Oktay Ekşi
oeksi@hurriyet.com.tr
Yazının kaynağına gitmek için tıklayınız...
Zafer zafer üstüne
OBAMA yüzünden değinemedik ama sıra şimdi geldi. Böylece "dik durmayı" pek seven Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son "diplomatik zaferlerini" değerlendirme yolu açıldı.
Diplomatik zafer biliyorsunuz bizim devlet büyüklerinin hangi masaya otururlarsa otursunlar aldıkları sonucun adıdır.
Gerçek öyle olmasa bile sonuç kesinlikle "zafer"dir. Benim güzel halkım da bu tür şişinmeleri sahi zanneder.
"Davos"la övünür.
"Medeniyetler İttifakı" projesini ciddiye alır. "NATO Genel Sekreterliği’ne Danimarka Başbakanı Anders Fogg Rasmussen’ingetirilmesi önerisine, "Dünya barışına katkı sağlayacak yetenekleri konusunda ciddi şüphelerim var" diyerek karşı çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan’ıhem bu sözü nedeniyle alkışlar, hem de o sözden geri dönmesini kutlar.
Önceki akşam NTV’de izlediğimiz eski diplomatlarımız Onur Öymen ve Faruk Loğoğlu özetle, "Medeniyetler İttifakı eğer iki ayrı medeniyeti öngören bir proje ise Türkiye hangi medeniyeti temsil ediyor?" diyorlar ve "Eğer İslam Medeniyeti" adına orada bulunuyorsak "devletimizin tüm dinlere eşit mesafede olduğu" iddiasıyla bunu nasıl bağdaştırabileceğimizi soruyorlardı.
Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’negetirilmesine Türkiye, sözde "Karikatür krizi sırasındaki tutumu nedeniyle gelip İstanbul’da bir konuşma yapması ve İslam dünyasından özür dilemesi koşuluyla EVET demişti" değil mi?
(O karikatürlerin gerçekten çok çirkin olduğu doğrudur.)
Rasmussen geldi ama o nedenle değil, basın mensuplarının karşısına çıkarken, otelde düşüp omzu çıktığı için kolu sarılı olması yüzünden özür diledi. Karikatürler konusunda da görüşlerinin değişmediğini ama herkesin dini inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğini söyledi.
Velev ki "özür dileseydi"... Öyle ya, dileyebilirdi de... O zaman Rasmussen "yetenekli" mi olacaktı?
Onu da bırakın... Şimdi Avrupa Birliği ülkeleri basını ne yazıyor biliyor musunuz? "Türkler bu politikalarıyla NATO içinde bir çıban başı olduklarını gösterdiler. Onunla da kalmayıp Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını savunanları da zor durumda bıraktılar" diyorlar.
Peki ya Fransa ile ilgili tutumumuza ne diyelim? Fransa bizim Avrupa Birliği’ne tam üye olmamızı yani Avrupa Birliği ile bugüne kadar imzalanmış tüm anlaşmaların öngördüğü "hakkımızı" inkár ediyor değil mi?
Peki onun "uluslararası hukuktan doğan hakkımızı" inkár ettiği bir dönemde sıra Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına tekrar dönmesi için yapılan oylamaya gelince biz ne yaptık?
Biliyorsunuz NATO’da kararlar "oybirliği" ile alınır. O nedenle 28 üyeden biri "Hayır" derse -nitekim Rasmussen olayında da Türkiye’nin oyu o yüzden önemliydi- o konuda karar alınamaz. Alınamaz ama Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Fransa’nın NATO askeri kanadına dönmesine biz kuzu kuzu "evet" dedik. Bizim "evet"in ardından Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy bir açıklama daha yaptı. "Ben Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına hálá karşıyım" dedi. Peki bizim dünyayı hayran bırakan yiğitlik nerede kaldı?
oeksi@hurriyet.com.tr
Yazının kaynağına gitmek için tıklayınız...
Zafer zafer üstüne
OBAMA yüzünden değinemedik ama sıra şimdi geldi. Böylece "dik durmayı" pek seven Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son "diplomatik zaferlerini" değerlendirme yolu açıldı.
Diplomatik zafer biliyorsunuz bizim devlet büyüklerinin hangi masaya otururlarsa otursunlar aldıkları sonucun adıdır.
Gerçek öyle olmasa bile sonuç kesinlikle "zafer"dir. Benim güzel halkım da bu tür şişinmeleri sahi zanneder.
"Davos"la övünür.
"Medeniyetler İttifakı" projesini ciddiye alır. "NATO Genel Sekreterliği’ne Danimarka Başbakanı Anders Fogg Rasmussen’ingetirilmesi önerisine, "Dünya barışına katkı sağlayacak yetenekleri konusunda ciddi şüphelerim var" diyerek karşı çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan’ıhem bu sözü nedeniyle alkışlar, hem de o sözden geri dönmesini kutlar.
Önceki akşam NTV’de izlediğimiz eski diplomatlarımız Onur Öymen ve Faruk Loğoğlu özetle, "Medeniyetler İttifakı eğer iki ayrı medeniyeti öngören bir proje ise Türkiye hangi medeniyeti temsil ediyor?" diyorlar ve "Eğer İslam Medeniyeti" adına orada bulunuyorsak "devletimizin tüm dinlere eşit mesafede olduğu" iddiasıyla bunu nasıl bağdaştırabileceğimizi soruyorlardı.
Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’negetirilmesine Türkiye, sözde "Karikatür krizi sırasındaki tutumu nedeniyle gelip İstanbul’da bir konuşma yapması ve İslam dünyasından özür dilemesi koşuluyla EVET demişti" değil mi?
(O karikatürlerin gerçekten çok çirkin olduğu doğrudur.)
Rasmussen geldi ama o nedenle değil, basın mensuplarının karşısına çıkarken, otelde düşüp omzu çıktığı için kolu sarılı olması yüzünden özür diledi. Karikatürler konusunda da görüşlerinin değişmediğini ama herkesin dini inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğini söyledi.
Velev ki "özür dileseydi"... Öyle ya, dileyebilirdi de... O zaman Rasmussen "yetenekli" mi olacaktı?
Onu da bırakın... Şimdi Avrupa Birliği ülkeleri basını ne yazıyor biliyor musunuz? "Türkler bu politikalarıyla NATO içinde bir çıban başı olduklarını gösterdiler. Onunla da kalmayıp Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını savunanları da zor durumda bıraktılar" diyorlar.
Peki ya Fransa ile ilgili tutumumuza ne diyelim? Fransa bizim Avrupa Birliği’ne tam üye olmamızı yani Avrupa Birliği ile bugüne kadar imzalanmış tüm anlaşmaların öngördüğü "hakkımızı" inkár ediyor değil mi?
Peki onun "uluslararası hukuktan doğan hakkımızı" inkár ettiği bir dönemde sıra Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına tekrar dönmesi için yapılan oylamaya gelince biz ne yaptık?
Biliyorsunuz NATO’da kararlar "oybirliği" ile alınır. O nedenle 28 üyeden biri "Hayır" derse -nitekim Rasmussen olayında da Türkiye’nin oyu o yüzden önemliydi- o konuda karar alınamaz. Alınamaz ama Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Fransa’nın NATO askeri kanadına dönmesine biz kuzu kuzu "evet" dedik. Bizim "evet"in ardından Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy bir açıklama daha yaptı. "Ben Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına hálá karşıyım" dedi. Peki bizim dünyayı hayran bırakan yiğitlik nerede kaldı?
Yorum