Stres ve bir kısım hastalıklarınızın yakışından kurtulmanız için "Rabb-ül âlemîn"e iman etmeniz zorunludur!
“Rabb-ül âlemîn”’i tanımak ve O’na iman etmek, cehennemden kurtulmak için zorunludur!.
Niye..
Kendini tanı; derler…
Rabbini tanı; derler de…
Şimdi nereden çıktı, “Rabb-ül âlemîn”i tanımak?
Rabbimi tanıyınca “Rabb-ül âlemîn”i tanımış olmuyor muyum?
Rabbini tanımak ile “Rabb-ül âlemîn”i tanımak arasında çok önemli bir fark vardır..
Rabbini tanıyan, şayet, “Rabb-ül âlemîn”i tanımamış ise, hâli Firavun’un hâli olur!.
“Rabb-ül âlemîn”i tanımışsa “Tatmine ulaşmış bilinç cennetimi yaşa” hitabına nâil olur!.
Gelin bu konuyu biraz daha açalım…
İnsan, iman ile cennete girer!.
Neye iman?
“Rabb-ül âlemîn”e iman!.
“B”sırrıyla
“ALLAH” adıyla işaret edilene iman konusunun üzerinde bir hayli durmuştuk.. Şimdi de gelin “Rabb-ül âlemîn”e iman
nedir nasıl olur bunun üzerinde duralım…
Bu konu da çok önemli bir konu… Zira, cennetin kapısı “Rabb-ül âlemîn”e iman edenlere açılır ancak!.
Nefsini bilmenin yolu “B” sırrının fark ve deşifre edilmesinden geçer… Böylece nefsinin hakikatini bilen Rabbini bilmiş olur… Bu işin birinci basamağıdır. “Seyri Enfüsî” de denir buna… Bununla kişi “mülhime nefs” diye tanımlanmış bulunan hakikatini fark etme açıklığına kavuşur.
Çokları sanır ki, burası işin sonudur!.. Heyhat!... Oysa burası işin daha ilk basamağıdır!.
Bu basamağa çıkan kendini Hak, her yaptığını yerli yerinde bilir. Eğer hakkıyla nefis arınmasından yani bilincini birimsellik ve birimsellikten kaynaklanan fikir ve duygulardan arındırmamışsa, tam bir firavunluk hâli yaşar!.
Eğer bu idrâke erişen kişi buradan sonra “seyri afâki”yi tamamlayamazsa asla yanması bitmez!. CehennemiNden çıkamaz!.
Yanmasının, cehennemiNden çıkamamasının sebebi, “seyri afâki”nin tamamlanmamış olmasıdır!.
“Seyri âfâki”nin tamamlanmamış olmasının sonucu “Rabb-ül âlemîn”e imanın olmayışıdır!.
“Rabb-ül âlemîn”’e iman ne demektir?
Kişi “B” sırrını anlamış olarak, varlığının, Hak’kka ait, Hak’kın varlığı olduğunu idrak etmiştir; ama buna karşın “Rabb-ül âlemîn”den PERDELİ olduğu için, karşısındakilerde, çevresindekilerde, algıladıklarında “Rabb-ül âlemîn”’in tasarruf ve tahakkümünden PERDELİ olarak, onların kendi isteğine tâbi olarak yaşamasını; kendi gibi olmalarını istemektedir!.
Kısacası, onların, rablerinin kulu olmaktan çıkıp, kendi rabbinin kulu olmasını istemektedir!. Oysa karşısındaki kendi yaratılış programına göre yaşayarak kulluğunu yerine getirecektir; onun, kendi gibi olması imkânsızdır!.
Hastalıkların çok önemli bir kısmının sebebi strestir!... Stres ise “Rabb-ül âlemîn”den perdeliliğin sonucu olarak yaşanan bir hâldir!.
“Rabb-ül âlemîn”, her birimi dilediği bir işlevi ortaya koyması için yaratmıştır ki, bu onun fıtrî kulluğudur!. Bunu yerine getirmemesi de kesinlikle düşünülemez!.
Her birim hangi işlev için var olmuşsa mutlaka onu yerine getirmek suretiyle kulluğunu ifâ edecektir!.
Ancak o işlevin sonucu yanmayı yaşamak olabilir; ya da o işlevin sonucu, huzur ve mutluluk olabilir!.
Petrol yanmak içindir; bal yenmek için!. Her biri özel işlevleri için vardır; bir diğeri olmaz!
Gübre böceğinin mutluluğu gübrede yaşamaktır; Arının mutluluğu güllerde dolaşmakta!.
