça alfabesinde yazılışı tek kaflıdır ama şeddeli okunuyor.
زَقُّوم zaķķum
Ağu ağacı, (merium oleander)
zıkkım: Zehir, ağu
ETİMOLOJİ NOTLARI
Kaplıca sözcüğü kaplı ve ılıca sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur.
*ılıman sözcüğü sanıldığı gibi ılı- f ilinden değil ;liman isminden gelmektedir. Ancak sözcüğün ılıman hale gelişinde ılı- fiilinin bir baskısı olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
*çirkef sözcüğü Farsça çirk (pis) ab(su) sözcüklerinin birleşiminden gelmektedir.
*Hoşaf sözcüğü hoş ab sözcüğünden gelmektedir.
*****en ve doksan sözcükleri sekiz on ve dokuz on sözcüklerinin birleşiminden gelmektedir.
*altmış ve yetmiş sözcükleri de altı ve yedi sözcüklerinin üzerine miş yani on anlamına gelen kelimenin eklenmesi suretiyle oluşmuş birleşik bir sözcüktür.
*oğlak sözcüğünün kökü oğuldur.
*Avrupalılar yoğurt ve ayranı Türklerden öğrenmişlerdir.Bu kavramlara karşılık kullandıkları sözcükler de Türkçedir.
*Bilezik sözcüğü bilek ve yüzük sözcüklerinin birleşiminden gelmektedir.
*böyle şöyle sözcükleri ve şu sözcüklerinin üzerine ile edatının eklenmesi suretiyle oluşmuş birleşik bir kelimedir.
*çeyrek sözcüğü aslen Farsça bir sözcüktür.Aslen Farsça çahar(dört)yek (bir) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur.Sözcüğün anlamı da zaten dörtte bir demektir.
*cıncık& sözcüğü, aslen inci sözcüğünün başına 'c' sesi getirilmesi ve inci boncuk deyimindeki boncuk sözcüğünün sonundaki 'k' ünsüzünün de inci sözcüğüne eklenmesi suretiyle oluşmuştur
*Domates sözcüğü aslen Meksika dillerinden olan Aztekçeye ait bir sözcüktür.orijinali de tomatı biçimindedir.
*Zerdali sözcüğü aslen Farsça bir sözcüktür, orijinali zerd-i alu (sarı erik) dir.
*Şeftali de aslen Farsça bir sözcüktür.Orijinali şeft-i alu biçimindedir.Anlamı ise etli erik demektir.
*Panjur sözcüğü abajur kelimesinin bozulmuş biçimidir.
*Salatalık kelimesi İtalyanca insalata kelimesinden gelmektedir. Anlamı ise tuzlu demektir. Salatalığın da sının sudan oluşması ilginçtir.
*Milli kelimesi aslen Arapça bir kelimedir ve anlamı şeriata ilişkin, şerri anlamındadır.Türkçede ise milli kelimesi ulusal anlamındadır.
*Aslen Türkçe bir kelime olan savcı ilk olarak söz getirip götüren anlamında kullanılmış, İslamiyet'e geçince peygamber anlamında kullanılmıştır.Günümüzde ise bir hukuk terimi olarak kullanılmaktadır.
*Türkçedeki yıldız kelimesinin sinema sanatçısı olarak kullanılması Fransızcanın etkisiyle olmuştur.
*Fransızcada tulipe İngilizcede tulip İtalyancada tulipa Portekizcede tulipa Almancada Tulpe sözcükleri lale anlamına gelmektedir.Bu sözcüğün de şöyle bir hikayesi vardır:Hollandalı A.G. Busneck , 16. yy ortalarında Edirnede gördüğü laleye (anlamından dolayı olsa gerek) tülbent (eşarp) demiştir ve tüm Avrupada adı bu şekilde yayılmıştır.Kullanmakta olduğumuz bu sözcük de aslen Farsça bir kelimedir.Orijinali dil-bent dir. Asıl anlamı ise gönül bağlayandır.
*Amerikan Para birimi dolar, Alman özel adıdır.da Almanyada Joachimstal maden ocağından çıkarılan gümüşten döktürülen bir sikke joachimstaler adıyla anılmıştır.Dolar da adını buradan almıştır.
*İzmir Güzelyalının ilk adı Kokaryalıdır.
*Giresun şehrinin asıl orijinal biçimi Kerasos (kirazlık) tır.Daha sonra Kerasos~ Kerasonde~Kerasunt~ Giresun biçiminde bir gelişim izlemiştir.
*Doğu Karadenizdeki Tirebolunun orijinal biçimi Tripolistir. Üç şehir anlamına gelmektedir.
*İstanbulun orijinal biçimi Eis ten polin Yunanca şehre doğru anlamındadır.Her ne kadar Evliya Çelebi İslam bola dayandırsa da bu doğru değildir.
*Bolunun orijinal biçimi polis dir.Polis Yunancada şehir demekti.
*Denizlinin çevresinde hiç deniz yokken bu şehre neden bu isim verilmiştir hiç merak ettiniz mi? Aslen 14. 15. yüzyıllarda bu şehre Tonuzlu(domuzlu) deniyordu.Daha sonraları halkın bu ismi pek estetik bulmamasından olacak şehrin ismi Denizli biçimine çevrilmiştir
Yabancı Sözcükler
Toplumlar arasındaki kültür, sanat ve siyaset ilişkileri toplumların sözvarlıkları üzerinde de etkili olmakta; ilişkide bulunulan ulusun dilinden sözcükler alınmakta ve o uluslara sözcükler verilmektedir. Günümüzde bir toplumun, diğer toplumlarla bütün bağlarını koparması, dış dünyayla ilişkilerini keserek yaşaması olanaksız olduğuna göre her dilde şu veya bu ölçüde yabancı öğelerin bulunması doğaldır. Bir dilbirliği yabancı sözcükle karşılaştığında çeşitli sorunlar ortaya çıkar. Çünkü her dilin ses dizgesi, sözcük ve cümle yapısı birbirinden farklıdır. Örneğin Türkçedeki ünlü ve ünsüz uyumları yabancı dillerden gelen sözcüklerin söylenişinde de etkili olmaktadır. B]u nedenle;
Far.haste > hasta, Ar. mumkin > mümkün
biçiminde Türkçeye yerleşmiştir.
Kimi zaman yabancı sözcükler, etkiledikleri dili konuşan insanların kültürlü kesiminde bir süre aslına uygun biçimde söylenmeye çalışılır. Ancak zamanla sözcüğün aslını söylemekte zorlanan halkın söyleyiş biçimi yaygınlaşır. Yerlileştirme adını verdiğimiz bu olayda yabancı sözcük çağrıştırdığı yerli sözcükle yer değiştirir.
temr-i hindî > demir hindi
hortensia > ortanca
atlı koroça > atlı karınca, gibi.
Doğa Aksan, Türkçeye Fransızcadan geçen bergamot bitki adını sözcük alışverişi açısından dikkat çekici buluyor ve söyle açıklıyor:"Türkçe bey armudu tamlaması İtalyanlarca, İtalyan kent adı Bergama'ya yaklaştırılarak bergamotta biçimine döndürülmüş, bu sözcük Fransızcaya bergamotte olarak geçtikten sonra yeniden Türkçeye dönmüştür. Aynı sözcük İngilizceye bergamot, Almancaya bergamotte biçiminde geçmiş bulunuyor." (Aksan, 1990, s. 33)
Türkçeye girmişyabancısözcüklerden kimi farklıkanallardan farklıbiçimlerde gelmiştir. Örneğin Yunanca mousike sözcüğü Türkçeye; Fransızca aracılığıyla müzik,Arapça aracılığıyla musiki, italyanca aracılığıyla da mızıka sözcüklerini kazandırmıştır.
Yabancı sözcüklerin birçoğu girdikleri dillerde anlam değişmesine uğrarlar. Örneğin Arapçada daha çok "büro, yazıhane" anlamında kullanılan "mektep" sözcüğü Türkçede sadece "okul" anlamıyla kullanılmıştır.
Bugün dilimizde sayısız yabancı sözcük vardır. Bilindiği gibi Türkçe XI. yüzyıldan sonra önce Arapçanın özellikle de yazı yoluyla da Farsçanın etkisi altına girmiştir.
Cumhuriyet dönemine kadar süren bu dönemin sonucunda Osmanlıcaadınıverdiğimiz Türkçe, Arapça ve Farsça karışımıbir yazıdili oluştu. Bu yabancılaşmanın giderilmesinde en önemli adımlar Türk Dil Devrimiyle atılmıştır. Ancak dilimiz son yıllarda bu kez de Batı kaynaklı yabancı sözcüklerin etkisi altına girmiştir. Arapça,Farsça dışında Türkçenin sözvarlığında bulunan yabancı sözcükler arasında:
Türkçeye benzeyen ama gerçekte başka dilden gelmiş olan sözcükler:
Bu bölümde işlenen sözcükler, başka dillerden dilimize girmiş ama türkçe kök ya da sözcüklerden türemişe benzer bir hale sokularak (o türkçe sözcüğün anlamını taşımasa bile) kullanılagelmiş sözcüklerdir. Bunların çoğu, geniş bir kesim tarafından Türkçe sanılmakta; hatta bir bölümü de Türkçe'de çağrıştırdığı anlamda - hatalı biçimde - kullanılmaktadır.
1- metelik: Sondaki -lik eki, türkçe sözcük çağrışımı yapıyor; "yemeklik yağ"daki gibi... Aslı ise batı dillerinden geliyor: İngilizce'de, metallic; yani metal para... Biz kullanırken baştaki bölümü de bir türk ismiyle (mete) değiştirip kullanagelmişiz.
2- isterik: Biliyorum ki birçok kişi bu hatalı biçimiyle kullanmıyordur bu sözcüğü. "Histeri" nöbetlerine tutulan kişinin aldığı sıfattır ve ingilizcede "histerical" denir. Başarısızlığa ve bir şeyi elde edememeye dayanamama ve aşırı sinirlenme gibi (ruhbilimci değilim) etkileri olan bir ruh hastalığı olan kişi "histerik" olarak anılır. Oysa Türkçe'de "isteme" ile bağ kurulması ve "bir şeyi çok isteyen" anlamında kullanılması da çok yaygındır. Hatta bazen, "isterik kadın" lafı oldukça aşağılayıcı bir mantıkla kullanılır.
3- bendeniz: Bu sözcüğün ne "ben" adılıyla, ne de "deniz"le bir ilgisi vardır; ancak sondaki "-niz" eki Türkçe'dir. "Bende", Farsça'da, "kul, tutsak" demektir. Yani kişi kendini sunarken - eski dönemlerin aşırı nezaketiyle -, "Ben kulunuz X kişi," diye sunar ya; bu da öyle konuşmalarla geçmişten günümüze gelmiş. Bu açıklama gösteriyor ki, "Ben bendeniz X kişi," demek doğru olur ve yalnız kendimizi değil başkalarını da, "Bu da naçizane bendeniz Y," diye sunabiliriz (tabii Y'nin affına sığınarak). Neyse, bu sözcüğe bu kadar açıklama fazla bile...
4- kaldırım: Bunun "kaldırmak" ile bir ilgisi var gibi görünse de (otoyolun yükseğinde olması açısından), asıl kökeni Rumca'dır. Rumca'da "kali", "iyi" anlamındadır (kalimera: günaydın, iyi günler). "Dromos" (sondaki "s" genelde okunmaz) ise "yol" anlamını taşır. Yani kali-dromos: iyi-yol; yani yürümeye elverişli, taşsız, tozsuz, çamursuz yol...
