Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    #61
    Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı


    Oruç için nasıl ve ne zaman niyet edilir?

    Ramazan orucuna iftar vaktinin ertesi günü kaba kuşluk vaktine kadar yani öğle namazına yaklaşık 5-10 dakika kalıncaya kadar niyet edilebilir. Bu müddet içerisinde içten Allah rızası için oruç tutmaya karar verilince niyet edilmiş olur.

    Diş yıkamak orucu bozar mı bozmaz mı?
    Dişleri yıkamak orucu bozmaz.
    a) Diş macunu ile dişler yıkanır, su veya diş macunu boğaza kaçarsa oruç bozulur.
    b) Dişler kanar ve tükürüğün rengini kırmızıya çevirecek miktarda kan boğazdan içeriye giderse oruç gene bozulur.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      #62
      Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı


      Burun damlası orucu bozar mı?

      Burun damlası orucu bozar. Çünkü burundan akıtılan ilaç boğazdan aşağı iner.

      Ağızdan, burundan su kaçırmamak şartıyla havuza girmek oruç bozar mı?
      Hayır, bozmaz.

      Oruç tutan bir şeker hastası, ağzı sık sık kuruduğu için ağzını su ile ıslatsa orucu bozulur mu?
      Bozulmaz.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        #63
        Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

        Ramazan Nüktesi 'Avlu çok karanlık'

        Hoca kapısının önünde bir şeyler aranıyormuş. Komşuları, "Hayrola Hoca Efendi" demişler. "Bir şey mi yitirdin?" - Mühürüm düştü de... - Nerede düşürdün? - İçeride düşürdüm, avluda. - Avluda yitirilen, hiç sokakta aranır mı Hoca? - Avlu çok karanlık. Burası daha aydınlık da, onun için ben de burada arıyorum!

        'Katır nereye giderse...'
        Nasrettin Hoca bir gün katıra binmiş. Hayvan oldukça hızlı gidiyormuş. Hoca bir türlü durduramıyormuş. Bu gören bir tanışı, "Hocam" demiş. - Böyle acele acele ne yana? - Katır nereye giderse o yana...

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          #64
          Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı



          3 molla misafir

          Nasreddin Hoca'nın evine bir gün, 3 molla misafirliğe gelmiş. Hepsi de birbirinden obur şeylermiş. Hoca, masaya ne yemek çıkarmışsa, silip süpürmüşler. O kadar ki sahanlarda yemek bitince, bunu da "sünnettir" diye, ekmekle iyice sıyırmışlar. Bu sırada odaya Hoca'nın oğlu girmiş.

          Mollalar Hoca'yı memnun etmek için, "Aman ne güzel çocuk... Adı ne bunun?" diye sormuşlar. Hoca: "Adı Farz'dır" demiş. Mollalar saşırıp birbirlerine bakmışlar: -Bu ne biçim isim Hoca Efendi? Şimdiye kadar hiç böyle bir isim duymamaştık! Hoca hemen taşı gediğine koymuş: -Ya, sünnet diyeyim de, onu da mı yiyesiniz?

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            #65
            Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

            İslam'ın Altın İlkeleri Akrabalar Arası Evlilik
            * Kardeş çocuklarının evlenmeleri sonucu doğacak çocukların sakat ve hastalıklı olmaları olasılığı yüksektir...
            * Medeni Kanun'a konulacak bir madde ile kardeşlerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri yasaklanabilir...
            * Diyanet İşleri Başkanlığı, akraba evliliğinin dinen de sakıncalı olduğuna dair bir fetva yayımlamalıdır...
            Gelişen tıp biliminin ortaya koyduğu çok sayıdaki gerçeklerden 2 tanesi şöyledir:
            * Yakın akraba evliliği, yani kardeş çocuklarının evlenmeleri sonucu doğacak çocukların sakat ve hastalıklı olmaları olasılığı yüksektir.
            * Genetik yolla geçen bin 800 çeşit hastalık bulunmaktadır. Dolayısıyla, akraba evliliği yoluyla geçen hastalıkların çeşidi ve sayısı oldukça yüksektir.

            On binlerce sakat çocuk...
            Tıp biliminin yukarıdaki tespitini ispatlayan on binlerce olay yaşanmaktadır ülkemizde. Evet, akraba evliliğinden doğan ve çeşitli derecelerde sürekli hasta olan on binlerce çocuk ve ailesi, ömür boyu acı çekmektedir. Bu hasta çocuklar içinde, çok acıklı spastik durumda olanlar hiç de az değildir. Bir bölüm çocukta da görünüşte hiçbir hastalık belirmemekte ama, onların da görünmeyen dertleri bulunmaktadır. Hele bazıları sapasağlam görünmesine rağmen zeka düzeyi çok düşük seviyede olmakta ve ilkokulu bile güçlükle bitirebilmektedir. Akraba evliliği nedeniyle sürekli hasta olan çocukların aileleri de onunla birlikte acı çekmekte, hayatlarını çocukları ile birlikte ıstıraplar içinde geçirmektedirler.

            Akraba evliliği neden yasaklanmıyor!
            Peki, insan normal olarak hemen şöyle düşünmektedir? Akraba evliliği madem bu kadar tehlikeli ve zararlı, o halde devlet neden yasaklamıyor bu evliliği? Gayet tabii, Medeni Kanun'a konulacak bir madde ile kardeşlerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri yasaklanabilir. Böylece, akraba evliliğinden doğan söz konusu zararlar ortadan kaldırılmış olur. Açıklıkla söyleyelim, bu yola gidilmeyişinin ilk sebebi, yöneticilerin basiretsizliği, ikinci olarak da korkaklığıdır. Çünkü birtakım kimseler hemen çığırtkanlık yapabilirler; "Efendim, dinimizde akraba evliliği serbesttir, devletin bunu yasaklamaya bir yetkisi yoktur!" diye yaygara kopartabilirler. İşte onların korkusundan, söz konusu akraba evliliği yasağı Medeni Kanun'a eklenememektedir. Ama, biz inanıyoruz ki bir gün faziletli ve cesur bir yönetim gelecek ve kardeşlerin çocuklarının evlenmelerine yasak koyacaktır.

            İslamiyet'te durum nasıldır?
            Bu noktada, "İslamiyet'te akraba evliliği ne durumdadır?" diye bir soru gelebilir aklımıza. İslam dininde, akraba evliliğine yani kardeşlerin çocuklarının evlenmelerine dair herhangi bir yasaklama söz konusu değildir. Müslümanlar arasında kardeş çocuklarının evlenmelerine sık sık rastlanmaktadır. Araplar arasında akraba evliliği yaygındır.

            Doğu'da yaygındır
            Bizim Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde de akraba evliliği oldukça sık görülmektedir. Buna karşılık, Trakya bölgesinde kardeş çocuklarının birbirleri ile evlenmeleri hemen hemen hiç yoktur. Trakyalılar, amca, dayı, teyze ve hala çocuklarını kardeş kabul etmekte ve bunların birbirleri ile evlenmelerini, büyük kınama sebebi olarak saymaktadırlar. Sosyal bir karar ve gelenek olan bu anlayış, Trakya bölgesinde bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Kafkasya kökenli Müslüman Çerkezler de akraba evliliği konusunda çok duyarlıdırlar. Çerkezler, akraba ile evlenmek şöyle dursun, aynı kabileye mensup gençlerin bile evlenmelerine izin vermemektedirler. O nedenle de Çerkez kızları çok uzak illere gelin gitmektedirler. Türkiye'nin Ege bölgesinde de akraba evliliği pek yaygın değildir. Hatta yok denilecek kadar azdır.

            Haram kılınabilir mi?
            Şimdi, "Akraba evliliğini dinen haram kılmak mümkün müdür?" diye bir soru sorulabilir. Önce, haramın uygulamada anlamının yasaklama olduğunu söylemeliyiz. Evet, haram dini bir kavramdır, dinin yasaklarına "haram" denilmektedir. Ancak, uygulamada haramın anlamı bizzat yasaklık demektir. Bu yasak ister din tarafından olsun, ister devlet tarafından olsun, sonuç itibarıyla "haram", "yasak" anlamına gelir. Tabii bu konu manevi yasak, ahlaki yasak, sosyal ve hukuki yasak ve haramlar şeklinde ayrımlanabilir. Akraba evliliği, dini yönden iki yolla yasaklanabilir, yani haram kılınabilir:

            * İslam; ululemre, yani devlete çok geniş yetkiler vermiştir. Bu yetkiler çerçevesinde devlet, tıp ilminin ve yaşanan gerçeklerin ışığında, kardeş çocuklarının evlenmelerine yasak getirebilir. Müslümanlar, Allah'a, peygamberine ve ululemre, yani devlete itaat etmekle yükümlüdürler. Nisa Suresi'nin 59'uncu ayet-i kerimesi, bu gerçeği ifade etmektedir.
            * Akraba evliliğini dini açıdan yasaklamanın yani haram kılmanın ikinci yolunu şöyle açıklayabiliriz: Herhangi bir konu serbest, yani helal olabilir, fakat sonraki zamanda o şeyin birtakım zorlukları ortaya çıkabilir ve bu zararın varlığının önemli olduğu, dine veya insanlara ciddi sakıncaları dokunduğu tespit edilir ve bu tespit de kesin delillere dayanır. İslam'a göre, o daha önce serbest olan şeyi, ulema yani din bilginleri yasaklayabilirler, hatta yasaklamak yani haram kılmak zorundadırlar. Çünkü zararlı bir konu eldeki bütün imkanlar kullanılarak ortadan kaldırılmak zorundadır. Aksi halde, o zarar Müslümanlar'a ve de dine büyük tehlikeler getirebilir. Sonuç olarak, akraba evliliği dinen yasaklanabilir, bunun dinde çareleri vardır.

            Diyanet ne bekliyor?

            Bütün bu gerçekler ortada iken, Diyanet İşleri Başkanlığı, akraba evliliğini dinen yasaklamak üzere hala neyi bekliyor? Bugün, şu anda on binlerce aile, akraba evliliği nedeniyle acı çekerken ve ileride yine on binlerce sakat çocuğun doğmasına sebep olabilecek akraba evlilikleri yapılmaya devam ederken, Diyanet İşleri Başkanlığı, hala ne bekliyor? Aklın, dinin ve de insanlığın gereği şunu ifade eder: Diyanet İşleri Başkanlığı, akraba evliliğinin dinen de sakıncalı olduğuna dair derhal bir fetva yayımlamalı ve bunu en ücra köylere kadar ulaştırmalıdır. Ayrıca, akraba evliliğinin zararları konusunda hutbeler okutmalı, kitapçıklar yayımlamalı, radyo-TV yayınları gerçekleştirmeli ve bunlar sürekli kampanyalarla gündemde tutulmalıdır. O zaman bir süre sonra halkımız akraba evliliğine son verecek ve gelecek nesillerimiz daha sağlıklı ve daha mutlu olacaklardır.

            ***

            "Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyle ise, bir işi bitirince diğerine koyul." (İnşirah Suresi: 5-7)
            ***
            "İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız." (Hadis-i Şerif)

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              #66
              Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

              İslam'ın Altın İlkeleriOruç ayetini saptırdılar
              Yüce dinimiz İslamiyet, kolay, makul ve sağduyulu bir dindir. Ancak din adamlarımız genel olarak İslamiyet'i zorlaştırmışlar, akıl ve mantık dışı ve insanın doğasına aykırı bir görünüm içine sokmuşlardır. Din adamlarımız bunu kendilerince halkı daha çok dindar hale getirmek için, iyi niyetle yapmışlardır. Ancak farkında olmadan, kraldan daha fazla kralcı olmak, kendisini Allah'ın savcısı ya da avukatı sanmak gibi psikolojik bir davranış içine girmişlerdir. Bu duygu ile bir taraftan insanların sırtına daha çok görev yüklemeye, bir taraftan da mevcut emir ve yasakları daha çok zorlaştırmaya çalışmışlardı. Sonuçta, ağırlaştırılmış görevleri taşıyamayan insanlar, haliyle sırtlarından hepsini birden indirivermişlerdi. Bu defa da din adamlarımız, onları ağır eleştiri ve suçlama oklarına hedef yapmışlardır.

              Oruç, işkence değildir
              İşte hoca efendilerin anlamını saptırdıkları ayetlerden biri de, oruç ayetidir. Evet ayetin anlamını saprırarak orucu birçok kimse için işkence, birçokları için de iş veya üretim kaybı nedeni haline getirdiler. Oysa ayete göre, oruca zorlanan kimseler ile oruç nedeniyle iş kaybına, üretim zararına uğrayan kimseler, oruç tutmayabilirler, yerine fidye verirler. Ne acıdır ki, hoca efendilerin, oruç ayetini saptırmaları nedeniyle oruçla ilgili çok önemli sıkıntılar oluşmuştur. Bir kısım insanlar, zorlana zorlana oruç tutmuşlar, oruç onlar için bir çeşit işkence haline gelmiş, dolayısıyla da, orucun manevi ibadet hazzı ve ruhaniyeti kaybolmuştur.

              Fidye konusu örtüldü...
              Bir diğer zorlanan veya iş ve üretim kaybına uğrayan kimseler ise, vicdanı rahatsız olduğu halde orucu tutmamış, yerine fidye de vermemişlerdir. Çünkü, fidye konusu örtülmüş, Müslümanlar'a açıklanmamıştır. Halbuki bu türlü zorlanarak oruç tutmayanlar, yerine fidye vermiş olsalardı, hem vicdanları rahat ederdi, hem de fidye ile bir yoksulun sevindirilmesiyle, sosyal bir dayanışma yaşanmış olurdu. Bir başka grup ise, zorlanarak, üretim kaybına uğrayarak oruç tutmaya devam etmiş, sonuçta hem kendilerine, hem de ülkeye zarar vermişlerdir. Halbuki bütün bunlar için, Kur'an-ı Kerim kolaylık getirmiş, oruç tutmayıp yerine fidye verme esasını koymuştur. Ne hazındir ki, Allah'ın verdiği kolaylığı, hoca efendiler engellemişler, ayetin anlam ve yorumunu saptırarak, kolaylığı ortadan kaldırmışlardır. Şimdi oruç ayetinin anlamının nasıl saptırıldığını görelim: Kur'an-ı Kerim'de, Bakara Suresi'nin 183, 184 ve 185. ayetleri, oruç ve Ramazan ayından ve bunlarla ilgili hükümlerden söz etmektedir. 183. ayet orucun farz olduğunu, 184. ayet hasta ve yolcuların başka zamanlarda oruç tutmalarını ve oruca zorlanan kimselerin oruç tutmayabileceklerini, yerine fidye vereceklerini, 185. ayet ise Ramazan ayının faziletini ve Allah'ın insanlara kolaylık istediğini, zorluk istemediğini açıklamaktadır.

              Ayetleri saptırdılar
              Konunun daha iyi anlaşılması için, oruçla ilgili sözkonusu 3 ayetin önce anlamını sunalım, sonra nasıl saptırıldığını ayrıntılı bir biçimde açıklayalım. Bakara Suresi'nin 183, 184 ve 185. ayetleri; "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ola ki korunasınız. (183) Ona (oruca) takat yetirenler (zorlanarak oruç tutanlar) üzerine bir yoksulu doyurmak fidyesi gerekir. Her kim de fidyeyi iyilik olarak artırırsa (mesela 2 yoksulu doyurursa) kendisi için daha hayırlıdır. Bununla beraber (Oruç tutmayıp fidye vermek caiz olmakla beraber) oruç tutarsanız, tutmanız sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz. (184) O Ramazan ayı ki, insanlar için kılavuz olan, hidayet belgeleri ve eğriyi doğruyu ayırt edici olan Kur'an o ayda indirildi. Sizden her kim bu aya (Ramazan'a) erişirse, orucunu tutsun. Her kim hasta olursa veya yolculuk üzeri bulunursa, sayısınca diğer günlerde(tutsun) Allah size kolaylık diler. Size zorluk dilemez, sayıyı tamamlıyasınız ve Allah'ın size hidayet eylediği üzere Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz diye, ola ki şükredesiniz" (185) Ayetin bu bölümünü şu şekilde yorumlamışlardır. "Oruca gücü yetmeyenler, yani çok ihtiyarlar ile iyileşmesi umulmayan ağır bir hastalığa yakalananlar oruç tutmazlar, bunun yerine fidye verirler" demişlerdir. Bütün tefsir ve meallerde ayet böyle manalandırılmıştır. Dolayısıyla bütün ihmihal kitaplarında da konu böyle açıklanmıştır. Hoca efendiler de vaazlarında bu doğrultuda beyanda bulunmuşlardır.
              Halbuki bir defa, oruç tutmaya asla gücü yetmeyecek kadar ihtiyar ve iyileşemeyecek hastalara oruç tutmak farz olmaz ki, onların oruç tutmadıkları için fidye vermeleri gerekmemektedir.

              Fidye, genç sağlıklı kişilerli ilgilidir
              Hacca gitmeye gücü yetmeyen fakire hac yapmak farz olmadığı gibi, oruca asla güçü yetmeyecek olan kimseye de oruç farz olmaz. Dolayısıyla 184. ayetin, oruç tutmayıp yerine fidye vermekle ilgili bölümü, genç ve sağlıklı fakat oruç tutmak kendisine zor gelen kimselerli ilgilidir. Zorlanma ise, orucun kendisine zor geldiğini dair kişinin kendi vicdanında vereceği karar ile oluşur. Çünkü onu bir Allah, bir de kendisi bilir. Zor geliyor diyorsa, zor geliyordur. Bu gibi kimseler oruç tutmayabilirler ve yerine fidye verirler. Çünkü dinde zorluk yoktur. Oruç ayetinin sonunda da "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez" diye beyan edilmiştir. Ancak hoca efendiler, oruç ayetinde söz konusu saptırma ve zorlaştırmayı yapabilmek için, ayetin ilgili bölümünün anlamını tersine çevirdiler. Olumlu cümleyi, olumsuz hale getirdiler. Bunun içinde ayetin ilgili kısmını tercüme ederken, araya bir "La" olumsuzluk eki sokuşturdular. Şöyle ki, Bakara Suresi'nin 184. ayetinin ilgili bölümündeki "Yutikunehu" ifadesinin başına "La" ekleyerek, "La yetikunehu" yaptılar. Arapça'da takat kelimesi birşeye zorlanarak güç yetirmek anlamına gelir. Ayette "Yutikunehu" yani oruca zorlanarak güç yetirenler, fidye versinler deniliyor. Hoca efendiler bunu güç yetiremeyenler şeklinde manalandırdılar. Bu kimselerin de iyileşmez hastalar ile çok yaşlı ihtiyarlar olduğunu söylediler. Halbuki oruca hiç güçü yetmeyen yaşlı ve hastalara oruç tutmak farz değildir ki, yerine fidye versinler. Aksi halde, fakire de zekat vermek ve hacca gitmek farz olurdu. Böyle bir durum ise, abestir ve İslam'ın mantığına ters düşer.

              Ayetin sonuna dikkat edelim
              Oruç tuttuğu zaman işlerini kaybetme tehlikesinde olanlar, üretim zararına uğrayanlar, doktor, asker, hukukçu, gazeteci gibi beyin işiyle meşgul olanlar, ya da ağır beden işinde çalışanlar, oruç tuttukları taktirde beden ve beyin güçleri azalıyorsa, tutmazlar, yerine fidye verirler. Çok önemli bir husus ise, ayetin anlamının bizim anlattığımız gibi olduğuna apaçık ortaya koymaktadır. O da, ayetin sonundaki "Bununla beraber, yani oruç tutmayıp da fidye vermeniz caiz olmakla beraber, oruç tutmanız siniz için daha hayırlıdır" ifadesidir. Bu söz konusu kişinin, biraz zorlanırsa oruç tutabileceği anlamına gelir. Ama zorluğa katlanamıyor, "Ben tutamıyorum, bana zor geliyor" diyorsa bu kişi oruç tutmaz, yerine fidyesini verir. Kur'an-ı Kerim, bu hakkı ona tanımış, bu kolaylığı göstermiştir. İsteyen bundan istifade eder, isteyen etmez ve zorlanarak da olsa orucunu tutar.

              ***
              Ayete göre, oruca zorlananlar ile oruç nedeniyle iş kaybına, üretim zararına uğrayalar, oruç tutmayıp, yerine fidye verirler.
              ***
              "Allah'ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah'ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir." (Hadis-i Şerif)
              ***
              De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O'na) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak O'na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz." (A'raf Suresi: 29)

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                #67
                Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

                İslam'ın Altın İlkeleri İyi işlerde yarışmak

                İnsanların hayatını birçok biçimde nitelendirmek mümkündür. "Hayat güzeldir", "Hayat zordur", "Hayat çok renklidir" gibi sınırsız nitelemeler yapabiliriz. Hayatın çok önemli özelliklerinden birini de şöyle ifade edebiliriz: Evet sevgili okuyucularım, gerçekten insanlık hayatı aynı zamanda bir yarıştır. Çok önemli anlamları çağrıştıran yarış, belki de sadece insanlara özel heyecanlı spor yarışlarını getiriyor ilk önce aklımıza... Ama sınırlamayalım yarışı, yarışın hayatın hemen bütün alanlarında hem de sürekli olarak devam ettiğini göz ardı etmeyelim. Yarış kalkınmanın gelişmenin ve de medeniyetin itici motoru olarak görülebilir. O halde, bu yarış motorundan yararlanmalıyız.

                'İyilikte yarışın' diyor
                Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim, dünya hayatını bir yarış ve dünyayı da bir yarış alanı olarak görmek istiyor. Size 3 ayet-i kerimenin anlamını sunacağız ve sonra onları birlikte yorumlayacağız:
                "Herkesin, her topluluğun yöneldiği bir yönü vardır. O halde, hayırlarda (iyiliklerde) yarışın. Nerede olursanız olun, Allah hepsini huzuruna getirecektir. Allah sizin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir."
                (Bakara Suresi: 148) "(Ey Muhammed)
                Sana önceki kitapları onaylayan ve onları denetleyen bu kitabı (Kur'an-ı) gerçek olarak indirdik. halde onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gerçek geldikten (Kur'an indikten) sonra, onların (yersiz) arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir yol ve yöntem yaptık. Allah dileseydi, hepinizi bir tek millet yapardı. Fakat Allah size verdiklerinde sizi denemek için böyle farklı kıldı. O halde, iyiliklerde (hayırlarda) yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Sonunda Allah ayrılığa düştüğünüz konuları haber verecektir size."
                (Maide Suresi: 48)
                "Rabbiniz'in bağışladığı ve Allah ile peygamberlerine inananlar için hazırladığı, gök ve yer genişliğindeki cenneti kazanmada yarışınız. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir."
                (Hadid Suresi: 21)

                Ayetlerin özeti
                Yukarıdaki 3 ayetin ifade ettiği geniş manaları, kısaca şöyle özetleyebiliriz: Allah insanları, milletleri ve toplulukları ayrı ayrı niteliklerle yaratmış, onlara farklı inançlar ve yollar ihsan eylemiştir. Ve bütün insanları birbiriyle hayırlı işlerde bir yarışa davet ediyor, inanç ayrılıklarını ve yaşantı farklarını herkesin kendine bırakıyor, "Kimin doğru, kimin yanlış olduğunu ahirette Allah size bildirecektir" diyor. Yani, "İinanç ve yol kavgası yapmayın, bunun yerine iyiliklerde yarışın" diyor. Ayette, "Ey Müslümanlar gerçek kutsal kitabınız Kur'an'a sarılın, ona uyun, ona inanmayanların yersiz arzularına uymayın, ama siz onlarla hayırlı işlerde yarışın" diye buyruluyor. Yukarıdaki 3 ayeti lütfen tekrar ve dikkatle okuyalım, o zaman İslam'ın ruhunu kavramada çok daha başarılı olacağız.

                Kötülüğe 'Dur' demeli
                Yukarıdaki ayetlerden aldığımız ilhamla ve günümüz dünyasındaki yaşanan ve ortaya konulan gerçeklerle düşünerek, konuyu değerlendirelim: Öncelikle belirtelim ki; yarış iyilikte olmalıdır, hayırlı işlerde, insanlara maddi veya manevi yararı olan, millete ve yurda faydası dokunan konularda yarış yapmalıyız. Yüce Allah ısrarla "Hayırlı işlerde, yararlı işlerde yarışın" buyuruyor. Kötülükleri azaltmada, hatta tamamen yok etmede yarışmalıyız. Üzülerek ifade edelim ki; bugün ülkemizde nice kötü şeylerde birbirimizle ve dünya ile yarış halindeyiz. Hırsızlık, yolsuzluk, içki, sigara, trafik kazaları, cinayetler, gelir dağılımı bozukluğu gibi birçok olumsuz konuda hem birbirimizle hem de dünya ile yarış halindeyiz. Hayır, hayır, bu kötü gidişe mutlaka
                "Dur" demek zorundayız. Kötülüklerde değil iyiliklerde yarışa katılmalıyız ve güzel şeylerde başarılı olmalıyız.

                Nerelerde yarışmalıyız?
                Hem ülke içinde birbirimizle, hem de ülke dışında bütün dünyada yarışa katılacağımız sayısız iyilik ve güzellikler bulunmaktadır. İşte bazıları:

                Bilimde yarış
                Bugün "Müspet bilimlerde dünya başını almış" diyorlar. Her alanda bilimsel gelişmeler, yayınlar ve tespit edilen yeni gerçekler, dur-durak bilmeden devam ediyor. Bizim de bu kervana katıldığımızı söyleyebiliriz ama, kafilenin de oldukça geri saflarında yürüdüğümüzü itiraf etmeliyiz. O halde, hızla atak yaparak daha ileriye geçmeliyiz. Bu amaçla üniversitelerin araştırma ve geliştirme fonlarına destek verilmeli, bilim toplumda ve iktisadi hayatta üstün yerini almalıdır. Şu anda bir şarkıcı kız, 20-30 profesörden çok daha büyük imkanlara sahip olmaktadır. Bilimadamları layık oldukları değere sahip değildirler. Marifet iltifata tabidir.

                Teknikte yarış
                Dünyamızda teknik gelişmeler sınır tanımıyor. Bilimin uygulaması demek olan teknik, aynı zamana ekonomik kalkınmanın da temel unsurlarından biridir. Bugün milletçe kazancımızın büyük bölümü teknoloji ürünü malları almada harcanmaktadır. Sanayileşme ve teknolojide belli bir yere geldiğimiz bir gerçektir. Ama alınacak henüz çok yolumuz vardır. Kaldı ki diğer ülkeler yerinde durmuyor onlar da daha ileriye koşuyorlar... Kalkınmamız, refah toplumu haline gelmemiz sanayi yarışında öne geçmemize bağlıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için de çok sayıda önlemin gerçekleşmesine ihtiyaç bulunmaktadır. - Vatandaşlarımız Türk mallarını tercih ederlerse, sanayimiz desteklenir. - Devlet yeni buluş ve üretime destek vermelidir. Vergi indirimi olabilir, ucuz enerji olabilir. - İhracat yapan, yani yerli üretimi dünyaya pazarlayan ihracatçılara devlet arka çıkmalıdır. - Sanayiciler AR-GE'ye, yani araştırma ve geliştirmeye daha çok yatırım yapmalıdırlar. Kısacası varlığımızın devamında, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmede, sanayileşmeye, bu alanda dünya ile yarışa girmeye mecburuz... Yarış alanları sayılmayacak kadar çoktur. İşte tarım, Anadolu toprakları boşalmış durumdadır. Bugün bütün dünya biliyor ki, Türkiye toprakları 500 milyon insanı besleyecek güçte ve genişliktedir. Ancak bu, modern tarımcılıkla mümkün olabilir. Peki ne duruyoruz! Köyde toprağını terk edip gelen köylümüz şehre gelip kapıcılık, odacılık yapmakta, basit işlerde çalışmaktadır. Önce, tarım ürünleri değersiz hale getirildi, köylü köyden uzaklaştırıldı, şimdi ise otoparklarımız yabancılara satılarak, modern çiftlikler kurulmak isteniyor. Türk tarımı mutlaka modern sisteme geçmeli, dünya ile yarışa girmeli ve desteklenmelidir.

                Yarışa katılmayanlar
                Görünen gerçek odur ki, dünyada hemen her alanda bir maraton halinde devam eden yarışa katılmayanlar, ayak altında kalmaya mahkum olacaklardır. Nitekim bugün öyle ayak altında kalmış çok sayıda halk ve ülke bulunmaktadır. Türk milleti olarak ülkemizin durumu süperdir. Bir de buna göre namuslu, gayretli ve de akıllı, asrın şartlarına uygun çalışmalar yaparsak, başaramayacağımız hiçbir şey yoktur bizim.

                Öncelikle belirtelim ki; yarış iyilikte olmalıdır, hayırlı işlerde, insanlara maddi veya manevi yararı olan konularda olmalıdır.

                ***
                "O; geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda, aklını kullanan bir millet için ibretler vardır." (Nahl Suresi: 12)

                ***
                "İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız." Hadis-i Şerif

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  #68
                  Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

                  İslam'ın Altın İlkeleri Evliyalık ve dereceleri
                  Önce şu gerçeği tespit edelim: "Evliya" demek kısaca, "Allah'ın sevgili kulları", "Allah'ın kendisinden razı olduğu insanlar" demektir. Allah katında kimin sevgili olduğunu, Allah'ın kimlerden razı olduğunu, kesin olarak yine ancak Allah bilir. Biz bir Müslüman olarak, herkese iyi zan sahibi olmalıyız. Yani herkesi iyi insan, Allah'ın sevgili kulu olarak bilmeliyiz. Herkesi kötü gözle görmek, İslam ahlakına aykırı, günah olan bir tutumdur.

                  Bir tarikata girmek değildir
                  Her şeyden önce şu hakikati en başta yazalım. Nahl Suresi'nin 62., 63. ve 64. ayetlerine göre, İslam'ın iman esaslarını kabul edip inanan, büyük günahlardan sakınan ve gücü yettiği kadar Allah'ın emirlerini yapmaya ve yasaklarından sakınmaya gayret eden her Müslüman, Allah'ın velisidir, evliyasıdır, sevgili kuludur. Evliyalık öyle birtakım tarikatlara ve gruplara katılmakla, bir kısım görüntü sergilemekle olmaz. Evet, temiz ve sade Müslümanlar, Kur'an-ı Kerim'in beyanına göre Allah'ın sevgili kulları ve evliyalarıdırlar.

                  Dereceler farklı olabilir
                  Allah'ın veli kullarının, Allah katındaki derecelerinin farklı olabileceğini söylemek mümkündür. Çünkü insanlar yaratılışları itibariyle eşit değildirler. İnsan hakları açısından eşit durumda bulunmaları, ruh, beden, akıl, yetenek ve hayatta başarı yönünden insanların ayrı özelliklere sahip olmalarına engel oluşturmaz. Evet, insanlar temel hakları açısından eşittirler fakat, birçok farklı özellikler yönünden de eşit değildirler. İşte bu eşitsizlik ve farklılıkların dünya hayatında farklı başarıların ortaya çıkmasına yol açacağından da şüphe yoktur. Dolayısıyla da insanların Allah katındaki değerleri de elbette farklı olacak, herkesin derecesi kendi iman ve ameline göre gerçekleşecek, Allah'ın lütfü ve rahmeti ile belirlenecektir. Allah katında insanların derecelerinin farklı olacağı gerçeğinden hareketle, insanların dünyadaki amellerinin dereceli olacağını, dolayısıyla evliyaların da farklı bulunacağını dikkate alarak, evliyaların farklı derecelerini belirten bazı özellikleri ayrı başlıklar altında sıralamak istiyoruz.

                  Evliyaların dereceleri
                  Müslümanlar'ın tamamının Allah'ın sevgili kulları olduklarını ifade ettikten sonra, bu evliyaların farklı derecelerinden söz edeceğiz.

                  1- İman asıldır:
                  İslamiyet'te Allah'a, Kur'an-ı Kerim'e, ahirete ve diğer iman esaslarına inanmak temel esasdır. Ancak herkesin inanç derecesi, iman ile ilgili bilgi derecesi, farklı derecelerde olabilir. Ona göre de muamele görür ve ona göre de ameli farklı olur.

                  2- Amel-i salih:
                  Yani belli ibadetler, belli hayırlı işler yapmak, İslam'ın temel emirleridir. Şu var ki, herkesin ibadeti, yaptığı iyilik ve hayırlı işler farklı olabilir. Esasen, dünya hayatı için meşru çalışmaların tamamı salih yani hayırlı işlerdir. Bir kişinin kendisi için, aile ve çocukları için, ülkesi ve milleti için yaptığı her türlü hayırlı ve yararlı işler, onun için bir "amel-i salih" olur. İşine göre büyük sevaplar elde eder. Şu var ki herkesin "amel-i salih"i farklıdır. Dolayısıyla da Allah katındaki derecesi de farklı olacaktır.

                  3- Bilgi ve bilim:
                  İslamiyet sade bilgiyi de, araştırma sonucu elde edilen bilimi de emir ve teşvik eylemiştir. Kur'an'ın ilk emri, okumak emridir. Dolayısıyla Müslümanlar, bilgili ve bilim yolunda ileri durumda bulunmalıdırlar. Bilgi ve bilim birikimimiz ne kadar zengin olursa, Müslümanlık'ımız da, Allah yolunda ilerlememiz de, başarımız da o derece ileri olacaktır. O nedenle de Allah katında derecemiz, Allah'ın sevgisini kazanmamız da o ölçüde daha zengin olacaktır. Bununla beraber insanların bilgi ve bilim düzeyleri, bu yoldaki yatırımları ve harcamaları da farklı olacağından ona ait Allah katındaki dereceleri de farklı olacaktır.

                  4- Hayırseverlik:
                  İslam'a göre, kişi sadece kendi nefsi ve ailesi için değil, diğer insanlar için de çalışmalı, kazandıklarından bir bölümünü başkalarına karşılıksız olarak vermelidir. Bugün ülkemiz de çok sayıda sadakaya muhtaç insan vardır. Aç ve perişan aileler, hayırseverlerin yapacakları hayırları beklemektedirler. Zekat ve fitre gibi zaruri borçlarımızı ödedikten başka, sadakalar da vermeliyiz. Hayırseverlik yapmalıyız. Unutmayalım ki, biz de sadakaya muhtaç halde bulunabilirdik. O halde bugün halimize şükür ederek, yoksullara yardım etmeliyiz. İşte konuya bu noktadan baktığımız zaman, insanlar hayırseverlik ve yardımseverlik noktasından da farklıdırlar. Dolayısıyla, Allah katındaki dereceleri de elbette farklı olacaktır.

                  5- Yurtseverlik, milletseverlik:
                  Yurtseverlik ve milletseverlik, İslam açısından son derece gerekli ve de faziletli bir duygudur. Eğer bir millet, kendi yurdunu severek onu korumazsa, düşmanları bir gün o yurdu işgal edebilirler. Unutmayalım ki, bütün hayır ve iyilikler hür vatan üzerinde gerçekleşir. Yurdunu yitiren, hürriyet ve istiklalini de kaybeden bir ulus, dinini ve çeşitli dini yaşantısını da birlikte yitirir. Şeref ve mutluluğunu da kaybeder. İşte Irak. Kısaca, yurtseverlik, milletseverlik açısından da Müslümanlar eşit durumda değildir. Müslümanlar, bu konuda oldukça yara almış durumdadırlar. İşte, Allah katında Müslümanlar'ın dereceleri, yurtseverlik ve milletseverlik yönünden de farklıdırlar. Yurtseverlik ve milletseverlik yolunda çaba gösteren ve bu yolda harcama yapanlar, zaman verenler, elbette Allah katında büyük ve yüksek derecelere kavuşurlar.

                  6- Çalışkanlık ve üretim:
                  İslam, çalışmayı farz kılmış, teşvik etmiştir. Çalışmayan, kazanamaz ve perişan olur. Allah toprağı vermiş, suyu vermiş, ekini ekip onu yetiştirme görevini de bize vermiştir. Ekeceğiz, biçeceğiz, ekmek yapıp, yiyeceğiz. Her işte böyledir. Kur'an-ı Kerim'de yüz küsür yerde zikredilen "amel", "iş" demektir. "Amel-i Salih" demek, "yararlı iş" anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim, iş yapmayı, çalışmayı, kazanmayı ve bütün halinde mutlu olmayı emrediyor. Allah'ın bu emrini yerine getirme konusunda, Müslümanlar farklı olduklarından, Allah katındaki dereceleri de farklı olacaktır. Sonuçta, Müslümanlar'ın tamamı Allah'ın sevgili kulu ve evliyalarıdır. Ama her velinin derecesi farklıdır.

                  Evliyalık öyle birtakım tarikatlara ve gruplara katılmakla, bir kısım görüntü sergilemekle olmaz...

                  ***

                  "Allah o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü meyvelerden bitirir. Elbette bunda, düşünen bir kavim için bir ibret vardır." (Nahl Suresi: 11)

                  ***

                  "Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü'min) kardeşi için istemedikçe, (gerçek) iman etmiş olamaz." Hadis-i Şerif

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    #69
                    Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı



                    Kimler evliyadır?

                    Dünkü yazımızda İslam maneviyatının birçok sakıncalı inanç ve davranışlarla karmaşık hale geldiğini, özellikle tasavvuf ve tarikat kavramları altında çok yönlü sapkınlıklar bulunduğunu açıkladık. Bu noktada şu gerçeği de bir tek cümle ile ifade edelim ki, Müslümanlar'ın geri kalmalarına ve de İslam medeniyetinin yıkılmasına sebep olan konular arasında, tasavvuf ve tarikatların ön sırada yer aldığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü tasavvuf ve tarikatlar, Müslümanlar'da dünya için çalışma azmini ve heyecanını öldürmek için ne lazımsa yapmıştır. Sonunda Müslümanlar, aç sefil ve cahil kalmışlardır. Bu konuyu ayrıca geniş olarak işleyeceğiz.

                    Eksik okunan ayetler

                    Tasavvuf ve tarikat mensupları, Kur'an-ı Kerim'deki bir çok ayeti kendilerini destekleyecek biçimde tefsir ederler. O kadar ki, tasavvufi tefsirler bile yazılmıştır. Bu eserlerdeki yorum ve yönlendirmelerin büyük bölümü yanlış, sakıncalı ve hatta taraflıdır. Mesela, Abdülhakim Ciyli'nin İnsan-ı Kamil adlı eserinde ayetlere sapıkça anlamlar yüklenmiştir. Tasavvufçuların benzer uygulamalarından birisi de, bazen bir ayetten bir tek kelimeyi, bazen ayetin bir bölümünü, bazen de tamamı bir bütün olan bir gurup ayetten bir bölümünü alarak işlerine geldiği gibi tevil ve tefsir etmeleridir. Böylece Kur'an'da bulunmayan kendi inanç ve tutumlarını, ayetlere onaylatma yoluna giderler. Şimdi burada böyle bir saptırmadan söz edeceğiz.

                    Bu saptırma hemen bütün tasavvuf ve tarikat mensupları arasında yaygın olarak sürekli tekrarlanır. Şu ayeti dikkatle okuyalım: "Bilin ki Allah'ın evliyaları (veli kulları) üzerine korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir". (Yunus suresi: 62) Bu ayeti ısrarla tekrarlayan tasavvuf ve tarikat mensupları, Allah'ın evliyaları bulunduğunu, onların da kendi tarikat ve tasavvuf anlayışlarına bağlı olan, şeyhler, müritler ve mensupları olduklarını söylerler. Böylece saf yürekli insanları kendi saflarına kazanırlar. Çünkü günün birinde onlar da evliya olacaklar ve onların da üzerine korku, yani ahiret korkusu olmayacak, onlar da ahirette üzülmeyecekler, kısacası onlar da diğer tarikat ehli kimseler gibi cennete gideceklerdir. Buna inanan sade vatandaşlar, haklı olarak tarikatların safında toplanacaklardır. Peki evliyalar nasıl kimselerdir? Ne gibi fiilleri ve inançları vardır da ondan dolayı Allah'ın evliyası olmuşlardır? Özellikleri nedir evliyaların?
                    İşte bunu söylemezler, sadece kendi tarikatlarının inanç ve davranışlarını sayar dökerler. Peki, Kur'an'da evliyaların varlığını açıklayan ayetlerde bu nitelikler yok mudur? Elbette vardır ama onlar işlerine gelmediği için bu ayetleri görmezden gelirler.. Halbuki, aynı surenin aynı ayetini izleyen diğer iki ayetini daha okumuş olsalar, evliyaların nasıl kimseler olduklarını özelliklerini göreceklerdir orada. Ama işlerine gelmez. O halde ayetlerin üçünü birden peşpeşe biz açıklayalım. Çünkü bu ayetler, bir bütünlük ifade ediyorlar.

                    Gerçek evliyalar
                    Kur'an-ı Kerim, 'Evliya ne anlama gelir, Allah'ın evliyalarının nitelikleri nelerdir, dolayısıyla gerçek evliyalar kimlerdir?' sorularını Yunus suresin'de e 3 ayette açıklıyor. Birlikte okuyalım ve birlikte değerlendirelim. "Bilin ki, Allah'ın velilerine (evliyalarına, yani Allah'ın sevdiklerine) korku yoktur ve onlar mahzunda olmayacaklardır (üzülmeyeceklerdir). Onlar, iman etmişler ve (kötü şeylerden) korunuyorlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjdeler var. Allah'ın kelimeleri (verdiği söz) değişmez. İşte, bu büyük kurtuluştur." (Yunus suresi: 62, 63, 64) Şimdi lütfen bu üç ayet mealini tekrar ve dikkatle okuyalım. Görülüyor ki Allah'ın evliyası demek, gerçek ve normal Müslüman kimse demektir. Öyle olağanüstü özelliklere sahip olan şeyhler, tasavvufçular veya tarikatçılar değildir. Normal Müslümanlardır. Bu ayette geçen evliya, veli kelimesinin çoğuludur. Burada anlamı dost ve sevgili demektir. Dost kavramını Allah için gerçek manada değil de mecazi olarak kullanmak mümkündür. Doğru ve uygun anlamı ile evliya, Allah'ın sevdiği insanlar demektir. 'Allah'ın sevdiği insanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir' deniliyor.

                    Kimsenin tekelinde değil

                    63. ayette, Allah'ın sevdiği insanların yani evliyaların özelliği açıklanıyor: "Onlar iman etmişlerdir" yani İslam'ın iman esaslarını benimsemişlerdir ve onlar korunuyorlardır. Kur'an-ı Kerim'de takva; korunma kavramı, maddi ve manevi kötü yerlerden, şirkten, cinayetten, saldırganlıktan ve benzeri fenalıklardan sakınma gibi manalar ifade eder. Bu iki ayete göre, iman eden ve kendini büyük günahlardan koruyan herkes, Allah'ın velisidir, evliyasıdır, sevgili kuludur. Görülüyor ki, evliyalık öyle belli kişi ve gurupların özelliği değildir. Normal ve sade Müslümanlar, Allah'ın sevgili velileridir, evliyalarıdır. Ne acıdır ki, bütün normal ve gerçek Müslümanlar'ın sıfatı olan Allah'ın velisi, sevgili kulu olma durumunu, belli kesimler kendileri veya efendileri için bir kutsal imtiyaz olarak ele alıyor ve diğer insanlar üzerinde üstünlük aracı olarak kullanıyorlar. Bunu yapabilmek için de Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerini veya kelimelerini cımbızla çekip alıyorlar, ayetin önünü sonunu görmezden geliyorlar, böylece ondan kendilerine ait özel manalar ve imtiyazlar çıkartıyorlar.

                    Dünyada da müjdelenmek
                    Surenin 64. ayetinde, "Allah'ın sevgili veli kulları için dünyada da, ahirette de müjdeler vardır" ifadesi geçiyor. Bunun anlamı şudur: "Allah'ın sevgili kulları, yani normal, düz ve gerçek Müslümanlar için dünyada da korku yoktur, aksine müjdeler vardır ve bu onlar için büyük bir kurtuluştur. Konuyu somutlaştıralım; Allah'ın sevgili veli kulları olan normal Müslümanlar, dünyada kimseden korkmazlar. Yani Müslümanlar güçlüdür, zengindir, ilimde teknikte ve hayatın her türlü iyilik alanında ileri durumdadırlar. Dolayısıyla da onlar müjdeli durumdadırlar. Allah'ın sevgili veli kulları, Müslümanlar böylesine dünyada da üstün durumda olmak zorundadırlar. İşte gerçek evliyalık budur. Bu makama ermek için de, her alanda çalışmak ve başarılı olmak zorundadırlar. Evliyalık öyle kuru bir üstünlük kuruntusu değildir.

                    Tarikatlar, Müslümanlar'ın dünya için çalışma azmini öldürmek amacıyla ne lazımsa yapmıştır. Ve Müslümanlar, sefil ve cahil kalmışlardır.
                    ***
                    Tasavvufçular bazen ayetten bir kelimeyi, bazen bir bölümü alarak işlerine geldiği gibi tevil ve tesfir ederek kendi inançlarını onaylatmak isterler...
                    ***
                    Ne acıdır ki, bütün normal ve gerçek Müslümanlar'ın sıfatı olan Allah'ın velisi, belli kesimler tarafından insanlar üzerinde üstünlük aracı yapılıyor...
                    ***
                    "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir." (Nahl Suresi: 90)
                    ***
                    "(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme." (Hadis-i Şerif)

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      #70
                      Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı



                      İslam maneviyatı...

                      Diğer dinlerde olduğu gibi, İslamiyet'in de kendine özgü maddi hayat anlayışı yanında bir de manevi hayat görüşü bulunmaktadır. İslam maneviyatı ile hangi anlamı kastettiğimizi anlayabilmek için şu kelimelerin oluşturduğu ortak manayı düşünmek gerekir: Tasavvuf, tarikat, vali, evliya, Allah'a ulaşmak, vahdet-i vücut, zikir, keramet, vs. Bu kavramların oluşturduğu maneviyat, veya kısaca tasavvuf ve tarikat denilsin, üzülerek ifade edelim ki diğer İslami konular gibi birçok sakıncalı ve zararlı unsurları bünyesinde barındırmaktadır.

                      Hiç şüphe yoktur ki, tarihte İslam maneviyatı içinde büyük zatlar yetişmiş ve bu yol Müslümanlık için hatta hayatta diğer insanlar için de büyük yararlar sağlamıştır. Ancak ne acıdır ki, tasavvuf ve tarikatlar, büyük ölçüde bozulmuş ve zararlı hale gelmişlerdir. Bu konuyu ileride bir kitap halinde yayımlamayı planlıyorum. Konu ile ilgili dosyamda, önemli bilgi ve belgeler toplanmış bulunmaktadır. Bugün, İslam maneviyatının nasıl bozulduğunu ve nasıl sakıncalarla dolu hale geldiğini kısa bir özet halinde sunacağız. Yarın ise gerçek İslam maneviyatı ve gerçek evliyalık nasıl olur, onu yine bir özet olarak vermeye gayret edeceğiz.

                      Tasavvufta sapkınlıklar
                      Çok eski dönemler için değil, son asırlardaki ve de günümüzdeki tasavvuf düşünce ve hareketleri, çok çeşitli sapkınlıklara bulaşmış durumdadır. Tasavvufla ilgili kitaplar ve kişiler şöyle bir incelendiği zaman, üzülmemek mümkün değildir. Kendini ilahlaştıranlar, Kur'an-ı Kerim'i küçümseyenler, dindeki haram ve helal ölçülerini ortadan kaldıranlar ve daha nice sapkınlıklar, hep tasavvuf adı altında ileri sürülebiliyor. Ancak hemen belirtelim ki, tasavvufla ilgilenen herkesin böyle olduğunu söylemek mümkün değildir. Tasavvuf ehli olup da, hak yolda olan kimseler de elbette vardır.

                      Tarikat: Dinde bölücülük
                      Tasavvufun bir çeşit uygulama alanı olan tarikatlar, yüzyıllardan beri din içinde bölücülük haline gelmiş bulunuyor. Din kardeşliğinin yerini, tarikat kardeşliği alıyor. Bir tarikatın bağlıları, kendi aralarında maddi ve manevi yardımlaşmalar yapıyorlar. Diğer insanlara önem vermiyorlar. Tarikat bağlıları daha da ileri gederek, kendi tarikatından olanları gerçek Müslüman sayıyorlar, başka tarikattan olanlara ise ciddi Müslüman gözü ile bakmıyorlar. Hatta her tarikatın mensubu, kendi şeyhini en üstün evliya olarak görüyor. Birçoğu ise, kendi şeyhini mehdi olarak görüyor, ona tabii olmayanları ise, yoldan çıkmış olarak kabul ediyor. Tarikatlarda en çok eleştirilmesi gereken konulardan bir tanesi de, şeyhe teslim olmaktır. Bir ölü yıkayıcıya nasıl teslim olmuş ise, mürit yani tarikat mensubu da öylesine şeyhine bağlanıyor. Böylece, mürit kendi iradesini terk ederek, şeyhe teslim oluyor. Sonra şeyh efendi, adım adım müridini köleleştirip, her şeyine el koyuyor. İnsanın hür iradesini ve aklını terk edip şeyhe teslim olması, İslam ve insanlık bakımından bir zulümdür ve de suçtur. Maalesef tarikatlar bu suçu asırlardan beri işliyor.

                      Sahte kerametler

                      Tarikatlarda çok istismar edilen bir konu da şeyhlerin keramet göstermeleridir. Şeyhler güya geleceği bilirler, birtakım gizli bilgiler onlara özel olarak Allah tarafından bildirilir. Akla hayale gelmez olağanüstü işler yaptıklarını savunurlar. Ama aynı şeyhler, güya binbir türlü keramet gösterdiklerine inanılan şeyhler, yine de nedense müritlerinin hediyelerine ve yardımlarına göz dikerler. Bir keramet gösterip, zengin olamazlar. Çeşitli hastalıklardan kıvranırlar ama, bir keramet gösterip de kendi hastalıklarını tedavi edemezler. Keramet olarak, vücudunun birtakım boşluk yerlerine şiş saplarlar ama, şişi gözlerine veya kalplerine saplamayı hiç denemezler. Kısacası, onların keramet diye ileri sürdükleri şeyler, hep sahtekarlık ve hileden ibarettir. Yüce Allah, insanlara çok büyük kerametler vermiştir. İşte, insan iki ayağı üstünde geziyor, aya kadar gidip geliyor. İnsanlar dünyanın hakimi durumunda, sayısız başarılar gösteriyorlar. Bütün bunlar, Allah'ın insanlığa sunduğu kerametlerdir.

                      Rüyalarla yaşamak
                      Tarikatlarda bir önemli yanılgı da, rüyalarla yaşamak diyebileceğimiz bir yanlıştır. Her görülen rüyadan bir keramet, gizli haber veya mesaj çıkartmaya çalışırlar. Hayatlarında, rüyalarının büyük etkisi vardır. Halbuki, rüyaların bir bölümü şuur altındaki bilgilerin uyku anında şuur üstüne çıkması şeklindedir. Bir kısmı ise, o gün içinde yaşanan, aklını işgal eden konular ve hayallerden ibarettir. Ancak çok az rüyalar da ilham ve mesaj niteliği taşıyabilirler. Dinde bir genel kural vardır, "Rüya delil olmaz ve rüya ile amel olmaz" diye. Ama bugün de, dün de tarikat ehlinin hayatını bir ölçüde rüyalar yönlendirir. Bu da tarikat ve tasavvuf ehlinin bir başka yanlışı olarak tespit edilir.

                      Tarikat holdingleri
                      Eski dönemlerde, tarikatlar dünya için çalışmayı pek hoş görmezlerdi. Buna "terk-i dünya" denilirdi. "Dünyayı terk etmeyen, dünya sevgisini içinden atmayan, Allah'a kavuşamaz" derlerdi. Şimdilerde tarikat yolcuları dünya için çalışıyorlar. Bu güzel bir şeydir. Hatta bugün tarikat ehli gruplar, holdingler kuruyorlar. Böylece onlar da Atatürk'ün çalışma ilkesine uyum sağlamışlardır. Bunlar takdir edilecek şeylerdir. Ancak, bazı tarikat holdingleri bankaların içini boşaltarak, halkı soymaktan da geri durmuyorlar. Kısacası dünya için çalışan tarikat holdingleri de, diğerleri gibi insan haklarını çiğnemede bir sakınca görmüyorlar. Sonuç olarak, tasavvuf ve tarikatlar ve de bu konularla ilgili akımlar, maalesef eski safiyetlerini kaybetmiş, büyük ölçüde İslam dışı bir çizgiye girmişlerdir.

                      Tasavvufun bir çeşit uygulama alanı olan tarikatlar, yüzyıllardan beri din içinde bölücülük haline gelmiş bulunuyor.

                      "Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl Suresi: 90)

                      "İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz." (Hadis-i Şerif)

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        #71
                        Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

                        Ailemizi koruyalım



                        Bilinen bir gerçektir ki, insan yavrusunun, dünyaya geldikten sonra bir koruyucu tarafından korunup büyütülmediği takdirde hayatını sürdürme şansı yoktur. Dolayısıyla da, "İnsan sosyal bir varlıktır" denilmektedir. Yani, insan varlığını ancak aile ve toplum içinde sürdürebilir. Medeni hayat, kültür ve kalkınma, ancak toplumsal hayat içinde gerçekleşebilir.

                        Aile, toplumun temelidir
                        Aile ne kadar sağlam ve güçlü olursa, öylesi ailelerden oluşan toplum da, o ölçüde sağlıklı ve güçlü olur. Bir ulusun aile hayatı sarsılırsa, o millet de sarsılır. İslam dini, aileye büyük önem vermekte ve eşlerin, çocukların ve ailenin korunması için önemli ilkeler getirmektedir. Kur'an-ı Kerim, manevi dünyadan da hatırlatmalar yaparak, bütün halinde ailenin korunması için iman ehline şöyle hitap etmektedir: "Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun üzerinde kaba ve şiddetli melekler vardır. Onlar, Allah'a asi gelmezler ve emrolunduklarını yaparlar." (Tahrim Suresi: 6. ayet) Ayeti Kerime'de öncelikle "Kendi nefsinizi ve ailenizi" yani "Eşinizi, çocuklarınızı ve himayenizde bulunanları, ateşten koruyun" deniliyor. Sonra o ateşin ve oranın özellikleri açıklanıyor. Peki, neler insanın ahiret hayatında ateşe gitmesine sebep olur? Bunu anlayabilmek için, Kur'an-ı Kerim'in genel ilkelerine göz atmak gerekiyor. Kutsal kitabımız inançsız olanların, zalimlerin, cinayet işleyenlerin, kendi nefsini alkolizm, uyuşturucu, kumar ve her türlü pis ve zararlı işlerle berbat edenlerin, ahirette ateşle cezalandıracaklarını beyan eder. O halde, Ayet-i Kerime, bize "Kendinizi ve aile fertlerinizi bu kötü şeylerden koruyun" demek istiyor. Öyleyse, günümüz dünyasında kendimizi ve aile bireylerimizi korumamız gereken önemli konuları kısa özetler halinde sıralayalım:

                        İnançsızlıktan korunalım
                        Bugün dünyada ve ülkemizde, inançsızlık afeti giderek yayılıyor. Manevi değerlere olan inancını yitiren insan, manen anarşizme yuvarlanır. İnancını kaybeden, umudunu da kaybeder. Umutsuz insanlar mutsuz olurlar. Bugün Batı ülkelerinde nice varlıklı insanlar, intihar ediyor. Çünkü manevi boşluk içinde kıvranıyorlar. Üzülerek ifade edelim ki, Batı medeniyeti, insanları maddeten tatmin etmiş gibi gözükse de, aynı insanı manevi olarak derin bir boşluğa bırakmıştır. O nedenledir ki Batı'da intiharlar giderek artıyor. Konuyu kendi ülkemiz açısından düşündüğümüz zaman, durumun hiç de iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü genç nesillerimiz, yeterli manevi inanç ile beslenemiyorlar. Din konusunda aydınlar ve gençlik, iki aşırılık arasında şaşkın durumdadır. Bir tarafta aşırı dindarlık, diğer tarafta ise, dini tamamen reddeden ve manevi boşluğa düşmüş biçareler var. Halbuki dini inançlarımızla modern hayatı birleştiren çağdaş bilimsel İslam anlayışı, her iki tarafı da karanlıktan kurtaracak güçtedir. Kısacası, çocuklarımız için en büyük tehlike, inançsızlıktır. Ondan mutlaka korunmalıyız ve gerçek İslam'ın ışıklı yolundan yürümeliyiz.

                        Misyonerlerden korunalım
                        Kendimizi ve çocuklarımızı öncelikle korumamız gereken ikinci bir tehlike de misyoner faaliyetlerdir. Misyoner faaliyetler, sanıldığı gibi bir din faaliyeti değildir. Daha açık söyleyelim, misyonerlik, Hristiyanlık dinini yaymak değildir. Hristiyanlık'ı yayma kisvesi altında, bir milleti içinden yıkıp ele geçirme harekatıdır. Dolayısıyla misyonerlik, bir çeşit askeri ve siyasal faaliyettir. Ayrıca her misyoner, aynı zaman da bir haçlı ordusu askeridir. Misyonerler, öncelikle dinimizi, inancımızı yıkmayı, gönlümüzden İslam imanını söküp atmayı, onun yerine Hristiyan inançlarını yerleştirmeyi amaç edinirler. Bu arada misyonerler, milli duygularımızı tahrip etmeye yönelirler. Vatan ve millet sevgimizi yıkarlar. Kısacası, misyoner faaliyetler kendimiz için de, çocuklarımız için de son derece tehlikeli ve zararlıdır. Dolayısıyla onlardan korunmalıyız.

                        Uyuşturucudan korunalım
                        Türk milletinin iç ve dış düşmanları genç nesillerimizi mahvetmek üzere, sinsi planlar uyguluyorlar. Bunlardan bir tanesi de gençlerimizi uyuşturucu ile zehirlemektir. Okulların önlerinde, çevrelerinde birtakım kirli kişiler tarafından çocuklarımıza esrar ve uyuşturucu haplar satıyorlar, hatta önceleri parasız veriyor, sonra da her şeylerini soyuyorlar. Uyuşturucu illeti ile devletin mücadelesi yeterli olamaz, aileler, analar ve babalar da bu mücadeleye mutlaka katılmalıdır. Herkes çocuğuna bu tehlikeyi anlatmalı ve çocuğun korunması için ona gerekli bilgileri vermelidir. Bu da yeterli değil, çocuğunu hissettirmeden izlemeli, kimlerle arkadaşlık yaptığını anlamaya çalışmalı ve çocuğun davranışlarına da dikkat etmelidirler. Bütün bu hususlarda, bir anormallik gördüğü zaman derhal duruma el koyarak, irdelemelidir. Kısacası, uyuşturucu illetine karşı milletçe mücadele etmeliyiz.

                        Sigara ile mücadele...
                        Sigara, sağlığımızın baş düşmanlarından biridir. Kanser hastalıklarının tamamının yüzde 30'u, sigaradan kaynaklanmaktadır. Akciğer ve gırtlak kanseri gibi bazı kanser türlerinin ise bütün halinde sigaradan doğduğu uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Kalp damarlarının tıkanmasında da rolü az değildir. Sigaranın kötülüğü saymakla bitmez. Onu en kısa zamanda milletçe terk etmeliyiz. Bugün başta Amerika olmak üzere, kalkınmış Batı ülkelerinin tamamında sigaraya karşı devlet ve millet halinde mücadele ediliyor. O ülkelerde sigara içen insana ikinci sınıf insan muamelesi yaparak, sosyal baskı da uyguluyorlar. Ne acıdır ki aynı Batı ülkeleri, kendi sigara ve tütünlerini bize satmak üzere ellerinden geleni yapıyorlar. Bu, Batılılar'ın ikiyüzlülüklerinin ve de menfaati her şeyin üstünde tuttuklarının belgelerindendir.

                        Kumardan korunalım
                        Milletçe korunmamız gereken bir başka sosyal hastalık da, kumar illetidir. Üzülerek ifade edelim ki, Türkiye'de kumar hastalığı devlet eliyle yaygınlaştırılıyor. Sayısal Loto, Kazı Kazan, at yarışları gibi sözde oyunlar, gerçekte birer kumardır. Hem de at yarışları insanları ruh hastalığı tehlikesine atmaktadır. Milleti korumakla görevli olan devletin, milleti birçok kumar türü ile bir taraftan ruh hastası haline getirmesi, bir taraftan da elindeki avucundakini almaya kalkışması, tek kelime ile yüz karasıdır.

                        Alkolizmden korunalım
                        Birçok hastalığın, cinayetlerin ve trafik kazalarının sebebi alkolizmdir. Bu sebeple her sene binlerce insanın hayatının söndüğü, nice yuvaların yıkıldığı bilinen bir gerçektir. Bütün bunlara rağmen devlet ve basın organları, alkolizmi destekliyor. Halbuki aksine ona karşı mücadele bayrağı açmak zorundadırlar. Sonuç olarak kendimizi, ailemizi ve çocuklarımızı her türlü tehlikeli ve zararlı şeylerden korumak üzere mücadele eylemek, Yüce Allah'ın emridir. Sağlığımızın ve mutluluğumuzun gereğidir.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          #72
                          Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı



                          Ayetin öğrettikleri

                          Dünkü yazımızda, Nahl Suresi'nin 90. ayetinde ifade edilen 3 emri incelemiş ve yorumlamıştık. Bugün ise, 3 yasağı yorumlamaya çalışacağız. Konuya girmeden önce, "Yasaklarla ilgili genel bir değerlendirme yapmak yararlı olur" diye düşünüyorum.

                          Özgürlük ve yasağın çocuğu
                          İnsanlar, haklı olarak daha çok özgürlüklerin değerinden ve gereğinden söz etmeyi yeğlerler. Yasakları kimse sevmez. Ancak unutmamak lazımdır ki, medeniyet; özgürlük ve yasak ailesinin çocuğudur. Yasağın bulunmadığı yerde, özgürlüğün yaşanması mümkün değildir. Çünkü birileri kalkar, özgürlükleri yok edebilir. O halde, özgürlükleri engelleyici davranışlara yasak koymak gerekir. Kısacası, yasaksız bir medeniyet olmaz. Olsa olsa, anarşi olur. Yasaksız yaşam, kuralsız trafik gibi bir kargaşa ve kaza curcunasına benzer olaylara yol açar. O nedenle, yasaklar da özgürlükler kadar önemli ve değerlidir. Bugünkü kanunlarımızda yasaklar ve cezalar olduğu gibi, dinde de yasaklar ve cezalar vardır. Ancak, bin 400 yıl önce konulan dini yasaklar, her çağda yeniden değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır.

                          Bazı şeyler zamanla yasak olmaktan çıkacağı gibi, bazen de yeni yasaklar ortaya çıkabilir. Mesela, İslam'ın ilk dönemlerinde resim ve heykel yapmak yasaktı. Çünkü putperestliği çağrıştırıyordu. Ama bugün böyle bir çağrışım yoktur. Dindeki yasaklara, bir başka ifade ile günah denilmektedir. Tabii günah kavramı oldukça geniştir. Mekruya da, harama da günah denilebilmektedir. Biz günah, yasak ve zararlı kavramlarını birbirini tamamlayıcı olarak düşünüyoruz. Şimdi, Nahl Suresi'nin 90. ayetinde geçen 3 yasağı yeniden yorumlamaya çalışalım:

                          Edepsizliği yasaklar
                          Söz konusu ayette zikredilen 3 yasaktan birincisi, fahşa kelimesi ile ifade ediliyor. Fuhuş kelimesi ile aynı kökten gelen fahşa kelimesinin anlamı, çirkin işler, edepsizlik, hayasızlık, kötü davranışlar şeklinde açıklanabilir. Bizzat fuhuş yapmak da dahil bütün, ahlak dışı fiilleri bu fahşa kavramı içinde sayabiliriz. Görülüyor ki Kur'an, fahşa kelimesi ile bütün ahlak dışı, edep dışı olan her türlü çirkin ve kötü davranışları yasaklıyor. Dolayısıyla da Müslümanlar'ın ahlaklı, edepli, terbiyeli ve medeni olmalarını istiyor. Ahlak dışı davranışların bir kısmı, zaman ve şartlar içinde değişebilir ve yeni ahlak dışı tavırlar da ortaya çıkabilir. Mesela, henüz bizim çocukluğumuzda, bayanların bugünkü davranışlarının büyük bir bölümü hiç de iyi karşılanmazdı. Bayanların yalnız sokağa çıkmaları, çarşı pazar dolaşmaları, hatta erkeklerin arasında çalışmaları çok yadırganır ve din adına büyük suçlama konusu yapılırdı. Bugün ise bunlar ve daha niceleri, normal karşılanmaktadır. Demek oluyor ki, zaman, şartlar ve anlayışlar değiştikçe, dini bakış açıları da değişmektedir.

                          Allah, münkeri yasaklar
                          İslam tarihinde saptırılan ve gerçek anlamı örtülen kavramlardan biri de Nahl Suresi'nin 90. ayetinde geçen münker kelimesidir. Bir de bunun zıddı olan maruf kavramı vardır. Onun da aynı biçimde anlamı hem saptırılmış, hem de örtülmüştür. "Allah, münkeri yasaklar" ne demektir? Meallere, tefsizlere bakarsanız, kötü şeyler, dinin yasakladığı şeylerdir. Maruf ise, iyi şeyler, dinin emirleri demektir. Hoca efendiler de vaazlarında aynı biçimde "Emri bilmaruf ve nehyi anil münker" diye Arapça'sını tekrarladıktan sonra, "Dinin emri olan marufu emretmeliyiz, dinin yasakları olan kötü şeyleri de yasaklamalıyız" şeklinde vaaza devam ederler.

                          Hemen ifade edelim ki, bu anlayış ve anlatım tarzı eksik ve yanlıştır. Halkın kabul ettiği, benimsediği şeylere maruf, halkın reddettiği, benimsemediği şeylere münker denilir. Demek, halkın benimsediği ve kabul ettiği, uyguladığı şeyleri Yüce Allah da kabul ediyor ve emrediyor. Aynı biçimde, halkın kabul etmediği, benimsemediği, kötü gördüğü şeyleri, Allah da kabul etmiyor ve onların yasaklanmasını istiyor. Burada bir şeyin altını özenle çizelim: Halkın iyi ve kötü gördüğü şeyler, zaman ve şartlar içinde değişebilir, böylece yeni yeni maruf ve münkerler ortaya çıkabilir. Halka verilen değer Görülüyor ki gerçek İslam, insanlara, halka büyük değer veriyor.

                          Halkın benimsediği şeyleri emrediyor, halkın kabul etmediği şeyleri ise yasaklıyor. Bugün, insanlığın uygulamaya çalıştığı demokrasinin özü de bu değil midir? Evet, demokrasi halkın isteğine göre yönetim, halkın isteğine göre kanun ve düzen demektir. Bizim milli hakimiyet dediğimiz ve Cumhuriyet'in temeli saydığımız ilkelerimiz, sonuçta halkın arzuları istikametinde kurulan bir rejim demektir. Hatta Cumhuriyet de maruf ve münkerin hayata geçirilmesinin bir başka yüksek biçimidir. Üzülerek söyleyelim ki, İslam tarihinde birçok benzeri gibi, maruf ve münker kavramlarının da anlam ve uygulamaları saptırılmış ve örtülmüştür. Bu yanlışları elbirliği ile düzeltmenin zamanı çoktan gelmiştir. Saldırıyı yasaklar Nahl Suresi'nin 90. ayetinde ifade edilen üçüncü yasak da bağydır. Bu kelime isyan, saldırı, şuna buna sataşma, yol kesme ve yönetime baş kaldırma gibi manalara gelir. Buna göre Kur'an-ı Kerim, devlete isyan etmeyi, yol kesip insanları soymayı, insanlara saldırmayı, zarar vermeyi yasaklıyor. Bu yasak, sosyal düzenin, huzur ve asayişin sağlanması amacına yönelik önemli ve gerekli bir kanundur.

                          Bugün bütün devletler de bu türlü isyan ve saldırganlıkları, ciddi olarak yasaklamakta ve suçlularına da ağır cezalar vermektedir. Kur'an-ı Kerim de bu gerçeği dile getirmektedir. Yüce Allah öğüt veriyor İşte, Kur'an-ı Kerim'in bize sunduğu sadece bir ayetteki yüce İslam'ın altın ilkelerindeki 3 emir ve 3 yasak: Allah adaleti emrediyor, ihsanı, güzellik yapmayı ve akrabaya vermeyi emrediyor. Allah, edepsizliği, halkın çirkin gördüğünü, isyan ve saldırganlığı yasaklıyor. Allah böylece bize öğüt veriyor, "Ola ki düşünesiniz" diyor.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            #73
                            Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

                            İslam'a giriş

                            İslâm’a giriş, imanla gerçekleşir. İman, Allah Teâlânın Hz.Muhammed'e indirdiği, o'nun da insanlara tebliğ ettiği kesin olarak belli olan şeylerin tümüne tereddütsüz inanmak ve onaylamaktır. İmanın temelini, iste bu kabul ve onaylama oluşturur.

                            Müslüman olmak isteyen kişi bu kabul ve tasdikini "Şehadet ederim ki, Allah’tan başka tanrı yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O'nun kulu ve elçisidir" mealindeki "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh" cümlesiyle açıklar. Bu cümleye "Kelime-i Şehadet" denir.

                            İman, bilerek, isteyerek benimseyerek inanmaktır. Bir kimse kalben inanmadığı halde diliyle bu cümleyi söylese iman etmiş olmaz. Kelime-i şehadeti söyleyen kimse, son ilahi kitap Kur'an-ı Kerim'i bütünüyle benimsemiş ve Allah’ın son peygamber Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla bildirdiği, Onun da insanlara tebliğ ettiği her şeyi tamamen kabul etmiş demektir. Bu sebeple Allah’ın varlığına ve birliğine imanın yanında; meleklerin varlığına Allah’ın gönderdiği kitapların gerçek olduğuna, peygamberlere, Ahiret gününe her şeyin Allah’ın takdiriyle meydana geldiğine, kısacası Kur'an-ı Kerim'in ve peygamberimiz Hz. Muhammed'in kesin ve net olarak bildirdiği şeylerin hepsine inanmak imanın şartıdır. "Kelime-i Şehadet" bütün bunları topluca kabul ve tasdik etmeyi ifade eden bir anahtar cümledir. Bu yüzden Kelime-i Şehadet, İslâm’a giriş sözleşmesi yapmak gibidir. Bu sözleşmeyi yapan insan, Allah'a büyük bir söz vermiş, O'nun emirlerini tereddütsüz bir şekilde kabul edip yerine getirmeyi,yasaklarından kaçınmayı benimsemiş olmaktadır.

                            Kelime-i Şehadeti söyleyerek yaptığımız sözleşmeye bütün mahlukat şahit oluyor. Şayet bu sözleşmeyi bozarsak, sözümüzden döndüğümüze şahit olan veya bu sözleşmeye aykırı hareket ettiğimize tanık olan yeryüzündeki ve gökyüzündeki her şey Allah’ın huzurunda aleyhimize şahitlik edecektir.

                            Ayrıca, bu sözleşme ile müslüman toplumun bir ferdi haline gelmiş oluyoruz. Müslümanlarla evlenme, zekat alma, verme, müslümanlarla her türlü dayanışma bu sözleşmenin kapsamına girmektedir.

                            İman etmek için kimse zorlanamaz. İslâm’a girmek isteyen kendi isteğiyle girer. İman etmeden önce araştırma yapılabilir, kafada oluşan her türlü tereddüt ve şüphenin cevabi aranabilir. Ancak iman ettikten sonra iyi bir mümin, iyi bir müslüman olabilmek için kalpten her türlü tereddüdü söküp atmak gerekir. Çünkü imanla tereddüt bir arada olmaz. Bu yüzden iman, insanin kalbinin derinliklerine öylesine kök salmalı ki onu İslâm’a aykırı davranışlardan alıkoymalı, onun zihniyetinin, ahlakinin ve davranışlarının İslâm’a göre şekillenmesine imkan vermeli.

                            İslâm’a girmek için herhangi bir aracıya ihtiyaç yoktur. Bir kimse yukarıda belirttiğimiz hususlara inanmak suretiyle kendiliğinden İslâm’a girebilir.Bu hususta başkaları kendisine ancak bilgi vererek yardımcı olabilirler. İslâm’a giren kimse kendisine, tam bir inanç berraklığı kazandıracak kaynağa ulaşmış olmaktadır. Böylece önemli bir inanç değişiminden sonra ilk fırsatta bir de gusül (boy abdesti) alınmalıdır. Gusül ilerde tarif edilecektir.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              #74
                              Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

                              Oruç kimlere farzdır?

                              Akıllı, ergenlik çağına ulaşmış, Müslüman’ın ramazan orucunu tutması farzdır.

                              Oruç tutmamayı mübah kılan haller nelerdir?

                              Yolculuk. Yolculuk, Ramazan ayında orucu tutmamak için ruhsat olarak kabul edilmiştir. Yolculuk esnasında tutulmayan oruçlar, daha sonra kaza edilir. Kur’an’da “Ey inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allâh’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa, o iyilik kendisinedir. Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha iyidir.” buyurulmaktadır (Bakara 2/183-184).

                              Geceden oruca niyetlenip de, gündüz yolculuğa çıkan kimse, dilerse bu orucunu bozar, dilerse tamamlar. Ancak, ayette de belirtildiği gibi orucunu tamamlaması daha iyidir. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi için sefere çıktığında oruçlu iken, Kedîd denilen yere varınca orucunu bozmuştur (Buharî, Sıyam, No: 1808, Müslim, Sıyam, No: 1113). Bu da sefere çıkılınca başlanmış orucun bozulabileceğinin delilidir.

                              Hastalık. Oruç tuttuğu zaman, hastalığının artmasından veya uzamasından endişe edilen kimse ile, hastalığı sebebiyle orucu tutmakta zorlanan kişilerin Ramazan ayında oruç tutmayıp, iyileştikten sonra bunları kaza etmelerine izin verilmiştir. Biraz önce zikredilen ayet buna işaret etmiştir. Tıbben oruç tutması halinde hasta olacağı bildirilen kimse de hasta hükmündedir.

                              Gebelik ve Çocuk Emzirme. Gebe olan kadınların, oruç tuttukları takdirde kendilerine veya çocuklarına bir zarar gelmesinden korkulması halinde oruçlarını tutmayabilirler. Emzikli kadınlar da, sütlerinin kesilmesi ve çocuklarının zarar görmesi tehlikesi bulunması halinde oruçlarını tutmayabilirler. Hz. Peygamber hadislerinde buna müsaade etmişlerdir (Nesâî, Sıyam, 50-51, 62; İbn Mace, Sıyam,3).

                              Yaşlılık. Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler de, oruç tutmayıp yerine fidye verebilirler. Bakara suresinin 184. ayetinde, bu şekilde olup da oruca güç yetiremeyenlerin, orucu tutmayıp fidye vermeleri gerektiği hükme bağlanmıştır. İyileşme umudu olmayan hastalar da aynı hükme tabidir.

                              İleri derecede açlık, susuzluk. Oruçlu bir kimse, açlıktan veya susuzluktan dolayı beden ve ruh sağlığının ciddi derecede bozulması tehlikesi ile karşılaşması halinde orucunu bozup daha sonra kaza edebilir. Böyle bir kimsenin orucuna devam etmesi ölümüne sebep olacak nitelikte ise, orucunu açmaması haram olur.

                              Zor ve meşakkatli işlerde çalışmak. Esas itibariyle bir insanın ibadetlerini normal bir şekilde yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde çalışması veya çalıştırılması doğru değildir. Ancak kişisel veya toplumsal zorunluluklar, bazılarının böyle işlerde çalışmalarını gerektirmektedir. Böyle bir durumda bulunan kişi, oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar gelmesinden korkuluyorsa, oruçlarını tutmaya bilirler. Bunlar, izin günlerinde tutamadıkları oruçları kaza etmelidirler. Yıllık izninin bulunmaması ve haftalık izninin de yeterli olmaması gibi mazeretlerle buna da imkanı yok ise, fidye vermelidirler.

                              Fidye nedir?

                              Oruç tutamayacak kadar yaşlı olan kimseler ve iyileşme umudu bulunmayan hastalar, oruç tutmayıp, her gün için bir fidye verir. Fidye ise, bir fakiri, bir gün doyurmaktır. Bu da, sadaka-i fıtır miktarıdır.

                              Sağlıklı bir oruç nasıl tutulur?

                              Orucun sahih olmasının şartları niyet, imsak vaktinden akşama kadar orucu bozan şeylerden kaçınmaktır. Ayrıca kadınların ay hali ve loğusa halinde bulunmaması gerekir.

                              Ne zaman niyet edilebilir?

                              Oruç için niyetin vakti, akşam namazının vakti girmesiyle birlikte başlar.

                              Ramazan, günü belirlenmiş adak ve nafile oruçlarda niyet, öğle namazına 1 saat kalana kadar devam eder. Bunların dışındaki, keffaret, kaza, günü belirlenmemiş adak oruçlarında ise imsak vaktine kadar niyet edilmesi gerekir.

                              İmsak vakti ne demektir?

                              İmsak vaktinden, iftar vaktine kadar, ibadet niyetiyle, yemeden, içmeden, cinsî münasebetten ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir. İmsakın zıttı iftardır. İmsak vaktinin başlangıcı, tan yerinin ağarmasıyla başlar. Bu vakit, takvimlerde imsak vakti olarak gösterilmektedir.

                              Regl halinde oruç tutulabilir mi?

                              Kadınların regl oldukları dönemde oruç tutmalarına gerek yoktur.

                              Alkollü iken oruç tutulabilir mi?

                              Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, alkollü içkiler ve uyuşturucu maddeler dinen haram kılınmıştır, bu nedenle bir Müslüman’ın alkollü içki içmesi ve uyuşturucu kullanması düşünülemez. Ancak bu haramı işleyen kişi, bunun haramlığını inkar etmediği müddetçe Müslüman’dır; bu nedenle ibadetleri yerine getirme mükellefiyetinden kurtulamaz. Zira her emir ve yasak müstakil bir borçtur.

                              Bununla birlikte ibadet bir idrak ve şuur işidir. Bunun içindir ki, bütün ibadetlerde Müslüman ve buluğ çağına ulaşmanın yanında akıllı olmak şart koşulmuştur. İbadetlerin makbul olması için, ibadet niyetiyle ve ihlasla yapılması gerekir. Bu nedenle oruç tutacak kimsenin ne dediğini, ne yaptığını bilecek kadar ayık olması, aklının başında olması gerekir.

                              Orucu bozan şeyler nelerdir?

                              Oruçlu iken, yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak orucu bozar. Orucu bozan şeylerin bazısı hem kaza, hem de keffareti gerektirir. Bazı şeylerden dolayı ise, sadece kaza gerekir.

                              Kaza ve kefareti gerektiren durumlar nelerdir?

                              Ramazan ayında oruca niyet edildikten sonra, bir mazeret olmaksızın, kasten yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmak, oruç kefareti gerektirir. Ayrıca bozulan orucun kaza edilmesi de gerekir.

                              Oruç keffareti 60 gün (iki kamerî ay) peş peşe oruç tutmaktır. Buna gücü yetmeyen, 60 fakiri bir gün ya da bir fakiri 60 gün doyurur.

                              Adet veya loğusalık halinde bulunan kadınlar, bu günlerinde kefaret oruçlarına ara verirler. Bu durumlarından çıktıktan sonra ara vermeden keffaret orucuna devam ederek 60 günü tamamlarlar.

                              Kefareti düşüren durumlar nelerdir?

                              Kefareti gerektiren bir şeyi yaparak orucunu bozan kimse, aynı gün oruç tutamayacak derecede hastalanır veya kadın adet görür yahut loğusa olursa kefaret düşer. Ancak hastalığın kendi isteği dışında olması şarttır. Kendisi kasten hastalığa sebep olursa kefaret düşmediği gibi sefer mesafesinde bir yolculuğa çıkması ile de düşmez.

                              Kaza gerektiren durumlar nelerdir?

                              Yolculuk, hastalık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak orucun bozulması halinde, sadece bozulan orucun kaza edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek, beslenme amacı ve anlamı taşımayan, yenilip içilmesi mutat olmayan veya insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi orucu bozup, sadece kazasını gerektirir.

                              Ramazanda oruca niyet etmeden yiyip içen kimse, tutmadığı oruçları, gününe gün kaza eder. Ancak mazeretsiz olarak Ramazan orucunu tutmamak büyük günahtır.

                              Kaza gerektiren durumlar şöyle sıralanabilir:

                              1. Pamuk, kağıt, zeytin çekirdeği, bir defada çok miktarda tuz yemek gibi yenmesi mutad olmayan bir şeyi yutmak, yemek.
                              2. Burnuna ilaç çekmek.
                              3. Ağzına aldığı boyalı iplik gibi şeylerin boyası ile rengi değişen tükürüğü yutmak.
                              4. Boğazına kaçan kar veya yağmuru kendi isteği olmayarak yutmak. (Kendi isteği ile yutarsa keffaret gerekir.)
                              5. Zorlama ile oruç bozmak.
                              6. Dişleri arasında nohut tanesi kadar kalan yemek kırıntısını yutmak.
                              7. Abdest esnasında ağzına ve burnuna su alırken kendi elinde olmayarak boğazına su kaçmak.
                              8. Unutarak yeyip içtikten sonra orucunun bozulduğunu zannederek yeyip içmek.
                              9. Kendi isteği ile ağız dolusu kusmak.
                              10. Ağız dolusu gelen veya kendi isteğiyle getirdiği kusuntuyu mideye geri çevirmek.
                              11. Kendi isteği ile içine veya genzine duman çekmek. Kendi isteği ile olmazsa oruç bozulmaz.
                              12. Güneş batmadığı halde-battı zannederek-iftar etmek.
                              13. İmsak vakti geçtiği halde daha vakit vardır zannederek yemek.

                              Uçakla seyahat eden oruçlu şahıs iftarını nasıl yapar?

                              Seyahate çıkan kişilerin, imsak ve iftarları bulundukları yere göre yapmaları gerekir. Uçakla seyahat eden oruçlu kişiler de, uçuş esnasında uçağın üzerinde bulunduğu yere göre imsak ve iftar yapmalıdırlar. Ancak çok hızlı uçaklarla kıtalararası yolculuk yapılması durumunda, imsak ile iftar arasında süre, anormal ölçüde kısa veya uzun olabilmektedir. Bu durumda, yolculuk yapacak kişi orucunu kazaya bırakabilir. Ancak oruca başlamış ise, imsake başladığı yere göre iftar edebilir.

                              Orucu bozmayan durumlar nelerdir?

                              Oruçlu olduğunu unutarak yemek ve içmek

                              Unutarak yemek, içmek orucu bozmaz. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, (sakın) bozmasın. Çünkü onu, Allah yedirmiş, içirmiştir." Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna devam eder. Oruçlu olduğunu hatırladıktan sonra boğazından aşağıya bir şey geçerse orucu bozulur.
                              Bir kimse unutarak yiyen bir oruçluyu gördüğünde eğer güçlü kuvvetli olup oruca dayanabilen bir kişi ise, oruçlu olduğunu kendisine hatırlatır, zayıf ve güçsüz bir kişi ise hatırlatmaz.

                              Oruçlu iken iğne yaptırmak

                              Dinimiz, hasta olan ve tedavi sürecinde bulunan kişilerin oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bu nedenle, tedavisi devam eden kimseler, sağlıklarına kavuşup, tedavileri tamamlanıncaya kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ise ve oruç tutmalarına başka bir engelleri de yoksa, iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkana sahip olmayanlar ise, İmam Ebû Yusuf, Muhammed ve Malik’in görüşlerine uyarak, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler; oruçları bozulmaz. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırılması uygun değildir.

                              Oruçlu iken yıkanmak

                              Ağız veya burnundan su girip yutmadıkça, oruçlu kimsenin yıkanması orucuna zarar vermez. Bu itibarla, ağız ve burnundan su kaçırmamak şartıyla oruçlunun yıkanması caizdir. Nitekim Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Hz. Peygamber’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir.

                              Oruçlu iken ihtilam olmak veya cünüp olarak sabahlamak

                              Oruçlu iken rüyada ihtilam olmak orucu bozmadığı gibi, gusletmeyi geciktirerek cünüp olarak sabahlamak da oruca bir zarar vermez. Ancak, zorunlu bir durum olmadıkça, hemen boy abdesti alınmalıdır. Hz. Aişe ve Ümmü Seleme validelerimiz, Hz. Peygamber’in Ramazan’da imsaktan sonra yıkandıklarını haber vermişlerdir.

                              Astım hastalığında ağıza püskürtülen sprey

                              Astımlı hastanın kullanmak zorunda kaldığı sprey orucu bozmaz. Ancak, sprey kullanma zorunda olan astımlı hasta, Ramazan orucunu tutmayıp, tutamadığı günler sayısınca fidye verebilir. İleride sağlığına kavuşursa, fidye vermiş olsa da, tutamadığı orucunu kaza eder.

                              Parfüm ve kolonya

                              Parfüm veya kolonya sürünmek ve koklamak orucu bozmaz.

                              Diş fırçalamak

                              Diş fırçalamakla oruç bozulmaz. Bununla birlikte, diş macunun, misvak parçalarının veya suyun boğaza kaçması halinde oruç bozulur. Orucun bozulma ihtimali dikkate alınarak, dişlerin imsakten önce ve iftardan sonra fırçalanması uygun olur.

                              Diş tedâvisi

                              Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak diş çektirmesi, kanla karışan tükürüğün yutulmaması kaydıyla orucu bozmaz. Aynı şekilde, kan veya başka bir şey yutulmaması şartıyla diş tedavisi de yaptırılabilir.

                              Sakız çiğnemek

                              Günümüzde üretilen sakızlarda, ağızda çözülen katkı maddeleri bulunduğundan, ne kadar itina edilirse edilsin bunların yutulmasından kaçınılması mümkün değildir. Bu sebeple bu tür sakız çiğnemek orucu bozar. Ancak kenger sakızı gibi katkısı bulunmayan ve çiğnendiğinde hiçbir eksilme olmayan, daha önce çiğnenmiş ve tadı kalmamış sakızların çiğnenmesi orucu bozmamakla birlikte, oruçlu iken böyle bir sakızı çiğnemek mekruhtur.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                #75
                                Konu: Her yönü ile mübarek RAMAZAN ayı .. herkes bakmalı

                                hadisler


                                اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ

                                (Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.

                                Müslim, İmân, 95.


                                اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ

                                İslâm, güzel ahlâktır.

                                Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.


                                مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ

                                İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.

                                Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.


                                يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا

                                Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

                                Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.


                                إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:

                                إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ

                                İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.

                                Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.


                                اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ

                                Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.

                                Tirmizî, İlm, 14.


                                لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ

                                Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)

                                Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.


                                اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا

                                وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ

                                Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.

                                Tirmizî, Birr, 55.


                                إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ

                                Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.

                                Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.


                                اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ

                                İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.

                                Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.


                                مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ

                                Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.

                                Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.


                                عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ

                                بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

                                İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.

                                Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.


                                لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

                                Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.

                                İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.


                                لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

                                Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.

                                Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.


                                اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

                                Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.

                                Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.




                                لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا

                                İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.

                                Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.


                                اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ

                                Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.

                                Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.


                                لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا

                                وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ

                                Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.

                                Buhârî, Edeb, 57, 58.


                                إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

                                Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.

                                Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.


                                لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ

                                (Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

                                Tirmizî, Birr, 58.


                                تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ

                                (Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.

                                Tirmizî, Birr, 36.


                                إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ

                                Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

                                Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9;

                                Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.


                                رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ

                                Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.

                                Tirmizî, Birr, 3.


                                ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:

                                دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ

                                Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve babanın evladına duası.

                                İbn Mâce, Dua, 11.


                                مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ

                                Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.

                                Tirmizî, Birr, 33.


                                خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ

                                Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.

                                Tirmizî, Radâ’, 11; İbn Mâce, Nikâh, 50.


                                لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا

                                Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.

                                Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.


                                كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى

                                Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.

                                Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.


                                اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ

                                (İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.

                                Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.


                                مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ

                                Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.

                                Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.


                                مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ

                                Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;
                                ben (Allah Teâl&#226 komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.

                                Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.


                                اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

                                أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ

                                Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.

                                Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;

                                Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.


                                كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ

                                Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.

                                Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.


                                عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ

                                Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.

                                Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.


                                مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا

                                Bizi aldatan bizden değildir.

                                Müslim, Îmân, 164.


                                لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ

                                Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe) cennete giremezler.

                                Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.


                                أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ

                                İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.

                                İbn Mâce, Ruhûn, 4.


                                مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ

                                طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ

                                Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.

                                Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.


                                إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ

                                وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ

                                İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

                                Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.


                                اِتَّقُوا اللَّهَ رَبَّـكُمْ وَصَلُّوا خَمْسَـكُمْ وَصُومُوا شَهْرَكُمْ وَأدُّوا زَكَاةَ أمْوَالِكُمْ وَأطِيعُوا ذَاأمْرِكُمْ تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّـكُمْ

                                Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.

                                Tirmizî, Cum’a, 80

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor