garip haber bilgileri

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    garip haber bilgileri

    Bir ajanın çantasında olması gereken altı şey


    Hafta başı Londra ile Moskova arasında patlak veren casusluk skandalı bizi, neredeyse zihinlerimizden silinme noktasına gelen Soğuk Savaş’ın kasvetli günlerine geri ışınladı.
    Bloklar arası çekişmenin, James Bond filmlerini geride bıraktığı o ‘sakin görünümlü ama yüksek tempolu’ günlerine özlem duyanlar bir oh çekti… Evet, ‘çocuklar’ yine işbaşındaydı ve dünyanın en eski mesleği sayılan casusluğu, dört nala devam ettiriyorlardı. Tıpkı bir zamanlar, Mısır çöllerinin sıcak kumlarından Beyrut’un barut kokan sokaklarına, Kremlin Sarayı’nın soğuk koridorlarından Doğu Berlin’in kasvetli caddelerine varıncaya kadar, yerkürenin onlarca gizemli noktasında yaptıkları gibi…
    Peki Moskova’da ne oldu? Ne olacak, Rusya’da kadife devrim örgütlemeye çalıştığı iddia edilen ve görünüşe bakılırsa basireti bağlanan dört İngiliz diplomat, taş kılığındaki bir alıcı-verici ile bilgi alışverişi yaparken yakayı ele verdi. Hem de bir Rus kanalının kameraları tarafından suçüstü yapıldılar. Dahası, söz konusu kanal, diplomatların isimlerini de yayınlayarak kimliklerini, görüntüler eşliğinde deşifre etti.
    Rusya televizyonu ikinci kanalı ‘Rossiya’da görevli gazeteci Arkady Mamontov’un hazırlayıp sunduğu ‘Özel Muhabir’ programıyla yakayı ele veren diplomatlar, içine bilgisayar monte edilmiş bir taş üzerinden haberleşiyorlardı! Peki bu taş hikâyesi de neydi? İddiaya göre, ajanlar, taş görünümünde, mikro işlemciyle alıcı ve verici yerleştirilmiş bu sistemle bilgi alışverişi yapıyor, taşı bir bakıma posta kutusu olarak kullanıyorlardı. Böylelikle ajanların birbiriyle gizlice buluşmasına gerek kalmıyor, casus taşın 20 metre uzağından geçmeleri yetiyordu. Ellerinde taşıdıkları bilgisayarın düğmesine bastıklarında, kendilerindeki bilgiyi taşa aktarıyor, bir önce bırakılan bilgiyi de kendi bilgisayarlarına aktarıyorlardı. Rus istihbarat elemanları, şeytanın aklına bile gelmeyecek bu yöntemi, ‘Böylesine ilginç casusluk donanımını Soğuk Savaş yıllarında bile görmedik.’ diyeceklerdi. Demek ki her taşın altından bir ajanın çıktığı yıllar, tamamen tarih olmamıştı. Ve şeytan da istihbarat elemanlarıyla olan mesaisini sora erdirmeye niyetli değildi. Eskiden olduğu gibi…
    ‘Bilgi, düşmanı tanıyandan edinilmeli’
    MÖ 600’lü yıllarda yaşayan Çinli bilge Sun Çe’nin, ‘Düşmanını bil, kendini bil, yüz savaş bile yapsan, başın ağrımaz.’ demesinden bu yana, casusluk dört nala devam ediyor. Çe, ‘Bilgi, düşmanı tanıyandan edinilmeli’ diyerek, sınır ötesi casusluğa işaret etmiş, aynı zamanda ‘Casusluktan önemli başarılar elde etmek akıllı bir devlet adamının, ileri görüşlü generalin işidir.’ sözleriyle de, bilginin analiz edilmesine dikkati çekmişti. Acemi İngilizler gibi yakayı ele verenler çıksa da, istihbarat dünyasının elemanları, akla hayale gelmeyen yöntemler kullanarak, Çe’nin öngördüğü istikamette gemilerini yürütmeyi bildi.
    En ilginç istihbarat oyunları, Sovyet gizli servisi KGB’nin başının altından çıkıyordu. Servis, teknolojiyi yakından takip ediyordu. Özellikle, istihbarat dünyasında ‘böcek’ olarak isimlendirilen dinleme cihazları konusunda bir hayli mesafe kat etmişti. Yabancı ülke elçiliklerine bir şekilde dinleme cihazları yerleştiriliyordu. 1957’de Moskova’daki Amerikan Büyükelçiliği, en gözde KGB hedefiydi. Elçiliğe, uzaktan gönderilen yüksek yoğunluklu ışınlarla çalışan dinleme cihazları yerleştirilmişti. Öyle ki bu ışınları gönderen KGB teknisyenleri, Büyükelçi Walter Stoessel’in radyasyondan zehirlenmesine sebebiyet verdi. Stoessel, Amerika’ya döndü ve uzun süre tedavi gördü. Bu hadiseden sonra, Amerikan elçiliklerinde çalışan personele, ‘camın önünde fazla durmayın!’ talimatı verilecekti. Tabii ki istihbaratçıların tek numarası bunlardan ibaret değildi. İşte gizli servisler arşivinde yaptığımız kısa gezintiden geride kalanlar...
    Telsizli ayakkabı
    1960 yapımı, Rus gizli servisi KGB işi bu radyo vericili ayakkabı, Rus ajanları tarafından gizli toplantıları kaydetmek için kullanılıyordu. Bir verici, mikrofon ve pilden oluşan düzenek, hedefteki kişinin ayakkabısının topuğuna yerleştiriliyordu. Peki hedefin topuğuna kadar nasıl yaklaşıyorlardı? Tabii ki KGB’nin kadın ajanları ile… Ajan, topuğu hedefin ayakkabısına monte ediyor ve çalıştırmak için üzerindeki pimi çekiyordu. O andan itibaren hedef kişi ayaklı bir radyo istasyonuna dönüyor, etrafındaki tüm konuşmaları aktarıyordu.
    Sihirli dolar
    Sihirli bozukluklar, daha çok CIA tarafından kullanılırdı. Piyasadaki madeni paraların kopya edilmesiyle elde edilen, oldukça faydalı istihbarat araçlarından biri olarak ajanların cebinden eksik olmadı. Taklit paralar, ortadan ikiye ayrılır ve aradaki boşlukta mikrofilmler ya da diğer önemli belgeler taşınırdı. Ruslar tarafından düşürülen U2 casus uçağının pilotu Francis Gary Powers, benzer bir paranın içinde sakladığı zehiri içerek intihar etmek istemiş; ama son anda engellenmişti.
    Kameralı saat
    1949 yapımı fotoğraf makineli saat, Doğu’da cirit atan Batı Alman ajanları tarafından kullanılıyordu. Şimdinin 2 megapiksele varan boyutlarda fotoğraf çekebilen cep telefonları düşünüldüğünde, sadece 6 poz foto çekebilen bu saat için kim bilir kaç ajanın hayatını tehlikeye attığını düşünmek garip gelebilir.
    Fotoğrafçı güvercinler
    İstihbaratın ilk günlerinden bu yana güvercinler ajanların bir numaralı dostu oldu. Hızları ve ne olursa olsun eve dönebilme becerileri, onları gizli mesajları taşıma açısından paha biçilmez istihbarat taşeronlarına dönüştürdü. Ayaklara bağlanan mesajların yerini, Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren hafif alaşımdan yapılmış kameralar aldı. Fotoğrafçı güvercinler, casus uydular yerlerini alana kadar, düşman toprakları üzerinde deklanşör gezdirdi. En çok da Amerikalılar tarafından kullanıldılar.
    Dinleme cihazı kütük
    1970’lerin başında ele geçirilen ağaç kütüğü şeklindeki bu dinleme cihazı, Amerikan Haberalma Servisi CIA’in işiydi. Bir Rus askerî üssünün yakınlarına yerleştirilen bu kütükle, gizli radyo sinyalleri kaydediliyordu. Üstelik kütük güneş enerjisi ile çalışıyor ve casus uydulara bilgi gönderebiliyordu. Ta ki, bir Rus devriyesi bu muntazam kesilmiş kütükten şüphelenene kadar.
    Kameralı palto 1970’lere ait bu fotoğraf makineli (!) palto, Sovyet İstihbarat Servisi KGB’nin vestiyerinden. F21 model kamera ile donatılmış bu paltoyu giyen ajan, kamerayı, düğmelerinden birine monte edilmiş buton ile kullanıyordu. Diğer düğmede de kameranın lensi monte edilmişti. Hatta paltoya, muhtemel kazalarda kullanılmak üzere, yedek düğmeler de dikilmişti. Bu palto o kadar işe yaradı ki, halen kullanıldığı iddia ediliyor. Paltolara dikkat!
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    #2
    Konu: garip haber bilgileri

    [Kur'an anlattı, NASA araştırdı] - Kumların Atlantis'i İrem


    Ünlü baharatları yüzünden döneminin önemli ticaret merkezlerinden biri olan Ubar, İskenderiye, Şam ve Kudüs’e yapılan seferlerle çölün ortasında filizlenmiş ve bir gün ansızın ortadan kaybolmuştu.
    Söylentilere göre şehirde baş gösteren sapkınlık sonucu Yaradan’ın gazabına uğramışlardı. Kur’an-ı Kerim’de, Binbir Gece Masalları’nda ve dilden dile aktarılan hikâyelerde bahsi geçen bu gizemli şehir, kaşiflerin ve arkeologların listesinde her zaman bir numara oldu. Kim burayla ilgilendiyse çölde kayboldu. Ubar’dan haber alınamadı. Ve şehir, efsanelerin dinginliğine terk edildi… Ta ki, belgesel yapımcısı ve maceraperest Nicholas Clapp, NASA’dan jeolog Dr. Ronald Blom, kariyerinin doruklarındaki arkeolog Dr. Juris Zarins ve Guinness Rekorlar Kitabı’na göre ‘yaşayan en başarılı kaşif’ olarak isimlendirilen Sir Ranulph Fiennes’den oluşan ekip bir araya gelene kadar. Turkuaz, gelişmiş uzay teknolojisini de kullanan ekibin 90’lı yılların başında Ubar’ı ya da Kur’an’da yer alan adı ile İrem’i keşfetmelerinin izini sürdü.
    Uzay mekiği Challenger, rutin mekik uçuşlarından birini gerçekleştiriyordu. Mürettebat dünyanın etrafındaki 95. turlarını tamamlamış, kendilerinden beklenen deneyleri tamamlamıştı. 96. dönüş öncesi mekiğin koordinatları değiştirildi, yeni değerler bilgisayara girildi. Yeni dönüş çizgisi, Arabistan Yarımadası’nın ucundaki Umman üzerinden geçiyordu. Mekiğin bu kez, öncekilerden çok farklı bir hedefi vardı. Kur’an’da, Arap edebiyatında, Yunan ve eski Roma kaynaklarında bahsi geçen efsanevi kent Ubar’ın yerini tespit etmeye çalışacaktı. Bundan önce de sayısız maceracı, arkeolog ve de yağmacı, Ubar’ı gün yüzüne çıkarmaya niyetlenmiş; ama hepsinin eli böğründe kalmıştı. Neredeyse Ubar için, ‘boşuna uğraşıyoruz, bu sadece bir efsane’ kanaati yerleşiyordu ki, uzay teknolojisi imdada yetişti. Ubar’a dair ciddi bulgular olduğuna kanaat getiren ve anlatılanlardan etkilenen NASA’daki bilim adamları, mekiğin rotasının değiştirilmesine onay verdi. Rub al Khali olarak bilinen noktanın üzerine gelen mekik, kumların altında yatanları daha iyi gösterecek güce sahip radar sinyallerini hedefine yolladı. NASA’nın Jet Propulsion laboratuvarına yollanan fotoğraflara, aynı nokta üzerinden geçen diğer iki uydudan çekilen görüntüler de eklendi. Veriler masaya yatırıldı. Bilgisayarda zenginleştirildi ve manzara netleşti. Birtakım jeolojik düzensizlikler göze çarpıyordu. Soluklar tutuldu ve karara varıldı: ‘Beyler, Ubar’ı bulduk!..’
    Ubar’ı bulan ekip de bir macera filminin castinde rol alsa sırıtmayacak nitelikteydi. Ekibin başı olan Juris Zarins, 1945 doğumlu bir Alman’dı. Amerika’da büyümüş, ülkenin önde gelen arkeologlarından biri olmuştu. Suudi Arabistan Krallığı antika bölümlerine arkeoloji danışmanlığı yaptığı yıllarda Suudi Arabistan, Mısır, Umman ve Yemen’de sayısız arkeoloji çalışmalarında bulunmuş, Ubar söylentileriyle o dönemde tanışmıştı. Kendisinden önce yola çıkanlar 1930, 1947 ve 1953’te hayal kırıklığına uğramış, seferden elleri boş dönmüştü. 1992’de Ubar’ın uzay teknolojisinin de yardımıyla ortaya çıkarılması, oldukça ses getirmiş, aynı zamanda Discover, Time ve Newsweek tarafından o yılın en çok ses getiren 10 buluşundan biri olarak gösterilmişti. 5 Şubat 1992’de, vaktiyle Arabistanlı Lawrence tarafından ‘Kumların Atlantis’i olarak tanımlanan, Kur’an-ı Kerim’de de ‘Kuleler Şehri’ olarak isimlendirilen efsanevi Ubar şehrinin kalıntılarının bulunduğu ilan edildiğinde, arkeoloji dünyasının gündemine bomba gibi düşen bu olay, aynı zamanda dünya kamuoyunu da bir süre meşgul etmişti. İlk kez, uzay teknolojisi, dinî kaynaklı bir iddianın gerçekliğini araştırmak için devreye girmiş, sıkı elemanlardan oluşan bir kadroyla yapılan expedisyon sonucu da varlığı ve yokluğuna dönük söylentilerle bir muamma topuna dönüşen Ubar’dan artakalanlara ulaşılmıştı. Araştırmacılara göre Ubar, tarihte bilinen ilk reçine ve tütsü üretim merkezlerinden biriydi. Yıkıntılara ulaşılabilmesi için şiddetli kum fırtınaları ve ölümcül çöl yılanları ile mücadele etmek zorunda kalan ekip, Ubar’ın sekizgen kulelerinden ve 15 metreye varan sur duvarlarından artakalan yıkıntılara ulaştıklarında, tarih ile teknolojiyi harmanlamanın ödülünü alıyorlardı.
    Ekibin dişli üyelerinden, San Diego Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden ve aynı zamanda NASA’ya bağlı Jet Propulsion Laboratuvarı’nda da görevli Jeoloji Profesörü Ronald Blom’a göre, Ubar’ı, uzay mekiğinin desteğiyle bulmuşlardı. Blom, ‘Challenger’daki radarlar ve optik kameralar tarafından çekilen ve bizim ‘false colour’ dediğimiz teknikle analiz edilen resimlerde göze çarpan antik çöl yollarını takip ederek şehre ulaştık.’ derken, konuyla ilgili araştırmaları bulunan din alimi Abdullah Yusuf Ali ise Ubar’ın Kur’an’da bahsi geçen İrem şehri olduğunu söylüyor. Ali’ye göre İrem, Ad kavminin başkentiydi. Zaten keşiften çok öncesinde de İngiliz araştırmacı Bertram Thomas’ın 1932’de kaleme aldığı ‘Arabia Felix’ isimli eserde de İrem’e atıfta bulunuluyordu. Thomas da İrem ile oldukça ilgilenmiş, hatta bölgedeki Arapların kendisine gösterdiği patika izlerinden hareketle İrem’in yerini tespit ettiğini iddia etmişti. Araştırmalarını tamamlayamadan ölünce, İrem de onunla birlikte tarihin sandukasında beklemeye bırakıldı. Ta ki, maceracı Clapp, hadiseye el atana kadar. İrem’i bulma fikri ilk olarak, 1981’de Los Angeles’lı belgesel yapımcısı; ama daha da önemlisi bir maceraperest olan Nicholas Clapp’in aklına düşmüştü. Arap tarihinin gizemli sayfalarına ilgisini hiç saklamayan Clapp, Thomas’ın izinden giderek kayıp şehri bulmayı kafaya koyduğunda, ekibini toparlamaya soyundu. Thomas’ın yazdıklarını inceleyen Clapp de kitapta bahsedilen bu kayıp şehrin varlığına inanmıştı; ama bir türlü bulunamıyordu. ‘O halde büyük resmi görmek için, daha da yukarılardan bir yerlerden bakmalıydık diye düşündüm ve aklıma NASA geldi.’ diyen Clapp, uzun bir uğraşıdan sonra uzay mekiğinden bu bölgenin resimlerinin çekilmesi için gereken izinleri aldı. ‘Her halükarda elimizdekileri güçlendirecek tarihî vesikalara da ihtiyaç vardı.’ diyen macera tutkunu Clapp, soluğu Californiya’daki Huntington Kütüphanesi’nde aldı. Kısa bir araştırmadan sonra ünlü coğrafyacı Batlamyus tarafından MS 200 yılında çizilmiş bir harita geçti eline. Harita, söz konusu bölgedeki eski bir şehrin yerini ve bu şehre giden yolları gösteriyordu. Mekiğin çektiği fotoğraflar da gelmişti. ‘Uzaktan algılama’ tekniği ile çekilen fotoğraflarda yerden çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan; ancak havadan net olarak görülebilen bazı yol izleri bariz şekilde görünüyor, hem haritadaki hem de uzaydan çekilen fotoğraflarda görülen yollar birbirleriyle kesişiyorlardı. Kesişen noktalarda kazılar başlayınca, ‘Kumların Atlantis’i Ubar’ da ortaya çıkıyordu.
    Her ne kadar bazı arkeoloji çevreleri, Ubar’ın sadece bir efsaneden ibaret olduğunu savunsa da Zarins kendinden emin bir şekilde, ‘Klasik metinlere ve Arap tarihi kaynaklarına bakarsanız Ubar, bazılarının iddia ettiği gibi, sadece bir şehre değil, bir kavme, insanlar topluluğuna ve bölgeye verilen isim. İtiraz edenler bu noktayı ıskalıyor.’ diyor ve ekliyor: ‘Ubar vardı ve biz de onu bulduk!’
    ‘NASA bulmadı, biz bulduk!’
    Sir Ranulph Fiennes’ göre, kazı ekibinin NASA’yı ikna etmesi çok uzun sürmüş. ‘Biz üç aşağı beş yukarı şehri bulmuştuk ki; ancak mekiği üzerimizden uçurmaya ikna oldular. Evet, geldiler. En azından çektikleri fotoğraflar emin olmamızı sağladı, kazı yapacağımız alanları azalttı; ama asıl işi biz yaptık!’ diyen Sir, New York Times’ı da suçluyor, ‘Başarımızı sadece NASA’ya mal ettiler, gerçeği anlatmamıza rağmen haberi de geri çekmediler...’
    12 katlı yüksek binaları ile birlikte bütün şehir kumlara gömüldü Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nden Abdülbaki Güneş’in ‘Kur’an Kıssaları ve Medeniyetlerin İnşası’ adlı kitabı, türüne ender rastlanacak eserlerden. Eser, Kur’an’da bahsi geçen helak olmuş kavimleri mercek altına alıyor. Güneş, Kur’an’da Ad kavminin, yüksek binalar inşa ettikleri için ‘zatü’l-imad’ yani, ‘yüksek sütun sahibi’ diye nitelendirildiğini söylüyor. Dünyada bu tür binaları ilk defa onlar inşa etmiş. Rivayetlere göre Ad kavminin lideri Şeddad b. Ad, İlahi kitaplarda cennetin niteliklerini okumuş ve benzerini inşa etmeye karar vermiş. Altın, gümüş, yakut vb. değerli maddeleri kullanarak saraylar yaptırmış, her türlü sebze ve meyvenin yetiştiği bahçeler ve bunları sulayacak kanallar inşa ettirmiş. Kur’an; Ad kavminin, ihtişam ve debdebelerinin göstergesi olmaktan öte bir anlam taşımayan yüksek binalar ve anıtlar diktiklerinden söz ediyor. Eğlenme, zevk-ü sefa peşinde koşma, israfa dayalı lüks bir hayatı tercih etme, kısacası hedonist bir yaşam sürmekten başka bir amaç taşımayan bu insanlar, ölüm ötesi hayat için herhangi bir hazırlık içinde olmamışlar. Kur’an’da; Ad kavminin, dünya zevklerine dalıp insanî erdemlerden uzaklaşarak aşağı sosyal katmanlara mensup insanlara zulmettikleri görülüyor. Ayette, kavmin kendisine azap getirecek olan bulutu gördüğü; ancak bunun gerçekte ne olduğunu anlayamadıkları ve bir yağmur bulutu sandıkları belirtilmekte. Çünkü çöl kumunu kaldırarak ilerlemekte olan bir kasırga da uzaktan bir yağmur bulutuna benziyor. Bir kum fırtınasının ilk işareti, kuvvetli rüzgârla savrulan ve yükselmekte olan akımlarla yüzlerce metre yükseğe çıkan kumla dolu bir buluttur. Nitekim Ubar, metrelerce kalınlıktaki bir kum tabakasının altından çıkarıldı. Fransız Ça m’Interesse dergisi aynı tespiti şu ifadeyle bildirir: “Ubar, çıkan bir fırtına neticesinde 12 metre kumun altına gömülmüştü.” Kavmin tüm verimli ekili tarlaları, su kanalları, barajları kumlarla kaplanmış, tüm şehir ve içindekiler diri diri kuma gömülmüşlerdir. Kavim helak edildikten sonra da zamanla genişleyen çöl, bu kavimden hiçbir iz bırakmayacak şekilde üzerlerini örtmüştür. Ubar’ın bugünkü halini gören kimse, bir zamanlar buralarda şanlı ve çok güçlü bir medeniyetin yaşamış olduğunu düşünemez. İçerlerine girmeye kimse cesaret edemiyor. 1943 yılında Bavyeralı bir askerin hatıralarına düştüğü notlar şehrin bugünkü halini anlatması açısından önemli: “Hadramut’un kuzeyde yer yer beyaz kısımları vardı ki eğer onlara bir şey düşerse o kumun içinde mahvolur gider ve tamamen çürürdü. Bedeviler katiyyen oraya gitmeye cesaret edemezler. Buranın kumu âdeta toz gibi çok incedir. Ucuna ip bağlı bir şakülü uzaktan fırlattım. Beş dakika içerisinde hemen kumun içine gömüldü. İpin uç kısmı ise çürümüştü.”

