TARİHİMİZDE YAŞANAN KARİKATUR KRİZİ MUTLAKA OKUYUN..

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • MentaL
    *Security

    • 01-03-2004
    • 8134

    TARİHİMİZDE YAŞANAN KARİKATUR KRİZİ MUTLAKA OKUYUN..

    İkinci Abdülhamid Han Anılıyor!
    annsccu




    Bundan yaklaşık 120 sene öncesinde Batı yine bir karikatür krizi çıkarmıştı.
    Paris ve Londra'da Hazreti Peygamber'e ve hanımlarına hakaretler içeren içeren bir piyesi sahnelemek istediler. Sebep yine aynıydı, ifade özgürlüğü.
    İkinci Abdülhamid Han ise hiçbir mazarete kubal etmeyeceğini beyan etti ve tek bir mesaj gönderdi Batı'ya: 'Başta İslam Dünyası tüm dünyayı ayağa kaldırırım'
    Bu ültimatomu alan Batı ülkeleri, ifade özgürlüğüne kendi elleriyle son verdiler ve piyesmleri sahneletmediler.
    Bu piyesleri sahnelenmemesini sağlayan İkinci Abdülhamid Han, bugün mezarı başında anıldı.
    Ulu Hakan İkinci Abdülhamid Han'ın Çemberlitaş'taki türbesine gelen Saadet Partili gençler, öncçe bir basın açıklaması yaptılar, daha sonra da sultanın kabri başında Kuran okuyup, dua ettiler.
    Basın açıklamasında, İkinci Abdülhamid Han'ın büyük bir siyasi deha olduğu vurgulandı, tahttan indirilmesinde siyonistlerin de dahli olduğu belirtildi.
    Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'in türbesi başında sabah saatlerinde de bir anma töreni vardı.

    Kur'an-ı Kerim okunarak başlayan törende konuşan İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mim Kemal Öke, II. Abdülhamid'i hatırlamanın, onun hassasiyetlerini hatırlamak anlamına geldiğini
    belirtti.

    Öke, II. Abdülhamid'in birinci derecedeki hassasiyetinin ''önce devlet'' anlayışı olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti: ''Uluslararası ilişkilerin 'kurtlar vadisi' olduğu bir emperyalist
    zaman sürecinde, Osmanlı Devleti'nin nasıl içten ve dıştan çökertilmeye çalışıldığını tarihçiler bilmektedir. Dolayısıyla II. Abdülhamid'in birinci hassasiyeti bu devletin bekasını koruyabilmek
    olmuştur. Osmanlı'yı ayakta tutabilmek için 33 yıllık saltanatı süresince nelere göğüs gerdiğini biz tarihçiler biliyoruz. 'Önce devlet' derken de o günün güçler dengesinde en küçük taşkınlığın Osmanlı Devleti'ne büyük zarar vereceğini ve Türkiye'yi
    parçalayacağını bildiği için fevri çıkışlara karşı çıkmıştır.

    Dolayısıyla fevkalade temkinli, itidalli ama teslimiyetçi olmadan bir diplomasi ve siyaset güdebilme mahareti gösterebilmiş usta bir diplomattır. Taşkınlığın olmaması, II. Abdülhamid'in siyaset
    felsefesinin temel taşlarından bir tanesidir.''
    II. Abdülhamid'in bugüne ışık tutacak bir diğer hassasiyetinin de ''milletin birliği ve bütünlüğünün zedelenmemesi'', bunun da insancıl prensipler ışığında gerçekleştirilmesi gerekliliği olduğunu dile
    getiren Mim Kemal Öke, şöyle devam etti:
    ''Dolayısıyla milli birlik ve beraberliği muhafaza gayreti içerisinde, evrensel değerlere haiz, insan haklarının da korunmasının icap ettiğini de düşünerek, o günlerde dünya üzerinde ayrıma tabi tutulmuş Doğu Avrupa'da Museviler'e yönelik katliamlara karşı sesini
    yükseltebilmiştir. Osmanlı ülkesinin onlara sığınak olarak kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir. İşte o dönemlerde Osmanlı, insanlığın son kalesi olarak bir madalya ile taltif edilmiş durumdaydı. Gerçek Abdülhamid'i anlamak mecburiyetindeyiz. Abdülhamid'e sahip çıkanların da, karşı çıkanların da gerçek Abdülhamid'i tarihi dokusu içinde yeniden inşa etmesi zarureti vardır. Bilime inanıyorsak, bilimin ışığında II. Abdülhamid Han'ı yeniden iadei itibar etmek mecburiyetindeyiz. Ahde vefa prensibi burada geçerli olmalıdır. Tarihle barışmamız gerekir.

    Milli birliği inşa etmenin çıkış noktalarından bir tanesi de tarihle barışabilmeyi becerebilmektir. Köklerine sahip çıkan ülkeler geleceğinden de ümitli olurlar."
    Törende konuşan Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı da, II. Abdülhamid Han'ın başarılı bir hükümdar olduğunu dile getirerek, yaptığı reformların imparatorluğun devamını sağladığını kaydetti.
    Ortaylı, ''Bu hükümdar, çok milletli bir devletin başındaydı. İmparatorluk coğrafyasında sadece Türkler değil, Araplar ve Yahudiler de yaşardı. Onlar bile II. Abdülhamid dönemini 'adalet dönemi' olarak anar. Bu çok önemlidir'' diye konuştu.

    II. Abdülhamid'in kendisini tahttan indirenlerle bile zor zamanlarda dış konuları görüştüğünü, devletin dış politikasını tayinde onlara yardım ettiğini ifade eden Ortaylı, ''Tarihle barışmak gerekir. Biz tarihimizi bir kül olarak alırız ve bizim tarihimizde utanılacak
    safha yoktur. II. Abdülhamid Han da devlet büyüklerimizdendir. Türk milleti büyük bir millettir. Her zaman büyük devlet adamları, komutanlar çıkarır'' şeklinde konuştu.

    Anma törenine, akademisyenlerin yanı sıra, Osmanlı hanedanı mensuplarından Harun Osmanoğlu, Selahattin Osmanoğlu, Orhan Osmanoğlu, Firuzan Osmanoğlu ve Abdülhamid Kayhan Osmanoğlu ile vatandaşlar da
    katıldı.

    smile_nono stupidprv bash crashs smile_nono stupidprv crashs smile_nono stupidprv bash crashs
  • ALAMUT07
    Member
    • 26-08-2005
    • 680

    #2
    Konu: TARİHİMİZDE YAŞANAN KARİKATUR KRİZİ MUTLAKA OKUYUN..

    Osmanlı, Peygamberine hakaret ettirmezdi...

    Ne oluyoruz? Danimarka, derken Norveç, Almanya ve Fransa... Şu karikatür kuşatmasından bahsediyorum. Kaç gündür sabah akşam bu haberlerle dertleniyoruz. Bazı yazarlarımız Danimarka mallarını külliyen boykot çağrısı dahi yaptılar.

    Bu üzücü haberleri işitip de Sultan Abdülhamid’i anmamak mümkün mü? Devletin en müşkil anlarında bile Düvel-i Muazzama’nın idarecilerine sözünü geçirebilen ve İslamiyet hakkında kalem oynatır veya tiyatroda bir eser sahneye koyarken dinî değerlerimize karşı daha itinalı olmalarını sağlayan bir derin hassasiyetin değişmez adresiydi Halife hazretleri.
    İşte onun Peygamber Efendimiz (sav) ve ecdadının haklarını, hem de şu Yıldız Sarayı’ndan dışarıya adımını atmadan nasıl savunduğuna ilişkin birkaç olay.
    Yıllardan 1890’dır. Fransız akademisi üyelerinden Marki de Bonnier, “Muhammed” adlı bir dram yazarak Comedie Français’e teslim etmiştir ve alınan haberlere göre oyunun provaları başlamak üzeredir. Sahnede bir aktör Hz. Peygamber rolüne çıkacaktır. Oyunun Efendimiz’in manevî şahsiyetini, dolayısıyla İslam dinini ve Müslümanları küçük düşüren hakaretamiz bölümler ihtiva ettiği haberleri Abdülhamid’i “Halife-i Müslimîn” sorumluluğuyla derhal harekete geçirecek ve yalnız o tiyatroda değil, bütün Fransa’da sahnelenmesini engelleyecektir oyunun. Nasıl mı? Fransa Cumhurbaşkanı Sadi Carnot’ya Paris Sefiri Salih Münir Paşa eliyle haber uçurarak. Tabii Carnot Cenaplarına, İslamiyet’e yaptığı bu mühim hizmet karşılığında bir Nişan-ı İmtiyaz takdim edildiğini söylememe gerek yok.
    Ancak de Bonnier de işin peşini bırakmaya niyetli değildir. Bu defa eserini Abdülhamid’in diş geçiremeyeceğini tahmin ettiği, devrin ABD’si olan İngiltere’de oynatmak için girişimde bulunur. Ne var ki, Irving adlı bir aktörle anlaşmış olmasına, bir nevi devlet tiyatrosu olan Lyceum Kraliyet Tiyatrosu’nda oynanması kararlaştırılmasına rağmen, Abdülhamid’in müdahalesinden kurtulamaz. Bu defa diplomatik kanallardan bizzat İngiltere’nin ılımlı Dışişleri Bakanı Lord Salisbury devreye sokularak piyesin yalnız o tiyatroda değil, bütün İngiltere’de oynanması yasaklanır.
    Marki de Bonnier-Sultan Abdülhamid kovalamacasının böylece noktalanmış olduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü bu işin bir de üçüncü raundu var.
    Devir değişmiş, Lord Salisbury gitmiş, yerine bir başka Lord, İslamiyet’e daha mesafeli duran Roserbery geçmiştir. Bunun üzerine Marki de Bonnier yeniden atağa kalkar ve bir başka Londra tiyatrosuyla anlaşır. Ancak bu defa da eserini sahneye koydurmayı başaramayacaktır. Velhasıl Abdülhamid’in mahir diplomasisi, bu mel’anetin icrasına müsaade etmeyecektir. Nitekim 1900 yılında Paris’te oynanmak istenen Muhammed’in Cenneti adlı bir başka piyesin ancak ismi ve muhtevası değiştirilerek sahneye konulur hale getirilmesi de onun ince diplomatik girişimlerinin eseridir.
    Keza Roma’da oynatılmak istenen Fatih Sultan Mehmed üzerine bir piyes de, Osmanoğullarının küçük düşürüleceği gerekçesiyle yasaklatılmıştır. İşin ilginç yanı, kendi gücünün yetmediği durumda yakın dostu Alman İmparatoru Wilhelm’i devreye sokarak bunu başarmasıdır. Yasaklama olayını haber veren 15 Nisan 1890 tarihli bir İtalyan gazetesi (Capitan Fracassa) aynen şunları yazmaktaydı: “Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine, Sultan [Abdülhamid], kendisine, bir Rus filosunun Boğaziçi’ne doğru hareket halinde bulunduğu bildirilmiş gibi, heyecana kapıldı. İmparator Wilhelm de ilgilenmiş göründü.”
    Abdülhamid Han’ın sevgili Peygamberine, İslamiyet’e ve ecdâdına yönelik küçük düşürücü tavırlara karşı, güçlü Batılı devletleri karşısına alma pahasına, müsamahasız, tavizsiz ve kararlı tutumu kısa sürede etkisini göstermiş ve tiyatrolar İslamiyet’le ilgili eserleri daha bir titizlikle seçer olmuşlardır. Sonuçta gerek Fransa’da, gerekse İngiltere ve İtalya’da, hatta İngiliz işgali altında bulunan Hindistan’da Peygamber Efendimiz ve Osmanlı padişahlarına yönelik bu tür hakaret içeren eserlerin sahnelenmemesi yolunda bir gelenek oluşmuştur. Nitekim Avrupalı bürokratların Osmanlı’nın hassasiyetini nazar-ı dikkate aldıklarını ve basını da zaman zaman uyardıklarını görüyoruz. Bu da Abdülhamid’in iktidar ve nüfuzunun sadece içeride ve sadece İslam âleminde değil, Avrupa’da da oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.
    Bir piyes için koca Alman İmparatoru II. Wilhelm’i bile devreye soktuğuna bakılırsa onun bu işleri ne kadar ciddiye aldığı ve aldırdığı rahatlıkla anlaşılır. Aleyhteki propagandasına son vermek için bir ara İngiltere’nin ünlü “The Times” gazetesini satın almaya dahi kalkıştığı söylenir Sultan’ın. Neden vazgeçtiğini bilmiyorum. Ama hiç de yabana atılacak bir fikir değil bence. Düşünsenize, “Times” gazetesi bizim olsaydı...
    Mabeyn kâtiplerinden Tahsin Paşa’nın yalancısıyım. Sultan Hamid her sabah “Times”, “Temps”, “Kölnische Zeitung”, “Tribune”, “Standard” gibi İngilizce, Fransızca ve Almanca gazetelerin siyasî makalelerini günü gününe tercüme ettirip inceler, tepki verilmesi veya düzeltilmesi gereken haber ve yazıları işaretler ve bazı ünlü yerli ve yabancı yazarlara cevaplar yazdırarak o gazetelerde yayınlatırmış. Bununla da yetinmeyen propaganda üstadı Abdülhamid, Avrupa gazetelerinin temsilcilerini saraya çağırır, onlara iltifatlar edip hediyeler takdim ettikten sonra, çıkan haberlerin düzeltilmesini rica edermiş. İtiraz etmek ne mümkün! Birkaç gün sonra bakarmışsınız ki, o muhabirler aynı gazetede bu defa Osmanlı lehine haberler yazmışlar. Şimdikiler ne yapıyor? Biliyorsunuz. Ve biz bu işleri becermiş olan adama, şahsî iktidarı için diktatörlük yaptığı iftirasını atmaya devam ediyoruz. Peygamberinin hakkını savunmanın şahsî iktidar tutkusuyla ne alakası var? Bilen varsa söylesin.
    MUSTAFA ARMAÐAN

    Yorum

    İşlem Yapılıyor