Batı’yı çifte standartlı olduğu için yüzyıllardır suçlar dururuz. Ahlaki olmamakla, sözünden dönmekle eleştiririz. Bu suçlamaların hemen hepsi de haklı nedenlere dayanıyor.
Ama atladığımız şey, Osmanlı’yı adım adım parçaladığı için hınç duyduğumuz ‘19. ve 20. yy Batısı’ kadar, doğunun, kuzeyin, güneyin de birçok konuda çifte standartlara sahip olduğu.
Onlarla başımız batıyla olduğu kadar derde girmediğinden, (olsa olsa kuzey yakın derecede dert olmuştur bir dönem) çifte standart deyince gözlerimiz hep batıya çevrilir. Tabii kendimize de hiç toz kondurmayız. Bizim çifte standartlarımız hiç olmayanlardır adeta…
Doğrudur, ‘Batı’ çifte hatta çoklu standardı çok iyi bilir ve uygular, aslında, çıkarlar üzerine oturan dünyanın gerçek işleyişi de böyledir zaten.
Etkin bir dış politika izlemek isteyen her ülke, toplum, grup, bölge çifte hatta çoklu standart sistemini iyi kullanmayı ve bunu örtmeyi başarabilmelidir.
Ahlaki ya da insani olduğu için değil elbet, çıkarlar sistematiği bunu gerektirdiği için.
Bölgesinde liderliğe soyunan Türkiye’nin de çifte standartları kullanmak durumunda olduğu konular, sorunlar vardır.
Ama bunu kör göze parmak yapmak büyük bir hata olur.
İşi, seri katliamlar yapan, gözünü kan bürümüş bir diktatöre, gözü kapalı destek vermek ve bunu da cümle aleme ilan etmek noktasına getirmek, dış politika anlamında cehalet değilse, acemiliktir.
Hele de, insan haklarının ciddi anlamda geçer akçe olduğu ve örneğin AB’nin ‘yumuşak gücü’nün en önemli bileşenlerinden birisini oluşturduğu 21. yüzyıl dünyasında, canilik mertebesine ulaştığı görülen bir lider için kendinizi ateşe atmaya kalkmak pek akıllıca görünmemektedir.
El Beşir vakasında yaşanan da tam anlamıyla budur.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında tutuklama emri çıkarttığı Sudan Devlet Başkanı için BM Güvenlik Konseyi nezninde diplomasi yürütmeye başlayan, kimsenin ülkesine sokmak istemediği Beşir’i en üst düzeyde, kamuoyunun gözleri önünde kucaklayan bir manzara çizmek ne kadar akıllıca, tartışılır.
İşin insani boyutunu geçiyorum, Sudan-Darfur’da yaşananlar bireysel olarak beni dehşete düşürüyor, kanımı donduruyor.
Orada büyük bir insanlık suçu işleniyor. Gazze’deki çocuklar için nasıl gözyaşı döküyorsak, Darfur, Kongo, Ruanda’daki çoçuk ve kadınlar için de gözyaşı döküyoruz, insan olarak dökmeliyiz.
İş, ülke çıkarlarına, uluslararası diplomatik oyunlara gelince, diğer ülkeler neyi nasıl uyguluyorsa aynı taktikleri kullanmak ise kaçınılmaz.
Çifte standart bugünün dünyasında ‘vazgeçilmez’ bir yaklaşım.
Ancak, lider olarak bu tür bir manevra yaptığınız zaman, bunun en azından kısa dönem içinde tutarlı görünmesi gerekli.
Yani Gazze için, Davos’u yıkıp gelen bir liderin, Sudan için yarım ağızla da olsa, bir iki laf edememesi, anlaşılır gibi değil.
Büyük oynamak isteyen bir ülkenin lideri, tribünlerin bir bölümüne şov yaparak gol atamaz. Tabelayı ülkesi lehine çevirmek istiyorsa oyunun kurallarını, boşluklarını iyi okuyup iyi uygulaması gerekir. Ofsayta da düşse, elle de oynasa hakem görmediği sürece golü atmaya çalışmalıdır.
Rakiplerinin her hilesini görüp, gerektiğinde onların gözünün içine baka baka daha karmaşığını yapabilmelidir. Ama yaparken kart da görmemelidir.
Sudan gibi Afrika’da gerçekten stratejik bir ülke üzerinde etkili olmaya çalışmak çok normaldir. Darfur meselesinin kökenini iyi okuyup, yerin üstünde olanlar kadar, altındakilerle de ilgilenmek doğrudur.
Ama her işin bir raconu vardır ve bunu en iyi raconcu bir Başbakan bilebilir.
Sertifikalı ‘hocalara’ ,‘monşer’ deyip, işi başka liglerden getirdiği isimlerle yürütmekte ısrarlıysa yapacak fazla bir şey yok. Evet, monşerlerin eksikleri, hataları elbette var ve olacak. Ama bütün bir grubu küstürürseniz, birkaç uzman ve danışmanın elinde kalırsınız.
Gazze’nin hamisi, Darfur’un körü olarak anılırsınız.
Sudan’ın dışlanmış rejiminden yararlanmaya çalışır, kontratları kotarmaya uğraşırsınız.
Ama kolladığınız adam, bir gün devrilir ya da uluslararası bir timin gece yarısı operasyonu ile Lahey’e teslim edilirse, oynadığınız tek atın ardından nal toplarsınız…
İşte o zaman, El Beşir taktikleri cebinizde, taktisyenleriniz önünüzde, hakemin sarı kartı gözünüzde, tribünlerden gelen ıslıklar kulağınızda ve Beşir’in nalı da elinizde, soyunma odasına zor atarsınız kendinizi… Söylemesi bizden, toplaması sizden…
canizbul@haberturk.com
Ama atladığımız şey, Osmanlı’yı adım adım parçaladığı için hınç duyduğumuz ‘19. ve 20. yy Batısı’ kadar, doğunun, kuzeyin, güneyin de birçok konuda çifte standartlara sahip olduğu.
Onlarla başımız batıyla olduğu kadar derde girmediğinden, (olsa olsa kuzey yakın derecede dert olmuştur bir dönem) çifte standart deyince gözlerimiz hep batıya çevrilir. Tabii kendimize de hiç toz kondurmayız. Bizim çifte standartlarımız hiç olmayanlardır adeta…
Doğrudur, ‘Batı’ çifte hatta çoklu standardı çok iyi bilir ve uygular, aslında, çıkarlar üzerine oturan dünyanın gerçek işleyişi de böyledir zaten.
Etkin bir dış politika izlemek isteyen her ülke, toplum, grup, bölge çifte hatta çoklu standart sistemini iyi kullanmayı ve bunu örtmeyi başarabilmelidir.
Ahlaki ya da insani olduğu için değil elbet, çıkarlar sistematiği bunu gerektirdiği için.
Bölgesinde liderliğe soyunan Türkiye’nin de çifte standartları kullanmak durumunda olduğu konular, sorunlar vardır.
Ama bunu kör göze parmak yapmak büyük bir hata olur.
İşi, seri katliamlar yapan, gözünü kan bürümüş bir diktatöre, gözü kapalı destek vermek ve bunu da cümle aleme ilan etmek noktasına getirmek, dış politika anlamında cehalet değilse, acemiliktir.
Hele de, insan haklarının ciddi anlamda geçer akçe olduğu ve örneğin AB’nin ‘yumuşak gücü’nün en önemli bileşenlerinden birisini oluşturduğu 21. yüzyıl dünyasında, canilik mertebesine ulaştığı görülen bir lider için kendinizi ateşe atmaya kalkmak pek akıllıca görünmemektedir.
El Beşir vakasında yaşanan da tam anlamıyla budur.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında tutuklama emri çıkarttığı Sudan Devlet Başkanı için BM Güvenlik Konseyi nezninde diplomasi yürütmeye başlayan, kimsenin ülkesine sokmak istemediği Beşir’i en üst düzeyde, kamuoyunun gözleri önünde kucaklayan bir manzara çizmek ne kadar akıllıca, tartışılır.
İşin insani boyutunu geçiyorum, Sudan-Darfur’da yaşananlar bireysel olarak beni dehşete düşürüyor, kanımı donduruyor.
Orada büyük bir insanlık suçu işleniyor. Gazze’deki çocuklar için nasıl gözyaşı döküyorsak, Darfur, Kongo, Ruanda’daki çoçuk ve kadınlar için de gözyaşı döküyoruz, insan olarak dökmeliyiz.
İş, ülke çıkarlarına, uluslararası diplomatik oyunlara gelince, diğer ülkeler neyi nasıl uyguluyorsa aynı taktikleri kullanmak ise kaçınılmaz.
Çifte standart bugünün dünyasında ‘vazgeçilmez’ bir yaklaşım.
Ancak, lider olarak bu tür bir manevra yaptığınız zaman, bunun en azından kısa dönem içinde tutarlı görünmesi gerekli.
Yani Gazze için, Davos’u yıkıp gelen bir liderin, Sudan için yarım ağızla da olsa, bir iki laf edememesi, anlaşılır gibi değil.
Büyük oynamak isteyen bir ülkenin lideri, tribünlerin bir bölümüne şov yaparak gol atamaz. Tabelayı ülkesi lehine çevirmek istiyorsa oyunun kurallarını, boşluklarını iyi okuyup iyi uygulaması gerekir. Ofsayta da düşse, elle de oynasa hakem görmediği sürece golü atmaya çalışmalıdır.
Rakiplerinin her hilesini görüp, gerektiğinde onların gözünün içine baka baka daha karmaşığını yapabilmelidir. Ama yaparken kart da görmemelidir.
Sudan gibi Afrika’da gerçekten stratejik bir ülke üzerinde etkili olmaya çalışmak çok normaldir. Darfur meselesinin kökenini iyi okuyup, yerin üstünde olanlar kadar, altındakilerle de ilgilenmek doğrudur.
Ama her işin bir raconu vardır ve bunu en iyi raconcu bir Başbakan bilebilir.
Sertifikalı ‘hocalara’ ,‘monşer’ deyip, işi başka liglerden getirdiği isimlerle yürütmekte ısrarlıysa yapacak fazla bir şey yok. Evet, monşerlerin eksikleri, hataları elbette var ve olacak. Ama bütün bir grubu küstürürseniz, birkaç uzman ve danışmanın elinde kalırsınız.
Gazze’nin hamisi, Darfur’un körü olarak anılırsınız.
Sudan’ın dışlanmış rejiminden yararlanmaya çalışır, kontratları kotarmaya uğraşırsınız.
Ama kolladığınız adam, bir gün devrilir ya da uluslararası bir timin gece yarısı operasyonu ile Lahey’e teslim edilirse, oynadığınız tek atın ardından nal toplarsınız…
İşte o zaman, El Beşir taktikleri cebinizde, taktisyenleriniz önünüzde, hakemin sarı kartı gözünüzde, tribünlerden gelen ıslıklar kulağınızda ve Beşir’in nalı da elinizde, soyunma odasına zor atarsınız kendinizi… Söylemesi bizden, toplaması sizden…
canizbul@haberturk.com