Siz…
Gübre böceğini güllerde yaşatıp, arıyı gübreye batırırsanız, “Rabb-ül âlemîn”i tanımıyorsunuz demektir!.
Yaratılmış her birim “Rabb-ül âlemîn”i tanıyacak diye bir kural yoktur!.
Karşınızdakinin Rabbinin, onu yaratmaktaki muradını anlamamışsanız işlevine bakarak; bu defa, onu, kendi rabbinizin istediği gibi olmaya, yaşamaya zorlarsınız!. Böylece ona zulmetmiş, zâlimlerden olmuş olursunuz!
İşte böylece de cehenneminizin ateşini tutuşturdunuz!.
İşte böylece de, cehennem ateşinden bir ateş olan, hastalıkların kapısından içeri girdiniz!..
Çünkü, gerçekleşmesi asla mümkün olmayacak bu isteğinizde ısrar sonucu, üzülmeye veya kızmaya başlayacak; bu konuda aşırı gidince de yanacak, hastalanacaksınız aşırı stresten!.
Oysa…
Fark etseniz, bilseniz, idrâk etseniz, hazmetseniz bu gerçeği; hastalığınıza, yanmanıza sebep olan olayın ateşi sönecek ve cehenneminizden azat olacaksınız!.
Fark edin artık “Rabb-ül âlemîn” olmadığınızı ve asla olamayacağınızı!.
Allah sizi ateşe atmaz, siz “Rabb-ül âlemîn”i inkâr suretiyle kendinizi yakmaya başlarsınız!.
“Rabb-ül âlemîn” demek başka şeydir; “Rabb-ül âlemîn”e iman etmek başka şeydir; “Rabb-ül âlemîn”i seyretmek başka şeydir!.
Ashabı yemin, “Rabb-ül âlemîn”, der… Yanması bitmemiştir!
Mukarrebûn, “Rabb-ül âlemîn”’i seyreder! Cennette!.
Kesinlikle kavrayalım ki, “Rabb-ül âlemîn” her birimi, kendine özgü bir işlevle yaratmıştır!.
Kimseyi kendi işlevinizi yerine getirmesi için zorlamayınız ki yanmayasınız, hasta olmayasınız!.
Hastalıkların pek çoğunun kökeninde üzüntü, stres ve elbette “Rabb-ül âlemîn”i inkâr yatar!... Sonuç, kişinin, cehennemiNde yanmasıdır!.
Nebîlerin dahi, kendi eşlerine ya da evlatlarına faydası olmadığını; yani yaratılış işlevlerini değiştiremediğini “OKU”yabilmişseniz Kurân’ı Kerîmde; siz de, bu yüzden cehennemiNizde yanmaktan kendinizi azat ediniz!.
Şurası kesindir ki…
Hiç kimse, “Rabb-ül âlemîn”in belli bir işlevle yaratmış olduğu yapıyı değiştirmeye muktedir değildir!.
Kurân-ı Kerîm, geçmişin hikâyeleri kitabı değil; “SÜNNETULLAH”ı, kâh olaylara dayalı, kâh da işaret, mecaz yollu anlatan bir kitaptır “OKU”masını bilene!.
Buna göre…
Her insan, Rabbinin, yani kendini meydana getiren Allah isimlerinin işaret ettiği manâların,açığa çıkma mahalli olarak yaratılmıştır!. Bu işlevi yerine getirmeme gibi de bir şansı yoktur!.
Siz, var oluş programınıza uymayan programlarla beraber olmama şansınızı kullanabilirsiniz!...
Ama asla, karşınızdakinin programını değiştirtme gibi bir yanlış yola girmeyiniz!. Zirâ bunu yaparsanız, o yanlış yolun sonucunda varacağınız yer cehenneminiz olacaktır!. Çünkü, hiçbir yaratılmışta, karşısındakinin programını değiştirme kuvvesi yoktur!.
Siz, ancak hakkı tavsiye edebilirsiniz; ama asla zorlama hak ve yetkiniz yoktur!. Bunu denerseniz, sonuç hüsrandır; bu yüzden kaybettiklerinizin değerini anladığınız süreçte de, iş işten geçmiş ve uğradığınız zararı telâfi imkanınız kalmamıştır!.
“Rabb-ül âlemîn”’e (her bir âlemin-birimin belli bir programla var edenine), imân edene ise, ne bir korku vardır ne bir hüzün; artık o, tatmin olmuş bir bilinç hâli ile cennet yaşamına davet edilir, razı olmuş olarak!.
CehennemiNden kurtulmak, nefsini tanımaktan değil, “Rabb-ül âlemîn”’e iman etmekten geçer… Bunu çok iyi anlayalım…Alıntı
“Rabb-ül âlemîn”’i tanımak ve O’na iman etmek, cehennemden kurtulmak için zorunludur!.
Niye..
Kendini tanı; derler…
Rabbini tanı; derler de…
Şimdi nereden çıktı, “Rabb-ül âlemîn”i tanımak?
Rabbimi tanıyınca “Rabb-ül âlemîn”i tanımış olmuyor muyum?
Rabbini tanımak ile “Rabb-ül âlemîn”i tanımak arasında çok önemli bir fark vardır..
Rabbini tanıyan, şayet, “Rabb-ül âlemîn”i tanımamış ise, hâli Firavun’un hâli olur!.
“Rabb-ül âlemîn”i tanımışsa “Tatmine ulaşmış bilinç cennetimi yaşa” hitabına nâil olur!.
Gelin bu konuyu biraz daha açalım…
İnsan, iman ile cennete girer!.
Neye iman?
“Rabb-ül âlemîn”e iman!.
“B”sırrıyla
“ALLAH” adıyla işaret edilene iman konusunun üzerinde bir hayli durmuştuk.. Şimdi de gelin “Rabb-ül âlemîn”e iman
nedir nasıl olur bunun üzerinde duralım…
Bu konu da çok önemli bir konu… Zira, cennetin kapısı “Rabb-ül âlemîn”e iman edenlere açılır ancak!.
Nefsini bilmenin yolu “B” sırrının fark ve deşifre edilmesinden geçer… Böylece nefsinin hakikatini bilen Rabbini bilmiş olur… Bu işin birinci basamağıdır. “Seyri Enfüsî” de denir buna… Bununla kişi “mülhime nefs” diye tanımlanmış bulunan hakikatini fark etme açıklığına kavuşur.
Çokları sanır ki, burası işin sonudur!.. Heyhat!... Oysa burası işin daha ilk basamağıdır!.
Bu basamağa çıkan kendini Hak, her yaptığını yerli yerinde bilir. Eğer hakkıyla nefis arınmasından yani bilincini birimsellik ve birimsellikten kaynaklanan fikir ve duygulardan arındırmamışsa, tam bir firavunluk hâli yaşar!.
Eğer bu idrâke erişen kişi buradan sonra “seyri afâki”yi tamamlayamazsa asla yanması bitmez!. CehennemiNden çıkamaz!.
Yanmasının, cehennemiNden çıkamamasının sebebi, “seyri afâki”nin tamamlanmamış olmasıdır!.
“Seyri âfâki”nin tamamlanmamış olmasının sonucu “Rabb-ül âlemîn”e imanın olmayışıdır!.
“Rabb-ül âlemîn”’e iman ne demektir?
Kişi “B” sırrını anlamış olarak, varlığının, Hak’kka ait, Hak’kın varlığı olduğunu idrak etmiştir; ama buna karşın “Rabb-ül âlemîn”den PERDELİ olduğu için, karşısındakilerde, çevresindekilerde, algıladıklarında “Rabb-ül âlemîn”’in tasarruf ve tahakkümünden PERDELİ olarak, onların kendi isteğine tâbi olarak yaşamasını; kendi gibi olmalarını istemektedir!.
Kısacası, onların, rablerinin kulu olmaktan çıkıp, kendi rabbinin kulu olmasını istemektedir!. Oysa karşısındaki kendi yaratılış programına göre yaşayarak kulluğunu yerine getirecektir; onun, kendi gibi olması imkânsızdır!.
Hastalıkların çok önemli bir kısmının sebebi strestir!... Stres ise “Rabb-ül âlemîn”den perdeliliğin sonucu olarak yaşanan bir hâldir!.
“Rabb-ül âlemîn”, her birimi dilediği bir işlevi ortaya koyması için yaratmıştır ki, bu onun fıtrî kulluğudur!. Bunu yerine getirmemesi de kesinlikle düşünülemez!.
Her birim hangi işlev için var olmuşsa mutlaka onu yerine getirmek suretiyle kulluğunu ifâ edecektir!.
Ancak o işlevin sonucu yanmayı yaşamak olabilir; ya da o işlevin sonucu, huzur ve mutluluk olabilir!.
Petrol yanmak içindir; bal yenmek için!. Her biri özel işlevleri için vardır; bir diğeri olmaz!
Gübre böceğinin mutluluğu gübrede yaşamaktır; Arının mutluluğu güllerde dolaşmakta!.
Siz…
Gübre böceğini güllerde yaşatıp, arıyı gübreye batırırsanız, “Rabb-ül âlemîn”i tanımıyorsunuz demektir!.
