Sayın Rektörüm, Sayın Öğretim Üyeleri, Çok Kıymetli Üniversite Gençlerim ve Beni Dinlemek Lütfunu Esirgemeyen Aziz Vatandaşlarım!. 95 yaşındaki bu adam hocalık hayatının 74’üncü senesini aşarken hayatın en güzel günlerinden birini aranızda yaşamaktadır. Çok gururluyum ve 75 senelik hocalık hayatımın en güzel, en şerefli günlerinden birini yaşıyorum. Bunu esirgemeyen İstanbul Üniversitesine duygulu saygılarım büyüktür. Tekrar bana sundukları bu alakadan dolayı, saygılarımı tekrarlıyorum.
Konuşmanın konusu Atatürk düşüncesinde ulusçuluk ve çağdaşlaşma. Evvela şunu söyleyeyim ki; Atatürk’ün hâlâ güncel olması, hâlâ ihtiram, sevgi, muhabbet görmesinin sebebi nedir? 20. yüzyılda büyük liderler gördük, devlet başkanları gördük ama bugün bunlar unutuldu. Bunların içinde bazıları halkı tarafından ayaklarından astırıldı. Bazıları gerek milletine, halkına, gerek insanlığa yaptıkları kötülüklerin bedelini intihar ederek ödedi. Bir kısmının heykelleri yerlerde sürüklendi. Bir bölümünün isimleri caddelerden silindi. Ama Atatürk, bugün yapılan halk oylamalarıyla şunu göstermektedir ki, Türk Halkının %85’inin sevgisini, muhabbetini, minnet duygularını hâlâ taşımaktadır. Neden? Atatürk bu derece günceldir ve Atatürk’ün bu güncelliği ve bu sevgisi nereden doğmaktadır? Çünkü Atatürk, yapmış olduğu hareketlerde, yapmış olduğu çalışmalarda isabetsizliğe uğramadı. Sovyetler yıkılırken Türkiye dimdik ayakta kaldı. Yugoslavya yıkılırken, kan gövdeyi götürürken Türkiye dimdik ayakta kaldı. Çünkü Atatürk, her yapmış olduğu teşebbüste demokrasiyi asla elden bırakmadı. Lenin’in yapmış olduğu hareketlerde sanayileşmeyi öne sürmek suretiyle demokrasiyi ikinci plâna attı. Tito, Yugoslavya’da doğrudan doğruya etnik kökenlileri ayrı ayrı bir kurum halinde yaşattı ve öldükten sonra Yugoslavya kan içinde kaldı. Atatürk milliyetçiliğe dayandı ve bugün Türkiye ayaktadır.
Türkiye hâlâ cesaretini, şehadetini ve büyük varlığını muhafaza ediyor. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi, Atatürk ve arkadaşlarının göstermiş oldukları zeka, dirayet, bilgi ve akla dayanan hareketleridir. Şimdi öncelikle sizlere, Atatürk’ün milliyetçiliğinden sözetmek isterim. İki vesika söyleyeceğim sizlere. Bir tanesi 1920 senesine aittir, diğeri 1929 senesine. 1920’deki belge doğrudan doğruya O’nun ifadesidir. 1929 senesindeki belge O’nun el yazılandır. Evvela size 1929’da Atatürk’ün el yazılarıyla yazdığı ifadeyi okuyacağım. Bugünkü Türk Milleti siyasî ve içtimaî hayatı içinde kendilerine Kürtlük kültürü, Çerkezlik kültürü ve hatta Lazlık kültürü veya Boşnaklık kültürü propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardı. Fakat monarşinin istibdad delilleri vasılı olan bu yanlış adlandırmalar, dikkatinizi rica ediyorum bir kaç düşman kölesi, mülteci beyinsizden başka, hiçbir millet ferdi üzerine kederlenmekten başka bir tevsir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet evladı da umum Türk Camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyordu. 1929 senesinde Ahmet İnan’ın yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabının ek kısmında Atatürk’ün el yazılarıyla bu belirtilmiştir. Çok güzel işarettir bu. Türk Milleti için, Türk Yöneticileri için çok büyük bir uyarmadır. Atatürk Milliyetçiliği doğrudan doğruya ırka veya dine dayandırmıyor. Atatürk milliyetçiliği ortak bir ilkedir. İşte bu yazıda da bize gösteriyor ki doğrudan doğruya Türk vatandaşının birlik ve beraberliğini etnik kökenlerin ayrı ayrı doğmasını değil, birlik ulus birliğini yaratmanın Türkiye’yi ebediyete kadar yaşatacak bir varlık olduğunu söylüyor. Peki 1929’da bunu söylüyor, daha henüz Büyük Millet Meclisinin kurulduğu gün, o zaman Atatürk ne düşünüyor? Aynı şeyi. Hani 10. Yıl Nutkunda “Birlik ve Beraberlikte bütün güçlükleri yenmesini bilmiştir Türk Milleti” diyerek haykırdığı nutkunda aynı şeyleri sıralamaktadır. Yani Anadolu insanının yeri doğrudan doğruya etnik grubun içindedir. Ama bu etnik grupları birbirleriyle birleştirmek ve çağdaş bir ulus meydana getirmek için Atatürk herşeyi yapmıştır.
