Köşe yazarı : Osman KARA
Yaşadığım bu kent
Ben bu kenti ilk 1961’de gördüm, Ordu’ya giderken gelip geçerken. Denizi ve ormanı da ilk kez bu kente ayak bastığım gün görmüştüm. Anadolu bozkırının ortasında dar bir vadiye sıkışmış küçük, şirin ve yeşil bir ilçede doğmuştum; çocukluğumun yaz ayları Tohma’nın kıyısındaki bahçelerde geçmişti. Ben ve biz yeşili bahçelerimizden, derya denizi de göllerimizden ibaret sanırdık. Samsun’dan Ordu’ya giderken yeşille mavinin sarmaş dolaş sevda dolu dansını doya doya izleyebilmek için yol hiç bitmesin isterdim.
Ben bu kenti gördüğümde ve sevdiğimde Kemal Vehbi Gül Mülkiye Mektebi’ni, Yusuf Ziya Yılmaz da ortaokulu bitirmemişlerdi. Kent henüz betonlaşmamıştı ve kentli henüz kavgayla tanışmamıştı. Kimisi bir katlı, kimisi iki katlı, kimisi ahşap, kimisi kagir, kimisi zengin ve gösterişli, kimisi fakir ve bakımsız evlerin bahçelerinden gül ve hanımeli kokusu yayılırdı kentin caddelerine, sokaklarına.
Ben bu kente adım attığımda Büyük Sinema yıkılmamış, Konak Sineması da henüz yapılmamıştı. Yazlık sinemalarda çekirdek çıtlatır, gazoz içerdik; kışlık sinemalarda ise perde arasında Alaska ya da Frigo dondurma yerdik.
Kent güzel, kentliler daha da güzeldi. İnsanlar şık, insanlar güzel, insanlar zarifti. Türkçenin en güzeli konuşulurdu bu kentin caddelerinde, iş yerlerinde. Şarkıların en içlisi çalınırdı gazinolarda ve türkülerin en duygulusu dillendirilirdi konserlerde.
Artık ne Büyük Sinema var bu kentte ne de Selçuk Sineması kaldı ortada. Yazlık sinemalar çoktan tarih oldular. Zamana şimdilik direnen tek bina Yıldız Sineması’nın binası; o da her an satılmayı ve yıkılmayı bekliyor. O yıllardan kalan son kışlık sinema Sümer daha geçenlere yıkıldı. Sokağından geçerken içimde bir yerlerin söküldüğünü, parçalandığını sandım.
Bu kent uzun bir zamandan beri bir taraftan kavga dövüş yıkılıyor öbür taraftan yine kavga dövüş yeniden yapılıyor. Ne yıkan niye yıktığını anlatma ihtiyacını duyuyor ne de yapan ne yaptığını ve niye yaptığını anlatma sorumluluğunu hissediyor kent halkına karşı. Kavga ruhumuza işlemiş sanki, çıkmıyor.
Sevdanın kentinden nasıl oldu da kavganın kentine dönüştük? Hepimizin bunu sorgulaması gerek. Bize sevda kenti bırakmışlardı büyüklerimiz, sevda vadisinde büyüdük ama bu vadinin nadide çiçeklerini büyütemedik bir türlü. Bizden sonrakiler zehirli saröaşıklar bırakıyoruz; umarım ki çocuklarımız bizi lanetlemezler.
Yaşadığım bu kent
Ben bu kenti ilk 1961’de gördüm, Ordu’ya giderken gelip geçerken. Denizi ve ormanı da ilk kez bu kente ayak bastığım gün görmüştüm. Anadolu bozkırının ortasında dar bir vadiye sıkışmış küçük, şirin ve yeşil bir ilçede doğmuştum; çocukluğumun yaz ayları Tohma’nın kıyısındaki bahçelerde geçmişti. Ben ve biz yeşili bahçelerimizden, derya denizi de göllerimizden ibaret sanırdık. Samsun’dan Ordu’ya giderken yeşille mavinin sarmaş dolaş sevda dolu dansını doya doya izleyebilmek için yol hiç bitmesin isterdim.
Ben bu kenti gördüğümde ve sevdiğimde Kemal Vehbi Gül Mülkiye Mektebi’ni, Yusuf Ziya Yılmaz da ortaokulu bitirmemişlerdi. Kent henüz betonlaşmamıştı ve kentli henüz kavgayla tanışmamıştı. Kimisi bir katlı, kimisi iki katlı, kimisi ahşap, kimisi kagir, kimisi zengin ve gösterişli, kimisi fakir ve bakımsız evlerin bahçelerinden gül ve hanımeli kokusu yayılırdı kentin caddelerine, sokaklarına.
Ben bu kente adım attığımda Büyük Sinema yıkılmamış, Konak Sineması da henüz yapılmamıştı. Yazlık sinemalarda çekirdek çıtlatır, gazoz içerdik; kışlık sinemalarda ise perde arasında Alaska ya da Frigo dondurma yerdik.
Kent güzel, kentliler daha da güzeldi. İnsanlar şık, insanlar güzel, insanlar zarifti. Türkçenin en güzeli konuşulurdu bu kentin caddelerinde, iş yerlerinde. Şarkıların en içlisi çalınırdı gazinolarda ve türkülerin en duygulusu dillendirilirdi konserlerde.
Artık ne Büyük Sinema var bu kentte ne de Selçuk Sineması kaldı ortada. Yazlık sinemalar çoktan tarih oldular. Zamana şimdilik direnen tek bina Yıldız Sineması’nın binası; o da her an satılmayı ve yıkılmayı bekliyor. O yıllardan kalan son kışlık sinema Sümer daha geçenlere yıkıldı. Sokağından geçerken içimde bir yerlerin söküldüğünü, parçalandığını sandım.
Bu kent uzun bir zamandan beri bir taraftan kavga dövüş yıkılıyor öbür taraftan yine kavga dövüş yeniden yapılıyor. Ne yıkan niye yıktığını anlatma ihtiyacını duyuyor ne de yapan ne yaptığını ve niye yaptığını anlatma sorumluluğunu hissediyor kent halkına karşı. Kavga ruhumuza işlemiş sanki, çıkmıyor.
Sevdanın kentinden nasıl oldu da kavganın kentine dönüştük? Hepimizin bunu sorgulaması gerek. Bize sevda kenti bırakmışlardı büyüklerimiz, sevda vadisinde büyüdük ama bu vadinin nadide çiçeklerini büyütemedik bir türlü. Bizden sonrakiler zehirli saröaşıklar bırakıyoruz; umarım ki çocuklarımız bizi lanetlemezler.
Yorum