Yaratılmış her birim “Rabb-ül âlemîn”i tanıyacak diye bir kural yoktur!.
Karşınızdakinin Rabbinin, onu yaratmaktaki muradını anlamamışsanız işlevine bakarak; bu defa, onu, kendi rabbinizin istediği gibi olmaya, yaşamaya zorlarsınız!. Böylece ona zulmetmiş, zâlimlerden olmuş olursunuz!
İşte böylece de cehenneminizin ateşini tutuşturdunuz!.
İşte böylece de, cehennem ateşinden bir ateş olan, hastalıkların kapısından içeri girdiniz!..
Çünkü, gerçekleşmesi asla mümkün olmayacak bu isteğinizde ısrar sonucu, üzülmeye veya kızmaya başlayacak; bu konuda aşırı gidince de yanacak, hastalanacaksınız aşırı stresten!.
Oysa…
Fark etseniz, bilseniz, idrâk etseniz, hazmetseniz bu gerçeği; hastalığınıza, yanmanıza sebep olan olayın ateşi sönecek ve cehenneminizden azat olacaksınız!.
Fark edin artık “Rabb-ül âlemîn” olmadığınızı ve asla olamayacağınızı!.
Allah sizi ateşe atmaz, siz “Rabb-ül âlemîn”i inkâr suretiyle kendinizi yakmaya başlarsınız!.
“Rabb-ül âlemîn” demek başka şeydir; “Rabb-ül âlemîn”e iman etmek başka şeydir; “Rabb-ül âlemîn”i seyretmek başka şeydir!.
Ashabı yemin, “Rabb-ül âlemîn”, der… Yanması bitmemiştir!
Mukarrebûn, “Rabb-ül âlemîn”’i seyreder! Cennette!.
Kesinlikle kavrayalım ki, “Rabb-ül âlemîn” her birimi, kendine özgü bir işlevle yaratmıştır!.
Kimseyi kendi işlevinizi yerine getirmesi için zorlamayınız ki yanmayasınız, hasta olmayasınız!.
Hastalıkların pek çoğunun kökeninde üzüntü, stres ve elbette “Rabb-ül âlemîn”i inkâr yatar!... Sonuç, kişinin, cehennemiNde yanmasıdır!.
Nebîlerin dahi, kendi eşlerine ya da evlatlarına faydası olmadığını; yani yaratılış işlevlerini değiştiremediğini “OKU”yabilmişseniz Kurân’ı Kerîmde; siz de, bu yüzden cehennemiNizde yanmaktan kendinizi azat ediniz!.
Şurası kesindir ki…
Hiç kimse, “Rabb-ül âlemîn”in belli bir işlevle yaratmış olduğu yapıyı değiştirmeye muktedir değildir!.
Kurân-ı Kerîm, geçmişin hikâyeleri kitabı değil; “SÜNNETULLAH”ı, kâh olaylara dayalı, kâh da işaret, mecaz yollu anlatan bir kitaptır “OKU”masını bilene!.
Buna göre…
Her insan, Rabbinin, yani kendini meydana getiren Allah isimlerinin işaret ettiği manâların,açığa çıkma mahalli olarak yaratılmıştır!. Bu işlevi yerine getirmeme gibi de bir şansı yoktur!.
Siz, var oluş programınıza uymayan programlarla beraber olmama şansınızı kullanabilirsiniz!...
Ama asla, karşınızdakinin programını değiştirtme gibi bir yanlış yola girmeyiniz!. Zirâ bunu yaparsanız, o yanlış yolun sonucunda varacağınız yer cehenneminiz olacaktır!. Çünkü, hiçbir yaratılmışta, karşısındakinin programını değiştirme kuvvesi yoktur!.
Siz, ancak hakkı tavsiye edebilirsiniz; ama asla zorlama hak ve yetkiniz yoktur!. Bunu denerseniz, sonuç hüsrandır; bu yüzden kaybettiklerinizin değerini anladığınız süreçte de, iş işten geçmiş ve uğradığınız zararı telâfi imkanınız kalmamıştır!.
“Rabb-ül âlemîn”’e (her bir âlemin-birimin belli bir programla var edenine), imân edene ise, ne bir korku vardır ne bir hüzün; artık o, tatmin olmuş bir bilinç hâli ile cennet yaşamına davet edilir, razı olmuş olarak!.
CehennemiNden kurtulmak, nefsini tanımaktan değil, “Rabb-ül âlemîn”’e iman etmekten geçer… Bunu çok iyi anlayalım…Alıntı