RANDEVU
22 Temmuz 2005 Cuma
Genç spor muhabiri, daha bir hafta önce tanıştığı ana okulu öğretmeni kızla randevusuna gidiyordu.
Trafik felaketti. Daha ikinci buluşmasına geç kalmaktan korkuyor, kendi kullandığı arabada heyecan ve endişeden terliyordu. Araçlar arasındaki boşluklardan sağa sola çaresizce girmeye çalışıyor, ikide bir kornaya basıyordu.
Geç kalacağı kesinleşince, cep telefonuna sarıldı.
- Pastanede misin canım?
- Hayır, hastanede...
- Ne?! Neden?! Ne oldu ki?!
- Sen neredesin?
- Ben trafikle boğuşuyorum, afedersin geciktim. Ne oldu?
- Önemli değil... Şimdi söyleyeceğim hastaneye gel.
Kız, yanındakilere seslendi:
- Neydi buranın ismi?
HHH
Spor muhabiri, geç kalmasının mazeretini bildirmiş olmanın rahatlığı, ama pastane yerine hastane adresini duymuş olmanın korku ve telaşıyla yeni adrese yöneldi.
Uzun uğraşlardan sonra bulduğu hastanenin acil servisine koşarak girdi.
Genç kız, bekleme kısmında oturduğu koltukta tebessümle karşıladı onu...
Muhabir biraz rahatladı.
- Neler oldu canım, anlatsana...
Olay şuydu:
Genç ve güzel öğretmen tam pastaneye girecekken, bankanın önündeki emekliler kuyruğunda yaşlı bir adam yere yığılmıştı. Bu düşüş anında ihtiyar adamın burnu kırılmıştı.
Kimsenin ilgilenmediği yaşlı adamı bir taksiye bindirmiş ve hastaneye getirmişti genç kız...
Muhabir, arkadaşına sevgiyle sarıldı, “Tam isabet!” diye kendi kendine gururlanarak... Hiçbir şey söylemedi. İltifat etmedi.
Kız:
- Gel bir çay içelim şuralarda bir yerde, dedi.
- Yaralı dedenin son durumu ne peki?
- Tedavisi yapıldı, müşahede altında. Biraz kalması lazımmış... Kusura bakma, seni de böyle bir tatsızlığın içine soktum.
Muhabir kaşlarını çattı:
- Daha neler! Şahane bir iş yapmışsın. Bırak biz de ortak olalım.
- Biz hastane parasını ödeyip gidebiliriz biraz sonra. Hastaneyle konuştum, amcanın durumu düzelince bir taksiye bindirip evine gönderecekler.
- Tamam canım, taksi parasını da verelim amcaya...
- İyi olur. Ben bir bakıp geleyim.
Bu arada muhabir de muhasebeye girip hastane parasını ödedi.
- Nerede bu senin hastan? Ben de bir göreyim, sonra vedalaşıp gideriz.
- Tamam. Çok tatlı bir amca. Taksi parasını verdim. Bana öyle dualar etti ki, “Senin baban var mı?” dedi. “Yok” deyince, “O zaman Allah senin gönlüne göre bir kayınbaba ve çocuklar versin!” dedi gözleri yaşlanarak...
- Amin, dedi muhabir.
Kız, muhabirin kolundan tutarak müşahede odasına götürdü.
Muhabir:
- Geçmiş olsun dede... derken cümle ağzında dondu:
- Babaaa!
Diyebildi.
sadık söztutan , türkiye gazetesi
22 Temmuz 2005 Cuma
Genç spor muhabiri, daha bir hafta önce tanıştığı ana okulu öğretmeni kızla randevusuna gidiyordu.
Trafik felaketti. Daha ikinci buluşmasına geç kalmaktan korkuyor, kendi kullandığı arabada heyecan ve endişeden terliyordu. Araçlar arasındaki boşluklardan sağa sola çaresizce girmeye çalışıyor, ikide bir kornaya basıyordu.
Geç kalacağı kesinleşince, cep telefonuna sarıldı.
- Pastanede misin canım?
- Hayır, hastanede...
- Ne?! Neden?! Ne oldu ki?!
- Sen neredesin?
- Ben trafikle boğuşuyorum, afedersin geciktim. Ne oldu?
- Önemli değil... Şimdi söyleyeceğim hastaneye gel.
Kız, yanındakilere seslendi:
- Neydi buranın ismi?
HHH
Spor muhabiri, geç kalmasının mazeretini bildirmiş olmanın rahatlığı, ama pastane yerine hastane adresini duymuş olmanın korku ve telaşıyla yeni adrese yöneldi.
Uzun uğraşlardan sonra bulduğu hastanenin acil servisine koşarak girdi.
Genç kız, bekleme kısmında oturduğu koltukta tebessümle karşıladı onu...
Muhabir biraz rahatladı.
- Neler oldu canım, anlatsana...
Olay şuydu:
Genç ve güzel öğretmen tam pastaneye girecekken, bankanın önündeki emekliler kuyruğunda yaşlı bir adam yere yığılmıştı. Bu düşüş anında ihtiyar adamın burnu kırılmıştı.
Kimsenin ilgilenmediği yaşlı adamı bir taksiye bindirmiş ve hastaneye getirmişti genç kız...
Muhabir, arkadaşına sevgiyle sarıldı, “Tam isabet!” diye kendi kendine gururlanarak... Hiçbir şey söylemedi. İltifat etmedi.
Kız:
- Gel bir çay içelim şuralarda bir yerde, dedi.
- Yaralı dedenin son durumu ne peki?
- Tedavisi yapıldı, müşahede altında. Biraz kalması lazımmış... Kusura bakma, seni de böyle bir tatsızlığın içine soktum.
Muhabir kaşlarını çattı:
- Daha neler! Şahane bir iş yapmışsın. Bırak biz de ortak olalım.
- Biz hastane parasını ödeyip gidebiliriz biraz sonra. Hastaneyle konuştum, amcanın durumu düzelince bir taksiye bindirip evine gönderecekler.
- Tamam canım, taksi parasını da verelim amcaya...
- İyi olur. Ben bir bakıp geleyim.
Bu arada muhabir de muhasebeye girip hastane parasını ödedi.
- Nerede bu senin hastan? Ben de bir göreyim, sonra vedalaşıp gideriz.
- Tamam. Çok tatlı bir amca. Taksi parasını verdim. Bana öyle dualar etti ki, “Senin baban var mı?” dedi. “Yok” deyince, “O zaman Allah senin gönlüne göre bir kayınbaba ve çocuklar versin!” dedi gözleri yaşlanarak...
- Amin, dedi muhabir.
Kız, muhabirin kolundan tutarak müşahede odasına götürdü.
Muhabir:
- Geçmiş olsun dede... derken cümle ağzında dondu:
- Babaaa!
Diyebildi.
sadık söztutan , türkiye gazetesi
Yorum