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      #3
      Konu: garip haber bilgileri

      Duvar yıkıldı, altından Gestapo çıktı


      Berlin’i gezenlerin yolu, İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli hatıralarından olan Berlin Duvarı’ndaki o meşhur kontrol noktası ‘Checkpoint Charlie’den muhakkak geçer.
      Elindeki Amerikan bayrağı para ile fotoğraf çektiren öğrenciler, ‘Made in China’ damgalı Rus askeri giysileri satan uyanık esnaf, soğuk savaş yıllarını anımsayan turistlerin yüzlerinde tatlı tebessümler uyandırır. ‘Checkpoint Charlie’ın 200 metre ilerisinde bulunan ‘Topography of Terror’ adlı açık hava müzesi ise biraz önce yüzlerinde tebessümle dolaşan turistleri şoke ediyor. Çünkü burada Hitler iktidarı döneminde bütün Avrupa’yı kana bulayan Alman Gizli Servisi “Gestapo”nun karargahından kalan kalıntıları yer alıyor. Sorguya alınan, gözaltında kaybolanlar ve döneme ait fotoğraflarla bezenen duvarlar insanın kanını donduruyor. II. Dünya Savaşı’nda hava bombardımanı yerlebir edilen binanın üzerinde duvar geçmiş. Duvar yıkılınca da 1987 yılında bodrum kalıntıları ortaya çıkartılarak açık hava müzesi haline getirilmiş. 1992 yılında kurulan ‘Topography of Terror Foundation’ adlı vakıf, her ne kadar Gestapo kalıntılarının karşısına bir de dökümantosyan merkezi kurmak istemişse de para kaynağı kesilince bu p***e suya düşmüş. Bina için 13 milyon euro harcanmış. Tamamlanması için gereken 28 milyon euro mimara ödenmeyince, duruma kızan mimar binayı tamamen yıkmış. Ortada bir dökümantasyon merkezi olmasada, sokaktaki kalıntıları Gestapo fırtınasını fazlasıyla estirmeye devam ediyor. Gestapo’nun kanlı tarihine bakınca bugün bile adından ürperti ile anılmasına şaşmamak gerek. Adını, Gizli Devlet Polisi’nin karşılığı olan Geheime Staats Polizei’ın kısaltmasından alan teşkilat, her ne kadar başlangıçta Nazi partisinin ülke genelindeki mutlak hâkimiyetini sağlamaya yönelik iç polis teşkilatı olarak kurulsa da, zamanla etkili ve en çok korkulan casusluk örgütlerinden birine dönüştüğünü duvarlara asılan fotoğraflardan anlamak mümkün.
      Hitler’in bıçağı
      Her yaştan, fikirden ve cinsiyetten Alman, sadece Nazi ideolojisine karşı oldukları için gözaltında katledilmiş. Teşkilatın elemanları da oldukça renkli simalardan seçiliyordu. Adeta Alman toplumunun en berbat insanları bir araya toplanmıştı. Ordudan atılan subaylar, emniyetten kovulan polisler ve daha nice sabıkalı, Hitler’in yeni terör ordusunun neferleri olmuş. Goering, 1934 Nisan’ında Heinrich Himmler’i, Prusya Gizli Polisi’nin başına getirmiş.
      Gestapo, kişisel husumet duyduğu Alman politikacılarını fişlemek ve Almanya içinde Hitler’e karşı olan ‘Kara Orkestra’ hareketinin elemanlarını tespit etmek için de devreye giriyordu. Kurbanları mareşallerle de sınırlı kalmadı. Alman güç dengesinin en üstlerindekileri bile bir çırpıda harcayabiliyordu. Alman Genelkurmay Başkanı General Werner von Fritsch, Himmler’in hedefleri arasındaydı. Fritsch’in hiç evlenmemiş olması, Gestapo için iyi bir açıktı. 1938 Ocak’ında Alman ordusunun başkomutanı hakkında eşcinsel olduğuna dair bir dosya hazırlandı. General reddetti ve askerî mahkemede yargılanmasını istedi. Ama Fritsch’in, diğer Gestapo kurbanlarının aksine eli armut toplamıyordu ve masum olduğunu ispat edebilecek bir konuma sahipti. Henüz Gestapo’nun kontrolü altına girmemiş olan ordu istihbaratı, Adalet Bakanlığı’ndan bazı memurlarla birlikte yaptığı araştırmayla, Schmidt’in gerçekten eşcinsel bir yetkiliye şantaj yaptığını ortaya çıkarmıştı. Bu, general Frisch değil, kendisiyle aynı soyadını taşıyan süvari yüzbaşısı Rittmeister von Frisch’di. Tabii ki bu gerçeği Gestapo çok iyi biliyordu; ama Schmidt yakalandığında, yanlış adamı suçlaması için kendisine bizzat Himmler tarafından baskı yapılmıştı. Bu arada Gestapo, tezgah ortaya çıkmasın diye orijinal Frisch’i de gözaltına almıştı. Komutanlarına karşı komplo yapıldığını anlayan orduda huzursuzluk had safhaya çıkmıştı. ‘Komutanımız adil bir şekilde yargılanmazsa, hükümeti deviririz!’ şeklinde muhtıra verdiler. Hitler, Gestapo’nun devirdiği çamın altında kalmamak için, anayasadan gelen hakkını kullanarak 4 Şubat 1938’de tüm silahlı kuvvetlerin idaresini ele aldığını açıkladı. Fritsch ve Nazi hareketine sempatiyle bakmayan diğer on altı general görevden alındı. Kırk dört kadar küçük rütbeli subay da pasifize edildi. Böylelikle o tarihte Almanya’da Hitler’e yönelik tek muhalif hareket de bertaraf edilmiş oluyordu. Sonuç olarak kazanan Gestapo, Himmler oldu, kaybeden Alman halkı.
      II. Dünya Savaşı’nı Gestapo çıkardı! 2000 yılının Kasım ayında İngiliz devlet arşivleri tarafından gizlilik derecesi kaldırılan belgeler, II. Dünya Savaşı’yla ilgili oldukça şaşırtıcı bir gerçeği gözler önüne seriyordu. Belgelere göre, Polonya’ya saldırmak için fırsat kollayan Hitler, önce kamplardaki Polonyalı esirleri topladı. Hepsine Alman subay elbisesi giydirildi. ‘Sahte Alman subayları’ kurşuna dizildikten sonra cesetleri Almanya-Polonya sınırına atıldı. Aynı gün ajan Naujocks ve adamları, Polonya sınırında bulunan Gliewitz’deki Alman radyo istasyonuna düzmece bir baskın yaparak, ortalığı kurşun yağmuruna tuttu. Stüdyodakiler, Nazi subaylarına Polonya askerlerinin saldırısına uğradıklarını bildirdi. Haber üzerine operasyonlara başlayan subaylar, danışıklı dövüşün gereği, sınırdaki cesetleri buldu! Hemen Polonya’yla irtibata geçildi, bilgi istendi. Böylesi bir saldırının savaş sebebi olacağı tüm Avrupa ülkelerine geçilen mesajla bildirildi. Polonyalılar da olayı araştıracaklarını söyleyip pasif kalınca, korkunç senaryonun son bölümüne gelindi. Gece yarısı kurmaylarını toplayan Hitler, sabahında Polonya’ya savaş açtı. Çatışmalar büyüdü, araya diğer devletlerin girmesiyle II. Dünya Savaşı çıktı.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        #4
        Konu: garip haber bilgileri

        İşin şakası yok, buzullar eriyor


        İngiltere Veliaht Prensi Charles, küresel ısınmayı insanoğlunun karşı karşıya olduğu en büyük sorun olarak değerlendirince, gözler bir kez daha bununla bağlantılı felaket senaryolarına çevrildi.
        Önde gelen iklim uzmanları, son zamanlarda gündemden düşmeyen ‘buzullar eriyecek, dünyayı su basacak’ senaryosunu Zaman’a değerlendirdi. Uzmanlar, küresel ısınma ve doğal sebeplerden dolayı artan sıcaklığın buzulları erittiğinde hemfikir. Ancak büyük çoğunluğu, deniz sularının yükselmesiyle bazı şehirlerin yeryüzünden silineceği iddiasını gerçekçi bulmuyor.
        California Üniversitesi Yer Bilimleri Departmanı’ndan Dr. Slawek Tulaczyk, felaket senaryolarına şüpheyle yaklaşanlardan. “Evet, son yıllarda dünyanın değişik bölgelerindeki buzullarda belirgin bir erime ve incelme var; ama bunun ne kadarı küresel ısınmadan kaynaklanıyor, emin değiliz.” diyen Tulaczyk, “Yine de işi şansa bırakmamalı ve küresel ısınmayı azaltacak önemlere yoğunlaşmalıyız.” uyarısında bulunuyor. Geçtiğimiz yüzyıl deniz suyu seviyesinin 10-20 cm arttığına işaret eden Tulaczyk, bu yüzyılda bunun daha da yüksek olabileceğine dikkat çekiyor. Amerika’da küresel ısınma karşıtı söylemi ile tanınan iklim araştırmacısı yazar Susan Joy Hassol ise New Orleans ve Venedik gibi kentlerin, buzul erimesinden kaynaklanan muhtemel bir su baskınının ilk kurbanları olacağını tahmin ediyor.
        Norveç İklim Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. Pål Presturd, Türkiye’dekiler de dahil olmak üzere tüm dünyadaki buzulların eridiğini vurguluyor. Sadece Alaska’da 100 kübik kilometre buzulun eridiğini söyleyen Presturd, “Ama denizlerdeki buzulların erimesi su seviyesini artırmaz. Zira bu buzullar zaten deniz suyundan oluşuyor. Ama karadakilerin erimesi, denizleri taze suyla besleyecek, bu da su seviyesini yükselterek, söz gelimi Bangladeş’in yüzde 20’sinin sular altında kalmasına neden olacak.” diyor. Presturd’a göre Grönland’ın buzulları erirse tüm okyanuslardaki su seviyesi 6-7 metre, Antarktika’dakiler erirse 60 metre artar. Ama Grönland’daki sıcaklık ortalama 3 derece artsa, tüm buzulların erimesi en az bin yıl sürer.
        İsveç Abisko Bilimsel Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Terry Callaghan son yüz bin yılda görülmemiş sıcaklıkların görüleceğini iddia ediyor. Denizlerdeki buzulların eridiğine, karlarla kaplı alanların inceldiğine işaret eden Callaghan, “Buz ve kar, güneş enerjisini geri yansıttıkları için Antarktika’yı soğuk tutuyorlar. Ama erime ve incelme arttığı için geri yansıtma olmuyor. Dolayısıyla sıcaklıklar artıyor, buzullar eriyor ve sular yükseliyor.” diyor. 50 yıl sonra gemilerin, buzul denizinde rahatça turlayabileceklerini düşünen Callaghan, Grönland’ın erimesi halinde Nil Deltası ve Hollanda gibi deniz seviyesi altında kalan yerlerin sular altına kalabileceğini ifade ediyor.
        NASA Goddard Uzay Uçuşları Merkezi’nden iklim bilimci Dr. Claire L. Parkinson da tüm buzulların aynı anda erimeyeceğini düşünüyor. Buzulların oluştuklarından daha hızlı eridiğini aktaran Parkinson, “Bu da deniz seviyesini yükseltiyor. Dağ şeklindeki buzulların erimesi ısınmayla ilgili. Yine de kısa zamanda bazı Avrupa şehirlerinin su altında kalması senaryodan ibaret.” diye konuşuyor.

        Deniz seviyesi yükselir Atmosfer ve Gezegen Bilimleri Uzmanı Prof. Jim Hansen’e göre dağlardaki buzullar son 25 yılda küresel ısınma sonucu artan ortalama yarım derecelik sıcaklıktan dolayı eriyor. Tüm dağlardaki buzullar erise bile, bu deniz suyunu yarım metre artırır. Asıl mesele, Grönland ve Antarktika’yı oluşturan buzulların ne kadarının eriyeceği. Grönland’dakiler erirse deniz seviyesi 7 metre yükselebilir. Antarktika erirse 65 metreye kadar çıkabilir. Ancak buna ihtimal verilmiyor.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          #5
          Konu: garip haber bilgileri

          Pentagon'da uçak enkazı görmedim


          ‘Ruanda’daki katliama gazeteci olarak şahit olmak, yaşadığım en acı deneyimlerden biri oldu. Başta soykırımın olduğu Ruanda’da barış koruma gücü bulunduran BM olmak üzere, neredeyse kendini modern sayan tüm ülkelerin, bir ay içinde bıçak ve baltalarla bir milyon insanın birbirini katletmesine seyirci kalmış olmasını, halen hazmedemiyorum...’
          Son Amerikan helikopterinin Saygon’dan ayrıldığını televizyondan izlediğimde daha çok gençtim. O zaman gazeteci olmaya karar vermiştim’ diyor Emmy ödüllü İngiliz gazeteci Dave Spiro ve ekliyor: ‘Bugüne kadar 17 savaşı cephede izledim. Ve son Amerikan helikopteri Bağdat’tan ayrıldığında ben yine orada olacağım...’
          Bir gazetecinin halen aktif olarak görevde olan başka bir gazeteci ile röportaj yapması, en azından mesleki açıdan garip bir görüntü verse de, hem Spiro’nun anlattıklarının kayıtsız kalınmayacak kadar ilginç olması hem de kalbi gazetecilik için çarpanlar açısından bir yol kılavuzu olabilecek doneler taşıması, Spiro’yu Turkuaz’ın sayfalarına taşıdı. 11 Eylül saldırılarında Pentagon’a uçak çarpmasından hemen 2 dakika sonra olay yerinden yaptığı yayınla Emmy ödülü alan 30 yıllık gazeteci, ilginç bir de gözlemini anlatıyor: ‘Pentagon’a bir şeyin çarptığını gördüm. Ama uçak mıydı, emin değilim!’
          Muhabirlikten redaktörlüğe, editörlükten köşe yazarlığına kadar mesleğin hemen hemen her alanında at koşturmuş olan Spiro, uzun zamandır kameramanlık yapıyor. Berlin Duvarı’nın yıkılışının ilk görüntüleri, Romanya’da Çavuşeskuları deviren rüzgarın ilk esintileri, Güney Afrikalı özgürlük savaşçısı Mandela’nın hapisten çıktıktan sonraki ilk dakikaları, Tiananmen Meydanı’ndaki başarısız özgürlük ayaklanması girişiminin dramatik anları, ilk olarak onun vizöründen dünya izleyicisi ile buluştu. ‘Tarihin yazıldığı o anda orada olmanın keyfini, hiçbir servet insana veremez.’ diyen Spiro ile, Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz ile çıktığı Afrika turundan döndüğü Washington’da, kendisi gibi gazeteci, Reuters muhabiri eşi ile yaptığı evlilikten bir gün sonra konuştuk.
          30 yıla çok önemli isimler sığdırmış olmalısınız. Kimler var portföyünüzde?

          Reagan’dan yana bütün Amerikan başkanları ile defalarca mülakat yaptım. Margaret Thatcher’la ve diğer Batılı liderlerle Kaddafi ve Mandela da dahil olmak üzere, neredeyse tüm Afrikalı liderlerle de. Uzun yıllar Afrika’da çalıştığım için neredeyse bu kıtadaki herkesi tanıyorum. Hatta en son Wolfowitz’i izlediğim gezide bu duruma kendisi de çok şaşırdı. Uğradığımız ülkelerdeki devlet başkanları ile olan samimiyetim dikkatini çekmişti. Ama gezinin son durağında ziyaret ettiğimiz Mandela da koşarak bana sarılınca, o da şaşırdı ve patladı: ‘Bu Allah’ın cezası kıtada seni tanımayan biri var mı!’
          Bu isimler arasında sizin üzerinizde en çok iz bırakan ya da sizce en önemlisi hangisiydi?

          Buna cevap verdiğim an, emekliliği kabul etmişim demektir. Böyle bir niyetim yok. (gülüyor) O isim, Kafdağı’nın ardındaki Zümrüdüanka kuşu gibi. Hep arayacağız onu. Ama şunu söyleyebilirim. Politikacılar dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı aynı malzemeyi veriyor. Ama Bill Clinton’ı ayrı bir yere koymak isterim. Sizle konuşurken gözlerinizin içine bakar ve o an kendinizi dünyanın en önemli insanı hissetmenizi sağlar. Bir de, ondan gerçekten sorduğunuzun cevabını alırsınız. Diğerleri gibi söylemek istediklerini söylemez! En az 20 kez görüşmüşümdür Clinton ile. Ve her seferinde yazacak ya da aktaracak bir şeyler vermiştir.
          Peki ya Bush?

          Şu ana kadar iki kez görüştüm. Ama pek heyecan verici olmadığını itiraf etmeliyim! Son gezide Wolfowitz’in özel jetindeydik ve onu yakından tanıma imkanı buldum. Sürekli yanıma gelip bilgisayarımda çektiğim fotoğraflarına bakıyor, ‘Bunu sil, çok çirkin çıkmışım’ gibi yorumlar, şakalar yapıyordu. Nazik bir adam.
          Bildiğim kadarıyla düğün partinize gelecek kadar da samimisiniz Wolfowitz’le. Bu, sizin gazeteci olarak tarafsızlığınızı zedelemiyor mu?

          Hayır. Bu çok sık yaptığımız bir tartışma. Ben ‘nazik bir adam’ derken, onun kişiliğinden, sosyal ilişkilerinden bahsediyorum. Ama yaptığı iş üzerinden değerlendirmeye gelince, onun Irak’taki o saçma savaşın mimarlarından biri olduğunu rahatlıkla ve kararlılıkla söyleyebiliyorum. İkisi tamamen farklı. Kaldı ki bazen samimi olmak, yaptığınız haberlere fark da katabilir, daha elle tutulur değerlendirmeler de yapabilirsiniz. Modern medya ortamında, sözgelimi haberlerde, her şey ve herkes, neredeyse 10’ar saniyelik ses ve görüntü dalgalarına indirgenmiş durumda. 10 saniyede, dünyaya hükmeden insanlar hakkında nasıl derinlikli bilgi sahibi olabilirsiniz ki?
          Kariyerinizdeki en unutulmaz an...

          Berlin Duvarı’nın yıkılışına tanık olmamdı. O zaman bir Japon TV’sine çalışıyordum. CBS ile birlikte tüm dünyaya o görüntüleri aktarmıştık. Neredeyse dünya üzerindeki insanların üçte ikisi benim görüntülerimi izliyordu! Ama genel olarak, neredeyse tüm Sovyet blokunun yıkılışını anbean görüntülemiş olmak, yaptığım en heyecan verici işti diyebilirim.
          Biz gazetecilerin çok para kazanmaması gerektiği, aksi takdirde halktan kopacağı, haberden soğuyacağı söylenir hep.

          Katılmıyorum. Nasıl ki iyi bir beyin cerrahı çok para kazanıyorsa, iyi bir gazeteci de, becerileri doğrultusunda, kazanabilmeli. Bunda yadırganacak bir durum yok. Rizikosu ve rekabet düzeyi en yüksek mesleklerden birini yapıyoruz. Kaldı ki bu meslekteki hiç kimse, zaten bu işi para için yapmıyor. Hepimiz, başka hiçbir şey bizi tatmin etmediği ya da edemeyeceği için buradayız. Sözgelimi dolar milyarderi olsam, yine gazetecilik yapıyor olurdum. Ama sanırım bu kez haber yapacağım yerlere özel jetimle giderdim! Hayatı 24 saat öncesinden yaşamak ve görünenin arkasını görmek bizi bu meslekte tutuyor, para değil... Gazeteci olmaya özgün bir ruh hali. Bilirsin askerler nasıl asker olmayan tüm herkese kısaca ‘sivil’ der geçerse, biz gazeteciler için de gazeteci olmayan herkes ‘sivildir’! (Gülüyor)
          ‘Görünenin arkası’nı biraz açsak...

          Çarpıcı bir örnek geldi şimdi aklıma. Güney Afrika’daki ayrılıkçı rejim yıkılmış ve ilk serbest seçimler yapılıyor. Mandela oyunu kullanmış. Sıra beyaz azınlığın lideri ve ülkeyi o zamana kadar yönetmiş olan Başkan De Clerk’e geliyor. Büyük bir olay haliyle. En azından yetmiş kameramanız orada. Heyecanla De Clerk’in ülkenin ilk seçiminde kullanacağı oyu görüntülemeyi bekliyoruz. Tam oy pusulasını atacakken, onunla aramıza iki yaşlı kadın girip, görüntüyü kapıyor. Panikle bağırıp çağırıyoruz! Kadınlar oralı olmuyor. İçimizden biri hamle yapıp, görüş açımızı kapatan ihtiyarlardan birinin kolunu kavrayıp kenara çekmeye çalışırken, dengesini kaybediyor ve olanlar oluyor. Üzerinde bulunduğumuz platform çöküyor, ayaklarımız havada, kameralar yerde! Clerk, bu arada oyunu atmış şaşkın şaşkın bize bakıyor. Ortam tam bir Charlie Chaplin filmi gibi. Özetle, ertesi gün gazetelerde Clerk’i oyunu atarken gösteren fotoğraflar, aslında gerçeği yansıtmıyor. Olayı görüntüleyemeyen bizlerin ricasını kırmayan Clerk, ikinci kez boş bir kağıdı sandığa atıyor!
          11 Eylül’de Pentagon’dan yayın yapan ilk gazetecisiniz. Oraya çarpanın uçak olmadığına dair söylentiler de oldu. Siz ne gördünüz?
          Arabayla başka bir habere gidiyordum. Tam Pentagon’un önünden geçerken, gördüm demeyeceğim ama, gözümün önünden hızla bir şeyin geçip Pentagon’a vurduğunu algıladım. Kafamı çevirir çevirmez patlamayı gördüm. Ama uçak gördüm mü, hayır. Aynı gece çekim yapmak için New York’a da gitmiştim ve orada bariz olarak uçak parçaları görmemize rağmen, Pentagon’da uçağa dair hiçbir belirti görmedim. Daha sonra, olayın hemen ardından çektiğim 44 dakikalık kaseti kare kare inceledik. Orada da uçak enkazını andırır bir şey görmedik. Yine de çarpanın uçak olduğuna inanıyorum, ama gördüklerime açıklık getiremiyorum. Bir şey daha var. Kişisel bir teori ama, New Jersey’de düşen uçağın da yolcular tarafından değil, uçağın bir yere çarpması durumunda daha büyük can kaybına yol açacağına inanan hükümet tarafından verilen emirle bizzat Amerikan savaş uçakları tarafından düşürüldüğünü sanıyorum. Olayın şokuyla böyle bir haberi kamuoyunun kaldıramayacağını düşünen yetkililerin, ‘kahraman yolcular’ hikayesini uydurduğunu sanıyorum.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            #6
            Konu: garip haber bilgileri

            Tanıklar estetik ameliyatla korunacak


            Örgütlü suçlarla mücadelede faydalanılacak tanık koruma programının yasal altyapısı hazırlandı. Adalet Bakanlığı, Tanık Koruma Kanunu Tasarısı'nı tamamlayarak görüş için ilgili kurumlara gönderdi.
            Söylemez Kardeşler Çetesi Davası'nın tanıklarından fabrikatör Ali Açıkgöz'ün öldürülmesi gibi olayların tekrar etmemesi için devletçe gerekli tedbirler alınacak. Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 58. maddesi uyarınca hazırlanan tasarıda; soruşturma ve dava sırasında şahitlik yapanlara yönelik çok sayıda koruma tedbiri getiriliyor. Bu kapsamdaki tanıklar duruşmada, perde arkasında, yada sesleri teknik cihazlar vasıtasıyla değiştirilerek dinlenebilecek. Buna rağmen deşifre olanların, yüzleri estetik ameliyatla değiştirilecek ve yeni bir kimlik verilecek.
            Tasarının genel gerekçe bölümünde, tanıklığın karşılıksız olarak yerine getirilmesi gereken bir kamu görevi olduğu belirtilerek, verdiği bilgiler sebebiyle tanığın korunmasının devletin sorumluluğunda olduğu vurgulanıyor. Devletin, tanığı suçlularla baş başa bırakmaması gerektiğine dikkat çekilen gerekçede şöyle deniliyor: "Terör örgütleri ile suç işlemek amacıyla kurulmuş diğer örgütlerin sahip oldukları güç ve kullandıkları yöntemler karşısında klasik ceza muhakemesi tedbirleri yetersiz kaldığından, bu tür örgütlere karşı farklı yöntemlerin kullanılması mecburi olmuştur."
            Tasarıya göre program terör ve mafya gibi örgütlü suçların yanı sıra üst sınırı 10 yıl ve daha fazla olan adam öldürme, işkence, gasp, fuhuş, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma gibi örgütsüz suçlara ilişkin davalarda da uygulanabilecek. Sadece davalarda şahitlik yapan kişilerin kendileri değil; tanığın eşi, nişanlısı, çocukları, anne-babası, kardeşleri gibi yakınları da koruma kapsamına alınabilecek. Yasada yer alan suçlarla ilgili soruşturma ve davalar sırasında tanıklık yapan bir kişi hakkında koruma tedbiri uygulanıp uygulanmamasına cumhuriyet savcısı veya tanığın kendi talebi üzerine mahkeme tarafından karar verilecek. Mahkeme, tanık koruma kararını alırken, korunan kişinin veya yakınlarının karşı karşıya kaldıkları tehlikenin ağırlığını ve ciddiyetini, soruşturma konusu suçun önemini, tanığın yapacağı açıklamaları ve koruma tedbirinin maliyetini göz önünde bulunduracak. Koruma tedbirinin uygulanmasına ya da reddedilmesine ilişkin kararlarda mutlaka bunun gerekçesi gösterilecek. Mahkeme tarafından alınan koruma tedbirlerini uygulamak üzere Emniyet, Jandarma ve Gümrük Muhafaza bünyesinde tanık koruma birimleri oluşturulacak. Tanıkların korunması için ne tür tedbirlerin alınması gerektiği, bunların süresi ve kaldırılması gibi konularda İçişleri Bakanlığı bünyesinde bir "Tanık Koruma Kurulu" oluşturulacak. Koruma tedbirlerinin uygulanmasında ülke genelinde birliğin sağlanması amacıyla oluşturulacak 7 üyeli kurulda İçişleri Bakanlığı'ndan 4, Adalet Bakanlığı'ndan 2, Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü'nden 1 üye yer alacak. Kurul, koruma kararı verdiği kişiler ile uygulanan tedbirler hakkında her yıl ocak ayı sonuna kadar İçişleri Bakanlığı'na sunulmak üzere rapor hazırlayacak. Kurul tarafından uluslararası anlaşmalar uyarınca yabancıların da Türkiye'de korunmasına karar verilebilecek. Yabancıların korunmasına ilişkin masraflar, talep eden ülke tarafından karşılanacak. Tasarıda, verilen koruma tedbirine ilişkin kararların hangi hallerde kaldırılacağı da sayılıyor. Buna göre, tanığın koruma kararı verilmesine sebep olan olay hakkında yanlış bilgi vermesi veya bildiği hususları açıklamaması, yalan tanıklık veya iftiradan mahkum olması, kimlik bilgileri hakkında yanlış bilgi vermesi, koruma tedbirlerine aykırı bir davranış içine girmesi, koruma sebebinin ortadan kalkması gibi durumlarda tedbir uygulamasına son verilecek. Yalan tanıklık veya iftiradan mahkum olması sebebiyle koruma tedbiri kaldırılan kişiler için yapılan masraflar faizleri ile birlikte bu şahıslardan tahsil edilecek.
            Tanıkların korunmasının son derece gizlilik içinde yürütülmesi gerektiği için bu tedbir işlemleriyle ilgili bilgi ve belgeleri açıklayanlar hakkında 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. Ayrıca tasarı kanunlaştıktan sonra 3 ay içinde tanık koruma tedbirlerinin uygulanmasıyla ilgili olarak Adalet ve İçişleri bakanlıkları tarafından gizli yönetmelikler çıkarılacak.
            Tanıkları korumak için uygulanacak tedbirler Tanığın kimlik bilgileri gizli tutulacak. Tanık gizli duruşmada ya da ses ve görüntüsü değiştirilerek özel bir ortamda dinlenebilecek. Sanık konumunda ise durumlarına uygun tutukevine yerleştirilecek. Gerektiğinde koruma görevlisi ve silah ruhsatı verilecek. Resmi belgeleri değiştirilebilecek. Geçici olarak maddi yardım yapılacak. İş alanı değiştirilebilecek. Yurtiçinde ya da yabancı bir ülkede yeri değiştirilebilecek. Deşifre olan tanıkların fizyolojik görünümü estetik ameliyatla değiştirilecek.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              #7
              Konu: garip haber bilgileri

              Mahmutpaşa’da bir işportacıydı, evinde 30 bin kitabı vardı


              İstanbul Mahmutpaşa’da bir tezgah, üzerinde çoraplar, diğer yanda dergiler. Hayatı kitap okumakla geçmiş, bu dünyaya gönül yapmaya gelmiş bir insan o; Hilmi Oflaz.
              Hilmi Oflaz, Üstad Necip Fazıl’ı dinlemeye giden gençler arasındadır. Necip Fazıl onun için, “Hilmi’yi cevheriyle tanıyor musunuz? Hilmi uçaktan hızlı gider, kamyondan çok yük taşır!” der. Gazeteniz Zaman’ın haftalık eki Ailem’in bugünkü sayısında Hilmi Oflaz’a geniş yer ayrıldı. O sevdiğini tam sever, ikiyüzlülük, çalım nedir bilmezdi. Zenginliğiyle övünen bir tanıdığı Hilmi Oflaz’a sorar: “Neyin var?” Onun cevabı acı bir gülümseme ve şu cümledir: “Dostlarım, kitaplarım ve bir de sigaram var. Midesiyle toprağa basan insanların edinmeyi hayal ettikleri servet, sadece bir dostumun verdiği bir şeyin yanında hiç kalır.”
              Kuleli sırtlarında bir gecekonduda kalırken 7 odalı evin her yeri; ama her yeri kitap doluydu. Ortada sadece yatmak için yataklar vardı. Oflaz banyodayken bile kitap okumaya çalışır, “Allah bize zaman, fırsat, sıhhat vermiş, biz bu işe gönül koymuşuz. Niye okumayalım?” derdi. Ailem’de bu hafta Hilmi Oflaz’ın ilginç hikayesinin yanı sıra, “Çocuklarda alt ıslatma problemi, İslam’da aile mahremiyetinin kuralı yok mu? Dinin zor gibi görünen emirleri ebedî saadet vesilesidir. Evliliğe hazırlanıyor musunuz?” konular yer alıyor. Ailem derginizi gazetenizle birlikte almayı unutmayın.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                #8
                Konu: garip haber bilgileri



                44 YAŞINDAKİ KADIN 5 BANKAYI BİRDEN İLGİNÇ BİR YÖNTEMLE SOYDU


                Daha önce birçok kişi, bir yakınının ameliyat parası için banka soydu. Ancak ABD'de yaşayan Catherine Kaczanowski gibisine hiç rastlanmadı.

                Brooklyn'de 5 bankayı soyan 44 yaşındaki kadın, "Bu işi, kanser olan kedimi ameliyat ettirmek için yaptım" dedi. Catherine, Smoochie adlı kedisinde kanserli tümör olduğunu ve ameliyat gerektiğini öğrendiğinde, bu operasyon için para bulmaya karar verdi. Fakat yakınlarının bu konuda kendisine yardımcı olmaması üzerine 5 bankadan yaklaşık 40 bin dolar çaldı. Brooklyn'deki evinin çevresindeki banka şubelerine giderek veznedarlara gizlice bir not ileten ve "Kimsenin canının yanmasını istemiyorum" diyen, 1.60 boyundaki ve 45 kilo ağırlığındaki kadın, bu şekilde 5 bankayı birden soymayı başararak, adeta imkansızı gerçekleştirdi. Tutuklanan Catherine, çıkartıldığı mahkemede 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

                SERBEST KALDI
                Fakat avukatların yoğun çabası sonucunda para karşılığında serbest kaldı. Ancak bu olayı duyan zengin bir işadamı, Catherine'in kedisi için gerekli olan parayı verdi. Ameliyat edilen Smoochie, bir süre sonra hayatını kaybetti.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  #9
                  Konu: garip haber bilgileri





                  POLEMİK: KANDİL GECESİ GERDEK... POLEMİÐİ BAŞLATAN: ZEKERİYA BEYAZ...


                  Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, Takvim Gazetesi'ndeki köşesinde bir okurunun "Kandil gecesi gerdeğe girmekte dinen bir sakınca var mıdır?" sorusunu yanıtladı.

                  İlahiyat profesörü Zekeriya Beyaz yine tartışma yaratacak bir açıklama yaptı: "Mübarek gecelerde evlenmek ve gerdeğe girmek daha makbuldür..."

                  Mübarek gecelerde gerdeğe girmenin daha makbul olacağını söyleyen Zekeriya Beyaz'a destek ilahiyatçılardan geldi: Araplar da cuma evlenir.

                  Takvim Gazetesi'ndeki köşesinde bir okurunun "Kandil gecesi gerdeğe girmekte dinen bir sakınca var mıdır?" sorusunu yanıtlayan Prof. Dr. Zekeriya Beyaz kandil gecelerinde evlenmeyi ve gerdeğe girmeyi engelleyen herhangi bir dini hükmün olmadığını aksine mübarek gecelerde evlenmenin çok daha iyi olacağını söyledi. 40-50 yıl önce geleneksel olarak cuma gecesi gerdeğe girildiğini kaydeden Prof. Beyaz "Çünkü cuma gecesi mübarektir. Böyle mübarek gecede evlenmek daha hayırlı olur" dedi. Kandillerde ve bayramlarda evlenmenin ve eşiyle birlikte olmanın da daha hayırlı olduğunu kaydeden Prof. Beyaz "Cinsel ilişki meşru ise, o ilişki büyük sevaptır. Ama yanlış olarak bütün cinsel ilişkiler suç ve kötü bir şey gibi algılanıyor, onun için de 'kandil gecesi olmaz' diye düşünülüyor. Hayır aksine daha çok sevap olur" dedi.

                  İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır da kandil gecesi, cuma gecesi, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı gibi zamanlarda cinsi münasebette bulunulmaması gerektiği yönündeki inanışın dini kaynağının olmadığını belirterek "Evli olana yasak değil evli olmayana yasaktır gibi bir durum da yok. Çünkü evli olmayana zaten yasaktır. Bunun belli bir zamanla sınırı yok" dedi.

                  Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Fayda ise kandil gecesi gerdeğe girilmesinin haram olmadığını vurgulayarak, "Yapılmamasını insanlar tercih ediyor. Bir de hürmeten kandil günü ibadet edeceğiz, Allah'a yakaracağız diye bu işlerle ilgili farklı görüşler ileri sürenler var. Ama Arap aleminde düğünler perşembe gecesi olur. Damat da cuma namazına gitmez. 40 gün evinden çıkmaz. Dolayısıyla cuma günleri için böyle bir şey geçerli değil. Sadece bir tercih meselesi" dedi.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    #10
                    Konu: garip haber bilgileri



                    GÖRENLERİ HAYRETE DÜŞÜREN İKİZLER


                    Kian ve Remee isimli bu sevimli İngilizler, ikiz kardeş! Yanlış anlamayın olayda bir "karışıklık" yok. 2 kardeş, sadece milyarda 1 rastlanan genetik nedenlerden ötürü farklı fiziksel özellik taşıyor.
                    21 Şubat 2006 Salı 10:32

                    İngiliz Kylee ve Remi Hudgson, ikizlerini görünce şok oldu. Kian, esmerliğiyle dikkat çekerken Remee, sarı saçları ve mavi gözleriyle doğdu. Doktorlar, Kian ve Remee'nin genetik nedenlerden ötürü farklı ten rengine sahip olduğunu söyledi. Farklı fiziksel özelliklere sahip ikizlere sahip olmaktan mutlu olduğunu söyleyen Kylee ve Remi ise, "Hem sarışın hem de esmer bebeğimiz oldu" diyor.





                    delphin yorum : dün gercekten düşünüyordum siyah erkekten sarışın çocuk sarışın erkekten siyah çocuk olurmu diye
                    şimdi anlıyorumki yüce yaradanın işine karışılmaz
                    rahman ve rahim olan ALLAH tır

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      #11
                      Konu: garip haber bilgileri



                      ERKEKLER NEDEN KONUŞMAYI SEVMEZ?


                      Konuşmak isteyen bir kadın ve suskunluğa gömülen bir erkek... Bu çift size pek yabancı gelmiyordur herhalde. Kadın erkek ilişkilerinin çoğunda durum aynıdır.
                      21 Şubat 2006 Salı 01:04
                      Akşam yemeğinde ağzını bıçak açmaz, televizyon karşısında tek kelime etmez! Peki sizce erkekler neden konuşmayı sevmez? Merak eden hanımlar için işte cevaplar....

                      Konuşmak isteyen bir kadın ve suskunluğa gömülen bir erkek... Bu çift size pek yabancı gelmiyordur herhalde. Kadın erkek ilişkilerinin çoğunda durum aynıdır, hatta o kadar aynıdır ki, kadının erkekten çok daha fazla konuştuğu saptaması bilimsel araştırmalara bile konu olmuştur.

                      DOÐALARI BÖYLEDİR
                      Bir kadının ağzından günde 23 bin kelime çıkarken, erkeğin ağzından en iyi ihtimalle bunun yarısı kadar kelime çıkar. Dolayısıyla birlikte olduğunuz erkeğin az konuşmasına, özellikle de kritik durumlarda sessiz kalmayı tercih etmesini aranızdaki bir sorun olarak değil, erkek doğasının bir parçası olarak görseniz iyi olur.

                      ZAMANLAMA FARKLI
                      İşten eve yorgun argın dönen bir kadın oturup gününün nasıl geçtiğiyle ilgili sohbet etmeyi bir yorgunluk olarak görmez. Oysa erkek o esnada tek bir kelime etmeyi bile büyük bir külfet sayar. Kadınla erkeğin sohbet konusundaki zamanlaması farklıdır. Aynı şey kavgalar için de geçerlidir!

                      UZATMAMAK İÇİN...
                      Burada kötü olay derken kastettiğimiz, sadece kadınla erkek arasındaki tartışmalar değil. Örneğin, ikisi birden trafikteyken öndeki arabanın sürücüsünün abuk sabuk bir hareketine aynı derecede sinirlenseler de kadın o adama iki saat söylenir, oysa erkek bir küfür sallayıp bir daha lafını bile etmez. Erkek böyle bir durumda, kadının her şeyi ne kadar büyüttüğünü bildiği için, kendini bir denge unsuru olarak görür ve sessiz kalarak yatıştırıcı etki yaratmak ister.

                      ERKEKLİÐİN GEREÐİ!
                      Erkeklere küçük yaştan itibaren 'erkek adamın' az ve öz konuşması gerektiği öğretilir ve bilinçaltına işleyen bu öğreti çoğu erkeği ileri yaşlarda suskunluğa iter. Erkeğin toplumsal rolünde 'kadın gibi konuşup gülmeye' yer yoktur.

                      FIRSAT BULAMAZLAR
                      Biz kadınlar konuşma konusundaki önceliği hiç kimseye kaptırmak, lafı kimseye bırakmak istemeyiz. Bu da karşımızdaki erkeklerin zaman zaman duygu ve düşüncelerini ifade etmeyi isteyip de buna fırsat bulamamalarına neden olur. Aceleci davranmak, bir kadının yapabileceği en büyük hatadır. Bazende işten eve gelen erkek "Günün nasıl geçti canım?" sorusuna 'iyi' diye cevap verir ve bunun anlamı gününün iyi geçtiğinden başka bir şey değildir. Yani erkeğin her susuşunun altında bir mana aramamak gerekir.

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        #12
                        Konu: garip haber bilgileri



                        50 YIL SONRA İLK KEZ GÖRÜLDÜ... İSTANBUL'DA ÖLDÜREN ÖRÜMCEK ALARMI!


                        İstanbul’da, 50 yıl aradan sonra ilk kez, yetişkin bir insanı 1 saate öldürebilecek örümceklere rastlandı. Isırdığı yerin iyileşmesi imkansız olan örümcekler, nereden geldi?

                        Zehiri yetişkin bir insanı ortalama 1 saatte öldürebilecek etkiye sahip örümceklerin, İstanbul’a Boğaz’dan geçiş yapan yabancı gemilerle geldiği belirtildi.

                        Sadece 2 santimetre çapındaki örümceğin ısırdığı yerde oluşan ve giderek derinleşerek genişleyen yaranın, ancak deri nakli ile kapatılabildiği kaydedildi. Zehirli örümceklerin izini süren ve ünlü simaların evlerinde böcek avcılığı yapan Ziraat Yüksek Mühendisi Derya Ulaşoğlu, tavuk itlafının zehirli böcek sayısının artmasına yol açacağını söyledi. İstanbulluları, kuytu yerlere dikkat etmeleri konusunda uyaran Ulaşoğlu, “Ben sadece 3 örneğe rastladım ama eminim çok daha fazlası vardır” dedi. 50 yıl aradan sonra Türkiye’de ilk kez, Afrika kökenli ve oldukça zehirli bir örümcek bulduğunu kaydeden Ziraat Yüksek Mühendisi Derya Ulaşoğlu, “Örümcek çok tehlikeli. Yaşlı ve çocuklarda öldürücü olabilir” diye konuştu.

                        Her gün yüzlerce geminin ard arda geçiş yaptığı İstanbul Boğazı, zehirli örümcek tehdidi ile karşı karşıya. Bir çok ünlü isimin evinde böcek ilaçlaması yapan Ziraat Yüksek Mühendisi Derya Ulaşoğlu, bu örümceklerin, Boğaz’dan geçen yabancı ülkelere ait gemilerle geldiğini öne sürdü.

                        YALIDA BULUNDU

                        Ulaşoğlu, ilk olarak geçen yıl Haziran ayında, Vaniköy’de oturan bir müşterisinin yalısında araştırma yaptığı sırada, şöför dinlenme odasındaki koltuğun altında bir örümcek buldu. Ulaşoğlu, yaptığı araştırma sonucunda örümceğin ‘Karayılan’ denilen ‘Segestria Florentina’ isimli zehirli bir tür Afrika örümceği olduğunu tespit etti. Zehiri bir insanı 20 dakikada öldürebilecek kadar güçlü olan bu örümceğin tek seferde 200-300 yumurta bıraktığını anlatan Ulaşoğlu, 25 Temmuz 2005’te de, Kabataş Setüstü’nde bir kadının örümcek ısırması sonucu tedavi gördüğü bilgisine ulaştı. Ayağında kaşıntı ve kızarma şikayetiyle hastaneye giden kadına önce alerji sanılarak tedavi uygulandı. Yaklaşık 7 farklı doktora gitmesine rağmen kadının ayağındaki deri zamanla siyahlaşarak dökülmeye başladı. Geçen 2 aylık süre sonunda ise doktorlar, vücudun başka bir yerinden aldıkları deriyi yara olan bölüme nakletti. Tüm bu belirtiler dünyanın en zehirli örümceklerinden biri olan BRS’nin (Brown Recluse Spider) etkileriyle örtüştü. Aralık 2005'te ise Vaniköy’de bir müşterisinin yalısında bulduğu örümceği ise İsviçre’nin Basel Üniversitesi’ne giderek incelletti. Bu da BRS ile aynı çıktı. ‘Tegeneria Parietina’ denilen ve Afrika ile Avrupa’da yaşayan örümceğin, en son 1950 yılında bilimadamlarınca Yenikapı’da bulunduğu belirtildi. Bu örümceğin soktuğu kişi, bünyesine göre 1 saatte ölüyor. Çocuk ya da yaşlılarda süre daha da kısalıyor.