Şimdi daha henüz Büyük Millet Meclisi kurulmadan önce ne düşünüyor? Düşündüğü şey şudur. Diyor ki Atatürk; “Sen yeni hükümetin iktisat bakanı ol” O vesile ile Yusuf Kemal Bey Büyük Millet Meclisinde konuşmalar yapıyor ve konuşmalarında “Türk Milleti çok sıkıntı çekmiştir. Refaha kavuşması şarttır” derken mütemadiyen Türk kelimelerini tekrarlıyor. O sırada Çerkez Ali Emiri Paşa söz alıyor. Diyor ki; “Mütemadiyen Türk diyorsunuz. Buralarda Çerkez de var ve burada Boşnak da var. Böyle bir Millet Meclisinde bu şekilde konuşmak doğru mudur?” Yusuf Kemal Bey bağırmaktadır. “Kalkıp cevap vereceğim. Bizim Türk derken neyi kastettiğimi söyleyeceğim” Sırada birisi omzuma vurdu. Döndüm baktım Mustafa Kemal: “Otur işte, Türk Milletinin bütünlüğünü etnik grupların birleşerek çağdaş bir Türk Devleti yaratmak hususunda Millî Mücadeleye başlarken düşüncesini şöyle ifade ediyor. Biraz uzunca ama istiyorum ki yeni kuşaklar bu belgeleri gayet iyi okusunlar da hazmetsinler. Çünkü Atatürk’ün entellektüel tarafını mutlaka yeni kuşaklara öğretmek mecburiyetindeyiz. Sadece törenlerle yetinmemeliyiz. Atatürk’ün entellektüel bir keşia tarafı vardır ve devamlı olaraktan şunu söyler: “Benim yüzümü görmek demek, ve yahut da her an benim yüzümü görmek istiyorsanız bu şöyle olacaktır. Benim fikirlerimi anlıyorsanız, benim düşüncelerimi hissediyorsanız, benim duygularımın üzerinde duruyorsanız, bu yeter”. Şunu söylemek isterim ki yeni kuşaklara mutlaka Atatürk’ün düşüncelerini belgelere dayanmak suretiyle öğretmek zorundayız. Bu yeni neslin daha muzaffer, daha muvaffak ve daha rahat yaşaması için bu Atatürk’ün düşüncelerini bilmeleri ama belgelere dayanarak bilmeleri, bu belgeler üzerinde düşünmeleri ve bunları bir bilinç haline getirmeleri gerekir. İşte huzurunuzda konuşurken, belgeleri esas yapan bunun sahiciliğidir. Tekrar etmek isterim ki yeni kuşaklar belge isterler, yeni kuşaklar ilim isterler, yeni kuşaklar bilim isterler ve bu ilmin aklın ışığı altında Atatürk’ü öğrenmek isterler. Bunu yapmak zorundayız. Atatürk’ün hocalarımızdan bu en büyük istemidir. Bunu söyledikten sonra izninizle Atatürk’ün henüz Büyük Millet Meclisi yeni kurulmuş, yeni hükümet daha meydana gelmemişken söylediklerine dönmek istiyorum: Bakın ne diyor;
“Efendiler meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada kastedilen yüksek meclisimizi teşkil eden zat, kişiler yalnız Türk değildir, yalnız çerkez, yalnız laz değildir. Fakat hepsinden oluşmuş anasırrı islaâmiyedir, samimî bir mecmuadır” Binaenaleyh bu Heyeti Aliyye’nin temsil ettiği hayatı, şeref ve şanına yakışan şey bizim azmettiğimiz emeller yalnız İslâm unsuruna münhasır değildir. Aynısını İslâmiyete öğreten bir kitleye aittir. O dönemde İstiklâl Savaşı’na başlarken millet fikriyle doğrudan doğruya hemfikir birbirleriyle kaynaşmış haldedir. Kurtuluş Savaşı’nda dövüşenler doğrudan doğruya Atatürk’ün getirmiş olduğu o gerçek olan üslubun üzerinde duruyorlar. Atatürk milliyetçiliğin, yani ulusçuluğun yaşaması için sürekli faaliyet göstermiştir. Ve muhtelif faaliyeti etnik mizacıdır. O ilmî sahada açık olan o faaliyetin önemini gösteren belgelerdir. Velhasıl yabancılar Türkler üzerinde, ağır hükümler koyuyorlardı. Bu Türkler medeni değildir, bu Türkler medeniyet düşmanıdır.
