Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
Kapat
X
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
veya romanyaya fabrika taşıyanlar neden taşıyor ( Türk firmaları )
ayrıca bana ne CHP'den bana CHP diyerek gaza getiremezsin. Partizanlığım yoktur ....
bilgineYorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
sen dalga geçer gibi sıralarsan bende buna göre yorum yaparım
bir önceki mesajda satılanlar sıralanmış ...
sende alınanları
ne kızıyorsun ki, kızıpta misketlerini geri isteme şimdiYorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
Satılanlardan stratejik olanlar önemli.Yoksa fabrika olarak motosikletmiş,buzdolabıymış,mobilyaymış.Bunların önemi diğer stratejik olanlarla kıyaslanamaz.Milli tesislerin, bankalar dahil tamamı satıldı yabancılara.Cumhuriyetin kuruluşundan sonra fakir halkın parasıyla kurulan bütünn tesisler satıldı.Yabancılardan alındı denenler devede kulak.Hiç birisi satılanlarla değer ve önem olarak kıyaslanamaz..Son düzenleme necatikaya; 17-09-2008, 20:09.Yorum
-
Yorum
-
Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
tabiki türkler yapınca sevineceğim.güzel olacak diyeceğim.keşke
ekonomik durumumuz iyi olsa daha cok alsak.
ancak
sizin yazdıklarınızın tamamı fasa fiso iflas etmeye yüz tutmuş firmalar.
keza bizde o tip firmalar pek bulunmamaktadır ki alınabilsinler.
telekomdan bahsediliyor.petkimden tüpraş tan bahsediliyor.milli bankalardan bahsediliyor.
sizin yazdıklarınız gibi o listede en fazla 5 tane var onları sınıfın dışına koyarsak.
ülkenin finans kurumları yabancıların elinde,haberleşme kuruluşları yabancılarının elinde enerji dagıtım kurumları yabancıların elinde yakında ulaşım kurumları yabancıların eline gecerse şaşırmayalım.
bu ülke hangi kurumları elinde tutacak.bir soylermisiniz.gelecekte hangi kurumlara söz gecirebilecksiniz.yaptırım uygulayabileceksiniz.
basitinden örnek verdik.dedik ki EPDK akaryakıt dagıtım şirketlerine söz geciremiyor.
peki bankalara söz gecirebiliyorlar mı,telekoma soz gecirebiliyorlar mı.
tabiki hayır.bakın kart aidatlarını nasıl catır catır alıyorlar.kanuni olmamasına ragmen.hadi vatandaşı düşünen hükümetimiz neden kanun cıkaramıyor.
bence cıkarmamasının sebebi ekonomik kriz olurmuş bankalar batarmış ondan herhalde.:D
benim verdiğim paralarla kalkınıpta daha sonra başıma bela olacak kimselere mal satılmasını istememem kadar dogal ne olabilir ki.
ha bunları sizin anlamanız için yazmıyoruz.muhtemelen sizin gibi düşünen insanlar belki karşılarında savaşı zulmu bulmadan once fikir egzersizi yaparlar diye karalıyorum.
ALLAH yar ve yardımcımız olsun
yoksa işimiz zor yolumuz dikenliYorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
bak aşağı bakYorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
kaynak: http://www.sanliurfa.com/news//news_detail.php?id=313
İsmet İnönü zamanında memlekette o kadar yer varken Camiler satılıyordu! İşte o gün bugündür CHP bir daha iktidar olamadı. Camilerin hazin hikayesini okuyacaksınız...
Ülkü Ö.Akagündüz'ün haberi
‘Oturduğun evin aslında bir mescit olduğunu biliyor musun?’ ‘Biliyorum tabii.’ ‘Yer yatağını tam da mihrabın önüne koymuşsun bak, bir önemi yok mu senin için?’ ‘Yok abla, benim için hiçbir önemi yok.’ Urfa’da bir mescit, Hindiye Tekkesi’nin mescidi… Avludan geçip içeriye giriyoruz. Eski mescit, loş ve dağınık bir oda şimdi, havada yoksulluk kokusu var, yer yatağında fanilalı bir genç oturuyor, kız kardeşi ayakta. Yıllık cüzi bir kira veriyorlarmış ev sahibine; yani mescidin sahibine… Bu kez Bursa’dayız. Elmalık Mescidi’nin penceresinde bir güvercin ve Türk bayrağı… Dışarıda çamaşırlar kuruyor ve işsiz güçsüz bir adam gülerek bize yaklaşıyor; “Bakın bayrağa, güvercine, savaşlar olmasın, hep barış olsun.” Yedi çocuğuyla Van’dan göçmüş bu adam, şehit haberlerinin geldiği gün taşkınlık olur korkusuyla safını belli etmek istiyor. Ama biz, artık bir mescide benzemeyen harabeyle ilgiliyiz: “Kaç yıldır oturuyorsun burada?” “İki yıldır” “Eskiden bir mescitmiş burası.” “Biliyorum; ama mecburum. Çok çocuk var, kimse ev vermiyor. Bir hafta dışarıda yattıktan sonra buraya yerleştik. Penceresine ‘satılık’ diye yazmışlardı, kâğıdı söktük ve içeri girdik.” Bozuk bir lavabodan sızan suyla ıslanmış içerisi, çocuklar işe, anne kömür yardımı alabilmek için belediyeye gitmiş. Mescidin son sahibi, sorun çıkarmamış, ‘satılık’ ilanı evin bir köşesine kaldırılmış. Yönümüzü Sivas’a çevirelim şimdi. Gazezler Sokağı’nda yeni yapılmış pembe, rüküş bir apartman. Yerinde Oğlançavuş Camii yükselirmiş vaktiyle. Cami önce satılıp sonra yıkılınca sırasıyla bir ev ve tenekeci dükkânı yapılmış arsaya. Bir cami başka neye dönüşebilir? Selçuklu eseri İplikçi Camii’nin kapısında iki Hitit aslanı, içerideki Roma-Helenistik çağının tanrı ve tanrıça heykellerini bekliyor. Burası cami değil artık, Âsarı Atika Müzesine sığmayan eserlerin nakledildiği bir arkeoloji müzesi. 