                        'TAVUK İTLAFI SAYILARINI ARTIRABİLİR'

                        Yaklaşık 1 milyon kümes hayvanının, kuş gribi nedeniyle itlaf edilmesi sonucu, bu tür böceklerin sayısında artış olabileceğine dikkat çeken Ulaşoğlu, “Tabii ki kuş gribi nedeniyle tavukların itlaf edilmesi gerekiyordu. Ancak, kanatlı hayvan itlafının bir dezavantajı oldu. Kümes hayvanları bahçedeki böcekleri yiyordu. Örümcek ve akrep gibi. 1 milyon tavuk itlaf edilince bunların yediği örümcekler insanlar için risk oluşturacak. Çünkü kümes hayvanları ile böcekler arasında biyolojik bir savaş var. Bu birbirlerini yiyerek bir nevi kontrol altına alma olayı. Tabii ki, kümes hayvanlarının itlaf edilmesi, böcek popülasyonunda artışa sebep olacaktır. Bu zehirli örümcekler çoğalmış da olabilir. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın tedbir alması ve halkın bilinçlenmesi gerekiyor.”

                        KUYTU KÖŞELERE DİKKAT

                        Urla’da 8 yaşındaki Osman Balcı’nın ‘Karadul’ adlı örümcek sokmasına karşın, hastanede yanlış müdahalede bulunulması sonucu öldüğünü hatırlatan Ulaşoğlu, vatandaşları zehirli örümcekten korunmaları için evlerinde ve çatı aralarında fazla eşya bulundurmamaları konusunda uyardı. Evin çevresinde odun, kütük yığınları oluşturulmaması gerektiğini de belirten Ulaşoğlu, kalorifer kazan dairelerinin de zehirli örümceklerin saklanmaları için oldukça elverişli olduğunu söyledi.

                        Örümceğin çapı sadece 2 cm ancak zehirinin etkisi çok büyük. Örümcek ısırmalarında, kırmızı ve gittikçe genişleyen lekeler, morarma, şişlik, şiddetli ağrı, su toplama, deri kalkmesı, derinin tıbbi olarak ölmesi. Ayrıca titreme, mide bulantısı, eklem ağrısı, böbrek yetmezliği ve koma gibi durumlara da rastlanabiliyor.

                        50 YIL ARADAN SONRA

                        1955 yılında Yenikapı’da zehirli bir örümcek bulunmasından bu yana ilk kez, 2005 yılının Haziran ayında Üsküdar Kuzguncuk’taki bir yalıda, halk arasında ‘Karayılan’ olarak bilinen ‘Segestria Florentina’ adlı zehirli Afrika örümceğine rastlandı. Sadece bir ay sonra da Kabataş Setüstü’nde yaşayan bir kadın bir zehirli Afrika örümceği tarafından sokuldu. Yine 2005 yılının Aralık ayında Vaniköy’de bir yalıda, en son 50 yıl önce görülen, öldürücü zehire sahip ‘Tegeneria Parietina’ adlı Afrika örümceği bulundu.

                        delphin yorum : ölen tavuklar intikam almak için gerimi geldi

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          #13
                          Konu: garip haber bilgileri



                          BÖYLE REZALET GÖRÜMEDİ... ENGELLİ KONTENJANINDAN İŞE GİREN GENÇ KIZI, ENGELLİ DİYE İŞTEN ÇIKARDILAR!


                          "TÜBİTAK tarafından 2005 yılında açılan özürlü sınavına girip kazandım, özürlü kadrosunda işe başladım.Dört ay sonra sakatlığım bahane edilerek işten çıkardılar!"

                          EMİN ÇÖLAŞAN'IN DÜNKÜ YAZISINDAN İLGİLİ BÖLÜM:

                          BİR ÖZÜRLÜNÜN DRAMI

                          Önceki gün gelen bir mesajı okuyunca yine içim ezildi. 28 yaşında Gülcan Aksoy yazıyor:

                          "Doğuştan özürlüyüm. Yüzde 60 oranında işgöremezlik raporum var. TED Ankara Koleji'ni ve Ankara Üniversitesi İstatistik Bölümü'nü bitirdim. Hacettepe'de master yaptım. Hayatta asla yılmadım. TÜBİTAK tarafından 2005 yılında açılan özürlü sınavına girip kazandım, özürlü kadrosunda işe başladım.

                          Dört ay sonra sakatlığım bahane edilerek işten çıkardılar! Ama bu süre içerisinde hep üzerime geldiler. Dava açtım. İş Mahkemesi'ne verdikleri savunmada 'kişisel ihtiyaçlarımı kendi başıma karşılayamadığım, başkalarının yardımına muhtaç olduğum' belirtildi.

                          Evet, ben sakatım ve ne yazık ki kendi kendime yetmiyorum. Başkalarının yardımına muhtacım ve bu yüzden işe sakat kadrosundan alınmıştım.

                          Davayı kaybettim. Gerekçede altı aylık süre dolmadığı için kaybettiğim yazılı. Oysa sakatlar için böyle bir kural yok. Dosyam şimdi Yargıtay'da.

                          Bütün dünyam yıkıldı. Türkiye'de bize reva görülen bu mu olmalı?"

                          * * *Dün Gülcan'ı gazeteye çağırdım ve tanıştık. Babası ve abisiyle birlikte geldi. Pırıl pırıl, kafası dört dörtlük çalışan bir genç kız. Çok iyi İngilizce biliyor. Gerçekten de yardımsız yürüyemiyor, ellerini rahatça kullanamıyordu.

                          Siyasal iktidar TÜBİTAK'ı ele geçirdi. Neresi burası? Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırmalar Kurumu! En iyi elemanları baskıya dayanamadı, ayrılıp gitti.

                          Peki Gülcan oraya nasıl girmiş? Gazetelerde yayınlanan "özürlü uzman yardımcısı alınacak" ilanıyla. Sözlü sınavı kazanıp başlamış. Bir süre sonra masasını, bilgisayarını almışlar. On gün tek başına sandalyede oturtmuşlar.

                          Gülcan'dan sonra -yasal zorunluluk olduğu için- yeniden ilanla özürlü almışlar! "Üniversite işletme mezunu santral memuru..."

                          Gülcan'
                          ın olayı Türkiye'de üniversite bitirmiş, master yapmış, yabancı dil bilen bir özürlünün dramı.

                          Bir de bu niteliklere sahip olmayan gariban özürlülerin başına gelenleri ve nasıl süründüklerini düşünün.

                          Özürlülerin bile üzerine gidip onlarla uğraşanların galiba insanlığı da kalmamış. Çok yazık.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            #14
                            Konu: garip haber bilgileri



                            KISA BACAKLARI UZUN GÖSTEREN JEAN


                            KISA bacaklı kadınlara müjde. Artık bir pantolon ile bacaklarınız daha uzun görünecek.

                            KISA bacaklı kadınlara müjde. Artık bir pantolon ile bacaklarınız daha uzun görünecek. Bu müthiş pantolonu üreten firma ise Levi's... Levi's'in 570 model jean hem erkekler hem de bayanlar için ayrı modelleri üretildi. Üste tam oturan bir görünüm kazandıran 570 jean'ler bacak boyunun daha uzun göründüğü siluetler yaratıyor ve renk uyumlu dikişleri ile de silueti ön plana çıkarıyor. Levi's'in yeni modelleri bacakları uzun gösteren jeanlerle sınırlı değil...
                            I-POD için özel jean Özellikle gençler arasında yaşanan Ipod için çılgınlığından sonra böyle bir jean tasarlamnın kaçınılmaz olduğundan bahseden Levi's I-pod için özel tasarlanan jean'in daha şimdiden yüklü siparişler aldığını belirtiyor.
                            Kaliforniya plajlarından esintiler Yeni Levi'sEngineered Jeansise bu sezon Kaliforniya'nın plaj kültüründen esinlendi. 'Hareket etme Özgürlüğü' platformu üzerine kurulmuş olan bu koleksiyon, bu sezon çok daha geniş model ve yıkama çeşitlerine sahip.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              #15
                              Konu: garip haber bilgileri

                              Yaşam

                              YUH YANİ.. ÜNLÜ ŞARKICI EVİNİ İÇİNDE OTURAN ANNESİYLE BİRLİKTE SATILIÐA ÇIKARDI


                              1959'da 'Gigi' adlı filmiyle en iyi yönetmen ödülünü alan Vincente Minnelli'den kalan 522 metrekarelik evi satın alacak kişi, evde oturabilmek için Lee Minnelli'nin ölümünü beklemek zorunda kalacak.
                              LOS ANGELES - Amerikalı şarkıcı ve aktris Liza Minelli, Beverly Hills'deki lüks evini, içinde üvey annesiyle birlikte 3,5 milyon dolardan satılığa çıkardı.
                              Los Angeles Times gazetesinin haberine göre, Liza Minnelli, 1986'da 83 yaşında ölen yönetmen babası Vincente Minelli'den, bugün 98 yaşında olan dul eşi Lee'nin ömrünün sonuna kadar burada yaşaması şartıyla kalan evi satmaya karar verdi.
                              1959'da 'Gigi' adlı filmiyle en iyi yönetmen ödülünü alan Vincente Minnelli'den kalan 522 metrekarelik evi satın alacak kişi, evde oturabilmek için Lee Minnelli'nin ölümünü beklemek zorunda kalacak.

                              Yorum

                              İşlem Yapılıyor