5- sütyen: Genelde ilişki kurulmasa da, bu sözcük "süt-meme" ilişkisini çağrıştıracak bir yapıda kullanılmaktadır. İtiraf etmeliyim ki ben küçükken bu iç çamaşırının - isminden dolayı - sütün dış giysiye sızmasını engellemeye yaradığını sanıyordum. Asıl kökeni Fransızca'daki "sous tien"dir ("aşağıdan tutan" anlamında). Okunuşu: sutien.
6- lahmacun: Bu sözcüğün "macun"la ilgisi dolaylıdır. Arapça'da "acin" yoğrulmuş (macun o kökten gelir), "lahm" ise "et" demektir. Lahm-i acin: yoğrulmuş et...
7- boğa yılanı: Bu yılan, avını boğarak öldürmesi ve belki de boğa gibi iri ve güçlü olmasından dolayı, ismi Türkçe sanılmaya oldukça yatkın olan ilginç bir örnektir. Oysa aslı, şimdi kesinlikle hatırlayamayacağım bir Afrika dilinden geliyor: boa... Sondaki "yılanı" sözcüğü gereksiz... Kobra, piton der gibi, boa!..
8- vapur: İngilizce "vapour" (buhar) sözcüğünden geliyor. Önceleri buharlı gemilere verilen ingilizce isimden... Aslında, dilimizde batı dillerinden uyarladığımız sözcüklerin genelde fransızca okunuşunu kullandığımızdan bunu da "vapor"dan uyarlamışız.
9- anahtar: Bu sözcüğün kökü, yunanca "anihto" (açmak) eylemidir. "Anihtiri" ise "açmaya yarayan" anlamındadır; yani "anahtar"... Yunanca kökenli sözcükler aslında dilimize Anadolu'da konuşulan ("konuşulmuş olan," demek daha doğru olur sanırım) Rumca'dan geçmiştir. Gerçekte iki dil biririne çok benzese de, Rumca'daki birçok sözcük Yunanlar'ca bilinmez. Bu yüzden bu sayfalardaki birçok grekçe sözcüğe "Yunanca kökenli" demek yerine "Rumca kökenli" demeyi yeğleyeceğim. Bu durumda ise "Anadolu Rumları'nın dili" anlaşılmalıdır.
10 - kilit: Yine Rumca'daki "kleo" (kapatmak) eyleminden türeyen "kleidi" ("klidi" diye okunur; "kapamaya, kilitlemeye yarayan" anlamında...) sözcüğünden gelmektedir.
11. safsata: Yunanca'daki "sophistes" bilgili, bilgisi olan anlamına geliyor. Türkçe ve Arapça'da ise "gereksiz söz" anlamında kullanılıyor.
12. entel: Tabii ki bu sözcük batı dillerindeki "intellectual" sözcüğünden bozularak "toplumdan tümüyle kopuk, bilgisini yalnızca biliyor görünmek için edinen kişi" anlamında kullanılıyor. Gerçek anlamı ise, "birçok konuda bilgili olan"dır (sıfat).
13. kapuska: Slavca'da "lahana" demektir. Bizde ise "kıymalı lahana" yemeğine denmektedir.
14. karyola: Bizde genelde yatağın üzerine serildiği, genelde metalden yapılan ayaklı mobilya anlamına geliyor. Oysa gerçek anlamı "el arabası"dır (carriola: İtalyanca). İtalyan gemicilerden bizim kullanımımıza geçti; gemicilerin kullandığı taşınabilir tekerlekli yataklara denir;kökü "taşımak"tır (carri).
15. ameliyat: Arapça'daki "amel" (iş, eylem) sözcüğünden geliyor. Gerçek anlamı, "işlemler, eylemler"dir. Bizde ise, "yetkili uzmanın hastaya uyguladığı işlem" (genelde cerrahi) olarak anlaşılır.
16. serbest: Gerçek anlamı "başı bağlı"dır (ser:baş, best:bağlı). Ancak sanırım bizde yanlış olarak kullanılıyor; gerçeği "serbes" (başıboş) olsa gerektir. Yine de bizdeki anlamı tam karşılamıyor. Biraz karışık bir durum yani...
17. puşt: Farsça'da "arka, kıç" anlamına geliyor. Pek masum bir laf...
18. gebermek: Türkçe'de eski anlamı "şişmek" idi. Şimdi ise ölmenin kaba bir tabiri oldu. Ölüp beklemiş hayvanların şişmesinden geliyor olsa gerek. (Gebe ve göbek sözcükleri de aynı kökten geliyor)
19. pezevenk: Farsça'daki "pejavend" (kapı tokmağı, sürgü) sözcüğünden "pezevenk (kapı arkasında bekleyen; anlam genişlemesiyle, kadın alışverişi yapan)...
20. sıpa: Abazaca'da "spau" "çocuk, yavru" demektir. Bizde ise eşek yavrusu... Arapça'da da benzer biçimde "sabi, sibyan" "çocuk" anlamındadır.
21. kaltak: Türkçe'de "alta konup üzerine oturulan" anlamına geliyor. Eyer için de bu sözcük kullanılır. "Önüne gelenin altına yatan kadın" anlamında aşağılama sözcüğü olarak kullanılması ilginç...
22. sosyete: Bizim kullandığımız söyleniş Fransızca'dan alıntı... Anlamı "topluluk"tur. Bizde önceleri "yüksek sosyete" denen zengin tabakaya sonradan kısaca "sosyete" denmeye başlanmıştır.
15. kokona: Yunanca "kokkona"dan geliyor ve gerçek anlamı "Hristiyan kadın"dır. Bizde ise giyimi ve süslenmesi aşırıya kaçan (yorumu yapanların düşüncesi böyle) yaşlı kadınlar nedense bu biçimde anılıyor.
23. tuvalet: Yalnız bizim dilimizde değil, birkaç dilde daha "hela"ya verilen isim... Aslı, Fransızca "toilette"tir ve "temizlik" anlamına gelir. "Tuvalet kağıdı" ve "tuvalet masası" temizlikle ilgili şeylerdir. "Tuvalet kağıdı"nı referans alarak mekana "tuvalet" ismini vermek yalnız bizim bulışumuz değil... Yunanlar da bunu başarmış. (Yeri gelmişken... "Yunanlı" diye bir ulus yoktur dünyada.)
24. yosma: Gerçek anlamı "şen, güzel genç kadın"ken ne duruma düştüğünü ibretle izliyorum. Kadının neşe ve güzelliğinin gizli kalması gerektiği düşüncesinin bir sonucu...
25. don: Elbette ki "giysi" anlamına geliyor ama "külot"un argosu yapılmış. Zaten ne zaman ki bir sözcüğün yabancı dildeki karşılığı "moda" olur, Türkçesi giderek argolaşır.
26Köstebek: gözsüz tebek sözcüklerinin birleşiminden oluşmaktadır.
Ilıman: liman sözcüğünün Türkçede bozulmuş şeklidir. ılı- fiiliyle bir bağı yoktur.
Çerçeve: Fotoğraf, resim vs. için kullandığımız bu eşya, aslında Farsça bir kelime olup "çehar çube" den gelmektedir. Çehar, tavla oynayan herkesin bildiği gibi "dört" demektir; "çub" ise Farsça'da, "çubuk, tahta" anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu kelime de "dört çubuk, dört çubuktan oluşan" anlamına gelmektedir. Bugün Farsça'da da aynı anlamıyla kullanılmaktadır.
Çamaşır: Genelde iç giyisi anlamıda kullandığımız, fakat "çamaşır yıkamak" diye de kullandığımız bu kelime, Farsça kökenli olup, "cameşur" kelimesinden gelmektedir. Came, giyisi anlamına, şur ise "şuriden" fiilinden oluşan yani "yıkamak, durulamak, temizlemek" anlamına gelmektedir. Bugün Farça'da kullanılan anlamı, "çamaşır yıkama" dır.
Rehber: Bugün genellikle turizm sektöründü kullanılan bu kelime, Farsça kökenli olup, "rah" yani yol ve "boriden" yani "götürmek" fiilinden türeyen "ber" yani götüren, kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. "Yol gösteren, yola götüren" anlamlarıyla bugün de kullanılmaktadır. Hatta bugün İran'da İslami Lider'in diğer bir ünvanı "rehber" dir.
Çengel: Istanbul'lu olanlar ve İstanbul'u bilenler, Çengelköyü de bilirler. Çengel Farsça'da "orman" anlamına gelmektedir. Çengelköye neden böyle dendiği de sanırım açıklığa kavuşmaktadır.
Ruh: Klasik Farşa'da bugün bizim kullandığımız anlamıyla kullanılsa da bugünkü Farça'da tam tersi olarak "beden" anlamında kullanılmaktadır.
Karpuz: Kelime olara yine Farsça'dan gelip, "Harboze" kelimesinden Türkçe'ye geçmiştir. Bugünkü Farsça'da harboze "kavun" anlamında kullanılmaktadır. "k" harfi ile "h" harfi, linguistik ile ilgilenenlerin bilgidiği gibi birbirlerine ses olarak çok yakın harflerdir. Bizim bu kelimeyi "karpuz" olarak ve o anlam kullanmamız, klasik Farsça'dan yani Osmanlı döneminden kalmaktadır.
İngilizce;
tost (toast)
sprey (spray)
tişört (T-shirt),
teyp (tape recorder'dan),
lider (leader),
miting (meeting);
italyanca ;
pusula (bussola)
acente (agente),
kambiyo (cambio),
gazino (casino);
Fransızca;
kamyon (camion),
kanepe (canepé,
gardrop (garderobe),
mersi (merci),
konferans (conférence),
sekreter (secrétaire)
gibi sözcükler sayılabilir.
Görüldüğü gibi bir sözcük başka bir dile girerken o dilin sadece dış yapısında değil iç yapısında da bazızorlamalara neden olmakta, anlam değişikliğine uğramaktadır.
Bir dilde yabancısözcük sayısının artmasıkavram kargaşasına yol açar, düşüncelerin anlaşılmasını güçleştirir, dilin kendi özellikleriyle üretimini engeller.
Yabancısözcükler konuk sözcükler olarak kabul etmeli, dilimizde tam karşılığı olan yabancı sözcükleri anlatımlarımızda kullanmamaya çalışmalıyız.
Örneğin 30-35yıl önce Fransızcadan Türkçeye geçen "enventısman" sözcüğü, "yatırım "sözcüğü ile karşılanmış ayrıca yatırımcı, yatırımcılık gibi yeni biçimler de Türkçeye kazandırılmıştır.
Yabancısözcüklerin yazımında alınan sözcüğün kendi dilindeki yazımına uyulması bütün kültür dillerinde yaygın bir gelenektir
güzârgâh: Farsça "gozaşten" geçmek, gitmek anlamındaki fiil ile yer, mekan anlamı bildiren, yani kelimeleri ism-i mekan haline getiren "gâh" ekiyle birleşip, "geçilen yer, gidilen yön" anlamına gelmektedir.
güfte: Farsça "goften" yani söylemek, demek, konuşmak anlamına gelen fiilden türeyip, "gofte" "söz, söylenen kelime" olarak bugünkü Farsça'da kullanılmaktadır.
Köfte: Farsça "koften" yani ezmek, sıkıştırmak fiilinden türeyip "kofte" yani "ezilmiş, sıkıştırılmış" anlamına gelmektedir. Bugün İran'da bizim kullandığmız köfte aynı anlamda kullanılmamaktadır.
Çardak: Farsça "çehar" yani dört anlamına gelen kelimeyle "tak" yani tahta anlamına gelen kelimenin birleşmesiyle meydana gelmiştir. "Dört tahtadan oluşan" anlamına gelmektedir. Bugün İran'da bu kelime kullanılmamaktadır.
masa: Latince mensa'dan
***
sandalye: Farsça sandali (sandal ağacından yapılan oturma aracı)
***
kalem: Sözcüğün kökeni Sanskritçe kalema'dan gelir, Latince kalamis, Arapça: kalem: Aslında adını saz bitkisinden, kamıştan alır. Başlangıçta yazı sazdan, kamıştan yapılan araçlarla yazıldığı için bitkinin adı araca dönüşmüştür.
Almancada Feder (tüy, yazının tüyle yazılmasından)
Fransızca : Plume , İspanyolca : Pluma (Latince tüy, telek anlamına gelir...)
İtalyanca :calamo
İngilizce : Pen
Rumca: Pteron, Ptilon
Farsça: Kelk, hame, medad
Çince: Piti (çivi)
Defter: Grekçe: diphtera’dan (üzeri yazılı hayvan derisi) :Rusça devter, Farsça defter, Aramice: dipterā
Baba: Farsça bâbâ’dan baba
Sümerce: abba
Akadça: abu, abı,
Arapça: eb,
Farsça : Peder
Almanca: Vater,
Latince: Pater
Sanskritçe: Pitar
Grekçe: Pater
Fransızca: pére
İspanyolca: Padre
İtalyanca: Padre
İngilizce : Father
Türkçe: Aba, Ata
Latince: baba ( dede demek)
Grekçe: Pappos (dede)
Yılan: Çince lung’dan > loon (lung) ı-lung > ı-lang > ı-lan- >yılan
Çince lōn (canavar, ejderha)
Kadın : Sogdça hvaten’den, kraliçe hatun, > katun> kadın
Forum: Latince “alan”dan . İlk çağda Roma’da büyük toplantıların düzenlendiği alan.
Forum Romanum (Roma Alanı)
(Elbette Türkçe değil ama yine de ekleyeyim dedim. )
Efe: Grekçe ephebos (yiğit, delikanlı)dan
ephebos> ephebe> ephebi> efe
Semaver
Rusça : Samovar'dan (Ortası kömür ocaklı su kaynatma kabı) semaver.
Farsça: sema:ver
Almancada: Samowar
Fransızca: samovar
ispanyolca: samovar
İngilizce: samovar
Semaver: Kelimenin kökeni Rusça olup "Sama" ve "Varit" kelimelerinin türetilmesinden oluşmuştur. Anlamı "sadece kaynayandır".samo(Rusça):kendivarit(Rusça): kaynayan > samovar
zıkkım: Arapça zaķķūm [zkm] Kuran'da sözü edilen cehennem ağacı ve cehennem yemişi.
Arapça alfabesinde yazılışı tek kaflıdır ama şeddeli okunuyor.
زَقُّوم zaķķum
Ağu ağacı, (merium oleander)
zıkkım: Zehir, ağu
ETİMOLOJİ NOTLARI
Kaplıca sözcüğü kaplı ve ılıca sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur.
*ılıman sözcüğü sanıldığı gibi ılı- f ilinden değil ;liman isminden gelmektedir. Ancak sözcüğün ılıman hale gelişinde ılı- fiilinin bir baskısı olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
*çirkef sözcüğü Farsça çirk (pis) ab(su) sözcüklerinin birleşiminden gelmektedir.
*Hoşaf sözcüğü hoş ab sözcüğünden gelmektedir.
*****en ve doksan sözcükleri sekiz on ve dokuz on sözcüklerinin birleşiminden gelmektedir.
*altmış ve yetmiş sözcükleri de altı ve yedi sözcüklerinin üzerine miş yani on anlamına gelen kelimenin eklenmesi suretiyle oluşmuş birleşik bir sözcüktür.
*oğlak sözcüğünün kökü oğuldur.
*Avrupalılar yoğurt ve ayranı Türklerden öğrenmişlerdir.Bu kavramlara karşılık kullandıkları sözcükler de Türkçedir.
*Bilezik sözcüğü bilek ve yüzük sözcüklerinin birleşiminden gelmektedir.
*böyle şöyle sözcükleri ve şu sözcüklerinin üzerine ile edatının eklenmesi suretiyle oluşmuş birleşik bir kelimedir.
*çeyrek sözcüğü aslen Farsça bir sözcüktür.Aslen Farsça çahar(dört)yek (bir) sözcüklerinin birleşiminden oluşmuştur.Sözcüğün anlamı da zaten dörtte bir demektir.
*cıncık& sözcüğü, aslen inci sözcüğünün başına 'c' sesi getirilmesi ve inci boncuk deyimindeki boncuk sözcüğünün sonundaki 'k' ünsüzünün de inci sözcüğüne eklenmesi suretiyle oluşmuştur
*Domates sözcüğü aslen Meksika dillerinden olan Aztekçeye ait bir sözcüktür.orijinali de tomatı biçimindedir.
*Zerdali sözcüğü aslen Farsça bir sözcüktür, orijinali zerd-i alu (sarı erik) dir.
*Şeftali de aslen Farsça bir sözcüktür.Orijinali şeft-i alu biçimindedir.Anlamı ise etli erik demektir.
*Panjur sözcüğü abajur kelimesinin bozulmuş biçimidir.
*Salatalık kelimesi İtalyanca insalata kelimesinden gelmektedir. Anlamı ise tuzlu demektir. Salatalığın da sının sudan oluşması ilginçtir.
*Milli kelimesi aslen Arapça bir kelimedir ve anlamı şeriata ilişkin, şerri anlamındadır.Türkçede ise milli kelimesi ulusal anlamındadır.
*Aslen Türkçe bir kelime olan savcı ilk olarak söz getirip götüren anlamında kullanılmış, İslamiyet'e geçince peygamber anlamında kullanılmıştır.Günümüzde ise bir hukuk terimi olarak kullanılmaktadır.
*Türkçedeki yıldız kelimesinin sinema sanatçısı olarak kullanılması Fransızcanın etkisiyle olmuştur.
*Fransızcada tulipe İngilizcede tulip İtalyancada tulipa Portekizcede tulipa Almancada Tulpe sözcükleri lale anlamına gelmektedir.Bu sözcüğün de şöyle bir hikayesi vardır:Hollandalı A.G. Busneck , 16. yy ortalarında Edirnede gördüğü laleye (anlamından dolayı olsa gerek) tülbent (eşarp) demiştir ve tüm Avrupada adı bu şekilde yayılmıştır.Kullanmakta olduğumuz bu sözcük de aslen Farsça bir kelimedir.Orijinali dil-bent dir. Asıl anlamı ise gönül bağlayandır.
*Amerikan Para birimi dolar, Alman özel adıdır.da Almanyada Joachimstal maden ocağından çıkarılan gümüşten döktürülen bir sikke joachimstaler adıyla anılmıştır.Dolar da adını buradan almıştır.
*İzmir Güzelyalının ilk adı Kokaryalıdır.
*Giresun şehrinin asıl orijinal biçimi Kerasos (kirazlık) tır.Daha sonra Kerasos~ Kerasonde~Kerasunt~ Giresun biçiminde bir gelişim izlemiştir.
*Doğu Karadenizdeki Tirebolunun orijinal biçimi Tripolistir. Üç şehir anlamına gelmektedir.
*İstanbulun orijinal biçimi Eis ten polin Yunanca şehre doğru anlamındadır.Her ne kadar Evliya Çelebi İslam bola dayandırsa da bu doğru değildir.
*Bolunun orijinal biçimi polis dir.Polis Yunancada şehir demekti.
*Denizlinin çevresinde hiç deniz yokken bu şehre neden bu isim verilmiştir hiç merak ettiniz mi? Aslen 14. 15. yüzyıllarda bu şehre Tonuzlu(domuzlu) deniyordu.Daha sonraları halkın bu ismi pek estetik bulmamasından olacak şehrin ismi Denizli biçimine çevrilmiştir
Yorum