................
........... 3 Temmuz 1932’de başlıyor. Kim riyaset ediyor? Prof. Yusuf Oksal. Bu kongre çok ilginç bir kongredir. Atatürk her gün bu kongreye devam etti. Ama bu kongrenin sonunda Atatürk bize bir çaylı toplantı yaptı. O çaylı toplantıda biz Atatürk ile bir buçuk saat görüştük. Bize göstermiş olduğu nezaket, bağlılık yani unutulmayacak bir gündü. Dedi ki; Muhterem hocalarım istediğini sorabilirsiniz, sorular sorduk. Bu soruların içinde enteresan sorular var. Ama bunlardan bir tanesini size söyleyeceğim. “Efendim” dedi hocalardan bir tanesi, “Din toplumlar için gerekli midir” hayretle bekliyoruz. Atatürk buna ne cevap verecek o zaman lâiklik oldukça yerleşmiş ve gelişiyor. Bunun üzerinde de çalışılıyor. Söylediği şey şu oldu. Aradan altmış sene geçmesine rağmen onun seslerini duyar gibiyim. “Muhterem hocam, din toplumlar için gereklidir. Dinsiz toplum yaşayamaz ve devam edemez. Her toplumun tabii olarak bir inancı vardır. Ama şunu söyleyeceğim, din; Allah ile kul arasındadır. Biz dine saygılıyız, dine hürmetkarız ama bu arada Allah ile kul arasına giren ve bundan siyasi menfaat, ticari menfaaat elde etmek isteyenler vardır. Dini bunlar kirletmek istiyorlar. Biz buna müsaade etmeyiz. Bu itibarla dine saygılıyız ve dine hürmetkarız. Fakat dinin suistimal edilmesine katiyen taraftar değiliz ve buna da müsade etmeyiz.”
Konuşmanın konusu Atatürk düşüncesinde ulusçuluk ve çağdaşlaşma. Evvela şunu söyleyeyim ki; Atatürk’ün hâlâ güncel olması, hâlâ ihtiram, sevgi, muhabbet görmesinin sebebi nedir? 20. yüzyılda büyük liderler gördük, devlet başkanları gördük ama bugün bunlar unutuldu. Bunların içinde bazıları halkı tarafından ayaklarından astırıldı. Bazıları gerek milletine, halkına, gerek insanlığa yaptıkları kötülüklerin bedelini intihar ederek ödedi. Bir kısmının heykelleri yerlerde sürüklendi. Bir bölümünün isimleri caddelerden silindi. Ama Atatürk, bugün yapılan halk oylamalarıyla şunu göstermektedir ki, Türk Halkının %85’inin sevgisini, muhabbetini, minnet duygularını hâlâ taşımaktadır. Neden? Atatürk bu derece günceldir ve Atatürk’ün bu güncelliği ve bu sevgisi nereden doğmaktadır? Çünkü Atatürk, yapmış olduğu hareketlerde, yapmış olduğu çalışmalarda isabetsizliğe uğramadı. Sovyetler yıkılırken Türkiye dimdik ayakta kaldı. Yugoslavya yıkılırken, kan gövdeyi götürürken Türkiye dimdik ayakta kaldı. Çünkü Atatürk, her yapmış olduğu teşebbüste demokrasiyi asla elden bırakmadı. Lenin’in yapmış olduğu hareketlerde sanayileşmeyi öne sürmek suretiyle demokrasiyi ikinci plâna attı. Tito, Yugoslavya’da doğrudan doğruya etnik kökenlileri ayrı ayrı bir kurum halinde yaşattı ve öldükten sonra Yugoslavya kan içinde kaldı. Atatürk milliyetçiliğe dayandı ve bugün Türkiye ayaktadır.
Türkiye hâlâ cesaretini, şehadetini ve büyük varlığını muhafaza ediyor. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi, Atatürk ve arkadaşlarının göstermiş oldukları zeka, dirayet, bilgi ve akla dayanan hareketleridir. Şimdi öncelikle sizlere, Atatürk’ün milliyetçiliğinden sözetmek isterim. İki vesika söyleyeceğim sizlere. Bir tanesi 1920 senesine aittir, diğeri 1929 senesine. 1920’deki belge doğrudan doğruya O’nun ifadesidir. 1929 senesindeki belge O’nun el yazılandır. Evvela size 1929’da Atatürk’ün el yazılarıyla yazdığı ifadeyi okuyacağım. Bugünkü Türk Milleti siyasî ve içtimaî hayatı içinde kendilerine Kürtlük kültürü, Çerkezlik kültürü ve hatta Lazlık kültürü veya Boşnaklık kültürü propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardı. Fakat monarşinin istibdad delilleri vasılı olan bu yanlış adlandırmalar, dikkatinizi rica ediyorum bir kaç düşman kölesi, mülteci beyinsizden başka, hiçbir millet ferdi üzerine kederlenmekten başka bir tevsir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet evladı da umum Türk Camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyordu. 1929 senesinde Ahmet İnan’ın yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabının ek kısmında Atatürk’ün el yazılarıyla bu belirtilmiştir. Çok güzel işarettir bu. Türk Milleti için, Türk Yöneticileri için çok büyük bir uyarmadır. Atatürk Milliyetçiliği doğrudan doğruya ırka veya dine dayandırmıyor. Atatürk milliyetçiliği ortak bir ilkedir. İşte bu yazıda da bize gösteriyor ki doğrudan doğruya Türk vatandaşının birlik ve beraberliğini etnik kökenlerin ayrı ayrı doğmasını değil, birlik ulus birliğini yaratmanın Türkiye’yi ebediyete kadar yaşatacak bir varlık olduğunu söylüyor. Peki 1929’da bunu söylüyor, daha henüz Büyük Millet Meclisinin kurulduğu gün, o zaman Atatürk ne düşünüyor? Aynı şeyi. Hani 10. Yıl Nutkunda “Birlik ve Beraberlikte bütün güçlükleri yenmesini bilmiştir Türk Milleti” diyerek haykırdığı nutkunda aynı şeyleri sıralamaktadır. Yani Anadolu insanının yeri doğrudan doğruya etnik grubun içindedir. Ama bu etnik grupları birbirleriyle birleştirmek ve çağdaş bir ulus meydana getirmek için Atatürk herşeyi yapmıştır.
Şimdi daha henüz Büyük Millet Meclisi kurulmadan önce ne düşünüyor? Düşündüğü şey şudur. Diyor ki Atatürk; “Sen yeni hükümetin iktisat bakanı ol” O vesile ile Yusuf Kemal Bey Büyük Millet Meclisinde konuşmalar yapıyor ve konuşmalarında “Türk Milleti çok sıkıntı çekmiştir. Refaha kavuşması şarttır” derken mütemadiyen Türk kelimelerini tekrarlıyor. O sırada Çerkez Ali Emiri Paşa söz alıyor. Diyor ki; “Mütemadiyen Türk diyorsunuz. Buralarda Çerkez de var ve burada Boşnak da var. Böyle bir Millet Meclisinde bu şekilde konuşmak doğru mudur?” Yusuf Kemal Bey bağırmaktadır. “Kalkıp cevap vereceğim. Bizim Türk derken neyi kastettiğimi söyleyeceğim” Sırada birisi omzuma vurdu. Döndüm baktım Mustafa Kemal: “Otur işte, Türk Milletinin bütünlüğünü etnik grupların birleşerek çağdaş bir Türk Devleti yaratmak hususunda Millî Mücadeleye başlarken düşüncesini şöyle ifade ediyor. Biraz uzunca ama istiyorum ki yeni kuşaklar bu belgeleri gayet iyi okusunlar da hazmetsinler. Çünkü Atatürk’ün entellektüel tarafını mutlaka yeni kuşaklara öğretmek mecburiyetindeyiz. Sadece törenlerle yetinmemeliyiz. Atatürk’ün entellektüel bir keşia tarafı vardır ve devamlı olaraktan şunu söyler: “Benim yüzümü görmek demek, ve yahut da her an benim yüzümü görmek istiyorsanız bu şöyle olacaktır. Benim fikirlerimi anlıyorsanız, benim düşüncelerimi hissediyorsanız, benim duygularımın üzerinde duruyorsanız, bu yeter”. Şunu söylemek isterim ki yeni kuşaklara mutlaka Atatürk’ün düşüncelerini belgelere dayanmak suretiyle öğretmek zorundayız. Bu yeni neslin daha muzaffer, daha muvaffak ve daha rahat yaşaması için bu Atatürk’ün düşüncelerini bilmeleri ama belgelere dayanarak bilmeleri, bu belgeler üzerinde düşünmeleri ve bunları bir bilinç haline getirmeleri gerekir. İşte huzurunuzda konuşurken, belgeleri esas yapan bunun sahiciliğidir. Tekrar etmek isterim ki yeni kuşaklar belge isterler, yeni kuşaklar ilim isterler, yeni kuşaklar bilim isterler ve bu ilmin aklın ışığı altında Atatürk’ü öğrenmek isterler. Bunu yapmak zorundayız. Atatürk’ün hocalarımızdan bu en büyük istemidir. Bunu söyledikten sonra izninizle Atatürk’ün henüz Büyük Millet Meclisi yeni kurulmuş, yeni hükümet daha meydana gelmemişken söylediklerine dönmek istiyorum: Bakın ne diyor;
“Efendiler meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada kastedilen yüksek meclisimizi teşkil eden zat, kişiler yalnız Türk değildir, yalnız çerkez, yalnız laz değildir. Fakat hepsinden oluşmuş anasırrı islaâmiyedir, samimî bir mecmuadır” Binaenaleyh bu Heyeti Aliyye’nin temsil ettiği hayatı, şeref ve şanına yakışan şey bizim azmettiğimiz emeller yalnız İslâm unsuruna münhasır değildir. Aynısını İslâmiyete öğreten bir kitleye aittir. O dönemde İstiklâl Savaşı’na başlarken millet fikriyle doğrudan doğruya hemfikir birbirleriyle kaynaşmış haldedir. Kurtuluş Savaşı’nda dövüşenler doğrudan doğruya Atatürk’ün getirmiş olduğu o gerçek olan üslubun üzerinde duruyorlar. Atatürk milliyetçiliğin, yani ulusçuluğun yaşaması için sürekli faaliyet göstermiştir. Ve muhtelif faaliyeti etnik mizacıdır. O ilmî sahada açık olan o faaliyetin önemini gösteren belgelerdir. Velhasıl yabancılar Türkler üzerinde, ağır hükümler koyuyorlardı. Bu Türkler medeni değildir, bu Türkler medeniyet düşmanıdır.
................
........... 3 Temmuz 1932’de başlıyor. Kim riyaset ediyor? Prof. Yusuf Oksal. Bu kongre çok ilginç bir kongredir. Atatürk her gün bu kongreye devam etti. Ama bu kongrenin sonunda Atatürk bize bir çaylı toplantı yaptı. O çaylı toplantıda biz Atatürk ile bir buçuk saat görüştük. Bize göstermiş olduğu nezaket, bağlılık yani unutulmayacak bir gündü. Dedi ki; Muhterem hocalarım istediğini sorabilirsiniz, sorular sorduk. Bu soruların içinde enteresan sorular var. Ama bunlardan bir tanesini size söyleyeceğim. “Efendim” dedi hocalardan bir tanesi, “Din toplumlar için gerekli midir” hayretle bekliyoruz. Atatürk buna ne cevap verecek o zaman lâiklik oldukça yerleşmiş ve gelişiyor. Bunun üzerinde de çalışılıyor. Söylediği şey şu oldu. Aradan altmış sene geçmesine rağmen onun seslerini duyar gibiyim. “Muhterem hocam, din toplumlar için gereklidir. Dinsiz toplum yaşayamaz ve devam edemez. Her toplumun tabii olarak bir inancı vardır. Ama şunu söyleyeceğim, din; Allah ile kul arasındadır. Biz dine saygılıyız, dine hürmetkarız ama bu arada Allah ile kul arasına giren ve bundan siyasi menfaat, ticari menfaaat elde etmek isteyenler vardır. Dini bunlar kirletmek istiyorlar. Biz buna müsaade etmeyiz. Bu itibarla dine saygılıyız ve dine hürmetkarız. Fakat dinin suistimal edilmesine katiyen taraftar değiliz ve buna da müsade etmeyiz.”
Yorum