ÜSTÜNE gitmedik, adam zaten yaralı...
“Gel sana bir fıkra anlatalım!” dedik...
Süleyman Nazif’in karşısına sakat, dilsiz, hem topal hem çolak bir dilenci çıkmış, halini gösterip, sadaka istemiş. Süleyman Nazif adamı itip geçerken “Bana ne!” demiş:
“Seni kim bu hale getirdiyse git ona derdini anlat!”
Ne demek istediğimizi anladı mı, anlamadı mı?
* * *
ARKASINDAN bakarken, aklımıza Nâzım Hikmet’in 1947’de yazdığı bir şiir geldi: “Dünyanın En Tuhaf Mahluku”nu anlatır:
“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
“Gel sana bir fıkra anlatalım!” dedik...
Süleyman Nazif’in karşısına sakat, dilsiz, hem topal hem çolak bir dilenci çıkmış, halini gösterip, sadaka istemiş. Süleyman Nazif adamı itip geçerken “Bana ne!” demiş:
“Seni kim bu hale getirdiyse git ona derdini anlat!”
Ne demek istediğimizi anladı mı, anlamadı mı?
* * *
ARKASINDAN bakarken, aklımıza Nâzım Hikmet’in 1947’de yazdığı bir şiir geldi: “Dünyanın En Tuhaf Mahluku”nu anlatır:
“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”