Bağımlılıklarımızın en önemli bölümü benliğimize olan bağımlılıklarımızdır.
Yaşamlar boyu “Ben”, “Benim” dediğimiz sıfatlar, kalıplar, özelliklerimizle bütünleşmiş durumdayız. Bunları “Bırak” dedikleri anda neye uğradığımızı şaşırıyoruz. İşin özünde zaten var olmayan ama “var zannettiğimiz” her şeyin esiri durumundayız. Önce sahip olmaya çalışıyoruz. Onun için büyük çabalar ve mücadeleler içine giriyoruz. Sonra sahip olduğumuzda ise bir bakıyoruz ki sahip olduğumuzun esiri olmuşuz. “Ben” dediğim kimliklerimiz, “Benim” diyerek özdeşleştiklerimizin içinde kıvranmaya başlamışız.
Nihayetinde ben kararımı verdim. Benliğimi önce tanıyacaktım, sonra da ben’leri özgür bırakacaktım.
Bugüne kadar beni ben yapan sıfatlardan arınmakla başladım önce. Bana beni anlat dediklerinde kendimi nasıl anlatırdım diye düşündüm. Onlarca sıfat dizildi dilimin ucuna: "Ben çalışkanım, ben başarılıyım, ben mütevazıyim, ben güzelim, ben pratiğim, ben yardımseverim, ben becerikliyim, ben entelektüelim, ben titizim, ben temizim, ben düzenliyim, ben duygusalım, ben tutumluyum, ben sevgi doluyum, ben akıllıyım, ben güçlüyüm, ben güvenilirim, ben dürüstüm..." ve bunun gibi daha birçoğu beni tanımlardı.
İkinci aşama ise bu sıfatların bilinçaltımdaki karşılıklarını bulmak oldu.
Ben çalışkandım, tembelleri de hiç sevmezdim. Çalışkanlık özünde benim için çalışıp kazanmayı tanımlıyordu. Yani çalış, para kazan, unvan kazan. Bu kazandıklarını geleceğini güvence altına almak için kullan. Uzun lafın kısası; benim için “çalışkanlık eşittir güven”i ifade ediyordu.
Ben dürüsttüm. Yalan söyleyen ve şeffaf olmayan insanları hiç sevmezdim. İşin özünde hiç de dürüst değildim. Sadece tanımları kendi kılıfıma uydurmuştum. Arkadaşlarımın davet ettiği bir yere gitmek istemediğim zaman, beyaz yalanlardan bir paket hazırlardım. Annemi doktora götürmem gerekli, yoksa gelmeyi çok isterdim. Ne vardı ki bunda? Maksat kimseyi kırmamak değil miydi? Hâlbuki bilinçaltımda yalnız kalmaktan, dışlanmaktan korkuyordum. Eğer arkadaşımın davetine açık olarak “Hayır, bugün sizinle birlikte olmak istemiyorum” dersem, bir daha beni çağırmayabilirlerdi. . Sonrasında ise grubumuzdan dışlanırdım ve yalnız kalırdım. Yani “dürüstlük eşittir yalnızlık, dışlanma korkusu” idi.
Ben mütevaziydim. Hiç de değildim. Ailemin orta halli olması, üniversiteyi genç yaşlarımda tamamlayamamamdan doğan kompleksim, kolejlerde okuyamamış olduğumdan dolayı zayıf yabancı dilim gibi bir sürü sebepten dolayı zaten ben kendimi küçük görüyordum. Bunu da mütevazı görüntümün altında gizliyordum.
Yani “mütevazılık eşittir komplekslerim” idi.
Ben yardımseverdim. Yardım etmezsem fedakârlık yapmazsam sevilmeyeceğime o kadar inanmıştım ki, sevilmek uğruna istemediğim zamanlarda bile hep yardım eden olmuştum.
“Yardımseverlik eşittir sevgiyi dışarıda arama arzusu” idi.
Bugüne kadar ben hep sahte sıfatlarla kendimi tanımlamaktaydı m. Korkularla sarmalanmış dev yün yumağı gibiydim. Açtıkça, gerisi geliyordu.
