Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    #31
    Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

    Mehmet DEMİRKOL Milliyet

    Sevilla'ya savunma yapılmaz

    Kura çekildiğinde anlatmaya çalıştıklarımıza artık herkes hakim. Sevilla eğer oyununu oynama şansı bulursa, yani direkt olarak onların silahlarını durdurmaya çalışırsanız istediklerini alırlar. Rakibin korkunç kanat gücünü ekstra santrforlarını durdurmaya çalışırsanız sizi bükerler, kart göstertirler ve üzerler.
    Çıkış yolu (naçizane) şudur. Birçok takımın Fenerbahçe'ye yaptığını Sevilla'ya yapmak lazım.

    Zayıf savunma
    Onların zayıf tarafı savunma göbekleri. Oradan vurmak oyunu oraya sıkıştırmak lazım. Tempo yapmalarını, kişisel ve takım süratlerini kullanmalarını engellemek olmazsa olmaz şart. Alves ve Jesus Navas'ı hücumcu değil, savunmacı kılacak bir oyun gerekli. Capel için de aynı şey geçerli. Ancak asıl önemlisi oyunun kalbini durdurmak. Eğer Keita ve Poulsen ideal orta saha göbeği oynayacaksa, bu adamlara sıkı pres lazım. Bunun için eldeki en iyi oyuncular Maldonado ve Marco. Bu baskıyı ve oynatmama işini en baştan başlatacak oyuncu ise Zico'nun tek santrforlu sistemindeki Kezman ya da Semih. Onlar sadece golcü olarak değil, Lugano kadar savunmacı olacakları bir performans sergilemeli.

    Deivid'in yerine Selçuk
    Deivid ya olduğundan daha agresif bir peformansla sahada olmalı ya da onu yeri Capel'in hatta bir ihtimal Adriano'nun ya da ikisinin birden varlığında Selçuk'a bırakılmalı.
    Sevilla'yı topu kanada indirdiğinde durdurmak olanaksız. Oraya giden bağlantıları kesmek ve kanatlarını savunmaya mahkum etmek lazım. Eğer oraya inerlerse sadece akınlarla değil, kart göstererek de Fenerbahçe'yi zedelerler.
    Ancak bütün bu gerçekler içerisinde en iyi yol, naçizane benim fikrim farklı. Bir ufak sistem değişikliği lazım gibi.
    Sağdan sola Selçuk, Maldonado ve Marco'yu savunma 4'lüsünün önüne koyup Semih ve Kezman'ı beraber sahaya sürerek hem orta sahalarını hem de savunmalarını işlemez kılmak mümkün. Bu 4-3-2-1 gibi bir oyunu işaret ediyor. Kezman tek santrfor, arkalarında Alex ve Semih ve arkada 3'lü sert bir yapı. Semih'in presciliği ve arka 3'lünün sağlamlığıyla, oyunun merkezini ileri taşıyarak topun kanada inmesi engelenebilir.
    Bu seri, biraz kağıt, makas, taş oyununa benziyor. Sevilla'nın en güçlü yönlerini, belki de en güçsüz yönünüzle, hücum presiyle vurabilmek bu seride mümkün.


    Yeni ofsayt kuralı değişmeli

    Yeni ofsayt kuralı büyük anlaşılmazlıklara, ama asıl önemlisi çok büyük adaletsizliklere yol açıyor. İngiltere, Fransa, ya da Almanya... Bu konuda şikayet duyulmayan lig yok gibi. Biz başka işlerle uğraştığımız için Anlı şanlı hakem hocaları bırakın pozisyonları, kuralın genel yorumu üzerinde bile mutabakat varamıyor.
    Zaten var olan uzlaşılması zor detaylardan bahsediliyor hep. Ben bir adım ötesine geçeyim. Aktif alan, aktif adam, topa müdahil oyuncu gibi detayları geçiyorum.
    Hücumda 4 oyuncu ofsaytta olsa, ama topa hamle yapmayıp, arkadan gelen oyuncu topa vursa ofsayt olmuyor. Ancak savunmada topla aktif alanla hiç alakası olmayan kaleye 25 metre uzaktaki savunmacı ofsaytı bozabiliyor. Yerde olsa, sakat olsa bile. Bu adil bir yaklaşım değil.
    Ya topa müdahale etmeye niyet, ya da aktif alan gibi kavramlar savunmacılar için de geçerli olmalı (ki bu durumda, ofsaytı tespit olanaksız olacak) ya da daha normali, eskiye dönülmeli.


    Yönetici dediğin zengin fanatik

    1-Galatasaraylı bir yönetici maçtan önce bir telefon ediyor Rize'nin başkanına. Aman hakeme dikkat edin diyor.
    -Hakeme nasıl dikkat edilir? Şöyle: Tanıdık federasyon, bakanlık, MHK neresiyse birisi bulunur aranır. Sıkıntılar aktarılır. Aranan kişi hakemi arar. "Bak" der "Senin hakkında böyle konuşmalar var. Aman dikkat et!
    2-Normal şartlarda sadece kendi televizyonuna konuşan Fenerbahçeli yönetici, maçtan sonra basın mensuplarının karşısına çıkıyor bu aramayı açıklıyor.
    -Neden? Bak federasyon, bakın hakemler böyle telefonlar ediliyor, sizi baskı altına almaya çalışıyorlar. Düşmanınızı tanıyın.
    3-Galatasaray Asbaşkanı çıkıyor ve diyor ki kamuoyuna "Bize her maçta ne telefonlar geliyor. Açıklasak 3. Dünya savaşı çıkar".
    -Ne demek bu? Fazla uzatmayın! Sizi de biliyoruz. 1 hafta sonra maçımız var. Konuşturmayın beni.
    Bu nedir Allah aşkına? Ortada fol yok, yumurta yokken TFF yönetimi yeni seçilmişken, herkes yeni pozisyonlarını alıyor. Peki neden? Çünkü yöneticilik dediğin fahri bir iş. Tribündeki fanatik eğer zenginse, bir gün yönetici oluyor. Biraz da alkol sosu döktün mü üzerine, bu tablo çıkıyor ortaya. Futbolcu, teknik adam, medya, hakem, federasyon da meze oluyor bu zengin fanatik siyasetine. Herkesin şirazesi kayıyor.
    İşte en başta bu yüzden lazım, kurumsallaşma ve profesyonel yöneticilik.


    Çok mu lazım futbol!

    Facebook'un Türkiye'deki üye sayısı 1 milyon 782 bin. Network'ünü Türkiye olarak seçmeyen, boş bırakan da bir dolu insan var. Yurt dışında yaşayan ve yaşadıkları ülkenin Network'ünü seçen bir dolu Türk var. Yani 3 milyon civarında Türk'ün bu imkandan yararlandığını gösteriyor. Internette online sözlüklere bakmanızı bir tavsiye ederim. En çok aranan kelimlerin tamamı facebook terimleri. Neden? İnsanlar kaybettikleri bağlantıları buradan buluyor yeniden. Burada başka türlü bir yaşam oluştu.
    Ve futbola da sirayet etti tabii bu. Böyle olunca da...
    İsmet Arzuman kendisi hakkında bir grup oluşturulduğu ve bu grupta kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle avukatı aracılığıyla yargıya başvurduğunu açıkladı. İstediği bu siteye erişimin yasaklanması. 100 kişi kendisine küfür ettiği için 3 milyonun hayatını etkilemeyi normal buluyor Arzuman. Bu normal mi? Oyunu yöneten, saha içinde kesin iktidara sahip olan hoşuna gitmeyene şak diye kırmızı kartı gösteren hakem, 100 kişi kendisine hakaret etti diye toptan yasaklamaya gidilmesini istiyor. Şak kırmızı kart! Hem de herkese. Halbuki IP numaraları bulunur. O hakaretleri edenler, eğer suç varsa cezasını çeker. Bu kadar basit. Ama yok, yasak olsun! Toptan!
    İşte bu tip davranışlar bizi yöneten beyinleri anlatıyor bize. Nasıl çalıştığını?
    Bu tip durumlarda şu söylenir genelde bu zihniyet tarafından, bilirsiniz:
    "Kardeşim çok mu lazım facebook? Madem böyle kullanılıyor yasaklansın!"
    Evet hayat nasıl baktığınızla ilintili olarak çok da lazım gelmeyebilir!
    Ancak şu da denebilir tabii "Çok mu lazım futbol! Koca koca adamlar bir topun peşinde koşturuyor. Madem böyle şiddet, küfür var yasaklansın!"
    Bu dendi biliyorsunuz, Taliban tarafından. Arzuman'ın talebiyle, Taliban'ın yaptığının farkı ne?
    Yasakçılık yasakçılıktır! Herşeyin 'ama'sı olur ama bunun olmaz!

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      #32
      Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

      Mustafa DENİZLİ Milliyet

      Başlığa ne desek...

      Konyaspor doğruyu son 20 dakikada bulabildi. Murat, Erman ve Theoue ile oyuna başlasaydı, Galatasaray'ın işi bu kadar kolay olmayabilirdi
      Maçtan önce, bir takım şeylere hakikaten iyi bakmak lazım.
      Medeniyetler buluşmasında Türkiye var.

      Çağ atlamada Türkiye var.
      İleriye yapılan hamlelerde Türkiye var.
      Ama bu çağda 7 bin metrekareyi temizleyemeyen yine bir Türkiye var.
      Buna medeniyet de gerekmez. Bir örtü maçı pazar günü oynatmak için yeterliydi.
      Bu işi bilen bir ekip sahayı temizlemek için yeterli, ama ite kaka bir zemin hazırlanıyor. Futbolcular sakatlık riskiyle başbaşa bırakılıyor. Futbolun güzel tarafı sahalardan kayboluyor ve de ortaya futbolcuların korner dahi atamadığı bir tablo çıkıyor.
      Düşünebiliyor musunuz, futbolcu korner atacak alanı bulamıyor... Türkiye bu sorunu aşamazsa vay halimize...
      Bu şartlarda başlayan oyunda bir tarafı gerçekten kutlamak lazım. Bu Galatasaray her türlü övgüyü hak ediyor. Haftalardır kazanamayan Konyaspor ise "Ben 1 puana dünden razıyım" diye bas bas bağırıyor. Çünkü sahaya sürdüğü kadro kendi işini ne kadar zorlaştırıyorsa, Galatasaray'ın işini o kadar kolaylaştırdı.
      Konya doğruyu son 20 dakikada bulabildi. Halbuki Murat, Erman ve Theoue ile oyuna başlasaydı, Galatasaray'ın işi bu kadar kolay olmayabilirdi. Ama bu değişiklikleri yapıncaya kadar Konya'nın işi de bitmiş olabilirdi. Çünkü Hakan Şükür, Mehmet Topal ve Ayhan inanılmaz goller kaçırdılar.

      Zirveyi hak ediyorlar
      Maçı kaybetmeme düşüncesi, kaybetmeye mahkumdur. Bu apaçık ortadaydı ve Konya da bunu yaşadı. Galatasaray'da belki de sezonun en iyi Ümit Karan'ı vardı. Arda iki tane çok önemli top kaybına rağmen sahanın en akıllısıydı diyebilirim. Mehmet Topal ile Servet zaten çizgilerini hiç bozmuyorlar.
      Birkaç günlük aradan sonra liderlik koltuğunu geri alan Galatasaray'ın gerçekten hırsıyla, isteğiyle hak ederek oturduğu bir koltuk bu. Fakat bütün bu koşullar Galatasaray'ı ligin tepesine taşırken, perşembe için de müthiş zorlukları beraberinde getiriyor. Zaman çok kısıtlı. Maç ve seyahat yorgunluğu belki onlara pahalıya mal olacak. Uğur'un dışında Mehmet Topal da görev yapamazsa Galatasaray'ın işi daha da zorlaşacak.
      Neticede medeniyet dediğimiz hadise Türkiye'deki statların yanından geçmeye başlarsa hem futbolcular boşu boşuna sakatlanmayacak hem futbolseverler daha kaliteli maç izleyecek hem de bunların arkasına kuşkular eklenmeyecek.
      Sonuçta bir taraf hak etti, diğeri kaybetti. Yazımı her iki takım futbolcularının ortak hak ettikleri bir sözle bitireyim: Başlayan ve devam eden herkese helal olsun. Centilmenliğin, oynama, şartları değiştirme isteğinin ön planda olduğu bir maçtı. Bütün bunlar ders olsun. Bu sene de kar yağacak, önümüzdeki senelerde de kar yağmaya devam edecek. Ama inşallah bu rezilliklerin sonu da gelecek.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        #33
        Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

        Rıdvan DİLMEN Milliyet

        Hak ettiler

        Mutlak kazanmak zorunda olan Galatasaray, kazanmasını sağlayacak pozisyonları kötü zemine rağmen buldu
        Galatasaray uzun süredir liderlik koltuğunda oturuyor. Ancak Konyaspor maçı ertelendiği için pazartesi günü oyuncular kalktıklarında bir baktılar ki lider değiller. Bu durum karşılaşmaya konsantre olmalarında ekstra katkı sağladı.
        Konya'daki yetkililer bir gecede iyi çalışmışlar. Sahayı oynanır hale getirmişler. Bu hafta Kayseri, Ankara ve İstanbul'da izlediğimiz maçlara göre kıyaslarsak, kötünün iyisi bir zemin vardı. Leverkusen maçı öncesi tek korkulan olay sakatlıktı. Maalesef Uğur'un dizinden ciddi sakatlanmasıyla o da oldu.

        En iyisi Ümit
        Maça gelince; mutlak kazanmak zorunda olan Galatasaray, kazanmasını sağlayacak pozisyonları da buldu. Oyunun tamamında kötü zemine rağmen 4-5 net gol fırsatı yakaladılar. Sahanın en iyi ismi Ümit Karan ile birini değerlendirdiler. Sahanın en iyi oyuncusu derken attığı golden dolayı değil, çok koşması ve sürekli yer değiştirmesi nedeniyle Ümit'i ön plana aldık. Kenarlara kaydı, kendi hazırladığı pozisyonun devamında da golü yaptı.
        Konya'da Ünal Karaman ve ekibinin kafalarında beraberlik vardı ki, oyunun son bölümünde geriye düştükten sonra sürekli hücum oyuncularını soktular. Erman, Tehoue ve Murat Hacıoğlu gibi. Ama süre yetmedi. Galatasaray savunması ve özellikle stoperleri beraberliğe izin vermediler.
        Galatasaray bir gün geç de olsa liderliği geri alırken, Konya'dan özgüveniyle İstanbul'a dönüyor. Oradan da Leverkusen'e gidecek.



        Devler yenişemez

        Şampiyonlar Ligi ikinci tur ilk maçlarında yıldızlar topluluğu takımların sürpriz sonuçlara imza atabileceğini düşünüyorum. İngiltere'deki iki maçta ilk tercih beraberlikten yana kullanılabilir Şampiyonlar Ligi ikinci tur ilk maçlarında beraberlik ilk tercih olarak kullanılmalı. Ligde liderlik yarışından uzaklaşan Liverpool'un, İtalya temsilcisi Inter'i yenebileceğini düşünmüyorum. Premier Lig'de fırtına gibi esen Chelsea ise Olympiakos karşısında takılabilir. Eksiklerle başı dertte olan Real Madrid, Roma deplasmanından en fazla bir puan çıkarabilir. Bu karşılaşma için de ilk tercihim beraberlik. Hafta içi oynadığı Manchester United maçının yorgunluğunu hissedecek olan Arsenal, Milan'la yenişemez. Fransa Ligi'nin lideri Lyon ise, güçlü Manchester United'tan bir puanı koparır.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          #34
          Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

          Ercan GÜVEN Milliyet

          Topsuz oyun !

          Beşiktaş- Ankaraspor maçını seyrettiniz mi. Müthişti! İlk yarı bitmeden açtım telefonu Bilgin'i (Gökberk) aradım:
          "Farkında mısın ligimizin kalitesi ne kadar yükseldi. Topsuz oyunu öğrendi bizim futbolcular... Hatta topsuz taç bile atıyorlar"!
          Köyün Delisi, her zamanki dobralığı ile yanıt verdi:
          "Yaklaş televizyona...Top var da sen göremiyorsun"
          Haklıydı ya...
          Ekrana kol mesafesi kalınca, hayal meyal fark etmeye başladım topu.
          Zemin kar çimen karışık. Kamuflaj üniforması gibi. Top sarı-lacivert alacalı. Onu da uydurmuşlar kamuflaja.
          Düz beyaz olsa daha iyi; hiç olmazsa çimenlerin üzerinden geçerken saliseler içinde fark edilir. Veya yeşil... Beyazlar üzerinde görürüz hiç yoksa.
          Kim akıl ettiyse kulakları çınlamıştır mutlaka.
          Yahu, koca takımlar bir hafta hazırlanıp maça geliyor. Milyonlarca dolarlık hocalar çalıştırıyor. Seyirciler stada toplanıyor. Milyonlarca dolar para ödüyor. Kameralar, teknikerler, linkler... Ve evlerin salonuna giriyor görüntüler; top yok.
          Tek renk, kırmızı veya lacivert bir topu akıl edemiyor dev endüstrinin yüzlerce adamından biri.
          Sonradan öğrendim, şikayetler üzerine kırımızı top aramışlar ama bulamamışlar. Sponsor firma göndermemiş.
          20 milyon en kabadayı top. Bir kişi yüzlük banknot çıkarsa, oradan bir çocuğu koştursa Beşiktaş Çarşısı'ndan kıpkırmızı beş topu kapar gelir.
          Yine açtım telefonu Bilgin'e...
          "Ben hâlâ seçemiyorum. Senin televizyon HD dediklerinden mi" ?
          Makarayı kaçırmadı tabi:
          "Gözlüğünü yıka, netleşir"!
          Söylemesi kolay. Burası Türkiye... Gözlük temizse, sadece topu görmüyorsunuz; her şey netleşiyor. İyisi mi topsuz seyrettim ben.


          Nazlı Ilıcak'tan futbol

          Hayatımda ilk kez sayın Nazlı Ilıcak ile aynı fikirde olduğumu gördüm ve endişelendim!
          Yeni federasyon için geçen hafta yazdığım "muhtemel tehlikeleri" Sabah gazetesindeki köşesinde tekrar etmiş sayın Ilıcak:
          "Futbolda hayal kırıklıklarının faturası Federasyona çıkarılır. Federasyonun başkanı Başbakan'ın yakın arkadaşıysa, İktidar futbol üzerinden yıpratılır".
          Ha şunu bileydiniz!
          Galatasaray'ın hava muhalefeti ile ertelenen maçı ilk sinyaldir. Hele bir kaybetsin Leverkusen'e, siz o zaman seyredin gümbürtüyü.
          Futbolun farklı dinamikleri vardır.
          Galibiyet, tur, şampiyonluk uğruna babasını tanımayan insanların karar ve tercihlerini derinden etkileyen dinamikler...
          Her insanımız da oy sahibi olduğuna göre... Federasyon-Hasan Doğan-Recep Tayip Erdoğan denklemini kurmakta çok zorlanmayacaklardır.
          Her şeye sahip olmak iyidir de, her şeyden sorumlu olmak zordur.
          Gelelim sayın Ilıcak gibi kıymetli bir yazarın tekrar yazısına:
          Aynı fikirdeyim dedim ama o kadar da değil hani.
          Sayın Ilıcak "derin bir endişe" ile yazmış bunları.
          Ben sadece durum tespiti yapmıştım.


          'Hakeme dikkat edin'

          Kahve sohbetlerinde hiçbir sakınca yaratmayan fikirleri, kulüp yöneticisi kimliği ile futbolun kalbine taşırsanız olacağı budur.
          Galatasaray yöneticisi Tunca Hazinedaroğlu, muhtemelen kahveye gitmez... O zaman aile dostları arasında da söyleyebilir "Rize-Fener maçının hakemine dikkat edin" fikrini.
          Hatta yönetimdeki arkadaşlarını bile uyarabilir.
          "Yakacaklar Rize'yi"!
          Ve muhtemelen "Git işine be Tunca" şeklinde tepkiler alabilir ama olsun; fikir fikirdir. Sayın Hazinedaroğlu da bir yöneticidir ve işi fikir üretmektir.
          Kimi stat yapmak için çok iyi bir fikir bulur, kimi kaynak yaratacak proje... Bazıları da hakemin yakın geçmişindeki istatistikleri masaya serip komplo teorileri üretir.
          Kahve, dost, yönetim sohbetleriyle sınırlı kalırsa, kime ne?
          Peki, Çaykur Rizespor başkanı Kadir Çakır'ı arayıp "Maçın hakemine dikkat edin" demesine ne buyrulur.
          Kadir Çakır'ın bu lafı ciddiye alıp Fenerbahçeli yöneticilere aktarmasına?
          Onların da ciddiye alıp ayaküstü basın toplantısı yapmasına?
          Fransız vodvilleri gibi...
          Ard arda tuhaf raslantılar, saçmalıklar...
          Ancak "oynayanlar" yönetici.
          Hani şu milyonlarca insanı arkasından sürükleyen kulüplerin yöneticileri.
          Ayıp ya...
          Dikkat ettik de ne oldu maçta?
          Boş verin hakemi falan, siz asıl yöneticilere dikkat edin bundan sonra.


          "Aziz" Yıldırım

          Büyük Kulüp'te efsane başkan Ali Şen'in objektifinden çekilen son Fenerbahçe fotoğrafı, "Mutluluğun Resmi"dir büyük bir ihtimalle.
          Fenerbahçe'ye emek veren herkese hak ettiği itibar, saygı ve sevginin asla esirgenmediği bir gece.
          Dev zeplinler kadar egolara sahip, şöhretli, paralı, itibarlı insanların birbirlerine bu kadar iyi davrandığı bir başka Fenerbahçe fotoğrafı gördünüz mü yakın geçmişte?
          Gecenin sahibi Ali Şen elbet...
          Ama kahramanı, bu geceye kadar uzayan geçmiş on senede Fenerbahçe'yi sırtlayan Aziz Yıldırım. Sırtında Fenerbahçe ile "koşan" kimilerine göre "Yıldırım", kimilerine göre "Aziz" gibi bir başkan.
          Saygı duyalım.
          Bu kez eleştiri yok...
          Lütfen alkışlayalım.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            #35
            Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

            Uğur MELEKE Milliyet

            Durumspor'la Kurumspor

            Rizespor 'la ligdeki ilk iki haftasında puanla tanışamayan Erdoğan Arıca, Fenerbahçe maçı sonrası, takımının fiziksel olarak iyi durumda olmadığını, kendinden önceki dönemde iyi çalışılmadığını söylemiş. Oysa puan durumu, Arıca'nın iyi çalışmadığını iddia ettiği Rizespor'un önceki hocası yönetiminde 17 haftada 21 puan topladığını ve o dönem için ligin en iyi dokuzuncu takımı olduğunu söylüyor!.. (Aynı dönemde, yani 4 ve 20'nci haftalar arası Trabzonspor 19 puan kazanmış)... Bir de Rizespor'un Türkiye Kupası'nda 4 Süper Lig takımının olduğu gruptan namağlup lider çeyrek finale çıktığını da eklemek lazım...
            Ama daha dikkat çekici olan, Arıca'nın geçen sezonun devre arasında Gaziantepspor'da göreve geldiğinde aynı değerlendirmeyi selefi Zenga için de yapmış olması... Hatta yine Şubat ortalarında Arıca'nın yaptığı "takım çalışmamış" açıklamalarının ardından Fanatik Gazetesi Walter Zenga'yı bulmuş, İtalyan teknik direktör de bu açıklamaları şaşkınlıkla karşılamış ve halefine hafiften de sitem etmiş...
            Ve hatta, google'da arama kutusuna "Erdoğan, Arıca, takım, iyi, çalışmamış" kelimeleri yan yana yazılıp arandığında, Arıca'nın benzer sözleri Samsunspor'da göreve geldiğinde de ettiğini görüyorsunuz arşivden ...
            Yorumsuz...
            ***
            Cuma günkü Rizespor-Fenerbahçe müsabakası, Zico'nun görevdeki 56'ncı lig maçı... Zico'nun görevde olduğu süre boyunca Rize'de 7 hoca görev yapmış: Kurtar, Susiç, Çalımbay, Aybaba, Coşkun, tekrar Susiç ve Arıca...
            Fenerbahçe 2007-08 sezonuna geçen yılki 6 yabancısını tutarak başlamış (Edu, Lugano, Appiah, Alex, Deivid, Kezman), Rizespor'sa 1 buçuk (Anderson kalmış, sezon sonu gönderilen Victoria sonradan geri çağırılmış)...
            Transfermarkt.de ve "Futbolig 2007-2008 kitapçığı" verilerine göre Rizespor sadece bu sezon içinde tam 28 oyuncu almış, 28 oyuncu da göndermiş! Fenerbahçe'nin ise bu sezon yollarını ayırdığı oyuncu sayısı 6 (Ümit, Serkan, Rüştü, Mehmet, Tuncay ve Tümer), transfer ettikleri ise 8 (Vederson, Carlos, Kazım, Ali Bilgin, İlhan, Yasin, Gökhan ve Maldonado)...
            Dolayısıyla Fenerbahçe, 2006-07 kadrosundan 16 oyuncusu ile yeni sezonda devam ederken, Rizespor'un kadrosunda Mayıs 2007'den kalan sadece 6 futbolcu var (Victoria, Emrah, Serhat, Altan, Anderson ve Zafer Biryol) ...
            Şimdi kulüplerin gelirlerini-giderlerini, seyirci sayılarını, tarihçelerini ve fiziksel durumlarını(!) bir kenara bırakalım. Sadece bu veriler ışığında, bu iki takımdan hangisi kazanabilir sahada? Cuma günü bir sürpriz yaşansa ve Rizespor galip gelse bile, uzun vadede kazanan onlar olabilir mi?
            Acaba bir "durum takımı" mı galip gelir sezon sonunda, bir "kurum takımı" mı? Basit gerçek şu: "Şanslı bir gününüz olabilir ama, şanslı bir kariyeriniz olamaz".


            Lincoln oynar mı?

            Bayer Leverkusen'ı Galatasaray'la eşleştiğinden beri tabii daha dikkatli izliyoruz ve son 5-6 maçlık periyotta en çok dikkatimizi çeken özellikleri, iki farklı dizilişlerinin olması... Birincisi Hamburg (1-1) ve Galatasaray (0-0) maçlarında kullandıkları bir santrforlu ve iki merkez oyunculu (4-2-3-1 diye tabir edilebilecek) düzenleri... Hem Galatasaray hem de Hamburg önünde santrfor Kiessling'di, orta sahanın ortasında da Rolfes, Vidal ve Schwegler'den ikisini kullandılar.
            Diğer dizilişse, Energie Cottbus (2-3) ve Karlsruhe (2-2) önünde denedikleri iki santrforlu ve bir merkez oyunculu düzenekleri... Ön tarafta Kiessling'in yanında Gekas veya Bulykin (ki o dün sakatlanmış), orta sahanın ortasındaysa tek başına Rolfes... Skibbe daha fazla gole ihtiyacı olan maçlarda bu sistemi tercih ediyor, gerçekten de daha fazla skor yapıyorlar ama savunmalarında da daha çok açık veriyorlar.
            Bayer Leverkusen'ın diziliş tercihi, Kalli'nin Lincoln'le ilgili kararını da etkileyebilir. Michael Skibbe, Rolfes ve Vidal'le orta sahayı kurarsa Kalli'nin Hakan-Ümit-Lincoln "geri dönmez" üçlüsüyle oynayacağını sanmıyorum. Çünkü Avrupa'da bu sezon oynanan ilk 6 maçta 11 gol yiyen Galatasaray'la, son 3 müsabakada kalesini kapatan Galatasaray arasındaki en önemli fark bu: "Top rakipteyken izleyici moduna dönen, geri dönmeyen oyuncu sayısı" ...


            Kırmızı top meselesi

            Beşiktaş-Ankaraspor maçında beyaz zemin, beyaz formalı bir takım ve sarı top kombinasyonunun televizyonda pek iyi durmadığı fark edilince, müsabaka sonrası kırmızı top tartışmaları gündemimize oturdu. Süper Lig'in resmi top anlaşması Nike ile olduğu için, bu firmanın da topları sarı olduğu için İnönü'de bir alternatif üretilememiş. Belki de statta topla ilgili bir problem gözükmediğinden (yani statta herkes topu rahatlıkla görebildiğinden) diğer seçenekleri düşünme gereği de duyulmamış olabilir.
            Pazar günü Ankaragücü-Trabzonspor maçında gerekli izin alınarak kırmızı renkli başka bir marka top kullanıldı, pazartesiyse Konya'da top yine sarıydı.
            Öncelikle Beşiktaş-Ankaraspor maçının bu sezon top probleminin yaşandığı ilk müsabaka olmadığını belirtmek gerek, çok benzer bir durum Türkiye Kupası'ndaki Gençlerbirliği Oftaş-Galatasaray karşılaşmasında da vardı.
            İkincisi de , Turkcell Süper Lig'in kurumsal davranış gösterip tek tip top kullanması kötü bir şey değil, ama sponsor firmadan da bu hava koşullarını düşünerek kırmızı top talep etmek gerekirmiş.. Onur Meçi hatırlatmış, NBA'de ve daha birçok spor organizasyonunda da bütün maçlar aynı marka topla oynanıyor. Şampiyonlar Ligi'nde, Bundesliga'da ve La Liga'da lig amblemi formaların kollarında taşınıyor. İngiltere Premier Ligi'nde ortak isim ve numara fontu kullanılıyor.
            Fransa Kupası'ndaysa daha da ileri gidilmiş, bütün takımlar kupanın anlaşmalı olduğu formayı giyiyorlar... Ligde Nike ile anlaşması olan ve bu markayla özdeşleşmiş PSG dahil, kupada bütün takımların forması Adidas...
            Tabii bütün mesele dönüp dolaşıp ligin kurumsal kimliğinin zayıflığına dayanıyor. Önüne gelenin hakemlerle ilgili şaibe iddialarında bulunup ülke futboluna güveni azalttığı, ligin toplam değerini düşürdüğü bir ülkede, kırmızı top tartışması fazla detaycı oluyor aslında...

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              #36
              Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

              Halil ÖZER Milliyet

              Buz ve yürek

              Galatasaray yüksek tempoda oynamadı. Buzlu zeminde nasıl oynaması gerekiyorsa öyle oynadı
              Galatasaray'da herhalde Uğur'un sakatlığının verdiği üzüntü üç puanın önüne geçti. Böyle bir sahada futbol oynanırsa, olacağı budur. Belki de Avrupa Şampiyonası'na gitmeyi beklerken, neredeyse sezonu kapattı. Ve Uğur, Galatasaray'ın son sistem futbolunda en önemli anahtarlardan biriydi. Yani yazık oldu Uğur'a.
              Bu sahada golü atan maçı alırdı. Öyle de oldu. Zaten forvet kalitesine baktığınız zaman bir yanda Hakan Şükür ve Ümit Karan bir yanda Sabin ile Veysel. Yani kalite ortadaydı. Hakan kaçırdı sonra Ümit attı. Bu golün öncesi, maçın en organize anıydı. Serkan ile başlayan atak Arda ve Hakan ile devam edip, Barış ve Ümit ile sona erdi. Belki biraz Batista yardım etti, ama bu pozisyonun hakkı goldü.

              Konya hatalıydı
              Galatasaray son haftalardaki gibi yüksek tempoda oynamadı. Buzlu zeminde nasıl oynaması gerekiyorsa öyle oynadı. Top tutmadı, kontrollü oynadı, ayağa pas yaptı ve hiç riske girmedi. Yani hatadan kaçındı Galatasaray. Konyaspor bu kadar dikkatli değildi. Nitekim golde de Batista'nın asistle sonuçlanan hatası bu gerçeği ortaya koydu. Kısacası hatayı Konyaspor yaptı ve maçı kaybetti.
              Galatasaray'da Mehmet Topal dizindeki ağrılara rağmen yine çok iyiydi. Ama sahanın yıldızı Ümit Karan'dı. Attığı goldeki ustalık ve 90+3'te kendini feda edercesine topun önüne yatması onu maçın yıldızı yaptı.
              Sonuçta Galatasaray, macera içinde çıktığı Konya'daki bu sahada ligdeki en önemli puanlarını aldı. Hem de hakkıyla. Ama şu var ki, federasyon günümüz teknolojisinde bu tip havaları önceden tespit edip, önlemini ona göre alabilir. Yoksa bunun acısını sıcakta olduğu gibi yine futbolcular çeker.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                #37
                Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                Metin TOKAT Milliyet

                Karlı havalarda kırmızı top!

                Ç.RİZESPOR-FENERBAHÇE (Z.Önder İPEK)
                Uzun bir süredir süper ligde görev almamasına rağmen haftanın en kritik müsabakasına sakin ve kendinden emin bir şekilde başladı. Faullerde çok dikkatli, pozisyonlara yakındı. Rizespor'un attığı ilk gol öncesi Volkan'dan seken topun Altan'ın koluna çarpması sonucu önüne düşmesine verdiği devam kararı yerindeydi. Kol açık değil, vücuda yapışıktı. Fenerbahçe'nin attığı 3.gol öncesi Gökhan topu ortaladığında ceza alanı içinde duran bir top vardı. Oyunun akışını kesmeyerek devam ettirmesi doğruydu. Topun hareket halinde olmaması, oyuncuların dikkatini çekmemesi ve aksiyonun içinde olmaması devam ettirmesi için gerekli sebeplerdi. Tartışılacak tek kararı Lugano'ya gösterdiği sarı kart öncesi, ofsayt için oyunun durduğu anda Kürşat'ın, Kezman'a yaptığı hareketi değerlendirmemesiydi. Oyunun hızlı başlamasına müsaade etmesi iyi bir hakemlik örneği gibi görünse de, tansiyonun artmaması için maçın kontrolünü hiç elinden bırakmamalı. Gollerin arka arkaya gelmesi ile rahatlayan maçta başarılıydı.

                KONYASPOR-GALATASARAY (Barış ŞİMŞEK)
                Buzlu saha zemininde iki takım futbolcularının da sakatlanmama korkusuyla dikkatli oldukları mücadelenin genelinde soğukkanlı görüntüsüyle pozisyonlara yakındı. Bu saha şartlarında ikili mücadelelere müsade ederek avantaj oynatmamalı. Faul ve kart uygulamalarında standardı sağlayamadı. Barış'ın topu bilerek elle oynaması ile, Ümit Karan'ın Ömer'e arkadan kayarak yaptığı faule sarı kart göstermeliydi. Uzatmanın son dakikası biterken Konyaspor lehine atılacak olan köşe vuruşuna izin vermeliydi. Galatasaray lehine olsaydı atışı kullandırmadan maçı bitirebilir miydi?

                G.OFTAŞSPOR-SİVASSPOR (Halis ÖZKAHYA)
                Mücadeleci iki takım arasında oynanan müsabakada çok koşarak pozisyonlara yakındı. Verdiği objektif kararlarla tartışmalardan uzak kaldı.

                BURSASPOR-İ.B.BELEDİYESPOR (Kamil ABİTOÐLU)
                İlk yarısı yeşil çimler üzerinde gollü, ikinci devresi ise kar yağışı altında oyuncuların saha şartları ile mücadelesi halinde geçen müsabakada, tecrübesi, pozisyonlara yakınlığı ile verdiği kararların isabet oranının yüksekliği ile başarılıydı.

                BEŞİKTAŞ-ANKARASPOR (Yunus YILDIRIM)
                Olumsuz saha ve hava koşullarında oynanan müsabakadaki top seçimi tecrübesine yakışmadı. Oynayanlara olduğu kadar, tribünde oturan ve TV'lerde seyredenler açısından topu takip etmek çok zordu. 4. hakemi de, sabah yapılan eş güdüm toplantısı sırasında hava şartlarını göz önünde bulundurarak kırmızı renkli top isteğinde bulunmalıydı. Yürümenin bile zor olduğu bir ortamda mücadele etmek zorunda kalan futbolcular ile kuralları uygulamaya çalışan hakemleri eleştirmek değil, sadece kutlamak lazım.

                ANKARAGÜCÜ-TRABZONSPOR (Cüneyt ÇAKIR)
                Bir gün önceki müsabakaların aksine beyaz zeminde oynanan maç için kırmızı top seçimi doğruydu. İkili mücadelelere müsaade ederken faul ve kart yorumlarında hatalar yaptı. Ayman-İ.Ege yan yana top için mücadele ederken çaldığı faule tamam ama sarı kart gereksizdi. Ceza alanı içinde, İ.Ege-H.Üçüncü arasındaki mücadeleye verdiği devam kararı doğruydu. Trabzon ceza alanı içinde, Hüseyin'in, Jaba'nın kafasına doğru kalkan ayağına tehlikeli hareketten endirekt serbest vuruş kararı vermeliydi.
                Gökhan'ın ortasında Erdinç'in eline çarpan topa devam kararı yerindeydi. Tolga'nın, ceza alanı içinde Bebbe'ye yaptığı kontrolsüz hareketin karşılığı penaltı ve 2.sarıdan kırmızı kart olmalıydı.

                KAYSERİ-G.ANTEPSPOR (Selçuk DERELİ)
                Saha şartları bilhassa ilk yarı oynamaya müsait değildi. Müsabakayı kırmızı toplarla oynatmalıydı. B.Bölükbaşı'nın ceza alanı içinde Toledo tarafından iteklenerek düşürülmesini değerlendiremedi. G.Antepspor'un attığı gol öncesi tehlikeli hareket verilebilirdi.

                V.MANİSASPOR-G.BİRLİÐİ (Fırat AYDINUS)
                Otoritesi ve güvenirliliği ile zorlu maçın genelinde başarılı görünse de V.Manisaspor'un kullandığı serbest vuruşta ceza alanı içindeki barajda yükselen oyuncunun kolundan dönen topa penaltı kararı vermeliydi.

                KASIMPAŞA-DENİZLİSPOR (Gökhan GÜNEŞER)
                Aşırı rüzgârda oynanan müsabakada çok koşarak, pozisyonlara yakındı. Verdiği objektif kararlarla başarılıydı.


                Olumlu başlangıç

                Uzun bir aradan sonra kongreye katılan delegelerin büyük çoğunluğunun desteğini alan Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu daha görev dağılımı bile yapmadan gelen ihbar telefonuna şaşırdı kaldı! Telefondaki şahıs (!), Ç.Rizespor -Fenerbahçe maçını yönetecek olan hakem Zafer Önder İpek'in 14. haftadan beri görev almadığı, bu kritik müsabakaya verilmesinin manidar olduğunu söyleyerek, ev sahibi kulübün dikkatini çekiyor. Neyse ki! Müsabakada hakem kararlarının tartışılacağı herhangi bir pozisyon olmadı. Ama olabilirdi de! Fenerbahçe'li yöneticilerin bu konuyu gündeme getirmeleri ve yeni kurulan Federasyon Yönetimi'nin hemen soruşturma açması, futbolumuzun geleceği açısından olumlu işaretler olarak kabul edilebilir. Ligin sonu yaklaştıkça, bu tür senaryoları üreterek nemalananların gözü korkmuştur. Artık hiçbir olumsuzluk askıda kalmamalı. Her şey kamuoyuna açıklanmalı ki, futbolu kaosa sürükleyebilecek dedikodular prim yapmasın. Merkez Hakem Kurulları da görevlendirmeleri yaparken dikkatli davranmalı. Ortada bir neden yokken, 6 veya 8 hafta görev verilmeyen hakemlere haftanın en kritik müsabakalarını vererek yıpratmamalı. Aynı durumu Fenerbahçe-Beşiktaş maçı öncesi İsmet Arzuman'ın atanmasında da yaşadık!

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  #38
                  Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                  Nilay YILMAZ Milliyet

                  Kadınlarla derdiniz ne ?

                  Dünyanın en önemli edebi eserleri aşk üzerinedir. Bir erkeğin kadına, kadının erkeğe duyduğu aşkı anlatır romanlar. Çünkü aşkın içinde acı vardır, fedakarlık vardır ve acıdan duyulan mutluluk vardır. Ve aşkın tümü bir kafa karışıklığını anlatır. Aşkın kafa karışıklığını Marcel Proust'tan iyi kim anlatabilir ki...
                  Erkekler kadınları, kadınlar da erkekleri sever. Hele erkekler, karılarını, sevgililerini ne kadar çok sever. Onlara ulaşmak için kimi zaman nelere katlanır. Onlar için icabında ölümü göze alır.
                  Bir taraftan da nefret vardır bu ilişkinin içinde. Erkekler kadınlardan, kadınlar erkeklerden nefret de eder. Erkekler nefretin ötesinde iğrenir de kadından.
                  Baksanıza kadına benzetilmekten ne kadar korkuyorlar ve karşılarındakini kadına benzetmekle nasıl da mutlu oluyorlar. Nasıl da galibiyet coşkusu yayılıyor yüzlerine.
                  Kadına benzetilmekten ne kadar ürküyor erkekler... Birbirlerini kadına benzeterek "can evlerinden" vuruyorlar. Birileri onları kadına benzettiği zaman kavga edip hatta cinayet bile işleyebiliyorlar. Derin bir nefret olmasa böyle olur muydu?
                  Belki daha büyük meseleler var bunun altında. Ama futbolun kalem oynatanları değil ya bu duruma kafa yoracak olan. Hele ki erkek etiketi bariz bir oyunun içinde kadınlıkla itham etmek ve aşağılamak onlara kim bilir ne kadar çok yazı konusu çıkarıyor...

                  Böyle vadiye böyle racon
                  Örneğin, Osman Tamburacı 14.02.2008 tarihli "Bay Arena bayan olur mu?" başlıklı yazısında "O zaman haftaya Bay Arena neden Bayan Arena olmasın! Neden bu gençler Lever'i delik deşik etmesin. Bence Galatasaray tura rakibi kadar yakın" diyor.
                  Beşiktaşlı futbolcuları eleştiren Beşiktaş Asbaşkanı sıfatlı Levent Erdoğan, ''Bayan takımı gibi futbol oynanıyor. Çaba ve mücadele yok. Herkes antrenman maçında oynar gibi sahaya çıkıyor. Sanki kilo vermeye gelmişler'' diyor.
                  Beşiktaş Yönetimi "Ne olduğu ya da olmadığı kamuoyu tarafından yıllardır çok iyi bilinen 'pembe kazaklı' Hıncal Uluç'un, temsil ettiği ahlak anlayışının pisliği içinde er ya da geç boğulacağına inanıyor ve bu zat'a cevap dahi vermenin lüzumsuz olduğunu düşünüyoruz. Hakkında gerekli yasal işlemleri başlatacağımız Hıncal Uluç, hesabını Yüce Türk Adaleti'ne verecektir" diyor. Hem de kamuoyuna saygılarıyla duyurarak...
                  "Errrkek" bir yönetimin kendi homo-fobik dünyasında canlandırdığı kurmaca bir delikanlılık masalını, taraftara şirin gözükmek için ucuz, hem de en pespayesinden ucuz bir popülizmle denkleştirip aslında kaybetmek, daha da kaybetmek değil mi bu?
                  Hal böyleyken, yönetmekten aciz olanlar beğenmedikleri birkaç yazarın nahoş açıklamalarından sonra, işler biraz da çatallanmışsa "belden aşağı vurmaktan" hiç çekinmiyorlarsa erdemli, doğru ve insani kazanımlardan zerrece nasiplenmedikleri ortadadır.

                  Erkek gibi davranmak!!!
                  Bu kadar fütursuzca yüceltilmiş bir erkeklik ve bununla irtibatlandırılan kahramanlık, yiğitlik söylemi ve dolayısıyla bütün negatif anlamlandırmaların odağına yerleştirilmiş erkek olmayan, öteki sayılan, dışlanmış, kötü, pis, hain vb. lanetlenmiş sıfatlara teşne bir kadınlık-kadınsılık aşağılaması...
                  Ne diyeyim ki ben? Gülerken karı gibi gülünür, ağlarken karı gibi ağlanır, karı gibi dedikodu yapılır...
                  Ve nedense bu gibilerin içinde hep erkeklerin birbirlerini suçlamaları vardır...
                  Ve nedense toplumun bütün köşe başlarını tutan erkekler, birbirlerinin hatalarını kadınlıkla aşağılar...
                  Ve tüm bunlar olurken ikiyüzlülüğün muhteşem bir örneği sergilenir. "Kadınlar da maçlara gelsin, küfür azalsın" lafları, hatta daha da ötesine geçilerek, "şiddetle, kör fanatizmle mücadele edelim" yapay kampanyaları örgütlenir. Ve başrole kadın çıkarılır.
                  Yerseniz!
                  Amerikan filmlerinin değme replikleri hep "bir erkek gibi" diye başlar. "Bir erkek gibi" savaş, oyna, kazan, diren, başar...
                  Bir "erkek gibi" terbiyeli, ahlaklı olmak literatürünüze ne zaman girecek?
                  Bir "erkek gibi" düzgün insan olmaya dair fikirlerinizi ne zaman öğreneceğiz?
                  Madem "Futbol erkek oyunu", madem erkeklik bu kadar önemli bir insaniyet faktörü o zaman oyunu erkekçe(!) oynayın. Erkekçe derken, gizli gizli köşelerde okuduğunuz dergiden bahsetmiyorum.
                  Erkek erkeğe yönetiyor, erkek erkeğe oynuyor, erkek erkeğe yazıyor, erkek erkeğe konuşuyorsunuz... Öyleyse cinsel kimliklerle parsellenmiş düşünce dünyanızla kadınlarla uğraşmayı bırakın!
                  Gölge etmeyin başka ihsan istemez!
                  Levent Erdoğan'a not: Almanya'da 860 bin kadın futbolcu var. Amerika'da ise 2 milyon... 4,5 milyon nüfusa sahip Norveç'te 86 bin kadın futbolcu var ve izlenirlik oranı açısından kadın futbolu 1. sırada yer alırken, erkek futbolu ise 3. sırada.


                  Türkiye'de problem herkesin futbolu bilmesi. O bilenler biraz geri çekilse herkes futboldan zevk alacak.
                  Tugay Kerimoğlu


                  Haberiniz var mı?

                  İngiltere'de 1894'te kurulan Dick Kerr'in Leydileri adlı kadın futbol takımı, 1917 yılında 1.Dünya Savaşı'nın ortalarında Everton'un sahasında, askeri bir hastanenin yapımı için gerekli paranın toplanması amacıyla maç yaptı. Bu maçı izlemeye tam 50 bin kişi geldi. O zamanların Futbol Federasyonu'nun kadınların top oynamalarını engellemek için elinden geleni ardına koymamasına şaşmamak lazım, çünkü savaş öncesi Everton takımının kendisi bile ortalama 18 bin 500 kişi toplayabiliyordu.



