Bermuda Üçgeni bir mit mi? Yoksa eski zamanlardaki denizcilerin uydurdukları türde bir masal mı? Acaba gerçekten orada zaman zaman doğaüstü bir olay mı yaşanıyor? Veya birilerinin iddialarına göre, kayıp kıta Atlantis´ten kalan bilinmeyen bir teknoloji mi olaylara neden oluyor? Mitolojik mitlerin dışında kalan çağdaş mitleri oluşturan temel neden paradır, insanlar doğadışı öyküler veya olgular yaratarak, olayın olduğu yerde ekonomik bir potansiyel oluştururlar.
Çağdaş mitleri sıralarsak, ilk üçe muhakkak Bermuda Şeytan Üçgeni girer, Bermuda gizemi benzerlerinden çok fazla malzemeye sahiptir, kamoyuna malolmuş, kitaplarda, filmlerde kullanılan malzeme yerel düzeyde anlatılan malzemenin çok azını oluşturur, geride inanılmaz büyüklükte malzeme bulunmaktadır. Yazımızın ana amacı öncelikle bilimsel olduğu varsayılan yani bilimin zahmet edip popüler bir açıklama getirmediği yayınların iddialarını tartışmaya yöneliktir. Burada tartışılan Üçgen´de ışık hızında olayların yaşandığı iddialarıdır veya Üçgen´in mistik bir alan olduğudur ya da UFO´ların üssü olduğu şeklindeki abartılı iddialardır.
Bunların bir kısmı roman yazarlarının eğlencesidir, bazıları ise takma ünvanlı yarı-bilimcilerin araştırılmamış ve kanıtlanmamış söylentilere dayanan korku filmi çizgisindeki derlemeleridir. Peki ama gerçek nerededir ve daha da önemlisi gerçeği söyleme yetkisi kime aittir? Üçgen gerçekten tehlikeli bir yer midir? Bermuda Üçgeni´ne gizemli yer tanımını getirirken, doğru bir tanım mı yapıyoruz? Bir uçak veya kuş iz bırakmadan nasıl kaybolabiliyor? Ve sonuç olarak, gizem dediğimiz kavramı, aktif ve taraflı imajinasyonlardan nasıl ayıracağız? Olayın temel konu başlıkları şunlardır; Coğrafi başlıklar; Üçgen´nin boyutları-Sargasso Denizi-Atlantik akıntıları-Okyanus tabanı-Gaz kabarcıkları-Manyetik kuzey kutbunun coğrafi ve göksel konumu şeklindedirler. Tarihi başlıklar; Bermuda Üçgeni deyiminin ilk defa ne zaman kullanıldığı-Kristof Kolomb ve uçakların kara kutularıdırlar. Ele alınması gereken olaylar ise; Uçuş 19-Mary Celeste-Carroll A-Rosalie-Stavenger ve Aralık 1948´deki DC3 olayıdır. Biz yola tanımdan ve boyutlardan çıkacağız;
Akıntının ölümcül oyunu;
Oxford English Sözlüğü´nün Şubat 1964´de yayınlanan ikinci baskısı, "Bermuda Üçgeni" veya "Şeytan Üçgeni" deyimlerinin ilk kez yer aldığı ansiklopedik kaynaktır. Deyimler, "Argosy" yani büyük ticaret gemileri maddesinde kullanılmış ve mitik bir Bermuda Üçgeni tarifinin çevresinde sınır ötesi bir abartı yaratılmıştır. Üçgen´nin resmi boyutları Bermuda, Puerto Rico-San Juan ve ABD, Florida-Miami´dir. Bununla beraber olayları gözden geçirdiğimizde, bu sınırın dışına çıkıldığını farkederiz, olaylar Kuzey Atlantik´e doğru yayılırlar. Bazen de Doğu Pasifik´te, Meksiko Körfezi´nde yer alırlar. Sargasso Denizi ise tüm çekişmelere rağmen Bermuda Üçgeni´nin resmi sınırlarının dışında kalır. Oysa, birçok best-seller kitapta Sargasso Denizi Üçgen´nin tam ortasına konulmuştur yani görülür ki, tanımlanan sınırlarla, yaşanan olayların yerleri arasında çelişki vardır. Bermuda Üçgeni´ninden geçen veya etkileyen akıntıların başında Gulf Stream Akıntısı gelir. Akıntı, Florida Burnu´nun ucundan başlayarak, Britanya´ya kadar gider. Londra´nın ünlü sisinin oluşmasının ardında Gulf Stream vardır, birçok Avrupa ülkesinde ve Kanada´da iklimin ılımlı olmasının nedeni de Gulf Stream Akıntısı´dır. Gulf Stream güçlü bir akıntıdır, yani denize düşen birçok kuşu ve acemi denizciyi itip götürecek kadar güçlüdür. Akıntı önüne kattığı bir botu, kuzeye iterek önce Florida´nın doğusuna ve Bahama Adaları´na götürür, Florida ile Bahamalar´ı ayıran Florida Boğazı´nda akıntı değişir ve çalkantılar halinde hızlanarak kuzeye yönelir. Bu ne demektir? Akıntıya kapılan bot, önce doğuya sonra da kuzey-doğuya yönelecektir. Eğer botu kıyı boyunca izliyor veya gözlüyorsak, kısa bir mesafeyi hızla veya çabuk aştığını görürüz. Ve ardından da botun kısa bir süre içinde, ufuk çizgisinde kaybolduğunu izleriz. Daha beteri ise, botun rotasını batıya çevirmesi halinde dahi, hala kuzeydoğuya doğru akıntı tarafından itiliyor olmasıdır yani Gulf Stream Akıntısı, acemi denizcileri veya yetersiz tekneleri kendi doğrultusuna götürebilir. Kürekle hareket eden küçük bir kanonun ise, akıntıdan kurtulması imkansızdır. Bunu med-cezirle mücadele etmeye benzetebilirsiniz. Belli bir çaptaki yelkenli teknelerin dahi başı derttedir, yelkenli uygun rüzgarı arkasına alıp rotasını Akıntı´nın dışına çevirmiş dahi, hedefine giden yola girinceye kadar, rotasından millerce öteye gitmiş olacaktır. Ancak bölgeyi ve Akıntı´nın tüm özelliklerini çok iyi tanıyan bir denizci önceden tedbir alarak, bu duruma düşmeyecektir. Yukardaki duruma düşen teknenin kaptanı, istediği rotadan uzaklaştıkça okyanusta kaybolma tehlikesi karşısında paniğe düşecek ve içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulabileceğini hesaplamadan imdat mesajlarını yayınlamaya başlayarak, arama ve kurtarma operasyonlarını başlatacaktır. Ve okyanusta kaybolma tehlikesi de gerçektir, bulanamadığı takdirde de kayıp ilan edilecektir.
Okyanusun inanılmaz derinliği
Kuzey Amerika kıtasının kıyıları çok güzeldir, mavi suların güzelliği özellikle Karayipler´de belirgindir. Karayip Adaları´nın birçok yerini, kıyı boyunca yukardan uçarak gözlerseniz berrak suların altındaki dev blokların millerce uzandığını görürsünüz. Bu görkemli bir görüntüdür ve öylesine net bir görüntüdür ki, su altındaki batık bir uçağı veya parçalarını açıkça görebilirsiniz, düşen birçok uçağın kara kutuları bu sayede bulunabilmiştir. Büyük jetler her tür hız ayar aygıtına sahiptirler, küçük uçaklarda ise "Emergency Lacator Transmitter" denen aygıttan başka birşey yoktur, bu küçük uçaklarda bulunan Kara Kutu´lar ise su altında yeterince çalışmazlar. Yanısıra da okyanusun kumsal tabanında oluşan kum dalgalanmaları bulutlar halinde zaman zaman çalkalanarak aygıtları iyice çalışmaz hale getirmektedirler. Batık küçük tekneler de bu nedenlerle gözden kaçmakta ve en gelişmiş radarlar tarafından dahi görülememektedirler. Öyleyse, belli bir çapın altındaki batık teknelerin bulunması çok küçük bir olasılıktır. Gerçek tehlike, Karayipler´in sığ kıyılarına dalan dalgıçların gördüğü gibi, okyanus tabanının çok sığ olarak kıta kıyısı boyunca binlerce mil devam ettiğidir. Yani bu sığ kıyı tabanı aynı zamanda da okyanus tabanıdır ve siz çok küçük bir farkla çok az açıldığınızda veya bir sürpriz olarak derinlik birdenbire yüzlerce metreye ulaşabilir. Puerto Rico´nun 100 mil kuzeyi, Atlantik Okyanusu´nun en derin yeridir, Puerto Rico su altı hendeğinin derinliği 9.200 metreye ulaşır. Florida Boğazı´nda derinlik 5.000 metreyi aşar. Büyük Bahamalar´dan Kuzeydoğu Providence Kanalı´na uzanan bölgede derinlik 2.000 ile 4.000 metre arasındadır. Yani beş-on metrelik bir derinlikte yüzerken, dalarken veya teknenizle seyrederken, birkaç dakika içinde altınızda binlerce metrelik bir derinlik ortaya çıkabilir. Ve bu sığ sanılan bu kıyılarda sayısız uçak ve tekne hiç iz bırakmadan kaybolmuştur. Kısacası, Miami´den, Bahamalar´a uzanan bölgede okyanusun derinliği yaklaşık olarak 6.000 metredir ve bu sular sakin değildir.
Kuzey Kutbu kaosu ve Kolomb´un yanılgısı;
Bu bölümdeki araştırmanın temeli, Üçgen´deki olaylarda sık anlatılan pusula bozulmalarıdır. Üç temel kutup vardır; Manyetik Kutup, Grid Kutup ve Gerçek veya Göksel Kutup. Gerçek Kutup, Polaris yıldızıyla yani Kuzey Yıldızı ile belirlenir, yerini bulmak için Ursa Major ve Ursa Minor yani Büyük Ayı ve Küçük Ayı takımyıldızları gözlemlenir, Küçük Ayı´nın ucundaki iki yıldızın üstünden yukarı çıkıldığında görülen son parlak yıldız Polaris´dir. Grid Kutup, 90 derece enlemdeki gerçek kutuptur, haritalarda ve kürelerde görülür, Polaris´le aynı doğrultuda değildir, bazen farklılık gösterir. Pusulaların gösterdiği Manyetik Kutup ise, Grid Kutup´un binlerce mil ötesindedir; manyetik bir alanı gösterir ve bu yer Hudson Körfezi´ndeki Baffin Adaları´nın bir tanesindedir. Bazı kürelerde göreceğiniz küçük (x) işareti, bu yeri göstermektedir. Atlantiği geçerken garip pusula hareketleri ile karşılaşan ilk denizci bilindiği tadarıyla Kristof Kolomb´dur, Gerçek Kutup´la, Manyetik Kutup arasındaki farkı veya aynı olmadığını ilk o görmüş ve bunu gemisinin seyir defterine kaydetmiştir. Ama 500 yıl öncesindeki pusulaların ne kadar başarılı oldukları ayrı bir tartışma konusudur ve Kolomb öyle sanmış da olabilir. Dünyada Manyetik ve Grid veya Manyetik ve Gerçek Kuzey olan iki boylam vardır, birisi Avrupa´nın merkezine yakındır, ötekisi ise ABD´nin doğusundadır. Atlantik´de yolculuk ederken, Manyetik ve Grid Kuzey arasındaki farkın gittikçe arttığını görürsünüz. Portekiz yakınında 4 derece olan bu fark, Atlantiğin ortasında, Sargossa Denizi´nde 22 dereceye kadar ulaşır. Florida Burnu´na geldiğinizde ise fark, bir hatta yarım dereceye kadar düşecektir. Bu açıklama çok yeterli görünmese de, bazı pusula sapmalarını açıklama yönündedir. Kristof Kolomb ve Bermuda Üçgeni olayı tarihsel bir dip nottur. Ünlü denizci, Sargossa Denizi´nde garip olaylar yaşamıştır, pusulası sapmış ve denizde garip ışıklar görmüştür. Öncelikle söylemek gerekir ki, Kolomb mükemmel bir denizci ve kaptandı, denizlerde sayısız sorun yaşamış, doğa ile boğuşmuştu. Mürettebatı onun yeteneklerine inanıyordu, ilk yolculuğunda mürettebatın korkusu karayı görememekten öte, yiyecek ve suyun biteceği yüzündendi. Okyanusun ne kadar büyük olduğunu, karaya olan mesafeyi bilmiyordu ve hesapları kendisine özgündü. O çağda, dünya ikiye ayrılmıştı, ufuk çizgisi ve ötesi... Ötesi, bilinmeyen bir yerdi. Dünyanın düz olduğuna inanılıyordu. Kolomb´a göre dünyanın çevresi 15.000 mildi. Ve Kolomb, denizin ötesine giderek Sargossa Denizi´ne ulaştı, burası onun ve adamlı için bir bulmacaydı, karaya yaklaşırken kuşlar görmüştü ama kara görünmüyordu. Sonra Atlantik´in batısına doğru devam ettiler ama pusulaları Gerçek Kutbu göstermiyordu, sadece Kolomb olayın farkındaydı, kimseye söylemedi, oysa pusula normaldi; çünkü Manyetik kutup Prince of Wales Adası yakınlarındaydı. Kolomb ve mürettebatı, aynı gece suya düşen bir meteor gördüler, bu onlar için alışılmışın dışındaydı. Olayları Kolomb´un seyir defterinden izliyoruz. 11 Ekim gecesinde uzakta ışıklar gördü, herkes uyuyordu, adamlarından ikisini çağırarak gösterdi. Üçüncü adam geldiğinde ışık kaybolmuştu. Olay duyulduktan sonra mürettebat artık geri dönülmesini istedi, Kolomb birkaç gün süre istedi; eğer kara görünmezse döneceklerdi. Karayı ilk görecek adama ödül vaadetti. Etrafta kuşlar vardı ve denizde yosunlar yüzüyordu, denize kadar inmiş olan bulutları birkaç kez kara sandılar. Kolomb, ödülü arttırdı. 11 Ekim gecesinde görülen ışık Hispanola Adası´na aitti ama uzağından paralel olarak geçiyorlardı, sonra birkaç ışık daha gördü ama kimseye haber vermedi. Dört saat sonra sabah olduğunda, Pinta gemisinden Rodrigo de Triana karayı gördü, bulutlar veya sis açılmış ada ortaya çıkmıştı; orası bir gece önce ışık gördükleri yerdi. Kolomb ve adamları yosunlu, üzerinde kuşların uçuştuğu sisli bir denizde yol alırken, ışıklar görmüşler ve bu gizemli ortamda doğaüstü güçlerle karşılaştıklarını sanmışlardı. Oysa ışıkların kaynağı büyük bir olasılıkla adada yakılmış bir ateşti.
En büyük gizem; Uçuş 19
Uçuş 19 adı bize beş Avenger tipi bombardıman uçağının kayboluşunu anımsatır. Fort Lauderdale üssünden havalanarak günlük görev uçuşlarından birisini yapan Uçuş 19 filosunu, deneyimli pilotlar ve yardımcıları yönetiyordu. Rota gereği, 160 mil doğuya uçup, 40 mil kuzeye dönecekler ve 120 millik bir dönüş yaparak tekrar üsse geleceklerdi. Her uçakta üç kişi vardı ya da olması gerekiyordu ama bir uçağın iki kişiyle kalktığı biliniyor, kimliğini sadece pilotun bildiği bir kişi uçağa binmemişti, Raslantı mı yoksa önsezi mi? Uçuş öncesinde her zaman olduğu gibi, her tür test ve kontrol yapılmıştı, uçaklar mükemmel çalışıyorlardı. İki saatlik bir görev için fazla sayılacak miktarda benzin almışlardı. Telsizleri on ayrı kanala ulaşabiliyor veya alıyordu, geri dönmeleri için alınan en iyi garanti buydu. İlk mesaj saat 15:45´de geldi; "Kontrol kulesi; bu bir acil durumdur. acil durumdayız; kaybolduk; nerede bulunduğumuzu anlayamıyoruz. Kulenin ilk cevabı; "batıya dönün" şeklinde oldu ama filo batının nerede olduğunu bilmiyordu. Kule personeli tam bir bulmaca ile karşı karşıya kalmışlardı, eğer pusulalar çalışmıyorsa, pilotlar güneşe göre yol alarak yine yön bulabilirlerdi, gün batımına daha çok zaman vardı. Saat 16:25´e gelindiğinde filo komutanının yine sesi duyuldu; "Bulunduğumuz yer normal değil, üssün 225 derece kuzeyinde olmalıydık, bu şeye benziyor..." mesaj burada kesildi. Bu arada 13 personeliyle beraber Martin Mariner tipi deniz uçağı yardım için havalanmıştı, önce normal mesajlarını yollayan Mariner, Uçuş 19´un bulunduğunu sandığı yere vardığında sesi kesildi ve bir daha da mesaj gelmedi. Saat 19:04´de Uçuş 19´dan son mesaj geldi; ama bu çok zayıf gelen rutin "FT" sinyaliydi ve Uçuş 19´un uçuş kodu anlamına geliyordu. Uçaklar haftalarca arandılar ve hiçbirşey bulunamadı. Bugün dahi, ABD Deniz Kuvvetleri hala Uçuş 19 konusunda uyarılıdırlar. Askeri uzmanlar tamamiyle şaşkındılar; nasıl olmuştu da 27 insan ve 6 uçak kaybolmuştu? Avenger´ların benzini bitse bile, uçaklar süzülülerek denize inebilirler ve botlarına binerek portatif telsizleri aracılığı ile yardım bekleyebilirlerdi. Resmi açıklamada kayboldukları belirtildi; raporda şu satır vardı; "Mars´a uçmuş gibiydiler..."
İşin gerçeği ne olabilir?
1. Filo komutanı Teğmen Charles Taylor Deneyimli bir pilottu, Deniz Kuvvetleri Uçuş Komutanlığı´ndan Fort Lauderdale üssüne yeni atanmıştı. Diğerleri uçuş saatlerini tamamlamaya çalışan acemi pilottular.
2. Görevin amacı, bombardıman eğitimi için, Büyük Bahamalar´daki Hens ve Chickens Shoal bölgesinde alçak irtifada uçuş çalışmaları yapmaktı. Teğmen Taylor o gün uçmak istemiyordu, bir gece önce verilen partide çok içmişti ve yorgundu ve ondan başka hiç kimse görev rotasını ve amacını bilmiyordu.
3. Pusulalar bozulduktan sonra, Teğmen Taylor ölü uçuş yapmaya devam etti, oysa denize iniş yapabilirlerdi.
4. Taylor´un anlaşıldığına göre kolunda saati de yoktu çünkü arkadaşlarına sık sık saatin kaç olduğunu sorduğu sormuştu. Uçarken bir ara üzerinden geçtiği yeri tanıdığını sanmıştı, kendisi Florida Keys´de yaşıyordu ve oraya vardığını zannediyordu ama bulunduğu yer Bahamalar´dı. Florida Keys bir adadır, böylece Taylor Florida kıyılarına ulaşacağını sanarak filosunu yönlendirdi fakat hava gittikçe bozuyordu, saatlerce kuzeye uçtuktan sonra anakaraya ulaşamadı ve bu kez doğuya dönme emrini verdi, bu kez Mexico Körfezi üzerinde uçtuğunu sanıyordu. Gerçekte kuzeye doğru Atlantik kıyısı boyunca uçuyordu, doğuya dönme emrini verinci filo Atlantik´e yönelmiş ve sonsuz uçuşuna başlamıştı.
5. Uçuş 19, uçuş sırasında sürekli olarak üsle ilişki halindeydi, kule onu pusulasız uçması için uyarmıştı, bunun için özel telsiz kanalını kullanacaktı. Kule Taylor´dan o kanala geçmesini istedi ama Teğmen reddetti çünkü uçaklardan birisinin telsinin o kanalı arızalıydı ve Taylor frekansı değiştirirse o uçakla irtibatı kaybedeceğinden korkuyordu. Hava fırtınaya dönüşmüştü ve artık görüş sıfırdı.
6. Taylor´un eninde sonunda telsiz frekansını değiştireceğini düşünen Fort Lauderdale üssü, kendi telsizini o kanala sabitleştirdikten sonra kıyı boyundaki tüm telsiz istasyonlarının da aynı kanaldan Uçuş 19´a fikslenmelerini istedi. Eğer Taylor kısa bir an için bile olsa, frekans değiştirseydi, her yerden yardım alacak ve Florida´da Jacksonville´e ulaşacaktı .
7. Hava yağmurlu yani kapalıydı ve güneş görünmüyordu, bu yüzden Taylor güneşe bakarak yön bulamadı.
8. Filonun diğer üyeleri Taylor´un yolunu kaybettiğini ve Florida´yı aradığını duyuyorlardı, içlerinde onun yanıldığını farkedenler olabilirdi ama askeri disiplin gereği ses çıkarmadılar.
9. Kule çeşitli mesajlar yolladı ama Uçuş 19 bunların çoğunu işitemeyecek kadar üsten uzaklaşmıştı ve bu yüzden de bir başka telsiz trafiğinin içindeydiler yani kendi üssünün ilişki kuramadığı frekansına kilitli kalmıştı. Eğer Taylor o anda artık ulaşamadığı kendi üs frekansından çıkıp, yardım frekansına geçseydi, sayısız telsizle bağlantı kurabilecekti. Kıyı istasyonlarından hiçbirisi Taylor´un grubunu işitemedi.
10. Yardım için havalanan Mariner tipi uçak, Uçuş 19´u aramak için aceleyle yollanan tek uçaktı. Yani yeterince kontrol edilmeden havalanmıştı, büyük bir olasılıkla havada infilak etti, patlamayı gören tanıklar vardı ve yağ lekeleri bulundu. Mariner uçaklarının yakıt tanklarında sürekli sızıntı olduğu o sıralarda çok konuşulan ve sorun olan bir konuydu, bu yüzden onlara "uçan gaz tankı" diyorlardı ve gereken kontrol aceleden yapılamamıştı. Kalkıştan 23 dakika sonra patlamış olmalıydı.
11. Avenger´lar su yüzeyinde iki dakika kalabilirdi ve süre hava iyi ve deniz durgunsa geçerliydi. Ve tabii suya inişte pilotların yaralanmamış olmaları da gerekliydi çünkü Avenger bir deniz uçağı değildi ve suya çarpışı sert olacaktı. Dalgalar uygun koşullarda değildi ve Uçuş 19 hava karardığında sağnak yağmur altında deniz yüzeyine çok yakın uçuyordu. Taylor´un dışındaki pilotların hiçbirisi bu koşullarda uçma deneyimine sahip değildiler, hepsi öğrenciydi. Benzinleri bittiğinde, bir kaya gibi dalgalı denize çakılmış olabilirler, ne durumda olduklarını anlamadıkları son mesajlarından anlaşılıyordu ve beraber uçmayı sürdürmeye karar vermişlerdi.
12. Arama, ilk saatlerde yeterli değildi, alarm durumunda kalındı ama denize yollanan araçların sayısı çok azdı. Çünkü Deniz Kuvvetleri Uçuş 19´undan umudunu kesmişti. Sonraki haftalarda hava iyiyken yapılan kapsamlı aramalar boşunuydı, artık çok zaman geçmişti.
13. Uçaklar kıta kıyısından çok uzaklaşmışlardı; Karayipler´in üzerindeydiler ama buralarda deniz derinliği binlerce metredir, bu nedenle de en küçük bir enkaz parçasının bulunması dahi imkansızdı.
Evet, bütün bunlar karşıt görüşler, tümü de dünyevi, doğaüstü güçler burada yoklar. Deneyimli havacılar uçuşlarda her tür sürprizin olabileceği ve en normal koşullarda dahi öldürücü olayların meydana gelebileceği konusunda hemfikirdirler. Cevaplanamayan tek soru pusulaların neden bozulduğudur ama bu da yukarda bahsedilen kutupsal alan karışımı yüzünden oluşmuş olabilir. 1991´de Florida açıklarında 600 metre derinlikte beş Avenger uçağı bir derin deniz araştırma kapsülü tarafından bulundu, herkes heyecanlandı, efsane bitiyor muydu? Ama kapsülün getirdiği parçalar incelendiğinde bulunan uçakların Uçuş 19 olmadığı anlaşıldı, bu Avengerlar başkaydı ve o bölgede o dönemlerde mantıklı nedenlerle düşen yüze yakın Avenger vardı. Uçuş 19 sonuçta hala kayıp. Şimdi bir de öteki efsaneye göz atalım.
DC 3´ü Noel Baba mı kaçırdı?
27 Aralık 1948´de Porto Rico, San Juan´dan, Miami Florida´ya giden ticari uçak tamamiyle yüklüydü. Pilot Yüzbaşı Robert Lindquist, Miami Kulesi´ne 50 mil kala telsizle arayarak, iniş koşullarını sordu, kule cevap için aradığından hiç ses çıkmadı ve DC 3 bir daha ilişki kurmadı. Uçaktan biraz önce keyifli Noel şarkıları geliyordu ama on dakika sonra yok oldular. Uçakta bir telsiz sorunu yoktu ve üstelik pilot kaybolmadan hemen önce Miami´yi gözle de görmüştü. Hava açık ve durgundu, pilot ve yardımcısı yıllardır uçuyorlardı ve kimse bir uçak kazası görmedi. Uçağın bulunduğu yerde yani üzerinde uçtuğu denizin derinliği sadece 6 metreydi. Şimdi olasılıklara bakalım;
1. Uçağın bataryaları zayıftı; pilot San Juan´dan ayrılmadan önce yer personeli tarafından uyarılmıştı. Aynı gün Miami´den San Juan´a uçmuştu ve gerekli şarjı yapmadan geriye dönüyordu. Yani o gün yirmi saatten fazla uçuş yapılmıştı ve pilotların yanısıra uçak da yorgundu ve düştü ama zannettiği yerde uçmuyordu, pilotun gördüğü yer ise Miami değildi. Bataryaların zayıflığı yüzünden Kule uzaklığı 50 mil olarak duymuştu.
2. Florida Boğazı´nda denizin derinliği 1.500 metreden fazladır. Akıntı çok hızlı ve güçlüdür. Eğer uçak sandığı yerin dışında bir yere düştüyse bulunması imkansızdır. Akıntının inanılmaz gücü sadece birkaç saat içinde tüm uçağı en küçük bir parçasını bulunamayacak kadar dağıtabilir.
3. Pilot uçağının yerini bilmiyordu; iddia edildiği gibi kayıtlı uçuş mesajlarında, pilotun Miami´yi gördüğünü söyleyen bir kayıt bulunamadı. Uçaktaki enerji zayıflığı nedeniyle kuleye verdiği zaman, hız ve hava kayıtları kuşkuluydu ve pilotlar inişe elli mil kala bu tür rapor vermezler, büyük olasılıkla uçak Miami´den elli ile yüz mil arasında bir uzaklıktaydı.
4. Rüzgar yön değiştirmişti ve uçak batıya doğru itiliyordu. Ama pilot Miami´yi olan uzaklığı yanlış tahmin ettiğinden yönünün değiştiğini fark edemedi. Telsiz ilişkisini de bataryaları boşaldığı için kaybetmişti ve böylece Florida´nın güney ucunu kaybederek, Mexico Körfezi´nde kayboldu.
5. Yıllardır sadece San Juan-Miami arasında uçan ve bu rota dışında hiç uçmamış olan pilot için, farklı ve alışmadığı uçuş koşulları ve de havayolu yeniydi, bu nedenle şaşırarak neden bilmediği bir yerde uçtuğunu anlayamadı. Yardımcı pilotu ise yeni bröve almıştı ve hiç deneyimi yoktu. Kısacası boşalan bataryalar, uçuculuğun ciddi bir iş olduğu gerçeği ile buluşarak Bermuda Efsanesi´ne DC 3´ü de kattılar.
Ve Mary Celeste´nin kaderi
Bermuda Üçgeni konusunu Mary Celeste´den söz etmeden bitirmek mümkün değildir. Mary Celeste yaklaşık 300 m. boyunda, 282 ton ağırlığında Brigade tipinde bir şilepti. Bulunduğunda tamamen boş olarak yüzüyordu, 4 Aralık 1872´de Dei Gratia´dan yükünü almış ve gelecek ay New York´a ulaşmak için yola çıkmıştı. 7 Kasım´da Cenova limanındaydı, bir hafta sonra da Cebelitarık Boğazı´nı aşmış, onu Dei Gratia´da ilk görenler geminin yüzüşünde bir gariplik olduğunu söylemişlerdi. Ama daha sonra boş olarak bulunduğunda geminin mükemmel durumda olduğu anlaşıldı, sadece filikaları yoktu. Mary Celeste´nin içindekilerin kaybolmasıyla ilgili sayısız öykü vardır, kaptanın tüm yolcuları ve mürettebatı birer birer öldürüp kanını içtikten sonra yeraltı dünyasına gittiği fantazyasına kadar... Ama biz doğal olasılıkları görelim;
1. Mary Celeste, hiçbir zaman Şeytan Üçgeni´ne girmedi. Bulunduğunda Azorlar´la, Portekiz arasında denizde sürükleniyordu.
2. Gemi son derece tehlikeli bir mevsimde denize açılmıştı, yolunun üstünde Atlantiğin kış fırtınaları vardı. Büyük bir fırtına ile karşılaşmışlar ve geminin batacağını sanarak filikalara binmişler ve açık denizde kaybolmuşlardı ama gemi batmamıştı
3. Olayın Bermuda Üçgeni ile ilgisi olmadığını bir kez daha anımsatalım. Benzeri kazalar dünyanın her yerinde sayısızdır ve sadece Hint Okyanusu´nda terk edilmiş ve içindeki insanların bulunamadığı yüzlerce gemiye raslanmıştır. Kısacası Mary Celeste, Bermuda Üçgeni´ne takılı bir kulptur.
İşte size Bermuda Şeytan Üçgeni´ne öteki kapıdan bir bakış. Şimdi karar sizin ama bir düşünün, kolay olan efsaneleri yaratmaktır, zor olan ise bilgiye ulaşmaktır hele hele gerekli olan bilgiye...
Çağdaş mitleri sıralarsak, ilk üçe muhakkak Bermuda Şeytan Üçgeni girer, Bermuda gizemi benzerlerinden çok fazla malzemeye sahiptir, kamoyuna malolmuş, kitaplarda, filmlerde kullanılan malzeme yerel düzeyde anlatılan malzemenin çok azını oluşturur, geride inanılmaz büyüklükte malzeme bulunmaktadır. Yazımızın ana amacı öncelikle bilimsel olduğu varsayılan yani bilimin zahmet edip popüler bir açıklama getirmediği yayınların iddialarını tartışmaya yöneliktir. Burada tartışılan Üçgen´de ışık hızında olayların yaşandığı iddialarıdır veya Üçgen´in mistik bir alan olduğudur ya da UFO´ların üssü olduğu şeklindeki abartılı iddialardır.
Bunların bir kısmı roman yazarlarının eğlencesidir, bazıları ise takma ünvanlı yarı-bilimcilerin araştırılmamış ve kanıtlanmamış söylentilere dayanan korku filmi çizgisindeki derlemeleridir. Peki ama gerçek nerededir ve daha da önemlisi gerçeği söyleme yetkisi kime aittir? Üçgen gerçekten tehlikeli bir yer midir? Bermuda Üçgeni´ne gizemli yer tanımını getirirken, doğru bir tanım mı yapıyoruz? Bir uçak veya kuş iz bırakmadan nasıl kaybolabiliyor? Ve sonuç olarak, gizem dediğimiz kavramı, aktif ve taraflı imajinasyonlardan nasıl ayıracağız? Olayın temel konu başlıkları şunlardır; Coğrafi başlıklar; Üçgen´nin boyutları-Sargasso Denizi-Atlantik akıntıları-Okyanus tabanı-Gaz kabarcıkları-Manyetik kuzey kutbunun coğrafi ve göksel konumu şeklindedirler. Tarihi başlıklar; Bermuda Üçgeni deyiminin ilk defa ne zaman kullanıldığı-Kristof Kolomb ve uçakların kara kutularıdırlar. Ele alınması gereken olaylar ise; Uçuş 19-Mary Celeste-Carroll A-Rosalie-Stavenger ve Aralık 1948´deki DC3 olayıdır. Biz yola tanımdan ve boyutlardan çıkacağız;
Akıntının ölümcül oyunu;
Oxford English Sözlüğü´nün Şubat 1964´de yayınlanan ikinci baskısı, "Bermuda Üçgeni" veya "Şeytan Üçgeni" deyimlerinin ilk kez yer aldığı ansiklopedik kaynaktır. Deyimler, "Argosy" yani büyük ticaret gemileri maddesinde kullanılmış ve mitik bir Bermuda Üçgeni tarifinin çevresinde sınır ötesi bir abartı yaratılmıştır. Üçgen´nin resmi boyutları Bermuda, Puerto Rico-San Juan ve ABD, Florida-Miami´dir. Bununla beraber olayları gözden geçirdiğimizde, bu sınırın dışına çıkıldığını farkederiz, olaylar Kuzey Atlantik´e doğru yayılırlar. Bazen de Doğu Pasifik´te, Meksiko Körfezi´nde yer alırlar. Sargasso Denizi ise tüm çekişmelere rağmen Bermuda Üçgeni´nin resmi sınırlarının dışında kalır. Oysa, birçok best-seller kitapta Sargasso Denizi Üçgen´nin tam ortasına konulmuştur yani görülür ki, tanımlanan sınırlarla, yaşanan olayların yerleri arasında çelişki vardır. Bermuda Üçgeni´ninden geçen veya etkileyen akıntıların başında Gulf Stream Akıntısı gelir. Akıntı, Florida Burnu´nun ucundan başlayarak, Britanya´ya kadar gider. Londra´nın ünlü sisinin oluşmasının ardında Gulf Stream vardır, birçok Avrupa ülkesinde ve Kanada´da iklimin ılımlı olmasının nedeni de Gulf Stream Akıntısı´dır. Gulf Stream güçlü bir akıntıdır, yani denize düşen birçok kuşu ve acemi denizciyi itip götürecek kadar güçlüdür. Akıntı önüne kattığı bir botu, kuzeye iterek önce Florida´nın doğusuna ve Bahama Adaları´na götürür, Florida ile Bahamalar´ı ayıran Florida Boğazı´nda akıntı değişir ve çalkantılar halinde hızlanarak kuzeye yönelir. Bu ne demektir? Akıntıya kapılan bot, önce doğuya sonra da kuzey-doğuya yönelecektir. Eğer botu kıyı boyunca izliyor veya gözlüyorsak, kısa bir mesafeyi hızla veya çabuk aştığını görürüz. Ve ardından da botun kısa bir süre içinde, ufuk çizgisinde kaybolduğunu izleriz. Daha beteri ise, botun rotasını batıya çevirmesi halinde dahi, hala kuzeydoğuya doğru akıntı tarafından itiliyor olmasıdır yani Gulf Stream Akıntısı, acemi denizcileri veya yetersiz tekneleri kendi doğrultusuna götürebilir. Kürekle hareket eden küçük bir kanonun ise, akıntıdan kurtulması imkansızdır. Bunu med-cezirle mücadele etmeye benzetebilirsiniz. Belli bir çaptaki yelkenli teknelerin dahi başı derttedir, yelkenli uygun rüzgarı arkasına alıp rotasını Akıntı´nın dışına çevirmiş dahi, hedefine giden yola girinceye kadar, rotasından millerce öteye gitmiş olacaktır. Ancak bölgeyi ve Akıntı´nın tüm özelliklerini çok iyi tanıyan bir denizci önceden tedbir alarak, bu duruma düşmeyecektir. Yukardaki duruma düşen teknenin kaptanı, istediği rotadan uzaklaştıkça okyanusta kaybolma tehlikesi karşısında paniğe düşecek ve içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulabileceğini hesaplamadan imdat mesajlarını yayınlamaya başlayarak, arama ve kurtarma operasyonlarını başlatacaktır. Ve okyanusta kaybolma tehlikesi de gerçektir, bulanamadığı takdirde de kayıp ilan edilecektir.
Okyanusun inanılmaz derinliği
Kuzey Amerika kıtasının kıyıları çok güzeldir, mavi suların güzelliği özellikle Karayipler´de belirgindir. Karayip Adaları´nın birçok yerini, kıyı boyunca yukardan uçarak gözlerseniz berrak suların altındaki dev blokların millerce uzandığını görürsünüz. Bu görkemli bir görüntüdür ve öylesine net bir görüntüdür ki, su altındaki batık bir uçağı veya parçalarını açıkça görebilirsiniz, düşen birçok uçağın kara kutuları bu sayede bulunabilmiştir. Büyük jetler her tür hız ayar aygıtına sahiptirler, küçük uçaklarda ise "Emergency Lacator Transmitter" denen aygıttan başka birşey yoktur, bu küçük uçaklarda bulunan Kara Kutu´lar ise su altında yeterince çalışmazlar. Yanısıra da okyanusun kumsal tabanında oluşan kum dalgalanmaları bulutlar halinde zaman zaman çalkalanarak aygıtları iyice çalışmaz hale getirmektedirler. Batık küçük tekneler de bu nedenlerle gözden kaçmakta ve en gelişmiş radarlar tarafından dahi görülememektedirler. Öyleyse, belli bir çapın altındaki batık teknelerin bulunması çok küçük bir olasılıktır. Gerçek tehlike, Karayipler´in sığ kıyılarına dalan dalgıçların gördüğü gibi, okyanus tabanının çok sığ olarak kıta kıyısı boyunca binlerce mil devam ettiğidir. Yani bu sığ kıyı tabanı aynı zamanda da okyanus tabanıdır ve siz çok küçük bir farkla çok az açıldığınızda veya bir sürpriz olarak derinlik birdenbire yüzlerce metreye ulaşabilir. Puerto Rico´nun 100 mil kuzeyi, Atlantik Okyanusu´nun en derin yeridir, Puerto Rico su altı hendeğinin derinliği 9.200 metreye ulaşır. Florida Boğazı´nda derinlik 5.000 metreyi aşar. Büyük Bahamalar´dan Kuzeydoğu Providence Kanalı´na uzanan bölgede derinlik 2.000 ile 4.000 metre arasındadır. Yani beş-on metrelik bir derinlikte yüzerken, dalarken veya teknenizle seyrederken, birkaç dakika içinde altınızda binlerce metrelik bir derinlik ortaya çıkabilir. Ve bu sığ sanılan bu kıyılarda sayısız uçak ve tekne hiç iz bırakmadan kaybolmuştur. Kısacası, Miami´den, Bahamalar´a uzanan bölgede okyanusun derinliği yaklaşık olarak 6.000 metredir ve bu sular sakin değildir.
Kuzey Kutbu kaosu ve Kolomb´un yanılgısı;
Bu bölümdeki araştırmanın temeli, Üçgen´deki olaylarda sık anlatılan pusula bozulmalarıdır. Üç temel kutup vardır; Manyetik Kutup, Grid Kutup ve Gerçek veya Göksel Kutup. Gerçek Kutup, Polaris yıldızıyla yani Kuzey Yıldızı ile belirlenir, yerini bulmak için Ursa Major ve Ursa Minor yani Büyük Ayı ve Küçük Ayı takımyıldızları gözlemlenir, Küçük Ayı´nın ucundaki iki yıldızın üstünden yukarı çıkıldığında görülen son parlak yıldız Polaris´dir. Grid Kutup, 90 derece enlemdeki gerçek kutuptur, haritalarda ve kürelerde görülür, Polaris´le aynı doğrultuda değildir, bazen farklılık gösterir. Pusulaların gösterdiği Manyetik Kutup ise, Grid Kutup´un binlerce mil ötesindedir; manyetik bir alanı gösterir ve bu yer Hudson Körfezi´ndeki Baffin Adaları´nın bir tanesindedir. Bazı kürelerde göreceğiniz küçük (x) işareti, bu yeri göstermektedir. Atlantiği geçerken garip pusula hareketleri ile karşılaşan ilk denizci bilindiği tadarıyla Kristof Kolomb´dur, Gerçek Kutup´la, Manyetik Kutup arasındaki farkı veya aynı olmadığını ilk o görmüş ve bunu gemisinin seyir defterine kaydetmiştir. Ama 500 yıl öncesindeki pusulaların ne kadar başarılı oldukları ayrı bir tartışma konusudur ve Kolomb öyle sanmış da olabilir. Dünyada Manyetik ve Grid veya Manyetik ve Gerçek Kuzey olan iki boylam vardır, birisi Avrupa´nın merkezine yakındır, ötekisi ise ABD´nin doğusundadır. Atlantik´de yolculuk ederken, Manyetik ve Grid Kuzey arasındaki farkın gittikçe arttığını görürsünüz. Portekiz yakınında 4 derece olan bu fark, Atlantiğin ortasında, Sargossa Denizi´nde 22 dereceye kadar ulaşır. Florida Burnu´na geldiğinizde ise fark, bir hatta yarım dereceye kadar düşecektir. Bu açıklama çok yeterli görünmese de, bazı pusula sapmalarını açıklama yönündedir. Kristof Kolomb ve Bermuda Üçgeni olayı tarihsel bir dip nottur. Ünlü denizci, Sargossa Denizi´nde garip olaylar yaşamıştır, pusulası sapmış ve denizde garip ışıklar görmüştür. Öncelikle söylemek gerekir ki, Kolomb mükemmel bir denizci ve kaptandı, denizlerde sayısız sorun yaşamış, doğa ile boğuşmuştu. Mürettebatı onun yeteneklerine inanıyordu, ilk yolculuğunda mürettebatın korkusu karayı görememekten öte, yiyecek ve suyun biteceği yüzündendi. Okyanusun ne kadar büyük olduğunu, karaya olan mesafeyi bilmiyordu ve hesapları kendisine özgündü. O çağda, dünya ikiye ayrılmıştı, ufuk çizgisi ve ötesi... Ötesi, bilinmeyen bir yerdi. Dünyanın düz olduğuna inanılıyordu. Kolomb´a göre dünyanın çevresi 15.000 mildi. Ve Kolomb, denizin ötesine giderek Sargossa Denizi´ne ulaştı, burası onun ve adamlı için bir bulmacaydı, karaya yaklaşırken kuşlar görmüştü ama kara görünmüyordu. Sonra Atlantik´in batısına doğru devam ettiler ama pusulaları Gerçek Kutbu göstermiyordu, sadece Kolomb olayın farkındaydı, kimseye söylemedi, oysa pusula normaldi; çünkü Manyetik kutup Prince of Wales Adası yakınlarındaydı. Kolomb ve mürettebatı, aynı gece suya düşen bir meteor gördüler, bu onlar için alışılmışın dışındaydı. Olayları Kolomb´un seyir defterinden izliyoruz. 11 Ekim gecesinde uzakta ışıklar gördü, herkes uyuyordu, adamlarından ikisini çağırarak gösterdi. Üçüncü adam geldiğinde ışık kaybolmuştu. Olay duyulduktan sonra mürettebat artık geri dönülmesini istedi, Kolomb birkaç gün süre istedi; eğer kara görünmezse döneceklerdi. Karayı ilk görecek adama ödül vaadetti. Etrafta kuşlar vardı ve denizde yosunlar yüzüyordu, denize kadar inmiş olan bulutları birkaç kez kara sandılar. Kolomb, ödülü arttırdı. 11 Ekim gecesinde görülen ışık Hispanola Adası´na aitti ama uzağından paralel olarak geçiyorlardı, sonra birkaç ışık daha gördü ama kimseye haber vermedi. Dört saat sonra sabah olduğunda, Pinta gemisinden Rodrigo de Triana karayı gördü, bulutlar veya sis açılmış ada ortaya çıkmıştı; orası bir gece önce ışık gördükleri yerdi. Kolomb ve adamları yosunlu, üzerinde kuşların uçuştuğu sisli bir denizde yol alırken, ışıklar görmüşler ve bu gizemli ortamda doğaüstü güçlerle karşılaştıklarını sanmışlardı. Oysa ışıkların kaynağı büyük bir olasılıkla adada yakılmış bir ateşti.
En büyük gizem; Uçuş 19
Uçuş 19 adı bize beş Avenger tipi bombardıman uçağının kayboluşunu anımsatır. Fort Lauderdale üssünden havalanarak günlük görev uçuşlarından birisini yapan Uçuş 19 filosunu, deneyimli pilotlar ve yardımcıları yönetiyordu. Rota gereği, 160 mil doğuya uçup, 40 mil kuzeye dönecekler ve 120 millik bir dönüş yaparak tekrar üsse geleceklerdi. Her uçakta üç kişi vardı ya da olması gerekiyordu ama bir uçağın iki kişiyle kalktığı biliniyor, kimliğini sadece pilotun bildiği bir kişi uçağa binmemişti, Raslantı mı yoksa önsezi mi? Uçuş öncesinde her zaman olduğu gibi, her tür test ve kontrol yapılmıştı, uçaklar mükemmel çalışıyorlardı. İki saatlik bir görev için fazla sayılacak miktarda benzin almışlardı. Telsizleri on ayrı kanala ulaşabiliyor veya alıyordu, geri dönmeleri için alınan en iyi garanti buydu. İlk mesaj saat 15:45´de geldi; "Kontrol kulesi; bu bir acil durumdur. acil durumdayız; kaybolduk; nerede bulunduğumuzu anlayamıyoruz. Kulenin ilk cevabı; "batıya dönün" şeklinde oldu ama filo batının nerede olduğunu bilmiyordu. Kule personeli tam bir bulmaca ile karşı karşıya kalmışlardı, eğer pusulalar çalışmıyorsa, pilotlar güneşe göre yol alarak yine yön bulabilirlerdi, gün batımına daha çok zaman vardı. Saat 16:25´e gelindiğinde filo komutanının yine sesi duyuldu; "Bulunduğumuz yer normal değil, üssün 225 derece kuzeyinde olmalıydık, bu şeye benziyor..." mesaj burada kesildi. Bu arada 13 personeliyle beraber Martin Mariner tipi deniz uçağı yardım için havalanmıştı, önce normal mesajlarını yollayan Mariner, Uçuş 19´un bulunduğunu sandığı yere vardığında sesi kesildi ve bir daha da mesaj gelmedi. Saat 19:04´de Uçuş 19´dan son mesaj geldi; ama bu çok zayıf gelen rutin "FT" sinyaliydi ve Uçuş 19´un uçuş kodu anlamına geliyordu. Uçaklar haftalarca arandılar ve hiçbirşey bulunamadı. Bugün dahi, ABD Deniz Kuvvetleri hala Uçuş 19 konusunda uyarılıdırlar. Askeri uzmanlar tamamiyle şaşkındılar; nasıl olmuştu da 27 insan ve 6 uçak kaybolmuştu? Avenger´ların benzini bitse bile, uçaklar süzülülerek denize inebilirler ve botlarına binerek portatif telsizleri aracılığı ile yardım bekleyebilirlerdi. Resmi açıklamada kayboldukları belirtildi; raporda şu satır vardı; "Mars´a uçmuş gibiydiler..."
İşin gerçeği ne olabilir?
1. Filo komutanı Teğmen Charles Taylor Deneyimli bir pilottu, Deniz Kuvvetleri Uçuş Komutanlığı´ndan Fort Lauderdale üssüne yeni atanmıştı. Diğerleri uçuş saatlerini tamamlamaya çalışan acemi pilottular.
2. Görevin amacı, bombardıman eğitimi için, Büyük Bahamalar´daki Hens ve Chickens Shoal bölgesinde alçak irtifada uçuş çalışmaları yapmaktı. Teğmen Taylor o gün uçmak istemiyordu, bir gece önce verilen partide çok içmişti ve yorgundu ve ondan başka hiç kimse görev rotasını ve amacını bilmiyordu.
3. Pusulalar bozulduktan sonra, Teğmen Taylor ölü uçuş yapmaya devam etti, oysa denize iniş yapabilirlerdi.
4. Taylor´un anlaşıldığına göre kolunda saati de yoktu çünkü arkadaşlarına sık sık saatin kaç olduğunu sorduğu sormuştu. Uçarken bir ara üzerinden geçtiği yeri tanıdığını sanmıştı, kendisi Florida Keys´de yaşıyordu ve oraya vardığını zannediyordu ama bulunduğu yer Bahamalar´dı. Florida Keys bir adadır, böylece Taylor Florida kıyılarına ulaşacağını sanarak filosunu yönlendirdi fakat hava gittikçe bozuyordu, saatlerce kuzeye uçtuktan sonra anakaraya ulaşamadı ve bu kez doğuya dönme emrini verdi, bu kez Mexico Körfezi üzerinde uçtuğunu sanıyordu. Gerçekte kuzeye doğru Atlantik kıyısı boyunca uçuyordu, doğuya dönme emrini verinci filo Atlantik´e yönelmiş ve sonsuz uçuşuna başlamıştı.
5. Uçuş 19, uçuş sırasında sürekli olarak üsle ilişki halindeydi, kule onu pusulasız uçması için uyarmıştı, bunun için özel telsiz kanalını kullanacaktı. Kule Taylor´dan o kanala geçmesini istedi ama Teğmen reddetti çünkü uçaklardan birisinin telsinin o kanalı arızalıydı ve Taylor frekansı değiştirirse o uçakla irtibatı kaybedeceğinden korkuyordu. Hava fırtınaya dönüşmüştü ve artık görüş sıfırdı.
6. Taylor´un eninde sonunda telsiz frekansını değiştireceğini düşünen Fort Lauderdale üssü, kendi telsizini o kanala sabitleştirdikten sonra kıyı boyundaki tüm telsiz istasyonlarının da aynı kanaldan Uçuş 19´a fikslenmelerini istedi. Eğer Taylor kısa bir an için bile olsa, frekans değiştirseydi, her yerden yardım alacak ve Florida´da Jacksonville´e ulaşacaktı .
7. Hava yağmurlu yani kapalıydı ve güneş görünmüyordu, bu yüzden Taylor güneşe bakarak yön bulamadı.
8. Filonun diğer üyeleri Taylor´un yolunu kaybettiğini ve Florida´yı aradığını duyuyorlardı, içlerinde onun yanıldığını farkedenler olabilirdi ama askeri disiplin gereği ses çıkarmadılar.
9. Kule çeşitli mesajlar yolladı ama Uçuş 19 bunların çoğunu işitemeyecek kadar üsten uzaklaşmıştı ve bu yüzden de bir başka telsiz trafiğinin içindeydiler yani kendi üssünün ilişki kuramadığı frekansına kilitli kalmıştı. Eğer Taylor o anda artık ulaşamadığı kendi üs frekansından çıkıp, yardım frekansına geçseydi, sayısız telsizle bağlantı kurabilecekti. Kıyı istasyonlarından hiçbirisi Taylor´un grubunu işitemedi.
10. Yardım için havalanan Mariner tipi uçak, Uçuş 19´u aramak için aceleyle yollanan tek uçaktı. Yani yeterince kontrol edilmeden havalanmıştı, büyük bir olasılıkla havada infilak etti, patlamayı gören tanıklar vardı ve yağ lekeleri bulundu. Mariner uçaklarının yakıt tanklarında sürekli sızıntı olduğu o sıralarda çok konuşulan ve sorun olan bir konuydu, bu yüzden onlara "uçan gaz tankı" diyorlardı ve gereken kontrol aceleden yapılamamıştı. Kalkıştan 23 dakika sonra patlamış olmalıydı.
11. Avenger´lar su yüzeyinde iki dakika kalabilirdi ve süre hava iyi ve deniz durgunsa geçerliydi. Ve tabii suya inişte pilotların yaralanmamış olmaları da gerekliydi çünkü Avenger bir deniz uçağı değildi ve suya çarpışı sert olacaktı. Dalgalar uygun koşullarda değildi ve Uçuş 19 hava karardığında sağnak yağmur altında deniz yüzeyine çok yakın uçuyordu. Taylor´un dışındaki pilotların hiçbirisi bu koşullarda uçma deneyimine sahip değildiler, hepsi öğrenciydi. Benzinleri bittiğinde, bir kaya gibi dalgalı denize çakılmış olabilirler, ne durumda olduklarını anlamadıkları son mesajlarından anlaşılıyordu ve beraber uçmayı sürdürmeye karar vermişlerdi.
12. Arama, ilk saatlerde yeterli değildi, alarm durumunda kalındı ama denize yollanan araçların sayısı çok azdı. Çünkü Deniz Kuvvetleri Uçuş 19´undan umudunu kesmişti. Sonraki haftalarda hava iyiyken yapılan kapsamlı aramalar boşunuydı, artık çok zaman geçmişti.
13. Uçaklar kıta kıyısından çok uzaklaşmışlardı; Karayipler´in üzerindeydiler ama buralarda deniz derinliği binlerce metredir, bu nedenle de en küçük bir enkaz parçasının bulunması dahi imkansızdı.
Evet, bütün bunlar karşıt görüşler, tümü de dünyevi, doğaüstü güçler burada yoklar. Deneyimli havacılar uçuşlarda her tür sürprizin olabileceği ve en normal koşullarda dahi öldürücü olayların meydana gelebileceği konusunda hemfikirdirler. Cevaplanamayan tek soru pusulaların neden bozulduğudur ama bu da yukarda bahsedilen kutupsal alan karışımı yüzünden oluşmuş olabilir. 1991´de Florida açıklarında 600 metre derinlikte beş Avenger uçağı bir derin deniz araştırma kapsülü tarafından bulundu, herkes heyecanlandı, efsane bitiyor muydu? Ama kapsülün getirdiği parçalar incelendiğinde bulunan uçakların Uçuş 19 olmadığı anlaşıldı, bu Avengerlar başkaydı ve o bölgede o dönemlerde mantıklı nedenlerle düşen yüze yakın Avenger vardı. Uçuş 19 sonuçta hala kayıp. Şimdi bir de öteki efsaneye göz atalım.
DC 3´ü Noel Baba mı kaçırdı?
27 Aralık 1948´de Porto Rico, San Juan´dan, Miami Florida´ya giden ticari uçak tamamiyle yüklüydü. Pilot Yüzbaşı Robert Lindquist, Miami Kulesi´ne 50 mil kala telsizle arayarak, iniş koşullarını sordu, kule cevap için aradığından hiç ses çıkmadı ve DC 3 bir daha ilişki kurmadı. Uçaktan biraz önce keyifli Noel şarkıları geliyordu ama on dakika sonra yok oldular. Uçakta bir telsiz sorunu yoktu ve üstelik pilot kaybolmadan hemen önce Miami´yi gözle de görmüştü. Hava açık ve durgundu, pilot ve yardımcısı yıllardır uçuyorlardı ve kimse bir uçak kazası görmedi. Uçağın bulunduğu yerde yani üzerinde uçtuğu denizin derinliği sadece 6 metreydi. Şimdi olasılıklara bakalım;
1. Uçağın bataryaları zayıftı; pilot San Juan´dan ayrılmadan önce yer personeli tarafından uyarılmıştı. Aynı gün Miami´den San Juan´a uçmuştu ve gerekli şarjı yapmadan geriye dönüyordu. Yani o gün yirmi saatten fazla uçuş yapılmıştı ve pilotların yanısıra uçak da yorgundu ve düştü ama zannettiği yerde uçmuyordu, pilotun gördüğü yer ise Miami değildi. Bataryaların zayıflığı yüzünden Kule uzaklığı 50 mil olarak duymuştu.
2. Florida Boğazı´nda denizin derinliği 1.500 metreden fazladır. Akıntı çok hızlı ve güçlüdür. Eğer uçak sandığı yerin dışında bir yere düştüyse bulunması imkansızdır. Akıntının inanılmaz gücü sadece birkaç saat içinde tüm uçağı en küçük bir parçasını bulunamayacak kadar dağıtabilir.
3. Pilot uçağının yerini bilmiyordu; iddia edildiği gibi kayıtlı uçuş mesajlarında, pilotun Miami´yi gördüğünü söyleyen bir kayıt bulunamadı. Uçaktaki enerji zayıflığı nedeniyle kuleye verdiği zaman, hız ve hava kayıtları kuşkuluydu ve pilotlar inişe elli mil kala bu tür rapor vermezler, büyük olasılıkla uçak Miami´den elli ile yüz mil arasında bir uzaklıktaydı.
4. Rüzgar yön değiştirmişti ve uçak batıya doğru itiliyordu. Ama pilot Miami´yi olan uzaklığı yanlış tahmin ettiğinden yönünün değiştiğini fark edemedi. Telsiz ilişkisini de bataryaları boşaldığı için kaybetmişti ve böylece Florida´nın güney ucunu kaybederek, Mexico Körfezi´nde kayboldu.
5. Yıllardır sadece San Juan-Miami arasında uçan ve bu rota dışında hiç uçmamış olan pilot için, farklı ve alışmadığı uçuş koşulları ve de havayolu yeniydi, bu nedenle şaşırarak neden bilmediği bir yerde uçtuğunu anlayamadı. Yardımcı pilotu ise yeni bröve almıştı ve hiç deneyimi yoktu. Kısacası boşalan bataryalar, uçuculuğun ciddi bir iş olduğu gerçeği ile buluşarak Bermuda Efsanesi´ne DC 3´ü de kattılar.
Ve Mary Celeste´nin kaderi
Bermuda Üçgeni konusunu Mary Celeste´den söz etmeden bitirmek mümkün değildir. Mary Celeste yaklaşık 300 m. boyunda, 282 ton ağırlığında Brigade tipinde bir şilepti. Bulunduğunda tamamen boş olarak yüzüyordu, 4 Aralık 1872´de Dei Gratia´dan yükünü almış ve gelecek ay New York´a ulaşmak için yola çıkmıştı. 7 Kasım´da Cenova limanındaydı, bir hafta sonra da Cebelitarık Boğazı´nı aşmış, onu Dei Gratia´da ilk görenler geminin yüzüşünde bir gariplik olduğunu söylemişlerdi. Ama daha sonra boş olarak bulunduğunda geminin mükemmel durumda olduğu anlaşıldı, sadece filikaları yoktu. Mary Celeste´nin içindekilerin kaybolmasıyla ilgili sayısız öykü vardır, kaptanın tüm yolcuları ve mürettebatı birer birer öldürüp kanını içtikten sonra yeraltı dünyasına gittiği fantazyasına kadar... Ama biz doğal olasılıkları görelim;
1. Mary Celeste, hiçbir zaman Şeytan Üçgeni´ne girmedi. Bulunduğunda Azorlar´la, Portekiz arasında denizde sürükleniyordu.
2. Gemi son derece tehlikeli bir mevsimde denize açılmıştı, yolunun üstünde Atlantiğin kış fırtınaları vardı. Büyük bir fırtına ile karşılaşmışlar ve geminin batacağını sanarak filikalara binmişler ve açık denizde kaybolmuşlardı ama gemi batmamıştı
3. Olayın Bermuda Üçgeni ile ilgisi olmadığını bir kez daha anımsatalım. Benzeri kazalar dünyanın her yerinde sayısızdır ve sadece Hint Okyanusu´nda terk edilmiş ve içindeki insanların bulunamadığı yüzlerce gemiye raslanmıştır. Kısacası Mary Celeste, Bermuda Üçgeni´ne takılı bir kulptur.
İşte size Bermuda Şeytan Üçgeni´ne öteki kapıdan bir bakış. Şimdi karar sizin ama bir düşünün, kolay olan efsaneleri yaratmaktır, zor olan ise bilgiye ulaşmaktır hele hele gerekli olan bilgiye...
Yorum