Üçüncü aşama kendime karşı gerçekten dürüst olmaktı. Sıfatların bilinçaltındaki karşılıklarından başlayarak özüme ait olmayanlar ile vedalaşma zamanıydı.
Benim diğerlerinden daha çalışkan olmaya ihtiyacım yoktu. Çünkü benim güveni parada aramaya ihtiyacım yoktu. Para hayatımı güvence altına almak için doğru bir araç değildi. Güven benim içimdeydi. Özümdeydi. Ben güvenilir olduğumda evren de güvenilir olarak cevap verecekti bana. Ben çalışkanlığa, dolaylı olarak da para, unvan ile sağlanan güvene vedalaşmaya niyet ettim. Buradaki ayrılış da artık hiç çalışmayacağım ya da paramı bağışlayacağım anlamına gelmiyor. Sadece bunlara bağladığım duygularımı, beklentilerimi değiştirecektim.
Ben yardımseverliğe veda etmeğe niyet ettim. İçimden gelmediği hiçbir yardımı yapmamaya karar verdim. İstemeden yaptığım yardımların sonucunun da karşıdaki insana zaten uzun vadede bir hayrı olmuyordu. Bunu artık anlamıştım.
Bildiğim güzel bir sözü kendime ilke edindim. “Aç olan bir insana balık vermek yerine, balık tutmayı öğretmelisin”
Ben para sıkıntısı çeken birisine eğer içimden gelirse para yardımı yapabilirim. Bu yardımın sadece o an onun karnını doyuracağını bilirim. Eğer para sıkıntısına kalıcı bir yardım arıyorsa ona evrenin bolluk ve bereketine her an her yerde nasıl ulaşacağını anlatırım. Tabii ki tüm bunları hatırlamak istiyorsa bu adımları atabilirim. Bilinçaltındaki onu bu sıkıntıya sokan korku ve endişeleri bulmasına yardımcı olurum. Özüne ait olmayan kalıpları değiştirip sevgiye dönüştürmesini öğretirim. Onu kendi yolunda özgür bırakırım. Herkesin içinde Allah’ın olduğuna inanıyorum. Her deneyimin insanların kendi hayrına olduğunu biliyorum. Onun da bu deneyimin içinden öğreneceği bir bilişi olduğuna saygı gösteririm.
Ben yalan söylemeye veda etmeye niyet ettim. Artık gerçekten dürüst olacaktım. Herşeye rağmen. Olmak istemediğim bir yerde olmak istemediğimi açıkça söyleyecektim. Arkasında “Beni bir daha çağırmazlar, aramazlar” diye korku barındırmadan. “Beni sevmezlerse, dışlanırım” diye endişe duymadan.
Başkalarını kırmamak adına yalan söylemeye son verecektim. Beni anlamalarını beklemeyecektim.
Tüm listemi sırayla değiştiriyordum. Çok içten bir niyetti bu yaptığım. Her gün önüme yeni bir sıfatımı getiriyorlardı . Ben de bu sıfatın özüme ait olup olmadığı bilişine geçene kadar önce duruyordum. Sonrasındaysa vedalaşma anı geliyordu. Bu vedalaşmalar sırasında sevinç gözyaşları döküyordum. Vedalaşmalar genelde hüzünlü sahnelerdir. Benimse gözyaşlarım sevgi dolu oluyordu. Vedalaştıkça hafifliyordum. İçimdeki eskiler gittikçe boşlukların sevgi ile dolmasına izin veriyordum. Yüreğim kabarıyordu. İçim içime sığmıyordu.
Genişliyordum. Taşmak istiyordum.
