Yavuz Semerci
Harçlıkları bol tutun lütfen...
20.09.2009 14:18:07
YAŞI ilerlemişlerin, geçmiş bayramların çok daha anlamlı olduğunu söylemelerinin
esas nedeni geçmişe duydukları özlem midir bilmem...
Çocuksanız, her bayram güzeldir. Temiz kıyafetler giymek, büyüklerin ellerinden öpmek, ziyaretlere gitmek, küçük harçlıklar toplamak, onları nasıl harcayacağınızı planlamak, arkadaşlarla şeker biriktirmek...
Böyle günlerde çocuk olmak istersiniz. Yine de kendi dönemlerimiz ile bugünleri karşılaştırmaktan da vazgeçmeyiz.
Çocukluğu neşeli ve güzel geçmiştir bizim kuşağın, tüm fakirliğe rağmen...
Okul sonrasında hiç evde oturulmazdı.
Hele tatil günleri...
Kahvaltı edilir, sokağa salınırdık... Bir tarafınızı kıracak, kanınızı akıtacak bir durum yok ise camdan “Hadi öğle yemeğine” diye bağırılana kadar dışarıda kalınırdı. Yemek sonrasında bizdeki ritüel mutlaka en az 1 saat uykuya yatmaktı... (4 erkek çocuk ile baş etmenin yollarından biri olsa gerek.) Sonra tekrar dışarı atılırdık. Ne zamana kadar? Olağan dışı bir durum olmadığı sürece, babalar eve gelmeden önce...
Miskete veya çelik çomak oyununa dalıp, baba işten döndükten sonra eve girmek, annenin o cennetlik tokadını yüzünüzde hissetmenizi kaçınılmaz kılardı. Eğer biraz atikseniz, kafanızı sıyıran terlikten kurtulmak da mümkündü ve annemiz illa “İsabet ettireceğim” diye inat etmezdi. Aslında babadan gelecek sert ve acıtan uyarıyı engellediğinden annenin terbiye edici yaklaşımları hep tercih nedeni olmuştur!
O dönem bayramlar yeni bir elbise, yeni bir oyuncak demekti. Ertesi gün kime ne alınmış, kim ne giymiş, kim hangi oyuncakla günün kahramanı olmuş belli
olurdu. Misketlerimi, bisikletine bineceğim veya oyuncağını kullanayım diye ücret niyetine arkadaşlarıma verdiğim çok olmuştur...
Bayram demek, misafir odasına girişin serbest kalması anlamına da gelirdi. Koltuklar dün alınmış gibiydi... Kimi misafirin halının altını bile şöyle yoklayacağı sanıldığından, tozun zerresi uğramazdı bu odaya. Bir gece öncesinden son kontroller mutlaka yapılırdı. Sehpanın üzerinde bayrama yetiştirilmiş göz nuru, kolalanmış dantel örtünün üzerinde mutlaka şeker ve çikolata kabı, artık ne kadar çeşit bulunduysa sigara kutuları olurdu.
Misafirleri kolonyalamak genelde sevdiğim bir işti. Küçümsemeyin, bu çok zor bir iştir. İki avucunu birbirine yapıştıran misafir tehlikelidir. O akmaz şişeyi bol bol sallayacak, misafiri tatmin edeceksiniz ama aslında birkaç damlayla savuşturacaksınız isteğini. Bir sonraki misafire de kalmalı değil mi? Yıllar sonra
bir yerde okumuştum. Kolonya üreticileri yurtdışından meşhur bir danışman
getirmişler. Kolonya tüketimini artırmak için ne yapmalıyız diye sormuşlar. Adam
iki üç gün sonra gelmiş ve “Kolonya şişelerinin deliklerini genişletin” demiş, dünyanın parasını alıp gitmiş. Ben bunu küçükken keşfetmiştim aslına bakarsanız...
Neyse...
Aslında bir de rahmetli annemin bayramlaşmaya gelenlerden önce bize yaptığı uyarıyı hiç unutmam: “Sakın (baklava, börek, pasta ne varsa) siz de istemeyin. Size sorduğumda hayır diyeceksiniz. Misafirlere kalmazsa ayıp olur.” Misafire ısrar etmek âdettendir: “Bir tabak daha lütfen.”
“Elinize sağlık. Çok güzel olmuş. Bir tabak daha alayım” diyenlerden nefret ettiğimi söylememe gerek yok değil mi! Hele üç kuruş da olsa bayram harçlığı
vermemiş ise en kötü eş-dost-akraba oydu...
Uzatmayayım... Bayramlar hep güzeldir aslında...
Küçüklerimin gözlerinden, büyüklerimin ellerinden, sizlerin de yanaklarınızdan öperim efendim...
Bayramınız kutlu olsun...
ysemerci@htgazete.com.tr
Harçlıkları bol tutun lütfen...
20.09.2009 14:18:07
YAŞI ilerlemişlerin, geçmiş bayramların çok daha anlamlı olduğunu söylemelerinin
esas nedeni geçmişe duydukları özlem midir bilmem...
Çocuksanız, her bayram güzeldir. Temiz kıyafetler giymek, büyüklerin ellerinden öpmek, ziyaretlere gitmek, küçük harçlıklar toplamak, onları nasıl harcayacağınızı planlamak, arkadaşlarla şeker biriktirmek...
Böyle günlerde çocuk olmak istersiniz. Yine de kendi dönemlerimiz ile bugünleri karşılaştırmaktan da vazgeçmeyiz.
Çocukluğu neşeli ve güzel geçmiştir bizim kuşağın, tüm fakirliğe rağmen...
Okul sonrasında hiç evde oturulmazdı.
Hele tatil günleri...
Kahvaltı edilir, sokağa salınırdık... Bir tarafınızı kıracak, kanınızı akıtacak bir durum yok ise camdan “Hadi öğle yemeğine” diye bağırılana kadar dışarıda kalınırdı. Yemek sonrasında bizdeki ritüel mutlaka en az 1 saat uykuya yatmaktı... (4 erkek çocuk ile baş etmenin yollarından biri olsa gerek.) Sonra tekrar dışarı atılırdık. Ne zamana kadar? Olağan dışı bir durum olmadığı sürece, babalar eve gelmeden önce...
Miskete veya çelik çomak oyununa dalıp, baba işten döndükten sonra eve girmek, annenin o cennetlik tokadını yüzünüzde hissetmenizi kaçınılmaz kılardı. Eğer biraz atikseniz, kafanızı sıyıran terlikten kurtulmak da mümkündü ve annemiz illa “İsabet ettireceğim” diye inat etmezdi. Aslında babadan gelecek sert ve acıtan uyarıyı engellediğinden annenin terbiye edici yaklaşımları hep tercih nedeni olmuştur!
O dönem bayramlar yeni bir elbise, yeni bir oyuncak demekti. Ertesi gün kime ne alınmış, kim ne giymiş, kim hangi oyuncakla günün kahramanı olmuş belli
olurdu. Misketlerimi, bisikletine bineceğim veya oyuncağını kullanayım diye ücret niyetine arkadaşlarıma verdiğim çok olmuştur...
Bayram demek, misafir odasına girişin serbest kalması anlamına da gelirdi. Koltuklar dün alınmış gibiydi... Kimi misafirin halının altını bile şöyle yoklayacağı sanıldığından, tozun zerresi uğramazdı bu odaya. Bir gece öncesinden son kontroller mutlaka yapılırdı. Sehpanın üzerinde bayrama yetiştirilmiş göz nuru, kolalanmış dantel örtünün üzerinde mutlaka şeker ve çikolata kabı, artık ne kadar çeşit bulunduysa sigara kutuları olurdu.
Misafirleri kolonyalamak genelde sevdiğim bir işti. Küçümsemeyin, bu çok zor bir iştir. İki avucunu birbirine yapıştıran misafir tehlikelidir. O akmaz şişeyi bol bol sallayacak, misafiri tatmin edeceksiniz ama aslında birkaç damlayla savuşturacaksınız isteğini. Bir sonraki misafire de kalmalı değil mi? Yıllar sonra
bir yerde okumuştum. Kolonya üreticileri yurtdışından meşhur bir danışman
getirmişler. Kolonya tüketimini artırmak için ne yapmalıyız diye sormuşlar. Adam
iki üç gün sonra gelmiş ve “Kolonya şişelerinin deliklerini genişletin” demiş, dünyanın parasını alıp gitmiş. Ben bunu küçükken keşfetmiştim aslına bakarsanız...
Neyse...
Aslında bir de rahmetli annemin bayramlaşmaya gelenlerden önce bize yaptığı uyarıyı hiç unutmam: “Sakın (baklava, börek, pasta ne varsa) siz de istemeyin. Size sorduğumda hayır diyeceksiniz. Misafirlere kalmazsa ayıp olur.” Misafire ısrar etmek âdettendir: “Bir tabak daha lütfen.”
“Elinize sağlık. Çok güzel olmuş. Bir tabak daha alayım” diyenlerden nefret ettiğimi söylememe gerek yok değil mi! Hele üç kuruş da olsa bayram harçlığı
vermemiş ise en kötü eş-dost-akraba oydu...
Uzatmayayım... Bayramlar hep güzeldir aslında...
Küçüklerimin gözlerinden, büyüklerimin ellerinden, sizlerin de yanaklarınızdan öperim efendim...
Bayramınız kutlu olsun...
ysemerci@htgazete.com.tr