Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

    attention ! this subject guotatin .
    @delphin

    Daha iyi fotoğraf çekme rehberi

    Böyle riskli bir yazıyı sunmanın amacı yeni başlayanlara kısa yoldan daha iyi fotoğraflar üretmek için yardımcı olmaktır. Yazıda çeşitli internet sitelerinin yeni başlayanlara öneriler kısımlarından ve fotoğrafım e-Galerim'deki eleştirilerden yararlanılmıştır.

    Fotoğraflar, şipşaklardan daha iyidir. Her ikisine de kalıp olarak fotoğraf diyebilirsiniz ama şipşak fotoğraflar çoğu izleyici için değerden yoksundur. Fotoğraf ile şipşak'ı ayıran çekme hızı değildir. Şipşak ile fotoğrafı ayıran gösterilen özendir. Bakış açısı, enstantane ve diafram değeri, kompozisyon gibi şeyler. Fotoğraf yaparken çekim aşamasında istenilen sonuca ulaşmak üzere plan yapılır, plan iyi bir fotoğraf çıkacağı umudu ile uygulamaya konulur.

    Başarılı fotoğraf nedir? Başarılı fotoğrafın ne olduğu oldukça öznel bir konudur ancak başarıya giden yolda pek çok kişinin ortak görüşü istenilen ve istenilmeyen özellikler aşağıda belirtilmiştir.... Bu kurallarının tamamının uygulanmış olması iyi bir fotoğraf çıkması için yeterli değildir. Her fotoğrafçı fotoğrafı farklı çeker. Bunun için fotoğrafçının ekstradan kendinden birşeyler katması beklenecektir.

    En azından başlangıçta kendinizin beğendiği, en az hata gördüğünüz fotoğraflarınızı gönderin. Değersiz gördüğünüz, belirgin hatalarını bildiğiniz fotoğraflarınızı başkaları ile paylaşmayınız. Sizin beğenmediğiniz bir şeyi başkası beğense bile size fazla bir yararı olmaz. Ayrıca gelebilecek eleştiriler kötü fotoğraflarda daha sert olabilir.

    İyi makine:

    İyi donanım, amaca uygun makine, amaca uygun objektif, istenilen özellikleri elde etmek için birer araçtır. Kaliteli objektifi olan, ayar yapmanıza izin veren her makine ile doğru ışık ölçümü yapabildiğiniz takdirde iyi fotoğraflar çekilebilir. Donanımı önemsememek doğru olmadığı gibi, aşırı abartmak da doğru değildir.

    İstenilen özellikler:

    Genel:

    Amaç:
    Başkalarının çalışmasının tekrarı olmadan izleyiciye yeni ve etkileyici bir görsel sunmak.

    İzleyici beklentisine yanıt vermek:
    İzleyici beklentisi ile bire bir örtüşerek sıkıcılığa düşmeden, onların beklentisinden uzaklaşıp uçuklaşmadan ortaya konan yapıtlar, izleyici ile gereken iletişimi kurmayı başarırlar. İlginçlik, sıradışılık artı değerlerdir.

    Tarz:
    Fotoğrafta Nü, Belgesel, Doğa, Digital, S/B gibi pek çok dal bulunmaktadır. Çalışmanız her hangi bir tarza dahilise o tarza ait bilgileri edinmeye çalışın. Bilgili sayılan kişiler fotoğrafınızı o çerçevede değerlendirecektir.

    Başlık ve fotoğrafın uyuşması:
    Ör. başlıkta hüzün deniyor ise fotoğraf izleyiciye hüznü iyi yansıtıyorsa amaca ulaşılmıştır.

    Çekim bilgilerinin yazılması:
    Çekim teknik bilgilerinin önceden yazılması veya istenince verilmesi, exif bilgileri varsa dosyadan silinmemesi izleyiciye fotoğraf teknik anlamda anlamada yardımcı olur.

    Küçük fotonun önemi: Küçük fotoların yan yana geldiği sayfada küçük fotoğrafı cazip olanlar daha çok tıklama, daha çok izlemeye ve daha çok değerlendirmeye alınıyorlar.

    Kompozisyon:

    Yatay ufuk çizgisi:
    Manzara fotoğrafında ufuk çizgisi veya karşı kıyı çizgisinin fotoğrafın kenarına paralel olması istenilen bir özelliktir. Bunun istisnası ufuk çizgisini belirgin şekilde diagonal kullanımıdır.

    Merkez dışı ana konu:
    Ana konuyu merkez dışına yerleştirmek, sağında veya solunda çevreyi ikiye bölünmeden tek parça olarak daha iyi göstermeyi sağladığı gibi ana konuya daha fazla dikkat çekmeyi sağlar. İstisnalar: Ana konunun karenin büyük bir bölümünü kapladığı fotoğraflar. Simetrik fotoğraflar. Önerilen konum çerçevenin yatay ve dikey olarak 3'e bölünmesi ve ana konunun 4 kesişme noktasından birine yerleştirilmesidir.

    Güçlü Çapraz formlar:
    Çerçeveyi çaprazlayan çizgiler kompozisyonu durağanlıktan çıkarmaya yardımcı olurlar.

    Sadelik:
    Sadelik ana konuyu dikkat dağıtan ve rahatsız edici unsurlardan kurtarark sunma sanatıdır. Bunun için alan derinliğini kısmak, zeminde sade fon kullanmak ve ana konu/fon oranını artırmadan yararlanılabilir.

    Kadraj seçimi:
    Konulara uygun dikey veya kadrajı tercih edin.

    Netlik:
    Netlik gözün aradığı özelliklerden biridir. Özellikle ana konunun flu, başka bir nesnenin net olduğu fotoğraflar çok rahatsız edicidir. Netsizlik fotoğrafçının ve donanımının yetersiz olduğu izlenimi uyandırabileceğinden kaçınılması gereken bir durumdur. Bilinçli kullanımlarda bunun kare içerisinde söze gerek kalmadan bir şekilde belli edilmesi gerekir.

    Pozlama:

    Kontrast:
    Açık ve koyu alanlarda detay kaybı olmadan elde edilmiş yüksek kontrast.

    Doygunluk:
    Renkli fotoğraflarda (yapaya kaçmayan) yüksek renk doygunluğu.

    Işık:
    Işığın iyisi fotoğrafın tadını on kat arttırır. Işık kullanımı tek cümlede anlatılmayacak şeylerden biridir.

    Çerçeve:
    Çerçeve fotoğraftaki anlatıma yardımcı olacak şekilde, gidecek web sayfasında etrafına belli bir alan yaratacak şekilde hazırlanırsa fotoğrafın etkisi artacaktır. Yapıt başlığı, isim, copyright bilgisi çerçeve üzerinde dikkat dağıtmadan yazılabilir.



    İstenilmeyen Özellikler:

    Genel:

    Yine mi?
    Sizin hevesinizi kırmaktan çekinerek bunu söylüyoruz ama bu duyguyu ne kadar az yaratırsanız o kadar başarılı fotoğraflarınız olacak diye düşünüyoruz. Üstelik fotoğraf gibi milyarlarca üretilen bir şey de bunu istemenin acımasızlık olduğunu da biliyoruz. İsterseniz küçük bir araştırma yapın, gönderilmiş fotoğraflara bir bakın. Bir süre sonra sizde "yine mi? demeye başlayabilirsiniz.

    Çizikler, lekeler:
    Fotoğrafınızda çizikler, lekeler, kırmızı gözleri önlemeye; önlenemez ise göndermeden önce düzeltmeye çalışın.

    Kompozisyon:

    Ortalanan ana konu:
    En basit yaklaşım olduğundan fotoğraf üzerinde yeterince düşünülmemiş, basite kaçılmış hissi uyandıracaktır. Özellikle simetri söz konusu değilse daha yaratıcı çözümler aranmalıdır.

    Ana konu çok küçük:
    Ana konunun çerçeve içinde kapladığı alan algılamaya önemli katkı sağlar. Ana konu küçük kaldığı zaman fotoğrafçının gereken optik donanımdan yoksun olduğu veya konuya yeterince yaklaşamadığını düşündürür.

    Eğri ufuk çizgisi:
    Yaygın bir hata olan ufuk çizgisinin bir kaç derecelik eğrilikleri rahatsız edicidir ve puan kırdırır. Belirgin diagonal kompozisyonlar istisnadır.

    Karmaşa:
    Anlaşılmayı zorlayan, anlatıma katkısı bulunmayan ekstra elemanlar fotoğrafı sıkıcı hale getirirler. Küçük resim ön izlemede ise tıklanmaya cazip olmayan bir görüntü oluşmasına sebep olurlar.

    Pozlama:
    Basık tonlar ve düşük kontrast
    Az veya fazla pozlama
    Hatalı beyaz dengesi, renk kaymaları
    Aşırı doygun renkler
    Patlak alanlar (Beyaza kaçan parlama alanları)

    Noise:
    Görsel gürültü olarak Türkçeleştirilebilen, aynı renk olması gereken komşu pikseller arasındaki noktasal renk farklılıkları. Düşük ASA'da (50, 64, 100) çekerek ve daha fazla ışıklandırma yapılarak azaltılabilir. Ayrıca optik yol üzerindeki kirliliker fotoğrafa yansıyacağından bunlara temizliğie özen gösterilmeli, objektif ve CCD kirlenmeleri önlenmelidir.

    Kötü tarama:
    Taramanın kötüsü olur mu? Olur. Farkedilince puan kırdırtır.

    Sayısal Müdahele:
    Belgesel fotoğrafta içeriğie müdahele istenmeyen bir özelliktir. Fotoğrafınız belgesel türüne dahil ise mümkün olan en az müdahele ile sunulmalıdır.

    Ebat:
    Ekranda aşırı büyük ve aşırı küçük görünen fotoğraflar tepki çekerler.

    Başlıksız fotoğraflar:

    Başlıksız gönderme iddialı bir tercihtir ama başlıksız ve açıklamasız fotoğraflar iletişime bir adım geriden başlar ve kolayca bilmeceye döner.

    Çerçeve:
    Aşırı büyük, fotoğrafa ağır basan, bol yazılı çerçeveler fotoğrafı öldürür.

    Kültürel Sınırlar:
    Fotoğrafın içeriği izleyicinin kültürler sınırlarını zorlayınca olumsuz tepkiler almaya başlar. Çıplaklık, Sigara gibi konularda izleyicinin tepkisini önceden tahmin etmek zor olabilir.
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    #2
    Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

    Fotoğraf mı Resim mi?

    Yaklaşık üç ay önce fotografim.com sitesi ile tanıştım ve işimden fırsat buldukça ziyaret etmeye başladım. Ne yalan söyleyeyim henüz ziyaret etme fırsatı bulamadığım birçok sayfa ve çalışma var.

    geniş kapsamlı ve bilgi dolu bir ortam. Emeği geçenlerin emeğine sağlık.

    Nihayet geçtiğimiz hafta, Kasım 2003 bölümüne elimde taranmış olarak bulunan fotoğraflarımdan birkaçını gönderdim ve olanlar oldu!

    Doğal olarak ben de fotoğraflarım izlensin ve olumlu ya da olumsuz eleştirilsin diye gönderdim. Ne var ki bir anda eleştiri okları üzerime çevrildi.(Bundan rahatsız olduğumu kastetmiyorum) Konunun ayrıntılarına girmek gerekli değil. Kabaca mevzu fotoğrafın çekimden sonra kadrajlanıp kadrajlanmayacağı üzerineydi.

    Tartışma süredursun bir noktadan sonra farklı iki düşünce sivrilmeye başladı. Kurgusal fotograf ve belgeci fotograf. -O onu dedi ben bunu dedim- şeklinde uzatmaya gerek yok. Sözün özü, ben kendi zihnimde fotoğrafı kabaca ikiye ayırıyorum. Kurgusal ve Belgesel olmak üzere. Kurgusal çalışmada fotograf düşünce aşamasından çekim ve hatta baskı aşamasına kadar kurgulanabilir ve her tür müdahale yapılabilir. Reklam fotograflarını bir kenara ayırırsak bu çalışmalar, sanatçısı tarafından çoğunlukla içsel dışavurumlarının bir aracı olarak kullanılırlar. Güncel tabiriyle sanatsal söylem biçimi olarak fotoğrafı seçenlerdir bu kişiler. Burada fotoğraf, plastik değeri olan bir çalışma üretmek amacıyla araç olarak kullanılır. Birçok insan iç dünyasında zengin üretimleri olmasına rağmen resim ya da heykel gibi doğuştan gelen yetenekleri içinde barındırmadığından böyle bir tercih yapabilir.

    Burada ortaya çıkan bir problemi gözardı etmemek gerekir. günümüzde hızla gelişen ve ilerleyen fotoğraf sanatçılığı değil yalnızca fotoğraftır. Digital fotograf makinalarının ve bilgisayar teknolojisinin ortak kullanımı sonucu üretmek kolaylaşıyor gibi gözükmesine rağmen bir çok çalışma fotoshop filtrelerinin tanıtım kataloğu olmaktan ileri gidemeyecektir. Onu oradan alıp dekupe etmekle, Bunun rengini değiştirip 'blur' vermekle, Şu'na 'lighting efect'i verip 'auto levels' yapmakla, fotograf çekiyorum, fotoğraf üretiyorum ben fotoğraf sanatçısıyım şeklindeki 'Ben yaptım oldu' mantığı asla kabul edilemez ve edilmemelidir. Digital Art''n da çok iyi örnekleri vardır. Bu konuda çalışanlar bu örnekleri izleyebilir, ve biraz daha emek harcayabilirler. Bilgisayar ya da digital fotograf karşıtı olmak gibi bir niyetim olamaz çünkü mesleği grafik tasarım olan biri olarak bu malzemeler benim de vazgeçilmez araçlarım arasındadır. Ama çağın mesleği haline gelen tasarımcılık ve özellikle de web tasarımı da bu rağbetten nasibini almış, bilen bilmeyen herkesin bilimsellikten ve işlevsellikten uzak, talihsiz üretimlerine vesile olmaktan kurtulamamıştır. Nihayetinde kötü örnekleri bir kenara bırakırsak kurgusal fotograf tekniği ile oluşturulan ve plastik, estetik değeri olan çalışmalar aslında daha ziyade birer resimdirler. Tıpkı gravür, linol, suluboya veya yağlıboya gibi fotoğrafın da kendine özgü teknik avantajları kullanılabilir ve ortaya özgün bir sanatsal çalışma çıkar. Bunlar farklı bir kategoride değerlendirilmelidir. Şimdi, bununla bir tutup, belgesel tarzda oluşturulan fotografları kıyaslamaya kalkmak elma ile armut meselesine benzer.

    Ara Güler'in çektiği bir Orhan Veli portresinde, '-ışık az gelmiş, sigarayı tam da yaktığı anı daha iyi yakalayabilirmiş, keşke kafayı üstten biraz daha kesseymiş.' demek son derece komik olacaktır. Orada önemli olan o An'a tanıklık etmek, o Anıı yıllar ve hatta yüzyıllar sonrasına taşımaktır. Yine İkiz Kulelere giren uçağın fotoğrafı üzerine konuşurken herhalde arkadaki gökyüzünün rengi ya da camların yansımasından daha önemli konuşulacak şeyler olacaktır. Farklı beklentiler doğal olarak farklı sonuçları doğurur. bir fotoğraf her bakımdan mükemmel olmak durumunda değildir. Her zaman eleştirilecek bir şeyler bulunabilir ama eleştirinin çalışmanın amacı ve işlevi doğrultusunda yapılması daha yapıcı olacaktır. Fotoğrafı fotoğraf yapan onu başka şekilde elde edemeyecek olmaktır. Açlıktan ölmek üzere olan afrikalı bir çocuğun arkasında ölmesini bekleyin akbabanın istediğiniz kadar resmini yapın yaratacağı etki fotoğrafının önüne geçemeyecektir. Fotoğraf sanatı icra edenler ve belgesel fotoğraf çekenler birbirlerini kendine benzetmek amacı gütmemelidirler. İkisi farklı alanlardır ve hedefleri de işlevleri de farklıdır.

    Bu nedenle benim fikrime göre fotoğraf çalışmalarının paylaşıldığı, tartışıldığı ve bilgi alışverişinin sağlandığı bu ortamda, çalışmaları sınıflandırmak ve hepsini o sınıf dahilinde değerlendirip eleştirmek sanki daha uygun ve faydalı olacaktır.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      #3
      Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

      Doğa Fotoğrafları
      Fotoğrafa yeni başlayan arkadaşların seçtikleri bir fotoğraf çeşididir. Ancak doğa fotoğrafları da ha deyince çekilmiyor. Doğa fotoğrafı çekmenin püf noktaları bana göre şunlardır.

      1-Her çeşit fotoğrafta olduğu gibi önce kompozisyonu (nasıl ve neyin fotoğrafını çekmeyi istediğinizi) beyninizde canlandırmalısınız. Yani bir plan yapmalısınız. -Nasıl olsa fotoğrafını çekecek bir şeyler bulurum diye düşünmeyiniz. Hele şansım yaver giderse; bunu hiç düşünmeyin.

      2-Size gerekli olacak her türlü araç gereç ve teknik donanımınızın listesini yapıp, bunları temin ettikten sonra yola çıkınız.

      3-Fotoğrafını çekeceğiniz obje veya objeler için yeterli bilgi toplayınız. Örneğin bir kardelen fotoğrafi çekecekseniz, kardelenleri nerede , hangi mevsimde ve hangi çeşidini bulacağınızı öğrenin. Veya manzara fotoğrafı çekecekseniz, beyninizdeki manzaranın hangi mevsimde nerede bulunacağını öğrenin. Gideceğiniz yerin o günki meteorolojik durumunu da öğrenin.

      4- Sabırlı olun, emek harcayın. Olmaz ise tekrar gelirim diye düşünmeyin.

      5- Objelerinizi doğal ortamı ile beraber görüntüleyin. Eve götürüp sütütyoda çekmeyi düşünmeyiniz.

      6-Fotoğrafcılık ile ilgili bilgilerinizi hatırlayıp, eksik veya yetersiz kalsığınız durumları not edip, öğrenme yollarına gidiniz.

      7-Yakın çekimlerde doğallığı bozmadan arka planda düzeltmeler yapınız. Bunu mutlaka yapınız. Çünki , en ufak bir ışık yansıması, parlama veya ilgisiz dikkat dağıtan bir nesne tüm emeklerinizi boşa çıkarır. ( Manzara çekimlerinde de imkan bulabilirseniz çekeceğiniz manzarada da düzenlemeler yapınız. Sütütyo düzeltmelerine fazla bir şey bırakmayınız.)

      8-fotoğrafınıza renk katacak ayrıntılar yaratın. Örneğin su damlaları, çise veya ince tüğler.

      9-İşiniz bittikten sonra çevrede çeşitli gözlemler yapınız. Kendinizi doğa bilimcisi gibi hissetmeye çalışın.

      10- Çevreye , bitkilere ve hayvanlara zarar vermeyiniz. Çiçeklerin tozlaşma ve döllenme ortamlarını yok etmeyiniz.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        #4
        Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

        İnternette Türk Fotoğrafçılığı

        1998 yılından beri takip ettiğim internette Türk Fotoğrafçılığı

        Türkiye de Internet hangi seviyede ve nasıl kullanıyoruz bu başka tartışmalarda tartışıla dursun ama biz fotoğrafta amacımız ulaşbiliyormuyuz merak ediyorum. Düşündüm ve ilgili Internet sitelerinin forum sayfalarına bir göz attığım da halen daha ilk gündeki gibi hangi makine hangi objektif sorularını bir türlü aşamadığımızı gördüm. Elbetteki bazı soruları sorup çözümler aramalıydık, ama araştırma yapmama özelliğimiz burada da kullanarak forum konuları arşivlerine bakma zahmetinde bulunmadan her gün aynı soruları sorduk. Hemen cevap bekledik. Gerçekten üreten insanların bu kadar bol zamanının olmadığını düşünmedik. Oysa bu soruların defalarca sorulup cevaplandığını düşünmedik Her konuda olduğu gibi bunda da kolayı seçip hemen iki satırda sormayı denedik.

        İnternette Türk fotoğrafçılığını www.fotograf.net güzel bir şekilde işledi ve üstlendi. O kadar ciddi bir şekilde üstlendi ki siteye reklam bile almadı. Kendi imkanlarıyla bize güzel sorunsuz kalite bir site sundu bir kaç eksiklikler vardı o eksiklikler giderilince daha da iyi olacaktı. Ama izleyici bununla da ilgilenmedi sitenin sayaçlarını görmediğim için bilmiyorum açıkçası ilgilendiğini de tahmin etmiyorum.

        Oysa Mehmet Bayhan ne güzel linkler sundu bizlere bakınca ya bu adam ne çok araştırıyor nerden buluyor bu kadar siteyi demeden edemedik. Ama soruyorum bu linklere kaçımız girdi acaba

        Bir başka site olan www.fotografim.com kuruldu oda güzeldi anında sayılır gibi fotoğraf haberleri sundu bizlere. Hatta daha ileri gitti e galerim adı altında bir sanal galeri oluşturdu.Fotoğraflarımızı gönderip değerlendirelim diye. Biz onunda suyunu çıkardık aldık elimize bir dijital makine ne bulduysak çektik ve sanat adına bu fotoğrafları siteye gönderdik. Sonra ne mi oldu yorumcu geçinen birkaçımız ellerinize sağlık çok güzel olmuş dedik. Bu sanal galeri yetmemiş gibi diğer sitelerden sanal galeriler istedik, diğer sitede var oraya gönderin dediysek te burada olsa kötü olur mu diye cevaplar aldık

        Fotoğraf sitelerini kullanmayı bilmediğimiz gibi koruyamadıkta sanat adına doldurduğumuz fotoğraflardan olsa gerek birileri siteyi kıskandı ve hackledi Herhalde bu Internet tarihinide geçmiştir ilk kez çok ziyaret edilmeyen ve de bir sanat sitesi hackleniyordu.

        Hep kolayı seçtik bir su bidonun kapağını çekmeyi de ihmal etmedik sonra bunu yarışmalara gönderdik derece alamayınca Jüriler tanıdıklarını kayırıyor demeden çekinmedik.

        Dernekler kurduk fotoğraf adına güzel şeyler yaptık. Üyeler topladık. Dernekte dediklerimiz olmayınca küsüp gitmeyi ihmal etmedik. Dernekte her şeyi ben bilirim diyen ağabeylerimizden çekinmeyi de ihmal etmedik. Ama yinede derneklerden çok şey öğrendik.

        Güzel Sanatlar Fakülteleri kurduk. İyide ettik . Mektepli fotoğrafçılar yetiştirdik. Güzel Sanatlar Enstitülerinde fotoğraf anabilim dalı altında yüksek lisans sınavları açtık: Ama demokrasiden yoksun bir millet olarak şartlar koyduk sadece fotoğraf lisans çıkışlılar girebilir dedik.

        Yarışmalarda hep aynı kişilerin dereceye girmesini, Profesörlerin asistanlarıyla, hocaların öğrencileriyle yarışmasını, yarışmada dereceye girenlerin çoğunluğunun İstanbul bölgesinden olmasını gözlemlemeyi unutmadık.

        Fotoğrafta haklı eleştiri yapan bir abimizi önemsemedik, Ama o hiç fotoğraf çekmiyor ki demeyi ihmal etmedik. fotoğrafa tıpkı sinema gibi eleştirmenlerin gerekli olduğunu düşünmedik.

        fotoğrafta abilerimizi hep kıskandık ama onların asistanı olmayı hiç denemedik onların peşinde koşmak birlikte çekim yapmak bakış açısını yakalamayı beceremedik. Abilerimizden bazıları da uyanıklık yapıp bizlere bunu öğretmedi,�Ben nasıl öğrendiysem sizde öyle öğrenin� demeyi de ihmal etmedi: Bazıları da turlar düzenleyip kolay para kazanmayı amaçladı.

        Doğa fotoğraflarında birde şöyle bir kadın olsa dedik hani yürüyen. ama ben insan fotoğrafı çekmem sadece doğa çalışırım dedik anlatamadık. Somurtan bir kadın fena mı olur dedik.

        Fotoğraf üretemedik ama çok konuştuk hep zamansızlıktan şikayet ettik. Pahalılıktan yakındık ama en iyi tatil köşelerinde en iyi barlarda hesabı biz ödedik. Fotoğraf malzemelerimizi bulunduğumuz ilde İstanbul�dan üç katı pahalı almayı biz başardık.

        Fotoğrafın rengini ilk kez biz tartıştık. Tıpkı paranın rengi gibi yeşil ve kırmızı sermaye dedik. Hatta dünyaca ünlü Afgan kızı fotoğrafını buna alet ettik.

        Nü fotoğrafı diye erotik pozlar çektik Ama bu ***** olmuş diyince azar işittik.

        Ustalar neyi çekmişse o doğru dedik ona bunu hatalı yapmışsın deme cesaretini gösteremedik.

        Ekipmanımıza bakmadan kuş fotoğrafçısı olduk. Kuş çok uzak kalmış dediğimizde telemiz yok dedik

        Sempozyumlar düzenlemeyi düşündük ardından sempozyumun miladını tartıştık.

        Fotoğraf konusunda hepimiz konuştuk ama biz kez olsun kompozisyon bilgisi okumadık. Eleştirirken güzel olmuş dedik ama benim arkadaşım bunu bir çekmiş o başka güzel olmuş demeyi ihmal etmedik.

        Neler dedik neler ettik ama aslında hiç bir şey yapmadık.

        Sadece konuştuk tıpkı benim gibi

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          #5
          Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

          20. İFSAK İFG Afişi

          Bu yazının geç kalmış olduğunu düşünenler veya düşünecekler haklılar. Ancak, fotoğraf alanında yapılanların çoğu zaman gelişigüzel değerlendirilmesi, yahut hiç değerlendirilmemesi, çoğu zaman sıkıntılarının es geçilmesi, daha da önemlisi, söz konusu sahada yapılanların genellikle popülizmi körüklemesi gibi “nahoş” durumlarsa o düşünceye maalesef gölge düşürüyor. Sergiler, gösteriler, fotoğraf günleri, saydam günleri, atölyeler, seminerler, söyleşiler, yarışmalar, çeşitli faaliyetler ve daha neler neler yapılıyor, fotoğraf alanında. Fakat, yapılan onca şey üzerine ne elle tutulur bir şey söyleniyor ne de tanıtım yazısı olmaktan öteye giden bir şeyler yazılıyor. Çok az sayıda yazılanlar benzer bir söylemden, derdini açıkça beyan eden duru bir Türkçe’nin aksine; anlaşılmaz, dişe dokunmayan, her yana çekilir lastikli sözlerle dillendirilmiş söz de “eleştiri yazıları”ndan öteye gitmiyor. Çoğu zaman mevcut klişeyi aş(a)mayan ve bir özgünlük içermeyen, hayatla yeterince karşılık bulmadığı, yaşadığı coğrafyanın gelişmelerine ve sorunlarına dikkat çekmediği gibi bir açılım da getirmeyen, çoğu olanak ve ilişkiler ölçüsünde şişirilen, üzerinde tartışmak yerine genelde pohpohlanan ve en önemlisi çoğunluğu kendi köklerinden beslenmediği için zamanla solmaya, yarın unutulmaya mahkum çalışmalar ise, dolayısıyla bir “eğleş” olmaktan maalesef pek de ileriye geçemiyor…

          “İFSAK 20. İstanbul Fotoğraf Günleri” kapsamında yer alan, kimi üst paragrafta sözünü ettiğimiz eleştirilerle buluşan ve üzerinde daha başka şeyler de söylenebilecek çeşitli çalışmalara değmeden, bugün hüküm süren anlamsızlaştırma politikasına, bu politikanın yansımasına projeksiyon tutan söz konusu faaliyetin afişi hakkında düşündüklerimle başlayıp bir denemeye girişeceğim. Belki birkaç etkinlikten de söz edebilirim. Şimdi, adı geçen aktivitenin afişine dönüp önce, söz konusu afişte fazlaca bir alanı kaplayan nötr bir fonun ne anlama geldiğine bir göz atalım. Çoğu zaman öznel olmaktan ileriye gitmeyen bir sürü anlam yüklense de, aslında nötr bir fon; hiç bir şey ifade etmez, hiçbir anlama da gelmez. Kimi zaman adı, kimi zaman içeriği, kimi zaman bir başka biçimde hiçliği ve anlamsızlığı çağrıştıran bu ve buna benzer çeşitli çalışma ve etkinliklerin bugün bir moda gibi çoğalması veya yayılması tesadüf olamaz. Bu durum, ısrarla sözü edilen, insanı tarih sahnesinden silmeye çalışan küreselleşmenin ve onun tüm Dünyada dayattığı kültür-sanat politikasının bir neticesidir. Düşüncesi ve replikleri ortak, yatay bir toplum yaratıldığını, her şeyin içinin boşaltıldığını görmek için fazlaca kafa yormaya hacet yok. Reytingleri milyonları bulan televizyonların gündüz programlarına şöyle bir göz atanlar, anlamsızlığın, daha açık bir dille sığlığın ve sıradanlığın boyutunu ayan beyan görebilirler. Ancak bu vahim durumun, hem de her alanda, hem de tüm Dünyada eş zamanlı görülmesi ise rastlantı olmadığı gibi, sözü edilen politikaların bir sonucudur. Sözü daha fazla dallandırmadan, fotoğraf alanına da sızmış bu anlamsızlaştırma politikasının bir göstergesi olduğunu düşündüğüm afişimize, tekrar dönelim. Yukarıda bahsi geçen nötr fona, afişin tam ortasına yerleştirilmiş, ilgi merkezi olan ve bir fotoğraf etkinliği ile ilişkisi merak konusu bir arabanın gölgesi yansıyor. Bu yansıma sonucu kendisi ile zerre kadar hesaplaşmayan ve yaratılmaya çalışılan saydam insanın, aynada yalnızca sahip olduğu ve ona statüko kazandıran varlığı ile anlam bulması, böyle yönlendirilmesi; tüm değerleri, örneğin bilgiyi, sevgiyi, düşünceyi, birikimi, insani bir olguyu… maalesef bertaraf ediyor. Boş, anlamsız ve hiçlikle buluşan alanı dolduran nesneler içinde bir canlı varlığa, yaşama, bir coğrafyaya veya manevi bir olguya dair tek bir imgeye rastlanmaması tesadüf değildir. Afişte, insan yerine birer kukla seçilmesi de, gerçeklik olgusu yerine simülasyonunun yaratılması da... Tüm bunlar insanın nesneleştirildiğinin, insan ve yaşamın yerine imitasyonunun seçilmeye veya geçirilmeye çalışıldığının bir göstergesidir. İki kuklanın bir araba üzerinde fotoğrafa çıkması, gerçek yaşama deklanşör basmasıysa, yaşamı, bir insan gözüyle görmek yerine, düşüncesiz, yüreksiz, yani cansız bir varlık gözüyle görmeyi, dolayısıyla hiçbir şeyi sorgulamamayı, her şeye sırt dönmeyi yeğliyor ve koşullandırıyor... Yüzlerinde ifade olmayan tek tip iki oyuncak bebek veya kukla, aslında her şeyin bir oyun olduğuna, dolayısıyla boş vermek, hayatı, pek de ciddiye almamak gerektiğine de bir gönderme içeriyor. Oysa yakın zamanda gazetelere düşen ve “insan” olana pek dokunan şu haber; “Ders kitaplarını tek tek inceleyip sözcükleri sayan Prof. Ali Baykal, kitapların itaatkâr nesiller yetiştirmeye kodlandığını ortaya koyuyor. Anlaşılan, sorgusuz ve coşkusuz bir nesil geliyor.” cümleleri, boş vermenin ne anlama geldiğini, boş vermek ile itaatkar olmak arasında pek de kalın bir çizgi olmadığını açık ediyor. Kimilerine çetrefil gelebilecek bu durumu çözümsemiş her akil insan, aynı zamanda oyuncak arabanın, daha doğrusu araba modelinin de bilinçli bir seçim olduğunun ve neyi karşıladığının ayırdına da varır. Oyuncak bebeklere giydirilen mavi gömlekle erkeği, pembesiyle kadını temsil ederek, bir klişeyi aşamayan ve kenar süsleri ile “kiç”liğini de tamamlayan söz konusu afiş; kenar süsleri ile doğuya, arabayla ise batıya bir gönderme içeriyor. Eğer bu bir doğu-batı senteziyse, buluş hayli vasat. Öyle bir kaygı taşınmıyorsa, o zaman onlar niye. Onların fotoğraf ile ilişkisi ne.. (Minvali insan olanlar, gelecekte bir afiş tasarlamak gibi bir olanağa sahip olurlarsa eğer, afişin tam ortasına bir insan yerleştirsinler! Hem de sıradan, yalnızca insan olduğu için, öylesine bir insan! O zaman anlaşılsın ki, insandan öte hiçbir şey daha anlamlı ve değerli değildir!..)

          (Eğer bu Vatan, bu dünyanın -neredeyse- en zengin tarih ve kültürüne sahip olmamış, demir ve deniz yolları'nın o harikulade ablemleri yapılmamış, topraklarında o içli türküler, şarkılar, o deyişler, o ağıtlar yakılmamış, o koca destanlar, o müthiş hikayeler, o derin romanlar, o anlamlı şiirler yazılmamış, o inanılmaz hayatlar, o büyük aşklar, özlemler, ayrılıklar, direnişler, isyanlar, acılar, göçler, savaşlar, imparatorluklar ve daha nicesi… yaşanmamış olsaydı, ne söz konusu afişten bahsetmeye ne de yapılan herhangi bir şeyden söz etmeye hacet kalırdı… Son fasılda, düşen bir insana yardım elini uzatmak yerine, altından arabasını çeken insanın idolleştirildiği, bir çiçeğin karşısında, sağlığa zararlı cips’in daha anlamlı görüldüğü/gösterildiği bir dünyada, bunlara karşı çıkanlara, yarının güllerine, zerre kadar da olsa daha insani olduğunu düşlediğimiz düşünceleri bırakmak, yazmaktan öte bizatihi kutsal olduğu, bunun böyle olduğuna inandığım için yazıyorum…)

          Yüksel Altun, Murat Aytaç, Bahattin Erkol, Damla Hamurcu, Çetin Kaya, Nükhet Oral,
          Yaşar Saban, Mustafa Salman, Korhan Sirekin, İlhan Tibet, Elif Üzer, Funda Yumlu, Anastassia Zlotopolskala… Bu isimler ve adını sayamadığım diğerleri, Fotoğraf Günleri’nin kanımca en nitelikli etkinliği olan “fotomaraton”da, fotomaratonun 20.’sinde hayli başarılı fotoğrafları olan ve daha önemlisi, gelecekte hayli nitelikli işler yapabileceklerinin sinyallerini verenler. Ama gelin görün ki, bunlarda, atlanan diğer birçok ayrıntı içinde kalarak -belki de- unutulup gidecek. Söz, fotomaratondan açılmışken şu soruyu sormanın tam da sırası: “Ülkemizin yarışmacıları, hatta ‘yarışma canavarı’ olarak lanse edilen fotoğrafçıları, neden fotomaratona katılıp kendinizi sınamıyorsunuz?” Üstelik bir arşiv oluşturmak gibi samimi bir niyete, üstelik İFSAK gibi ülkemizin en gözde, en nitelikli bir fotoğraf derneğine katkınız da söz konusuyken. Dolayısıyla, diğer yarışmalara katılıp diğer yarışmaları hiç kaçırmayan yarışma severlerin, böylesi özellikleri bir yana, eşit koşullara haiz bir yarışmaya katılmamaları anlaşılır gibi değil…

          20. İFSAK İstanbul Fotoğraf Günleri’nin afişine ara verip, onun kapsamında sözünü etmek istediğim bir başka etkinlik ise Vedat Ozan’ın “PAT!” isimli fotoğraf sergisi. Bir görüntüyü parçalayıp, kendi deyimiyle patlatıp içinden farklı görüntüler elde etmenin pek de derin, yeni bir buluş olmadığını ve bu bir görüntüden bir başka görüntü, bir başkasından bir başkasını kadrajlamanın sonsuza dek gideceğini hatırlatıp asıl kaygıma gelmek istiyorum. Nasıl ki Batının diliyle Turkey, hindi anlamına geliyor ve Vatanımızdan “Turkey” (hindi) diye istihza ile söz ediliyorsa, aynı şekilde Batı için “öteki” olan tüm Doğu’nun bir ülkesi olan Mısır’dan da, “pat” diye aynı niyetle söz ediliyor… Belki de dolayısıyla Ozan, bir batılı gözüyle veya öyle görmediğini iddia ederek Mısır’ı tırnak içinde ve büyük harflerle pat diye tanımlıyor. Ancak ne bu tanımlama, ne de sergi sunuşundaki farklılık maalesef onu sözünü ettiğimiz bakıştan kurtaramıyor. İyi niyetle Ozan, çoğu zaman birbirine benzeyen, tek düzleme indirgenen oryantalist bir bakış açısından, çok revaçta olan klişe bir gezi fotoğrafçılığından kaçınmış olsa da, çalışmasının kayda değer bir “duygu”, “anlam” ve “anlatım” içermemesi, sözünü ettiğimiz bakışla buluşmasının gerekçesi oluyor… Bir görüntüyü değerli kılan ayrıntıları, o görüntü içinden yeniden kadrajlayıp ilk görüntü ile yan yana sunmak; didaktik bir yaklaşım olduğu gibi, o görüntü ile kurulacak duygusal bağların da kopma sebebidir…

          Nazan Tuna’nın elinden çıkmış “Doğuda Kadın Olmak” isimli siyah-beyaz çalışma, bahsini yapacağım son sergi. Üst satırlarda 20. İFSAK İFG kapsamında yapılan çeşitli etkinlikler üzerine söylenecek daha başka şeylerin olduğunu daha önce hatırlatmıştım. Aynı şekilde “Doğuda Kadın Olmak” başlıklı sergi için de söylenecekler yok değil. Fakat, bu serginin içeriğine hiç değmeden, biçimi üzerine, daha doğrusu biçimi etkileyen çekim tekniği üzerine bir şey söyleyeceğim. Ancak bu söyleyeceğim siyah-beyaz fotoğrafı “akademik” düzeyde çözümsemiş insanların anlayacağı türden. Bugün maalesef birçok fotoğraf derneğinde, eksik ve eğreti bilgilerle siyah-beyaz veya karanlıkoda seminerleri veriliyor. İleride bu konu üzerine daha kapsamlı bir yazı yazmayı planladığımı hatırlatıp, asıl söylemek istediğime gelmek istiyorum: Nazan Tuna ile sergisi sırasında yaptığım sohbette, kimi baskılarının kontrast olduğundan dem vurmuştum. Aynı zamanda Vatanımızın, güneş ile ilişkisinde genel olarak kontrast sonuç verecek bir konuma sahip olduğunu da hatırlatmıştım. Oysa Nazan Tuna, kontrast sorununun ayırdında olduğunu, danışmanından aldığı direktif sonucunda, 400 asa’lık filmini 800 asa’ya zorladığını söylemişti. Oysa, bu konunun uzmanları bilir ki, böylesi bir çekim yöntemi, kontrastı azaltmak yerine daha da artırır…

          Sözlerimi özetlemeden önce şu hatırlatmayı yapmakta yarar görüyorum: Amacım, daha nitelikli olmamız konusunda bir temenni. Hemen hemen her yazımda, Dünyanın en zengin tarihsel ve kültürel değerlerine sahip olduğumuzun altını ısrarla çizmemin nedeni de bu. Kaygım, derin ve dikey bir geçmiş ve kültürden gelenlerin dolayısıyla her alanda daha dikey olması. Bedeli olsa da, sözlük anlamı, siyaset, bilim ve edebiyat alanında yapılan sert tartışma anlamına gelen polemiğe/polemiklere de bu yüzden giriyorum… Şimdi, denememe konu edindiğim 20. İFSAK İFG afişi hakkında şu son sözlerimle bitirebilirim. Afişin, isim ve imza kısmını kapatıp, “Bu, ne tür bir etkinliğin afişi olabilir?” diye sorduğum insanların çoğundan, fotoğraf etkinliği dışında yanıtlar aldım. Öte yandan sohbet derinleşince, “İyi de araba içinden fotoğraf mı çekilirmiş?”, “İki kişiyle, yahut bir yakınınla fotoğrafa çıkmak pek verimli olmaz, çünkü yeterince konsantre olamazsın.”, “Yaşamadan, hissetmeden, geçerken fotoğraf çekmeyi öneriyor.” türünden eleştiriler de oldu. Öyle ya! konuna dokunmadan onu ne yeterince tanıyabilir ne de hissedebilirsin… Böyle olunca da konun, nesneye dönüşür. İyi fotoğrafın temel direklerinden biri; konunun, içinde olmaktır…

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            #6
            Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

            Beynimizin Neresiyle Fotoğraf Çekiyoruz

            Fotoğraf Yapma Eyleminde Sezgisel ve Analitik Yaklaşımlar..

            2003 yılı başlarında Afsad hocalarından Gökhan Demirer, o dönemdeki fotografik tartışma konularından biriyle bağlantılı olarak bana : 'Sana özellikle göstermek istediğim bir kitap var, bir süre sende kalabilir' dedi. Kitap Kathryn Marx'ın "Right Brain - Left Brain Photography" (Sağ Beyin - Sol Beyin Fotoğrafçılığı) isimli kitabıydı.

            Fotoğraf alanında son dönemdeki yayınların artışına karşılık o dönemde Türkçeye çevrilmiş iki elin parmakları kadar yabancı yayın olduğundan, fotoğrafı ciddiye alan, bu alanda yurtdışı yayınları da takip etmeye çalışan bir çok fotoğrafçı gibi amazon.com'dan temin etmişti kitabı Demirer.

            Kitap; fotoğraf çekme yaklaşımlarımızın, fotoğraflama eğilimlerimizin beynimizin hangi yarım küresini daha yoğun kullandığımızla bağlantılı olduğundan bahsetmekte, her iki yarım küreyi de etkin kullanabilmek için bir takım fotografik egzersizler önermekteydi. Kitap yeterince ilgimi çekmişti gerçekten, devamında yaptığım internet araştırmalarında bu konunun aslında sadece bu kitapla sınırlı olmadığını, bu alanla bağlantılı bir çok yayın bulunduğunu keşfettim.

            Daha önceden de hareketlerimizin, düşünce alışkanlıklarımızın, algılama sürecimizin beynimizin hangi yarım küresini kullandığımızla yakından ilintili olduğunu biliyordum. Sağ yarım küre sezgisel ve yaratıcı içgüdülerimizi yönetirken, sol yarım küre daha analitik bir yaklaşımla düşünsel eğilimlerimizi yönetmekteydi. Yıllardır fotoğrafla ilgilenen insanların birbirinden farklı fotoğraflama eğilimlerini ve fotoğrafa yeni başlayan, öğrenme aşamasındaki kişilerin birbirinden farklı algılama eğilimlerini düşündüğümde her şey biraz daha yerli yerine oturdu kafamda.
            Bazıları fotoğrafın teknik yönüyle daha yoğun ilgilenirken, bazıları sadece bir duygunun, bir anın peşinde koşmakta, bir kısmımız ise bir ifade barındıran, kurgusal yönü ağır basan çalışmalar yapmaktaydı. Öğrenme aşamasında ise kimileri işin teknik nedenlerini çözerek anlamaya daha eğilimli, kimileri ise daha sonuç bazlı bir algılama eğilimi göstermekteydi.

            Aslında niyet sanat ve fotograf yapmak olunca, hepsinde de hedefin ortak olduğunu söyleyebiliriz : duygu ve düşüncelerin estetik haz uyandıracak şekilde görselleştirilmesi. Ama bu niyet için öncelikle ve kesinlikle temelde fotoğraf ekipman ve tekniklerine hakim olunması gerekiyor. Ekipman ve tekniklerin bizi değil, bizim onları yönetmeye başladığımız aşamadan itibaren, kendi tercihlerimizle fotoğraf çekme yetkinliğine ulaşmış oluyoruz. Gerçi, esnek tabanlı rulo filmleri geliştirmesiyle fotoğrafın yaygınlaşmasını sağlayan Kodak'ın; 1880'lerde ürettiği fotoğraf makineleri için kullandığı : "Siz deklanşöre basın, gerisini biz hallederiz" şeklindeki pazarlama sloganı, teknolojinin gelişmesi ile bugün belki daha da ayyuka çıkan bir inanışı, 'fotoğraf çekmek için fazla bilgi birikimi ve yetenek gerekmediği' yanılgısını da beraberinde yaygınlaştırmıştı; öyle ya, 'resim yapamıyorsanız, fotoğraf çekebilirsiniz' !..
            Aslında niyet 'mevcut bir görüntünün kaba bir saptaması'ysa, sözkonusu argüman belli bir yere kadar doğru olabilir, ancak iş 'duygu ve düşüncenin estetik haz uyandıracak şekilde görselleştirilmesi' olduğunda, fotoğraf "çekmek" ile fotoğraf "yapmak" arasındaki fark daha da belirginleşmektedir. Fotoğraf "çekme" eyleminde, fotoğrafçı için yaratıcı süreç daha başlarda sona ermiştir zaten.
            Benzer şekilde, nasıl pahalı bir dolmakalem sahibi olmak edebi bir metin yazmamıza yetmiyorsa, pahalı ve yetenekli bir fotoğraf makinesi de başarılı bir fotoğraf için yeterli değildir. Fotoğrafı yapanın makine ve ekipman olmadığı, makinenin arkasındaki fotoğrafçı olduğu bir gerçektir.

            Bu noktada fotoğraf ile yazı arasındaki benzerlikten bahsetmek istiyorum. Nasıl fotoğraf bir anıyı ölümsüzleştiren belge, ikametgah belgesi için gereken bir evrak, ya da duygu ve düşüncelerimizi aktarmak amacıyla yarattığımız, estetik haz uyandıran bir yapıt olabiliyorsa; yazı da kişinin niyetine bağlı olarak çarşı-pazar listesi , bayramlarda yazılan bir tebrik kartı, ya da edebi bir metin haline gelebilir.
            Yazı aracılığıyla kendimizi ifade etmek için geçirdiğimiz aşamalara bir göz atalım : önce alfabeyi öğreniriz; sonra hecelemeyi, sonra hecelerden cümle kurmayı, ardından cümleler oluşturmayı. Kitaplar okumak, yazılar yazmak gerekir. Ve nihayetinde kendimizi ifade eden bir metin yazabiliriz.
            Fotoğraf için de aynı şey geçerlidir; temel eğitimden sonra bol bol pratik yapmak, farklı fotoğrafları incelemek, fotoğraf üzerine teknik ve kuramsal yazılar okumak gerekir. Ve en nihayetinde bir fotoğraf "yapabiliriz".
            Nasıl alfabeyi öğrenmek dünyaca meşhur bir kitap yazmamıza yetmiyorsa; temel fotoğraf bilgisi de aynı şekilde başarılı bir fotoğraf yapmamıza yeterli gelmeyecektir.
            Fotoğrafın kolay üretilebilirliği, aynı zamanda hasbelkader fotoğraf çekmeyi öğrenen bir fotoğrafçının, fotoğraf 'yazamamasının' yanında, iyi bir fotoğraf 'okuru' olamaması gibi bir tehlikeyi de beraberinde getirmektedir. Birçok fotoğrafçının belki de eksik olduğu fotoğraf okuyamama zaafı nedeniyle, üretilen fotoğrafların boşuna gevezelik yapılan boş laflar, kekemelemeler ve anlamsız hecelemeler mi, yoksa bir duygu ve düşünceyi uygun fotografik teknikler aracılığı ile aktaran bir fotoğraf mı olduğu yeterince anlaşılamamaktadır.

            Artık bu noktadan sonra aktaracağım konuların, fotografik proseslere hakim bir fotoğrafçı için geçerli olan fotoğraf "yapma" eylemindeki yaratma süreciyle ilgili olduğunu rahatça söyleyebilirim. Temelde bir teknikten ibaret olan fotoğrafı sanatsal yaratım süreci için bir araç haline getiren; fotoğrafçı'nın niyeti, bu doğrultuda harcadığı emeği ve birikimi olabilir ancak.
            Burada yaratma sürecinde iki farklı boyut çıkıyor karşımıza :
            1- içgüdüsel (sezgisel) boyut
            2- düşünsel (analitik) boyut

            Beynin sağ yarım küresini daha yoğun olarak kullanan bir fotoğrafçı fotoğraflarını (çekim anı, kadraj, tasarım, vb) içgüdüleriyle yönetmekte, kararlarını genelde anlık olarak vermekte, çekim için önceden plan yapmamaktadır. Fotoğraflarında aktarmak istediği mesajlar ve teknik hakimiyet ikinci plandadır. Beynin sol yarım küresini daha yoğun olarak kullanan bir fotoğrafçının fotoğraflarında ise genelde aktarılmak istenen bir mesaj (altı çizili veya üstü kapalı olabilir) vardır ve fotoğraf üzerinde çekimden önce düşünülmüş, çekim anında kompozisyon ve teknik değerler kontrollü olarak seçilmiş, hatta fotoğraf çekim sonrasında amaca yönelik bazı müdahalelerle başkalaştırılmış olabilir. Ancak hiçbir yarım küre bir diğerine üstün değildir; yani sağ yarım küreyi kullanan bir fotoğrafçının daha yaratıcı (doğuştan sanatsal yeteneklere sahip) olduğunu, sol yarım küreyi kullanan bir fotoğrafçının ise daha zeki (düşünme kabiliyetine sahip) olduğunu söyleyemeyiz - yetenek ve zeka daha başka kavramlardır -. Konu tamamen alışkanlıklar ve eğilimlerden kaynaklanır. Bu konuda yazılan metinlerde, her iki yarım kürenin de gerektiği durumlarda etkin şekilde kullanılabileceği, ve bunu başarabilen kişilerin eskisinden daha etkileyici çalışmalar ortaya koyacağı öne sürülmektedir.
            Sol yarımküre için önerilen egzersizler çekim anında tasarımsal ve teknik unsurların kontrol altında tutulmaya çalışılması, çekim için önceden belirli somut bir konu çerçevesinde oluşturulmuş projeler üzerinde çalışılması şeklindedir. Sağ yarımküre için önerilen egzersizler ise genelde teknik ve tasarımsal unsurların bilinçli olarak çiğnenmesi, ve hatta bilinen kuralların tam tersini uygulayarak bilinçli olarak "hata" yapmak yönündedir. Soyut kavramların fotoğraflanmaya çalışılması önerilmektedir. Ortaya çıkan fotoğrafların çekim anındaki benzer ruh hali ile değerlendirilmesi, egzersizlerin sonunda bu özellikleri fotoğrafçının kendisine mal etmesini sağlayacaktır.

            Fotoğraf yapma eylemini gerçekleştirme niyetindeki bir fotoğrafçının her iki yarım küreyi de etkin kullanabilmesi, hem sezgisel hem de analitik yaklaşımların katkısı ile fotoğraflarını mevcut düzeyin üzerine taşıyacağı kesindir. Bu yetinin; her şeyden önemlisi fotoğrafçının kendi çalışmalarına 'eleştirel bir gözle' bakması (eleştiri burada olumlu anlamı ile kullanılmıştır), okumaya çalışması ile kazanılabileceğini düşünüyorum. Fotoğraf okuma, görsel formu sözel forma aktarmaktır.
            Fotoğraf okuma edimi sayesinde bilinçli / bilinçsiz seçimler ortaya çıkartılmaya çalışılacak, yaratıcılığa bilinçli bir gözle bakılacak ve anlam katmanları gözden geçirilecektir. Bu sayede sonraki çalışmalar için fotoğrafçı kendisi için bir geribesleme elde etmiş olacak; bunun yanı sıra başka fotoğrafları da okuyabilme yeteneğini geliştireceği gibi herşeyden önemlisi kendi fotoğrafının okunabilirliğini de ilk elden test etmiş olacaktır.
            Yapılan okumanın sadece fotoğrafçının kendisi için yapılması, okumanın samimiyeti için önemlidir. İşin özünde, fotoğrafçı tabi ki söylemek istediklerini sözcüklerle ifade etmek isteseydi fotoğraf çekmez, yazı yazardı. Hatta çoğu zaman görüntü kelimelerden daha fazlasını anlatır, kelimelere aktarılması zor duygular barındırabilir, psişik çağrışımlar ve açılımlar yaratabilir. Zaten sırf bu amaçla bir fotoğraf sergilendikten sonra fotoğrafçı artık susmalıdır. Söylenecek herşeyi fotoğraf anlatmalı; fotoğrafçı bu noktadan sonra izleyici ile fotoğraf arasına girmemelidir. İşte bu yüzden, fotoğrafçı öncelikle fotoğrafını kendi kendisine okumalı, okuyabilmelidir. Ancak fotoğrafın zaten içerdiği derli toplu birşey yoksa, fotoğrafçının kendisine bile söyleyemediği, açıklayamadığı bir durum varsa, o zaman fotoğraf izleyiciye ne söyleyebilir, ne hissettirebilir ki ?
            İster sezgisel, ister analitik bir yaklaşımla yapılmış bir fotoğraf olsun, fotoğrafçı ne yaptığının farkında olmalıdır.

            Walter Benjamin'in "Fotoğrafın Kısa Tarihçesi" isimli kitabından bir alıntı ile bitirmek istiyorum :
            " 'Geleceğin cahilleri' deniyor, 'alfabeyi sökemeyenler değil, fotoğraf çekemeyenler olacak' Ama kendi fotoğrafını okuyamayan fotoğrafçıyı da cahil saymak gerekmez mi ? GEREKÇE, çekilen fotoğrafın en önemli unsuru olmayacak mı ? "

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              #7
              Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

              Platinotype Baskı Tekniği

              Fotoğrafın ilk bulunduğu yıllarda kullanılmaya başlanılan platinotype tekniğinde herhangi bir uygun kalitedeki kağıt üzerine fotoğraflarınızı basmanız olanaklı. Platinotype tekniği bütün alternatif baskı tekniklerinin en önemlisi, en çok bilinen ve kullanılan tipidir. Bu tip baskılar çok dayanıklıdır, baskı yapılan kağıt özelliklerini kaybedinceye kadar fotoğraf baskınız çok uzun bir süre boyunca değişmeden kalacaktır. Bu açıdan önemli fotoğrafların çok uzun süreler boyunca değişmeden saklanmasında kullanılabilir. Bu tip baskı yapılmış fotoğraflar, ilk bakışta modern gümüş tuzlu baskılara benzer biçimde siyah-beyaz görünür. Daha yakından incelendiğinde rengin mavi yada kahverengiye kaydığını, görüntünün bir tabaka halinde değil, kağıdın lifleri arasına girdiğini, kağıdın küçük pürüzlü yüzeyi üzerinde gümüş baskılara göre çok daha küçük grenler halinde olduğunu görürsünüz. Bu özellikler fotoğraf baskısının görüntü kalitesini de artırarak daha etkileyici olmasını sağlayacaktır. Böylece manzara fotoğrafları daha etkileyici, portre fotoğrafları daha canlı görünecektir, bunun yanında baskının yüzlerce yıl değişmeden kalacağını eklersek platinotype tekniği diğer geleneksel yöntemlere göre çok üstündür. (1, 2)

              Kısa Bir Tarih
              Platin tuzlarının ışığa hassas olduklarını ilk olarak İngiliz kimyacı Sir John Herschel 1832 yılında keşfetmişti. Bu özelliği fotoğraf baskısı sırasında kullanma yöntemini yani “platinotype” yöntemini ise 1873 yılında yine İngiliz William Willis buldu. 1880'li yıllarda bu yöntem için gerekli kimyasal malzemelerin ticari olarak da satılmasıyla platinotype fotoğrafçılar arasında yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Bu dönemde zamanımızda gümüş tuzları içeren kartlarda olduğu gibi platin tuzları emdirilmiş kağıtlar kullanıma hazır olarak satılıyordu. Platin tuzları pahalıydı, bu yüzden 1916 yılında benzer özellikleri olan palladium tuzları da bu yönteme eklendi. Böylece yöntemin adı “platinum-palladium” oldu. (Bu yazıda genel olarak platinotype terimini kullanacağız) Birinci Dünya Savaşı sırasında, dünyaya çoğunlukla Rusya'daki madenlerden çıkarılıp dağıtılan platin tuzlarının zor bulunur ve pahalı hale gelmesiyle ve gümüş tuzları kullanılan fotoğraf kartlarının kullanımının yaygınlaşmaya başlamasıyla 1940'lı yıllardan sonra platin içeren kimyasallar ticari olarak satılmamaya başlandı.

              Teknolojik yeniliklerin yeni daha kolay yöntemler sunmasıyla unutulan birçok fotoğraf tekniği gibi platinotype yöntemi de son zamanlara kadar neredeyse unutulmuştu. Zamanımızda bazı fotoğrafçıların daha dayanıklı ve güzel görüntüler veren baskı teknikleri kullanmak istemesiyle bu yöntem tekrar popüler olmaya başladı. Gerçekten de bu teknikle basılan fotoğrafın dayanma süresinin şu anki bilgilerle en az bir yüzyıldan fazla olduğuna inanılmaktadır. Bunun bir kanıtı dünyada fotoğrafçılığın ilk yıllarında yaratılan yapıtların çeşitli müzelerde ve sergi salonlarında şu anda bile eski kalitesinde izlenebiliyor olmasıdır. (3, 4, 5)

              Ben de Bu Yöntemi Kullanmak İstiyorum!
              Platinum-palladyum yönteminin kullanımı için bazı önemli noktaları burada anlatmak karar vermenizde yararlı olacaktır. İlk olarak bu yöntemle sadece siyah-beyaz veya kullandığınız yöntemdeki farklılıklara göre kahverengi veya mayiye kayan renklerde baskı elde edersiniz. İkinci olarak platinotype bir kontakt baskı yöntemidir, yani banyo yapılmış siyah-beyaz negatif filmi solusyon emdirilmiş kağıdın üstüne koyarsınız ve kullanacağınız ışık kaynağına tutarsınız. Böyle olunca elde ettiğiniz fotoğraf, negatif filminizin boyutunda olacaktır. Çok kullanılan 35 mm. negatif film ile fotoğrafınız 36x24 mm. boyutlarında olacaktır. Bu boyutlardaki fotoğraflarla sergi açamazsınız ama belki de bir madalyon veya küçük bir çerçeve içine koyacak çok dayanıklı bir fotoğrafınız olur. Daha büyük boyutlu baskılar için ise büyük boy negatif film kullanmanız gereklidir. Bunun için ise geniş format makine kullanmanız gereklidir. Platinum-palladium yöntemini kullanırken, negatif filminizin banyosunu bir stüdyoda yaptırırsanız evde karanlık oda olması gerekmez. Platinotype yönteminde kullanılan çözeltiler ışığa aşırı hassas değildir, bu yüzden elektrik veya gün ışığında çalışabilirsiniz. Baskıda basit olarak içinde asit içermeyen suluboya resim için satılan kalın kağıtları kullanabilirsiniz. Baskı süresi de kullandığınız çözeltilere göre sekiz dakika ile iki saat arasında olacaktır. Baskı sırasında sabırlı olmanız ve belki de günde sadece iki fotoğraf basa-bilmeyi göze almalısınız. Bunun yanında kartın hazırlanmasında kullanılan kimyasal maddeler zor bulunur ve pahalıdırlar. Bunları düşünerek platinotype yöntemini kullanmaya karar verdiyseniz lütfen yazıyı okumaya devam edin.

              İlk Adımlar
              İlk olarak güzel bir siyah-beyaz fotoğraf çekmelisiniz. Bunun için, iyi bir film ile lens kullanmak ve güzel, sade bir kompozisyon yaratmanız gerektiğini sanıyorum söylemeye gerek yok. Sonuçta fotoğraf çektiğiniz filmin banyosunu siz yapmasanız da sonradan platinotype baskısı için çok emek, para ve zaman harcayacağınızı unutmayın. Sadece çok güzel bulduğunuz ve kalıcı olmasını istediğiniz fotoğraflarınızı bu yöntemle kağıda basın.
              Bu yöntemde büyük boy, daha doğrusu fotoğrafınızı görmeyi istediğiniz boyutta negatif film kullanmanız gereklidir. Bu amaçla çoğunlukla 14x17 inç veya daha büyük boyutlarda film kullanan geniş formatlı makineler kullanılır. Küçük negatifleriniz varsa bunları uygun aletleri olan bir stüdyoda agrandizör veya sayısal yöntemlerle büyük bir negatif filme bastırabilirsiniz. Fakat bildiğiniz gibi giderek daha çok sayıda stüdyo sadece sayısal yöntemlere ağırlık vermektedir. Artık en büyük fotoğraf stüdyolarında bile siyah-beyaz film banyosu yapılmamakta hatta karanlık oda veya agrandizör bulunmamaktadır. Bu yüzden platinotype yöntemini kullanırken özellikle büyük kentlerden birinde yaşamıyorsanız, gerekli işleri tamamıyla kendiniz yapmanız gerekli olacaktır.

              Platinotype Laboratuarı
              Büyük bir siyah-beyaz negatifi böylece elde ettikten sonra platinotype tekniğini kullanabilmek için kendi laboratuarınızı kurmanız gereklidir. Günümüzde bu yöntemde kullanılan malzemelerin hiçbiri hazır olarak satılmamaktadır. Kullanacağınız malzemeleri ve kimyasalları tek tek araştırıp bulmalısınız. İlk yapmanız gereken uygun bir baskı kağıdı bulmaktır. Bunun için içinde asit veya baz içermeyen %100 pamuk liflerinden üretilmiş suluboya resimler için kullanılan kalın kağıtları seçebilirsiniz. Kağıtların yapısına ait bilgileri üretici firmalardan ve internetten araştırabilirsiniz. Daha sonra bu kağıtları uygun boylarda kesip daha önce hazırladığınız platin veya palladyum tuzlari içeren çözeltiyle kullanıma hazır hale getirmelisiniz. Burada klasik platinum-palladium yöntemini anlatacağız, bu yönteme alternatif daha kullanımı kolay yöntemler de internette çeşitli kaynaklarda anlatılmaktadır. (6, 7)

              Gördüğünüz gibi “karanlık oda” terimini yerine “laboratuar” terimi işlemleri yapacağınız yere verilecek isim için daha uygun. Platinotype tekniği uygulaması sırasında, ortamda fazla parlak olmayan güneş veya elektrik ışığı olması zararlı değildir. Baskı yapacağınız kağıdı kaplamakta kullanacağınız karışımı hazırlamak için öncelikle üç türlü kontrast değiştirici çözelti hazırlamalısınız. Bu çözeltileri A, B ve C olarak adlandırırsak, A solüsyonu ışığa duyarlı bir madde olan ferrum oksalat içerir. B solusyonu bu maddeye ek olarak potasyum klorat ve C solüsyonu palladyum ve/veya platin metali tuzları içerir. Platin tek olarak kullanılırsa gri renkli fakat grenli, palladyum tek kullanılırsa daha az kontrast bir baskı sağlayacaktır, bunların karışımı ile daha doğal kontrastta bir fotoğraf elde edilir. Fotoğraf üzerinde görmek istediğiniz kontrasta göre bu solüsyonlardan önerilen oranda karıştırıp bir fırça ile baskı için kullanacağınız kağıt üzerine sürmelisiniz. Bu kağıdı kendi kendine veya saç kurutma makinesi ile arkasından sıcak hava üfleyerek kurutunca baskı için hazır olacaktır. Bu solüsyonların hazırlanmasında kullanılan maddelerin miktarları ve hazırlama biçimleri için ilgili kaynaklara baş-vurmanızı öneririz. (8, 9)

              Şimdi Baskıya Başlıyoruz
              Bu biçimde hazırlanan baskı üzerindeki ışığa duyar maddeler özellikle 360-440 nanometre dalga boyundaki ultraviyole ışığa hassastır. Bu nedenle baskı için güneş ışığı veya daha kontrollü olması istenirse ultraviyole ışık kaynakları kullanılır. Öncelikle kağıt üzerine arada hiçbir boşluk kalmayacak biçimde negatif film konulur. Bunun için özel üretilmiş kontakt baskı araçları veya renksiz bir cam tabakası kullanılabilir. Tipik bir baskı için ışıkla pozlandırma süresi 3-20 dakika arasındadır. Bu süreyi doğru olarak saptamak için geleneksel yöntemde olduğu gibi küçük kağıt parçalarına test baskıları yapılabilir. Kontakt baskı bittikten sonra filminizi kağıttan ayırıp yeniden başka bir baskı için kullanabilirsiniz. Kağıdı ise çok gecikmeden aşağıda anlatacağımız banyo çözeltileri içine koyacaksınız.

              Ve Son Olarak Banyo
              Bu biçimde kağıdınızın üzerine görüntüyü düşürdükten sonra geliştirici (developer) ve temizleyici (clearer) banyolar yapmalısınız. Bunun için geleneksel gümüş tuzlu kartların banyosu için kullanılan plastik veya başka maddeden yapılmış geniş tepsilerden en az altı tanesine gereksinim vardır. İlk banyo tepsisinde geliştirici görevi gören potasyum oksit veya amonyum nitrat çözeltisi bulunur. Buradaki çözelti hafif sıcak olmalıdır, böylece kimyasal maddelerin etkinliği artacaktır. Burada kağıdınızı bir dakika tutup çıkarmalısınız.

              Bundan sonra kağıdınızı yarıya kadar oda ısısında normal su ile dolu yan tarafta yerleştirebileceğiniz bir diğer tepsiye almalısınız. Buradan da içinde temizleyici çözelti bulunan sonraki üç tepside banyoya her birinde beşer dakika olmak üzere devam edeceksiniz. İlk tepside solusyonu biraz sallayarak (agitasyon) etkisini artırabilirsiniz. Bu aşamadaki üç tepside bulunan çözelti, EDTA ve sodyum sülfit içerir. Bu banyolar içinde kart üzerindeki platin ve palladyum tuzları temizlenmiş olur. Bu tepsiler içindeki çözeltileri, ilk kullanılan önce olmak üzere her 2-4 baskıda bir yenilemelisiniz. (10)

              En son olarak da kağıdınızı biraz yatay durumdaki bir tepsi içinde temiz çeşme suyu ile yıkayarak işlemleri bitireceksiniz. Evet işte kuruduktan sonra platinotype baskınız hazır olacaktır. Bu baskıyı isterseniz etrafından biraz keserek bir çerçeve içine koyar ve sergilemeye başlayabilirsiniz.

              Bu Yöntem Çok Zor!
              Platinotype, işlerin tamamen otomatikleştiği çağdaş fotoğrafçılık yöntemlerine ters olarak neredeyse herşeyin sizin tarafınızdan yapıldığı bir yöntemdir. Bu zahmete katlanmanız size, fotoğraflarınız üzerinde kontrast değişiklikleri yapma özgürlüğü vermesi yanında baskılarınızın daha önce bahsettiğimiz gibi belki neredeyse sonsuza kadar saklanabilmesini sağlamaktadır. Bu günümüzde sürekli değişen fotoğraf sanatı içinde bir tezat gibi mi görünüyor? Günümüzde gazeteler, internet veya televizyon gibi medya organlarında fotoğraf bir kullanım süresi olan ve sonra atılan bir nesne olarak görülüyor. Çektiğiniz fotoğraflarınız çok güzel de olsa geçici mi olmalılar? Yani birkaç yıl sergilenip kenara atılması veya yokedilmesi daha uygun olur mu? Bu sorulara yanıtınız hayır ise bu yöntemi öğrenmeye başlayabilirsiniz. 1970'li yıllardan sonra dünyada giderek daha fazla sayıda fotoğrafçı bu yöntemi kullanmakta. Dünyadaki bazı galeriler ve müzeler, koleksiyonlarını oluştururken kalıcılığı garanti etmek için baskı tekniği olarak platinotype kullanılan yapıtları daha çok tercih etmektedir.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                #8
                Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler



                FOTOĞRAFIMIZ NEREYE GİDİYOR.

                Geçenlerde ülkemizin en gözde fotoğraf derneklerinden biri, emeklisinden kursiyerine 38 üyesiyle Sinasos’a (Mustafapaşa) bir gezi düzenledi; ancak bu bildik bir gezi değildi. İki güne sıkıştırılmış bu gezi veya “etkinlik” boyunca Sinasos Belediyesi, amatör fotoğrafçıların yemek ve konaklamalarını karşılayacak, karşılığında fotoğrafçılar ise bu sürede çektikleri fotoğraflardan bağışta bulunacaktı. Belediye, bağış fotoğrafları ile arşiv ve envanter oluşturacak, -yazık ki- Sinasos’u bu fotoğraflarla tanıtacak, fotoğrafçılar ise gezmiş, eğlenmiş, fotoğraf çekmiş olacaktı.

                Üzerinde yeterince düşünülmemiş bu uygulamanın hem kendisi hem de geniş yelpazede taraftar bulması insanı düşündürüyor. Çünkü, söz konusu faaliyete “zum” yapıldığında, içinde, çeşitli sıkıntıların barındığı gözden kaçmıyor. Öte yandan üstünkörü yöntemle(rle) fotoğraf elde edilmesine, elde edilen bu görüntülerle görsel arşivimizin oluşturulmasına, bilinen doğru yöntemlere, bu alanda faaliyet gösteren fotoğrafçılara ve söz konusu uygulamanın, -hem de- önemli kurumların desteği ile günbegün yaygınlaşmasına karşın ilgili çevrelerden eleştiri gelmemesi ise insanı düşündüren bir başka konu.

                Amacı, söz konusu alanlara uzak amatör derneklerin bu tür işlere soyunması bir yana akademik eğitim almış veya uzun yılların deneyimleriyle pişmiş, geçim kaynağı fotoğraf olan “tanıtım fotoğrafçıları”na haksızlık ediliyordu. Hiç bir ön hazırlık ve inceleme yapılmadan hafta sonunda üretilen ancak eskiz olabilecek fotoğrafların önemli yerlerde kullanılacak olması, ülkemiz fotoğrafının değer kazanması için yürütülen çabaları boşa çıkardığı gibi fotoğraf kalitesini de aşağılara çekiyordu. Bırakınız her hangi bir yeri veya bir köşeyi, kültürel ve tarihsel değerleri hayli zengin Sinasos gibi bir yerleşmeden bu kadar kısa zamanda “deneyimleri de tartışılan” amatör insanlarla doğru fotoğraflar üretmeniz olası değil. Üstelik bu kısa zaman, asıl gerçeklerin saklı olduğu ve meselenin özünü ortaya koyacak ayrıntı’ların atlanmasına da müsaitti. Oysa, donanımlı birkaç fotoğrafçı ile gerekli araştırmaların ardından, uzun zamana yayılmış bir çalışma ile ancak, nitelikli fotoğraflar elde edilebilirdi.

                Tüm dünyada kabul görmüş ustaların elinden çıkmış, her biri fotoğraf tarihinin kilometre taşları sayılan çeşitli işlerin, foto-ropörtajların yıllar süren çalışmalarla oluştuğunu biliyoruz. “Türkiye” ropörtajı için National Geographic foto muhabiri Reza’nın 44 bin kare fotoğraf çektiğini, bir kare fotoğraf için 3 gün Galata Köprüsü’nde beklediğini, derginin bu fotoğraflardan yalnızca 19’unu kullandığını, yine aynı derginin, “yün” ropörtajı için, dünyada yünle ilgili tüm kaynakları gözden geçirdiğini biliyoruz. Biz de ise üzerinde uzun soluklu, enikonu çalışılmış, kendi köklerinden beslenmiş, bir öyküsü ve özgünlüğü olan -birkaç istisna dışında- benzer bir çalışmayı, benzer bir uygulamayı bilen, duyan beri gelsin...

                Diğer disiplinlere karşın fotoğrafın kolay üretiliyor olması bir handikap olsa da, çözümlenmemiş her görüntünün fotoğraf olmadığı, yalnızca “taslak” olduğu gibi her tespitin belge olmadığı da ortada. Benzer alanlarda nitelikli işler üretmiş, örneğin, Sinasos’un neredeyse fotografik topografyasını çıkarmış Nusret Nurdan Eren’lere ilgisiz kalınırken, çok kısa zamanda, eğreti yöntemlerle üretilen taslak görüntülerle bir ülkenin görsel arşivinin oluşturulmasına, işinin ehli, deneyimli insanların pas geçilmesine ne demeli? Bu uygulamalar yalnızca “olay” yerinde olmaktan öteye gitmeyen, tarihsel, sosyolojik, kültürel... okumalara ışık tutacak görsel değerleri hayli zayıf görüntülerin elde edilmesine, bir köşe veya bir parça ile bir bütünün temsil(?) edilmesine olanak tanıyor. Daha da önemlisi; biçimsel kaygılarla oluşturulmuş, birbirini tekrar eden, her hangi bir anlatıma veya anlama gitmeyi önleyen, en didaktik gösterimiyle genelde “kiç”e teslim olan “güzel fotoğraf” anlayışını körüklüyor.

                Fotoğrafı sevdirmek, yaygınlaştırmak, fotoğrafa saygınlık kazandırmak gibi hedefleri olan fotoğraf dernekleri, yukarıdaki yöntemlerin yerine, aksi anlayışların gelişmesine öncülük etmelidir. Bir fofotoğraf bile her hangi bir yerde kullanılacak, bir şekilde ülkemizi, ülkemiz fotoğrafını temsil edecekse, fotoğrafla veya gösteri sanatlarıyla aşır neşir ilgililer gözetiminde, önceliği fotoğraf olan insanlarla üretilmesine ön ayak olmalıdır. Aksi halde kimi fotoğraf dernekleri, bu tür olumsuz gelişmelere ortak olarak kendilerine olan güveni ve saygınlığı sarsabilir, zaten pek kıymeti olmayan fotoğrafın, kan kaybetmesine -istemeden de olsa- yardımcı olabilirler.
                Bugün ülkemizin görsel belleği -yazık ki- çoğunlukla bu ve benzeri yöntemlerle oluşturuluyor. Hem kısa zamanda, hem yerinde olmayan yöntemlerle, hem de işinin erbabı olmayanlarca üretilmiş ve bunların sonucu ortaya çıkan vasat görüntülerle. Oysa, “hafızasını kaybeden bir toplum, zaman içinde yok olur.” diyor, uzmanlar. Bulunuşundan bu yana doğayı ve insanı tüm etkinlikleriyle kaydeden, sosyal ve siyasal açıdan insanlığın gelişimine katkısı olan fotoğraf, bir ülkenin belleğinin oluşmasında da büyük önem taşımakta. Ancak ülkemizde, fotoğrafa yeterli desteğin verilmemesi, öneminin yeterince kavran(a)maması, bu yazıda kıyısından değindiğimiz uygulama(lar), fotoğrafımızın, nereye gittiğinin net resmidir...

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  #9
                  Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                  2003, “Yılın Fotoğraçısı” Ödülü

                  İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) tarafından her yıl kasım ayında verilen yılın sinema ve fotoğraf ödülleri sahiplerini buldu. 2003 yılının sinema ödülü CNBC-e’ye, fotoğraf ödülü ise Halil Koyutürk’e verildi. 1980 yılında yurt dışına çıkmak zorunda kalan Koyutürk, halen Stockholm'de yaşayor. Ancak, “Tinerin Kokusu” “Çingeneler” ve “Travestiler” başlıklı çalışma konuları İstanbul’dan. “Fotoğraf benim herşeyim, fotoğrafsız bir hayat düşünemiyorum.” diyen fotoğrafçı daha çok sosyal konulara ilgi duyuyor. Çeşitli etkinlikleri ile son üç yıldır İstanbul Fotoğraf Günleri’ne katılan Koyutürk’ü biraz daha yakından tanımaya çalıştık...

                  Fotoğraf serüveniniz nasıl başladı?
                  1973’ten beri fotoğrafla ilgileniyorum. O zamanlar karanlık oda’m bile vardı. Fakat bu uğraş profesyonel anlamda değildi. Ciddi ve profesyonel anlamda fotoğrafa 15 yıl önce İsveç’te başladım. Ve o gün bu gündür fotoğrafın dışında hiç bir iş yapmıyorum. Oraya giden her yabancı, her genç gibi ilk zamanlar ben de çamaşır yıkamaktan temizlik işlerine, taksicilikten garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalıştım. Daha sonra kendi kişiliğimi, ne yapmak istediğimi sorguladım ve bir karar verme aşamasına geldim. İşte o zaman “yalnızca fotoğraf var” dedim kendime ve fotoğrafa yöneldim. Orada “Nordens Fotoskola” adında bir üniversiteye gittim. Aslında üniversite demek pek doğru olmaz. Yüksek okula denk gelen birşey. Burada iki yıl eğitim gördüm. Doğrusu ben, sinema alanında kendimi geliştirmek istiyordum, sinemaya geçecektim; ama olmadı. Okulu bitirince, hoca olarak kalıp çalışmamı teklif ettiler. Cuma günü okul bitti, pazartesi günü hoca olarak başladım ve 12 yıl sürdü.

                  Bu yıl İFSAK’ın verdiği “Yılın Fotoğrafçı Ödülü”nü aldınız. Bunu bekliyor muydunuz?
                  Hayır, hiç beklemiyordum. Ayrıca hayatım boyunca hiçbir yarışmaya katılmış ödül almış da değilim. Bu aldığım ilk ve tek ödül, ilk defa böyle birşey oldu.

                  İFSAK bu ödülü neden size vermiş olabilir?
                  Vallahi bilmiyorum. Bunu İFSAK’a sorsanız daha iyi olur. (Gülüyor.) Ben kendi halimde bir insanım. Fotoğraf benim hayat tarzım. Fotoğrafı para kazanmak için çekmiyorum. Benim için o bir şiir. Vitaminim, mineralim, yaşam kaynağım, fotoğraf herşeyim. Fotoğraf dışında bir hayatım yok benim.

                  Merak edileceğini düşünüp soruyu İFSAK’a sorduk ve aşağıdaki yanıtı aldık.
                  1980 yılında zorunlu nedenlerle Türkiye'den ayrıldı. Stockholm'de yaşıyor. Uzun yıllar Nordens Fotoskola'da fotoğraf eğitimi verdi. Dünya fotoğrafının önde gelen isimleri ile Türkiye'li fotoğraf sevenlerin buluşmasına öncülük etti. Uzun soluklu projelerinin konularını Türkiye'den seçti. Türkiye'nin sorunlarına olan yoğun ilgisi, çalışmalarında onun kişilik özelliklerinin ve dünya görüşünün izdüşümü olarak yansır. "Tinerin Kokusu", "Çingeneler", Trans****üeller" bu çalışmalarından bazıları. Mayıs 2003'te yayınladığı son albümü "T.S." İsveç'te yılın en başarılı 5 albümü içinde değerlendirildi. </B>

                  19. İstanbul Fotoğraf Günleri’nin teması bellek. Sizce bellek nedir?
                  Aslında tam olarak ben de bilmiyorum. Hatıra gibi birşey ama kavram olarak tam da karşılığını bulmuş değilim. Mesela ben ayrılmadan önce “poşet” diye bir kelime yoktu. Oysa şimdi herkes poşet diyor. İngilizcede “memoir” olduğunu biliyorum. Kısaca hatıralar, anılar ve geçmiş olarak yorumlayabilirim.

                  Fotoğraf günlerindeki çalışmaların çoğu yabancı fotoğrafçılara ait. Bu durumu eleştirenler çoğunlukta. Bu eleştiriye katılıyor musunuz?
                  Hayır, ben katılmıyorum. Keşke bütün çalışmalar yabancılardan olsaydı. Zaten yılın 11 ayı size ait. Burada salonlarınız var, etkinlikleriniz var. Yılda bir ayın yurt dışından gelen insanlara ayrılması, onlara şans tanınması gayet haklı ve doğru bir tavır. Ayrıca buradaki bir çok insana, Türk fotoğrafçısına birşeyler sunuyorsunuz. Sizler bunu diğer aylarda sunabilirsiniz. Bana kalırsa ağırlık yabancı çalışmalara verilmeli. Amaç Türk fotoğrafını Türklere anlatmaktan çok, yabancı fotoğrafçılar ile Türk fotoğrafçılar arasında ilişki kurmaktır; dostluk, kardeşlik kurmaktır. Fotoğrafın anlamı çok büyük; ulusları, halkları birbirine yaklaştırıyor. Keşke çalışmalar daha çok yabancılardan olsa.

                  Ülkemizdeki fotoğraf çevreleri sizi “Tinerin Kokusu” isimli çalışmanızla tanıdı. Halil Koyutürk’ü böylesi hassas bir konuyu çalışmaya iten nelerdi?
                  Çok güzel bir soru. Bu soruyu ben de kendime çok kez sordum; ama hala yanıt bulamadım. Belki de bir psikoloğa gitmeliyim. Nedenini bilmiyorum; ama kendimi sosyal konulara daha yakın hissediyorum. Bu tür konular daha çok ilgimi çekiyor. Şiş kebap, Boğaz, Bursa, Ulu Dağ gibi kalıplaşmış konuları çekmektense sosyal içerikli konuları çekmeyi daha çok seviyorum. Burada, bu toplumda birtakım insanlar eziliyor. Bazı insanlar daha çok eziliyor. Bunları açıklamak, bunları göstermek bana daha doğru, daha yakın geliyor. Ben o insanların dışında değil içindeyim.

                  Bu konuya bir yabancı gözüyle baktığınız hususunda eleştiriler aldınız mı?
                  Hayır, kimseden böyle bir eleştiri almadım. Ama bir yabancı gözüyle bakmış olabilirim. Benim ekolüm İsveç ekolü. Ben bir İsveç fotoğrafçısı mantığıyla çalışıyorum, Türk fotoğrafçısı mantığıyla değil. Yapmış olduğum sonuçta İsveç fotoğrafı. Ben İsveç fotoğrafını temsil ediyorum. Türk fotoğrafını temsil etmek gibi bir sorunumda yok. Konuştuğum bu dil sadece kontakt kurmakta, ilişki kurmakta faydalı oluyor.

                  Bildiğiniz gibi Tinerci çocukları ülkemizden Coşkun Aşar’da çalıştı. Bu iki çalışma kıyaslandığında çalışmanızdaki İsveç ekolü görebilir mi?
                  Uluslar arasında mutlak bir ekol farkı vardır... Ben bunu kendi açımdan görüyorum. Ayrıca bu ülkede yaşayan bir başka fotoğrafçı aynı konuyu çalışsa bile ortaya farklı ekoller çıkacaktır. Aslında ekol kişilerin kendi yorumlarıdır. Ben İsveç ekolü derken farklı yaklaşımdan bahsetmiyorum. Onların çalışma tarzından bahsediyorum. Bir projenin detaylı olarak incelenmesini, derinliğe inilmesini kastediyorum. Bir projeye nasıl başlanır ve neler yapılır? Kastettiğim budur. Dolayısıyla ben yaptığım çalışmada fotoğrafları İsveç mantığıyla seçtim. Tasarım da İsveç mantığıyla oldu. Türkiye’de çalışan arkadaşlara bakın: Birbirinden yahut yurt dışında yapılan işlerden etkileniyorlar; yapılan çalışmaları izliyorlar; artık çalışmalar birbirine benziyor ve yakınlaşıyor. Mesela birçok insan Koudelka’nın resimlerine bakıyor. Klasik fotoğrafçıların yaptığı çalışmalardan bir şeyler topluyor. Fakat yine de İsveç’in bir ekolü var. Fotoğraf tarihi ve kültürü var. O yüzden seçim yaparken oranın tarzıyla seçim yapıyorum. “Tiner’in Kokusu” Türkiye’ye yönelik bir kitap, bir proje değil. Bu İsveç’e yönelik bir proje. Türkiye’de gösterildi; ama Türkiye’de gösterilmesi için yapılmadı.

                  “Travestiler” başlıklı çalışmanız yurt dışında sergilendi ve albüm oldu. Bu çalışmayı burada da sergilemeyi düşünüyor musunuz?
                  Düşünüyorum düşünmesine; ama şu anda bir nedenden dolayı sergilenmesine karşıyım. En azından fotoğraflarını çekmiş olduğum insanlara, bana poz veren, bana yardımcı olan insanlara verilmiş bir sözüm var. Sanırım birkaç yıl geçmesi gerekiyor. İkincisi; Türkiye’de birçok insanın bu fotoğraflara hoşgörüyle bakacaklarını sanmıyorum. Bu kitap, bu çalışma burada sansüre de takılabilir. Biraz beklemek istiyorum. Köprünün altından sular aksın. Belki daha sonra karar değiştiririm. Bu çalışmayla iyi mi yaptım kötümü yaptım onu da bilmiyorum.

                  Travestileri çalışmanızın amacı neydi? Amacınızı fotoğraflarınıza yansıtabildiniz mi?
                  Yüzde yüz olmasa da şu anki düşüncelerimle yapmak istediklerimi, göstermek istediklerimi yansıttığıma inanıyorum. Daha fazlası olabilir miydi, daha az şey mi göstermeliydim, yoksa daha uzun süre mi çalışmalıydım konusunda düşüncelerim netleşmiş değil. Olay sıcak, şimdiden birşeyler söylemek erken. Biraz zaman geçmesi gerekir ve biraz daha düşünmem lazım... Toplum içerisinde uluslararası düzeyde yanlış bir değerlendirme, yanlış bir mantık ve bilinmeyen bir gerçek var. Dolayısı ile bu gerçeklerin gösterilmesi gerektiğine inanıyorum. Buna önce kendim inanıyorum. Aksi olsaydı bu tür çalışmalara girmezdim. Sosyal konuları kendime yakın hissediyorum. Düşünün İslam ülkesinde yaşıyorsunuz, ortada zıtlıklar, çelişkiler ve travestiler var. Ve bunlar bu ülkede yaşıyorlar. Etlerini satmak zorunda kalmışlar. Böyle bir sektör oluşmuş. Bu insanlar benim arkadaşlarım, dostlarım. Hiç bir zaman onları aşağılamamak gerekiyor. Ben onların içinde bulunduğu zor koşulları, toplum içindeki diğer insanlara anlatmaya çalıştım. Amacım yalnızca buydu. Sadece var olan haksızlığın üzerine derinlemesine gitmekti.

                  Levis Hine’in “Çocuk İşçiler” çalışması Amerika’da kanunların değişmesine, Eugene Smith’in “Minamata” çalışması ise çevreye ve insan sağlığına zarar veren dev bir işletmenin kapanmasına neden olmuştu. Geçmişe oranla bu gün, fotoğrafın etkisinin azaldığı söylenebilir mi?
                  Bence büyük bir soru... Buna doğru yanıt verecek insan olduğunu sanmıyorum. Ama şuna inanıyorum: Fotoğrafın, çağımızın gelişmesinde bir etkisinin olduğuna. Hatta fotoğrafın, diğer sanat dallarından bir ayak ilerde olduğunu inanıyorum. Fotoğraf en azından halkları ve insanları birbirine yaklaştırıyor. Her tür fotoğrafın bir anlamı var. Ama bizim camiamızda bu iş ticarete dökülmüş. Birçok insan bunu yalnızca para kazanmak ve sansasyon için yapıyor. Fotoğraf doğru yapılmış olsa, doğru yerde kullanılsa çok daha ileri çekileceğine ve faydalı olacağına inanıyorum.

                  Belgesel Fotoğraf’ın, yoksulluğu ve sosyal olayları estetize ettiği, yanlızca “görünen yüzü”nü gösterdiği ve dolayısıyla bir istismarın söz konusu olduğu söyleniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
                  Evet, istismar var. Ben her zaman söylüyorum, sokak çocuklarını, tinerci çocukları ve son yaptığım çalışmada olduğu gibi travestileri kullandım, istismar ettim. Ama mümkün olduğu kadar namuslu ve dürüst olmaya çalıştım. Olayı, ne yapmak istediğimi başından beri o insanlara anlattım. Açık oldum, paparazzi gibi davranmadım, o işi gizli yapmadım. Çektiğim fotoğrafları kimi zaman onlara da gösterdim. Tartıştık. Ama son noktada herkes herkesi bir şekilde kullanıyor. Sizde beni kullanıyorsunuz. Bu söyleşi yayınlanırsa belki de siz de para alacaksınız. Yani bu anlamda bir kullanmadan bir istismardan bahsediyorsak durum böyle.

                  Ülkemiz fotoğrafını nasıl değerlendiriyorsunuz?
                  Zor bir soru. Ne desem ki? Şimdi bazı arkadaşlar alınabilir, kırılabilir. Türkiye’de fotoğrafçılık taklitçilik yapmış, piyasanın güdümünde kalmış, piyasaya endekslenmiş. Gerçi son üç yıldır gidip geldikçe tanıyorum; ama yeni kuşaktan atılımlar, olumlu gelişmeler görüyorum. Mesela Türk fotoğrafının bir ekolü yok. Oysa dediğim gibi bir ekolün olması gerekir. Bunun gelişmesini isterim. Oysa başka ülkelerde bir ekol söz konusu. Mesela bir Çekoslavak, bir ingiliz, bir Fransız yahut bir Rus ekolünden söz edebiliyoruz. Ama Türk fotoğrafını konuşamıyoruz. Bu hem Türk hem de Dünya fotoğrafı adına acı bir durum. Bu önemli bir eksiklik. O yüzden daha çok çalışmak lazım. Türkiye’deki fotoğrafçılara normalden daha çok iş düşüyor.Yurt dışında kendilerini daha çok göstermeliler. Yeter ki güzel işler yapılsın.

                  Peki, Türk fotoğrafı ile İsveç fotoğrafını kıyasladığınızda ortaya nasıl bir manzara çıkyor?
                  Kıyaslamak zor. Burada bir çok konudaki eksiklikler hemen farkediliyor. Örneğin orada fotoğrafın hakları çok iyi korunuyor, burada ise fotoğraf hakkı diye birşey yok. Mesela benim bir çok fotoğrafım kullanıldı ama telif falan almadım. Yalnız burada İsveç’ten daha çok para var. İstiklal Caddes’ne bakın bir sürü banka var. Ve bu bankaların sanat galerileri var. Para var ama yatırım doğru yapılıyor mu bilmiyorum. Burada fotoğrafçılar para yok, destek yok diye yakınıyorlar; ama bence yeterince çalışmıyorlar. Kısaca un var, yağ var, şeker var; ama helva yok Türkiye’de. Burada “zamanımız yok, paramız yok” diyen birçok fotoğrafçı tanıdım; ama hepsinin cebinde Amerikan sigarası, altlarında Amerikan kotları var. Hepsi de her akşam oturup bir yerlerde kafa çekiyorlar. Oysa 20 milyon verip bir kitap almıyorlar. Yani para var. Ben, “param yok yapamıyorum” diyenlere inanmıyorum. Yani böyle bir felsefeyle yola çıkılırsa birşey olmaz. Mesela yurt dışından buraya bir sürü fotoğrafçı getirildi, demek ki para var. İsterseniz Avrupa Birliği’nden bile para alabilirsiniz...

                  Çalışmalarınızı nasıl finanse ediyorsunuz?
                  Hep kendim karşılıyorum.

                  Peki, kaynağınız.
                  Eş, dost, yakın çevre...

                  Hayatınızı nasıl kazanıyorsunuz?
                  Fotoğraftan kazanıp, fotoğrafa akyarıyorum.

                  Sponsorluk konusunda ne düşünüyorsunuz?
                  Şartsız ve koşulsuz desteğe evet. Yani çalışmam bir bankanın veya bir kurumun reklamı olmamalı. Üretim özgürlüğü benim elimdeyse ve beni yönlendirmiyorsa sponsorluğa evet.

                  Genelde Siyah-beyaz mı çalışıyorsunuz?
                  Evet...

                  Neden?
                  Daha ucuz olduğu için. Birazda alışkanlık olsa gerek.

                  Dijital teknolojiyle birlikte geleneksel fotoğrafın öldüğü iddia ediliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
                  Vallahi, benim söyleyeceklerimin bir anlamı yok. Şu anda dijital fotoğrafa doğru bir gidiş var. Koşullar ve piyasa onu dayatıyor. Daha çok dijital isteniyor, dolayısıyla dijitale dönülmek zorunda. Ama benim gibi dinazorlarda kalacak. Ben dijitale geçmeyeceğim. Birinci nedenim dijitali bilmiyorum. İkinci nedenimse fotoğrafa elimin değmesi gerekiyor. Kimyaları koklamam, fotoğrafın tüm aşamalarında olmam gerekiyor.

                  En sevdiğiniz fotoğrafçılar?
                  Andersen Petersan.

                  Son olarak eklemek istedikleriniz?
                  Türk fotoğrafının Dünya fotoğrafı içinde yerini almasını diliyorum. Ayrıca fotoğrafın dünyada çok şey yapacağına inanıyorum...

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    #10
                    Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                    Bir Röportajın Düşündürdükleri

                    28 Aralık Pazar günü, Radikal İki’de Engin Kaban editörlüğünde “Fotoğrafta istismar var” başlıklı bir röportaj yayımlanmıştı. Röportaj, İFSAK’ın “yılın fotoğrafçısı” ödülünü alan Halil Koyutürk ile ilgiliydi. Röportajda, Halil Koyutürk fotoğrafa bakış açısı ve Türk Fotoğrafı hakkında fikirlerinden bahsetmişti. Bu röportajı okurken kimi tespit ve yorumlara katılırken, kimisinden de hayli rahatsızlık duydum. Bundan ötürü, Türk fotoğrafının bir temsilcisi olarak, doğan cevap hakkımı kullanıp, fikirlerimi fotoğraf kamuoyu ile paylaşmak istedim.

                    Öncelikle, Halil Koyutürk’ü tanımayanlar için kısaca tanıtayım. Kendisi “Tinerin Kokusu” ve “Bay Halil” adlı projeleriyle gündeme gelmiş İsveç’te yaşayan bir fotoğrafçı. Ekseriyetle sosyal içeriği olan belgesel projeler hakkında çalışıyor. T.S adlı albümü İsveç’te yılın en iyi 5 albümünden biri seçilmiş. Ayrıca, Türkiye’de yapılan fotoğraf etkinliklerinde İsveçli fotoğrafçıların Türk fotoğraf severlerle bir araya gelmesini sağlamış.

                    Efendim, gelelim röportajda yer alan konular ve bunlar hakkındaki müspet menfi düşüncelerime...

                    İlk olarak Koyutürk’e tinerci çocukların yaşamlarını konu edindiği, “Tinerin Kokusu” projesi gibi hassas bir konu üzerinde çalışmasının nedeni sorulmuş. Koyutürk, cevap vermiş. Nedenini defalarca kendine sormasına rağmen o da bilmiyormuş. Bir psikologa gitmeliymiş. Sosyal içerikli konulara kendini daha yakın hissediyormuş. Halil Beyin bu çıkmazını çözmek için benim naçizane, katkım olabileceğini düşünerek yardımı kendime bir borç biliyorum. Bu tür konuları ele almanızın temel nedeni, İsveç gibi refah düzeyi son derece yüksek olan bir ülkede bu tip bir projenin yaratacağı sansasyonel etkiyi kişisel çıkarlarınız adına kullanmaktır. Röportajda geçtiği üzere, 1980 yılında yurt dışına çıkma zorunluluğunuzun sizde açmış olduğu yarayı, Türk imajına verebileceğiniz zararla pansuman etme isteğinizdir. Ayrıca, aşağıda sıralayacağım iki önemli faktör bu fikre sahip olmama büyük birer etkendir.
                    • “Tiner’in Kokusu” projesi için, röportajda Koyutürk, “Bu İsveç’e yönelik bir proje. Türkiye’de gösterildi; ama Türkiye’de gösterilmesi için yapılmadı.” Demiş olması. Bu beyanı fotoğrafım.com sitesindeki röportajın tam metninden teyit edebilirsiniz.
                    • “Nordens Fotoskola” öğrencilerinden oluşan bir grupla yakın geçmişte Türkiye’de çalışmalar yapan Koyutürk yine aynı eğilimi sergilemiş. Bu tip Spekülatif konuların seçimi için öğrencilerine ön ayak olmuştu.
                    Bir diğer soruda ise konuya bir yabancı gözü ile baktığına dair herhangi bir eleştiri alıp almadığı sorulmuş. Cevap inanılmaz. Böyle bir eleştiri almamış. Fakat bir yabancı gözü ile bakmış olma olasılığı söz konusuymuş. Çünkü kendisi İsveç ekolü fotoğrafçısıymış. Fakat gördüm ki, kendisi İsveç ekolünü tanımlamaktan bile aciz. Ayrıca, sevgili dostuma tavsiyem, bıraksın. Hangi ekolü temsil ettiğine sağduyulu fotoğraf kamuoyu karar versin.

                    Belgesel fotoğrafın, yoksulluğu ve sosyal olayları estetize ettiği, çoğu zaman yalnızca görünen yüzünü gösterdiğini ve dolayısıyla bir istismarın söz konusu olduğunun söylendiğinden bahsedilmiş. Öncelikle, bunun belgesel fotoğrafla ilgili bir problem olmadığını, fotoğrafçının kişisel samimiyeti ile ilgili olduğunu hatırlatmalıyım. Gelelim Halil Koyutürk’ün verdiği cevaba. İstismar olduğu doğruymuş. Koyutürk, tinerci çocukları ve travestileri bu anlamda istismar etmiş. Fakat elinden geldiği kadar dürüst olmaya gayret etmiş. Bir kere istismar ve dürüstlük aynı potada erimez. Çektiği fotoğrafları onlara göstermiş, üzerlerinde tartışmışlar. Son noktada ise herkes herkesi bir şekilde kullanıyormuş. Benim bu konuda da kendisine tavsiyem var. Daha da dürüst olmak ve istismara mahal vermeyen bir platform istiyorsa; Projelerinden elde edilen geliri sokak çocuklarını koruma derneklerine bağışlayarak başlayabilir. “Travestiler” albümünün gelirinin bir miktarıyla kuracağı bir fon sayesinde de travestileri fuhuş yapmaktan kurtarabilir. Nasıl mantıklı değil mi, Halil Bey?

                    Peki, Koyutürk ile hem fikir olduğum hiçbir husus olmadı mı? Tabi ki oldu. Örneğin, kendisinden İsveç ve Türk Fotoğrafını mukayese etmesi istenmiş. İsveç’te telif haklarının çok iyi korunduğunu, Türkiye’de ise bu konularda suiistimalin olduğunu söylemiş. Bakın bu doğru. Bizzat kendim telif konusunda sömürüye maruz kaldığım gibi çevremde de bir çok fotoğrafçının hakkını aramak için mahkemelere başvurmak zorunda kaldığına şahit oldum. Türk fotoğrafçısının genelde tembel olduğunu söylemiş. Sürekli olarak yakındığını, destek bulamadıklarını dile getirdiğini söylemiş. Koyutürk’ün bu tespitlerine de katılıyorum. Fakat bunun bizim ulusal bir sorunumuz olduğunu sadece fotoğrafçılarımıza mahsus bir sorun olmadığını eklemeden de edemeyeceğim. Bir diğer tespite gelince, bu da Türk Fotoğrafçılarının kendilerini geliştirme girişiminde olmamaları. Bu tespitinde doğruluğuna katılıyorum. Fotoğrafçıyım edasıyla ortalıkta gezen, bir yığın şarlatan, sahte entelektüellikleri ve projemtrak işleriyle camiada kendilerine yer edinmiş ya da edinmek üzere, daha da acısı camia bu konuda yeterince duyarlı değil.

                    Koyutürk’ün sponsorluk konusunda yaptığı yorumlara kısmen katılıyorum. Bende şartsız ve koşulsuz desteğin, üretilen projenin standardını pozitif etkilediğini düşünenlerdenim. Fakat, unutulmamalı ki sponsorluk müessesesinin temeli karşılıklı çıkar ilkelerine dayalıdır. Dolayısıyla bu anlamda taraflar karşılıklı anlayış göstererek, çözümler üretmelidir.

                    Türk Fotoğraf Ekolünün olmadığına, Koyutürk gibi bir “Gölge Fotoğraf Grubu” üyesi olarak bende katılıyorum. Bu yüzdendir ki, bizler ateşten gömlek giyerek, her türlü riski ve tepkiyi göze alarak söz konusu “ekol” sorununu çözmek için çalışmalarımıza başladık. Gölge Grubu, tıpkı Koyutürk gibi yalnızca durum tespiti yapıp, olayı yakınma boyutunda bırakabilirdi. Fakat sadece durumu tespit etmenin çözüm olmayacağını bildiğimizden, teorik ve de pratik projeler üretiyoruz. Grubumuzun ilk faaliyeti “Bekar Odaları” sergisiydi. Sadece proje üretmenin yeterli olmadığını, teoride de üretken olmamız gerektiğini düşündüğümüzden, bunu grubumuzun yayın organı olan “Gölge Fanzin” takip etti. Ayrıca, ekol sorunun Türk fotoğrafının geçmişten günümüze uzanan bir problematiği olduğunu düşündüğümüzden, bunun nedenleri üzerine dünden bugüne uzanan bir araştırmaya yoğunlaştık. Araştırma projemizin sonuçları olgunlaşmaya başladığında, verileri Türk Fotoğraf Kamuoyu ile paylaşacağız.

                    Son olarak da, Koyutürk’ün, ekol sorununu çözebilmenin yöntemlerinden bahsederken, Türk Fotoğrafçılarının yurt dışına açılmalarının gerekliliğinden bahsettiğini hatırlatıyor. Bu konuda kendisi ile hemfikir olduğumu belirtiyor ve Koyutürk’ün gelecek günlerde bu açılıma şahsen katkıda bulunmasını temenni ediyorum.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      #11
                      Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                      35 mm filmin çözünürlüğü nedir?


                      Eğer bir partide bir doktorla karsılaşırsanız, er ya da geç, birisinin hoş olmayan sağlık problemleri hakkında doktorun fikirlerini öğrenmeye çalıştığına şahit olursunuz.

                      Ayni şey avukatlar için de geçerlidir. Onlar da, sürekli, bedavaya danışmanlık yapmak zorunda kalırlar. Araba tamircileri ise, otomobillerinden gelen tuhaf mekanik sesin kaynağını izah edenleri uzak tutamazlar kendilerinden.

                      Çevremi saran bu tür insanlara sempati duyarım. (Elbette avukatlar hariç). Birisi, eninde sonunda bir dijital fotoğraf makinesi dergisine yazdığımı örğenince, “ Piyasadaki en iyi fotoğraf makinesi hangisi?”, “Neden çektiğim fotoğraflar net olmuyor?” ya da en kritiği “ Neden sen konuşurken su güzel sarışın kız uzaklaştı?” gibi soruların bombardımanına tutarlar.

                      Bununla birlikte en yaygın soru “ Dijital fotoğraf makineleri filmin yerini alacak mı?” sorusudur. Soruyu cevaplayıp, ayni zamanda sarışın kızla sohbete girişmeye çalışırken, gayet açık olarak verdiğim cevap şudur;

                      Standart bir filmin testi sırasında izlenilen yol, siyah ve beyaz çizgilerden oluşan ızgara seklini, çizgilerin biri diğerinden ayrılamaz hale gelene kadar adım adım küçültmektir. İdeal şartlar altında, kaliteli bir 100 ASA renkli negatif film, milimetrede yaklaşık 80 tane çizgi çiftini kaldırabilir. Bunu bir dijital fotoğraf makinesi ile kıyaslayabilmek için, bir çizgi çiftinin bir piksel demek olmadığını hatırlamak zorundasınız. Gerçekte, komşu iki çizgiyi ayırt etmek için, en az iki piksele ihtiyaç duyarsınız, bu demektir ki, 100 ASA bir filmin yaklaşık olarak eşdeğeri milimetrede 160 pikseldir.

                      O halde, megapiksel terimleriyle yazarsak bu ne demektir? 35mm bir film karesi 36mm x 24mm, yani resim alanı 5760x3840 pikseldir. Ya da toplam olarak söylersek 22.12 megapiksel. O halde bir film, dijital makinelerden daha iyi bir sonuç verir diyebilir miyiz?

                      Tam olarak değil. İlk olarak, 35mm bir filmin bu kapasitesi yapay ve ideal şartlar altında geçerlidir. Fotoğraf bir objektifle çekilmek zorundadır ve en iyi objektifler bile filmin kaldırabileceği bu çözünürlüğü vermekten uzaktır. Gerçekte zoom objektifler milimetrede 40 ya da 50 çizgi çiftinden fazlasını kaldıramazlar. Bu demektir ki, toplam çözünürlük 2880x1920 piksele ya da 5.5 megapiksele düşüverir.

                      Bunları söylediğim şu an bile, bu çözünürlüğü veren dijital fotoğraf makineleri var. Fujifilm’in FinePix 6900Z ve SI Pro’su interpole edilmiş 6 megapiksel görüntü üreten, Minolta Dimage 7 ise gerçek çözünürlük olarak 5.24 megapiksel görüntü üreten sensörlere sahipler. Pentax, 6 megapiksel çözünürlükte sensör içeren, standart 35mm makinelerin objektifleri kullanabilecek bir model piyasaya sürecek. Profesyoneller için, büyük bütçeler gerektirmekle birlikte, Kodak DSC660 modeli de 6 megapiksel çözünürlükte bir performans sunuyor.

                      Dijital ve filmi karşılaştırırken dikkate alınması gereken bir diğer parametre, karedeki en parlak ve en karanlık bölgeleri ayni anda kaldırabilme özelliğidir. Bu konu en profesyonel fotoğrafçılar için bile ciddi bir baş ağrısı kaynağıdır. Kimyasal filmler için bu aralık genellikle oldukça sınırlıdır. Bu ise, karenizi tam olarak doğru pozlayamayacağınız ve bir çok bilgiyi kaybedeceğiniz anlamına gelir ki, basitçe, film görüntüyü tam anlamıyla kaydedemiyor diyebiliriz bu durum için.

                      Mevcut nesil CCD’ler, klasik 35mm filmlerden çok daha geniş bir aralığa müsaade ederler. Bu ise dijital fotoğraf makinelerinin daha kötü ışık şartlarında bile, klasik 35mm filmlerden çok daha kullanışlı olacağı anlamına gelir. İste bu sebeptendir ki bir çok profesyonel fotoğrafçı artık dijitale kaymaktadır.

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        #12
                        Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                        FİLTRELERİN KULLANIMI



                        Filtreler orijinal görüntüyü süzgeçten geçirip fotoğrafik ortamda yeni bir görüntü oluşmasını sağlayan objelerdir. Filtre dendiği zaman ilk olarak makine objektifinin önüne monte edilen saydam nesneler akla gelir. Halbuki başka bir dünya olan sayısal efekt filtreleri bilgisayar ortamında kullanılır. Filtrelerin yaygın kullanıldıkları bir alan ise fotoğraf baskısı. Burada filtreler ışığın rengini değiştirerek farklı kontrast ve tonlarda baskı elde edilmesini sağlar. Fotoğraf çekiminde her zaman en iyi çözüm filtreyi makine önüne takmak değildir. Işık kaynaklarını istenilen renge filtrelemek çok karmaşık ışık ortamlarında iyi sonuçlar elde edilmesini sağlar.
                        Filtre kullanarak gerçek hayattan uzak bir görüntü elde edebilirsiniz. Gerçeğin filme olduğu gibi yansıması gereken çekimlerde filtreler yardımcı araçların başında yerini alır.
                        Filtre kullanımı her zaman gerekli değildir. Üstelik filtrelerin kullanımında sert ve katı kurallar yoktur. Filtre kullanırken istenilen etkinin tadı ve dozu tamamen fotoğrafçının isteğine bağlıdır. Sonsuz seçenekler arasında seçim yaparken filtre bilgisi bazen zamandan bazen paradan tasarruf sağlar. Bilinçli filtre kullanımı ile istenilen etki fotoğraf çekimi bitmeden tahmin edilebilir.
                        Bu etkiler filtreler gruplandırıldığında kolay anımsanır. Renkli filtreler spektrumdaki renklerin bir kısmını abzorbe ederek çalışırlar. Polarize filtreler kutuplaşmış ışınların filme ulaşmasını engeller. Yumuşatıcı filtreler fotoğrafta sert geçişleri engelleyerek yumuşak bir atmosfer yaratırlar. Yıldız tipi filtreler parlayan noktaları yıldız ve gökkuşağına çevirirler. Optik filtreler kırılma ve yansıma özelliklerinden yararlanılarak yapılan filtrelerdir. Özel efekt filtreleri değişik etkiler yaratırken yukarıdaki prensiplerden bir veya birkaçını birlikte kullanırlar.
                        Filtreler yapım malzemesine göre cam, organik cam, asetat, plastik, jelatin, selofan, ... gibi çok farklı maddelerden yapılabilir. Cam tabanlı filtreler yapımlarında kullanılan yüksek sıcaklık nedeniyle çok sınırlı renklerde üretilmektedir. Plastikten yapılan filtreler ucuz ve bol üretilmektedir. Profesyonellerin kullandığı jelain filtreler çok hassas üretilebilir. Organik camdan üretilen filtreler bol çeşitli ve hafifdirler. Tüm filtrelerde ortak olan nokta boyaların zamanla değişebildiğidir. Alımından bir kaç sene geçmiş veya vitrinde senelerce güneşlenmiş bir filtre doğum gününde gösterdiği performansı göstermeyebilir. Filtre alımında coated filtrelerin normal şartlarda performansı diğer filtreler ile aynıdır. Ancak ters ışıkta kaplanmış filtrelerin mutlak üstünlüğü var.
                        Monte ediliş tiplerine göre: vidalı filtreler en yavaş olanıdır. Kaydırmalı filtreler hızlıdır ancak her an düşebilir. Objektif içine monte edilen filtreler çok sınırlı objektiflerde kullanılır. Vida+adaptör sistemi her iki sitemin avantajlarını içerir. Taşıyıcı üzerine monte edilen belli başlı filtre markaları B&W, Kodak, ve Cokin'dir. Filtreleri alırken ve monte ederken dikkat edilmesi gereken nokta vignetting yanı koşelerde koyuluk oluşmamasıdır. Bu nedenle objektif ve filtre üreticisi firmaların bu konudaki önerilerini dikkate almak gerekir. Parasoleil (güneşlik) kullanırken vignetting yapmamasına dikkat etmek gerekir.
                        RENKLİ FİLTRELER
                        Renkli filtreler siyah-beyaz ve renkli fotoğrafçılıkta farklı amaçlara yönelik kullanılırlar. Renkli filtrelerden bazıları benzer etkiler için her iki alanda kullanılırlar. UV ve Skylight filtreleri bunların en başında gelir. Bu filtrelerden sahip olduğunuz her objektif için bir tane edinmelisiniz. Asıl görevleri filmi aşırı UV ışınlarından koruyarak iyi bir görüntü sağlamak olan bu filtreler objektifinizi tozlanma ve çizilme gibi ciddi tehlikelerden de korur. Hafif pembemsi olan skylight filtresinin farkı renkli dia çekiminde ortaya çıkar. Gökyüzünden gelen maviliği düzelterek fotoğraftaki renklerin daha doğal çıkmasını sağlar. Siyah-beyaz'da UV ve skylight arasında bir fark yoktur.
                        S/B'da DÜZELTME VE KONTRAST FİLTRELER
                        Renkli filtrelerin S/B'da kullanılması özel bilgiler ve deneyim gerektirir. Bu filtrelerin film üzerindeki etkisi geri dönüşümsüzdür ve birkaç faktöre bağlıdır. Uygun faktörleri bulduktan sonra bunları sık değiştirmemek yerinde olur. Bu faktörlerden ilki ışık kaynağının rengidir. Işık kaynağı renkli ise filtre beyaz ışıkta gösterdiği davranışı göstermeyecektir. İkinci faktör kullanılan filmin renk duyarlılığı. Orto ve pankromatik filmler renkli filtreler kullanıldığında farklı davranışlar gösterirler. En önemlisi kullanılan filtrenin ışığı abzorbe etme özellikleridir. Kodak bu konuda bir standart getirmiş genel kabul görmüştür. Wratten filtre serisinin numaraları bu amaç için standart kabul edilir. Başka markaların filtrelerinden seçim yapılırken bu referans numarası verilir.
                        S/B'da filtreler renk tonalitesini normale yaklaştırmak "düzeltme" veya fotoğrafa istenilen "kontrast"ı vermek için kullanılır. Üç ana renk arasında insan gözü mavi renge en az duyarlıdır. Fotoğrafik filmlerin en çok duyarlı olduğu renk ise mavi. Bu nedenle çekilen siyah-beyaz fotoğraflarda renkler hiç alışkın olmadığımız bir şekilde ters görünür. Çare: Sarı filtre
                        Gece çekimlerinde kızılötesi ışınların oranı çok yüksektir. Filmlerin kırmızıya duyarlılığı az olmasına rağmen gece çekilen fotoğraflarda tonalite normal değildir. Ormanlar ve parklarda yeşilin tonları film üzerine yansıdığı zaman %33 gri tonlara yakın bir etki bırakır. Birbirinden farklı binlerce yeşil tonu sanki gri bir sis arkasına gizlenmiştir. Gece çekimlerinde ve yeşillikler içindeki tonların fotoğrafta doğal görünmesi için düzeltme amacıyla yeşil filtre kullanmak gerekir. Kontrast filtreler filtrenin komplementer renginde olan renklerin koyu, filtre renklerine ve bileşenlerine benzeşen renklerin açık çıkmasına neden olur. Siyah ve beyaz arasında yer alan gri tonlarının tamamı renkli filtrelerden etkilenmez. Tablo 1.'de hangi renkli filtrenin kullanımı sonucunda renklerin nasıl etkilendiği, tablo 2.'de bazı konuların çekiminde istenilen etkiye göre nasıl bir filtre kullanmak gerektiği verilmiştir.
                        Tablo1:Renkli filtrelerin S/B fotoğrafta renklere etkisi. Filtre rengiBaskılanan; Koyu çıkan renklerOrtaya çıkan; açık çıkan renklerKırmızıMavi (Yeşil) TurkuazKırmızı (Sarı)Sarı (k+y)(Majenta) Mavi (Turkuaz)(Kırmızı) Sarı (yaşil)Yeşil(Mavi) Majenta Kırmızı(Sarı) Yeşil (Turkuaz)Turkuaz (y+m)(Majenta) Kırmızı (Sarı)(Mavi) Turkuaz (Yeşil)Mavi(Yeşil) Sarı (Kırmızı)(Turkuaz) Mavi (Majenta)Majenta (k+m)(Turkuaz) Yeşil (Sarı)(Mavi) Majenta (Kırmızı)S/B Fotoğrafçılıkta renkli filtrelerin kullanılması Komplementer renklerde koyulaşma, benzeşen renklerde açılma meydana getirir. Filtreler kendilerine benzer renkte olan yapıların daha açık ve daha detaylı görünmesini sağlar. Bu arada nötr yani grinin tonları olan renkler bu filtreler tarafından değişikliğe uğramaz.
                        Tablo 2. S/B'da istenilen etkiye göre filtrelerin kullanımı: Renk/Konuİstenilen etkiKullanılan FiltreMavi (gök)Doğal8 SarıMavi (gök)Koyu14 Koyu sarıMavi (gök)Belirgin25 KırmızıMavi (gök)Çok koyu29 Kırmızı, 16O TuruncuMavi (gök)SimsiyahPolarize + 29 KırmızıDeniz + Mavi (gök)Doğal8 Sarı, HBDeniz + Mavi (gök)Koyu su15 Koyu sarıGün batımıDoğalHB, 8,15 SarıGün batımıParlaklık artışı25 KırmızıUzak manzaralarSis artışı47 MaviUzak manzaralarÇok az sis artışı HBUzak manzaralarDoğal8 SarıUzak manzaralarSis azaltmak15Y Koyu sarıUzak manzaralarSisı yoketmek25R Kırmızı, 29R Koyu K.Ağaç, dal yaprakDoğal8Y SarıAğaç, dal yaprakHafif açma11YG Sarı-Yeşil, 58 YeşilÇiçekler ve dallarDoğal8Y Sarı, 11YG Yeşil-sarıBronz, Turunç, Bakır vb.Detay, açık renk25T KırmızıKoyu mavi, mor vb.Detay ve açık renk47B Koyu maviMimari, Ahşap, taş...Doğal8Y SarıMimari, Ahşap, taş...Detay 15Y Sarı, 25R KırmızıSarı ve turuncu konularDetay38LB Açık maviYapay ışıkta bulunan konularDoğal, Detay11YG Yeşil- sarıRENKLİ ÇEKİMLERDE FİLTRE KULLANIMI
                        Renkli çekimde renkli filtreler çoğunlukla Slayt filmde kullanılır. Negatif çekiminde kullanılan renkli filtrelerin etrkisi baskı sırasında kısmen veya tamamen yok olduğundan kullanımları tavsiye edilmez.
                        RENK SICAKLIĞINI DÜZELTME FİLTRELERİ
                        Bunlar mavi ve turunc filtrelerdir. Tablo.x Bufiltreler değişik ışık kaynaklarının renk sıcaklıklarını normale yaklaştırmak için kullanılır. Işık kaynağı üzerinde kullanılabileceği gibi makine önüne monte edilebilirler.
                        Tablo3:Renk sıcaklığını düzeltme filtreleri Kısaltma Filtrenin RengiDüzeltme. (MIRED)Kompansasyon80AMavi-131+280BMavi-112+12/380CMavi-81+180DMavi-56+1/382Mavi-10+1/382AMavi-21+1/382BMavi-32+2/382CMavi-45+2/381Turuncu+9+1/381ATuruncu+18+1/381BTuruncu+27+1/381CTuruncu+35+1/381DTuruncu+42+2/381EFTuruncu+52+2/385Turuncu+112+2/385BTuruncu+131+2/385CTuruncu+81+1/3
                        Tungsten-Day light filtreler: 80A, 80B, ... Tungsten filamanlı ampullerden doğan turuncu renk kaymasını yok ederler. Bu filtrelerden birden fazla filtre üst üste gerekebilir. Böyle bir duruma hazırlıklı olmak için 400-1600 ISO gibi hızlı filmleri kullanmak gerek.
                        Mavi düzeltme: 82B, Gün sonunda fotoğraflarda olaşan turunculuğu önlemek isteyenler için tasarlanmış bir filtredir.
                        Koyu mavi filtreler gün ışığında kullanıldığı zaman gece çekişmne benzer bir etki verebilir. Böyle bir etki yaratmak isteyenler fotoğraflarında 1-2 stop düşük pozlama ile daha kolay sonuca varırlar.
                        Turuncu filtreler Tungsten çekimi için tasarlanmış filmleri gün ışığında kullanabilme özellikleri dışında, son bahar renklerini güçlendirme, gün batımını abartma gibi etkilere sahipler.
                        Floresan ışıkta çekilen fotoğraflar inanılmaz derecede yeşil çıkarlar. Bu ışıkta ilk defa fotoğraf çekenler şaşkınlıklarını gizleymezler. Bu etkinin nedeni film katmanları ve gözdeki reseptörlerin ışığa farklı yanıt vermesidir. Kesintisiz bir spektrumda aynı davranışı gösteren göz ve film kesintili spektrumdan oluşan floresan ışıkta yeşile daha güçlü cevap verir. Bunu önlemek için kesin hiç bir çözüm yok ancak majenta ve sarı renkli filtreler yardımıyla ortya çıkan sonucu normale yaklaştırmak mümkün. Bu konuda bilgi sahibi değilseniz floresan ışıkta çekim yapmayı bir süre denemeyin.
                        Tablo4: Floresan ışıkta Kullanılan Renk Düzeltme filtreleri Floresan ampul tipiGün ışığı filmiTungsten ışığı filmiDaylight40Y+40M30Y+40M+85BWhite/Beyaz30M+20C50Y+60MWarm White/ Sıcak Beyaz40M+40C40Y+50MWarm White Deluxe/Sıcak Beyaz Delux30M+60C10Y+10MCool White/Soğuk Beyaz30M50R+10RCool White Deluxe10M+20C40Y+20MDiğer renk düzeltme filtreleri primer ve sekonder renklerin tonlarında çeşitli yoğunluklarda yapılırlar. Bunların çoğu profesyonel çekimlerde isternilen tonu elde etmek için ufak ayarlaqmalarda kullanılır.
                        RENKLİ ETKİ FİLTRELERİ
                        Sepia: Fotoğrafa eski bir hava vermek için kullanılır. Zaman içinde geriye doğru bir yolculuğun başlangıcıdır.

                        Warm up: 81 serisi:81A, 81B, 81C,81... gibi filtreler kullanıldıkları yerde sıcak bir hava yaratırlar. Portre çekimi yapanların çantasında vazgeçilmez bir parça olan bu filtreler yağmurlu günlerde çekim yapılmaz diyenler için yapılmıştır.
                        ND: ND2, ND4, ND8, ND 400... Natral Density filtreleri kullanıldıkları ortamda tonlarda kayma yapmadan ışık şiddetini azaltırlar. Güçlü ışıkta düşük enstantane, veya kısıtlı alan derinliği gerektiği zamanlarda bu filtrelerin yerine polarize filtre kullanılabilir, ancak her zaman aynı sonucu vermeyebilir. ND 400 özel bir filtre olup güneş çekimlerinde kullanılır.
                        UV (2B) ve Skylight (1A): filtreleri deniz kenarı, dağ, çöl gibi bol miktarda UV ışığının ortada dolaştığı yerlerde UV'den doğabilecek aşırı maviliği yok edrler. UV filtresi 390 nm üstündeki ışınları abzorbe eder.
                        DEGRADE FİLTRELER:
                        Gerçek ortamda ışık şiddetindeki dengesilikleri yok etmek için kullanılır. Örneğin kara ve gökyüzü arasında her zaman şiddetli bir fark bulunmaktadır. Bunu yok etmek için açık havalarda kullanılmak üzere mavi ve nötr degrade filtreler, bulutlu havalarda kullanılmak üzere turuncu renkli tobacco filtreler tasarlanmış. Tobacco kullanıldığı yerde fırtına ve kötü hava düşüncelerini uyandırır. Tek bir renkten saydama doğru geçiş yapan degrade filtrelerin yanısıra, iki renkten oluşan ve belirli bir etkiyi dgrade şekilde verebilen filtreler var. Çift renk degrade filtrelere örnek olarak günbatımı filtresi olarak kullanılan açık-koyu turuncu renklerden oluşan filtre verilebilir.
                        POLARİZE FİLTRELER:
                        Kontrastı S/B ve renklide arttırabilen tek filtre türü polarizedir. Çeşitli yönlerde kutuplaşmış ışınlar non-metalik yüzeylerden geri yansıdığı zaman belirli yönlerde kutuplaşırlar. Polarize filtreler kendi eksenlerine dik olan kutuplaşmış ışınları geçirmezler. Bu sayede bir camın arkasındaki nesneyi, suyun altındaki yaşamı ve parlak yüzeye sahip objelerin dokusunu fotoğraflarken bu filtreyi bulanlara dualarınızı eksik etmeyin. Polariz filtre yansımaları önleyerek arkadaki konunun ortaya çıkmasını sağlar. Cisimlerden yansıyan renklerin yanısıra ortam ışığı direkt olarak yüzeylerden yansıyarak objelerin renk doygunluğunu azaltır. Polarize filtre bu yansımaları engelleyerek fotoğrafta daha doygun renkler elde edilmesini sağlar.
                        Gökyüzünün aslında siyah olduğu bilinen bir gerçek! Bizim gökyüzünü mavi görmemizin sebebi atmosferde saçılarak kutuplaşan ışınlar. Bu mavi rengin neredeyse tamamı kutuplaşmış ışınlardan oluşuyor ve en şiddetli kutuplaşma gün ışığına 900 açı ile bakan yerde olur. Polarize filtre gökyüzünden gelen polarize ışığı abzorbe ederek gökyüzünün S/B ve renkli fotoğrafta daha koyu görünmesini bulutlarla kontrast yaratmasını sağlar.
                        Manuel fokus makineler için satılan lineer polarize filtreler, otofokus makinelerde netleme problemine sebep olurlar. Otofokus makine sahipleri sirküler tipte bir polarize ile bu problemden kurtulurlar. Etki bakımından bu iki filtre arasında her hangi bir fark yok.
                        Polacolor filtrelerde: geri yansıyan kutuplanmış ışınlar engellenmez ancak filtrenin rengini alır. Polacolor filtrelerin sarı, mavi ve kırmızı renkleri mevcut. Polarize filtre ile birlikte kullanıldığında değişik etkiler ortaya çıkar.
                        Varicolor: çift renk polarizelere verilen addır. Yatay kutuplaşmış ve dikey kutuplaşmış ışınlar farklı renkler alır. Kırmızı-yeşil, kırmızı-mavi, kırmızı-mor ve mavi-sarı renklerde çeşitleri var. Bu filtreler normal bir polarize ile birlikte kullanılır.
                        YUMUŞATICI FİLTRELER:
                        Filme gelen ışığı dağıtarak istenmeyen detaylardan kurtulmaya yardımcı olurlar.
                        Soft fokus filtre: Filtre numarasına göre genel bir netsizlik sağlar. Bu filtreyi kullanırken yüksek kontrastlı ışıktan uzak durmak gerekir.
                        Diffuser filtreler: Işınların önemli bir kısmı yolundan hiç sapmadan filme ulaşır. Bu filmde net bir görüntü oluşmasını sağlar. Küçük bir bölümü filtre üzerindeki küçük mercekler tarafından saptırılır. Özellikle aydınlık olan kısımlar etrafında ışıktan bir halo oluşur. Büzüştürülmüş renkli selofanlar benzer bir etki yaparlar, ancak bazı noktalar etrafında renkli halolar oluşur.
                        Pastel filtreler: Işığın film üzerinde homojen dağılmasını sağlar. Portre ve manzaralarda kullanılabilir. Işığın az olduğu ortamlarda 1 stop fazla pozlamak gerekir.
                        Hoh Filtresi: En ucuz filtre olma rekorunu kimseye kaptırmayan bu filtre, objektif üzerindeki koruyucu filtre üzerine hohlanarak elde edilir. İstenilen etkinin oluşması için hohladıktan sonra vizörden bakarak biraz beklemek gerekir.
                        Çorap filresi: Ucuzluk sıralamasında ikinci sırayı alır. Renkli veya renksiz çeşitli markalardaki çoraplardan dünyaya bakıldığında çok farklı manzaralar görünür.
                        Renkli yumuşatıcı filtreler: Renkli camdan imal edilmiş pastel, soft fokus, diffüzer filtreler objektif önündeki eleman sayısını azaltarak daha kaliteli fotoğraflar elde edilmesini sağlarlar.
                        Centre spot: Değişik büyüklükte orta bir alanı net bırakarak, periferde yumuşatma etkisini gösterirler. Orta alan büyüklüğü değişebildiği gibi etrftaki netsizlik derecesi farklı filtreler mevcut. Son zamanlarda etrfı renkli olan centre-spot filtreler'de piyasaya çıktı.
                        YILDIZ FİLTRELER:
                        Üzeri çizilmiş camlardan oluşan yıldız filtreler karedeki her ışık kaynağı etrafında bir yıldız oluşmasını sağlar. 2,4,8 ve 16'lı şekillerde bulunur. Şehir ışıkları, sahne gösterilerinde, metal ve kristallerden oluşan yansımaları canlandırmada kullanılabilir. Etkileri arka plan koyu ise daha belirgin olarak ortaya çıkar.
                        Difraktör filtreler: biraz farklı bir etki ile ışık kaynağı çevresinde spektrumun renklerinden oluşan yıldızlar yaratırlar. Açık zemin üzerinde etkileri daha belirsizdir. Işık kaynağı floresan ve neon ise kesintili paralel çizgiler oluşur.
                        OPTİK FİLTRELER:
                        Optik filtrelerden en çok satılan close-up filtrelerdir. Yaklaştırıcı filtrelerin etkisi kullanılan merceğin odak uzaklığı, diafram ve ana konudan uzaklığa göre değişir. Yakın çekimlerde en ideal araç olmasa bile erişilmesi en kolay olan araçtır. Kullanılacak close-up'ın dioptrisi basit bir formül ile hesaplanabilir.
                        • d1=konu-makine mesafesi (m)
                        • d2=makine üzeinde okunan mesafe (m)
                        • p=gereken close-up lensin dioptri değeri
                        Split field: Yarım bir mercekten oluşan bu filtre yakın ve uzak konuların birlikte net çıkmasını sağlar. Kullanımı için önce uzak konuya (&#165 netleyin sonra yakın konuyu netlemek için konuya yaklaşıp uzaklaşın.

                        MULTI-IMAGES:
                        Düz cam etrfında dizilmiş çeşitli sayılarda prizmadan oluşur. Prizma sayısının bir artısı kadar görüntü oluşmasını sağlar. Multi-image en iyi etkiyi 50-105 mm. ve f 5.6-11 arasında verir.
                        MULTI-IMAGES PARALLEL:
                        Paralel prizmalardan oluşur ve birbirine paralel yatay ve dikey görüntüler oluşturur.
                        DREAMS:
                        Ana konu etrafında ikinci netsiz bir görüntü oluşturur.
                        SPEED Ve SUPERSPEED:
                        Konu sabit olduğu halde hareket izlenimi verir.
                        MIRAJ (Serap):
                        Ana konunun istenilen eksende yansımasını verir. Kullanımı için geniş açı objektif gerekir. En iyi etkiyi f 16-22 de verir.
                        ÖZEL EFEKTLER:
                        KREATİF FİLTRE SETİ:21 Renkte jelatin filtre ve taşıyıcıdan oluşur. Filtreler istenilen şekilde kesilip holdere yerleştirilir.
                        GÖKKUŞAĞI:Geniş açı ile kullanılan bir filtredir.
                        FRAMES:Anahtar deliği, dürdün gibi şekillerle ana konunun çevresinde siyah bir alan oluşturur.
                        RENKLİ VAZELİ, RENKLİ VERNİŞ düz cam üzerine sürülen bu maddelerle fotoğrafa izlenimci bir hava verme amaçlanıyor. Vazelini su+sabun, vernişi ispirto ile temizlemek gerekir.
                        DOUBLE-EXPOSURE: Çift maske filtresi görüntü alanını bir kısmını kapatır, ikinci pozlamada kapatılan alan değiştirilir. Bu filtre ile görüntü alanının iki bölgesine iki ayrı görüntü yerleştirilir.
                        RADIAL ZOOM: Orta alan net ve etrafta zoom yapılan fotoğraflara benzer bir etki izlenir.
                        FLAŞLA FİLTRE KULLANIMI:
                        Flaşlı çekimlerde ön plan arka plan kontrastı komplementer renklerden oluşan filtrelerle arttırılabilir.
                        Bazı uygun kombinasyonlar şöyledir.
                        Tablox: Flaş ile beraber Filtre Kullanımı: Flaş ÜzerindeObjektif ÜzerindeTURUNCUMAVİMAVİTURUNCUSARIMAVİMAVİSARIMAJE NTAYEŞİLYEŞİLMAJENTATURKUAZKIRMIZIKIRMIZITURKUAZBu renklerden flaş önüne konan ön planı aydınlatacak, diğer filtre arka plana etki yapacaktır. Arka plan objektifin önüne takılan renkte çıkacak, ön planda nötral renkler korunacak. Sanatta kullanılan diğer araçlar gibi filtrelerde birer araç olma ötesinde bir şey değiller.
                        Son düzenleme delphin; 30-09-2006, 21:15.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          #13
                          Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                          Çözünürlük

                          Nedir bu çözünürlük dedikleri. Hep duyduğunuz ama kimsenin ne demek olduğunu ifade etmeye cesaret edemediği bir kavram. Ortada doğru tanımlardan daha çok yanlış tanımlar dolaşmaktadır. Yanlış tanımlara alışanlar için ise çözünürlük kavramı giderek içinden çıkamaz bir hal almaktadır. Hele hele işin içine hiç alışık olmadığımız inch gibi birimler girince iş daha da karışmaktadır.

                          Piksel nedir? Piksel kare şeklinde olan görüntünün en küçük birimidir. Digital görüntüler yana yana gelen pikseller topluluğundan oluşmaktadır. Digital görüntü, imgenin eninde ve boyunda bulunan piksel sayısı ile tanımlanır. Pikselin kendi başına en ve boy değerleri yoktur. Demekki dikdörtgen biçimindeki tek bir piksel 1*1 mm, 1*1 cm hatta 3*2 m bile olabilir. Aksi belirtilmedikçe piksellerin en ve boy oranı eşittir. Çözünürlük ise boyut tanımlamalaırında ek olarak gereken bir kavram. Kendi başlarına boyut sahibi olmayan piksellere çoğu zaman bir boyut değeri tanımlamak gereklidir. Bu şekilde piksellerin boyutu belirlendiğinde uzunluk biriminde kaç piksel bulunacağı da belirlenmiş olur. Örneğin bir pikselin boyutu 1 mm olarak tanımlanmışsa her santimetrede 10 piksel bulunacaktır.
                          Kapladığı alan ne olursa olsun görüntü birimi olan her piksel sadece tek bir renk değeri içerebilir. Digital görüntü işleme programları imge üzerinde işlem yaparken inch ve santimetre dğerlerinden anlamazlar. Tüm kesme, yapıştırma, yer değiştirme işlemlerinin tamamı piksellere uygulanır. Vektörel görüntü dosyalarından farklı olarak noktasal görüntü dosyaları için çözünürlük ve içerdiği piksel sayısı çok önemli. Dokümandakı işlemlerin hepsi piksellerin rengi veya konumunu değiştirerek etki yapar. İşlemlerin ne kadar süreceği ise üzerinde işlem yapılan piksel sayısına ve işlemin karmaşıklığına bağlıdır.
                          Çözünürlük tanımları:
                          Çözünürlük: Uzunluk biriminde birbirinden ayırdedilebilen nokta sayısıdır.
                          PPC, PPI, DPC, DPI, LPI, SPC, SPI değerlerini sık görüyorum. Bunların anlamını bilmek zorunda mıyım? Hayır, hiç bir şekilde zorunluluk yok, ancak bunların anlarını bilmek işi kolaylaştıracağından ileriki bölümlerde açıklayacağız.
                          Çözünürlük hesaplarında uzunlık birimi olarak inch veya santimetre kullanılır. Bir Inch = 25.4 mm veya 2.54 cm, basit hesaplarda 2.5 cm değerini kullanabiliriz. Gündelik yaşamda batı'nın aksine cm kullanıldığından bir çok işlemi cm üzerinden yapmak daha kolaydır.
                          PPC, PPI: Pixel Per (Cm) Inch: Kullanabileceğiniz en iyi birimdir. Genellikle DPI ile karışır ancak ikisi farklı birimlerdir. Birazdan göreceğiz. Piksels / (centimeter) inch, bir (santimetreye) inch'e düşen piksel sayısıdır. Bu, görüntünün öznitelikleri ile ilgili bir kavramdır. Diğer ölçümler gibi, yazıcı veya tarayıcılar ile doğrudan ilgili değildir.
                          Görüntüde birim olarak piksel / inch veya piksel / cm kullanılması yaygındır. 10 Cm uzunluğunda ve 20 Cm enindeki bir görüntü, 100 ppc çözünürlüğe sahip ise, boyunda 10cm*100ppc=1000 piksel, eninde ise 20cm*100ppc= 2000 piksel vardır. Görüntüdeki toplam piksel sayısı en*boy =2000piksel*1000piksel = 2.000.000 piksel'dir.
                          Günümüz digital görüntülerinin hemen hemen hepsinin temelinde kare şeklinde, görüntünün parçalanamaz birimi olan piksel yatmaktadır. Bu pikseller yan yana geldikçe ana görüntü oluşmaktadır. Görüntü boyutu bu nedenle bilgisayar için hep piksel olarak hesaplanmaktadır. Kesme, yapıştırma, montaj gibi işlemlerde bilgisayar görüntünün piksel olarak değerini dikkate alır. Eninde 2, boyunda 3 piksel olan bir görünütüde toplam 2*3=6 piksel vardır. En ve boy oranları arttıkça piksel sayısı ve dosya boyutu kenarların çarpanı kadar artmaktadır. Piksellerin kendi başlarına bağımsız enleri ve boyları yoktur. Örneğin 2*3 piksel boyutundaki bir görüntü 2*3 cm olarak basılabiliyorken, 2*3 metre veya 2*3 mm olarak da basılabilir. Her durumda uzunlık birimine düşen piksel sayısı değişmektedir. Örneğin 1 cm başına 2 piksel düşüyorsa görüntü çözünürlüğü 2 piksel / santimetredir. Bu değer ppc veya "pixel per centimeter" olarak ifade edilmektedir. 1mm başına iki piksel düşen ikinci örnekte ise çözünürlük yine santimetre olarak hesaplanmaktadır. Tanımda birim olarak santimetreyi kullandığımızdan görüntü ebadı ne olursa olsun önce santimetre başına düşen piksel sayısını hesaplamamız gerekir. 1mm'de 2 piksel varsa (1Cm) 10mm'de kaç piksel olacak gibi basit bir hesapla çözünürlük= 20 ppc veya santimetre başına 20 piksel olarak hesaplanabilir. .
                          Ayrıca monitörde çözünürlüğün hesaplanmasında en iyi referans PPC ve PPI'dir. Örneğin 14' bir ekranda 800*600 modunda çalışırken ekranın diagonalinde en ve boy boyutunun çarpanının karekökü kadar ( 692 ) piksel vardır. Bu durumda ekran çözünürlüğü 692/14=49 PPI'dir. Ancak ekran ile ilgili dikkat edilecek bir nokta var. Görünütünün ekrandaki boyutu sadece eninde ve boyunda bulunan piksel sayısından etkilenir. Çözünürlük değeri dosya içerisindeki çözünürlük değerinden değil, ekran çözünürlüğünden alınır. Bu nedenle 300*200 piksel boyutlarında ve sırasıyla 75, 150 ve 300 ppi çözünürlüğe sahip üç görüntü varsa he üçü de ekranda aynı boyutta görünür. (görüntü özniteliği, ekran, saydam çıkışı)
                          Soru: 1 metrede 2 piksel varsa çözünürlük kaç ppc'dir.
                          Modern görüntü formatlarının hemen hepsinde çözünürlük değeri görüntü ile birlikte PPC/PPI olarak kaydedilmektedir.
                          SPC, SPI: Samples per inch, Örnekleme / Santimetre, Örnekleme / Inch: Bir santimetreden alınan gerçek örneklem sayısıdır. Bu birim tarayıcı cihazlarının taranan cisimden örnekleme aralığını gösterir. Maksimum örnekleme aralığı tarayıcı cihazının üretimi sırasında belirlenmiştir. Ancak bazı tarayıcı üreticileri örnekleme değerlerini daha yüksekmiş gibi gösterebilmektedirler. Kullanıcı onlardan yüksek değerlerde tarama yapmasını istediğinde cihaz tarayabildiği en yüksek değerde görüntüyü tarayıp, görüntü işleme programına taradığından daha yüksek bir değerde sunabilmektedir. Bu nedenle taryıcı cihazları satın alırken üzerinde yazan çözünürlük değerinin yanısıra "Optik Çözünürlük" değerini de dikkat'e almakta fayda var.
                          LPI : Lines Per Inch, Çizgi/Inch veya bir inch'e düşen çizgi sayısı. Nerede bu çizgiler? Baskı teknolojisinde kullanılan tarama dokusu (tram) bir birine açılar ile dizilmiş paralel çizgiler yardımı ile CMYK adı verilen Turkuaz, Majenta, Sarı ve Siyah mürekkeplerini kağıda aktarır. Bu çizgilerin yoğunluğu ve aralığı baskı kalitesini belirler. En çok kullanılan tarama dokusu aralıkları 175, 150, 133, 120, 110, 100, 85 and 65 çizgi/inch (lpi) dir. Ppi değeri baskıda kullanılacak lpi değerinin yaklaşık iki katı kadar olmalıdır. Tam olarak 2.2 katı.
                          • 20 Duvar panoları,
                          • 50 Lazer yazıcılar,
                          • 85 Gazete,
                          • 150 kaplanmış kağıt
                          • 175 Sanat Dergileri.


                          DPC, DPI: Dots Per Inch, Nokta Vuruşu/Santimetre, Nokta Vuruşu/Inch, yazıcı çıktısının birimi. Bildiğimiz yazıcıların çoğu baskılarını nokta vuruşları yardımı ile yaparlar. Yan yana konan CMYK adı verilen Turkuaz, Majenta, Sarı ve Siyah küçük mürekkep noktacıkları bildiğimiz renkleri oluşturur. Yazıcının kullanabileceği en yüksek nokta yoğunluğu üretim sırasında belirlenmiştir. Genellikler satılan yazıcıların çoğu 300DPI (120DPC), 600DPI (240DPC) , ve 1200DPI (470 DPC) olarak üretilirler.
                          Baskı cihazlarının çözünürlüğü ise dpi (dot per inch) yani bir Inch başına vurduğu nokta sayısı ile ölçülür. İyi bir görüntü için, görüntü çözünürlüğü baskı cihazının sahip olduğu çözünürlüğün 1/4 kadarı olmalıdır. Bu değer 1/8'e kadar düşürülebilir. Örneğin nihai çalışma 300 dpi çözünürlüğe sahip bir printer ile basılacaksa inch başına 75 piksel (300/4) görüntü çözünürlüğü kullanılmalıdır. Daha düşük çözünürlüklerde kalite kaybı, daha yüksek çözünürlüklerde ise gereksiz ve ilave sorunlar yaratacak dosya boyutu artışları izlenmektedir.

                          Özetle: LPI, DPI ve PPI değerleri eşit değildir.
                          LPIPPIPPCDPIDPC15030012024009508515060120048040803 0600240204015300120Eşdeğer Tablosu
                          Çözünürlük gereken ölçünün altında ise dosya boyutu küçük olur ancak çıkış ünitesinde pikseller kare kare görünür hale gelirler. Santimetredeki piksel yoğunluğu gerekenden fazla ise dosya boyutu gereksiz şekilde artar, tüm işlemler gerekenden fazla uzun sürer, sistem kaynakları felç olarak tükenme noktasına gelebilir. Nedir bu gereken ölçü? Onu yazının ileriki bölümlerinde anlatacağız.
                          Yeni görüntüyü hangi boyutta yaratmalıyız?
                          Yeni görüntü yaratmadan önce hangi çıkış aygıtı ile çıkış alınacağına karar vermeliyiz. Örneğin 600 dpi çözünürlükte bir yazıcı ile baskı yaparken (dpc) dpi değerinden 4 kat daha düşük bir (ppc) ppi değeri yeterlidir. Bunun nedeni pikselin rengini ancak bir kaç yazıcı nokta vuruşu ile belirlenebilmesidir. Elimizde 600 dpi bir yazıcı olduğunu varsayalım. Bir kereye mahsus olarak yazıcının dpi değerini santimetreye çevirmekte fayda var. 600 dpi bir yazıcı santimetrede yaklaşık 240 nokta vuruşu gerçekleştirebilir (240 dpc). 240'ın dört'te biri bizim için optimum ppc değerini verecektir. Buraya kadar yapılan hesap her yazıcı için sadece bir kere ypılacağından elde edilen ppc değerini not etmekte fayda var. Eğer görünütyü bir kaç çıkış aygıtından ayrı ayrı çıkış almak üzere hazırlıyorsak, yapmamız gereken en yüksek çözünürlüğe sahip çıkış aygıtına göre hesaplamaktır. Bundan sonraki aşama da çıkış almak istediğimiz görünütnün kağıt üzerindeki boyutunu belirlemektir.
                          Örnek olarak az önce hesaplarını yaptığımız yazıcı için 15*10 Cm boyutunda bir imge hazırlıyalım. Yukarıdan yaptığımız hesaplara göre ppc değeri 60 olarak çıktı. 60 ppc değerine göre görünütü boyutları 15*60 ve 10*60 piksel =900 * 600 olarak hesaplanıyor.
                          Eğer bu görünütüyü doğrudan yeni doküman komutu ile yaratacaksak en ve boy değerleri olarak 900 ve 600 piksel olan, seçme şansımız varsa çözünürlük değeri olarak 60 ppc değerini kullanmak yeterli olacak.
                          Tarama çözünürlüğü ne olmalı?
                          Bu görüntüyü Scanner veya başka bir kaynaktan kullanacaksak çoğu zaman imge boyutunda veya çözünürlüğünde bazı değişiklikler yapmak gerekecek. Örneğin 36*24 mm boyutunda bir dia taranacak ve 10*15 cm boyutunda 600 dpi bir printer ile basılacaksa ne yapmak gerekir. Bu durumlarda yukarıdaki örnekte yaptığımız gibi öncelikle hangi ebatta bir görüntü gerektiği hesaplanmalıdır. Daha önce yaptığımız hesap sonucunda 900*600 piksel boyutlarında bir görüntüye ihtiyaç duyduğumuzu bulmuştuk. Bu durumda diadan örnekleme yaparken kaç örneğe ihtiyaç olduğunu biliyoruz. 36 mm, 3.6cm enindeki diadan 900 örnek almamız gerekir. 3.6 mm'de 900 piksel varsa 1 cm'de kaç piksel olmalı? Ynt: 250 spc Bu durumda gereken örnekleme çözünürlüğü (spc) 250 olarak bulundu.
                          Bu hesapları daha kolay yapmanın bir yolu daha var.
                          Tarmama çözünürlüğü: spc/spi = ppc/ppi * büyütme oranı Yukarıdaki örnek için hesabı tekrarlarsak:
                          Büyütme oranı = 15cm / 3.6 cm = 4.16
                          Tarama çözünürlüğü, spc = 60 * 4.16 = 250 Bu örnekte de yukarıdaki gibi görünütünün eninde ve boyunda bulunan piksel sayısı sabit kalmıştır.
                          Yukarıdaki formül hesapları inch'den bağımsız yapmamıza yardım eder.
                          Örneğin hedeflenen görüntü çözünürlüğü 200 ppi (piksel/inch), hedeflenen görüntü boyutu 20*30 cm, taranacak görüntü boyutu 2*3 cm olsun. Tarama çözünürlüğü büyütme oranından kolayca hesaplanır.
                          Tarama çözünürlüğü (spi) = Büyütme oranı 10 * hedeflenen çözünürlük 200 dpi = 200*10 = 2000 spi.
                          Dikkat ederseniz yukarıdaki hesapta kağıt boyları için Cm, tarama çözünürlüğü için inch birimini kullandık. Bu kolaylığı bize sağlayan büyütme oranının hesaplanmasıdır.
                          Taramadan önce dosya boyutunu tahmin edebilirmiyim?
                          Dosya boyutu (MB) = enindeki piksel sayısı * boydaki piksel sayısı * kanal sayısı / 1.000.000
                          Dosya boyutu (KB) = enindeki piksel sayısı * boydaki piksel sayısı * kanal sayısı / 1.000
                          Örneklem sayısının değiştirilmesi:
                          Görüntünün eninde ve boyunda bulunan piksel sayısını değiştirmeden çözünürlük değerini değiştirme işine resampling veya örneklem sayısının değiştirilmesi denir. Bu işlem sırasında piksel sayısı değişmediğinden dosya boyutu değişmez. Örnekleme sayısı arttıkça imgenin kağıt üzerindeki boyutu küçülür. Örneklemi azaltmanın bir sınırı vardır o da çıktı cihazı ile ilgilidir. Eğer örneklem sayısı çıktı cihazının öngördüğünden çok daha az ise görüntüde kalite kaybı ve karelenmeler meydana gelir.
                          Başlangıç çözünürlüğü (ppc) * başlangıç boyutu (cm ) = Nihai çözünürlük ( ppc) * Nihai boyut (Cm)
                          Bu görüntüyü Scanner veya başka bir kaynaktan kullanacaksak çoğu zaman imge boyutunda veya çözünürlüğünde bazı değişiklikler yapmak gerekecek. Örneğin 36*24 mm boyutunda bir dia taranacak ve 10*15 cm boyutunda 600 dpi bir printer ile basılacaksa ne yapmak gerekir. Bu durumlarda yukarıdaki örnekte yaptığımız gibi öncelikle hangi ebatta bir görüntü gerektiği hesaplanmalıdır. Daha önce yaptığımız hesap sonucunda 900*600 piksel boyutlarında bir görüntüye ihtiyaç duyduğumuzu bulmuştuk. Bu durumda diadan örnekleme yaparken kaç örneğe ihtiyaç olduğunu biliyoruz. 36 mm, 3.6cm enindeki diadan 900 örnek almamız gerekir. 3.6 mm'de 900 piksel varsa 1 cm'de kaç piksel olmalı? Ynt: 250 spc Bu durumda gereken örnekleme çözünürlüğü (spc) 250 olarak bulundu.
                          Piksel sayısını arttırma veya azaltma:
                          Bir çok görüntü işleme programı büyütme ve küçültme işlemlerini en yakın komşu renk veya ara renkleri tahmin (interpolasyon) yönetmi ile yaparlar. Tahmin yönteminin sonuçları en yakın komşu yöntemine göre daha iyidir, ancak her iki yöntemde de büyütme sırasında kayıplar meydana gelmektedir. Küçültme sırasında meydana gelen kayıplar veri kaybı niteliğindedir. Bir görüntüdeki piksel sayısı azaltıldıktan sonra bazı bilgiler (ince çizgiler, dokular) nihai larak yok olmaktadır. Büyütme sırasında ise her hangi bir yarar sağlanmadan dosya boyutunu büyütmüş oluruz. Çözünürlüğün temel kavramlarını öğrenmek, çalışma sırasında zaman ve emek kaybını önlemeye yönelik atılacak ilk adımdır.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            #14
                            Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                            Siyah Beyaz Film Banyosu:

                            Gerekli malzemeler:
                            1. Karanlık Oda (5 dakika içerisinde beyaz bir kağıdın görünemediği)
                            2. Banyo tank'ı ve makara (kuru)
                            3. Film geliştirici: D-76 veya D-11
                            4. Durdurma banyosu: Sirke veya limon tuzu
                            5. Sabitleyici banyo: Hypo
                            6. Foto-flo veya bulaşık deterjanı
                            7. Beher 1 lt.
                            8. Termometre
                            9. Makas
                            10. Su tesisatı
                            11. Saat
                            12. Film Mandal'ı (ağırlıklı)
                            13. Karıştırıcı
                            14. 3 adet koyu renk, büyük, cam-plastik şişe
                            15. Honi
                            Film banyosu:

                            1. Film geliştirici (d-76 veya D-11) paketin üzerindeki talimata göre hazırlanıp şişeye konur, üzerine geliştirici banyo etiketi yapıştırılır.
                            2. İkinci şişeye sirkeli veya limon tuzu ilave edilmiş su doldurulur. Üzerine durdurucu banyo etiketi yapıştırılır.
                            • 20 cc konsantre asetik asit, su ile bir litreye tamamlanır, veya
                            • 50 cc %28lik asetik asit, su ile bir litreye tamamlanır, veya
                            • 150 cc yemeklik sirke, su ile bir litreye tamamlanır
                            3. 1 Kg hypo3 lt. sıcak su ile çözülür, 3. şişeye konur. Üzerine sabitleştirici banyo etiketi yapıştırılır.
                            4. Film kenarı film çıkarıcı ile çıkarılıp, perforatlar arasından kesilir. Film çıkarıcı yoksa tam karanlıkta film kutusu iki kenarından basılarak kapağın açılması sağlanır. Çıkan filmin başı düz bir şekilde kesilir. Film makarasına ileri geri hareketler yaptırılarak film sarılır. Sarılan makaralar tankın içine yerleştirilip kapağı kapatılır.
                            5. Film geliştirici 1+3 oranında sulandırılarak istenen banyo sıcaklığına getirilir.
                            ILFORD18&#176;19&#176;20&#176;21&#176;22&#176;23&#176;12 5 ISO: 1/219'17.5'16'15'13.5'12.5'125 ISO: 124'22'20'18.5'17'15.5'125 ISO: 233.5'31'28'26'24'22'
                            6. Sabitleyici hypo oda sıcaklığında 1+3 oranında sulandırılır.
                            7. Filmin içinde olduğu kapağı kapalı tank içerisine belli derecedeki geliştirici banyo solüsyonu tank üzerinde yazılı olan miktarda konur. 30 saniye çalkalanır. Banyo süresi bitimine kadar her 30 saniyede bir 5 saniye çalkalanır.
                            8. Geliştirme banyosu tamamlanmadan hemen önce banyo sıvısı dökülür, süre bitiminde durdurucu banyo tanka konur. 10-15 saniye durdurucu banyo suyla bekledikten sonra durdurucu banyo dökülür ve sabitleme işlemine geçilir.
                            9. Oda sıcaklığındaki sabitleyici banyo tanka konur, 5-10 dk süre boyunca 30 saniyede bir 5 saniye çalkalnır. Süre bitiminde banyo dökülür.
                            10. Tank açılmadan film akan su altında 15-30 dk. yıkanır.
                            11. Filmi tanktan çıkarmadan önce Photo-flo veya bir kaç damla deterjan suya ilave edilerek yıkanır. Bu şekilde kurutma sırasında film üzerinde su damlacıklarının oluşması önlenir.
                            12. Hafif olan mandal yukarı, ağır mandal aşağı gelecek şekilde film kuru ve tozsuz bir ortamda asılarak kurumaya bırakılır. 13. Film kuruduktan sonra arşivleme ortamına göre 4-6 kare uzunluklarda kesilerek filme zarar vermeyecek muhafaza içerisine yerleştirilir.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              #15
                              Konu: Fotograf çekmeye başlıyacaklar için faydalı bilgiler

                              Renk Bilgisi

                              Yaşadığımız dünyayı renksiz düşünebilirmisiniz? Renk yaşamdır. Renkler aydınlığın çocuklarıdır, ışık ise renklerin anası. Cisimler ışıktan can alır, görünür hale gelir; ışıksız renkler yok olur, karanlık hakim olur.

                              Renk yaşamdır. Hiç bir şey yağmurlu bir sabahta gördüğümüz gökkuşağı kadar bizi duygulandırmaz. Yıldırım bizi korkutur. Sabahleyin erken saatte gördüğümüz kuzey ışığı ruhumuza huzur ve dinginlik verir. Renklerin görsel, duygusal dilini öğrenmek işin doruk noktasıdır. Renklere gösterdiğimiz tepkiler biraz da geçmişteki deneyimlerimize bağlıdır. Dinler, gelenekler, inançlar, moda, reklam bizim renklere olan tepkimizi şekillendirir.
                              Renklerin bilincinde olsak da, olmasak da üzerimize olan etkilerini görürüz. Bu etkileri pozitif ve negatif kutuplara ayırmak doğru olur mu? Tartışılmalı. Gelin renkleri biraz tanıyalım. Nasıl mı? Biraz fizik, biraz fizyoloji, biraz psikoloji. Renkler üzerinde düşünmek doğanın ölümsüz yasaları üzerinde kafa yormaktır. Renklerin üzerimizdeki etkisini onları var eden maddelerin etkilerinden ayrı düşünebilirmiyiz?
                              Spektral renklerin dünyasına ilk defa 1876'da fizikçi Sir Isaak Newton girmiştir. Daha sonra renkli algılamada üç rengin yeterli olacağını "Young" dile getirmiştir. "Maxwell" bu üç rengi görünür ışık spektrumunun başı, ortası ve sonuna denk gelecek şekilde "Kırmızı", "Yeşil" ve "Mavi"* * * olarak saptamıştır. Ancak üç reseptörün bulunması 1957'de fizyolojist "Rushton"a kısmet olmuştur. Rushton gözde "Erythrolabe" (Kırmızıya duyarlı) "Chromolabe" (Yeşile duyarlı) ve "Cyanolabe" (Maviye duyarlı) adını verdiği üç reseptör tespit etmiştir.Bu üç reseptör birlikte uyarıldığı zaman beyaz, hiç biri uyarılmadığı zaman ise siyah algılanır. İki reseptörün birlikte uyarılmasından ikincil renkler algılanır.
                              %50 * Kırmızı + %50 * Yeşil = * Sarı
                              %50 * Yeşil + %50 * Mavi = * Turkuaz
                              %50 * Kırmızı + %50 * Mavi = * Magenta (Mor)
                              %33 * Mavi + %33 * Kırmızı + %33 * Yeşil = * Beyaz



                              Bu üç reseptörden filogenetik olarak belli bir dalga boyuna ilk özgünleşen mavidir. Kırmızı ve yeşil maviden daha sonra ayrıldığı için bu renklerle ilgili renk körlüğüne daha sık rastlanır. Algılanan bilgiler beyinde oksipital loba taşınır. Burada V1 adındaki alanda renk ve renkli formlara duyarlı hücreler blob denen kümeler oluşturur. Siyah/Beyaz formlara duyarlı hücreler ise interblob alanlarda toplanmaktadır. Renk bilgileri daha sonra yine oksipital lobda olan V4 alanına taşınır. V4 renkli algıya ayrılmış özel alandır. V4'de oluşan problemler akromatopsi (renkli algının bozulması) ile birlikte seyreder ve hasta dünyayı grinin tonlarında algılar. Renk belleği ise genelde sözel ve duygusal renk bellekleri olarak yapay bir şekilde sınıflanır. İşin bundan sonraki kısmı sanatçıların ve psikologların alanına giren konulardır.
                              "Newton" daha sonra kendi geliştirdiği renk halkasını uç uca birleştirerek spektrumda eksik olan Magenta rengini oluşturdu. Daha sonra bu halkayı 12'ye bölerek renklerin sistemli bir şekilde değerlendirilmesinde belki de ilk adımı atmış oldu. Bauhaus sanat okulunda



                              renk eğitimi veren "Iten", öğretisini bu temele dayandırdı.


                              Boyaların karıştırılması sonucunda ortaya çıkan renkleri açıklayan "Çıkartma" veya "Substraksiyon teorisine" göre Turkuaz, Magenta ve Sarı * * * renkleri ile tüm renklerin aslına yakın reprodüksiyonu mümkün olmuştur. Bu üç renk günümüzün matbaası ve renkli filmlerin temeli oldu. Çıkartma teorisine göre ortak olan renk yansıtılır, geri kalan renkler emilir ve görülmez. Örneğin Mavi ve Yeşil reseptörleri uyaran Turkuaz ile Yeşil ve Mavi reseptörleri uyaran Sarı boyaların karıştırılması sonucu her iki boyada ortak renk olan yeşil görünür, geri kalan renkler diğer boya tarafından emilir. Mavi sarı tarafından kırmızı ise turkuaz tarafından emilerek yok olur.
                              %50 * Turkuaz + %50 * Magenta = * Mavi
                              %50 * Turkuaz + %50 * Sarı = * Yeşil
                              %50 * Sarı + %50 * Magenta = * Kırmızı
                              %33 * Turkuaz + %33 * Magenta + %33 * Sarı = * Siyah


                              Gördüğümüz çoğu renk "absorpsiyon" yolu ile oluşmuştur. Burada bir madde, gelen ışıkta bazı dalga boylarını absorbe ettikten sonra geriye sadece göründüğü renge ait dalga boylarını yansıtır. Transparan maddeler yansıttığı renkte değil, içinden geçirdiği dalga boyları renginde görünür. Bazı floresan boyalar aldıkları ışığı dalga boyunu değiştirerek farklı bir renkte ve dalga boyunda yansıtırlar. Fosforesan boyalar ise aldıkları ışığı depolayıp uzun süre saçabilirler. Bazen ışığın kendisi renklidir. Işığın kaynağı Kırmızı alev gibi sıcak veya neon/ateş böceği kimyasal ışığı gibi soğuk olabilir. Sabun köpüğünde ve su yüzeyindeki ince filmlerde bibirine çok yakın iki yansıtıcı yüzey vardır. Oluşan renkler, iki ayrı yüzeyden yansıyan ışık dalgaları arasında oluşan interferans sonucu oluşur. Bazı kelebek ve böceklerdeki doygun mavi ve yeşiller, CD ve plaklardaki renkler, difraksiyon (saçılma) yoluyla oluşur. En değerli yeşil renk ($) bu yolla oluşur. Gök yüzünün mavisi ise, toz ve su parçacıkları tarafından saçılan kısa dalga boylarından oluşur.
                              Görme işi nefes alma gibi kendiliğinden gelişen bir eylem değildir. Çeşitli insanlar renk uyumundan bahsederken farklı şeylerden bahsettikleri çok kolay anlaşılabilir. Görünen şeyler renk, form, doku, gölge, hareket ve anlam açısından değerlendirilirler. Gördüklerimizi kıyaslama yoluyla değerlendirdiğimizi söylersek çok yanlış olmaz. Renk algılamasında insanların kıyaslama için kullandığı yedi kriter olduğunu öğrenmek, sınırsız renk dünyasında bizi kıyıya ulaştırır.
                              1. Renk kontrastı, yedi kontrast arasında en basit kontrasttır. Renk kontrastı, renk dairesindeki renklerin en saf şekillerini kullanarak oluşturulabilir. İki renk ile bir kontrast yaratırken örneğin karşı karşıya gelen iki renk kullanılabilir. Mor/Sarı en basit diadlardan biridir. Triadlar renk halkasından eşkenar bir üçgen oluşturacak şekilde seçilebilir. Ressamların en çok sevdiği sarı/kırmızı/mavi bu şekilde oluşturulmuş güçlü bir triaddır. İkiz kenar üçgenlerin etkileri daha çok diadlara yakındır. Ayrıca kare kullanarak üç farklı tetrad yaratmak mümkündür.

                              2. Açıklık/koyuluk kontrastı Gece/Gündüz tekrarlanan ve yaşamımızın en vazgeçilmez kavramlarından biridir. Aydınlık/karanlık, açık ve koyu kutuplarını açıklayan en güzel renkler Siyah ve Beyaz'dır. Beyaz gözdeki koni ve basillerin en şiddetli uyarılma, siyah ise dinlenme halidir. Grinin tonları ve tüm renkler, siyah ve beyaz arasında yer alır. Açıklık/koyuluk kontrastı grinin tonlarında kullanılabileceği gibi renklide de açık ve koyu renkler tarzında kullanılabilir.




                              3. Sıcak/Soğuk kontrastı yedi kontrast arasında en dikkat çekici kontrasttır.Alev ve sıcağı düşündüren renkler arasında sarı, turuncu ve kırmızı sayılabilir. Yapılan deneyde Mavi bir odada oturanlar, kırmızı bir odada oturanlara göre daha çabuk üşümeye başlamışlar.Sıcak/soğuk kontrastını bazı kelimelerin uyandırdığı duygularda görebiliriz. Gölge/Aydınlık, Şeffaf/Mat, Semavi/Dünyevi, Uzak/Yakın, Buzul/Çöl, Islak/Kuru vs. Sıcak soğuk kontrastı kullanılarak çok güçlü duygular elde edilebilir.




                              4. Doygunluk kontrastı: Renk dairesinin kenarında kalan renklerin hepsi doygun renklerdir. Dairenin ortasına yaklaştıkça doygunlukları azalır ve grileşirler. Renkler saf halleriyle dikkat çekici özellik taşırlar. Doygun renkler doğada genelde zehirli ve tehlikeli olmanın işaretidir. Saf renklere beyaz karıştırılınca daha barışçıl ve dinlendirici bir özellik kazanırlar. Siyahın karışması ile renkler hastalıklı ve melankolik bir özellik kazanır. Renklerin saf olarak kullanılması "ben önemliyim" veya "ben buradayım" anlamını taşır.

                              5. Komşuluk kontrastı: Büyük, kırmızı bir zemin üzerinde küçük, siyah bir kare ne renk görünür? Tuhaftır ama, kırmızıya komşu olan renkler koyu turkuaz rengine doğru bir değişiklik gösterir. Göz başka renklere komşu olan renkleri komplementer renklere yaklaştırarak görür. Kırmızı kravatlar üzerinde siyah iplik kullanan üretici ipliğin siyah olduğu konusunda ısrar edince büyük zarara uğramıştır. Siyah iplik yerine kahverengi iplik kullansa idi, büyük zararın önüne geçilebilirdi.




                              Beyaz etrafındaki renklerin parlaklığını azaltır ve sönük görünmelerine sebep olur. Siyah ise etrafındaki renklerin daha parlak ve canlı görünmesini sağlar.



                              6. Komplementer (tamamlayıcı) kontrast: Boyalar birbirine karıştırıldığı zaman, Siyah/Gri renk oluşturan renkler tamamlayıcıdır. Bunlar Turkuaz+Kırmızı, Sarı+Mavi ve Magenta+Yeşildir. Fizyolog Hering'e göre, insan gözü gri rengi arar. Hering'e göre grinin anlamı göz dibindeki algılama hücreleri olan koni ve basillerin uyarılma durumunun dengelenmiş olmasıdır. Bu durumda birleşmesinden gri renk doğan renkler, "harmonik" sayılırlar. Toplamı gri olmayan renkler ise ilgi çekici veya uyumsuz olacaktır.



                              7. Alan genişliği kontrastı: Her rengin etkisi kapladığı alan kadardır. Ancak birden fazla renk söz konusu olduğunda hangisinden ne oranda kullanılacağı belirlenmelidir. Renkleri dengeye dayalı kullanmak amacıyla Gothe, renklere dikkat çekme özelliklerine göre ağırlık değeri vererek bazı rakamlar tahsis etmiştir. Sarı 9, Turuncu 8, Kırmızı 6, Mor 3, Mavi 4, Yeşil 6. Tüm renkleri kapsamamasına rağmen Gothe'nin değerleri benimsenmiş, bazı ressamlar bundan yola çıkarak bu rakamlar ile uyumlu alan ölçümlerini tekrar hesaplamışlardır. Sarı 3, Turuncu 4, Kırmızı 6, Mor 9, Mavi 8, Yeşil 6. Bu alan genişliği değerlerini kullanırsak denge için mor/sarı oranı 9/3 = 3/1 olmalı.
                              Renk küresi:
                              * Ekvator düzlemeinde Newton halkası: Kuzey Kutbunda parlak bir beyaz ve Güney kutbunda parlak bir Siyah bulunan bir küre düşünün. Kuzey ve Güney kutbunu bir birine bağlayan çizgi üzerinde tüm gri tonları bulunsun. Kürenin içini, orta eksene doğru doygunluğu azalan renkler doldursun. Ekvatorde saf renkler, kuzey'e doğru açık renkler, güney'e doğru koyu tonları içersin. Meridyenler üzerinde renklerin açık ve koyu tonları kaplamıştır. Ve işte renkleri oluşturma formülü.
                              Renk küpü:
                              Renk küpleri RGB teorisine göre yapılmış küplerdir. Başka bir ifade ile küp ile görünebilen tüm renkerli ifade etmek mümkün. Küpler RGB teorisinin görselleşmiş halinden başka bir şey değildir.XYZ eksenlerinde RGB değerleri belirli bir ölçek ile ifade edilince, en düşük değerden en yüksek değer kadar tüm renk tonlarını içeren küp şeklinde bir yapı ortaya çıkar. Bu küp üzerinde 0,0,0 noktasındaki renk siyah, 255, 255, 255 noktasındaki renk beyazdır. Diğer köşeler 3 birincil renk olan kırmızı, yeşil, mavi ve üç ikincil renk olan sarı, turkuaz ve majenta ranklerine aittir. Küpün yüzeyine yakın bölümle genellikle doygun renkleri, siyah ve beyaz köşe arasında çizilen küpün içinden geçen hayali diyagonal'a yakın eksen doymamış renkleri içerir. Küpün tam ortası ise gridir.



                              W. Oswald'a göre, hangi renklerin hoşa gidip hangilerinin etkisiz veya rahatsız edici olduğunu deneyimle öğreniyoruz. Önemli olan bu etkinin nasıl belirlendiğidir. Doğada bulunduğumuz ortam sürekli bir dinamizm içindedir. Mevsimlerin değişmesi, doğadaki renklerin değişmesi ile kendini belli eder. İlkbahar kendini parlak ve aydınlık renkler ile takdim eder. Sarı beyaza en yakın renktir ve sarı-yeşil sarı rengini şiddetlendirir. Doğada doğurganlık mevsimi başlamıştır. Pembe, paste mavi, sarı mor çiçekler menüsünü görmek mümkün. Sonbaharın renkleri ile ilkbaharın vaatleri gerçekleşir ve renkler en doygun ve en sıcak halleri ile kendini ortaya koyarlar. Kış, tam uyku zamanıdır. Renklerin duyguları aslında bizim duygularımızdır. Aşağıda bir kaç rengi teker teker gözden geçirdik.
                              Kırmızının modülasyonu cennet ve cehennem arasındaki tüm tonları yansıtabilir. Kırmızı siyah üzerinde şiddet ve ateşi temsil ederken, beyaz üzerinde pembe manevi bir aşkın simgesidir. Turuncuya kayan bir kırmızı romantik bir serüvenin başlangıcı olabilir. Beyaz üzerinde kırmızı kan ve ölümü akla getirir. Yüzdeki kırmızılık utanma, kızgınlık ve ateşin belirtileridir. Yukarıda kullanılan kırmızının ağırlığı inkar edilemez, aşağıda kullanıldığı zaman ise yine ağırlığı ile fotoğrafı dengeler. Üç ana formdan kare, iki yatay ve iki dikey kenardan oluşan belirgin hudutları ve kenarları ile ağırlığı ve oturmuşluğu temsil eder. Kareyi kırmızı ile ifade etmek yerinde olur.
                              Altın sarısı, maddenin en yüksek değerini ifade eder. Sarı bolluk, kutsallık, güneş ve zenginliğin simgesidir. Sarı parlaktır ama şeffaf değildir. Bazen karanlığın içinden çıkan ışık anlamında, aydınlığın simgesi olmuştur. Bu anlamda sarı, bilgi anlamına gelir. Ancak bu sarı içerisine gri ve siyah renk karıştırılırsa, yalan, ihanet, ve akılsızlık anlamına gelir. Sarı ister yukarıda ister aşağıda kullanılsın dengeyi, yukarıya doğru hareket ve hafifliği ifade eder. Üçgen, oturmuşluğu dengeyi, yukarıya doğru hareket ve hafiflik ile birlikte ifade eder. Üçgen aynı zamanda derin düşüncenin simgesidir. Bu özellikleri en iyi sarı yansıtır.
                              Yeşil umudun ve doğanın rengidir. Doğurganlık ve huzur yeşilin anımsattığı diğer değerlerdir. Yeşil-sarı ilk baharın gençlik gücünü doruğunda gösterir. Maviye kayan bir yeşilde manevi manevi yaşam ötesi artmaktadır. Yeşil, rengine ve açıklık koyuluk derecesine göre çok çeşitli anlamlar ifade edebilir. Ayrıca kültürel/dinsel faktörler yeşil rengin algısında önemli rol oynar.
                              Güneşli ve mavi bir gökyüzü sağlık ve canlılık fikirlerini uyandırır. Siyah üzerinde mavi, gece parlayan bir neon gibi canlıdır. Gece ve gündüz gökyüzü hep mavi ile özdeşleştirilir. Sualtında görünen denizin derin mavisi yükseklerde gördüğümüz mavi bizi heyecanlandırır. Fotoğrafın alt yarısında kullanılan mavi, ağır ve derin; üstte kullanılan ise hafiftir. Üstte kullanılan mavi özgürlüğün rengidir. Semavi ve göksel anlamlar için mavinin üstünlüğü tartışılmaz. Aynı mavi ile duvarlarımızı boyarsak hayal kırıklığı olur. Akşam mavisi hüznün rengidir. İnsan yüzünün mavi renk altında görünmesi ise hastalık ve ölüm düşüncelerini akla getirir. Dairenin oluşumunda bir nokta, merkezin etrafında eşit bir şekilde hareket eder. Dairenin ifade ettiği sonsuzluk ve bitmeyen yumuşak hareketlerdir. Bu kavramlara en yakın renk mavidir. Sanatçı renklere estetik açıdan ilgi duyar ve bilgilerin tümüne, ışığın fiziğine, boya pigmentlerinin kimyasına, dayanıklılığına, görmenin fizyolojisine, psikolojisine gereksinim duyar. Başlangıç için renklerin görsel, duygusal ve simgesel etkileri olduğunu, bunların nasıl belirlendiğini unutmamakta fayda vardır. Bugün renklerin nimetlerinden herkes yararlanabilir ama renk "sırlarını" her zaman gerçek hayranlarına saklayacaktır.
                              Son düzenleme delphin; 30-09-2006, 21:13.

                              Yorum

                              İşlem Yapılıyor