Bu cümleyle kulağının pası silinenlerin de birgün bu cümleyi soluk soluğa, çığlık çığlığa haykırabileceklerinin acısıyla dağlanıp, uslanmaları ne iyi olurdu.
Hem bizim için
Hem onlar için
Hem kanattıkları için
Hem kanatmaya hazırlandıkları için…
Diyarbakır’da küçücük bir kız
koyu kahve bir mezarın üstüne abanmış,
“benim yüzümden”
diye pare pare ediyordu gökyüzünü.
Kendinden alıyordu o iğrenç saldırının intikamını,
avuçları koyu kahve, soğuk toprak mezarlığı
küçük kalbine sığmıyordu büyük acısı,
gürlüyor, yağmur olamıyordu
Dershane çıkışında onu almaya gelen babasını kim ne için öldürebilirdi ki?
Bilmiyordu henüz onun çığlığından beslenen asalakların her an her yerde çığlık avına çıktığını
Parçalanan sesi, toprağın altındaki parçalanmış babasının, dünyayı son ziyareti olmuştu adeta
Neresinden tutsa kopuyordu her yeri
Öncesi paramparça
Sonrası paramparça
Kısacık beraberlikleri daha da kısa sürmüştü tahmininden
Oysa daha var diye ne çok şeyi ertelemişlerdi
Her şey yarım kaldı işte
Ayakları titriyordu
Basmayı bilmiyordu ki henüz
Bundan sonra bildiği
çok iyi ezberlediği
yüreğine kazıdığı bir şey vardı,
babasından son kalan
içinde baba geçen tek ve son cümle
“benim babam öldü”
dili vardı söylemeye
ama kulakları dayanamadı işte!
bayıldı…
Kısacık hayatında ilk kez bayıldı acısından
Yağmur olup yağamadı
gürledi durdu
içinde kaldı kuraklığının
Babasının geride bıraktıklarıyla beraber devam edeceği bu yol
ne uzun
ne acımasız
ne aşağılık
ne kimsesiz bir yoldu
nasıl biterdi?
nasıl hazmederdi?
İçini kavurmaya başlayacak olan intikamının hesabını dahi yapamayacak kadar temizdi yüreği işte
Bilemezdi ki
kim yapar?
neden yapar?
Babasıydı o onun
saçlarını okşardı
harçlığını verirdi
göz kulak olurdu küçük kızına
Bu neden rahatsız etmişti ki birilerini?
Ya da hangi birilerini?
Sorular, sorular…
Cevabı yok
Sesi yok
Kötü rüyalardan nasıl uyanırdı artık
Ya da babalar gününde kime alacaktı çok beğendiği kravatı
Hangi yanağa konduracaktı,babası için sakladığı öpücükleri
Nasıl unuturdu bildiklerini
Ve unutulmaz cümlesini:
“Benim babam öldü”
Çıkmıyor aklımdan bu feryat…
İklim GÜNER
Hem bizim için
Hem onlar için
Hem kanattıkları için
Hem kanatmaya hazırlandıkları için…
Diyarbakır’da küçücük bir kız
koyu kahve bir mezarın üstüne abanmış,
“benim yüzümden”
diye pare pare ediyordu gökyüzünü.
Kendinden alıyordu o iğrenç saldırının intikamını,
avuçları koyu kahve, soğuk toprak mezarlığı
küçük kalbine sığmıyordu büyük acısı,
gürlüyor, yağmur olamıyordu
Dershane çıkışında onu almaya gelen babasını kim ne için öldürebilirdi ki?
Bilmiyordu henüz onun çığlığından beslenen asalakların her an her yerde çığlık avına çıktığını
Parçalanan sesi, toprağın altındaki parçalanmış babasının, dünyayı son ziyareti olmuştu adeta
Neresinden tutsa kopuyordu her yeri
Öncesi paramparça
Sonrası paramparça
Kısacık beraberlikleri daha da kısa sürmüştü tahmininden
Oysa daha var diye ne çok şeyi ertelemişlerdi
Her şey yarım kaldı işte
Ayakları titriyordu
Basmayı bilmiyordu ki henüz
Bundan sonra bildiği
çok iyi ezberlediği
yüreğine kazıdığı bir şey vardı,
babasından son kalan
içinde baba geçen tek ve son cümle
“benim babam öldü”
dili vardı söylemeye
ama kulakları dayanamadı işte!
bayıldı…
Kısacık hayatında ilk kez bayıldı acısından
Yağmur olup yağamadı
gürledi durdu
içinde kaldı kuraklığının
Babasının geride bıraktıklarıyla beraber devam edeceği bu yol
ne uzun
ne acımasız
ne aşağılık
ne kimsesiz bir yoldu
nasıl biterdi?
nasıl hazmederdi?
İçini kavurmaya başlayacak olan intikamının hesabını dahi yapamayacak kadar temizdi yüreği işte
Bilemezdi ki
kim yapar?
neden yapar?
Babasıydı o onun
saçlarını okşardı
harçlığını verirdi
göz kulak olurdu küçük kızına
Bu neden rahatsız etmişti ki birilerini?
Ya da hangi birilerini?
Sorular, sorular…
Cevabı yok
Sesi yok
Kötü rüyalardan nasıl uyanırdı artık
Ya da babalar gününde kime alacaktı çok beğendiği kravatı
Hangi yanağa konduracaktı,babası için sakladığı öpücükleri
Nasıl unuturdu bildiklerini
Ve unutulmaz cümlesini:
“Benim babam öldü”
Çıkmıyor aklımdan bu feryat…
İklim GÜNER
Yorum