Konu: 'Tanrı kesinlikle var, inanın ve hayatı yaşayın'
GİRİŞ
Eski Yunan’da, Sokrat öncesi filozofların tabiatın aslını ve kaynağını bulma yolundaki çabaları yanında, Eflâtun’un hareketin nihaî kaynağını ruha bağlamaya çalışması ve Aristo’nun ilk sebep ve ilk hareket ettirici fikrini benimsemesiyle Tanrı’nın varlığını ispat problemi Yunan felsefesinin konuları arasında yer almaya başlamıştır. İlkçağ felsefesinde kullanılan kozmolojik kanıtlar, Kitâb-ı Mukaddes’in ulûhiyyet anlayışı ile bağlantılı olarak Yahudi ve Hıristiyan teolojilerinde de yer almıştır.[3] İslâm düşünce tarihinde de din âlimleri ve düşünürler tarafından çeşitli açılardan ele alınan Allah’ın varlığı konusu, O’nun her şeyin yaratıcısı olan ‘yetkin varlık’ oluşunu ortaya koymak için gösterilmiş olan çabaların neticesinde her dönemde güncelliğini korumuş ve özellikle kelâm âlimleri tarafından çeşitli eserler verilmiş en temel konudur.[4]
Mu’tezile Allah’ın varlığının ancak akılla bilinebileceği tezini savunmuştur. Bu konuda Nazzâm şöyle söylemiştir: “Akıllı bir insan şeriattan önce düşünce ile Allah’ın varlığını bilir”. Ebul’ Hüzeyl al-Allâf ise Allah’ın ve bütün bilgilerin ancak aklî zaruretle bilineceğini söylemiştir. İmâm Mâtürîdî’ye göre Allah’ın varlığı akılla, dinî teklif ise şeriatla bilinir. İmâm Eş’arî ise bu konuda orta bir yol tutmuştur. Ona göre mârifetullah önce akıl ile sağlanır. Sonra şeriatla da vâcip olur. [5] Ebû Hanîfe, Allah’ın varlığını ispat için hem naklî hem de aklî delillere baş vurmakla beraber, daha çok inkârcılar ve bidat ehli ile muhatap olduğu için aklî delillerin kullanımına öncelik vermiştir. Onun kullandığı aklî delillerin malzemesi Kur’an’dan, istidlâl metodu ise ilk mütekellimlerden alınmış olup çoğunlukla imkân ve hudûs delillerine yakındır. O, bu delilleri kullanırken mukaddimelerini kelâmcıların yaptığı gibi cevher ve araza değil, bedihî ve zarurî bilgilere dayandırır. Risâlelerinde şu örnekler yer alır: Akıl, dalgalı ve fırtınalı bir deniz içinde yük dolu bir geminin kaptansız olarak, doğru seyretmesini imkânsız gördüğü gibi, bu âlemin de yaratanı olmadan mevcudiyetini imkânsız görür. Akıl, ana karnından en güzel şekilde çıkan çocuğun, Allah’ın takdiri olmaksızın yıldızların ve tabiatın tesiri ile meydana geldiğini imkânsız görür. Aynı şekilde boş olan bir arsa üzerinde yapılan muhkem bir bina, onu yapan bir ustanın varlığına delâlet ettiği gibi, âlemde görülen değişiklikler de bunu yapan bir yaratıcının varlığına delalet eder. Ebû Hanife bu yaklaşımı ile burhân-iknâ yolu arasında bir metodu tercih etmiş gözükmektedir.[6]
Ebû Hanife’nin yöntemine benzer bir şekilde tabiatta gözlenen değişikliği esas alan anlatımlar, Ebü’l-Hasan el-Eş’arî’nin Tanrı’nın varlığını ispatlamak için kullandığı delillerde de görülmektedir. Eş’arî, insanın yaratılış delilini sunarken şu şekilde bir örnek vermektedir : “En mükemmel bir yaratılışa sahip olan insanı ele alalım. Ana karnında önce bir damla meni halinde bulunuyordu. Sonra bir kan pıhtısı şekline girdi, daha sonra da et, kan ve kemikten teşekkül eden bir insan oldu. Şimdi düşünelim, onun, bu merhaleleri kendiliğinden katetmiş olması mümkün müdür? Değildir. Çünkü görüyoruz ki maddî ve mânevî istidatların kemâl devresinde bile kendisi için ne göz, ne kulak, ne de her hangi bir uzuv icad edebiliyor, kemâl devresinde bunları yapmaktan âciz olan insan, ilk çocukluk gibi en zayıf ve en âciz devresinde nasıl yapsın?” Bu hakikati izah eden diğer bir misâl de şudur : “İşlenmemiş bir pamuk kendiliğinden iplik, sonra da dokunmuş kumaş haline gelebilir mi? Pamuğu alıp da, herhangi bir usta ve dokumacı olmaksızın, onun kendiliğinden iplik ve kumaş haline gelmesini bekleyen adam akıl dışı hareket etmiş olur. Yine bomboş bir araziye gidip toprağın, ustası ve yapıcısı olmadan, kendiliğinden tuğla ve bina haline gelmesini bekleyen adamın durumu da aynıdır.” [7]
Allah’ın varlığı mümkin varlık kategorilerinin (fizikî varlıklar) dışındadır. O, ne cevherdir ne de arazdır. O’nun şekli yoktur, başlangıcı ve sonu söz konusu değildir. Her an her şeyi kuşatan, gören, duyan ve bilen, yarattıklarının üzerinde güç ve söz sahibi tek varlıktır. Bu konuda Kur’an-ı Kerîm’deki şu ayet en güzel ifadeleri sunmaktadır:
Allah... O'ndan başka ilâh yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.[8]
Yaratıcı gücü inkâr etmenin zorluğu karşısında insanlar şirk yoluyla Tanrı’nın otoritesini paylaşma eğilimi göstermişlerdir. Bu noktada Kur’an-ı Kerîm’de Allah’ın varlığını ispat eden ayetlerden daha fazla, Allah’ın birliğine ve eşsiz bir varlık oluşuna, ortağı olmasının söz konusu olamayacağına ve tek Yaratıcı oluşuna vurgular yapılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın varlığının açık olduğunu belirtmek için “Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın varlığında şüphe mi var?”[9] diye buyurmakta; bununla birlikte Hz. İbrâhim’in[10] ve Hz. Îsâ’nın havarilerinin[11] kalplerinin tatmin olması için Allah’tan delil istemeleri, insanların imanlarını sağlam temellere oturtmak için delillere duydukları ihtiyaç ifade edilmektedir. Bir taraftan bakılınca Allah’ın varlığı ispata gerek duyulmayacak kadar açık bir husustur. Başka bir açıdan bakılınca ise O’nun varlığını iyice kavramak için yarattığı şeyleri ve kâinatta oluşturmuş olduğu mükemmel düzeni dikkatli bir şekilde incelemek gerekmektedir.
Ancak bu noktada belirtilmesi gereken bir husus daha vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde değişik biçimde tekrarlanan şekliyle insanların bir kısmının ne kadar mucize ve delil görürse görsün yine de inkârlarında inat ve ısrar edecekleri ve gördükleri şeyleri önemsemeyecekleri vurgulanmıştır.[12] Bu tutum ve davranışı her dönemde görmek mümkündür. Günümüzde de modern bilimsel verilerin ışığında ortaya çıkan ve teistlerin kutsal kitaplardan hareketle her zaman savundukları bir takım gerçekleri destekleyen deliller karşısında bir çok bilim adamı, düşünür ya da sıradan insan sessiz kalmakta, bazen de bu delilleri detaylıca inceleme ihtiyacı bile hissetmeden psikolojik ve felsefik bir takım tutum ve anlayışlarından dolayı bu delilleri toptan reddetmektedirler.
1. Büyük bir kudret, ilim ve hikmet eseri olan insanın yaratılışı, onun bir mucize olan vücut yapısı, uzuvlar ve fonksiyonları, vücut sistemine bağlı olarak insana lutfedilen sayısız nimetleri bildiren âyetler;
2. Yürüyeni, uçanı, sürüngeni, iki ve dört ayaklısıyla birlikte sonsuz bir kudretin eseri olan hayvanların yaratılışı ve insan hizmetine verilişini tasvir eden âyetler;
3. Bozulması ve aksaması olmayan mükemmel tabiat nizâmı içindeki yer küresi, dağlar ve denizler… Göklerin ve yerin birbiriyle âhenkli olarak gediksiz ve kusursuz yaratılışı, bunların çalışması, yerin mevsimden mevsime değişik şekillere bürünmesi, yer küresinin hayat taşıması ve insanın barınması için elverişli olması, yer küresini koruyan atmosfer, acı ve tatlı suların ve denizlerin bulunuşu… yerde ve gökte bulunan her şeyin insan emrine verilişini bildiren âyetler;
4. Bütün canlıların mayasını teşkil eden su, suyun müjdeleyicisi ve bulutların sevk edicisi olan rüzgâr, ölmüş bulunan toprağın yağmurla dirilerek muhtelif yiyecekler vermesi, insanların büyük ihtiyaçlarını gideren ateş… ve daha bir çok benzerlerinin yaratılışını ifade den ayetler.
5. Ay, güneş ve yıldızların (gezegenlerin) bağlı bulunduğu değişmez nizâmı, gündüzün insan geçimi ve gecenin de onun uyku ve istirahatı için yaratıldığını, güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin bağlı bulunduğu hassas kanunlar, bunların insanlığa ve bütün canlılara temin ettiği faydaları anlatan âyetler;
6. Yiyecek, insan ve her türlü eşya naklini emrimize âmâde kılınan gemiler, denizden çıkarılan gıdalar ve zinet eşyası;
7. İnsanın, kibir ve inat engellerini aşabildiği, gaflet perdesinden sıyrıldığı zamanlarda, başkasına değil, mutlaka Allah’a yönelmesi, O’na yalvarması. Bu, felâketlerin bastırdığı, musibetin geldiği ve insanın nâçar kaldığı andır. O zaman insan yalnız Allah’a yalvarır. Onu sadece Allah kurtarabilir.
İslâm filozofları ve kelâmcılarının Tanrı’nın varlığını ispat mevzusunda kullandıkları delillerin çoğu Kur’an âyetlerinden de destek görmektedir. Âyetlerin bir kısmı içimizdeki ve dışımızdaki varlığa, bir kısmı evrende gözlemleyebileceğimiz ve gözlemleyemeyeceğimiz bir çok hassas oluşuma, bir kısmı da bütün bu oluşumların tesadüfen oluşamayacağını ve Tanrı tarafından bilinçli ve bir amaca yönelik olarak oluşturulduğuna işaret etmektedir. Allah’ın yaratışı ve bu yaratışındaki mükemmellikleri gösteren ayetler, insanları, önce kendi yaratılışlarındaki mükemmelliğe sonrada evrendeki yaratılışların kusursuzluğuna götürmekte bunlar üzerinde düşünülmesi ve bunların nasıl meydana geldiğinin farkına varılması söylenilmektedir. Bu ayetlerin bir kısmını şu şekildedir:
Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve sûret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Azîz, Hakîmdir.[15]
Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman.[16] Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alakı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşâ ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.[17]
Biz ayetlerimizi hem (evrenin) uçsuz bucaksız ufuklarında (âfâk) hem kendi nefislerinde (enfüs) onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz O’nun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şâhid olması yetmez mi? [18]
Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için âyetler vardır. Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgârları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için âyetler vardır.[19]
Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde tarih boyunca başka hiçbir kitapta ve düşünce sisteminde ortaya konulamayacağı ve iddia edilemeyeceği kadar açık bir şekilde evrenin başlangıcı ve oluşumuna dair bir çok işaretler bulunmaktadır. Kur’an’ın indiği dönemin bilimsel ve gözlemsel açıdan ne kadar zayıf olduğu düşünüldüğünde o dönemde bu tür iddialar ile insanların dikkatlerini evrene ve oluşumuna çekiyor olması ve günümüzden yüz sene önce dahi bilinemeyen bir takım gerçekleri bin dörtyüz sene önce söylemiş olması, Kur’an’ın mûcizevîliğinin ve Allah katından geldiğinin en büyük delillerindendir. Bu âyetlerin bir kısmı şu şekildedir:
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler.[20] Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.[21]
O inkâr edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?[22] Göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.[23] ‘Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun.[24]
Güneşi bir aydınlık, ayı bir nûr kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer birer açıklamaktadır.[25]
İnkâr edenler, dediler ki: ‘Kıyamet-saati bize gelmez.’ De ki: 'Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnâsız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır.[26]
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah) ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.[27]
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah'ın sanatı (yapısı) dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdârdır.[28]
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler vardır.[29]
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten âyetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (ve derler ki ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azâbından koru!’[30]
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.[31] Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun âyetlerinden yüz çeviriyorlar.[32]
Kur’an’da bir çok konuda olduğu gibi insanların faydasına yaratılan ve hizmetine sunulmuş şeyler konusunda da çeşitli ayetler bulunmaktadır. İnsanların günlük yaşamlarında kullandıkları ve faydalandıkları canlı ve cansız bir çok araç, gereç, yaşamlarını sürdürebilmeleri için yiyip içtikleri nimetler ve bunların oluşumu ve bir çok insan için sıradan olan hayatın insan yaşamı için ne kadar mükemmel tasarlanmış olduğunu gösteren ayetler, Allah’ın insanlara verdiği nimetleri açık bir biçimde ifade etmektedir. Bu âyetlerin bir kısmı da şu şekildedir:
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar…[33] Sizin için gökten su indiren O’dur; içilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla oluşur. Allah, o suyla size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her türlü meyveyi bitirir. Elbette bunda, düşünen bir topluluk için deliller vardır. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle hizmetinize hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunlarda, aklını kullanabilen bir topluluk için deliller vardır.[34] Ölü toprak kendileri için bir âyettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.[35]
Ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler olarak gönderen O’dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik; Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.[36]
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O’nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.[37]
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşâ ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşâ eden Biz miyiz? [38]
De ki: Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyâmet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilâh kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz? De ki: Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyâmet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz?[39]
Ve hayvanları yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.[40] Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.[41]
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye! Böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifâ vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir âyet vardır. [42]
Kur’ân-ı Kerîm’in “Allah-âlem-insan” ilişkilerini belirtirken idrâkimize sunduğu ‘kozmos’ resmi bir açıdan ilâhî hikmet, rahmet, adâlet ve inâyetin mevcûdiyetini yansıtırken, diğer açıdan insanın ‘kozmos’ içindeki yeri, anlamı ve gâyesini yansıtmakta ve kozmik düzenin bir bakıma insan için düzenlendiğini vurgulamaktadır. Bunun yanı sıra insan gerek kendi varoluş hikmeti, gerekse kozmostaki varlık ve oluşların gâyesi üzerinde tefekküre dâvet edilmekte, böyle bir tefekkür ibadeti sonucunda tevhid ilkesini aklen kavrayacağı kendisine hatırlatılmaktadır.[43]
[1] M. Sait Özervarlı, Kelâm’da Yenilik Arayışları, s. 78.
[2] er-Rûm 30/30
[3] M. Sait Özervarlı, “İsbât-ı Vâcib”, DİA, XXII, 495.
[4] Allah’ın varlığı ve özellikle hudûs delilinin klasik kaynakları için bkz. M. Sait Özervarlı, Kelâm’da Yenilik Arayışları, 38. dipnot s. 78.
[5] İbrahim Agâh Çubukçu, İslâm Felsefesinde Allah’ın Varlığının Delilleri, s. 10.
[6] Beyazîzâde, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri (çev. İlyas Çelebi), s. 40-41.
[7] B. Topaloğlu, Allah’ın Varlığı, s. 76.
[8] el-Bakara 2/255
[9] İbrahim 14/10
[10] el-Bakara 2/260
[11] el-Maide 5/111-113
[12] el-Hicr 15/14-15
[13] Fethullah Han, Kur’an ve Kâinat Ayetleri (çev. Safiye Gülen-Oya Morçay), s. 191.
[14] Bekir Topaloğlu, Allah’ın Varlığı, s. 23-24.
[15] el-Haşr 59/ 24
[16] en-Necm 53/45-46
[17] el-Mü’minûn 23/14
[18] Fussilet 41/53
[19] el-Câsiye 45/3-5
[20] el-Mü’min 40/57
[21] Yûsuf 12/105
[22] el-Enbiyâ 21/30
[23] ez-Zâriyât 51/47
[24] ez-Zâriyât 51/7
[25] Yûnus 10/5
[26] Sebe 34/3
[27] el-Mülk 67/3-4
[28] en-Neml 27/88
[29] el-Bakara 2/164
[30] Âl-i İmrân 3/190-191
[31] el-Furkân 25/2
[32] el-Enbiyâ 21/32
[33] es-Secde 32/5
[34] en-Nahl 16/10
[35] Yâsîn 36/33
[36] el-Furkân 25/48-49
[37] Fâtır 35/12
[38] el-Vâkıa 56/68-72
[39] el-Kasas 28/71-72
[40] en-Nahl 16/5
[41] en-Nahl 16/66
[42] en-Nahl 16/68-69
[43] İlhan Kutluer, Akıl ve İtikad, s. 175.
GİRİŞ
I. TANRI’NIN VARLIÐI
Tanrı’nın varlığı meselesi düşünce tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Tek tanrıcı dinlerin en temel mesajı, Tanrı’nın varlığı ve O’nun mükemmel bir varlık oluşudur. Kelâm tarihinde Tanrı’nın varlığını ispata yönelik olarak, Kur’ân-ı Kerîm’e, felsefe, tasavvuf ve mütekellimlerin ilmî tecrübelerine dayanan bir çok delil geliştirilmiştir. Bu deliller, hem inananların inançlarını sağlam temellere oturtmalarını sağlamış, hem de inanmayanların şüphelerine cevap teşkil etmiştir. Allah’ın varlığını ispat konusunda İslâm âlimlerince vahiy, akıl ve keşif metodları kullanıldığı halde, kelâm ilminde daha çok aklî istidlâl metoduna yer verilmiştir. Ehl-i sünnet ile Mu’tezile arasında Allah’ın sıfatları konusunda bir takım ihtilâflar çıktığı halde, varlığının delilleri ile alakalı önemli bir ihtilâf çıkmamıştır.[1] Tanrı’nın varlığına inanan veya inanmayanların hepsinin bu delillerden hareketle inandıklarını ya da bu delillere karşı çıkarak O’nun varlığını inkâr ettiklerini söylemek elbette doğru olmaz. Bununla birlikte insanların bir çoğunun, inandıkları hususu rasyonel bir tabana oturtmak için çeşitli delillere ihtiyaç duydukları da bir gerçektir. Tanrı inancı hak olanından, sapmış ve bozulmuş olanına kadar muhtevası değişik de olsa bütün inanç sistemlerinin temelini oluşturmaktadır. İlâhi dinlerin en çok vurgu yaptığı iman esası Allah’a imandır. İslâm inancına göre Allah, insanı kendi varlığı ve birliğini bilip tanıyacak yetenekte yaratmıştır.[2]Eski Yunan’da, Sokrat öncesi filozofların tabiatın aslını ve kaynağını bulma yolundaki çabaları yanında, Eflâtun’un hareketin nihaî kaynağını ruha bağlamaya çalışması ve Aristo’nun ilk sebep ve ilk hareket ettirici fikrini benimsemesiyle Tanrı’nın varlığını ispat problemi Yunan felsefesinin konuları arasında yer almaya başlamıştır. İlkçağ felsefesinde kullanılan kozmolojik kanıtlar, Kitâb-ı Mukaddes’in ulûhiyyet anlayışı ile bağlantılı olarak Yahudi ve Hıristiyan teolojilerinde de yer almıştır.[3] İslâm düşünce tarihinde de din âlimleri ve düşünürler tarafından çeşitli açılardan ele alınan Allah’ın varlığı konusu, O’nun her şeyin yaratıcısı olan ‘yetkin varlık’ oluşunu ortaya koymak için gösterilmiş olan çabaların neticesinde her dönemde güncelliğini korumuş ve özellikle kelâm âlimleri tarafından çeşitli eserler verilmiş en temel konudur.[4]
Mu’tezile Allah’ın varlığının ancak akılla bilinebileceği tezini savunmuştur. Bu konuda Nazzâm şöyle söylemiştir: “Akıllı bir insan şeriattan önce düşünce ile Allah’ın varlığını bilir”. Ebul’ Hüzeyl al-Allâf ise Allah’ın ve bütün bilgilerin ancak aklî zaruretle bilineceğini söylemiştir. İmâm Mâtürîdî’ye göre Allah’ın varlığı akılla, dinî teklif ise şeriatla bilinir. İmâm Eş’arî ise bu konuda orta bir yol tutmuştur. Ona göre mârifetullah önce akıl ile sağlanır. Sonra şeriatla da vâcip olur. [5] Ebû Hanîfe, Allah’ın varlığını ispat için hem naklî hem de aklî delillere baş vurmakla beraber, daha çok inkârcılar ve bidat ehli ile muhatap olduğu için aklî delillerin kullanımına öncelik vermiştir. Onun kullandığı aklî delillerin malzemesi Kur’an’dan, istidlâl metodu ise ilk mütekellimlerden alınmış olup çoğunlukla imkân ve hudûs delillerine yakındır. O, bu delilleri kullanırken mukaddimelerini kelâmcıların yaptığı gibi cevher ve araza değil, bedihî ve zarurî bilgilere dayandırır. Risâlelerinde şu örnekler yer alır: Akıl, dalgalı ve fırtınalı bir deniz içinde yük dolu bir geminin kaptansız olarak, doğru seyretmesini imkânsız gördüğü gibi, bu âlemin de yaratanı olmadan mevcudiyetini imkânsız görür. Akıl, ana karnından en güzel şekilde çıkan çocuğun, Allah’ın takdiri olmaksızın yıldızların ve tabiatın tesiri ile meydana geldiğini imkânsız görür. Aynı şekilde boş olan bir arsa üzerinde yapılan muhkem bir bina, onu yapan bir ustanın varlığına delâlet ettiği gibi, âlemde görülen değişiklikler de bunu yapan bir yaratıcının varlığına delalet eder. Ebû Hanife bu yaklaşımı ile burhân-iknâ yolu arasında bir metodu tercih etmiş gözükmektedir.[6]
Ebû Hanife’nin yöntemine benzer bir şekilde tabiatta gözlenen değişikliği esas alan anlatımlar, Ebü’l-Hasan el-Eş’arî’nin Tanrı’nın varlığını ispatlamak için kullandığı delillerde de görülmektedir. Eş’arî, insanın yaratılış delilini sunarken şu şekilde bir örnek vermektedir : “En mükemmel bir yaratılışa sahip olan insanı ele alalım. Ana karnında önce bir damla meni halinde bulunuyordu. Sonra bir kan pıhtısı şekline girdi, daha sonra da et, kan ve kemikten teşekkül eden bir insan oldu. Şimdi düşünelim, onun, bu merhaleleri kendiliğinden katetmiş olması mümkün müdür? Değildir. Çünkü görüyoruz ki maddî ve mânevî istidatların kemâl devresinde bile kendisi için ne göz, ne kulak, ne de her hangi bir uzuv icad edebiliyor, kemâl devresinde bunları yapmaktan âciz olan insan, ilk çocukluk gibi en zayıf ve en âciz devresinde nasıl yapsın?” Bu hakikati izah eden diğer bir misâl de şudur : “İşlenmemiş bir pamuk kendiliğinden iplik, sonra da dokunmuş kumaş haline gelebilir mi? Pamuğu alıp da, herhangi bir usta ve dokumacı olmaksızın, onun kendiliğinden iplik ve kumaş haline gelmesini bekleyen adam akıl dışı hareket etmiş olur. Yine bomboş bir araziye gidip toprağın, ustası ve yapıcısı olmadan, kendiliğinden tuğla ve bina haline gelmesini bekleyen adamın durumu da aynıdır.” [7]
Allah’ın varlığı mümkin varlık kategorilerinin (fizikî varlıklar) dışındadır. O, ne cevherdir ne de arazdır. O’nun şekli yoktur, başlangıcı ve sonu söz konusu değildir. Her an her şeyi kuşatan, gören, duyan ve bilen, yarattıklarının üzerinde güç ve söz sahibi tek varlıktır. Bu konuda Kur’an-ı Kerîm’deki şu ayet en güzel ifadeleri sunmaktadır:
Allah... O'ndan başka ilâh yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür.[8]
Yaratıcı gücü inkâr etmenin zorluğu karşısında insanlar şirk yoluyla Tanrı’nın otoritesini paylaşma eğilimi göstermişlerdir. Bu noktada Kur’an-ı Kerîm’de Allah’ın varlığını ispat eden ayetlerden daha fazla, Allah’ın birliğine ve eşsiz bir varlık oluşuna, ortağı olmasının söz konusu olamayacağına ve tek Yaratıcı oluşuna vurgular yapılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın varlığının açık olduğunu belirtmek için “Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın varlığında şüphe mi var?”[9] diye buyurmakta; bununla birlikte Hz. İbrâhim’in[10] ve Hz. Îsâ’nın havarilerinin[11] kalplerinin tatmin olması için Allah’tan delil istemeleri, insanların imanlarını sağlam temellere oturtmak için delillere duydukları ihtiyaç ifade edilmektedir. Bir taraftan bakılınca Allah’ın varlığı ispata gerek duyulmayacak kadar açık bir husustur. Başka bir açıdan bakılınca ise O’nun varlığını iyice kavramak için yarattığı şeyleri ve kâinatta oluşturmuş olduğu mükemmel düzeni dikkatli bir şekilde incelemek gerekmektedir.
Ancak bu noktada belirtilmesi gereken bir husus daha vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli âyetlerde değişik biçimde tekrarlanan şekliyle insanların bir kısmının ne kadar mucize ve delil görürse görsün yine de inkârlarında inat ve ısrar edecekleri ve gördükleri şeyleri önemsemeyecekleri vurgulanmıştır.[12] Bu tutum ve davranışı her dönemde görmek mümkündür. Günümüzde de modern bilimsel verilerin ışığında ortaya çıkan ve teistlerin kutsal kitaplardan hareketle her zaman savundukları bir takım gerçekleri destekleyen deliller karşısında bir çok bilim adamı, düşünür ya da sıradan insan sessiz kalmakta, bazen de bu delilleri detaylıca inceleme ihtiyacı bile hissetmeden psikolojik ve felsefik bir takım tutum ve anlayışlarından dolayı bu delilleri toptan reddetmektedirler.
II. KUR’AN’DA TANRI’NIN VARLIÐI
Kur’an’da Tanrı’nın varlığını ispat etmeye yönelik olmakla birlikte daha çok Tanrı’nın sıfatları, birliği, benzersizliği ve mükemmel bir varlık oluşu hakkında bir çok âyet bulunmaktadır. Bu tür âyetlerde en küçüğünden en büyüğüne, en basitinden en mükemmeline kadar bütün oluşumların, evrendeki hassas ayarların, bir gâye ve nizâmın varlığına dikkat çekilmekte ve bu mükemmel düzenin tesâdüfen oluşamayacağı gösterilerek Tanrı’nın yaratışındaki üstünlükten O’nun varlığına ulaşılmaktadır. Monoteist dinlerin en temel tezi olan, “Tanrı’nın her an, her şeye hâkim ve canlı cansız her şeyin yaratıcısı olması” inancı üç büyük dinin de en önemli dayanağıdır. Ancak insanın yaratılışı, evrenin kökeni ve evren hakkında detaylı bilgiler içermesi bakımından bu üç dinin kutsal kitapları arasında Kur’an’ın ayrı bir yeri bulunmaktadır. “İnsan ile alakalı moleküler biyoloji, genetik mühendisliği, hücre biyolojisi bilimlerinden başka, astrofizik, astronomi, kozmoloji, kozmogoni vb. bilimler de Kur’an ile tam bir ahenk içindedir”.[13] Kur’an’da Tanrı’nın varlığına işaret eden âyetleri yedi gruba ayırarak incelemek mümkündür: [14]1. Büyük bir kudret, ilim ve hikmet eseri olan insanın yaratılışı, onun bir mucize olan vücut yapısı, uzuvlar ve fonksiyonları, vücut sistemine bağlı olarak insana lutfedilen sayısız nimetleri bildiren âyetler;
2. Yürüyeni, uçanı, sürüngeni, iki ve dört ayaklısıyla birlikte sonsuz bir kudretin eseri olan hayvanların yaratılışı ve insan hizmetine verilişini tasvir eden âyetler;
3. Bozulması ve aksaması olmayan mükemmel tabiat nizâmı içindeki yer küresi, dağlar ve denizler… Göklerin ve yerin birbiriyle âhenkli olarak gediksiz ve kusursuz yaratılışı, bunların çalışması, yerin mevsimden mevsime değişik şekillere bürünmesi, yer küresinin hayat taşıması ve insanın barınması için elverişli olması, yer küresini koruyan atmosfer, acı ve tatlı suların ve denizlerin bulunuşu… yerde ve gökte bulunan her şeyin insan emrine verilişini bildiren âyetler;
4. Bütün canlıların mayasını teşkil eden su, suyun müjdeleyicisi ve bulutların sevk edicisi olan rüzgâr, ölmüş bulunan toprağın yağmurla dirilerek muhtelif yiyecekler vermesi, insanların büyük ihtiyaçlarını gideren ateş… ve daha bir çok benzerlerinin yaratılışını ifade den ayetler.
5. Ay, güneş ve yıldızların (gezegenlerin) bağlı bulunduğu değişmez nizâmı, gündüzün insan geçimi ve gecenin de onun uyku ve istirahatı için yaratıldığını, güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin bağlı bulunduğu hassas kanunlar, bunların insanlığa ve bütün canlılara temin ettiği faydaları anlatan âyetler;
6. Yiyecek, insan ve her türlü eşya naklini emrimize âmâde kılınan gemiler, denizden çıkarılan gıdalar ve zinet eşyası;
7. İnsanın, kibir ve inat engellerini aşabildiği, gaflet perdesinden sıyrıldığı zamanlarda, başkasına değil, mutlaka Allah’a yönelmesi, O’na yalvarması. Bu, felâketlerin bastırdığı, musibetin geldiği ve insanın nâçar kaldığı andır. O zaman insan yalnız Allah’a yalvarır. Onu sadece Allah kurtarabilir.
İslâm filozofları ve kelâmcılarının Tanrı’nın varlığını ispat mevzusunda kullandıkları delillerin çoğu Kur’an âyetlerinden de destek görmektedir. Âyetlerin bir kısmı içimizdeki ve dışımızdaki varlığa, bir kısmı evrende gözlemleyebileceğimiz ve gözlemleyemeyeceğimiz bir çok hassas oluşuma, bir kısmı da bütün bu oluşumların tesadüfen oluşamayacağını ve Tanrı tarafından bilinçli ve bir amaca yönelik olarak oluşturulduğuna işaret etmektedir. Allah’ın yaratışı ve bu yaratışındaki mükemmellikleri gösteren ayetler, insanları, önce kendi yaratılışlarındaki mükemmelliğe sonrada evrendeki yaratılışların kusursuzluğuna götürmekte bunlar üzerinde düşünülmesi ve bunların nasıl meydana geldiğinin farkına varılması söylenilmektedir. Bu ayetlerin bir kısmını şu şekildedir:
Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve sûret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Azîz, Hakîmdir.[15]
Doğrusu, çiftleri; erkek ve dişiyi, yaratan O'dur. Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman.[16] Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alakı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşâ ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.[17]
Biz ayetlerimizi hem (evrenin) uçsuz bucaksız ufuklarında (âfâk) hem kendi nefislerinde (enfüs) onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz O’nun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şâhid olması yetmez mi? [18]
Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için âyetler vardır. Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgârları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için âyetler vardır.[19]
Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinde tarih boyunca başka hiçbir kitapta ve düşünce sisteminde ortaya konulamayacağı ve iddia edilemeyeceği kadar açık bir şekilde evrenin başlangıcı ve oluşumuna dair bir çok işaretler bulunmaktadır. Kur’an’ın indiği dönemin bilimsel ve gözlemsel açıdan ne kadar zayıf olduğu düşünüldüğünde o dönemde bu tür iddialar ile insanların dikkatlerini evrene ve oluşumuna çekiyor olması ve günümüzden yüz sene önce dahi bilinemeyen bir takım gerçekleri bin dörtyüz sene önce söylemiş olması, Kur’an’ın mûcizevîliğinin ve Allah katından geldiğinin en büyük delillerindendir. Bu âyetlerin bir kısmı şu şekildedir:
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler.[20] Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.[21]
O inkâr edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?[22] Göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz.[23] ‘Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun.[24]
Güneşi bir aydınlık, ayı bir nûr kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için âyetleri böyle birer birer açıklamaktadır.[25]
İnkâr edenler, dediler ki: ‘Kıyamet-saati bize gelmez.’ De ki: 'Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiç bir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnâsız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır.[26]
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah) ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.[27]
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi ‘sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah'ın sanatı (yapısı) dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdârdır.[28]
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten âyetler vardır.[29]
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten âyetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (ve derler ki ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azâbından koru!’[30]
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.[31] Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun âyetlerinden yüz çeviriyorlar.[32]
Kur’an’da bir çok konuda olduğu gibi insanların faydasına yaratılan ve hizmetine sunulmuş şeyler konusunda da çeşitli ayetler bulunmaktadır. İnsanların günlük yaşamlarında kullandıkları ve faydalandıkları canlı ve cansız bir çok araç, gereç, yaşamlarını sürdürebilmeleri için yiyip içtikleri nimetler ve bunların oluşumu ve bir çok insan için sıradan olan hayatın insan yaşamı için ne kadar mükemmel tasarlanmış olduğunu gösteren ayetler, Allah’ın insanlara verdiği nimetleri açık bir biçimde ifade etmektedir. Bu âyetlerin bir kısmı da şu şekildedir:
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar…[33] Sizin için gökten su indiren O’dur; içilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla oluşur. Allah, o suyla size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her türlü meyveyi bitirir. Elbette bunda, düşünen bir topluluk için deliller vardır. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle hizmetinize hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunlarda, aklını kullanabilen bir topluluk için deliller vardır.[34] Ölü toprak kendileri için bir âyettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.[35]
Ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler olarak gönderen O’dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik; Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için.[36]
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O’nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.[37]
Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi? Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşâ ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşâ eden Biz miyiz? [38]
De ki: Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyâmet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilâh kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz? De ki: Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyâmet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz?[39]
Ve hayvanları yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.[40] Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.[41]
Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye! Böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifâ vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir âyet vardır. [42]
Kur’ân-ı Kerîm’in “Allah-âlem-insan” ilişkilerini belirtirken idrâkimize sunduğu ‘kozmos’ resmi bir açıdan ilâhî hikmet, rahmet, adâlet ve inâyetin mevcûdiyetini yansıtırken, diğer açıdan insanın ‘kozmos’ içindeki yeri, anlamı ve gâyesini yansıtmakta ve kozmik düzenin bir bakıma insan için düzenlendiğini vurgulamaktadır. Bunun yanı sıra insan gerek kendi varoluş hikmeti, gerekse kozmostaki varlık ve oluşların gâyesi üzerinde tefekküre dâvet edilmekte, böyle bir tefekkür ibadeti sonucunda tevhid ilkesini aklen kavrayacağı kendisine hatırlatılmaktadır.[43]
[1] M. Sait Özervarlı, Kelâm’da Yenilik Arayışları, s. 78.
[2] er-Rûm 30/30
[3] M. Sait Özervarlı, “İsbât-ı Vâcib”, DİA, XXII, 495.
[4] Allah’ın varlığı ve özellikle hudûs delilinin klasik kaynakları için bkz. M. Sait Özervarlı, Kelâm’da Yenilik Arayışları, 38. dipnot s. 78.
[5] İbrahim Agâh Çubukçu, İslâm Felsefesinde Allah’ın Varlığının Delilleri, s. 10.
[6] Beyazîzâde, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri (çev. İlyas Çelebi), s. 40-41.
[7] B. Topaloğlu, Allah’ın Varlığı, s. 76.
[8] el-Bakara 2/255
[9] İbrahim 14/10
[10] el-Bakara 2/260
[11] el-Maide 5/111-113
[12] el-Hicr 15/14-15
[13] Fethullah Han, Kur’an ve Kâinat Ayetleri (çev. Safiye Gülen-Oya Morçay), s. 191.
[14] Bekir Topaloğlu, Allah’ın Varlığı, s. 23-24.
[15] el-Haşr 59/ 24
[16] en-Necm 53/45-46
[17] el-Mü’minûn 23/14
[18] Fussilet 41/53
[19] el-Câsiye 45/3-5
[20] el-Mü’min 40/57
[21] Yûsuf 12/105
[22] el-Enbiyâ 21/30
[23] ez-Zâriyât 51/47
[24] ez-Zâriyât 51/7
[25] Yûnus 10/5
[26] Sebe 34/3
[27] el-Mülk 67/3-4
[28] en-Neml 27/88
[29] el-Bakara 2/164
[30] Âl-i İmrân 3/190-191
[31] el-Furkân 25/2
[32] el-Enbiyâ 21/32
[33] es-Secde 32/5
[34] en-Nahl 16/10
[35] Yâsîn 36/33
[36] el-Furkân 25/48-49
[37] Fâtır 35/12
[38] el-Vâkıa 56/68-72
[39] el-Kasas 28/71-72
[40] en-Nahl 16/5
[41] en-Nahl 16/66
[42] en-Nahl 16/68-69
[43] İlhan Kutluer, Akıl ve İtikad, s. 175.
Yorum