İnançlı olmak, niyetli olmak, niyetinde kararlı olmak. Tek sermayem bunlardı. Hani yeni bir kursa başladığınızda genellikle “ön koşul” vardır. Bugün lise, üniversite kurslarına başlarken bile bir seviye sınavından geçilmekte. Sınav sonucuna göre de başlangıç sınıfınız belirlenmekte. İçini temizlemek, özünü serbest bırakmak, bağımlılıklarından kurtulmak için ise hiçbir ön koşul yoktur. Tek koşul inançla yapılan niyettir. Niyetinde kararlı kalmaktır. Kararına tutunmaktır. Tüm bunlar için ne ücret gerekir, ne seviye sınavı, ne de yetenek. Yani hepsi, hepimizde zaten vardır. Yapacağımız tek şey onların açığa çıkmasına izin vermektir.
İnanç ve kararlılık. İstemek, arzu duymak. Aslında hayatımızın her anında var oluştadırlar. Benim beni aradığım bu yolculukta kendim için yaptığım en önemli şey bugüne kadar başka konular için kullandığım kararlılık, inanç ve isteklerimi bu kez kendimi bulmaya çevirişimdir. Bugüne kadar iş hayatında, ticarette elde ettiğim başarıların tek bir kaynağı vardı; inanç, sabır, istek, kararlılık. Ve de elimde somut sonuçlarım vardı. Varmak istediğim hedefe ulaşmışlık. O zaman yapılacak tek şey vardı. İnancın ve arzunun yönünü değiştirmek. Teslimiyet rüzgarına yelken açmak. Bu esintide gemimin huzurlu süzülüşüne izin vermek. Gemiyi uzaktan izlemek. Geminin kaptanıymış gibi gözükmek ama özünde geminin rüzgârın doğası ile süzülüşünü kabul etmek. Yelkenlerin, rüzgârla birlikte değişen rotasına direnmemek.
Benliğin ne olduğunu anlama sürecimde üst benim daha da ileri gitmişti. Ben fotoğrafçılık eğitimi almıştım. İçim istediğinde doğa ve portre fotoğrafları çekiyordum. Yanımda hocam olmadan yapacağım ilk amatör çekimimde gazetede röportajı yayımlanacak bir arkadaşımın portresini çekecektim. Işığı nasıl ayarlayacaktı m? Ellerim titriyordu, makineyi titretmemem gerekiyordu. Üst benimden yardım istedim. Üst benim ise yardımıma ufak bir bilişle yetişti.
ÜST BEN: "Fotoğrafı çeken kim?" diye sordu.
BEN: "Ben."
ÜST BEN: "Sen sadece deklanşöre basmayı kabul edensin, fotoğraf olmak istediği yerde olmak istediği biçimde evrensel olarak oluşacaktır. Senin rolün ise orada olup; bu görevin aracılığını sevgi ile tamamlamak. Benim çektiğim fotoğraf fikrinden çık. Benim fotoğrafım diye sahiplenmekten özgürleş. O fotoğraf, portresi çekilen kişinin kâğıda düşen izdüşümü, sen de buna aracılığı kabul edensin. Aynı bir annenin cenini karnında taşıyarak bir ruhun bedenlenmesine aracılık etmesi gibi. Somut olarak gördüğün her şey böyledir. Onlar zaten var oldukları için oradadırlar. Sen yaptın, başardın diye değil. Sen olmasan da o yine var olacaktı. Hatırla işyerinde ne kadar başarılı olduğunu düşünüyordun. Çalışma süren boyunca kurumuna milyonlarca yeni müşteri kazandırmıştın. Ben ve benim departmanım, benim projelerim dedin. Şimdi derinlemesine bak. İnançla ve kabulle. Sen olmasan bunlar olmayacak mıydı? Yoksa sen bu oluş sırasında rolün gereği orada olmayı mı seçmiştin?
Evrende hiçbir şey tesadüfen olmuyor. Sen varsın diye de olmuyor. Benlik kalıbından sıyrıl. Oluşu tanı. Kabulü yaşa. Sen sadece görmek istediğini görebilirsin. Gördüklerine inan. Unutma ki onlar senin gördüklerin, senin inandıkların. Hiçbir şeyi mutlak doğru zannetme. O zaman diğerlerinin yaşadıklarını reddetmiş olursun. Tek bir mutlak doğrun olsun: “SEVGİ”. Her an her yerde. Koşulsuz ve tek. Herkeste olan, herkes olan. Senle beni ayırmadan bir arada tutan."
Anlamıştım. Ellerimin titremesi geçti. Ben sadece portre sahibinin iz düşümünü görüntülemek üzere deklanşöre basmayı kabule geçtim. Fotoğraf kendini oluşturacaktı. Ben sanatımı icra etmedim. Sadece fotoğrafın kendisini yaratışına izin verdim. Dokunmayı kabul ettim.
Amatör bir benin, üst beni ile birleşmesi sonrasında fotoğraf kâğıtta can buldu. Çekilen bu fotoğraf arkadaşımın verdiği röportajının yanında ünlü bir moda dergisinde yayımlandı. O günden beri o fotoğraf sayısını bilemediğim kadar değişik yerde kendini gösterdi. Dergiler, günlük gazeteler, yabancı basındaki röportajlar, kitaplar, internet siteleri… Fotoğraf o kadar beğenildi ki pozu veren kişi bile şaşırdı. İlk kez bir fotoğrafta kendini beğendiğini söyledi. Herkes memnundu. Bense sadece izleyendim. Oluşun mükemmelliğini gönül gözlerimle izledim. Teslimiyeti bir kez daha anladım.
“Bilmeliyim en iyisi olmalıyım, başarmalıyım” inançlarımın ne kadar boş ve yersiz olduğunu bir kez daha hissettim. Unuttuklarımı hatırlıyordum.
Yaşamın içinde “Benim sayemde” deyip mutlu olacağım ya da “Benim yüzümden” deyip üzüleceğim anlarda üst benimle birlikte bunu hatırlıyorum.
Artık Ben’in kanatlarının altından çıkıp evrenin sonsuzluğunda uçmaya hazırlanıyorum. Dolu ben yerine boş beni deneyimliyorum. Bomboş, yelkenleri teslimiyet rüzgârıyla dolarak yol alan olmayı seçiyorum.
Ben ben’den çıkmayı kabul ettim. Ben Evren oldum. Ben “O” oldum.
Mine Alpar-İçimdeki Yolculuk
Yaşamlar boyu “Ben”, “Benim” dediğimiz sıfatlar, kalıplar, özelliklerimizle bütünleşmiş durumdayız. Bunları “Bırak” dedikleri anda neye uğradığımızı şaşırıyoruz. İşin özünde zaten var olmayan ama “var zannettiğimiz” her şeyin esiri durumundayız. Önce sahip olmaya çalışıyoruz. Onun için büyük çabalar ve mücadeleler içine giriyoruz. Sonra sahip olduğumuzda ise bir bakıyoruz ki sahip olduğumuzun esiri olmuşuz. “Ben” dediğim kimliklerimiz, “Benim” diyerek özdeşleştiklerimizin içinde kıvranmaya başlamışız.
Nihayetinde ben kararımı verdim. Benliğimi önce tanıyacaktım, sonra da ben’leri özgür bırakacaktım.
Bugüne kadar beni ben yapan sıfatlardan arınmakla başladım önce. Bana beni anlat dediklerinde kendimi nasıl anlatırdım diye düşündüm. Onlarca sıfat dizildi dilimin ucuna: "Ben çalışkanım, ben başarılıyım, ben mütevazıyim, ben güzelim, ben pratiğim, ben yardımseverim, ben becerikliyim, ben entelektüelim, ben titizim, ben temizim, ben düzenliyim, ben duygusalım, ben tutumluyum, ben sevgi doluyum, ben akıllıyım, ben güçlüyüm, ben güvenilirim, ben dürüstüm..." ve bunun gibi daha birçoğu beni tanımlardı.
İkinci aşama ise bu sıfatların bilinçaltımdaki karşılıklarını bulmak oldu.
Ben çalışkandım, tembelleri de hiç sevmezdim. Çalışkanlık özünde benim için çalışıp kazanmayı tanımlıyordu. Yani çalış, para kazan, unvan kazan. Bu kazandıklarını geleceğini güvence altına almak için kullan. Uzun lafın kısası; benim için “çalışkanlık eşittir güven”i ifade ediyordu.
Ben dürüsttüm. Yalan söyleyen ve şeffaf olmayan insanları hiç sevmezdim. İşin özünde hiç de dürüst değildim. Sadece tanımları kendi kılıfıma uydurmuştum. Arkadaşlarımın davet ettiği bir yere gitmek istemediğim zaman, beyaz yalanlardan bir paket hazırlardım. Annemi doktora götürmem gerekli, yoksa gelmeyi çok isterdim. Ne vardı ki bunda? Maksat kimseyi kırmamak değil miydi? Hâlbuki bilinçaltımda yalnız kalmaktan, dışlanmaktan korkuyordum. Eğer arkadaşımın davetine açık olarak “Hayır, bugün sizinle birlikte olmak istemiyorum” dersem, bir daha beni çağırmayabilirlerdi. . Sonrasında ise grubumuzdan dışlanırdım ve yalnız kalırdım. Yani “dürüstlük eşittir yalnızlık, dışlanma korkusu” idi.
Ben mütevaziydim. Hiç de değildim. Ailemin orta halli olması, üniversiteyi genç yaşlarımda tamamlayamamamdan doğan kompleksim, kolejlerde okuyamamış olduğumdan dolayı zayıf yabancı dilim gibi bir sürü sebepten dolayı zaten ben kendimi küçük görüyordum. Bunu da mütevazı görüntümün altında gizliyordum.
Yani “mütevazılık eşittir komplekslerim” idi.
Ben yardımseverdim. Yardım etmezsem fedakârlık yapmazsam sevilmeyeceğime o kadar inanmıştım ki, sevilmek uğruna istemediğim zamanlarda bile hep yardım eden olmuştum.
“Yardımseverlik eşittir sevgiyi dışarıda arama arzusu” idi.
Bugüne kadar ben hep sahte sıfatlarla kendimi tanımlamaktaydı m. Korkularla sarmalanmış dev yün yumağı gibiydim. Açtıkça, gerisi geliyordu.
Üçüncü aşama kendime karşı gerçekten dürüst olmaktı. Sıfatların bilinçaltındaki karşılıklarından başlayarak özüme ait olmayanlar ile vedalaşma zamanıydı.
Benim diğerlerinden daha çalışkan olmaya ihtiyacım yoktu. Çünkü benim güveni parada aramaya ihtiyacım yoktu. Para hayatımı güvence altına almak için doğru bir araç değildi. Güven benim içimdeydi. Özümdeydi. Ben güvenilir olduğumda evren de güvenilir olarak cevap verecekti bana. Ben çalışkanlığa, dolaylı olarak da para, unvan ile sağlanan güvene vedalaşmaya niyet ettim. Buradaki ayrılış da artık hiç çalışmayacağım ya da paramı bağışlayacağım anlamına gelmiyor. Sadece bunlara bağladığım duygularımı, beklentilerimi değiştirecektim.
Ben yardımseverliğe veda etmeğe niyet ettim. İçimden gelmediği hiçbir yardımı yapmamaya karar verdim. İstemeden yaptığım yardımların sonucunun da karşıdaki insana zaten uzun vadede bir hayrı olmuyordu. Bunu artık anlamıştım.
Bildiğim güzel bir sözü kendime ilke edindim. “Aç olan bir insana balık vermek yerine, balık tutmayı öğretmelisin”
Ben para sıkıntısı çeken birisine eğer içimden gelirse para yardımı yapabilirim. Bu yardımın sadece o an onun karnını doyuracağını bilirim. Eğer para sıkıntısına kalıcı bir yardım arıyorsa ona evrenin bolluk ve bereketine her an her yerde nasıl ulaşacağını anlatırım. Tabii ki tüm bunları hatırlamak istiyorsa bu adımları atabilirim. Bilinçaltındaki onu bu sıkıntıya sokan korku ve endişeleri bulmasına yardımcı olurum. Özüne ait olmayan kalıpları değiştirip sevgiye dönüştürmesini öğretirim. Onu kendi yolunda özgür bırakırım. Herkesin içinde Allah’ın olduğuna inanıyorum. Her deneyimin insanların kendi hayrına olduğunu biliyorum. Onun da bu deneyimin içinden öğreneceği bir bilişi olduğuna saygı gösteririm.