                  Çok haklısın!
                  Eğer bir zihniyet böylesine basit bir kırmızı top tercihini düşünemiyorsa hakemlik yok demektir. İşte ben bunun için Türk hakemliği Afrika seviyesindedir diyorum. Haksız mıyım?
                  (Ahmet Çakar - Sabah)


                  Allah kabul etsin!
                  MESAJ: Türk futbolunda Haluk Ulusoy devri bitti. Bu konuda neredeyse tek kişilik muhalefet yapan bu satırların yazarı, 100 koyun kesme yerine mahallede helva dağıttı. Bu da benim protestom.
                  (Kazım Kanat - Sabah)


                  Tabir-i Caizse seri no:14
                  Terim sıkça yaptığı gibi; 'Ben yaptım oldu' mantığı ile, gereksiz riskler yüklenmemelidir. Ahtapot gibi, acıktığında kendi kollarını yemesin..
                  (Ali Sami Alkış - Star)


                  Ney yapmanız lazım?
                  Bir kadro kurup, o kadroyu şey yapmamız lazım.
                  (Ömer Üründül, Türkiye-İsveç maçı, ATV)


                  Çok şey istiyorsun!
                  Geçen Salı akşamı TVNET'teki programımızda aynen şunları söylemiştim: "Gökhan Zan ve Serdar Kurtuluş takıma dönüp iyi oynar, İbrahim Toraman ve İbrahim Üzülmez kendilerini toparlar ve yeni stoper çok iyi çıkarsa Beşiktaş yarışı sonuna dek götürür. Yoksa işi zor" demiştim. Buna şimdi, "Holosko santrfor olarak oynar ve üstün performans sergilerse" şartını da ekliyorum.
                  (Sanlı Sarıalioğlu - Yeni Şafak)


                  Di mi, di mi?
                  Ben İsmet Arzuman'ın mahalle maçları yönettiği günden bu yana, bir maçın sonucunda tartışılmadığını ve ortalığı toza dumana bulamadığını görmedim.
                  (Aziz Üstel - Futbolmania, CNNTürk)


                  Hangileri Abi?
                  Nedense Türkiye'de yabancı futbolcu hayranlığı var. Hayran olunacak futbolculara tamam da, Afrika'dan öylesine gelenlere dün karşıydım, bugün karşıyım, yarın da karşı olacağım. Galatasaray'ın yabancı oyuncuları var. Bunların üç tanesi önemli.
                  (Turgay Şeren - Akşam)


                  Tabi tabi!
                  Haluk Ulusoy'un bugüne kadar duruşunu bozduğunu gördünüz mü? Aksa ak, karaysa kara dedi; gri demedi asla. Orası burası oynamadı. Üç kuruşluk menfaat için eğilip, bükülmedi. Doğruya doğru... Yanlış yaptığında "kusura bakmayın" diyebildi. "Ben" demedi başarılarda, "Biz" dedi.
                  (Bahri Havadır - Akşam)


                  Merak etme!
                  Yazıyı böyle bitiriyorum. İnşallah bu yazdıklarımdan sonra bir hadise yaparak beni yanıltmazlar, böylesine bir 90 dakikaya gölge düşürmezler...
                  (Mustafa Denizli - Milliyet)

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    #39
                    Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                    Feryal PERE Radikal

                    Fener nasıl kazanır ?

                    Birileri bizi kandırmayı sürdürüyor, üstelik her seferinde inandırmayı başarıyor: Fenerbahçe tarihinin en önemli maçı! Uzun uzadıya düşünmeden, hemen dört-beş maç sayabilirim, bu başlık altında toplanan!!! Belki heyecanı diri tutmak için ama, kalp de dayanmıyor yani, sayısız 'en önemli' vurgusuna. Yarın olsun yarın olsun/diye renkler soluyor / neye baksam ne işitsem Sevilla oluyor madem, Zico'ya önerilen gazete sütunları sayısı kadar dizilişe bir katkıda bulunmazsam ayıp olur. Öncelikle Roberto Carlos'u çağırsın Zico yanına, desin ki sağ ayak sol ayak fark etmez, ister kelinle, ister diz kapağınla, ister uzaktan Barthez
                    günleri gibi, ister kalenin önüne ekerler darı bölgesinden, çocukları nasıl sevindireceğini düşün de at, 20 Şubat akşamı kardelenleri
                    açtır, balet-raket zerafetin, roket hızınla.
                    Selçuk, sen İstanbulspor'dayken hiç mi hayal kurmamışsındır, çıbıklıyı giysem de bir İspanyol takımıyla oynarken döktürsem diye, hayallerini hatırla. Edu / Lugano, siz Siirt'in Eruh'unu bilmezsiniz ama oralar sizi bilir, Bordo maçını radyodan dinlerken heyecandan kafalarını soba borularına çarpan çocuklar, şimdi baba oldular, onlar için; Volkan Demirel, sen de onların çocuklarının benzer hikayeleri olsun, içinde senin inanılmaz diyecekleri kurtarışların olsun diye oyna, gerisini düşünme. Uğur Boral, bir saniye bile nihavent makamında rehavete kapılmazsan, seni Dışişleri Bakanlığı'na Basın Sözcüsü yapacaklarmış, tane tane cümlelerine benzesin oyunun.
                    Marco Aurelio, hem Rio'daki heykel, hem Nemrut dağındakiler seni heyecanla izliyor olacaklar, unutma. Gökhan Gönül, 'Gol' filmini izledin mi? Senin hikayene benzetelim bugünlük. Bu benim 'oğlum' diyen, senin baban olsun, 'Bu bizim babamız' da Deniz Barış'ın yavrularının cümlesi. Sarı kafa Serdar, nöbetçiler Ali Bilgin, Wederson, İlhan Parlak, Colin Kazım, Yasin Çakmak, bizim Cruzeiro'da fırsatlar tükenmez, unutmayın.
                    Annen baban ablan, Allende için gözyaşı dökmüş, sana da o hüzün geçmiş gibi Maldonado (Tello da öyle bakıyor), hep beraber gülsek buralarda fena mı olur? Mateja Batman hazretleri, Kejo, yengeç ya da çayda çıra fark etmez ama maşallah su sızmıyor aranızdan Alexander the Great ile, biraz dans çalışmalısınız, hocanız Deivid olsun. En azından bir Semih hevesi, motivasyonu görsün gözler. Topun beş duyusu var, hatta Serhat Akın şahidimizdir, öpülmeyi de sever ara sıra, siz de seviniz!
                    Önder Özen'in berrak gözleriyle aldığı notlar, Zico'nun bilgeliğiyle buluşsun. Sevilla'nın kanatları, Kanarya kanadına hayran kalsın.
                    Hep beraber bir hayal kuralım, yarın akşam sahi olsun. Çok zor, ama 'zor'la baş etme hikayeleri daha güzeldir.
                    Sıkmadım Fenerbahçe seni, umarım.
                    Bana çok fark etmez. Perşembe sabahı 'tarihin en önemli maçı' Bursa'ya
                    çevirebilirim hazırlıklarımı!!!
                    Yani, kendim için bir şey istiyorsam...
                    Uzaklarda Pierre bakıyor olacak ekrana, yutkunarak.Tuncay da haliyle.
                    Ama en önemlisi, yılları durduracak/ güneşi doğduracak/ dünyamı dolduracak/bir sonuç istiyorum diyecek biri Büyükada'dan.
                    Lefter seyrediyor olacak, yorgun kalbini hızla çarptırarak.
                    Onu hatırda tutun, yeter.
                    Bu hayal de bu sütuna yeter.
                    Bol şans Fenerbahçe.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      #40
                      Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                      Efkan BUCAK Radikal

                      Gurbet kulüpleri

                      İstanbul, taşı-toprağı altın diyerekten gelen yüz binler, hatta milyonlarla dolu. Daha iyi şartlar için İstanbul'a gelen vatandaşlarımız, hemşerilik kurumunu yaşatmak için çeşitli dernekler kuruyorlar. Bu derneklerin içinde elbette ki spor, daha da çok futbol kulüpleri var.
                      Özellikle en çok göç alan il olan İstanbul'da diasporanın kurduğu kulüp sayısı oldukça fazla. Süper Amatör Küme'de İstanbul Sinopspor, Batı Trakya, Zara Ekinli (Sivas'a bağlı bir köy), Kastamonu Kentyıldızspor, Birinci Amatör Küme'de İst. Artvinspor, İst. Bayburtspor, İst. Gümüşhanespor, Bayrampaşa Sinopspor, 2. Amatör Küme'de İst. Bafraspor, İst. Kemahspor, Bakırköy Zara, Kosova Güç gibi.
                      Takımlara bakıldığında, futbola düşkün olan Karadenizlilerin kurdukları kulüp sayısının diğer bölgelere göre daha fazla olduğu görülüyor. İstanbul'un dışında Ankara'da Demetevler Karadenizgücü veya Bursa'da Kafkasspor da ilk akla gelenler.
                      Çoğunlukla kulüp yöneticileri de kulübün ait olduğu diasporadan. Gelecek sezon Süper Amatör Küme'de oynayacak olan İstanbul Bayburtspor'da olduğu gibi. Başkan Selami Hacı Arifoğlu'nun verdiği bilgiye göre yönetimde bir Maraşlı var, diğer herkes Bayburtlu ama katı kuralları yok, elini taşın altına sokan herkes yönetime girebiliyor. Bayburtlu işadamlarının desteği kulübün başarısındaki kilit noktalardan. İç saha maçlarına yaklaşık 3 bin Bayburtlu geliyor. Kulüp Kâğıthane Sanayi Mahallesi'nde ancak başkan Arifoğlu, kendilerine tesis verilecek bir bölgeye geçebileceklerinin altını çiziyor.
                      İlginç örneklere de rastlıyoruz. Örneğin Bayrampaşa Sinopspor'un başkanı Sabri Ersoy aslen Trakyalı. Ancak amatör futbola tutkusu ve babasının vasiyeti nedeniyle, bir dönem sahipsiz kalan Sinopspor'a sahip çıkmış. Yönetimde hiç Sinoplu olmadığı gibi Sinoplulardan destek de gelmiyor. Buna karşın Ersoy, Sinopspor ismini atmayacağının altını çiziyor. Küçükçekmece'deki İstanbul Sinopspor ise destek açısından daha şanslı.
                      Bu tür takımlar, ait olduğu topluluğun çoğunlukta olduğu bölgelerde kurulu. Misal Kastamonu Kentyıldız Kastamonuluların çok olduğu Esenler, Kosova Güçspor da o bölgeden gelenlerin yaşadığı Küçükçekmece'de. Futbolcu seçimindeyse hemşericilik yapılmıyor çünkü böyle bir şey teknik anlamda imkânsıza yakın. Her ne kadar kulüp isimleri hemşericilik koksa da kimsenin bir Athletic Bilbao olmaya niyeti yok!

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        #41
                        Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                        Ahmet ÇAKIR Zaman

                        Her türlü zorluğun üstesinden gelebilmek...