1960’larda Konya’da çocuk olanlar, aslanlara yaklaştıklarında bekçinin onları nasıl kovaladığını anlatıyor bugün hâlâ…
CAMİLER VE MESCİTLER NEDEN SATILDI
Mescitler ve camiler nasıl oldu da şahıs eline geçti? Alınıp satılabilir bir gayrimenkule dönüştü? Camilerin İkinci
Savaşı döneminde buğday ambarına, kışlaya hatta ahıra çevrildiği kulağımıza çalınmıştır da acele düzenlenmiş raporlar, gazete ilanları ve açık artırmalarla haraç mezat satıldığı pek bilinmez. Sanat tarihçileri ve yerel tarihçiler konuya vâkıf; ancak Erzurum, Amasya, Tokat gibi bazı illerde, şehrin tarihi üzerine nice kitaplar devirmiş, kitaplar yazmış insanların bile ‘cami satışı’nı ilk kez duyması uygulamanın üstünün örtüldüğü izlenimi uyandırıyor. Meseleyi anlaşılır kılmak için 1924’e dönelim. Şer’iye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılıp yerine Evkaf Umum Müdürlüğü’nün kurulması cami ve mescit satışlarının ilk adımı olarak değerlendirilebilir. Vakıfların tasfiyesi hakkında proje hazırlayan müdürlük bir ‘Tasfiye Komisyonu’ oluşturarak vakıf mallarının büyük bölümünü diğer kamu kurumlarına devretmiş, yapıyı küçültmek ve personel sayısını azaltmak amacıyla hayrat, akar ayrımı yapmadan bütün vakıf mal varlığını satmaya gayret etmiştir. Öyle ki 1927’lere gelindiğinde, üzerinde hiçbir tasarruf yapılmayan tek vakıf eseri cami ve mescitlerdir. Onların satışı da çok gecikmeyecektir elbette.
Vakıflar Umum Müdürlüğü ne yapmaya çalışıyordu, ibadete mahsus mekânları bile satacak kadar fakir mi düşmüştü? Vakıflar üzerine yaptığı kapsamlı çalışmasını ‘ Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi’ başlıklı bir kitapta toplayan Dr. Nazif Öztürk, cami satışlarını, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki buhranıyla açıklamanın yeterli olmadığını düşünüyor: “Camilerin satılışı siyasî bir karardır. Devlet kendi egemenliğinden başka iktisadî ve politik bir güç istememiştir. İkinci Mahmut döneminde başlayan yenileşme ve Batılılaşma çabalarına bir engel gibi görünen dinî çevrelerin politik gücünü ve nüfuzunu kırmak düşüncesi bu kararın sebeplerinden biridir.” Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Caner Arabacı da cami satışlarının çok yönlü Batılılaşma projesinin bir parçası olduğu görüşünde. Konya vakıflarıyla ilgili araştırma yaparken, bir dönem ‘vakıf’ yerine ‘tesis’ sözcüğünün kullanıldığını fark eden Arabacı: “Vakıf kelimesinin çağrıştırdığı geniş bir inanç ve kültür alanı var.” diyor. “Eserinizi Allah rızası için kalıcı hâle getiriyorsunuz. Osmanlı medeniyeti bir vakıf medeniyetidir. Hatırlattığı bu derunî anlamı ortadan kaldırmak istediler.” Camileri, mahalle mescitlerini fazla bulup da satmaya kalkışanlar, ‘Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük.’ diyen Yahya Kemal’den kaç fersah öteye düşer? Yoksa onlar, şairin ‘havası ve toprağı Müslümanlık rüyasıyla dolu’ diye tarif ettiği semtlere hiç uğramamış mıdır? ‘Ezansız Semtler’ makalesinde, “Ah! Büyük Cetlerimiz!” diye iç geçirir Yahya Kemal: “Onlar da Galata, Beyoğlu gibi Frenk semtlerine yerleşirlerdi; fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescit peyda olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi imana gelirdi.” Mabetlerin satılmasına bu zaviyeden bakıp, asmalı minarelerin, gölgeli mescitlerin ‘o toprakların o köşesi’ imana gelmesin diye yok edildiğine inanırsak çok mu art niyetli oluruz? Diyelim ki ibadethanelerimiz peşpeşe girdiğimiz savaşlarda verdiğimiz binlerce şehit yüzünden cemaatsiz kaldı ve bir kısmını elden çıkarmak elzem oldu. Mübadele sonrasında cemaatsiz kalan kiliseleri nereye koyacağız? Dr. Nazif Öztürk, 1926-1972 yılları arasında üç bin civarında cami, mescit ve bunların arsasına karşılık, üçü arsa olmak üzere toplam altı kilise ve manastırın satıldığını tespit etmiş.
CAHİL İNSANLAR ‘SATILSIN’ RAPORU VERDİ
Satılacak cami ve mescitler nasıl tespit edilmişti? Kimlerin sözüne güvenilmişti? Nazif Öztürk’ün vakıflar arşivinde yaptığı araştırma, 1935 yılından sonra satılacak cami ve mescitlerde Millî Eğitim Bakanlığı mensuplarından rapor alındığını; ancak 1945’lere kadar bu raporları düzenleyenlerin memur ve ilkokul öğretmenleri olduğunu gösteriyor. Antalya’nın Elmalı ilçesinde 4 cami ile 8 mescidin ‘tarihî ve mimarî değeri olmadığına’ mahallî maarif memurlukları karar vermiş. Harput Ahi Musa Mescidi’nin satışıyla ise, Harput İlkokulu Başöğretmeni ilgilenmiş. Kararın her zaman tek kişinin inisiyatifine kaldığı o günlerde yürekleri sızlatan bir başka gerçek ise, Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu kararıyla eski eser olduğu tescil edilen birçok cami ve mescidin, gerçeğe aykırı olarak arsa şeklinde tanımlanması… Halkın tepkisinden çekinildiği için olsa gerek, satış ilanlarında, cami ve mescit yerine ‘harap vakıf bina’ ifadesinin kullanılması tavsiye edilmiş ve yine bu yüzden sapasağlam camiler arsa diye satışa çıkarılmış. Tire’de satılan 44 parça cami ve mescit arsa gibi gösterildiği hâlde satış kararında kullanılan şu ifadeyi neyle açıklamak gerekir: “İbkasında bir fayda görülmediği, tarihî ve mimarî kıymeti haiz olmayan…” Zamanın Varidat Müdürü Kemal Güç’ün şu sözleri de Dr. Öztürk’ün arşivlerden bulup çıkardığı belgeler arasında: “… Camiler cami hâlinde satılığa çıkarıldığı takdirde isteklilerin çok az olacağı anlaşılıyor. Rağbeti artırmak için, enkazını ayrı, arsalarını ayrı satmak muvakıf olur.” Peki, bu şekilde satılan ibadethanelerden bazı parçaların müzeye kaldırılmasına ne demeli!? Belgeler, Çorum’da 9 adet cami ve mescidin ahşap tavan göbeği ve alçı pencerelerinden birer örneğin Çorum Müzesi’ne nakledilerek satıldığını, Balıkesir- Edremit’teki Yıldırım Camii’nin de kapı ve pencerelerindeki işlemeli mermer taşların müzeye konulması kaydıyla ‘halk evi’ yapılmak üzere elden çıkarıldığını ortaya koyuyor. Vakıflar kanunundaki ‘mimarî veya tarihî değeri olan camiler satılamaz’ ibaresi, tasnif dışı bırakılan cami ve mescitlerin yüzde yetmişi satıldıktan sonra önem kazanmış. Kasımpaşa’daki Hacı Ferhat Paşa Camii mesela aradan tam 42 yıl geçtikten sonra eski eser olarak tescil edilmiş. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1983 yılında istimlâk ettiği cami, eski sahiplerinin itirazlarına rağmen ibadete açıldı.
Adana Halep Çarşısı’ndaki Siyavuş Paşa Mescidi şimdi bir yorgancı… Kesme taştan duvarları da olmasa mescide benzer yanı yok. Bir köşeye istiflenmiş hazır yatakların arkasında bir iz, mesela bir mihrap aramak beyhude… Dükkânla ilgilenen İbrahim Akyıldız, “Döşeklerin arkasında kaldı herhâlde.” diyor. “Bilsem, saklamam, her şeyi anlatacağım.” 18 yaşındaki İbrahim, mescidin hikâyesini çok dinlemiş büyüklerinden: “İsmet İnönü zamanında bir polis almış burayı. Adını bilmiyorum. Babam bilirdi, hanımını tanırdı. Hiç çocukları olmamış. Onlar ölünce, mescide dedem girmiş; ama o zamanın iyi âlimlerinden birine danışarak. Adam demiş ki, ‘Sen çıkarsan, buraya içki satan biri gelecek.’ Mescidin yanındaki diğer dükkânlar öyleymiş, hatta arka tarafta hayat kadınları yaşıyormuş. Oranın yıkılmasına da dedemler ön ayak olmuşlar. 1950’den beri buradayız biz. Devlete kira ödüyoruz.” Dedesi, vaktiyle girilemeyen bir sokağı ihya ettiği ve bir mescidin çirkin işlerde kullanılmasına mâni olduğu için, mescitten bozma dükkânda gönül huzuruyla çalışan İbrahim, biraz da dert yanıyor: “Adana gibi bir yerde klima takamıyoruz, çivi çakmak bile yasak, 97 depreminde düşen taşları çimentoyla tutturduk ki aslı bozulmasın. Bırakmak istiyoruz; ama 57 yıllık müşterimiz var .” Mescidi dükkâna dönüştüren her esnaf bu kadar açık sözlü ve iyi niyetli değil tabii. Bursa’da tenekeci ve ayakkabıcı olarak kullanılan Tavukpazarı Mescidi’nin fotoğrafını çekerken dükkân sahibinin gazabından kıl payı kurtulduğumuzu söylemeliyiz. Objektifi doğrudan mescide çevirmediğimiz hâlde, dükkânın önünde oturan adam, durumdan işkillenmiş olmalı ki öfkeden titreyerek yanımıza geldi. Kayıp mescitleri araştırdığımızı açıkça söyledik, diyecek sözü yoktu, mescidin kim bilir kaçıncı sahibiydi ve nihayet o da duvara bir ‘satılık ilanı’ yapıştırmıştı.
