2005 yılıydı. Gazetelerde küçücük bir haber ilişti gözüme. Okuyunca yüreğimden vurulduğumu hissettim.
Bu kısa haberde, Van 100. Yıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel çok acı bir gerçeği açıklıyor, şöyle diyordu:
“13 bin öğrencimiz var. Bunlardan sadece 100 kişi üç öğün yemek yiyebiliyor. Geri kalanı gününü bir adet poğaça ile geçiriyor.
Öğrenciler para harcamamak için evden, yurttan dışarı çıkmıyor ve devamsızlık hakkını sonuna kadar kullanıyor. Üniversitemizde sadece bin öğrenciye her gün ücretsiz öğle yemeği verebiliyoruz.
Bin öğrenciye kumanya paketi dağıtıyoruz. Geriye kalan 11 bin öğrenci, fiyatı bir milyon lira olan (bugünün 1 lirası) öğle yemeğini bile parasızlık nedeniyle yiyemiyor.
Kırsal kesimden gelenler ekmek arası patates veya haşlanmış yumurta yiyor.”
Bu haberi okuduktan sonra Prof. Ayşe Yüksel’i aradım hemen.
Anlattıkları iç karartıcıydı. Üniversitede büyük bir açlık yaşanıyordu.
Bu haberden sonra bir yazı yazdım. Yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Burası Türkiye’nin bir üniversitesi. Bu tablo korkunç. Bu tablo utanç verici. Türkiye gerçeği işte burada yatıyor. Ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz gençler aç ve sağlıksız yaşamak zorunda.”
Bu haberi ve yazıyı Marmara Üniversitesi Rektörü Necla Pur’un gazetelerde çıkan açıklamalarını okuyunca anımsadım.
Aradan 4 yıl geçmiş, üniversitelerimizde gençlerin açlığını giderecek hiçbir gelişme olmamış.
Necla Pur hocanın açık yüreklilikle verdiği bilgilere göre 55 öğrencinin öğretim gördüğü Marmara Üniversitesi’nde öğrencilerin büyük çoğunluğu yetersiz besleniyor ve günde tek öğün yemek yiyebiliyor.
Üniversitede hafta içi her gün maliyeti 5 lira olmasına rağmen 1.5 liraya yemek çıkıyor.
Prof. Dr. Pur şöyle diyor:
“Bin 500 öğrenciye bedava yemek için kupon veriyoruz. Çünkü bu çocukların arasında 1.5 liraya yemek alamayacak olanlar da var. Yemek fiyatını bu yıl da artırmayacağız. Bunu bile ödemekte çocuklar zorlanıyor.”
Şimdi sıkı durun ve Prof. Pur’un şu acı ama gerçek olan sözlerini okuyun:
“Geçen yıl 10’a yakın öğrenci derste fenalaşıp bayılmış. Doktor çocukların açlıktan bayıldığını söyledi. Çocuklar utanmışlar. Suratlarından nasıl gıdasız kaldıklarını anlıyorsunuz.”
Rektör ile tüm yöneticilerin günlerce uykuları kaçmış.
Ne yapacaklarını düşünmüşler. Sabahları 7.30’da besin değeri yüksek çorba servisine başlamışlar. Bir bardağını yanında kıtır ekmekle 50 kuruşa vermişler. Öğrenciler çorbanın içine avuç avuç kıtır ekmek koyuyorlarmış.
Prof. Pur’un verdiği bilgiye görebüyük çoğunluğu Anadolu’dan gelen bu çocukların aileleri geçim zorluğu içinde oldukları için onlara ayda ancak 100-150 lira yollayabiliyor.
Bu çocuklar bu parayla yaşamaya ve de okumaya çalışıyorlar.
Necla Hoca’nın bu drama bir nebze çare olabilecek önerileri var:
“Ramazanlarda kurulan yemek çadırları yalnızca ramazanda değil, yılın tüm zamanlarına yayılarak yerleşkelerde de kurulsun. Hayır yapmak ramazanla sınırlı kalmasın.
Ayrıca hayırseverler sabahları kahvaltı verebilir.
Ev kadınları buluşup günde bin poğaça yapıp sabahları servise koyduğumuz çorbanın yanında öğrencilere dağıtabilirler.”
Biliyorum, Pervin Kaplan’ın Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan haberinden size aktardığım bu acı satırlar yüreğinizi daralttı.
Ama ne yapalım ki Türkiye’nin, üniversitelerimizin gerçeği bu.
Bu kısa haberde, Van 100. Yıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel çok acı bir gerçeği açıklıyor, şöyle diyordu:
“13 bin öğrencimiz var. Bunlardan sadece 100 kişi üç öğün yemek yiyebiliyor. Geri kalanı gününü bir adet poğaça ile geçiriyor.
Öğrenciler para harcamamak için evden, yurttan dışarı çıkmıyor ve devamsızlık hakkını sonuna kadar kullanıyor. Üniversitemizde sadece bin öğrenciye her gün ücretsiz öğle yemeği verebiliyoruz.
Bin öğrenciye kumanya paketi dağıtıyoruz. Geriye kalan 11 bin öğrenci, fiyatı bir milyon lira olan (bugünün 1 lirası) öğle yemeğini bile parasızlık nedeniyle yiyemiyor.
Kırsal kesimden gelenler ekmek arası patates veya haşlanmış yumurta yiyor.”
Bu haberi okuduktan sonra Prof. Ayşe Yüksel’i aradım hemen.
Anlattıkları iç karartıcıydı. Üniversitede büyük bir açlık yaşanıyordu.
Bu haberden sonra bir yazı yazdım. Yazıyı şöyle bitirmiştim:
“Burası Türkiye’nin bir üniversitesi. Bu tablo korkunç. Bu tablo utanç verici. Türkiye gerçeği işte burada yatıyor. Ülkenin geleceğini emanet edeceğimiz gençler aç ve sağlıksız yaşamak zorunda.”
* * *
Aradan 4 yıl geçmiş, üniversitelerimizde gençlerin açlığını giderecek hiçbir gelişme olmamış.
Necla Pur hocanın açık yüreklilikle verdiği bilgilere göre 55 öğrencinin öğretim gördüğü Marmara Üniversitesi’nde öğrencilerin büyük çoğunluğu yetersiz besleniyor ve günde tek öğün yemek yiyebiliyor.
Üniversitede hafta içi her gün maliyeti 5 lira olmasına rağmen 1.5 liraya yemek çıkıyor.
Prof. Dr. Pur şöyle diyor:
“Bin 500 öğrenciye bedava yemek için kupon veriyoruz. Çünkü bu çocukların arasında 1.5 liraya yemek alamayacak olanlar da var. Yemek fiyatını bu yıl da artırmayacağız. Bunu bile ödemekte çocuklar zorlanıyor.”
Şimdi sıkı durun ve Prof. Pur’un şu acı ama gerçek olan sözlerini okuyun:
“Geçen yıl 10’a yakın öğrenci derste fenalaşıp bayılmış. Doktor çocukların açlıktan bayıldığını söyledi. Çocuklar utanmışlar. Suratlarından nasıl gıdasız kaldıklarını anlıyorsunuz.”
Rektör ile tüm yöneticilerin günlerce uykuları kaçmış.
Ne yapacaklarını düşünmüşler. Sabahları 7.30’da besin değeri yüksek çorba servisine başlamışlar. Bir bardağını yanında kıtır ekmekle 50 kuruşa vermişler. Öğrenciler çorbanın içine avuç avuç kıtır ekmek koyuyorlarmış.
* * *
Bu çocuklar bu parayla yaşamaya ve de okumaya çalışıyorlar.
Necla Hoca’nın bu drama bir nebze çare olabilecek önerileri var:
“Ramazanlarda kurulan yemek çadırları yalnızca ramazanda değil, yılın tüm zamanlarına yayılarak yerleşkelerde de kurulsun. Hayır yapmak ramazanla sınırlı kalmasın.
Ayrıca hayırseverler sabahları kahvaltı verebilir.
Ev kadınları buluşup günde bin poğaça yapıp sabahları servise koyduğumuz çorbanın yanında öğrencilere dağıtabilirler.”
Biliyorum, Pervin Kaplan’ın Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan haberinden size aktardığım bu acı satırlar yüreğinizi daralttı.
Ama ne yapalım ki Türkiye’nin, üniversitelerimizin gerçeği bu.
Devleti yönetenlerin anlattıkları ise Türkiye’nin gerçeği değil.
Yorum