Monna Rosa / Sezai Karakoç (akrostik bir şiir)

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • Ahmet ATLI
    Member
    • 16-09-2004
    • 1171

    Monna Rosa / Sezai Karakoç (akrostik bir şiir)

    Code:
    Monna Rosa / Sezai Karakoç (akrostik bir şiir)
    Gençlik yıllarımda en sevdiğim şiirdi. Burda diğer arkadaşlarla paylaşayım dedim. Akrostik bir şiir. Ama şaire saygıdan dolayı kitabındaki gibi yazıyorum. aslında her mısranın ilk harfini birleştirdiğimizde bi isim çıkıyor.. Belki şiir hakkında anlatılanları biliyorsunuzddur. Şiiri yazan Sezai hocamız (üni yıllarında) şiirde ismi geçen kişiye okuduktan sonra intihar olayı felan yaşanmış. Bu nedenle ilk okuduğumuzda epeyi etkilenmiştik.
    Okuduktan sonra şiiri anlamaya çalışın. Aslında çok etkileyici bir şiir. ve 4 bölümden oluşuyor (sadece ilk bölüm akrostik)
    Monna Rosa / Sezai Karakoç

    I. AŞK VE ÇİLELER

    Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
    Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
    Kanadı kırık kuş merhamet ister;
    Ah, senin yüzünden kana batacak,
    Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

    Ulur aya karşı kirli çakallar,
    Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
    Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
    Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
    Ulur aya karşı kirli çakallar.

    Zeytin ağacının karanlığıdır
    Elindeki elma ile başlayan...
    Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
    Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
    Zeytin ağacının karanlığıdır.

    Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
    Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
    Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
    Işıksız ruhumu sallar da durur,
    Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

    Ellerin, ellerin ve parmakların
    Bir nar çiçeğini eziyor gibi..
    Ellerinden belli olur bir kadın.
    Denizin dibinde geziyor gibi
    Ellerin, ellerin ve parmakların.

    Açma pencereni, perdeleri çek:
    Monna Rosa, seni görmemeliyim.
    Bir bakışın ölmem için yetecek;
    Anla Monna Rosa, ben öteliyim...
    Açma pencereni, perdeleri çek.

    Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;
    Saat on ikidir, söndü lambalar.
    Uyu da turnalar gelsin rüyana,
    Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
    Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

    *

    Akşamları gelir incir kuşları,
    Konarlar bahçemin incirlerine;
    Kiminin rengi ak, kiminin sarı.
    Ah, beni vursalar bir kuş yerine!
    Akşamları gelir incir kuşları...

    Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni
    İncir kuşlarının bakışlarında.
    Hayatla doldurur bu boş yelkeni
    O masum bakışlar... Su kenarında
    Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.

    Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:
    Henüz dinlemedin benden türküler.
    Benim aşkım uymaz öyle her saza,
    En güzel şarkıyı bir kurşun söyler...
    Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

    Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
    Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
    Bir gün gözlerimin ta içine bak:
    Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
    Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

    Artık inan bana muhacir kızı,
    Dinle ve kabul et itirafımı.
    Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
    Alev alev sardı her tarafımı,
    Artık inan bana muhacir kızı.

    Altın bilezikler, o korkulu ten,
    Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
    Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
    Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;
    Altın bilezikler, o korkulu ten!

    *

    1952, İlkbahar.
    __________________
    Nice insanlar gördüm üstünde elbise yok
    Nice elbiseler gördüm içinde insan yok.
    II. ÖLÜM VE ÇERÇEVELER

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
    Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:
    Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

    *

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Gece kar yağacak sabaha kadar.
    Toprakta et, kemik çıtırtıları...
    Yarı ölüleri bir korku tutar
    Değince bir taşa kafatasları.
    -Ölüler ki yalnız tırnakları var,
    Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

    *

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
    Açıyor elini göğe bir kadın.
    Uzuyor, uzuyor, uzuyor saçları
    Uğrunda ölen güzel kızların...

    *

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    Esmer delikanlı, hatıra ve kan.
    Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları
    Sızıyor bir kapı aralığından;
    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı.

    *

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Çocuklara açar mağaraları
    Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.
    İlan-ı aşk eden dil balıkları
    Aşina suları çabuk terkeder...

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Bakıyor ateşe, küle böcekler.
    Köpekler parçalar kanaryaları
    Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
    Baykuşlar ötüyor harabelerde;
    Yanıyor lambalar, hafif ve sarı.
    Bir kaza kurşunu bulur her yerde
    Süvarisiz şaha kalkan atları...
    Bir ruhun ışığı vardır göklerde,
    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Ötüyor baykuşlar harabelerde.

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
    Bekledi arzuyla karanlıkları
    Anneler, babalar, erkek kardeşler.
    Ta içinde duyar ani bir ağrı,
    Bir hüzün şarkısı tutturur gider
    Anneler, babalar, erkek kardeşler.

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
    Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
    Bir neşe şarkısı tutturur gider

    Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;
    Kurşunlar sıkılır göklere doğru,
    Serçe yavruları yuvada titrer.

    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı...

    *

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
    İnce yelkenleri alıyor yeller.
    Titretir kalpleri ve bayrakları
    Gemiden toprağa uzanan eller.
    Lambalar yanıyor, hafif ve sarı,
    Bir yosun köküne hasret kalacak
    Gizli hazineler, su yılanları...

    İnce yelkenleri alıyor yeller;
    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
    Beyaz pelerinli hür tayfaları
    Kendine bağlıyor siyah kediler;
    Titriyor gönüller ve kara bayrak,
    Bir yosun köküne hasret kalacak
    Gemiden toprağa uzanan eller.
    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.

    *

    Bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
    Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
    Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:
    Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

    1952, Yaz
    __________________
    Nice insanlar gördüm üstünde elbise yok
    Nice elbiseler gördüm içinde insan
    III. PİŞMANLIK VE ÇİLELER

    Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
    Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
    Anne ateşin önünde perişan,
    Anne ateşin içinde hür...
    Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.

    Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
    Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
    Bin parçaya böldü beni bir divane sır,
    Sesi geliyor sesi günahkar çocukların;
    Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.

    Gönüller yanarak kavuşacaktı;
    Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,
    Onun bu ocakta yanan toprağı,
    Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı,
    Gönüller yanarak kavuşacaktı.

    Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;
    Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.

    *

    Annenin başı elleri arasında,
    Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.
    Bir fotoğraf asılıdır duvarda:
    Aynaya, geceye, maziye dönük,
    Annenin başı elleri arasında,

    Bir tüfeğin burnu havadadır,
    Ateş almak üzredir, mermisiz.
    Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
    Siz beni ne anlarsınız siz!
    Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...

    Bir saman çöpüne tutunmuş kızların
    Eteğini ben çektim.
    NEyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgarı doldurmuş,
    Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.
    Ankara'ya, çatal dağa biz zindandan gün vurmuş:
    Az kalsın yerine ben ölecektim
    Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...

    Kediler halıları parçalıyor,
    Kırmızı bir ışık düşüyor yere.
    Annenin dizinde derman yok,
    Annenin kafası iki parçadır.

    Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,
    Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere;
    Kediler halıları parçalıyor.

    Ateşte sarı gül açan saksılar,
    Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;
    Kulağıma garip sesler geliyor.
    Kuş yumurtasından çıkan insanlar
    Ahırda bir ata eğer vuruyor,
    Kulağıma garip sesler geliyor.

    Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;
    Ben Meryemin yanağındaki tüyüm.
    Beni bir azizin nefesi uçurur,
    Kalbimde Allahın elleri durur.
    Cici ayaklarım iplikle bağlı,
    Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;
    Ben bir azizin hasreti,
    Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.

    Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;
    Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...

    *

    Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
    Annenin saçları beyaz,
    Anne saçlarını yoluyor.
    Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;
    Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
    Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.

    Yaralı kuş kanadını ısıtan
    Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.
    Kadınlar sansa da yaşadığını,
    Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.
    Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.
    Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.
    Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...

    *

    Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.
    Hatıralarımı birer birer yakacağım.
    Entarimi parça parça edip
    Zehirli kirpilere bırakacağım.
    Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
    Göğsüme siyah bir gül takacağım.
    Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
    Kendimi boşluğa bırakacağım.
    Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...
    Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
    Siz beni ne anlarsınız siz!
    Artık ben gideceğim atım kişniyor;
    Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,
    Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;
    Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.

    Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;
    Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...

    1952, Güz
    __________________
    Nice insanlar gördüm üstünde elbise yok
    Nice elbiseler gördüm içinde insan yok.
    VE MONNA ROSA

    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
    Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
    Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
    Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
    Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
    Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

    Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
    Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
    Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
    Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
    Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
    Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
    Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...

    Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
    Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
    Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
    İçine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
    Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
    Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
    Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.

    Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
    Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
    Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
    Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
    Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
    Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
    Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.

    Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
    Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
    Sana da, Monna Rosa, taş bebeği bıraktık,
    Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
    Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
    Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
    Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

    Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
    Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
    Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
    İtimat edeceğim şu belalı yağmura.
    Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
    Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
    Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

    Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
    Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
    Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
    Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
    Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
    Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
    Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.

    Sana tavuskuşunun içime girdiğini
    Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
    İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu
    Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
    İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
    Bana da bir çift ak kanat kaldığını
    Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
    Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
    Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
    Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
    Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
    Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

    1952, Kış (Yılbaşı Gecesi)


    Koyu yazdığım yer şiirde en beğendiğim bölüm. Bu bölüm için ayrı bir kitap yazılabilir. Mükemmel bişey.
    Muhabbetle.......
İşlem Yapılıyor