İKİ DEFA SATILAN CAMİLER
Yağmalanan vakıf mallarından özellikle de camiler ve mescitlerden söz ediliyorsa duyabileceğimiz en güzel kelime ‘ihya’dır. Bir tür hayata döndürme operasyonudur ihya, birilerinin iş yeri, depo, ev diye kullandığı, enkazından bile para kazandığı ibadethanelerin yüzünü yeniden güldürmektir. Yapanların yıkanlardan daha fazla olduğunu görmek, hatta bir ömrünü bu işe vakfeden insanların varlığından haberdar olmak kimi sevindirmez? Urfa’da tarumar olmuş camilerin, mescitlerin ağırlığını omuzlarında hisseden adamların ilki Şeyh Müslim Hafız ve onun müridlerinden Hacı Rafii Görgün. İkisi de şimdi hayatta değil; ama adları hâlâ rahmetle yâd ediliyor. Urfa’daki 45 camiden 38’i, 1934 yılında açık artırmayla satışa çıkarıldıktan sonra neler yaşandığını, babası Hacı Rafii’nin yanından hiç ayrılmayan Dr. Münib Görgün anlatıyor: “O günlerde, dinî hassasiyeti olan büyük çoğunluk açık artırmaya katılmadı. Ancak bazı talihsiz insanlar bu ibadethaneleri yok pahasına satın alarak mülkiyetlerine geçirdi. Camiler birer birer ambara ya da eve dönüştü. Biz çocukken, o evleri bilirdik ve akşama kadar kapılarına taş atardık. İnönü devri kapanınca babam bir cami yaptırma ve yaşatma derneği kurdu ve kolları sıvadı. Camileri sahiplerinden satın alıp ibadete açabilmek için Harran ovasında çalmadığı kapı kalmadı.” Münib Görgün’e göre babası, 1962 yılında Urfa’daki ilk İmam-Hatip Lisesi’ni kurarken de kendisine küçük ‘kurşun askerler’ yetiştirmeyi hedeflemişti. Nitekim, lisenin ilk mezunlarından olan Münib Bey, babasının ihya ettiği İhlasiye Camii’nin ilk imamı olmuş. Hacı Rafii’nin bıraktığı bayrağı, yardımcısı Abdülkadir Özen taşıyor bugün. O günlerde ne tür sıkıntılar yaşandığını bir de Abdülkadir amcadan dinleyelim: “Siverekli Camii iki parça hâlinde satılmıştı. Avluyu alan Hacı Ali Eren, tapuyu bize teslim etti; ancak camiyi kurtarmak için sahiplerinin peşinde çok dolaştık. Hem ev hem de ahır olarak kullanıyorlardı. Sonradan başlarına bir perişanlık geldi de satmak zorunda kaldılar. Allah kendilerine mağfiret ede, cami şimdi ibadete açık, adını da Hz. Abbas koyduk. Kudbettin Camii de şahıs elindeydi. İçindeki adam, ölünceye kadar oturmak şartıyla bağışladı camiyi.” Kardeşler ve Kanberiye camilerini de satın alıp yeniden ibadete açan ‘ihya ekibi’ nin işi henüz bitmiş değil. Önce otel olup sonra yola giden Sahıbiye Tekkesi için artık çok geç; ama hâlen ev olarak kullanılan Hindiye Tekkesi’nin mescidi kurtarılmayı bekliyor.
Urfa’da satılan camiler birer birer yeniden satın alınırken Bursalılar boş durmuyordu. Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nun başkanlığını yapan Rahmetli Kazım Baykal, 1950’lerden başlayarak birçok eserin yaşaması için gayret gösteren bir isim. Uzun süre ambar olarak kullanılan ve 1963 yılında sahibinden satın alınarak ibadete açılan Sırmakeş Mescidi, Bursa’da kurtarılan ibadethanelerden yalnızca biri. Mescidin tapusu halen Eski Eserleri Sevenler Kurumu’nda görünüyor. Bahribaba mescidi de şahıs malıyken Diyanet’e devredilen ve yeniden ibadete açılan mescitlerden. Son yıllara kadar depo olarak kullanılan Güranlı Mescidi 1978 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce kamulaştırılarak koruma altına alınmış. Vakıflar idaresinin Bursa’da depo olmaktan kurtardığı diğer iki mescit ise Karakadı ve Veledivezirî Mescitleri. Türkiye’nin pek çok şehrinde amacı dışında kullanılırken ihya edilen camiler ve mescitler var elbette; ama biz Konya, Sivas, Antep ve Adana’da ziyaret etme imkânı bulduğumuz ‘yüzü gülen’ ibadethanelerden söz edelim. Konya İstasyon Caddesi’nde Amber Reis Mescidi’ni ararken zihnimizin bir kenarında, mescidin 1930’lara kadar önce erkek lisesi deposu sonra da aynı lisenin yatakhanesi olarak kullanıldığı bilgisi vardı. Yetmiş küsur yıl sonra nasıl bir mabetle karşılaşacağımızı bilmiyorduk; ama doğrusu şu ki, dış duvarları Kütahya çinileriyle müzeyyen ve bakımlı bir mescit değildi görmeyi beklediğimiz. Ahşap çatılı, tek minareli Amber Reis, Vakıflar İdaresi tarafından kurtarılmıştı işte ve cadde üzerinde mavi bir boncuk gibi yükseliyordu. Aynı minnettarlık hissi Adana’nın en eski mabetlerinden biri olan Akça Mescit’e kadar takip etti bizi. Kubbesi kiremit kaplı, kesme taştan inşa edilen mescidin görkemli kapısında durup son cemaat yerinde namaz kılanları izlerken müze deposu olmaktan kurtarılan bir ibadethaneyle daha karşı karşıya olduğumuzu biliyorduk. Sivas’ta da bir ‘iade-i itibar’ söz konusuydu; fakat önce yıkıp sonra yapmak suretiyle… Şeyh Çoban Türbesi’nin doğusundaki Şeyh Çoban Camii 1920’lerde yıktırıldığında mihmandarımız Kadir Üredi’nin rahmetli babası, arsaya gübre dökenlere kızarmış; “Yavrum yapmayın, burası cami yeri.” dermiş. Sivas Kalesi’nden taşınan motifli taşlarla yeniden yapılan caminin avlusunda otururken, “Camiyi bilinçli bir şekilde aynı yere yaptılar ve aynı ismi verdiler” diyor Kadir Amca.
CAMİYDİ, GAZİNO OLDU, ŞİMDİ BOŞ ARSA
Satılan camilerin İstanbul’da da bir takipçisi var. Üsküdar’daki evinin terasından otuz yıl önce bir enkazı seyreden Emin Türkeli’nin manzarasını bir minare süslüyor şimdi. Küçük İhsaniye Camii’ne ait olduğunu öğrendiği yıkıntıyı aslına uygun biçimde ihya ettikten sonra bir cami hizmetçisi olarak bulmuş kendisini. O gün bugündür de elinde çantasıyla kâh vakıflar idaresinin yolunu aşındırıyor, kâh belediyelerin. Satıldıktan sonra yıkılan ya da iş yerine çevrilen ibadethaneleri kurtarması kolay olmamış tabii; küfürler, aba altından sopa göstermeler, ölüm tehditleri… Hiçbirine de papuç bırakmamış; çünkü bir kez ölüp de kabre indirildiğini hayal ettikten sonra girişmiş bu işe zaten… “Başımda aklım, ayağımda derman, sırtımda sermayem varken bu yoldan beni kimse çeviremez.” diyor. Üsküdar’da kısa bir gezinti yapıp da hem ihya edilen mabetleri hem de işgalcilerden kurtarılan cami arsalarını görünce tehditlerin sebebini daha iyi anlıyoruz. Üsküdar merkezine, sahile, deniz manzaralı yeşil tepelere yerleşmiş işgalcileri çıkarmak büyük başarı. Kimi zaman da “Az ileride büyük bir cami varken yeni bir cami yapmak da nereden çıktı?” diyenlerin hışmına uğramış Emin Bey. Bu eleştirilere konu olan Geredeli Camii, Yeni Valide Camii’ne çok yakın evet; ama burası 1950’lerde haraç mezat satılıp da kireç ve tuğla satıcılarına peşkeş çekilmeden önce 420 yıllık bir camiydi neticede. Yine Kısıklı’dan Büyük Çamlıca’ya giderken solda tepede kalan Şeyh Selami Ali Efendi Camii’nin yeri 1968’de yazlık sinema olarak kullanılmıştı ve bir kısmı yola giden Serçe Hatun Camii Emin Türkeli buraya el atana kadar bir gecekonduydu. Bir de ‘gazino’ örneği var, bu tür hassas konuları ajite etmek için verilen esaslı bir misal gibi görünür hep, Türkiye’de neler olduğunu kimse bilmez de Balkanlar’da bıraktığımız camilerin gazinoya çevrildiği her fırsatta yazılıp çizilir. Oysa Üsküp’ten önce Üsküdar’a bakmak gerekir. Şemsipaşa yolunun hemen başlangıcındaki arsanın serencamını öğrenmek için üç ayrı fotoğrafa bakalım. Önce Balaban Mescidi, sonra gazino ve şimdilerde etrafı tellerle çevrili boş ve pek tabii ki rantçıların iştahını kabartan bir arsa… Gazinoyu epey gürültülü biçimde yıktırıp arsayı tellerle emniyet altına aldıktan sonra Balaban Mescidi’nin projesini de hazırlayan Emin Bey, mescidin ihyası için Üsküdar Belediyesi’nden cevap bekliyor. Akıbeti belirsiz iki projesi daha var; CHP lokaline dönüştükten sonra üzerine CHP logosuyla ‘altı ok’ işlenen ve sonradan yıktırılan Küçüksu Camii ve Kınalıada’ya taşımak bahanesiyle Karaköy’deki yerinden sökülüp sır olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii… Emin Türkeli yorgun değil; ama gücünün yetmediği, elinin ermediği yerler var.
ÇOK CAMİ KURTARDIM, İÇİM RAHAT
Prof. Dr. Semavi Eyice, memleketi Amasra’da dedesinin yaptırdığı Eyice Mescidi’nin satılıp içkili bir restorana dönüştürülmesine mâni olamamış; ama özellikle İstanbul’da satılmak veya yıkılmak üzere olan bazı camilere el koyarak ‘ihya ekibi’ne katılmış. Aslında bu konuda vaktiyle bir suçlamaya maruz kaldığı için biraz kırgın başlıyor konuşmaya. İddialara göre Prof. Eyice, yaklaşık kırk yıl görev yaptığı Anıtlar Yüksek Kurulu’nda iken, İstanbul’da bir caminin satılma kararına imza atmış. “Haberim yok, hatırlamıyorum.” diyor öf***le, “Öyle bir şey varsa da ben yokken olmuştur. Olmuşsa bile kurtardığım eserleri hesaba katın. O bahsettikleri yeri çok iyi bilirim. Bab-ı Ali’den çıkarken Acı Musluk Sokağı’nda Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın külliyesi vardı. Şimdi Cemal Nadir Sokağı oldu. Peyderpey satıldı orası, camiyi de yıkıp sattılar. Medreseyi yayınevleri yuttu. Giriyorsunuz bir binanın içine, bir sütun görüyorsunuz, başka bir yerde kubbe; fakat medrese eritilmiş tamamen. Camiyi ne zaman yok etmişler hatırlamıyorum, benden geçmedi o.” Yetmişli yıllarda Edirnekapı’da kurtardığı Hafız Ahmet Paşa Camii’nden söz ediyor Prof. Eyice, dört duvarı depo olarak kullanılan caminin bir kısmı caddeye katılmak, geri kalanı da öğrenci yurdu yapılmak üzereymiş. Dönemin Sakarya Valisi, “Anıtlar Kurulu karar versin de iş sürüncemede kalmasın.” diye ricacı olunca: “Beyler acele ediyorsunuz.” diye uyarmış Semavi Hoca, “Burası cami yeri, iki duvar parçası var denilen yerde dört duvar duruyor. Harap ama yok olmuş değil, hatta minaresi bile şerefeye kadar duruyor.” Vali, ‘Nasıl olur!’ diye hayret edince gidip bakmalarını tavsiye etmiş. Hikâyenin gerisini yine hocadan dinleyelim: “Vali ve yanındakiler iki arabayla gittiler, ben yerimde bekledim. Kırk beş dakika sonra vali, ‘Aman Allah’ım bir resmî müessese bunu nasıl yapar?’ diye içeri girdi. Belediye 1963 yılında satmış camiyi. Böyle bir camiyi ve medreseyi yok farz ederek arsayı parsellemiş. Medrese ve caminin ihyası için vakıflara yazılmasına ve inşaatın yapılamayacağına karar alındı.” Yıllar sonra ‘Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’ne yazmak için Hafız Ahmet Paşa Camii’ni ziyaret eden Prof. Eyice, caminin ihya edildiğini, halıların serilip, ibadete açıldığını görünce epey mutlu olmuş. Bugün vaktinin çoğunu geçirdiği evinde otururken, “Kurtardığım camiler benim için bir gönül rahatlığıdır.” diyor.
CAMİ İBADETE AÇIK, TAPUSU ŞAHIS ELİNDE
Cami satışlarının yapıldığı açık artırmalara kimler katılıyordu? İbadethaneleri gelir getirecek sıradan bir mülk gibi görenler çoğunluktaydı elbet. Dini bütün insanlar olup biteni bir köşeden kederle izliyor, satış mahallinden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyordu. Ancak açık artırmaları yakından takip edenler arasında, Döşeme Camii’ni satın alarak yok olmaktan kurtaran ve sonradan hibe eden Urfalı Buluntu Hoca gibi feraset sahipleri de vardı. Onlar, gazete ilanlarını takip ediyor, kendi şehirlerindeki camilerin satılacağı haberini alır almaz mahalleliyi topluyor, gerekli parayı tedarik edip camiyi satın almaya koşuyordu. Türkiye’deki ibadethanelerin bir kısmında işte o hayır sahiplerinin imzası var bugün. Bir de mahallesindeki caminin satıldığını iş işten geçtikten sonra öğrenen insanların acziyetini düşünün. İstanbul Kasımpaşa’daki Hacı Ferhat Paşa Camii, mahallenin muhtarı Hikmet Toksöz’e satıldığında, aynı mahallede oturan Basri Keçeci, Başbakanlığa bir dilekçe gönderir. Caminin dönemin parti üyesi olan mahalle muhtarına mahallinde ilan asılmadan satıldığını bildiren Basri Bey, “Şayet haberimiz olsaydı mahalle sakinleri olarak söz konusu bedeli ödeyebilirdik.” der. Bir muhtar cami satın alır, diğer muhtar satılan camiyi kurtarmaya çalışır. Bursa Molla Gürani Mahallesi eski muhtarı Hilmi Luş’a kulak verelim: “Mollagürani Türbesi yanındaki cami, 1965 senesinde Hacı Mahmut Efendi’nin kereste deposuydu. Bursa’nın zenginlerinden Resulzade parasını ödeyerek burayı satın almak ve yeniden cami olarak açmak istedi; ancak muvaffak olamadı. Daha sonra ben muhtarlık yaptığım 1965-66 yıllarında önderlik edeyim de komşularla para toplayıp burayı ibadete açalım istedim. Hacı Mahmut Efendi benim teklifimi de kabul etmedi. Bundan 16 sene önce mahalle halkı bir kez daha teşebbüste bulundu ve nihayet cami ibadete açıldı.” Bu talihli camilerden biri de Maraş’taki Haznedarlı Camii… Dulkadirbeyliği dönemine ait camiyi alıp ibadete açık tutan şahıs 1980’lerden sonra tapuyu Diyanet Teşkilatı’na hibe etmiş. Camileri kendi mülklerinde kalması kaydıyla ibadete açık tutanlar da var. Urfa’daki Damat Süleyman Paşa Camii’nin sahibi Muhammed Emin “Burası her daim cami olarak kalacaktır, evlatlarım da dindardır, yanlış bir şeye tevessül etmezler.’ diye teminat vermiş vaktiyle. Cami şimdi oğullarının elinde ve söz verildiği gibi aslî işlevine uygun kullanılıyor. Tıpkı Bursa’daki Yiğit Cedid Camii gibi… Hamdi Sami Gökçen’in eşinin mülkiyetinde, uzun yıllar depo olarak kullanılan ve 1961 yılında onarılarak ibadete açılan caminin tapusu hâlâ şahıs elinde.
Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, vakıf eserlerin vakfiye şartlarına uygun idare edilmesinde ve Fatih Sultan Mehmet’in imzasının resmî yazışmalarda hâlâ geçerli olmasında Atatürk’ün onayı olduğunu hatırlatıyor. Cami satışları, üzerinde yorum yapmak istemediği bir konu; ama kamuoyunun hiç değilse camilere en çok zarar veren iki ismi bilmesini istiyor: İsmet İnönü ve Adnan Menderes… Prof. Semavi Eyice de onu destekler mahiyette konuşuyor: “Menderes döneminde nice ibadethaneler şuursuzca yıkıldı. Adına görkemli bir türbe yapıldı; ama günahı da çoktu hani.” Cami ve mescitlerin satış kararının İnönü döneminde alındığı ve bu dönemde tasnif dışı bırakılan hayrat taşınmazın yüzde 84’ünün satıldığı biliniyor; ancak geri kalanının 1950-1972 yılları arasında elden çıkarıldığını hatırlamak gerekir. İstanbul’da geniş caddelere, meydanlara ve yeşil sahalara karışıp giden elliden fazla caminin bazısı, projeleri hiç tehdit etmediği hâlde biraz da ***fî uygulamalarla ortadan kaldırılmış. Semavi Hoca, Menderes’in açtırdığı Atatürk Bulvarı’na kurban giden iki camiden söz ediyor. “Bozdoğan kemerinden Aksaray’a inerken sağda iki küçük cami vardı. Baba Hasan Alemi ve Oruç Gazi Camileri. Baba Hasan Alemi’yi daha o zaman vakıflar kiraya vermişti. Hatta bir öğretmen oturuyordu içinde. Cadde üstünde olmamasına rağmen yıktılar onu. Oruç Gazi mamurdu, kullanılıyordu. Hiç lüzumu yokken yıkıldı o da. Bulvar açıldığında, dört tarafında servi ağaçlarıyla çok şirin bir durumu vardı, caddeden dışarıda ve biraz çukurdaydı zaten. Kimin aklına estiyse, lüzumsuz burada dediler, yıktılar.”
VAKIF MALI YİYEN İFLAH OLMAZMIŞ
Vakıf malı üzerinde oturanlar, asırlar önce edilmiş bir bedduanın tesiri altında olabilir mi? Vakıf malını değiştirene, nakledene, eksiltene ve başka bir hale getirene yönelik bedduaların en esaslısı Kanuni Sultan Süleyman’ın vakfiyesinde olmalı. Okuyanın tüylerini ürpeRecep Tayyip Erdoğann, kanını donduran cümleler… “…Böylece günahkârlar, alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Mâlik onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah’ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerinedir…” Satılık camilerin akıbetini öğrenmek için dolaştığımız her şehirde, cami satın alanların akıbetine dair hikâyeler de dinledik. Onlar muhtemelen sadece bu bedduadan değil, halk arasında dönüp dolaşan bazı veciz sözlerden, mânidar kıssalardan bîhaberdi. Vakıf malının gölgesinden bile geçmemeyi tavsiye eden ortak hafızanın dışında kalmış olmalıydılar ya da Hz. Süleyman’a atfedilen bir kıssada ‘Vakıf toprağından bir tutam alıp bacana serpersem, yuvan yıkılır’ tehdidi savuran kuşun gerçekte onların ocağını söndürdüğünü hiç fark etmemişlerdi. Maraşlı sanat tarihçisi Mehmet Özkarcı, Niğde’de bir mescit arayıp da bulamayınca şehir halkı, kalenin doğu eteğini işaret etmiş. Ahşap tavanlı, kalem işiyle süslü Eskiciler Mescidi’ni kim bilir kaç yıldır başı secdeye varan insanların uzağında, kömür tozlarıyla kararmış bulunca çok üzülmüş Özkarcı ve sahibini burayı yeniden ibadete açması için ikna etmeye çalışmış. “Niğde’nin en büyük kuyumcularından biriydi. Babası 1940’larda satın almış mescidi. Uygun bir üslupla ikaz ettim, buranın mülkiyetine ihtiyacı olmadığını, Diyanet teşkilatına devrederse çok büyük sevap kazanacağını söyledim; ama yuvarlak laflarla geçiştirdi beni.” 1994 yılındaki bu karşılaşma altı yıl sonra Mehmet Bey yeniden Niğde’ye gittiğinde bakın nasıl değişmiş: “Mescidin son hâlini görmek, yeni fotoğraflarını çekmek istedim. Yine kapalıydı. Adamı bulup kapıyı açmasını rica edecektim; ama kuyumcu dükkânında başkaları vardı. Meğer mescidin sahibi maddi sıkıntıya düşüp kuyumcuyu satmış. Küçük bir gümüşçü dükkânında buldum onu. Fotoğraf için hemen izin verdi, sesinde, edasında mahcubiyet vardı. Sanırım benim sözlerimi hatırlamıştı.” Urfa’da cami satın almasıyla meşhur olmuş ‘Üç Osmanlar’dan söz ediliyor. Şimdiki neslin bilmediği bu ifade, dinden diyanetten uzaklığın sembolü gibi olmuş neredeyse. ‘Allah onları affetsin’ duasıyla birlikte anılıyor isimleri. Abdülkadir Özen, “Allah bazı insanların gözlerini âmâ etmiş, kalplerini mühürlemiştir.” diye özetliyor durumu. Peki kimdi bu ‘Üç Osmanlar’ ve akıbetleri ne olmuştu? Abdülkadir amcadan dinleyelim: “Narıncı Camii’ni Antepli Osman alıp ambar yapmıştı. Peşine düştük; ama rızasıyla değil de mecburiyetten sattı camiyi bize. Osman Öncel keza, maddi sıkıntıya düşüp de verdi elindeki camiyi. Osman Çadırcı’nın oğlunu bir akrabaları vurdu. Hasan Paşa Camii’nin medresesini otel yapan Köse Sait de bizi terslemişti; ama onun otelinde bir Çinli kadın turist öldürüldü. Vakıf yerine oturup da iflah olan görülmemiştir. Ne demişler; ‘Hak sillesinin sedası yoktur, bir vurdu mu devası yoktur.”
KURŞUNLU MESCİT’TEN GERİYE KALAN
Edirne’de korunmuş ve satılmış bütün cami ve mescitlerin isimlerinin yer aldığı listeyi, Edirneli tarihçi Rıfkı Melül Meriç’in 1963 yılında yayımlanan ‘Türk Sanatı Tarihi’ adlı kitabından okuyoruz. Satılan 100’ün üzerinde cami ve mescitten pek azı ihya edildiği için ibadethanelere ait listeyi okuyan Mustafa Hatipler, ‘Şimdi yok’ diyebiliyor sadece. Kitap, koca bir başkentin yok oluşuna yakılmış bir ağıt gibi duruyor. Şeyh Şücaettin Camii ve yine onunla aynı kaderi paylaşan Kurşunlu Mescidi (solda) zamana direnen yarım minareleriyle yok oluşu belgeliyor.
CAMİ YIKILDI, YOL GENİŞLEMEDİ
Adana’da kentin göbeğinde, camisi, medresesi, kütüphanesiyle görkemli bir külliye düşünün. 1650’lerde Cafer Paşa yaptırmış, 1950’de cadde genişleyecek bahanesiyle yıkılmış. Ne var ki, arsa hâlâ boş, külliye yıkıldığı ile kalmış. Şehrin anıtsal yapısının yerinde şimdi çömlekçi var.
CAMİLERİN YARISI SATILDI
Dr. Nazif Öztürk, Evkaf Umum Müdürü’nün Başvekalete yazdığı 28.1.1937 tarih ve 201537/10 sayılı yazıya dayanarak, ülke genelinde mevcut camilerin yüzde ellisinin tasnife tabi tutulduğunu yani ibadethanelerin yüzde elli oranında azaltıldığını söylüyor. Hayrat Kütük Defteri incelendiğinde 1926 ile 1972 arasında 494 cami arsası, 722 mescit arsası, 598 cami ve 995 mescit satıldığı görülüyor. Hayrat satışının en az olduğu şehir bir mescit ile Yozgat, en fazla olduğu şehir ise 386 eserle İstanbul. Ülke genelinde kadro haricine çıkartılan 914 camiden 81’inin satıldığı İstanbul’u 209 satışla Bursa ve 208 satışla Aydın izliyor. İlk satılan mescitler Sivas ve İzmir’de ve ilk satılan camilerden biri yine Sivas’ta. Ağrı, Artvin, Batman, Bilecik, Bingöl, Hakkari, Kırıkkale, Şırnak, Uşak ve Van’da ise hayrat satışına rastlanmamış.
URFA'DA MIRINE HOCA
Urfa'da 1940'lı yıllarda Camiler bir bir satılmış. Bir çok kişi camileri alıp vakfetmiş. Fakat alınamayan bir çok camide Urfa'da ev veya işyeri olarak satın alınmış. Son yıllarda Şanlıurfanın önde gelen alimlerinden Hacı Refik Hoca (Görgün), satılan camilerin alınmasında öncülük eden ender kişilerdendi. En son Kunduracı pazarındaki ve Kamberiye mahallesindeki cami tekrar Cami olarak düzeltilmişti. İnönü döneminde imamlık yapan Urfalı Mırıne hoca, Tuzeken camiini satın almaya gelen 2 kadının konuşmasına şahit olmuş. Kadınlar kendi aralarında "Şurayı mutfak yaparız, Burayı kiler yaparız. " diye konuşurken, Mırıne hoca "Peki ya bu minareyi nerenize sokacaksınız?" diye anlamlı tepkisi Urfa'da dilden dile anlatılır.Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
Emeğimin karşılığı haricinde cebime para girmezken, onların ÇALIK'a para kazansın diye kredi muslukları sonunda kadar açılıyor, oraya akandan NEMA lanlar kim. Bu türdekiler ile işim olmaz
AKP veya CHP ... farketmez
Dediğim gibi partizanlığım yoktur, ama sen iflah olmaz derecede AKP yandaşısın. KARA'ya AK diyecek kadarda fanatik kişiliklersiniz.Son düzenleme NicK-EL; 18-09-2008, 14:52.Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
senin savunmak için içi boş sayfaları doldurduğun o partide ve CHP'de umurumda değil. Benim umurumda olan bu ülkenin çıkarıdır.
Emeğimin karşılığı haricinde cebime para girmezken, onların ÇALIK'a para kazansın diye kredi muslukları sonunda kadar açılıyor, oraya akandan NEMA lanlar kim. Bu türdekiler ile işim olmaz
AKP veya CHP ... farketmez
Dediğim gibi partizanlığım yoktur, ama sen iflah olmaz derecede AKP yandaşısın. KARA'ya AK diyecek kadarda fanatik kişiliklersiniz.Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
senin savunmak için içi boş sayfaları doldurduğun o partide ve CHP'de umurumda değil. Benim umurumda olan bu ülkenin çıkarıdır.
Emeğimin karşılığı haricinde cebime para girmezken, onların ÇALIK'a para kazansın diye kredi muslukları sonunda kadar açılıyor, oraya akandan NEMA lanlar kim. Bu türdekiler ile işim olmaz
AKP veya CHP ... farketmez
Dediğim gibi partizanlığım yoktur, ama sen iflah olmaz derecede AKP yandaşısın. KARA'ya AK diyecek kadarda fanatik kişiliklersiniz.Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
AMA SENİN VE YANDAŞI OLDUKLARIN KADAR AÇ DEÐİLİM.
SİZİN NEMALANDIKLARINIZDAN BANA GELECEK OLANIN HAYRINI GÖREMEM, AÇ KALIRIM SİZİN MAMALARINIZDAN KABUL ETMEM
:4_1_72::4_1_72::4_1_72:Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
:4_1_72::4_1_72::4_1_72:
bu ülkenin çıkarı sana kaldıysa devletin başına ozaman sen geç , çocuk oyuncağımı zannediyorsun bu ül***i yönetmek.Yorum
-
Konu: Erdoğan - Doğan kavgası tam gaz devam ediyor
Güzel kardeşim partizanlıkla işim yok diyorsun .peki söylermisin bu ülkenin sorunlarını başka hangi araçla çözmeyi düşünüyorsun. anladığım kadarıyla hiç bir partiye gönüllü değilsin. o zaman söyle bize nası çözelim bu ülkenin sorunlarını. partiler olmassa geriye tek bir şey kalıyor oda ordu . ordumu başa geçsin bunu istermisin. ya da varsa bir çözümün söyle . sence bu ül***i bu karanlık günlerinden (size göre karanlık) kim kurtarabilir. Atatürk'te çıkıp yeniden ül***i kurtaramıyacağına göre kim kurtaracak . acaba nick-el mi kurtaracak ya da söyle bir kurtarıcı lütfen. yoksa neo mu kurtaracak :D
Bu ülkenin sorunları körü körüne partizanlıkla çözülmez. Doğrularına doğru diyebiliyorsunuz, ama yanlışlarına yanlış diyemiyorsunuz.
YANLIŞ YANLIŞTIR, bunun AKP si veya CHP si yok, yanlış yapana yaptığı yanlışı dile getireceksin.
Ben OYUM ile bunu dillendirebilen bir vatandaşım ve OYUM'un AKP olmayacağınada eminim.
Senin bu yaptıkların partizanlık ve şaklabanlıktır.
ancak senin gibiler NEO'lu meo'lu laflar ile işi şaklabanlığa vurur, günü kurtarmak size yeter.Yorum
Yorum