Yazı masalarının birinin üzerinde Napolyon'a ait bazı kitapları görünce, ''Sadece büyük bir zafer hakkında tebriklerim yerine, 'Küçük Korsikalı' hakkında bir kitapg etirmediğime'' teessüf ettim, dedim.
''- Böyle bir şey düşünmeyiniz, o beni büyük bir general olarak alâkadar eder, fakat...''
- Ben zannediyordum ki sizin ona karşı alâkanız hayranlık derecesine varır, öyle diyorlar.''
''- Ne garip bir rivayet! Tabii ben bütün büyük sevkülceyişleri tetkik ederim; fakat Sakarya'yı Austerlitz'e benzetmek büyük bir kompliman değildir. Napolyon ihtirası her şeyden öne koydu. O kendisi için döğüştü. Gaye için değil. Neticede mukadder (kaçınılmaz) olan inhidam (yüklü) geldi.''
- Muvaffakıyetten hiçbir an şüphe ettiniz mi?
''- Hayır! aslâ. Ben bütün plânı en başlangıçtan beri olduğu gibi gördüm, (hiç cephanemiz kalmadığı zamanlar bile) ve neticeyi bildim. Biz kan akmasına ve harabiyete mâni olmak için uzun zaman geciktik. Fethi Bey, son bir tedbir olmak üzere Londra'ya gitti. Çünkü biz kanla değil, mürekkeple yapılmış bir muahede istiyorduk.''
Gözüm Paşanın yazı masasının üzerinde asılı duran güzel yüzlü bir Türk hanımının portresine ilişti.
- Ne güzel bir yüz! diye haykırdım.
Paşa, göze çarpan bir gurula ''Anam'' dedi.
- Onu görmenin büyük zevkine varabilir miyim! dedim.
''- Çok hastadır. Doktorlar gece gündüz yanındadırlar. Heyhat, korkuyorum artık iyi olmayacak.''
Sonra merdivenden çıkıp hastanın dairesine gittik. Onu bir divan üzerinde yastıklara dayanıp oturuyor görünce şaştım. İlk önce onun ölüme bu kadar yakın olduğuna inanmak güçtü.
''- ''Yazık!'' dedi Mustafa Kemal, ''Onun ıstırabı benim yüzümdendir. Benim sürgün kaldığım yıllar esnasında çektiği ıstırap ve döktüğü gözyaşlarının hesabını şimdi veriyor.'' O çok söyleyemeyecek kadar meyustu (üzgündü), sesinde keder vardı.
- ''Şimdi siz de onun zaferine iştirâk edebilirsiniz,'' dedim, ''Oğlunuzla kimbilir ne kadar iftihar ediyorsunuz. Onun yaptıkları fevkalâdedir. Ben yalnız onun eserini görmüş olmak ve onunla konuşmuş olmakla iftihar ediyorum.''
Bana heyecanla teşekkür etti ve dedi ki: ''Allahın bana bu oğulu vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum.''
(Yücel Mec. Mart 1940, sayı:61)
''- Böyle bir şey düşünmeyiniz, o beni büyük bir general olarak alâkadar eder, fakat...''
- Ben zannediyordum ki sizin ona karşı alâkanız hayranlık derecesine varır, öyle diyorlar.''
''- Ne garip bir rivayet! Tabii ben bütün büyük sevkülceyişleri tetkik ederim; fakat Sakarya'yı Austerlitz'e benzetmek büyük bir kompliman değildir. Napolyon ihtirası her şeyden öne koydu. O kendisi için döğüştü. Gaye için değil. Neticede mukadder (kaçınılmaz) olan inhidam (yüklü) geldi.''
- Muvaffakıyetten hiçbir an şüphe ettiniz mi?
''- Hayır! aslâ. Ben bütün plânı en başlangıçtan beri olduğu gibi gördüm, (hiç cephanemiz kalmadığı zamanlar bile) ve neticeyi bildim. Biz kan akmasına ve harabiyete mâni olmak için uzun zaman geciktik. Fethi Bey, son bir tedbir olmak üzere Londra'ya gitti. Çünkü biz kanla değil, mürekkeple yapılmış bir muahede istiyorduk.''
Gözüm Paşanın yazı masasının üzerinde asılı duran güzel yüzlü bir Türk hanımının portresine ilişti.
- Ne güzel bir yüz! diye haykırdım.
Paşa, göze çarpan bir gurula ''Anam'' dedi.
- Onu görmenin büyük zevkine varabilir miyim! dedim.
''- Çok hastadır. Doktorlar gece gündüz yanındadırlar. Heyhat, korkuyorum artık iyi olmayacak.''
Sonra merdivenden çıkıp hastanın dairesine gittik. Onu bir divan üzerinde yastıklara dayanıp oturuyor görünce şaştım. İlk önce onun ölüme bu kadar yakın olduğuna inanmak güçtü.
''- ''Yazık!'' dedi Mustafa Kemal, ''Onun ıstırabı benim yüzümdendir. Benim sürgün kaldığım yıllar esnasında çektiği ıstırap ve döktüğü gözyaşlarının hesabını şimdi veriyor.'' O çok söyleyemeyecek kadar meyustu (üzgündü), sesinde keder vardı.
- ''Şimdi siz de onun zaferine iştirâk edebilirsiniz,'' dedim, ''Oğlunuzla kimbilir ne kadar iftihar ediyorsunuz. Onun yaptıkları fevkalâdedir. Ben yalnız onun eserini görmüş olmak ve onunla konuşmuş olmakla iftihar ediyorum.''
Bana heyecanla teşekkür etti ve dedi ki: ''Allahın bana bu oğulu vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum.''
(Yücel Mec. Mart 1940, sayı:61)