                        Öncelikle bu maç oynanmalı mıydı?

                        Başka bir ülkede olsa "Kesinlikle oynanmamalıydı" karşılığını verebilirsiniz. Çünkü Konya'da 82 yılın en büyük kar yağışı söz konusu ve bırakın maçı oynamayı Galatasaray'ın İstanbul'a nasıl dönebileceği belirsiz.
                        Tabii Leverkusen maçının önemini de unutmamak gerekiyor... Ama bizde bu konularda durum değişik. Kişilerin ve kurumların birbirlerine en küçük güveni kalmadığından, bu karşılaşmanın ileri bir tarihe ertelenmesi mutlaka birtakım kapışmalara yol açardı. Yeni federasyon daha ilk adımda böyle bir sorunla uğraşmak zorunda kalmamak için başvurulara kulak asmadı. Ayrıca, öteki bazı maçların da benzer koşullarda oynatıldığını kabul etmek gerekir. Fikstür sıkışıklığı da federasyon için bir başka haklı neden olarak görülebilir.

                        Maç nasıldı?

                        Nasıl olabilecekse öyleydi. İki taraf oyuncuları da top oynamaktan çok ayakta durabilmek için çaba göstermek zorunda kaldı. Korkulan sakatlıklar ise çok çabuk ortaya çıktı. Daha ısınırken Mehmet Topal, 20. dakika dolmadan da Uğur Uçar sakatlandı. Bu oyuncunun dışarıda kalması hem Cim Bom'un oyun düzeninin değişmesine yol açtı hem de Leverkusen maçı için sıkıntı oldu... Konyaspor, ikinci yarıdaki 4 maçını da yitirmiş olmanın sıkıntısı içindeydi. Bu da kaçınılmaz bir sertliğe yol açtı. Hakem Barış Şimşek, buna hoşgörülü davrandı. Yeşil-Beyazlı takım, sürekli topu ileri atıp zemine biraz daha alışkın olmanın avantajını yaşamak istedi. Ünal Karaman, gol umudunu Ceyhun'un uzaktan yapacağı vuruşlara başlamış gibiydi.

                        Karşılaşmanın kader adamı ya da adamları kimlerdi?

                        3 puanı getiren golü Ümit Karan attı ama hem olumlu hem de olumsuz anlamda maçın kader adamı Hakan Şükür'dü. Böyle bir zeminde ilk 45 dakikada bulduğu üç mutlak gollük pozisyon çok önemliydi. Ancak o, bunların ilkinde yine ne yapması gerektiğine karar veremedi, ikincide kafa vuruşu direkten döndü, üçüncüde çok daha uygun durumdaki kafa vuruşunda inanılmaz biçimde üstten dışarı attı. Bunun dışında rakip savunmanın onu durdurabilmek için yaptıklarına hakem biraz seyirci kaldı. Ümit Karan'ın attığı golün dışındaki hırsı ve çalışkanlığı da görmezden gelinebilecek gibi değildi. Açıkçası, son saniyelerde önlediği bir gol tehlikesiyle de maçın asıl kader adamı o oldu. Ümit Karan, takımına altın değerinde 3 puanı getirirken belki de olası bir şampiyonluğun kapısını açtı.

                        Öteki oyuncular nasıldı?

                        Böylesine zor koşullarda olumsuz anlamda şu şöyleydi bu böyleydi diyebilmek haksızlık olur. Hepsi ellerinden geleni yapmaya çalıştı. Savunmada Servet'in güvenli oyunu, sağ kanatta Barış'la Serkan'ın herhangi bir arızaya meydan vermeyişi, orta alanda da Mehmet Topal'la Ayhan Akman'ın çabaları önemliydi. Arda'nın beklendiği kadar etkili olamayışının nedeni açıktı. Kaleci Orkun, Emre Güngör ve Volkan Yaman tedirgindi.

                        Teknik adamların oyuncu değişiklikleri nasıldı?

                        Feldkamp, oyuncu değiştirmeyi pek sevmeyen bir teknik adam, yine son dakikalara kadar bekledi. Oysa gol sonrasında takımda arızalar başlamıştı.

                        Ünal Karaman ise hamle üzerine hamle yaptı. Kasımpaşa'dan aldıkları Thoue baştan oynayabilirdi gibi göründü.

                        Bu maçın Leverkusen karşılaşmasına nasıl bir yansıması olabilir?

                        Sarı-Kırmızılı takım zorlukların üstesinden gelebilen bir takım olduğunu hem kendisi gördü hem başkalarına gösterdi. Böylesine zorlu bir karşılaşmaya, ligde kazanıp liderliğini koruyarak gidebilmek önemliydi.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          #42
                          Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                          Fatih URAZ Zaman

                          Son saniye golleri şans değildir

                          Nedendir bilinmez son dakikalarda, son saniyelerde atılan goller sporseverler arasında 'balık goller, ballı goller, şanslı goller' diye anılır. Daha çok isteyenin, daha diri kalanın, daha fazla zorlayanın son saniye gollerine ulaştığı gerçeği ısrarla göz ardı edilir.

                          Son senelerde futbol maçlarıyla bilgisayar yazılımları arasında kuvvetli dostluk tesis edilmesinin ardından 'Ben iyi oynadım; ama kasıtlı olarak görmediler!' mazereti tarih oldu. Tarih oldu; zira artık kimin ne kadar koştuğu, kaç hatalı pas verdiği, kaç isabetli şut attığı noktasına varıncaya dek gözler önüne seriliyor. Günümüz futbolunda iddialı konuma gelmek ya da iddiasını sürdürmek isteyen takımların oyuncuları bir-iki spesifik mevki hariç topyekün 10 kilometrenin üzerinde koşmak zorunda. Rakiplerde onların koşularına ve hareketliliğine ellerinden geldiğince karşılık vermek durumunda. Hal böyle olunca maçların bitimine doğru antrenmanlarını daha iyi yapan, hafta içinde kendisini fiziken ve zihnen daha iyi hazırlayan futbolcular uzatma anlarında rakiplerine nazaran daha diri kalabiliyor. İşte seyirci baskısı, şampiyonluk yahut da düşmeme yolunda puana daha çok ihtiyaç duyulması, korku-endişe, üç puana endekslenmiş ödüller ile fizikî kalite farkı ortaya çıkınca son saniye golleri de kaçınılmaz oluyor.

                          Elbette bunun istisnaları da yok değil! 'Ya hep ya hiç' sloganıyla tüm güvenlik önlemlerini hiçe sayarak aynen İkinci Dünya Savaşı'nda bomba yüklü uçaklarla düşman hedeflerine intihar saldırısı yapan Japon pilotları gibi davranırsanız tüm avantajlarınıza karşın sahadan başınız yerde de ayrılabilirsiniz! Bildiğiniz üzere ölümü hiçe sayan kamikaze pilotları bile Japonların kötü gidişini durduramamıştı. Yani demek istediğimiz odur ki risk almakla intihar etmek arasındaki farkı anlayamazsanız son dakika gollerine hasret kalmakla yetinmez, bir de üstüne kalenizde gol görürsünüz.

                          Hemen her takımda nöbetçi memur vazifesi ifa eden kimi futbolcular vardır ve de bunlar iki kale arasında sık sık gidip geldikleri halde bir işe yaradıkları görülmemiştir! İşe yaramazlar; zira onlar inanarak, iş yapacağım diye değil adet yerini bulsun diyerek gider ve gerisin geriye dönerler. Son saniye golleri hiç şüphesiz hayatın sayısız yansımalarından küçük bir karedir; ne denli istekli, arzulu, şevkli olursanız topun sizinle buluşma ihtimali de o derece artar.

                          Örneğin Beşiktaş takımını ele alalım; doyurucu futbol oynamadığı, defansının sezon başından bu yana sürekli açık verdiği, transfer dönemlerinin iyi geçirilmediği ayan beyan ortada. O yüzden eleştiri yağmuruna uğramaları kaçınılmaz; ama derseniz ki 'Beşiktaş mücadele etmiyor,' orda durun deriz. Çünkü Konya, Gaziantep, Ankara maçları derken Siyah-Beyazlı ekibin oyunun son saniyelerinde kurtardığı kaç tane maç var. Kimilerine göre o goller şans olabilir, saygı duyarız; ancak bizim ölçülerimize göre o goller maçı bırakmamanın, kondisyon olarak ayakta kalmanın, kazanmayı rakipten daha çok istemenin karşılığıdır.

                          Aslında Beşiktaş takımının en başta tenkit edilmesi gereken tarafı hemen tüm maçlarda rakiplerinin hünerinden ziyade kişisel hatalar ya da yanlış oyuncu tercihleri sonucunda gol yiyor olması. İşin daha vahim yanı ise bunu maçların ardından Beşiktaş hocasının itiraf ediyor oluşu! Beşiktaş hocası ağlayıp sızlanmayı, serzenişte bulunmayı, adres göstermeyi bırakarak çözüm üretmek durumundadır. Çünkü hocalık ağlama duvarı değildir ve 8 aydan beri devam eden aksaklıklar 'Kader, şanssızlık ve çalışarak bunları telafi edeceğiz!' sözleriyle artık açıklanamaz.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            #43
                            Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                            Hayri BEŞER Zaman

                            Ufukta bir Trabzonspor belirdi

                            Türk futbolunun ağır topuydu Trabzonspor. Korkulan, ürkülen, uyku kaçıran ve saygı duyulan bir rakipti karşılaşacağı takımlar için.

                            Şampiyonluklardan, kupalardan uzak kaldığı yıllarda da koskoca Trabzonspor'du o. Büyüklük payesi tartışılacak bir kulüp değildi vesselam.

                            Ancak 1996'da uçup giden şampiyonluğun ardından yeni besteler yapmak yerine depresif bir ruh haline büründü Bordo-Mavili kulüp. Toparlanma hamleleri ılık yaz meltemi gibi şöyle bir esip kayboldu. Kurumlaşma, halka açılma, modernleşme atılımları yalancı umut rüzgârı misali şehri bir okşayıp geçti. Bu sezon yaşananlar ise bir hayli dramatikti. Bazı futbolcuların kaçıp kurtulmak istediği bir kulüp durumlarına düştü Trabzonspor. Ziya Doğan'la yollar ayrıldı. Ersun Yanal'a kapılar açıldı. Hatırlayın Yanal'lı ilk haftaları. Seri mağlubiyetler senfonisini dinledi uzun süre camia. İrtifa kaybı, düşme hattı dolaylarına kadar sürdü. Takım ikinci yarıya da kötü başlayınca 'Bu işin sonu ne olacak?' sorusu üşüştü akıllara. Nihayet üç hafta önce galibiyetle kucaklaştı Bordo-Mavi renkler. Ve son olarak A.Gücü deplasmanından 2-0'lık bir sonuçla ayrılmanın mutluluğunu yaşadı. Doğrusu üst üste üç galibiyet son zamanlarda Trabzonspor'un unuttuğu bir şeydi. Bu sebeple geçmişin 'normalini' bugün için önemli başarı olarak değerlendirebiliriz.

                            Ankara deplasmanında alınan galibiyeti yönetim değişikliğiyle ilintilendirmek elbette doğru olmaz. Kadro, hoca oyun anlayışı değişmedi. Takım, A.Gücü karşısında öyle albenili bir oyun da sergilemedi. Ancak daha istekli, daha özgüvenli ve daha tecrübeli göründü. Kazanma potansiyeli yükselen bir takım havası verdi. Elbette ki, bu galibiyet Sadri Şener başkanlığındaki yeni yönetim için güzel bir 'hoş geldin partisi' oldu. Trabzonspor puan cetvelinde de 6. sırada yerini aldı. Önümüzdeki haftalarda gözünü Avrupa kupalarına dikmiş bir Trabzonspor izleyeceğiz. Sivasspor'un şampiyonluk yarışına getirdiği renklilik ve Kayserispor'un dikkat çeken zirve takibinden sonra Trabzonspor'un da gerilerden gelen itici güç olması Süper Lig'in seyir zevkine katkıda bulunacaktır.

                            Takke düştü, kel göründü

                            Karlı bir futbol haftasıydı, bütün statlar beyaza bürünmüştü. Üşüten, korkutan, sakatlık endişelerini zirveye çıkaran bir futbol kavgasına şahit olduk. Trilyonların döndüğü bu dev sektör bir gecekondu semti acziyeti yaşadı. Statlarımızın yetersizliği tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Yani tam bir 'takke düştü, kel göründü' vakasıyla karşılaştık. Oysa elverişsiz hava şartlarına karşı dünyanın aldığı önlemler ortada. Zeki (Çol) ağabeyin de dünkü yazısında vurguladığı gibi bu işin alttan ısıtması var, zeminin örtülmesi var. Yani alınacak bir yığın önlem var. Ancak ortada bu önlemleri düşünecek, düşleyecek, gerekli görecek âkil bir bakış açısı yok.

                            Sahalarımız karlıydı; ama sürprize kapalıydı. F.Bahçe, Rize'de 30 ile 45. dakikalar arasında estirdiği futbol rüzgarıyla 4-2'lik bir galibiyet elde etti. Sarı-Lacivertli takım, Büyükşehir beraberliğinden sonra oynadığı lig maçlarını rahat kazanıyor. Kadro kalitesine bakınca bu, şaşılacak bir durum değil. Ancak Rizespor kalecisi ve defansının da bu kolay galibiyette büyük rolü vardı. O karşılaşmada ev sahibi takımın kaptanı Altan'ı ayakta alkışladık. Kezman'ın performansını takdir ettik. Alex'in ince görüşlerini sevdik. Ancak hiçbirine Carlos'un direkten dönen o muhteşem sol üst dış ayak vuruşu kadar hayranlık duymadık.

                            Cim Bom, Konya'da çok çetin bir mücadele verdi. Ağır zemine rağmen epey pozisyon buldu ve Batista'nın hatasını iyi değerlendiren Ümit Karan'ın golüyle kazanmasını bildi Sivasspor, Oftaş deplasmanından üç puan çıkararak havlu atmadığını gösterdi. Bu galibiyet Kırmızı-Beyazlı ekibin sağlıklı bir oyun zemininde yürüdüğünü gözler önüne serdi.

                            Ertuğrul hocanın sıkıntısı

                            Beşiktaş, Ankaraspor maçını iki farklı öne geçmesine rağmen son dakika golüyle kazanabildi. Ertuğrul hoca, büyük takımdaki ilk sezonunda ömür törpüleyen bir tecrübe tünelinden geçiyor. Şampiyonluk için sabırsız bir camia ve yeni kurulmuş bir takım... Hocanın işi gerçekten zor. Ama özveriyle mücadele eden bir ekibi var. Son dakika gollerinin sırrını burada arayın. Daha güzel haftalarda buluşmak dileğiyle...

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              #44
                              Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                              Tamer BAÐLAN Fanatik

                              Taraftar olmak !


                              Kaç takımla temsil edilirse edilsin Süper Lig’de, Başkent’in asıl yüzü Ankaragücü’dür. Yokluğu bir başka hissedilir, futbol tutkunları tarafından...
                              “Bu yokluk da nereden çıktı şimdi!” demeyin. Gündeme getirmemizin nedeni, bizzat ‘Ankaragüçlüler’in kendileri. Dokuz haftadır kazanamayan takımlarının gidişinden endişe duymuş olacaklar ki; “Hükümet düşer, Ankara düşmez” diye tempo tuttular bu hafta. Umarız dedikleri gibi olur! Ancak, böyle hızlı düşüşlerin ardından toparlanmak oldukça zordur!
                              Konu taraftardan açılmışken, bir soruyla devam edelim; seyircisiz gösteri, taraftarsız futbol mu olur?
                              Aslında her ikisinin yanıtı da “hayır” gibi dursa da ilk bakışta, bazı durumlarda ikincisi için verilecek yanıt “evet” de olur!
                              Kazanırken sağlam eğlenen, dalgasını tsunami kıvamında geçenlerin, zor durumda ve kötü zamanda takındıkları tavırlar, sözlükte nasıl karşılık bulur!
                              Mesela; zaman zaman İnönü’dekiler. Mesela; çoğu zaman Rize’dekiler...
                              “İyi günde, kötü günde..” diye aşkla anılan, “yağmurlarda, çamurlarda..” devam ettiği savunulan, birkaç dakika önce geleceğe dair “güneşli günler..”den dem vurup, bir kaç dakika sonra futbolcusunun geçmişini sorgulayanlardan taraftar mı olur!
                              Taraftar olmak zor zanaat. Taraftarı çok olan takım ya da taklavat olmak da öyle. Taraftarsızlık ise apayrı bir dert. İki ucu farklı değnek!..
                              Son nokta: Hem başkan, hem taraftar, hem gözyaşı, hem küfür; trajikomik bir örnek!

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                #45
                                Konu: Gazetelerin Spor Yazarları Günlük Yazıları

                                Hasan Ali ATASOY Fanatik

                                Şaibe

                                Cuma günü Rize’ye edilen mide bulandıran telefon skandalını yadırgayanlara, dirayetli tutumuyla rezilliği deşifre eden Rizespor Başkanı da şaşırıyordur. Çünkü bu, Ulusoy federasyonlarının Türk Futbolu’na bıraktığı şaibe mirasının en küçük yansımalarından biridir.
                                Hadi ‘yedek üye’ çirkinliğiyle suçüstü oldu da, onun avukatlığına soyunan ‘asil’lere ne demeli? Var mı birbirinden farkları? Bu adam gördüğünü uygulayan bir stajyer sadece. Aklınca ‘olduğunu’ ispatlamaya çalışıyor birilerine. Ya ‘tarafsızlık’ kamuflajıyla ekran ekran dolaşan militan yorumcuların yorumları? Onların durumu daha vahim, daha çirkin!
                                Murathan Mungan’ın meşhur sözü bir kez daha ispatlanmıştır bu olayla; “Türkiye’de her şey olabilirsiniz, ama isteseniz bile rezil olamazsınız. Çünkü rezilliğin sınırı kalmadı.”
                                Korunmaya, kollanmaya, şımartılmaya alıştırılmış birilerinin umutsuz ve panik halindeki çırpınışlarıdır bu yaşananlar. O düzen bitti, şimdi düzeneklerin imhasında sıra. Savaş sonrası mayın temizliği gibi.
                                Yoksa Türk futbolseverler bunlara çoktan alıştırıldı. Paylaşım yemeklerine, ortak pankartlara, olmaz zamanlarda giden, ama asla gerçekleşmeyen transfer tekliflerine... Ulusoy’un evine yapılan, ‘şarap’ kokulu ‘gazâ’ ziyaretlerine.. Otel köşelerinde gizli gündemli centilmen (!) buluşmalara.
                                Birinci önceliğini ‘güven ve adalet’ duygusunu yeniden tesis etmek olarak açıklayan yeni federasyon, yolun hemen başında ciddi bir samimiyet testinden geçecek. Bu konuda verecekleri karar, gelecekleri hakkında da ipucu verecek. Ya makas değişecek, ya eski düzen devam edecek.
                                Çünkü Türk Futbolu her yönüyle batağa saplanmış durumda. Pis kokular yayan bataklığı kurutmak da Hasan Doğan federasyonunun işi. Bunu becermek için de sadece kuralları adam gibi uygulamak yeterli.
                                Peki zihinlerdeki ve vicdanlardaki şaibe bataklığını hangi çaba kurutabilir?

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor