Türkiye’de nelerin olup bittiğini anlamak için hiç uzağa gitmeye gerek yok. Yoldan bir genç çevirin ve sorun. O mutluysa güzel şeyler oluyor, mutsuzsa gidişatı sorgulamak gerekir. Lafı hiç uzatmadan önce şu mektubu okuyalım:
“2007’de Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği’nden mezun oldum. KPSS’den 84 puan almama rağmen atanamadım. Aileme maddi açıdan külfet olmamak adına özel bir dershanede çalışmaya başladım. Koşullar sandığımdan da kötüydü. Oysa halk arasında ve genel kanı olarak bilinen, dershane öğretmeni dalında iyi bir öğretmendir, iyi para kazanır, seçilmiştir. Tüm bunların palavra olduğunu anlamak 2 yılıma mal oldu.
Günde 10 saat bazen 12 saat derse giriyordum. Aldığım maaş, orada çalışan hizmetli kadardı. Hizmetlileri aşağılamak değil düşüncem ama bir iş için 4 yılını vermiş biri için gerçekten çok kötü bir rakamdı. Sonrasında öğrendiklerim daha da kötü. Arkadaşım 200 TL’ye benden daha ağır koşullarda çalışıyormuş.
Şimdi size soruyorum, bir öğretmen 200 TL’ye ya da 500 TL’ye, günde 12 saat derse girerek ne kadar çalışabilir? Bu öğretmene emanet edilen Öğrenciler ne kadar iyi yetişebilir? Yapılan işten ne kadar verim alınabilir?
Mantık nedir? İşi öğrenmek mi? Yoksa emeği sömürmek mi?
Özel öğretim kurumları yönetmeliğiymiş v.s şu bu gibi hiçbir şeyin geçerli olmadığı kurumlar haline gelmiş dershaneler. Hiçbir öğretmenin sigortası aldığı maaş üzerinden ödenmiyor. Maaşlar gününde verilmiyor. İki yıldır çalışmama rağmen, kurumun bir kere bile denetlendiğini görmedim. Ne mali açıdan ne de eğitim açısından.
Son beş ay hiç maaş almadan çalıştım. Sırf çocuklarımı SBS’ye hazırlanıyorlar yarı yolda bırakmayım diye. Öğretmen arkadaşlar bir süre durumu boykot ettiler. Derse girmediler. Sonrasında öğrendik ki işyerinin ortakları, işyerini, üzerinde hiçbir mal varlığı bulunmayan bir akrabalarının üzerine devretmişler. Yani derse girmemenin zararı yine öğrencilereydi.
Çocuklarımızı kimlerin eline emanet ettiğimizi gördükçe bir kez daha hayal kırıklığına uğradım.
Yine Türkiye çapında meşhur olduğu bilinen bir dershaneyle iş görüşmesine gittiğimde, işyerinin kurucusunun bana teklifi inanılmazdı! Bana İngilizce ve Matematik derslerine girmeyi önerdi. Maaşım da iyi olacaktı; üstelik 900TL + 50 TL vergi iadesi. Ama sigorta yine asgari ücretten yatacaktı. Günde 12 saat derse girecektim. Koşullar inanılmazdı(!)
Tüm bunları gördüğümde maddi imkânsızlıklar ve eğitimin sadece ticarete döndüğü bir yerde çalışmaktan ümidimi kestiğim bir anda KPSS puanına göre 4 yıllık fakülte mezunlarından polis alacaklarını öğrendim ve başvurdum.
Beni güzel sistemim, eğitimime, yeteneğime, ilgime ve birikimime göre değil, KPSS’den aldığım puana göre beni polisliğe kabul ediyordu. İnsanları ne kadar çaresizleştirdiler! Günlerce, kalem tutan ellerimin nasıl silah tutabileceğini düşündüm. Öğrencilerimin saçlarını severken polislikle nasıl başa çıkabileceğimi sorgularım. İçinden çıkamadım.
İstanbul’da, spor ve sözlü mülakat sınavına gittiğimde karşılaştığım tablo karşısında ise ürperdim. Biz dört bayandık. Mesleklerimiz ise daha komik! Biyoloji öğretmeni, sosyal bilgiler öğretmeni, Türkçe öğretmeni ve ben fen bilgisi öğretmeni!..
KPSS’de sorulan sorularla mı benim iyi bir fen bilgisi öğretmeni olacağım anlaşılacak? Ya da matematik yapamayan beden eğitimi öğretmeni matematik yapınca mı iyi bir spor eğitimi verecek?
Benim güzel devletim, öğretmenlik eğitimi verdiği insanları öğretmenlik kadrosuna atamazken onları polis yapabiliyor. Bu nasıl bir saçmalık!
Spor sınavında koşu, takla, şınav, mekik gibi hareketlerden oluşan bir parkurdan geçtik.
Soruyorum size? Şimdi ben ne olduğu belli olmayan, denetlenmeyen dershanelerde çalışmaya devam mı edeyim yoksa sistemin beni ittiği, kalem tutmaya alışmış ellerime silah mı alayım?”
Fazla söz hacet var mı.
Özetin özeti: Gelinen nokta bu. Yarın da madalyonun diğer yüzü...
Abbas Güçlü Diyalog
“2007’de Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği’nden mezun oldum. KPSS’den 84 puan almama rağmen atanamadım. Aileme maddi açıdan külfet olmamak adına özel bir dershanede çalışmaya başladım. Koşullar sandığımdan da kötüydü. Oysa halk arasında ve genel kanı olarak bilinen, dershane öğretmeni dalında iyi bir öğretmendir, iyi para kazanır, seçilmiştir. Tüm bunların palavra olduğunu anlamak 2 yılıma mal oldu.
Günde 10 saat bazen 12 saat derse giriyordum. Aldığım maaş, orada çalışan hizmetli kadardı. Hizmetlileri aşağılamak değil düşüncem ama bir iş için 4 yılını vermiş biri için gerçekten çok kötü bir rakamdı. Sonrasında öğrendiklerim daha da kötü. Arkadaşım 200 TL’ye benden daha ağır koşullarda çalışıyormuş.
Şimdi size soruyorum, bir öğretmen 200 TL’ye ya da 500 TL’ye, günde 12 saat derse girerek ne kadar çalışabilir? Bu öğretmene emanet edilen Öğrenciler ne kadar iyi yetişebilir? Yapılan işten ne kadar verim alınabilir?
Mantık nedir? İşi öğrenmek mi? Yoksa emeği sömürmek mi?
Özel öğretim kurumları yönetmeliğiymiş v.s şu bu gibi hiçbir şeyin geçerli olmadığı kurumlar haline gelmiş dershaneler. Hiçbir öğretmenin sigortası aldığı maaş üzerinden ödenmiyor. Maaşlar gününde verilmiyor. İki yıldır çalışmama rağmen, kurumun bir kere bile denetlendiğini görmedim. Ne mali açıdan ne de eğitim açısından.
Son beş ay hiç maaş almadan çalıştım. Sırf çocuklarımı SBS’ye hazırlanıyorlar yarı yolda bırakmayım diye. Öğretmen arkadaşlar bir süre durumu boykot ettiler. Derse girmediler. Sonrasında öğrendik ki işyerinin ortakları, işyerini, üzerinde hiçbir mal varlığı bulunmayan bir akrabalarının üzerine devretmişler. Yani derse girmemenin zararı yine öğrencilereydi.
Çocuklarımızı kimlerin eline emanet ettiğimizi gördükçe bir kez daha hayal kırıklığına uğradım.
Yine Türkiye çapında meşhur olduğu bilinen bir dershaneyle iş görüşmesine gittiğimde, işyerinin kurucusunun bana teklifi inanılmazdı! Bana İngilizce ve Matematik derslerine girmeyi önerdi. Maaşım da iyi olacaktı; üstelik 900TL + 50 TL vergi iadesi. Ama sigorta yine asgari ücretten yatacaktı. Günde 12 saat derse girecektim. Koşullar inanılmazdı(!)
Tüm bunları gördüğümde maddi imkânsızlıklar ve eğitimin sadece ticarete döndüğü bir yerde çalışmaktan ümidimi kestiğim bir anda KPSS puanına göre 4 yıllık fakülte mezunlarından polis alacaklarını öğrendim ve başvurdum.
Beni güzel sistemim, eğitimime, yeteneğime, ilgime ve birikimime göre değil, KPSS’den aldığım puana göre beni polisliğe kabul ediyordu. İnsanları ne kadar çaresizleştirdiler! Günlerce, kalem tutan ellerimin nasıl silah tutabileceğini düşündüm. Öğrencilerimin saçlarını severken polislikle nasıl başa çıkabileceğimi sorgularım. İçinden çıkamadım.
İstanbul’da, spor ve sözlü mülakat sınavına gittiğimde karşılaştığım tablo karşısında ise ürperdim. Biz dört bayandık. Mesleklerimiz ise daha komik! Biyoloji öğretmeni, sosyal bilgiler öğretmeni, Türkçe öğretmeni ve ben fen bilgisi öğretmeni!..
KPSS’de sorulan sorularla mı benim iyi bir fen bilgisi öğretmeni olacağım anlaşılacak? Ya da matematik yapamayan beden eğitimi öğretmeni matematik yapınca mı iyi bir spor eğitimi verecek?
Benim güzel devletim, öğretmenlik eğitimi verdiği insanları öğretmenlik kadrosuna atamazken onları polis yapabiliyor. Bu nasıl bir saçmalık!
Spor sınavında koşu, takla, şınav, mekik gibi hareketlerden oluşan bir parkurdan geçtik.
Soruyorum size? Şimdi ben ne olduğu belli olmayan, denetlenmeyen dershanelerde çalışmaya devam mı edeyim yoksa sistemin beni ittiği, kalem tutmaya alışmış ellerime silah mı alayım?”
Fazla söz hacet var mı.
Özetin özeti: Gelinen nokta bu. Yarın da madalyonun diğer yüzü...
Abbas Güçlü Diyalog
Yorum