İsrail nasıl toprak sahibi oldu?
1948'de Siyonist işgal devleti kurulduğunda Yahudi göçmenlerin sahip oldukları arazi iki milyon dönümdü. Yani tüm Filistin'in % 7'sine tekamül ediyordu. Ya şimdi?
Kudüs'ün ve Filistin topraklarının İslâm açısından taşıdığı değer ve kutsiyet dolayısıyla Medine'de kurulan İslâm devletinin kuzeye doğru sınırlarının genişlemesiyle birlikte Müslümanlar Filistin topraklarına yönelmişlerdir. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Filistin üzerine 633'te iki küçük birlik göndermiş, daha sonra 634'te Halid ibnu Velid komutasındaki İslâm ordusunun Remle yakınlarında Bizans ordusuna karşı kazandığı zaferle Kudüs dışındaki Filistin topraklarının önemli bir kısmı fethedilmiştir. Kudüs'ün fethi ise 638'de ikinci halife Hz. Ömer (r.a.) döneminde gerçekleşmiş ve Hz. Ömer (r.a.) Kudüs'ün anahtarlarını teslim aldığında oranın halkına, tam bir din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı bir eman vermiştir.
Bu fetihten sonra Kudüs ve çevresi 1099'a kadar sürekli Müslümanların hâkimiyetinde kaldı. O tarihte haçlı ordularının kırk gün süren şiddetli kuşatmaları sonunda bu kutsal belde hıristiyanların eline geçti. Haçlılar Kudüs'ü işgal ettikten sonra bir hafta süreyle şehirde katliam gerçekleştirdiler ve bu katliamda Müslümanlardan yetmiş bin kişi öldürüldü. Katliam sonucu meydana gelen kan gölünde haçlıların atlarının dizlerine kadar gömüldüğü bu katliama şahit olmuş hıristiyan kumandanların hatıralarında geçmektedir. Haçlı işgali ****en sekiz yıl sürdü. Bu işgale 1187 yılında Salahuddini Eyyubi son verdi. Yavuz Sultan Selim'in 1516'da gerçekleştirdiği Mısır seferi sonrasında Kudüs ve Filistin Osmanlı devletine bağlandı. 1918 İngiliz işgaline kadar da Osmanlı yönetiminde kaldı.
Siyonizm Hareketi ve Osmanlı'dan Filistin'i Alma Çabaları
Avrupa'da Yahudilerin belli bir toprak parçası üzerinde bir araya getirilmeleri ve bir devlete kavuşturulmaları amacıyla 1897'de örgütlü Siyonizm hareketi ortaya çıktı. Bu hareket Yahudi halkının bir araya getirileceği toprak olarak da Tevrat'ta vaat edilen Filistin'i seçti.
Siyonistler Filistin'den bir miktar toprak elde edebilmek için ilk önce Osmanlı Devleti nezdinde birtakım girişimlerde bulundular. Bu amaçla Osmanlıların bütün dış borçlarını ödemeyi taahhüt ettiler. Ancak zamanın Osmanlı padişahı II. Abdülhamid'den hiçbir yakınlık ve ilgi göremediler.
Teodor Hertzl'in hatıratında ifade edildiğine göre, Hertzl'in Sultan II. Abdülhamid'e konuyla ilgili ilk teklifi götürmesinden sonra II. Abdülhamid aracılık yapan kişiye şu cevabı vermiştir: "Eğer Bay Hertzl senin benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satamam. Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere muharebe meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir. Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım yahudiler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin'i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde otopsi yapılmasına müsaade edemem."
Osmanlı Devleti'nden bir şey koparamayan siyonistler bu kez, İngilizlerle ve diğer Batı ülkeleriyle işbirliğine gitmeyi kararlaştırdılar. Osmanlı Devleti'ni yıkmak veya zayıflatmak için her fırsatı değerlendiren Batı ülkeleri siyonistlerin kendilerine yanaşmalarını da iyi bir fırsat olarak görüp değerlendirdiler. Bunun sonucunda 1916 yılında Fransa, İngiltere ve Rusya arasında Sykes - Picot Anlaşması adı verilen bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma İslâm topraklarının Fransa, İngiltere ve Rusya arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Anlaşmanın Filistin'le ilgili maddesinde de şöyle deniyordu: "Diğer ortakların ve Mekke şerifinin muvafakati alındıktan sonra Rusya ile de istişare yapılarak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulsun."
Zamanın İngiliz dışişleri bakanı Arthur Belfur'dan adını alan ünlü Belfur deklarasyonunda da şöyle deniyordu: "Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti, Filistin'de yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır. Şurası açıkça bilinmelidir ki, haşmetli kral, Filistin'de bulunan yahudiler dışındaki milletlerin dini ve medeni haklarına zarar verecek veya yahudilerin başka herhangi bir ülkede elde ettikleri haklarını ve siyasi nüfuzlarını zedeleyecek hiçbir şey yapmayacaktır."
Bu deklarasyonun yayınlanmasından kısa bir süre sonra 1918 yılında İngilizler Filistin topraklarını işgal ettiler. İngilizlerin bu işgali gerçekleştirmeleri zamanın Mekke şerifi ve bugünkü Ürdün krallığının kurucusu Şerif Hüseyin'in yardımıyla oldu. İngilizlerin Şerif Hüseyin'le gizli ilişkiler içine girmelerinin ve kendisine birtakım vaatlerde bulunmalarının en önemli sebebi dünyada dağınık bir halde yaşayan yahudilerin devlet kurabilmeleri için gerekli şartların oluşturulması gayesiydi. 1922'de Milletler Cemiyeti'nin kararıyla Filistin, İngiltere'nin himayesine verildi.
Filistinli Müslümanlar İngiliz işgal yönetimine ve yahudi göçüne karşı değişik zamanlarda çeşitli mücadeleler verdiler. Bu doğrultuda zaman zaman ayaklanmalar gerçekleştirildi. 27 Şubat 1920 tarihinde Filistin halkından 40 bin kişilik bir topluluk Mescidi Aksa'da gösteri düzenledi. 8 Mart 1920 tarihinde ilk silahlı çatışma meydana geldi. Bu çatışmada yedi yahudi öldürüldü. Kudüs'te de Filistinlilerle yahudiler arasında çatışmalar oldu.
Yahudiler Nasıl Toprak Sahibi Oldular
İngilizlerin Filistin'i işgal etmelerinin amacı dünyanın değişik yörelerine dağılmış durumdaki Yahudileri buraya toplamak olduğundan onların göçlerini kolaylaştırdılar. Onların buralara bağlı olmalarını sağlayabilmek için de kendilerini buralardan mülk sahibi yapmaya çalıştılar. Ancak bu konuda, tarihin çarpıtılmasından ve tarihi gerçeklerin saptırılmasından kaynaklanan yaygın bir kanaat bulunmaktadır. O da Filistinlilerin kendi yurtlarını kendi elleriyle Yahudilere sattıkları iddiasıdır. Oysa bu iddia tarihi gerçeklere tamamen aykırıdır.İngilizlerin Filistin'i işgal etmelerinin başlangıç döneminde Yahudiler buralara göç etmeleri için yapılan teşviklere çok fazla rağbet etmemişlerdir. İkinci olarak bu dönemde Yahudi göçmenlerin sahip oldukları toprak miktarı iddia edildiği kadar fazla değildir. Üçüncü olarak da Yahudiler elde ettikleri toprakların çok az bir kısmını ilk sahiplerinden satın almışlardır.
Yahudilerin toprak sahibi olmalarına İngiliz işgalciler sebep olmuşlardır ki onların da bu konuda başvurdukları en yaygın metot ağır vergi uygulamasıydı. İngiliz işgalciler Filistinlilerin mülklerine oldukça ağır vergiler koyuyor, bu vergileri ödeyemeyenlerin de mülklerine el koyuyor, sonra buraları ya Yahudilere bağışlıyor ya da sembolik fiyatlarla satıyorlardı. Fakat ne yazık ki Siyonistler buraları bizzat Filistinlilerden satın aldıklarını ileri sürerek dünya kamuoyunu özellikle de Müslüman kamuoyunu yanıltmışlardır.
Gerek İngiliz işgalcilerin ve gerekse işbirlikçi hainlerin bütün çabalarına rağmen, 1948'de Siyonist işgal devleti kurulduğunda Yahudi göçmenlerin sahip oldukları arazi iki milyon dönümdü. Yani tüm Filistin'in % 7'sine tekabül ediyordu. Yahudi göçmenlerin 1948'den sonra gayrimenkul edinmeleri ise tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur.
Yahudi Göçünün Seyri ve Nazi Katliamı
İngiliz işgalciler Siyonist örgütlerle tam bir işbirliği ve koordinasyon içinde hareket ediyor ve Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerini sağlamak amacıyla yoğun bir teşvik faaliyeti yürütüyorlardı. Ancak yürütülen bütün çabalara rağmen Yahudiler, özellikle de Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan ve maddi durumları iyi olanlar çağrılara rağbet etmiyorlardı. Göç edenlerin çoğunluğunu yoksul Doğu Avrupa ve Asya ülkeleri Yahudileri oluşturuyordu. Bu yüzden İngiliz işgalinden önce yerleşmiş olanlar ve doğal nüfus artışı da dâhil olmak üzere 1933 öncesinde Filistin topraklarındaki Yahudi sayısı 200 bini bulmamıştı. Ama 1933'de Avrupa'da bir Nazi fırtınası esmeye başladı. Her tarafta Hitler'in Yahudileri kitleler halinde öldürdüğü, fırınladığı söylentileri yayıldı. Bu arada Hitler'in adamları da Yahudilerden bazılarını öldürüp kamyonetlerin arkasına atarak onların yaşadığı mahallelerin sokaklarında dolaştırmaya, oraları terk etmemeleri durumunda kendilerinin sonunun da aynı olacağı tehditleri savurmaya başladılar. İşte bu olaydan sonra Yahudiler adeta çekirge sürüleri gibi Filistin topraklarına akın etmeye başladılar. Böylece 1933-45 arasında geçen 12 yıllık süre içinde bu topraklardaki Yahudi nüfus 800 bine çıktı. Bu yüzden bazı tarihçiler Hitler'in Siyonist örgütlerle işbirliği yaptığını ileri sürmüşlerdir.
Hitler'in en yakın çevresindeki adamlarından bazılarının Yahudi olduğu göz önünde bulundurulursa bu iddianın çok da basite alınmaması gerektiği anlaşılır. Ayrıca Hitler'in Yahudileri fırınladığı, kalabalık kitleler halinde öldürdüğü iddiaları da tarihi gerçeklere uymamaktadır. Çünkü Siyonist örgütlerin sürekli kullandıkları söz konusu katliamlarla ilgili olarak verdikleri rakamlar o tarihte Hitler'in tahakkümüne giren bölgelerde yaşayan Yahudilerin sayısından fazladır. Oralardaki Yahudilerin birçoğunun Filistin'e göç ettiği bazılarının da kendilerini gizleyerek yaşamaya devam ettikleri hesaba katılırsa söz konusu rakamların gerçekçi olmadığı anlaşılır. Öldürülenler de diğerlerinin Filistin topraklarına göç etmelerinin sağlanması için öldürülmüşlerdir. Siyonistlerin o topraklarda bir devlet kurmalarına imkân verecek insan potansiyeli de işte bu yolla oluşmuştur.
Terör Örgütlerinin Devlete Dönüşmesi
Siyosinstler tarafından kurulan örgütler 1947'den itibaren devletleşme sürecine girdiler. İlginçtir ki önceden ayrı ayrı örgütler ve gruplar halinde çalışan Siyonistler devletleşme sürecinde tek bir çatı altında toplandılar. Derken 1947'nin sonuna doğru "İsrail" adında bir devletin kuruluşu resmen ilan edildi. Bu devletin ilk kurucuları ve yöneticilerinin tamamı zikrettiğimiz terör örgütlerinin elebaşlarıydı.
"İsrail" adı verilen devletin kuruluşu BM tarafından 1948'de resmen onaylandı. Böylece meşru olmayan bir işgale, emperyalizmin "meşrulaştırma" mekanizması olarak çalışan BM tarafından meşruiyet kazandırılmış oldu.
1948 de kurulan İsrail Arap ülkelerinin ihanetlerinden yararlanarak 1967 de işgal altında tuttukları alanı genişletme amaçlı bir savaş başlattılar. Mısır'ın kontrolünde olan Gazze, Ürdün'ün kontrolünde olan Doğu Kudüs ve Batı Yaka İsrail'e teslim edildi. Ayrıca Suriye'nin Golan tepeleri ve Mısır'ın Sina yarımadası da israil'in eline geçti.
kaynak:Haberler.Com - Güncel Haberler, Son Dakika Haberleri
1948'de Siyonist işgal devleti kurulduğunda Yahudi göçmenlerin sahip oldukları arazi iki milyon dönümdü. Yani tüm Filistin'in % 7'sine tekamül ediyordu. Ya şimdi?
Kudüs'ün ve Filistin topraklarının İslâm açısından taşıdığı değer ve kutsiyet dolayısıyla Medine'de kurulan İslâm devletinin kuzeye doğru sınırlarının genişlemesiyle birlikte Müslümanlar Filistin topraklarına yönelmişlerdir. Hz. Ebu Bekir (r.a.) Filistin üzerine 633'te iki küçük birlik göndermiş, daha sonra 634'te Halid ibnu Velid komutasındaki İslâm ordusunun Remle yakınlarında Bizans ordusuna karşı kazandığı zaferle Kudüs dışındaki Filistin topraklarının önemli bir kısmı fethedilmiştir. Kudüs'ün fethi ise 638'de ikinci halife Hz. Ömer (r.a.) döneminde gerçekleşmiş ve Hz. Ömer (r.a.) Kudüs'ün anahtarlarını teslim aldığında oranın halkına, tam bir din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı bir eman vermiştir.
Bu fetihten sonra Kudüs ve çevresi 1099'a kadar sürekli Müslümanların hâkimiyetinde kaldı. O tarihte haçlı ordularının kırk gün süren şiddetli kuşatmaları sonunda bu kutsal belde hıristiyanların eline geçti. Haçlılar Kudüs'ü işgal ettikten sonra bir hafta süreyle şehirde katliam gerçekleştirdiler ve bu katliamda Müslümanlardan yetmiş bin kişi öldürüldü. Katliam sonucu meydana gelen kan gölünde haçlıların atlarının dizlerine kadar gömüldüğü bu katliama şahit olmuş hıristiyan kumandanların hatıralarında geçmektedir. Haçlı işgali ****en sekiz yıl sürdü. Bu işgale 1187 yılında Salahuddini Eyyubi son verdi. Yavuz Sultan Selim'in 1516'da gerçekleştirdiği Mısır seferi sonrasında Kudüs ve Filistin Osmanlı devletine bağlandı. 1918 İngiliz işgaline kadar da Osmanlı yönetiminde kaldı.
Siyonizm Hareketi ve Osmanlı'dan Filistin'i Alma Çabaları
Avrupa'da Yahudilerin belli bir toprak parçası üzerinde bir araya getirilmeleri ve bir devlete kavuşturulmaları amacıyla 1897'de örgütlü Siyonizm hareketi ortaya çıktı. Bu hareket Yahudi halkının bir araya getirileceği toprak olarak da Tevrat'ta vaat edilen Filistin'i seçti.
Siyonistler Filistin'den bir miktar toprak elde edebilmek için ilk önce Osmanlı Devleti nezdinde birtakım girişimlerde bulundular. Bu amaçla Osmanlıların bütün dış borçlarını ödemeyi taahhüt ettiler. Ancak zamanın Osmanlı padişahı II. Abdülhamid'den hiçbir yakınlık ve ilgi göremediler.
Teodor Hertzl'in hatıratında ifade edildiğine göre, Hertzl'in Sultan II. Abdülhamid'e konuyla ilgili ilk teklifi götürmesinden sonra II. Abdülhamid aracılık yapan kişiye şu cevabı vermiştir: "Eğer Bay Hertzl senin benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satamam. Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere muharebe meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir. Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım yahudiler milyarlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin'i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde otopsi yapılmasına müsaade edemem."
Osmanlı Devleti'nden bir şey koparamayan siyonistler bu kez, İngilizlerle ve diğer Batı ülkeleriyle işbirliğine gitmeyi kararlaştırdılar. Osmanlı Devleti'ni yıkmak veya zayıflatmak için her fırsatı değerlendiren Batı ülkeleri siyonistlerin kendilerine yanaşmalarını da iyi bir fırsat olarak görüp değerlendirdiler. Bunun sonucunda 1916 yılında Fransa, İngiltere ve Rusya arasında Sykes - Picot Anlaşması adı verilen bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma İslâm topraklarının Fransa, İngiltere ve Rusya arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Anlaşmanın Filistin'le ilgili maddesinde de şöyle deniyordu: "Diğer ortakların ve Mekke şerifinin muvafakati alındıktan sonra Rusya ile de istişare yapılarak bu bölgede uluslararası bir yönetim kurulsun."
Zamanın İngiliz dışişleri bakanı Arthur Belfur'dan adını alan ünlü Belfur deklarasyonunda da şöyle deniyordu: "Haşmetli İngiliz kraliyet hükümeti, Filistin'de yahudi halkı için milli bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı kolaylaştırmak için en değerli mesailerini harcayacaktır. Şurası açıkça bilinmelidir ki, haşmetli kral, Filistin'de bulunan yahudiler dışındaki milletlerin dini ve medeni haklarına zarar verecek veya yahudilerin başka herhangi bir ülkede elde ettikleri haklarını ve siyasi nüfuzlarını zedeleyecek hiçbir şey yapmayacaktır."
Bu deklarasyonun yayınlanmasından kısa bir süre sonra 1918 yılında İngilizler Filistin topraklarını işgal ettiler. İngilizlerin bu işgali gerçekleştirmeleri zamanın Mekke şerifi ve bugünkü Ürdün krallığının kurucusu Şerif Hüseyin'in yardımıyla oldu. İngilizlerin Şerif Hüseyin'le gizli ilişkiler içine girmelerinin ve kendisine birtakım vaatlerde bulunmalarının en önemli sebebi dünyada dağınık bir halde yaşayan yahudilerin devlet kurabilmeleri için gerekli şartların oluşturulması gayesiydi. 1922'de Milletler Cemiyeti'nin kararıyla Filistin, İngiltere'nin himayesine verildi.
Filistinli Müslümanlar İngiliz işgal yönetimine ve yahudi göçüne karşı değişik zamanlarda çeşitli mücadeleler verdiler. Bu doğrultuda zaman zaman ayaklanmalar gerçekleştirildi. 27 Şubat 1920 tarihinde Filistin halkından 40 bin kişilik bir topluluk Mescidi Aksa'da gösteri düzenledi. 8 Mart 1920 tarihinde ilk silahlı çatışma meydana geldi. Bu çatışmada yedi yahudi öldürüldü. Kudüs'te de Filistinlilerle yahudiler arasında çatışmalar oldu.
Yahudiler Nasıl Toprak Sahibi Oldular
İngilizlerin Filistin'i işgal etmelerinin amacı dünyanın değişik yörelerine dağılmış durumdaki Yahudileri buraya toplamak olduğundan onların göçlerini kolaylaştırdılar. Onların buralara bağlı olmalarını sağlayabilmek için de kendilerini buralardan mülk sahibi yapmaya çalıştılar. Ancak bu konuda, tarihin çarpıtılmasından ve tarihi gerçeklerin saptırılmasından kaynaklanan yaygın bir kanaat bulunmaktadır. O da Filistinlilerin kendi yurtlarını kendi elleriyle Yahudilere sattıkları iddiasıdır. Oysa bu iddia tarihi gerçeklere tamamen aykırıdır.İngilizlerin Filistin'i işgal etmelerinin başlangıç döneminde Yahudiler buralara göç etmeleri için yapılan teşviklere çok fazla rağbet etmemişlerdir. İkinci olarak bu dönemde Yahudi göçmenlerin sahip oldukları toprak miktarı iddia edildiği kadar fazla değildir. Üçüncü olarak da Yahudiler elde ettikleri toprakların çok az bir kısmını ilk sahiplerinden satın almışlardır.
Yahudilerin toprak sahibi olmalarına İngiliz işgalciler sebep olmuşlardır ki onların da bu konuda başvurdukları en yaygın metot ağır vergi uygulamasıydı. İngiliz işgalciler Filistinlilerin mülklerine oldukça ağır vergiler koyuyor, bu vergileri ödeyemeyenlerin de mülklerine el koyuyor, sonra buraları ya Yahudilere bağışlıyor ya da sembolik fiyatlarla satıyorlardı. Fakat ne yazık ki Siyonistler buraları bizzat Filistinlilerden satın aldıklarını ileri sürerek dünya kamuoyunu özellikle de Müslüman kamuoyunu yanıltmışlardır.
Gerek İngiliz işgalcilerin ve gerekse işbirlikçi hainlerin bütün çabalarına rağmen, 1948'de Siyonist işgal devleti kurulduğunda Yahudi göçmenlerin sahip oldukları arazi iki milyon dönümdü. Yani tüm Filistin'in % 7'sine tekabül ediyordu. Yahudi göçmenlerin 1948'den sonra gayrimenkul edinmeleri ise tamamen işgal, gasp ve göçe zorlama yoluyla olmuştur.
Yahudi Göçünün Seyri ve Nazi Katliamı
İngiliz işgalciler Siyonist örgütlerle tam bir işbirliği ve koordinasyon içinde hareket ediyor ve Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmelerini sağlamak amacıyla yoğun bir teşvik faaliyeti yürütüyorlardı. Ancak yürütülen bütün çabalara rağmen Yahudiler, özellikle de Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan ve maddi durumları iyi olanlar çağrılara rağbet etmiyorlardı. Göç edenlerin çoğunluğunu yoksul Doğu Avrupa ve Asya ülkeleri Yahudileri oluşturuyordu. Bu yüzden İngiliz işgalinden önce yerleşmiş olanlar ve doğal nüfus artışı da dâhil olmak üzere 1933 öncesinde Filistin topraklarındaki Yahudi sayısı 200 bini bulmamıştı. Ama 1933'de Avrupa'da bir Nazi fırtınası esmeye başladı. Her tarafta Hitler'in Yahudileri kitleler halinde öldürdüğü, fırınladığı söylentileri yayıldı. Bu arada Hitler'in adamları da Yahudilerden bazılarını öldürüp kamyonetlerin arkasına atarak onların yaşadığı mahallelerin sokaklarında dolaştırmaya, oraları terk etmemeleri durumunda kendilerinin sonunun da aynı olacağı tehditleri savurmaya başladılar. İşte bu olaydan sonra Yahudiler adeta çekirge sürüleri gibi Filistin topraklarına akın etmeye başladılar. Böylece 1933-45 arasında geçen 12 yıllık süre içinde bu topraklardaki Yahudi nüfus 800 bine çıktı. Bu yüzden bazı tarihçiler Hitler'in Siyonist örgütlerle işbirliği yaptığını ileri sürmüşlerdir.
Hitler'in en yakın çevresindeki adamlarından bazılarının Yahudi olduğu göz önünde bulundurulursa bu iddianın çok da basite alınmaması gerektiği anlaşılır. Ayrıca Hitler'in Yahudileri fırınladığı, kalabalık kitleler halinde öldürdüğü iddiaları da tarihi gerçeklere uymamaktadır. Çünkü Siyonist örgütlerin sürekli kullandıkları söz konusu katliamlarla ilgili olarak verdikleri rakamlar o tarihte Hitler'in tahakkümüne giren bölgelerde yaşayan Yahudilerin sayısından fazladır. Oralardaki Yahudilerin birçoğunun Filistin'e göç ettiği bazılarının da kendilerini gizleyerek yaşamaya devam ettikleri hesaba katılırsa söz konusu rakamların gerçekçi olmadığı anlaşılır. Öldürülenler de diğerlerinin Filistin topraklarına göç etmelerinin sağlanması için öldürülmüşlerdir. Siyonistlerin o topraklarda bir devlet kurmalarına imkân verecek insan potansiyeli de işte bu yolla oluşmuştur.
Terör Örgütlerinin Devlete Dönüşmesi
Siyosinstler tarafından kurulan örgütler 1947'den itibaren devletleşme sürecine girdiler. İlginçtir ki önceden ayrı ayrı örgütler ve gruplar halinde çalışan Siyonistler devletleşme sürecinde tek bir çatı altında toplandılar. Derken 1947'nin sonuna doğru "İsrail" adında bir devletin kuruluşu resmen ilan edildi. Bu devletin ilk kurucuları ve yöneticilerinin tamamı zikrettiğimiz terör örgütlerinin elebaşlarıydı.
"İsrail" adı verilen devletin kuruluşu BM tarafından 1948'de resmen onaylandı. Böylece meşru olmayan bir işgale, emperyalizmin "meşrulaştırma" mekanizması olarak çalışan BM tarafından meşruiyet kazandırılmış oldu.
1948 de kurulan İsrail Arap ülkelerinin ihanetlerinden yararlanarak 1967 de işgal altında tuttukları alanı genişletme amaçlı bir savaş başlattılar. Mısır'ın kontrolünde olan Gazze, Ürdün'ün kontrolünde olan Doğu Kudüs ve Batı Yaka İsrail'e teslim edildi. Ayrıca Suriye'nin Golan tepeleri ve Mısır'ın Sina yarımadası da israil'in eline geçti.
kaynak:Haberler.Com - Güncel Haberler, Son Dakika Haberleri