Benim manşetim Cansu...
12.07.2009 10:08
80'li yıllar...
Gazeteciliğe yeni başlamışım.
Yeni Asır'da.
O zamanlar şimdiki gibi tecrübeli muhabirleri kırpıp kırpıp yazar yapmıyorlar; muhabirler oturaklı, en genci 35-40, baba haberlere onlar gidiyor, benim gibi çömezlerin manşet olabilmesi için ağzıyla kuş tutması lazım... Haber müdürleri de şimdiki gibi değil, "Bende haber yok" de, iyi gününe denk geldiysen yüzüne tükürür, ters gününe denk geldiysen, tükürüğe bile şükür...
Öyle bağırırlardı ki, sanırsın Tarzan'dır...
Huzurlu bi çalışma ortamı yani!
*
Gene öyle bir gün...
Haber icat etmezsem,
oyacaklar.
Açtım gazeteleri...
Ki, belki bir fikir uçuşur.
"Şampiyon İzmir'den"
yazıyor.
Anadolu Lisesi şampiyonu.
İzmir'den çıkmış.
*
Can havliyle hafızamı yokladım, hatırlıyorum bu başlığı... Gittim arşive, geçen seneye baktım, işte orada, şampiyon İzmir'den... Bir önceki seneye baktım, bu sefer iki şampiyon var, biri İzmir'den, biri Aydın'dan... Bir önceki sene? Denizli'den, ikinci Muğla'dan... ÖSS'leri kurcalamaya başladım. Hep tanıdık; Ege'den.
*
E merak ettim...
Niye?
Nedir Ege'yi öne çıkaran?
*
O öğretmenle konuş, bu öğretmene danış, Milli Eğitim'e sor filan, karşıma hep aynı öyküler çıktı... Cevabı bulmuştum, manşeti de... Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde görev yapan çileli öğretmenlerimiz, hiç olmazsa emeklilik dönemlerinde biraz rahat yüzü görebilmek için, ömürleri boyunca biriktirdikleri üç-beş kuruşla, geçinmesi makul, iklimi güzel, İzmir'den Aydın'dan Denizli'den ev alıyor, meslek hayatlarının son dönemine yakın bir yolunu bulup, tayinlerini bu şehirlere çıkartıyorlardı. Yani, "çıraklık-kalfalık" dönemlerini Anadolu'da geçirip, pişip, "usta"lık dönemlerini Ege'de taçlandırıyorlardı. Dolayısıyla, Ege çocukları, o zorlu yıllar içinde sinirlerini aldırmış, tecrübeli, babacan, sabırlı, şefkatli, "Bir-iki yıl sonra bırakacağım, bu minikleri özleyeceğim, bırakmadan yapabileceğimin en iyisini yapayım" diye düşünen öğretmen kadrosu tarafından yetiştiriliyordu.
*
Netice? Şampiyon.
*
Yukarıda anlattığım avantaj nedeniyle şampiyonlar Ege'den çıkıyordu... Ama, öğretmenlerin illa ki hepsi emekliliğine yakın tası tarağı toplayıp Ege'ye gelmediği için, Artvin'in kafası çalışan çocuğu da Anadolu lisesine girebiliyordu, Mersin'deki Diyarbakır'daki de... Senin okumaya niyetin varsa, tecrübeli öğretmen de vardı.
*
Ve, hepsi devlet okullarının öğretmenleriydi tabii... Özel öğretmen filan aramazdık, servis mervis yok, yürüye yürüye mahallendeki okula git, öğretmenin kralı orda... Zaten "özel okul" diye bir kavram yoktu, hatta alay konusuydu... Özel okul denilen, Hababam Sınıfı'nda olduğu gibi, baba parasıyla diploma satın almaya çalışan haytaların gittiği okulumsu yerlerdi. Bende acayip para var, bastırıyorum, özel okula gidiyorum diye gurur duymazlar, aksine söylemeye utanırlardı.
*
80.
90.
2009.
Bakıyorum manşetlere...
"Özel okul"lular şampiyon!
Üstelik, hepsi dershaneden.
*
Devlet olmuş Hababam Sınıfı.
*
"Fakir fukara garip gureba" diye oy toplayanların yaptığı reform işte bu...
*
Dişinden tırnağından arttırıp, boğazından kesip, evladını mecburen özel okulda okutmaya gayret eden ana-babalar... Ve, boğazından kesse bile yetmediği için özel okula gönderemediği evladının yüzüne bakmaya utanan ana-babalar.
*
Özel okula kapağı attığı için, daha iyi maaş, fiziki şartlar, nispeten mutlu öğretmenler... Devlette kaldığı için, gazete bile satın alamaz hale getirilen, hayata küsen öğretmenler... Bir tarafta İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenen çocuklar, bir tarafta dersler boş geçtiği için Türkçeyi bile öğrenemeyen çocuklar.
*
Bana göre, manşet olmalıydı, satır aralarında kalmış... Diyor ki, alnından öpmek istediğim şampiyon kızımız Cansu, "Birinci olmak güzel ama, bu eğitim sisteminde ne kadar gurur verici bilemiyorum... Bence haber olması gereken, biz değiliz, fırsat eşitsizliği nedeniyle başarısız olan arkadaşlarımız... Onların ön plana çıkarılması lazım."
YILMAZ ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr
12.07.2009 10:08
80'li yıllar...
Gazeteciliğe yeni başlamışım.
Yeni Asır'da.
O zamanlar şimdiki gibi tecrübeli muhabirleri kırpıp kırpıp yazar yapmıyorlar; muhabirler oturaklı, en genci 35-40, baba haberlere onlar gidiyor, benim gibi çömezlerin manşet olabilmesi için ağzıyla kuş tutması lazım... Haber müdürleri de şimdiki gibi değil, "Bende haber yok" de, iyi gününe denk geldiysen yüzüne tükürür, ters gününe denk geldiysen, tükürüğe bile şükür...
Öyle bağırırlardı ki, sanırsın Tarzan'dır...
Huzurlu bi çalışma ortamı yani!
*
Gene öyle bir gün...
Haber icat etmezsem,
oyacaklar.
Açtım gazeteleri...
Ki, belki bir fikir uçuşur.
"Şampiyon İzmir'den"
yazıyor.
Anadolu Lisesi şampiyonu.
İzmir'den çıkmış.
*
Can havliyle hafızamı yokladım, hatırlıyorum bu başlığı... Gittim arşive, geçen seneye baktım, işte orada, şampiyon İzmir'den... Bir önceki seneye baktım, bu sefer iki şampiyon var, biri İzmir'den, biri Aydın'dan... Bir önceki sene? Denizli'den, ikinci Muğla'dan... ÖSS'leri kurcalamaya başladım. Hep tanıdık; Ege'den.
*
E merak ettim...
Niye?
Nedir Ege'yi öne çıkaran?
*
O öğretmenle konuş, bu öğretmene danış, Milli Eğitim'e sor filan, karşıma hep aynı öyküler çıktı... Cevabı bulmuştum, manşeti de... Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde görev yapan çileli öğretmenlerimiz, hiç olmazsa emeklilik dönemlerinde biraz rahat yüzü görebilmek için, ömürleri boyunca biriktirdikleri üç-beş kuruşla, geçinmesi makul, iklimi güzel, İzmir'den Aydın'dan Denizli'den ev alıyor, meslek hayatlarının son dönemine yakın bir yolunu bulup, tayinlerini bu şehirlere çıkartıyorlardı. Yani, "çıraklık-kalfalık" dönemlerini Anadolu'da geçirip, pişip, "usta"lık dönemlerini Ege'de taçlandırıyorlardı. Dolayısıyla, Ege çocukları, o zorlu yıllar içinde sinirlerini aldırmış, tecrübeli, babacan, sabırlı, şefkatli, "Bir-iki yıl sonra bırakacağım, bu minikleri özleyeceğim, bırakmadan yapabileceğimin en iyisini yapayım" diye düşünen öğretmen kadrosu tarafından yetiştiriliyordu.
*
Netice? Şampiyon.
*
Yukarıda anlattığım avantaj nedeniyle şampiyonlar Ege'den çıkıyordu... Ama, öğretmenlerin illa ki hepsi emekliliğine yakın tası tarağı toplayıp Ege'ye gelmediği için, Artvin'in kafası çalışan çocuğu da Anadolu lisesine girebiliyordu, Mersin'deki Diyarbakır'daki de... Senin okumaya niyetin varsa, tecrübeli öğretmen de vardı.
*
Ve, hepsi devlet okullarının öğretmenleriydi tabii... Özel öğretmen filan aramazdık, servis mervis yok, yürüye yürüye mahallendeki okula git, öğretmenin kralı orda... Zaten "özel okul" diye bir kavram yoktu, hatta alay konusuydu... Özel okul denilen, Hababam Sınıfı'nda olduğu gibi, baba parasıyla diploma satın almaya çalışan haytaların gittiği okulumsu yerlerdi. Bende acayip para var, bastırıyorum, özel okula gidiyorum diye gurur duymazlar, aksine söylemeye utanırlardı.
*
80.
90.
2009.
Bakıyorum manşetlere...
"Özel okul"lular şampiyon!
Üstelik, hepsi dershaneden.
*
Devlet olmuş Hababam Sınıfı.
*
"Fakir fukara garip gureba" diye oy toplayanların yaptığı reform işte bu...
*
Dişinden tırnağından arttırıp, boğazından kesip, evladını mecburen özel okulda okutmaya gayret eden ana-babalar... Ve, boğazından kesse bile yetmediği için özel okula gönderemediği evladının yüzüne bakmaya utanan ana-babalar.
*
Özel okula kapağı attığı için, daha iyi maaş, fiziki şartlar, nispeten mutlu öğretmenler... Devlette kaldığı için, gazete bile satın alamaz hale getirilen, hayata küsen öğretmenler... Bir tarafta İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenen çocuklar, bir tarafta dersler boş geçtiği için Türkçeyi bile öğrenemeyen çocuklar.
*
Bana göre, manşet olmalıydı, satır aralarında kalmış... Diyor ki, alnından öpmek istediğim şampiyon kızımız Cansu, "Birinci olmak güzel ama, bu eğitim sisteminde ne kadar gurur verici bilemiyorum... Bence haber olması gereken, biz değiliz, fırsat eşitsizliği nedeniyle başarısız olan arkadaşlarımız... Onların ön plana çıkarılması lazım."
YILMAZ ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr