lloveKALPLERİN KUCAKLAŞMASIllove
İnsan bilmediğinin düşmanıymış. Sevmek için önce tanımak gerek muhattabı, tanıyıp güzelliklerine şahit olunca muhabbet tohumları atılır kalplere, diyalog devam ettikçe tohumlar filizlenip boy atar ve meyveye durur neticede, toplanan meyveler huzur ve mutluluk getirir memlekete. Bu memleketin ihtiyaç duyduğu en büyük gıda işte bu muhabbet ve sevgi ortamının oluşturulmasıdır. Yıllarca birbirinden koparılmaya çalışıldı, çeşitli bahanelerle fitne tohumları ekilmeye çalışıldı kardeşlerin yüreğine. Dünyanın gözbebeği olan bu coğrafyada yaşayan insanları kliklere ve kamplara bölerek birbirlerine düşürmeye çalıştılar. Sağ-sol dediler bir zamanlar kardeşi kardeşe kırdırdılar. O bitti Laik-Antilaik kutuplaşması oluşturup kaos ortamı meydana getirmeye çalıştılar bir dönem, anadolu insanının engin feraseti ve sabrıyla aşıldı kurulan tuzaklar. Olmadı bin yıldır gönül birliği yapmış, inanç birliği yapmış, vatan topraklarına musallat olan leş kargalarına karşı cephelerde omuz omuza savaşmış kader birliği yapmış kardeşleri Kürt-Türk diye ayırarak vatanın bir parçasını bölmeye çalıştılar. Yapılan provakasyonlarla, insanlıktan nasibi olmayan, hedef gözetirken çoluk-çocuk, asker-sivil, Kürt-Türk ayrımı yapmadan katliamlar gerçekleştiren canilerin yaptıklarını tüm bölge insanına mal etmeye çalıştılar, bölgede yaşanan dramı gözardı ederek. Halbuki yapılan zulümden en büyük payı bölge insanı aldı bu süreçte. Canlar verdiler, yurtlarından yuvalarından edildiler. Köyler boşaltıldı, bir kısmı mallarını mülklerini, doğup büyüdükleri toprakları geride bırakarak büyük şehirlerin varoşlarına atmak zorunda kaldılar kendilerini, canlarını kurtarmak için. Yaşanan bunca dramı görmezden gelip suçu bölgenin masum insanlarına atmak ne kadar insaflıca olur sizce. Ancak, insan ve vatan sevgisiyle yoğrulmuş anadolu yiğitleri, bu cennet vatanı ceheneme çevirmek için kurulan her tuzakta, yapılan her planda göğüslerini siper ettiler. Tüm varlıklarıyla dikildiler şer odaklarının karşısına, kurulan hain tezgahları başlarına geçirmek için her defasında seferberlik ilan etiler. İşte geçtiğimiz bayram böyle bir seferberlik ilan edildi. Kendilerinden koparılmaya çalışılan kardeşlerini kucaklama seferberliğiydi bu. Vatanın doğusunu koparma planlarına karşılık ilk önce bu sevgi kahramanları ulaşmıştı bölgenin imdadına ve açılan sevgi okulları ile kalpleri inşa ettmiş, bölgeye sevgi tohumları ekmişlerdi. Tohumların boy vermesi engel oldu şer planların hayat bulmasına. Geçtiğimiz bayramda da kalplerin kucaklaşmasının en canlı ve çarpıcı örnekleri gerçekleşti anadolunun doğusunda. İnsanın kanını donduran göz pınarlarını coşturan manzaralar yaşandı bayram atmosferinde. Geçen hafta Ulusal bir gazetede yayınlanan Harun TOKAK imzalı bir yazıdan bölümler paylaşmak istiyorum sizlerle. Herhalde “Yüreğimizi Getirdik Sizlere” başlıklı bu yazıyı okuduktan sonra başka söze hacet yok diyeceksiniz hep birlikte.
“Dağlar arasında unutulmuş bir köy…Mardin'e bağlı…Evlerinin kapıları kapalı, köy derin bir sessizliğe sarınmış sanki kuşluk uykusunu uyuyordu. Bu köye ilk kez geliyorlardı… Ortalıklarda kimsecikler görünmüyordu. İlk gün olmasına rağmen, bayramın neşvesinden hiçbir emare yoktu. Her şey sinmiş, her şey susmuş bu köyde. Gözlerine, uzakta kardan bir kümbetin önünde eğilip kalkarak bir şeyler yapan bir kız çocuğu ilişti. Köydeki tek hayat emaresine doğru sürdüler arabayı. Arabanın kendine doğru geldiğini fark edince evine doğru koşar ve kapıyı korkuyla kapatır. İstanbullu bir iş adamı olan Ahmet Bey, yol arkadaşı Cemil Bey'le birlikte; arabalarına yardım paketlerini, kurban etlerini doldurarak bu bayramı Güney Doğu'da geçirmeye karar verdiğinde yolları bu köye düşer. Onlar yalnız değildi. On binlerce arkadaşları, Doğu'ya, Güney Doğu'ya, dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı…Sanki küresel bayram günlerini idrak ediyordu insanlık. Bayramları bile çalınmış bu köyde biraz önce bir kız çocuğunun koşarak girdiği kerpiç evin kapısını çalarlar.
“Kimse yok mu?”
”Ne istiyorsunuz bizden?”
“Biz geldik kapıyı açar mısınız?
“Gidin artık buralardan, iki oğlumu aldınız, kızımı da aldınız, size verecek canımızdan başka bir şeyimiz kalmadı. Yeterin artık dokunmayın bize. Küçük bir kızımdan başka kimsem yoktur. Onu da beni öldürmeden alamazsınız.”
Tedbirli giyindikleri için soğuk içlerine işlemese de duydukları karşısında ruhları donmuştur.
“Korkular sindirmiş bu insanları” der, Ahmet Bey;
“Anacığım! Biz onlardan değiliz, İstanbul'dan geldik, size kurbanlarımızı getirdik. Sizi kurban kılmak için değil, size kurban olmaya geldik; sizden almaya değil, size yüreğimizi vermeye geldik.”
Kerpiç evin küçük tahta kapısı gıcırtıyla aralanır. Kapının aralığında beli bükülmüş, omuzları kederden çökmüş, yaşlı bir ana belirir; “Hodeşti razı bi-hoş geldiniz- yavrularım. Kapıyı geç açtığım için kusura kalmayın evlatlarım, teröristler iki körpe oğlumu ve kızımı kopardılar benden. Yüreğim, onların hasretiyle yanar yıllardır. Ben yine onlar geldi zannettim, bizim kapımızı bu güne kadar teröristlerden başka kimse çalmadı ki” Kapının aralığında içerinin yürekler acısı manzarası görülür. Burası gerçekten bir ahırdır. Gözyaşlarını tutamaz Ahmet Bey; “Anacığım siz burada mı kalıyorsunuz?”
“He ya yavrum, burası sıcak oluyor, başka kalacak yerimiz de yoktur.”
Ananın elini öperler, küçük kıza gocuk, elbise ayakkabı, eve, et ve gıda paketi bırakırlar.
Ahır evde; yıllardır cansız duran mutluluğun kalb atışları duyulmaya başlar.
Az önce üşüyen, titreyen kızcağız sıcacık gocuğun içinde minik bir prenses gibi gülücükler dağıtır.
“Anacığım! Biz diğer evlere nasıl ulaştıracağız bunları. Tek tek dert anlatmak zor olacak; bize yardımcı olur musun?”Kapının önüne çıkar yaşlı ana ve bir zılgıt çeker, o sessiz ve sakin köyün kerpiç evlerinin kapıları açılır ve her evden beşer onar çocuk dışarı fırlar. Az sonra yardım konvoyunun etrafı çocuk, kadın, erkek dolmuştur. Çokların üzerinde doğru dürüst giyecek elbiseleri, ayaklarında ayakkabıları yoktur. Buz kesmiş ellerine aldıkları yardım paketleriyle atlı karıncalar gibi tutarlar evlerinin yolunu. En son kalan boynu bükük bir kız çocuğudur. Günlerdir tarak yüzü görmediğinden, pürçeklenmiş saçları savrulmaktadır soğukta. “Belli ki annesinin taramaya eli ermemiş” diye düşünürler.
Ellerinin eklem yerleri param parça olmuş küçük kız, paketi tutmakta zorlanır.
Ahmet Bey'in dikkatini çeker küçük kızın perişan hali. Gönlü hoş olsun diye; “Anne- babana da selam söyle” diye seslenir arkasından. Arkasına dönüp, acı pınarı çakır gözleriyle Ahmet Bey'in yüreğini delercesine bakan zavallı kızcağızın yanaklarında üşür gözyaşları.
”Annem -babam yok ki”
Bittiği andır Ahmet Bey'in, sözler ağzında düğümlenir, yaşlar gözünde irileşir, yüreğindeki acı dalgaları kabarır. Yanına gider, ellerini gezindirir ipek saçlarında. “Kabul edersen ben senin baban olmak istiyorum. Pek yakında hanımımı da getireceğim o da annen olacak. Sen ve kardeşlerin artık bizim evladımız olacaksınız. Sizi okutacağız, her türlü ihtiyacınızı biz karşılayacağız. Sen şimdi üzülme” der ve elleriyle siler üşüyen gözyaşlarını. Paketleri birlikte taşırlar evine, yetim kızın...Gün ikindiye kaydığında ulaşmadıkları kimse kalmamıştır. “Yıllardır bayram idrak ediyoruz ama hiç bu kadar mutlu bir bayram yaşamadık, artık evlerimizde bayram bitmiştir. Gelecek yıl çocuklarımızı da alıp geleceğiz. Yatırımlar yapacağız buralarda, bu köy ve kasabaların gönüllü hemşehrisi olup sık sık gelip -gideceğiz, artık bir ayağımız buralarda” diye sözleşirler.
Allah'a (c.c) yakın olmanın yolunun halka yakın olmaktan geçtiğini fark ederler.
Gecenin en siyahında beliren bir ışık; gelen günün daha güzel olacağını haber verirken yüreklerini bırakarak ayrılırlar dağlar arasındaki köyden.”
Hamza BAYRAM
“Dağlar arasında unutulmuş bir köy…Mardin'e bağlı…Evlerinin kapıları kapalı, köy derin bir sessizliğe sarınmış sanki kuşluk uykusunu uyuyordu. Bu köye ilk kez geliyorlardı… Ortalıklarda kimsecikler görünmüyordu. İlk gün olmasına rağmen, bayramın neşvesinden hiçbir emare yoktu. Her şey sinmiş, her şey susmuş bu köyde. Gözlerine, uzakta kardan bir kümbetin önünde eğilip kalkarak bir şeyler yapan bir kız çocuğu ilişti. Köydeki tek hayat emaresine doğru sürdüler arabayı. Arabanın kendine doğru geldiğini fark edince evine doğru koşar ve kapıyı korkuyla kapatır. İstanbullu bir iş adamı olan Ahmet Bey, yol arkadaşı Cemil Bey'le birlikte; arabalarına yardım paketlerini, kurban etlerini doldurarak bu bayramı Güney Doğu'da geçirmeye karar verdiğinde yolları bu köye düşer. Onlar yalnız değildi. On binlerce arkadaşları, Doğu'ya, Güney Doğu'ya, dünyanın dört bir yanına dağılmışlardı…Sanki küresel bayram günlerini idrak ediyordu insanlık. Bayramları bile çalınmış bu köyde biraz önce bir kız çocuğunun koşarak girdiği kerpiç evin kapısını çalarlar.
“Kimse yok mu?”
”Ne istiyorsunuz bizden?”
“Biz geldik kapıyı açar mısınız?
“Gidin artık buralardan, iki oğlumu aldınız, kızımı da aldınız, size verecek canımızdan başka bir şeyimiz kalmadı. Yeterin artık dokunmayın bize. Küçük bir kızımdan başka kimsem yoktur. Onu da beni öldürmeden alamazsınız.”
Tedbirli giyindikleri için soğuk içlerine işlemese de duydukları karşısında ruhları donmuştur.
“Korkular sindirmiş bu insanları” der, Ahmet Bey;
“Anacığım! Biz onlardan değiliz, İstanbul'dan geldik, size kurbanlarımızı getirdik. Sizi kurban kılmak için değil, size kurban olmaya geldik; sizden almaya değil, size yüreğimizi vermeye geldik.”
Kerpiç evin küçük tahta kapısı gıcırtıyla aralanır. Kapının aralığında beli bükülmüş, omuzları kederden çökmüş, yaşlı bir ana belirir; “Hodeşti razı bi-hoş geldiniz- yavrularım. Kapıyı geç açtığım için kusura kalmayın evlatlarım, teröristler iki körpe oğlumu ve kızımı kopardılar benden. Yüreğim, onların hasretiyle yanar yıllardır. Ben yine onlar geldi zannettim, bizim kapımızı bu güne kadar teröristlerden başka kimse çalmadı ki” Kapının aralığında içerinin yürekler acısı manzarası görülür. Burası gerçekten bir ahırdır. Gözyaşlarını tutamaz Ahmet Bey; “Anacığım siz burada mı kalıyorsunuz?”
“He ya yavrum, burası sıcak oluyor, başka kalacak yerimiz de yoktur.”
Ananın elini öperler, küçük kıza gocuk, elbise ayakkabı, eve, et ve gıda paketi bırakırlar.
Ahır evde; yıllardır cansız duran mutluluğun kalb atışları duyulmaya başlar.
Az önce üşüyen, titreyen kızcağız sıcacık gocuğun içinde minik bir prenses gibi gülücükler dağıtır.
“Anacığım! Biz diğer evlere nasıl ulaştıracağız bunları. Tek tek dert anlatmak zor olacak; bize yardımcı olur musun?”Kapının önüne çıkar yaşlı ana ve bir zılgıt çeker, o sessiz ve sakin köyün kerpiç evlerinin kapıları açılır ve her evden beşer onar çocuk dışarı fırlar. Az sonra yardım konvoyunun etrafı çocuk, kadın, erkek dolmuştur. Çokların üzerinde doğru dürüst giyecek elbiseleri, ayaklarında ayakkabıları yoktur. Buz kesmiş ellerine aldıkları yardım paketleriyle atlı karıncalar gibi tutarlar evlerinin yolunu. En son kalan boynu bükük bir kız çocuğudur. Günlerdir tarak yüzü görmediğinden, pürçeklenmiş saçları savrulmaktadır soğukta. “Belli ki annesinin taramaya eli ermemiş” diye düşünürler.
Ellerinin eklem yerleri param parça olmuş küçük kız, paketi tutmakta zorlanır.
Ahmet Bey'in dikkatini çeker küçük kızın perişan hali. Gönlü hoş olsun diye; “Anne- babana da selam söyle” diye seslenir arkasından. Arkasına dönüp, acı pınarı çakır gözleriyle Ahmet Bey'in yüreğini delercesine bakan zavallı kızcağızın yanaklarında üşür gözyaşları.
”Annem -babam yok ki”
Bittiği andır Ahmet Bey'in, sözler ağzında düğümlenir, yaşlar gözünde irileşir, yüreğindeki acı dalgaları kabarır. Yanına gider, ellerini gezindirir ipek saçlarında. “Kabul edersen ben senin baban olmak istiyorum. Pek yakında hanımımı da getireceğim o da annen olacak. Sen ve kardeşlerin artık bizim evladımız olacaksınız. Sizi okutacağız, her türlü ihtiyacınızı biz karşılayacağız. Sen şimdi üzülme” der ve elleriyle siler üşüyen gözyaşlarını. Paketleri birlikte taşırlar evine, yetim kızın...Gün ikindiye kaydığında ulaşmadıkları kimse kalmamıştır. “Yıllardır bayram idrak ediyoruz ama hiç bu kadar mutlu bir bayram yaşamadık, artık evlerimizde bayram bitmiştir. Gelecek yıl çocuklarımızı da alıp geleceğiz. Yatırımlar yapacağız buralarda, bu köy ve kasabaların gönüllü hemşehrisi olup sık sık gelip -gideceğiz, artık bir ayağımız buralarda” diye sözleşirler.
Allah'a (c.c) yakın olmanın yolunun halka yakın olmaktan geçtiğini fark ederler.
Gecenin en siyahında beliren bir ışık; gelen günün daha güzel olacağını haber verirken yüreklerini bırakarak ayrılırlar dağlar arasındaki köyden.”
Hamza BAYRAM
Yorum