Ben yalan söylemeye veda etmeye niyet ettim. Artık gerçekten dürüst olacaktım. Herşeye rağmen. Olmak istemediğim bir yerde olmak istemediğimi açıkça söyleyecektim. Arkasında “Beni bir daha çağırmazlar, aramazlar” diye korku barındırmadan. “Beni sevmezlerse, dışlanırım” diye endişe duymadan.
Başkalarını kırmamak adına yalan söylemeye son verecektim. Beni anlamalarını beklemeyecektim.
Tüm listemi sırayla değiştiriyordum. Çok içten bir niyetti bu yaptığım. Her gün önüme yeni bir sıfatımı getiriyorlardı . Ben de bu sıfatın özüme ait olup olmadığı bilişine geçene kadar önce duruyordum. Sonrasındaysa vedalaşma anı geliyordu. Bu vedalaşmalar sırasında sevinç gözyaşları döküyordum. Vedalaşmalar genelde hüzünlü sahnelerdir. Benimse gözyaşlarım sevgi dolu oluyordu. Vedalaştıkça hafifliyordum. İçimdeki eskiler gittikçe boşlukların sevgi ile dolmasına izin veriyordum. Yüreğim kabarıyordu. İçim içime sığmıyordu.
Genişliyordum. Taşmak istiyordum.
İnançlı olmak, niyetli olmak, niyetinde kararlı olmak. Tek sermayem bunlardı. Hani yeni bir kursa başladığınızda genellikle “ön koşul” vardır. Bugün lise, üniversite kurslarına başlarken bile bir seviye sınavından geçilmekte. Sınav sonucuna göre de başlangıç sınıfınız belirlenmekte. İçini temizlemek, özünü serbest bırakmak, bağımlılıklarından kurtulmak için ise hiçbir ön koşul yoktur. Tek koşul inançla yapılan niyettir. Niyetinde kararlı kalmaktır. Kararına tutunmaktır. Tüm bunlar için ne ücret gerekir, ne seviye sınavı, ne de yetenek. Yani hepsi, hepimizde zaten vardır. Yapacağımız tek şey onların açığa çıkmasına izin vermektir.
İnanç ve kararlılık. İstemek, arzu duymak. Aslında hayatımızın her anında var oluştadırlar. Benim beni aradığım bu yolculukta kendim için yaptığım en önemli şey bugüne kadar başka konular için kullandığım kararlılık, inanç ve isteklerimi bu kez kendimi bulmaya çevirişimdir. Bugüne kadar iş hayatında, ticarette elde ettiğim başarıların tek bir kaynağı vardı; inanç, sabır, istek, kararlılık. Ve de elimde somut sonuçlarım vardı. Varmak istediğim hedefe ulaşmışlık. O zaman yapılacak tek şey vardı. İnancın ve arzunun yönünü değiştirmek. Teslimiyet rüzgarına yelken açmak. Bu esintide gemimin huzurlu süzülüşüne izin vermek. Gemiyi uzaktan izlemek. Geminin kaptanıymış gibi gözükmek ama özünde geminin rüzgârın doğası ile süzülüşünü kabul etmek. Yelkenlerin, rüzgârla birlikte değişen rotasına direnmemek.
Benliğin ne olduğunu anlama sürecimde üst benim daha da ileri gitmişti. Ben fotoğrafçılık eğitimi almıştım. İçim istediğinde doğa ve portre fotoğrafları çekiyordum. Yanımda hocam olmadan yapacağım ilk amatör çekimimde gazetede röportajı yayımlanacak bir arkadaşımın portresini çekecektim. Işığı nasıl ayarlayacaktı m? Ellerim titriyordu, makineyi titretmemem gerekiyordu. Üst benimden yardım istedim. Üst benim ise yardımıma ufak bir bilişle yetişti.
ÜST BEN: "Fotoğrafı çeken kim?" diye sordu.
BEN: "Ben."
ÜST BEN: "Sen sadece deklanşöre basmayı kabul edensin, fotoğraf olmak istediği yerde olmak istediği biçimde evrensel olarak oluşacaktır. Senin rolün ise orada olup; bu görevin aracılığını sevgi ile tamamlamak. Benim çektiğim fotoğraf fikrinden çık. Benim fotoğrafım diye sahiplenmekten özgürleş. O fotoğraf, portresi çekilen kişinin kâğıda düşen izdüşümü, sen de buna aracılığı kabul edensin. Aynı bir annenin cenini karnında taşıyarak bir ruhun bedenlenmesine aracılık etmesi gibi. Somut olarak gördüğün her şey böyledir. Onlar zaten var oldukları için oradadırlar. Sen yaptın, başardın diye değil. Sen olmasan da o yine var olacaktı. Hatırla işyerinde ne kadar başarılı olduğunu düşünüyordun. Çalışma süren boyunca kurumuna milyonlarca yeni müşteri kazandırmıştın. Ben ve benim departmanım, benim projelerim dedin. Şimdi derinlemesine bak. İnançla ve kabulle. Sen olmasan bunlar olmayacak mıydı? Yoksa sen bu oluş sırasında rolün gereği orada olmayı mı seçmiştin?
Evrende hiçbir şey tesadüfen olmuyor. Sen varsın diye de olmuyor. Benlik kalıbından sıyrıl. Oluşu tanı. Kabulü yaşa. Sen sadece görmek istediğini görebilirsin. Gördüklerine inan. Unutma ki onlar senin gördüklerin, senin inandıkların. Hiçbir şeyi mutlak doğru zannetme. O zaman diğerlerinin yaşadıklarını reddetmiş olursun. Tek bir mutlak doğrun olsun: “SEVGİ”. Her an her yerde. Koşulsuz ve tek. Herkeste olan, herkes olan. Senle beni ayırmadan bir arada tutan."
Anlamıştım. Ellerimin titremesi geçti. Ben sadece portre sahibinin iz düşümünü görüntülemek üzere deklanşöre basmayı kabule geçtim. Fotoğraf kendini oluşturacaktı. Ben sanatımı icra etmedim. Sadece fotoğrafın kendisini yaratışına izin verdim. Dokunmayı kabul ettim.
Amatör bir benin, üst beni ile birleşmesi sonrasında fotoğraf kâğıtta can buldu. Çekilen bu fotoğraf arkadaşımın verdiği röportajının yanında ünlü bir moda dergisinde yayımlandı. O günden beri o fotoğraf sayısını bilemediğim kadar değişik yerde kendini gösterdi. Dergiler, günlük gazeteler, yabancı basındaki röportajlar, kitaplar, internet siteleri… Fotoğraf o kadar beğenildi ki pozu veren kişi bile şaşırdı. İlk kez bir fotoğrafta kendini beğendiğini söyledi. Herkes memnundu. Bense sadece izleyendim. Oluşun mükemmelliğini gönül gözlerimle izledim. Teslimiyeti bir kez daha anladım.
“Bilmeliyim en iyisi olmalıyım, başarmalıyım” inançlarımın ne kadar boş ve yersiz olduğunu bir kez daha hissettim. Unuttuklarımı hatırlıyordum.
Yaşamın içinde “Benim sayemde” deyip mutlu olacağım ya da “Benim yüzümden” deyip üzüleceğim anlarda üst benimle birlikte bunu hatırlıyorum.
Artık Ben’in kanatlarının altından çıkıp evrenin sonsuzluğunda uçmaya hazırlanıyorum. Dolu ben yerine boş beni deneyimliyorum. Bomboş, yelkenleri teslimiyet rüzgârıyla dolarak yol alan olmayı seçiyorum.
Ben ben’den çıkmayı kabul ettim. Ben Evren oldum. Ben “O” oldum.
Mine Alpar-İçimdeki Yolculuk