Tüm dünya iklim değişikliğinin büyüyen tehdidiyle, petrol rezervlerinin kontrolü kaynaklı politik gerilimler ve nükleer silahların hızlı artışının büyümekte olan hayaletiyle tanımlanan bir “enerji” yol ayrımına geldi.
Gelecek onlarca yıllarda yaşayacak herkesin hayatını etkileyecek tercihlerin bugün yapılması gerekiyor. Artan sayıda hükümet ve politikacılar sera gazı salımlarının azaltılması veya petrole alternatif olacak enerji kaynaklarının güvenceye alınması sebepleriyle bir "nükleer rönesanstan" bahsediyorlar. Bizden istenen, iklim değişikliği veya gelecekteki kaynak savaşlarından sakınmak için; nükleer teknolojinin belli tehlikelerini, uzun ömürlü radyoaktif atıklarının kalıntılarını, şimdi bile var olan feci nükleer kazaları, tehlikeli radyoaktif maddelerin tehlikeli taşımacılığını ve zayıf bir ekonomik rotayı kabul etmemiz. Bizden, nükleer gücün barışçıl olabileceğine ve nükleer silahların hızlı artışının yarattığı tehdidin kontrol altına alınabileceğine inanmamız isteniyor. Faust tarzı bu pazarlık kabul edilemez.
Başka bir yol daha var, fosil yakıtların kullanımını ciddi biçimde düşürüp, nükleer enerjiye ihtiyaç duymaksızın, tehlikesiz yenilenebilir enerji kaynaklarını temel alan enerji sistemlerine geçiş yapabiliriz.
Aslında, enerji verimliliği uygulamalarının olağanüstü potansiyelinden faydalanılması ve güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir enerji teknolojileri, ekonomik ilerlemeye etki etmeksizin enerji talebini büyük ölçüde azaltacaktır. Bu sayede, yenilenebilir enerji, küresel birincil enerji ihtiyacının yaklaşık %50’sini karşılayabilir.
Tehli***e hiç de yabancı olmayan Orta Doğu’da yukarıdaki faktörlerin hepsi tamamlandı. Orta Doğu nesiller boyu, silahlı çatışmaların yakın tehditiyle karşı karşıyaydı. Şimdi bölgesel gelişmelerin gerilimleri daha da kötü hale getirmesiyle yeni bir tehditle karşı karşıya: bölge nükleer yarışa doğru hızla sürükleniyor.
İronik olan ise, 20. yüzyılda silahlanma yarışının merkezindeki bu teknolojinin şimdi kendini Orta Doğu’da gücün yeni simgesi olarak bulması. Bir yandan nükleer teknolojinin kontrol altına alınması ve azaltılması Soğuk Savaş’ı sonlandırmışken, şimdilerde nükleer yöntemlerle - Karşılıklı Kesinleşmiş Yıkım’ın (MAD – Mutually Assured Destruction) bölge genelinde kabul edilmesi - Orta Doğu’da her ülkenin “güvenliğini” garantiye almanın yolu olarak görülüyor Dünyanın geri kalanının korkmaya başladığı nükleer teknoloji kalıntıları şimdi dünyanın bu atıklardan en çok korkması gereken bölgesinde, yeni nesilleri tehdit ediyor.
Bugün Orta Doğu gerçek ve “sanal” olarak nükleer yayılmanın eşiğinde. Onlarca yıldır süren sıkıntılı uzlaşma süreci İsrail’in belirsizlik politikasınca domine edilmişti. Şimdilerde ise İran’ın nükleer enerji programı ön plana çıkmış görünüyor. İran’ın hedefi barışçıl olsun ya da olmasın, nükleer teknolojinin getirdiği korku ve endişe kimsenin kazanamayacağı bir silahlanma yarışının tetiklenmesine neden olabilir.
Türkiye, Mısır, Körfez İşbirliği Konseyi, Tunus ve Yemen, hepsi birden çalışmalarının başlamakta olduğunu ve karşı konulmaz şekilde nükleer yola girdiklerini ilan ettiler. Bu tutum güç için, elbette, çünkü nükleerde barışçıl hiçbir yan yok. Her yeni araştırma ve her yeni nükleer adımla beraber, güvensizlik keskinleşiyor ve zaten kuşkuculuğa eğilimli bölgede güvensizliği arttırıyor.
Greenpeace nükleer çağın hem içinde doğmuştur hem de bir ürünüdür. Greenpeace’in 1971’deki ABD’nin Amchitka’daki nükleer testlerine karşı başlattığı yolculuğu, nükleer teknolojinin insanlığın en büyük hatalarından biri olduğu inancıyla güçlenmişti. Barışçıl enerjinin bir atomu parçalamadan sağlandığı bir bölgenin ve dünyanın gelişimine yardımcı olabilmemiz için nükleer büyümeye karşı duruşa –ve gerçek barışçıl enerjilere- şimdi her zamankinden çok ihtiyaç var.
Orta Doğu’nun büyük petrol rezervleri hem bir kutsama hem de bir lanet. Ama bölge aynı zamanda tüm halkına enerji sağlayabilecek kadar fazla bulunan, yenilenebilir ve barışçıl enerji kaynaklarının ***fini çıkarabilir.
Orta Doğu’daki ülkeler doğanın rüzgarlarının ve güneşinin cömertliğini kullanarak, nükleer şaşkınlığa hiç bulaşmadan enerji ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Ölümcül radyoaktif atıkların kesin artışı ya da nükleer silahların hızlı artış ihtimali olmaksızın sürdürülebilir bir gelecek yaratma seçeneği mevcut. Daha çok nükleer enerji ithal ederek herkesin güvenliğini tehdit etmek yerine, zaten elimizde olan enerjileri kullanarak herkesin güvenliğini arttırma seçeneği elimizde.
Orta Doğu için daha aydınlık bir gelecek mümkün. Oraya ulaşmanın yolu, tüm nükleer teknolojileri bölge genelinde reddeden “Nükleersiz Orta Doğu” anlaşması yapmak.
Gelecek onlarca yıllarda yaşayacak herkesin hayatını etkileyecek tercihlerin bugün yapılması gerekiyor. Artan sayıda hükümet ve politikacılar sera gazı salımlarının azaltılması veya petrole alternatif olacak enerji kaynaklarının güvenceye alınması sebepleriyle bir "nükleer rönesanstan" bahsediyorlar. Bizden istenen, iklim değişikliği veya gelecekteki kaynak savaşlarından sakınmak için; nükleer teknolojinin belli tehlikelerini, uzun ömürlü radyoaktif atıklarının kalıntılarını, şimdi bile var olan feci nükleer kazaları, tehlikeli radyoaktif maddelerin tehlikeli taşımacılığını ve zayıf bir ekonomik rotayı kabul etmemiz. Bizden, nükleer gücün barışçıl olabileceğine ve nükleer silahların hızlı artışının yarattığı tehdidin kontrol altına alınabileceğine inanmamız isteniyor. Faust tarzı bu pazarlık kabul edilemez.
Başka bir yol daha var, fosil yakıtların kullanımını ciddi biçimde düşürüp, nükleer enerjiye ihtiyaç duymaksızın, tehlikesiz yenilenebilir enerji kaynaklarını temel alan enerji sistemlerine geçiş yapabiliriz.
Aslında, enerji verimliliği uygulamalarının olağanüstü potansiyelinden faydalanılması ve güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir enerji teknolojileri, ekonomik ilerlemeye etki etmeksizin enerji talebini büyük ölçüde azaltacaktır. Bu sayede, yenilenebilir enerji, küresel birincil enerji ihtiyacının yaklaşık %50’sini karşılayabilir.
Tehli***e hiç de yabancı olmayan Orta Doğu’da yukarıdaki faktörlerin hepsi tamamlandı. Orta Doğu nesiller boyu, silahlı çatışmaların yakın tehditiyle karşı karşıyaydı. Şimdi bölgesel gelişmelerin gerilimleri daha da kötü hale getirmesiyle yeni bir tehditle karşı karşıya: bölge nükleer yarışa doğru hızla sürükleniyor.
İronik olan ise, 20. yüzyılda silahlanma yarışının merkezindeki bu teknolojinin şimdi kendini Orta Doğu’da gücün yeni simgesi olarak bulması. Bir yandan nükleer teknolojinin kontrol altına alınması ve azaltılması Soğuk Savaş’ı sonlandırmışken, şimdilerde nükleer yöntemlerle - Karşılıklı Kesinleşmiş Yıkım’ın (MAD – Mutually Assured Destruction) bölge genelinde kabul edilmesi - Orta Doğu’da her ülkenin “güvenliğini” garantiye almanın yolu olarak görülüyor Dünyanın geri kalanının korkmaya başladığı nükleer teknoloji kalıntıları şimdi dünyanın bu atıklardan en çok korkması gereken bölgesinde, yeni nesilleri tehdit ediyor.
Bugün Orta Doğu gerçek ve “sanal” olarak nükleer yayılmanın eşiğinde. Onlarca yıldır süren sıkıntılı uzlaşma süreci İsrail’in belirsizlik politikasınca domine edilmişti. Şimdilerde ise İran’ın nükleer enerji programı ön plana çıkmış görünüyor. İran’ın hedefi barışçıl olsun ya da olmasın, nükleer teknolojinin getirdiği korku ve endişe kimsenin kazanamayacağı bir silahlanma yarışının tetiklenmesine neden olabilir.
Türkiye, Mısır, Körfez İşbirliği Konseyi, Tunus ve Yemen, hepsi birden çalışmalarının başlamakta olduğunu ve karşı konulmaz şekilde nükleer yola girdiklerini ilan ettiler. Bu tutum güç için, elbette, çünkü nükleerde barışçıl hiçbir yan yok. Her yeni araştırma ve her yeni nükleer adımla beraber, güvensizlik keskinleşiyor ve zaten kuşkuculuğa eğilimli bölgede güvensizliği arttırıyor.
Greenpeace nükleer çağın hem içinde doğmuştur hem de bir ürünüdür. Greenpeace’in 1971’deki ABD’nin Amchitka’daki nükleer testlerine karşı başlattığı yolculuğu, nükleer teknolojinin insanlığın en büyük hatalarından biri olduğu inancıyla güçlenmişti. Barışçıl enerjinin bir atomu parçalamadan sağlandığı bir bölgenin ve dünyanın gelişimine yardımcı olabilmemiz için nükleer büyümeye karşı duruşa –ve gerçek barışçıl enerjilere- şimdi her zamankinden çok ihtiyaç var.
Orta Doğu’nun büyük petrol rezervleri hem bir kutsama hem de bir lanet. Ama bölge aynı zamanda tüm halkına enerji sağlayabilecek kadar fazla bulunan, yenilenebilir ve barışçıl enerji kaynaklarının ***fini çıkarabilir.
Orta Doğu’daki ülkeler doğanın rüzgarlarının ve güneşinin cömertliğini kullanarak, nükleer şaşkınlığa hiç bulaşmadan enerji ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Ölümcül radyoaktif atıkların kesin artışı ya da nükleer silahların hızlı artış ihtimali olmaksızın sürdürülebilir bir gelecek yaratma seçeneği mevcut. Daha çok nükleer enerji ithal ederek herkesin güvenliğini tehdit etmek yerine, zaten elimizde olan enerjileri kullanarak herkesin güvenliğini arttırma seçeneği elimizde.
Orta Doğu için daha aydınlık bir gelecek mümkün. Oraya ulaşmanın yolu, tüm nükleer teknolojileri bölge genelinde reddeden “Nükleersiz Orta Doğu” anlaşması yapmak.
Yorum