Okay Gönensin Yazara ulaşmak için : ogonensin@gazetevatan.com Yargının yıpranması
Son olarak, malum belgede imzası ya da sahte imzası bulunan albayla ilgili iki yargı kararının üzerinde durulmalıdır.
Ankara’da askeri savcı araştırma yaptı, albayın ifadesini aldı, bilgisayarları inceledi ve soruşturmaya yer olmadığı kararı verdi.
Sonra İstanbul’da sivil savcı uzun bir süre ifade aldı ve albayı mahkemeye sevk etti, yargıç da ifade aldı sonra tutuklama kararı verdi. Albayın avukatları karara itiraz etti.
Ertesi gün aynı mahkeme, bu kez üç yargıçla toplanarak tutukluluğa itirazı kabul etti, albay 18 saatlik tutukluluktan sonra tahliye edildi.
Bu üç hukuki işlemi, belki hukukçular anlaşılması zor deyimlerle açıklayabilir, hatta örneklerini gördüğümüz gibi “son derece normal” karşılayabilir. Ama kamuoyunun “normal” karşılamasını kimse bekleyemez.
Eğer sivil yargıcın tutuklama kararı almasını sağlayacak kadar güçlü kanıtlar varsa, diğer üç yargıcın aynı kanıtlar üzerinde tam tersi karar vermesini açıklamak hiçbir hukukçu için kolay değildir.
***
Bu olayla toplumdaki bölünmenin ulaştığı boyut da bir kez daha ortaya çıktı. Kendisini taraf hissedenler, kendi duygularına uygun kararı veren hukukçuyu “adil” buluyor, beğenmediği kararı vereni ise “siyasi etki altında” görüyor. Her iki tarafın bakışı her gün gazetelere yansıyor; bir kararı alkışlayanlar, ertesi gün diğer karara tepki gösteriyor.
Geçerli olan yargıya güven, hukuka güven duygusu değil; tam tersine, “hukuk da benim olsun, yargıç da benim olsun, benim sözüm adalet olsun” duygusudur.
***
Yargının siyasallaşması bizim için yeni bir sorun değil. Tam tersine, giderek kangrene dönüşen bir sorunumuz. Bugün 16’ıncı yıldönümü dolayısıyla Sivas Madımak katliamının ilk mahkeme kararını hatırlayalım. Demişti ki anlı şanlı hukuk insanlarımız: “Aziz Nesin Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ni yayınlattığı için insanları tahrik etmiştir, bu tahrik yüzünden cezaları yarıya indirilmelidir...”
Aynen böyle demişti ilk mahkeme. Baktığı dava da bir güruhun insanları yakarak öldürmeye kalkıştığı bir katliamın davasıydı ve 35 kişi hayatını kaybetmişti. Böyle bir suçta hafifletici neden bulabilen bir yargıya güvenmeyene de kimsenin, en başta yargının söyleyecek bir sözü olamaz.
***
Türkiye’de yargı siyasallaşmıştır, baskılara boyun eğmekte, siyasi dalgalara göre karar verebilmektedir.
Türk yargısı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü bilinci ve duygusu bulunmayan siyasilerin eliyle yıpratılmıştır, kendisini korumayı da başaramamıştır.
Gerçek budur, bu gerçeği kabul edersek çözümünü de düşünebiliriz. Yoksa ikide bir “bağımsız yargıya güvenim tamdır” diye kimsenin inanmadığı lafları tekrarlayarak gerçekten bağımsız bir yargıya sahip olamayız.
***
Son olarak, malum belgede imzası ya da sahte imzası bulunan albayla ilgili iki yargı kararının üzerinde durulmalıdır.
Ankara’da askeri savcı araştırma yaptı, albayın ifadesini aldı, bilgisayarları inceledi ve soruşturmaya yer olmadığı kararı verdi.
Sonra İstanbul’da sivil savcı uzun bir süre ifade aldı ve albayı mahkemeye sevk etti, yargıç da ifade aldı sonra tutuklama kararı verdi. Albayın avukatları karara itiraz etti.
Ertesi gün aynı mahkeme, bu kez üç yargıçla toplanarak tutukluluğa itirazı kabul etti, albay 18 saatlik tutukluluktan sonra tahliye edildi.
Bu üç hukuki işlemi, belki hukukçular anlaşılması zor deyimlerle açıklayabilir, hatta örneklerini gördüğümüz gibi “son derece normal” karşılayabilir. Ama kamuoyunun “normal” karşılamasını kimse bekleyemez.
Eğer sivil yargıcın tutuklama kararı almasını sağlayacak kadar güçlü kanıtlar varsa, diğer üç yargıcın aynı kanıtlar üzerinde tam tersi karar vermesini açıklamak hiçbir hukukçu için kolay değildir.
***
Bu olayla toplumdaki bölünmenin ulaştığı boyut da bir kez daha ortaya çıktı. Kendisini taraf hissedenler, kendi duygularına uygun kararı veren hukukçuyu “adil” buluyor, beğenmediği kararı vereni ise “siyasi etki altında” görüyor. Her iki tarafın bakışı her gün gazetelere yansıyor; bir kararı alkışlayanlar, ertesi gün diğer karara tepki gösteriyor.
Geçerli olan yargıya güven, hukuka güven duygusu değil; tam tersine, “hukuk da benim olsun, yargıç da benim olsun, benim sözüm adalet olsun” duygusudur.
***
Yargının siyasallaşması bizim için yeni bir sorun değil. Tam tersine, giderek kangrene dönüşen bir sorunumuz. Bugün 16’ıncı yıldönümü dolayısıyla Sivas Madımak katliamının ilk mahkeme kararını hatırlayalım. Demişti ki anlı şanlı hukuk insanlarımız: “Aziz Nesin Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ni yayınlattığı için insanları tahrik etmiştir, bu tahrik yüzünden cezaları yarıya indirilmelidir...”
Aynen böyle demişti ilk mahkeme. Baktığı dava da bir güruhun insanları yakarak öldürmeye kalkıştığı bir katliamın davasıydı ve 35 kişi hayatını kaybetmişti. Böyle bir suçta hafifletici neden bulabilen bir yargıya güvenmeyene de kimsenin, en başta yargının söyleyecek bir sözü olamaz.
***
Türkiye’de yargı siyasallaşmıştır, baskılara boyun eğmekte, siyasi dalgalara göre karar verebilmektedir.
Türk yargısı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü bilinci ve duygusu bulunmayan siyasilerin eliyle yıpratılmıştır, kendisini korumayı da başaramamıştır.
Gerçek budur, bu gerçeği kabul edersek çözümünü de düşünebiliriz. Yoksa ikide bir “bağımsız yargıya güvenim tamdır” diye kimsenin inanmadığı lafları tekrarlayarak gerçekten bağımsız bir yargıya sahip olamayız.
***
Yorum