Paşa'dan DOBRA DOBRA
20 Ağustos 2009 / 02:05
“Arkadaşlarımın kanunsuz bir iş yaptıklarından emin olsaydım, onları ihbar etmekten asla çekinmezdim.
Emekli Org. Özkök, “Sizin için, komutan arkadaşlarını ihbar etmiş oldu deniyor” sorusuna şu yanıtı verdi: “Arkadaşlarımın kanunsuz bir iş yaptıklarından emin olsaydım, onları ihbar etmekten asla çekinmezdim. Çünkü, hukuk benim için dostlukların üstündedir.”
‘DARBE KABA KUVVETTİR’ DİYEN ÖZKÖK, DARBE İDDİALARINA MUHATAP OLAN ARKADAŞLARI İÇİN BÖYLE KONUŞTU:
Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi, yerleşmesi, askerin siyasete müdahale etmemesi, edecek koşulların hiç oluşmaması temennileri yoğunlaştı ve darbe döneminin kapandığı şeklinde eski komutanların beyanları oldu.
- Ben de benzer şeyler söyledim. Neden kapandığı konusunda argümanları sıraladım. O beyanatımı incelerseniz, oradaki her argümanın bu zamana kadar olan birikimlerimin ve tecrübelerimin mahsulü olduğu görülecektir.
Yani, bu dönem kapanmıştır artık. Türkiye için de kapanmıştır. Dünya için de kapanmıştır...
- Bir zamanlar Güney Amerika’da olsun, Afrika’da olsun erken kalkan general darbe yapıyordu. Sıradan bir olay haline gelmişti. Yani, çok anormal bir şey olarak görünmüyordu. Şimdi öyle değil. Sonra, o zaman insanlar her şeyi kaba kuvvetle hallediyorlarmış.
İnsanlar gelişe gelişe kaba kuvvet kullanmamayı, bu işi akılla başarmayı öğrendi. İnsanlığın gelişimine baktığınız zaman bu görünür. Dolayısıyla, darbeler de sebebi ne olursa olsun, yöntem olarak kaba kuvvettir ve o süreçte yapılan şeyler süratle kontrolden çıkar. Ve o işi yapanların hiç tahayyül etmedikleri şeyler yapılır, ama gene de onlar suçlanır.
PAŞA YORUMSUZ
Sadece bu girişimde bulunanları değil de darbe yapmış olanları yargılamak gerekir görüşü var. Evren Paşa için de bu talepler gündeme getirildi. Sizin o konudaki düşünceniz nedir?
- Burada, ben ‘No Comment’ (Yorum yok) derim. Kendisi benim komutanım ve cumhurbaşkanıdır. Benim, kendilerini yargılanması gereken biri olarak göstermem düşünülemez. Keza kendilerinin benim savunmama da ihtiyaçları yoktur.
Tabii şu var, Fikret Bey; cezanın felsefesinde kötü şeylerin tekerrürünü önlemek vardır. Yoksa, amaç sadece o kişiyi cezalandırmak değildir. Geçenlerde Sayın Hasan Pulur yazmıştı. Yani, birilerini manevi tazminat ödemeye mahkûm etmek neyi düzeltir? Adam size küfretmiş. Bana da bir sürü şey söylediler. Hapis cezası bile alsa para cezasına çeviriyor. Yani, amaç aynı şeyin bir daha tekrarlamamasını sağlamak.
Tabii ben Sayın Komutanım Kenan Paşa için çok üzüldüm. 27 Mayıs’ta biz de öğrenci subaydık. O hareketin içinde yer aldık. O zaman öyle değerlendiriyormuşuz. Bu çok düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü, şu var: Bu konuda da halkın içerisinde çok farklı düşünen gruplar var. Yargılamayla bu ayrışmayı da kaşımış olursunuz. Bu da dikkate alınmalıdır.
Öte yandan, hukukta mürürü zaman (zaman aşımı) vardır. Yani, çok eskiye gitmenin bir menfaati olmadığını, esasen delillere ulaşmanın zorlaşacağını, adil yargılanma ilkesinin bozulabileceğini hukuk saptamıştır ve zaman aşımını benimsemiştir.
‘İRAN OLMAYIZ’
Ulusal bütünlüğümüzle ilgili olarak tartışıyoruz. Bir de laik rejim niteliğiyle ilgili olarak çok tartışıyoruz. Ama, siz ‘herhangi bir risk görmüyorum’ dediniz. Laiklik konusunda kaygı duyan kesimlerin düşüncelerini nasıl değerlendiriyorsunuz. Bir risk var mı?
- Hepimiz bir risk vardır diye düşünüyoruz. Ama, şeriat getirilecek demek ayrı, gelir demek ayrı şeylerdir. Gayet tabii ki riskler var. Mesela, herkes Atatürk’ü sever sayar. Atatürk’ü koruma kanunu çıkarmışız. Niye çıkarmışız? Demek ki bazı riskler görmüşüz ki çıkarmışız.
Laikliği de Anayasa’nın değişmez maddeleri arasına koymuşuz. Demek ki bir risk görmüşüz. Risk yok demek mümkün değildir. Ama, şeriat gelir mi konusu iki başlıdır. Bir getirilebilir mi? İkincisi getirilir mi? Yani, ikisi birbirinden farklı.
Şimdi sivil halkın içerisindeyim. Bildiğim, bu halkla seneler önce İran’da olan şey, Türkiye’de olmaz. Aradan bunca sene geçmiş. Eski İran, İran’da bile olmaz. Bırakın Türkiye’yi. Görüyorsunuz işte İran’daki son olayları. Ben bunu ifade ettim. Hiç kimse buna cesaret edemez, halk da bunu kabul etmez diye düşündüğüm için şeriat gelmez diyorum. Ama, laiklik için gayet tabii ki riskler vardır ve daima uyanık bulunulmalıdır.
‘HALK SAÐDUYULU’ Yani göbeğini kaşıyan adam yaklaşımına katılmıyorsunuz?
- Ben halkımızı çok aklı başında buluyorum. Sağduyu denilen bir şey var biliyorsunuz. O cahil, sorumsuz sandığımız kişiler öyle şeyler söylüyorlar ki şaşırıyorsunuz. Benim kayın pederim çok tahsilli değildi. ‘Oğlum, bir memlekette savcı, kaymakam, emniyet müdürü, jandarma komutanı, belediye başkanı kol kola şehirde ana caddede bir gezsin, o şehirde asayişsizlik olmaz’ derdi.
Bakın şimdi, bu yılların verdiği erdemle, sağduyu ile söylenmiş bir laftır. Hakikaten öyledir. Yani, herkesin birbiriyle sevgi ve saygı ile kenetlendiği bir ortamda asayişsizlik olmaz. Bunları halkın sağduyusunu, görüşünü yansıtan bir örnek olarak anıyorum. Daha bunun gibi çok örnekler var.
Halkımızın inançları kuvvetlidir. Ancak, büyük kısmı itidallidir. Mütedeyyindir. Ona büyük saygı duymak lazım. İnançsız toplumlar sıkıntı çekmişlerdir. En modern ülkelerde bile inanç sistemi önemsenir.
İnananlarla asla alay etmememiz gerekir. Ama, şimdi Türkiye’de bir de bu sıkıntı başladı. Herkes inancını, ibadetini saklar oldu. Hoca, hacı demek küçümseme sözcükleri oldu. Halbuki din adamları iptidai kavimlerden en gelişmişlerine kadar her ülkede daima saygı görmüştür. Onlar da bu saygın mertebeye tırmanmaya veya orada kalmaya gayret göstermişlerdir.
‘ATATÜRK FAR GİBİ’
Atatürk’ün kuruluş felsefesi açısından, yaşananları nasıl görüyorsunuz? Gerek laiklik konusunda gerek bölünme konusunda duyulan kaygılar, Atatürk’e ihanet eleştirilerini nasıl görüyorsunuz?
- Atatürk çok ileriyi gören, gerçekten büyük bir dehaydı. Ben Atatürk’ü araba farına benzetirim. Siz gittiğinizde önde gider, yol gösterir. Nereye giderseniz gidin önünüzü aydınlatan fardır. Atatürk de Türkiye için araba farı gibidir.
Önümüzü 1938’lerden değil günümüzden aydınlatır. Atatürk’ün öğretisinde kendini otomatikman yenileyen bir dinamizm vardır. Laiklik ve ulusal bütünlük konusunda Atatürk’ün öğretisinin hâlâ geçerli olduğuna yürekten inanıyorum.
‘BAŞBAKAN VELEV Kİ HOCA DEMİŞ OLSUN’
Bir şey yazıldı... Sayın Başbakan’ın size ‘hocam’ diye hitap ettiği yolunda...
- Ben duymadım. Eşim duymadı. Emir subayım duymadı. Velev ki, dedi. Benimle ne alakası var? Sırf beni incitmek için bazı kişilerce uydurulmuş şeylerdir bunlar. Bunlar halkın gözünde beni küçük düşürmez ki. Bütün Ortadoğulular birbirlerine hocam diyor. Ben, Gülhane’deki bütün doktorlara hocam diyorum. Üniversite hocalarına nasıl hitap edersiniz siz.
Hocam diye hitap ederiz.
- Velev ki dedi. Belki başkasına derken bana bakıyordu. Çünkü, orada birçok insan vardı.
Hoca da var orada.
- İnsan bazen birine hitap ederken başka yere de bakabilir. Belki bana bakıp başkasına demiş olabilir. Kaç defadır söylüyorum, Sayın Başbakan bana daima Sayın Genelkurmay Başkanım diye hitap etmiştir. Veya Paşam demiştir. Ben kendisinden asla böyle bir hitap duymadım. Ama, dedi diyenler desin varsınlar. Gönülleri hoş olsun!
Başbakan’la uyumlu çalışmak, yakın çalışmakla da eleştirildiniz.
- Bazıları uyumlu olmama kızıyorlar. Tamam, kızabilirler ama, bunun alternatifi nedir? Uyumsuz çalışmak. Birileri böyle istiyor diye devletin tepesinde kavga edip durmak. İstenen bu mu?
Meşru bir hükümetle uyumlu çalışmak her Genelkurmay Başkanı’nın görevidir. Bir başbakanı beğenip beğenmemek benim görevim olmamıştır. O milletin ve siyasilerin görevidir.
‘BEN KAVGA İSTEMİYORUM’
Yani, bu kişisel bir şey değil.
- Ecevit de Başbakan’dı. Onunla da çalıştık. Yani, şimdi herkes kendi beğendiği başbakanla uyumlu çalışır diye bir kural yok. Siz bugün birisini beğenmiyorsanız, yarın da başkalarının sizin beğenmediğinizi beğenir olmasına ne diyeceksiniz? Bu takdirde gruplaşmalar, ayrışmalar başlar ve bundan zarar doğar. Acıyı da garip halk kesimleri çeker.
Ben, öyle Başbakan Genelkurmay Başkanı ile kavga etsin, o bununla kavga etsin istemiyorum. Halkın büyük çoğunluğu da istemiyor. Ben meselelerin barış içerisinde, karşılıklı anlayışla, saygıyla, en zıt fikirleri dinleyerek ama, kendi fikirlerini de söyleyerek daha iyi çözüleceğine inanıyorum. Bunları gördüm, yaşadım.
Bu şekildeki çözümlerin daha köklü olduğunu da gördüm. Zorla olan çözümlerin geçici olduğunu, ama karşılıklı anlayışla, uzlaşmayla ulaşılan çözümlerin uzun ömürlü olduğunu görmüşümdür.
‘BENİM CUMHURİYETİM SİZİNKİ KADAR DERME ÇATMA DEÐİL’
Bazı uygulamalardan bazı kesimler rahatsızlık duyuyor.
- Bir gün birisi bana, ‘cumhuriyet elden gidiyor’ dedi. Valla, benim cumhuriyetim seninki kadar derme çatma değil dedim.
Olayları çok abartmamak, genellememek lazım. Tehdit, tehlike ve realitenin boyutlarını abartırsanız bazen tehlikeli de olur. İlacın dozu kaçıyor, daha çok zarar doğuyor. Tedavi yöntemlerinizde hatalar yapmaya başlıyorsunuz. Yani, gerçekçi olmak, ölçü aletini çok iyi kullanmak önemlidir. Konuşmada birisi, ‘ekonomi batarsa batsın’ dedi. ‘Cumhuriyet elden gidiyor’ dedi. Ben de, vallahi benim cumhuriyetim seninki kadar derme çatma değil, hemen gitmez dedim.
Hakikaten cumhuriyet oturmuştur. Birçok insan görüyoruz, halkı cumhuriyete karşı kışkırtıyor ama, halk öyle bilinçli ki, cumhuriyete öyle sahip çıkıyor ki. İşte cumhuriyet mitinglerini gördünüz. Şimdi bu günleri yaşadıktan sonra, cumhuriyet elden gider mi, şeriat gelir mi? Bana göre gelmez ama, gelir diyenlere de saygı duyuyorum. Onlar da öyle inanıyorlar. Kendilerine göre gerekçeleri vardır.
‘ARKADAŞLARIMI LEKELEMİŞ OLURDUM’
Bir eleştiri daha okudum hakkınızda. Ergenekon soruşturmasıyla ilgili. Madem komutanın darbe girişimlerinden haberi vardı, o zaman niye müdahale etmedi, Soruşturma açmadı, diye...
- Böyle bir söylenti vardı demek, o iş vardı anlamına gelir mi? Gelmez. Böyle bir şeyi teyit ettiğimi söyleyenler haksızdır. Bana bazı belge ve duyumlar geldi, bunları inceledim. Hiç biri bir kuvvet komutanına soruşturma açtırmayı gerektirecek delil mahiyetinde değildi.
Bu bakımdan hukuki dayanağı olmayan belge ve duyumlarla bir kuvvet komutanı hakkında şaibe yaratacak bir soruşturmayı başlatamazsınız.
Veya süreci başlattınız, belgelerin hukuki değer taşımadığı anlaşıldı.
- Anlaşıldı. O zaman ben o kuvvet komutanıyla nasıl çalışacağım? O zaman ya benim istifa etmem gerekecekti ya onun.
Bunun için kuvvetli kanıt aradınız.
- Tabii yani. Soruşturma emri, hukuki sürecin bir aşaması, başlatıcısıdır. Genelkurmay Başkanı’na verilmiş bir yetkidir. Ama, Genelkurmay Başkanı, bir kez daha söylüyorum, bu yetki bendedir diye onu ***fi olarak kullanamaz. Bir kuvvet komutanına soruşturmayı başlatacak mahiyette bir şey olmadan başlatamazsınız.
Bir de tuhafıma giden bir durum var. Savcılara kuvvetli olmayan delillerle dava açıyorlar, insanları şaibe altında bırakıyorlar diye kızan aynı kişiler, bana kuvvetli olmayan belgelerle soruşturma açtırmadım diye kızıyorlar. Bunun sebebini gerçekten çok merak ediyorum.
Sizin için yıllarca çalıştığı komutan arkadaşlarını ihbar etmiş oldu gibi de yorumlar çıktı.
- Onlar emekli olduktan sonra ben iki sene daha Genelkurmay Başkanlığı yaptım. Eğer, öyle bir niyetim olsaydı o zaman yapardım. Emekli olalı da üç sene oldu. Bu işi ortaya getiren günlük olduğu iddia edilen belgelerin yayımlanmasıdır. Onların doğru olup olmadığına da yargı cevap verecektir.
Ancak, şunu da ifade etmek isterim. Yıllarca beraber çalıştığım arkadaşlarımın kanunsuz bir iş yaptıklarından emin olsaydım, onları ihbar etmekten asla çekinmezdim. Çünkü, hukuk benim için dostlukların üstündedir. Ve hukukun olmadığı yerde dostluklar da yoktur.
Milliyet
Yorum