dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

    1990'lı yıllar İspanya

    Judith yaşadıklarına başkaları da şahit oldu...

    UFO araştırmacısı Josep Guijarro Triado, soyadını açıklamaktan çekinen Judith'le tanıştığında sayısız kaçırılma vakalarından birini daha incelemeye başlamıştı...

    Judith'in sorunu kayıp zaman aralıklarıydı. Açıklanamaz şekilde kendini evinden uzakta, aklı karışmış halde buluyordu... Kayıp zaman dilimlerini tuhaf vizyonlar ve uzaylıların ziyaretleri izledi. Bir akşam çalıştığı sağlık kuruluşundan evine dönerken, gökyüzündeki ışıklı ve yuvarlak biçimli bulut dikkatini çekti.

    Judith onu görür görmez bulut üç parçaya ayrıldı ve parçalar sol tarafa doğru ilerlediler. Eve girdiğinde Judith kocasıyla üç çocuğunun uyuduğunu gördü ve yatmadan önce bir sakinleştirici aldı... Sabaha karşı saat dörtte aniden sıçrayarak uyandı. Sanki birinin kendisine dokunduğunu hissetmişti... 10 dakika sonra yatağın ayak ucundan bir ses duymaya başladı. Daha sonra ipnoz altındayken, o andan itibaren bedenindeki tüm kasların felce uğradığını ve bilincini kaybettiğini anlattı.

    UFO araştırmacısı Josep Guijarro, Judith'in ipnoz seanslarına katıldı. Bu seansların birinde, Judith eve dönerken gördüğü garip biçimli bulutu yeniden tanımladı. Ancak uyanıkken hatırlayamadığı çok önemli ayrıntıları ipnozdayken verdi. Gerçekte arabasıyla birlikte ışıklı bulutun içine çekilmişti. Gözlerinin önünde aniden iri başlı, zayıf varlıklar belirdi, aralarından biri hepsinden uzundu ve lider gibi görünüyordu.

    Judith ameliyat masasının bulunduğu başka bir odaya alındı. Odanın ışık kaynağı belli değildi ama yine de gölgeye yer vermeyecek şekilde her yer eşit derecede aydınlatılmıştı. (Görüldüğü gibi birbirinden çok uzakta yaşayan tanıklar bile, kaçırılma vakalarında hep aynı ayrıntıları vermekteler.)

    Judith daha sonra bulunduğu yerin sağ tarafında, yumuşak ışıklar yayan iki televizyon ekranının varlığından söz etti. Sol tarafta ise bir tür vitrine yerleştirilmiş, motosiklet sürücülerinin kullandığına benzeyen kask dikkatini çekti. Göremediği bir varlık kaskı Judith'e giydirmeye çalışınca da çok korktu.

    UFO araştırmacısı Josep Guijarro şüpheciliğiyle tanınan biriydi. Judith kendisine başvurduğunda her türlü yanılgıyı ve dikkatsizliği önlemek amacıyla Judith'in evinde bir kaç gece geçirmeyi önerdi. Aile bu teklifi olumlu karşıladı. Josep Guijarro, "Dünya Dışı Varlıklar"m Judith'i gerçekten ziyaret edip etmediklerini kendi gözleriyle görmek ve mümkünse kameralarla saptamak istiyordu.

    Evdeki ikinci gecesinde, salonda toplanmış televizyon izlerlerken, evin köpeği birden kulaklarını kabartıp sanki gelen yabancı biri varmışçasına etrafı dinlemeye başladı... Bu arada televizyonun sesi kendiliğinden yükselip alçalıyordu... Bunu nereden geldiği belli olmayan uğultular izledi...

    Josep Guijarro zamanın geldiğini hissederek, herkesin yatmasını önerdi. Judith kendi odasına, UFO araştırmacısı Guijarro da hemen yandaki konuk odasına çekildiler. Guijarro kamerasını ve teybini çalıştırdıktan sonra yatağa uzandı. Bütün dikkatini kapıya yöneltmişti. Yaklaşık 10 dakika geçmişti ki, evin köpeği yeniden ulumaya başladı ve o anda yaklaşan ayak sesleri duyuldu...

    Guijarro kapısının önünden geçen irice başlı, zayıf gölgeyi gördü. Yerinden kalkmaya çalıştığında ise, büyük bir sürprizle karşılaştı... Tüm bedeni adeta felç olmuştu ve parmağını bile kıpırdatamıyordu... Yapabildiği tek şey derin bir nefes alıp uykuya dalmak oldu...

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

      1990'lar İspanya

      Maria Dolores'in bedeninde kalan izler...

      Başka bir tanık Maria Dolores ise, yaşadığı şehir Barcelona'da UFO gözlemleri sonrasında kaçırılma deneyimiyle karşılaşmıştı. Tıpkı diğer kaçırılanlar gibi, o da defalarca uzay gemisine alındığını söylüyordu. Ancak bir kaçırılma gecesinin sabahında karnında üçgen oluşturacak şekilde beliren kırmızı lekeler oluştuğunu fark etti. Hemen doktora başvurdu fakat tıbbi muayene kırmızı lekelere bilimsel açıklama getiremedi.

      Maria Dolores'in kızı da aynı gece rüyasında devasa ışıklı bir üçgen gördüğünü ve korkuyla uyandığını anlattı doktora.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

        1968-1990'lar İspanya

        Marive önce garip rüyalar görmeye başlamıştı...

        Marive adındaki genç kadın, 1968 yılından beri, yani 8 yaşından beri uzaylılar tarafından ziyaret edildiğini söylüyor. İlk ziyarette ince uzun yapılı "Dünya Dışı Varlıklar", onu yatağından alıp uzay gemisine götürmüşler ve burada yapılan bir ameliyatla bedenine bir mikrocihaz yerleştirilmiş.

        Marive rüyalarla başlayan deneyimlerini şöyle anlatıyor: "1968 Eylül ayından beri tekrarlanan aynı rüyayı görmeye başladım. Düşümde gürültüyle uyanıp Malaga'daki evimin balkonuna çıkıyorum. Sokakta korku içinde bağırarak koşan insanlar var. Sonra gökyüzüne baktığımda üçgen oluşturacak şekilde uçan üç uzay gemisi görüyorum."

        Evet üç sayısı ve üçgen sembolü UFO'larla yakından ilgili bir kavram olarak sürekli karşımıza çıkıyor...

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

          1990'lar ABD

          İki arkadaşın uzay gemisindeki anılan...

          Carol ve Alice iki yakın arkadaştı. Yıllarca pek çok şeyi olduğu gibi, kaçırılma deneyimini de birlikte yaşadılar. Açık temaslar 1991 yılında başlamasına rağmen, gerçekte çocukluk yıllarından beri "Gri"ler tarafından kaçırılıyorlardı...

          10 Ekim 1991 öğle sonrasında, Carol, Hagerstown'da yaşayan ailesini ziyaretten dönüyordu. Ancak her zaman izlediği yolun aksi yönünde bir başka otoyola sapınca kaybolduğunu anladı. Hava kararıyordu ve sis etrafı görmesini engelliyordu. Yeniden ana yola çıkmaya çalışırken bomboş arazide güçlü bir ışıkla aydınlatılmış bölgeyi gördü. Ne olduğunu anlamak için yaklaştı, arabasını durdurdu. Işık kaynağının ardında ev ya da bina benzeri devasa bir nesne vardı. Hatta ona dev boyutlarda bir elektrik ampulü bile denebilirdi. Ama üst değil, alt kısmını aydınlatıyordu.

          Carol büyük cismin yanında ondan daha küçük bir aracın daha olduğunu gördü. Küçük nesne balık biçiminde, ışıksız ve mat metalden yapılmıştı. Boşlukta, havada öylece asılı duruyordu. Carol ışık saçan büyük nesnenin hemen sağ tarafında beş altı kişilik bir gurubun toplandığını gördü. Aralarında bir kadın; ceket ve blucin pantolon giymiş bir de adam vardı. Adam küçük bir çocuğu elinden tutuyordu. Daha küçük bir çocuğu ise kucağına almış, göğsüne bastırmıştı. Arkadan vuran ışıkta yüzlerini seçmek, bu insanların yaşları hakkında fikir yürütmek kolay değildi.

          Grup Carol'un yaklaştığını fark etti. Carol bu devasa garip cismin belki de bir endüstri makinesi olabileceğini ve gruptakilerin de herhangi bir inşaat işi için burada toplanmış oldukları düşüncesini geçirdi aklından... Ancak daha yakından baktığında üzerinde pencereleri de bulunan metalik yüzeyli nesnenin inşaat makinesi olamayacağı kararına vardı. Daha çok bir binaya benziyordu. Arabasının içinden bile cisimden yayılan rahatsız edici ısıyı hissedebiliyordu. Bu belki de görmemesi gereken gizli bir araştırmaydı...

          Carol geri dönmeye karar verdi. Arabayla yakındaki tepeye tırmandı ve bu defa cismi yukarıdan izledi. Çevreye yayılan ışık hala güçlüydü ve uzaktan baktığında Carol cismin dev bir muza benzediğini düşündü. Az sonra cisimden etrafa garip bir ses yayılmaya başladı. Işık nabız gibi atıyordu. Ses giderek yükseldi, Carol gözlerini kapattı. Yeniden açtığında cisim yerinde yoktu.

          Az önce gördüğü şeyin bina olmadığından emindi artık. Bu onun şuurlu halde yaşadığı ilk UFO fenomeniydi. Daha doğrusu o böyle zannediyordu... Daha sonra yapılacak ipnoz seansları unuttuğu pekçok anıyı ortaya çıkartacaktı...

          Örneğin 5 Eylül 1991 tarihinde de olduğu gibi...

          Söz konusu tarihte Carol yine arabasıyla şehir dışında ilerliyordu... Her zamanki gibi Hagerstovvn'a giden 70 numaralı Interstate yolunda idi. Daha sonra 26 numaralı Route yoluna kıvrıldı ve bir virajı dönmekte olduğu sırada yolun kenarındaki siluet dikkatini çekti... Arabayı durdurup aşağı indi. Pek emin değildi ama gölgenin kısa boylu "Griler"den birine ait olduğunu sezmişti...

          Carol varlığı gördü, ona doğru ilerledi ve yanına geldiğinde ikisi birlikte yere otuz derecelik açı yapacak şekilde havada süzülmeye başladılar. Küçük "Gri" biraz daha öndeydi. Carol vücudunu taşıyamayacağı kadar ağırlaşmış gibi hissediyordu. Midesi bulandı, gözlerini kapatmak istedi ancak bunu başaramadı. Çok geçmeden büyük ve karanlık görünüşlü cisme yaklaştıklarım fark etti. Bu, cisimden çok, siyah bir bulutu andırıyordu. "Gri Varlık" ve Carol bulutumsu nesneye girdiler. Carol cismin uzunluğunu yaklaşık yüz metre kadar tahmin ediyordu. İçeride ışık yoktu, ortam sisli ve karanlıktı.

          Carol sert köşeler ya da belirgin bir kapının varlığını bile saptayamamıştı. Gri varlık artık yanında değildi. Carol geldiği şekilde yine süzülerek ilerledi ve şimdi bir koridordaydı. Neyse ki burayı aydınlatan bir ışık vardı. Yere bir tür sembol çizilmişti. Desen beyin dalgalarını gösterir gibiydi.

          Daha sonra Carol hemen karşısındaki gri renkte, soğuk ve sert yüzeyli duvara itildi. Duvar taş bloktan yapılmış gibiydi, yavaşça aşağı indi ve şimdi Carol yüzüstü bu taş blok üzerinde yatıyordu. Kıpırdayamıyordu ama yine de sol tarafında iki kişinin varlığını sezdi. Üzerlerinde gri üniformalar vardı. Sonra birden metal görünümlü yumuşak madde Carol'un üzerine örtüldü.

          Yavaş ve yumuşak hareketlerle, Carol'un üzerini kaplayan ikinci bir deri gibi bedeninin her yanını sarmıştı. Madde sanki yaşayan, hafif ve sünger yumuşaklığında yapıya sahipti. Nasıl olduğunu anlayamadan üzerinde yattığı taş blok ters döndü ve zemine girerek kayboldu. Carol yine üzeri o yumuşak maddeyle kaplı olarak bu defa sırt üstü yatıyordu.

          Yanındaki varlıklardan birinin uzun boylu "Gri" olduğunu gördü. İri, siyah gözlerinde parıltı ya da anlam yoktu. Carol'a yaklaşırken elinde çift iğneli bir şırınga tutuyordu. Carol aklından onun "Doktor Gri" olduğunu geçirdi. İğnelerden her birinin ucunda birer tüp vardı. "Gri Doktor" tüplerin içindeki yeşilimsi altın renkli sıvıyı Carol'un baş parmağından enjekte etti. Carol konuşamıyordu ama zihninden sürekli bunu durdurmasını ve canının acıdığını tekrarlıyordu.

          "Gri Doktor" telepatik olarak canının acımayacağını söyledi. Carol ısrarla iğneleri istemediğini düşünüyordu. "Gri": "Hayır canım yakmam..." dedi. "Sana asla zarar vermedim." Sonra elini Carol'un alnına koydu ve bütün ağrıları sona erdi.

          Ardından da, Carol'a kendisini nasıl hissettiğini sordu. Carol oradan gitmek istiyordu. İğneyi geri çektikten sonra gidebileceğini söyledi. Carol geldiği yoldan geri dönerken üzerini kaplayan yumuşak gümüş renkli maddenin yok olduğu fark etti. Anne ve babasının evine geldiğinde ise, blucin pantalonu nedensiz yere , ıslanmıştı. Annesi baş parmağındaki yara izlerini sordu. İğnelerin girdiği yerde iki derin iz vardı. Yılan ısırığı gibi görünüyordu. Carol az önce yaşadıklarım hatırlamadığı için kesin cevap veremedi... Yaşadıkları hafızasından silinmişti...

          Bu olaydan üç gün sonra Carol yeniden "Griler" tarafından kaçırıldı... Gemiye alındığında kendisiyle ilgilenen "Doktor Gri"yi gördü ve iğneleri yapanın o varlık olduğunu anladı. Ancak bu deneyimi yaşadığı sırada öncekileri tamamiyle unuttuğu için bilinci parçalanmış ve anıları birbirine karışmış durumdaydı.

          Kendi kendisine oraya neden getirildiği ve bu yabancıların kim olduklarını soruyordu. "Gri Doktor" Carol'a değiştirileceğini söyledi. Varlık anlatmaya devam etti, bu deneyleri yapmak zorunda olduklarını ve daha sonra açıkladığında Carol'un her şeyi anlayacağını söyledi. "Gri Doktor"a göre yapılacaklar çok önemliydi. Carol ısrarla sormaya devam etti, ancak "Gri Doktor" şimdilik bunları bilmesinin gerekli olmadığı cevabını verdi.

          "Griler"de pek de fazla bilgi vermek istemeyen ve kendini üstün gören bir tavır hep gözlenmiştir. İnsanlara sanki bir deneyin parçası ve kobayıymış gibi davranıyorlar hatta onları sosyal hayvanlar yerine koyuyorlardı. Bu kaçırılmada Carol'a "Griler" tarafından enjeksiyon yoluyla iki farklı sıvı daha verildi. Biri altın renginde diğeriyse yeşildi. Bu defa "Gri Doktor"a CaroPın asistan adını verdiği bir başka "Gri Varlık" daha eşlik ediyordu. Üçüncü iğne o büyük şırıngayla yapılacaktı ve Carol zihninden canının acıyacağını geçirdi. "Gri Doktor" yine telepatik olarak canının yanmayacağı cevabını verdi.

          Ardından "Griler" Carol'un giysilerini çıkarttılar. Carol varlıkların karşısında çıplak kaldığı için öfkeliydi ve utanıyordu, üstelik üşüyordu da... Bu defa göbek deliğinden içeri yapılan bir iğneyle karnına kızıl-portakal renkli sıvı enjekte edildi. Bu defa acısı çok büyüktü ve Carol düşünceleriyle çığlık atıyordu. "Gri Doktor" yeniden elini Carol'un alnına değdirdiğinde acı kayboldu. Sonra Carol'a daha önce de bu iğneyi yaptıklarını ama önceki seferlerde acıdan şikayet etmediğini söyledi.

          Çok kısa bir anda, Carol karşısındaki varlığı üç gün öncesindeki kaçırılmadan değil de, yıllar öncesinden tanıdığı hissine kapıldı... Daha sonra varlıklar Carol'ı test etmeleri gerektiğini söyleyerek odadan çıkıp onu yalnız bıraktılar. Carol çıplak olmasına rağmen artık üşümüyordu. Ancak vücudu hala felcin etkisi altında ve kaskatıydı...

          "Griler" yeniden döndüklerinde Carol'un sol kolundaki damardan kan aldılar. Carol neden kan aldıklarını sorduğunda, "Gri Doktor" bunu bilmesinin o kadar da önemli olmadığı cevabını verdi. Carol ısrarla bilmek istediğini söylüyordu. "Doktor Gri" her şeyin yolunda gidip gitmediğini kontrol etmeleri gerektiğim açıkladı. Ve sonra Carol'a artık değiştirildiğini söyledi...

          Carol bütün bunlara anlam veremiyordu ve defalarca değişikliğin ne anlama geldiğini sordu. "Gri Doktor" artık sadece sığır eti yemesi gerektiğini söyledi. Carol itiraz etti, kırmızı etten hoşlanmaz, beyaz eti tercih ederdi. "Hayatım boyunca sığır etiyle beslenemem" dedi. "Biz insanlar değişik besinler tüketiriz".

          "Gri Doktor" artık değiştiği için farklı şekilde besleneceği konusunda ısrarlıydı. Carol nasıl bir değişimden geçtiğini asla öğrenemedi...

          Her şey çocukluk yıllarında başlamıştı...

          Carol'un "Griler"le tanışması çocukluğuna rastlıyordu. Henüz dört yaşındaydı. Bir gece kardeşi Mary ile paylaştıkları yatak odasında aniden uyandı. Pencereye baktığında kendisini daha önce de ziyaret eden iri kedilerin yeniden geldiklerini gördü!... Korkuyordu ve mevsim yaz olmasına rağmen çok üşümüştü... Seslenip babasını çağırmayı denedi. Ama kendini zorlamasına rağmen ağzından tek hece bile çıkmıyordu. Mary'i uyandırmayı denedi ama sesini ona da duyuramadı.

          Carol daha önce de pek çok defa gördüğü "Gri Ziyaretçileri" kedi zannediyordu... Pencerenin dışında dikkatle Carol'u izleyen gözler vardı. Sonra kediler ya da "Griler" odaya girip Carol'a yaklaştılar. Carol onları istemiyordu, defalarca gitmelerini söyledi. Kısa bir süre sonra odaya parlak, mavi ışık doldu. Griler" o gelişlerinde kulağına garip bir "şey" yerleştirmişlerdi...

          Ancak o bunu çok daha sonra hatırlayabilecekti... O anda canı acıyordu ve kulağına bırakılan yabancı maddeyi görememişti bile. "Griler" odayı terk ettiklerinde, Carol her zaman yaptığı gibi giysi dolabına saklandı. Carol ağlayarak babasını bekliyordu. Gece korktuğu zaman odasına gelip teselli eden daima babası olurdu.

          Bir defasında da minik Carol, babasıyla beraber gemiye alındı. Küçük kız hala dört yaşındaydı ve gece ziyaretçisi "Gri Varlık", yarı karanlıkta oda kapısında durup ona bakıyordu... Konuşmuyor ve yüzündeki ifade asla değişmiyordu. İnce yapılı, saçsız, bedeni tüysüz klasik "Griler"den biriydi...

          Carol yatağından kalktı ve ikisi birlikte pencereden dışarı çıkıp yürüdüler. Sonra Carol, babasının da yanlarına geldiğini gördü. Çatı penceresinden aşağıya doğru süzülüp, çimenlerin üzerinde bekleyen uzay gemisine yaklaşıp içeri girdiler. Gemide başka insanlar da vardı. Değişik yaş guruplarından pek çok çocuk gördü. Bazıları pijamalarıyla, bazıları da günlük kıyafetlerle gelmişlerdi. Çocuklar sessizce, olacakları bekler gibi hareketsiz duruyorlardı. Yetişkinlerin sayısı ise o kadar kalabalık değildi.

          Getirildikleri odada beyaz renkli bir kaç muayene masasından başka eşya yoktu. Carol etrafı seyrederken bazı büyüklerle çocuklar odadan dışarı çıktılar. Babasına neden gittiklerini sormak istedi ama konuşamıyordu. Sonra baba ve kız dairesel koridor boyunca havada süzülerek, yüksek tavanlı odaya getirildiler.

          Odanın merkez noktasında camdan yapılmış asansörlere benzeyen uzun, şeffaf tüpler vardı. Cam kabinler o kadar yüksekti ki, Carol üst kısımlarım göremiyordu. Sonra bütün çocuklar birer birer cam odalara geçip yerlerini aldılar. Sıra Carol'a geldiğinde, camın ardından babasının ağladığını gördü. Kızının yanına gitmesine izin verilmemişti.

          Cam kabinin içinde kar benzeri bir madde yağmaya başladı ama bu gerçek kar değildi. Beyaz taneler kuru ve sıcaktı. Üzerine yapışmıyor, geceliğinde iz bırakmadan bedeninden aşağı akıp gidiyordu. Kar durduğunda "Gri Varlık" Carol'a telepatik olarak seslendi ve gözlerini kapatmasını istedi.

          Carol gözlerini kapatmak istemiyordu ama "Gri" aynı emri tekrarladı. Bu defa daha farklı bir madde yağmaya başladı. Limon kokulu yapışkan madde, öncekinin tersine yakıcıydı ve arı sokması gibi bir etki bırakıyordu. Carol gözlerini kapattığında acı hissi sona erdi. Varlık Carol'a artık gidebileceğini söyledi. Küçük kız gözlerini açtığında karşısında yeniden babasını gördü. Babası az öncekinin tersine şimdi biraz daha sakindi.

          Carol, babası ve diğer çocuklarla büyükler sessizce uzay gemisinden çıktılar. Açık havada Carol yürümekte zorlandığını ve kulağının ağrıdığını hissetti. Eve girdiklerinde babası sanki aralarındaki gizli bir anlaşmaya uyarmış gibi Carol'u elbise dolabının içine bıraktı. Ertesi gün ikisi de hiç bir şey hatırlamayacaktı...

          Sayısız defalar gemiye alınan ve geri gönderilen Carol, "Griler"e ait minik bebekleri görmüş, onları kucağına almıştı. İnsan çocuğuna benzemiyorlardı. Sessiz, beyaz tenli ve neredeyse ölü bir beden kadar hareketsiz bebeklerin gerçek olduğuna inanmak zordu. Üstelik Carol onların kağıt kadar da hafif olduklarını hissetmişti.

          Nuh'un gemisi gibi!...

          Tüm yaşamı boyunca süren kaçırılmalarda, Carol'u odasından gelip alan hep aynı "Gri Varlık"tı. Carol onu iyi tanıyordu. İpnoz seansı sırasında Carol, Gri varlığın yapay dölleme yoluyla kendisini pek çok defa hamile bıraktığını anlattı. Uzay gemisinin içi yüzlerce yeni doğmuş bebekle doluydu. Melez bebekler doğumdan hemen sonra dünyalı anneden alınıyordu. Ancak gemi sadece insan melezi bebekleri değil, yavru atları, yavru kanguru, fare ve akla gelebilecek her tür canlının yavrularıyla da doluydu...

          Yıllar sonra Carol'un John adını verdiği bir oğlu oldu. Çocuk dört yaşına geldiğinde, geceleri ağlayarak uyanıyor ve pencereden kendisine bakan kedilerden korktuğunu söylüyordu... Kısa bir süre sonra Carol oğlu John ile birlikte gemiye götürüldü. Kontrol sırasında Gri Varlığa oğlunun canını acıtmamasını söyledi. Varlık çocuğu muayene etmek istediğini tekrarlıyordu. Carol itiraz etti ve oğlunu alıp eve götürmek istediğini belirtti. Varlık: "O tamamiyle senin değil, yalnız bir parçasıyla senin. O bizim çocuğumuz..." cevabım verdi. Sonra John'dan kan ve deri örnekleri aldı, annesiyle eve dönmesine izin verildi...

          Ertesi sabah küçük John, annesine geceki kabuslarını anlatırken, yaşadıkları evden nefret ettiğini, çünkü bu evde çok sayıda kediler olduğunu söylüyordu... John yetişkin bir erkek olup evlendiğinde, Stacy adında bir kızı doğdu. Stacy 4 yaşındayken uzay gemisi resimleri çizip bunlarla seyahat ettiğini anlatıyordu...

          Bugüne dek kaçırılma olaylarında ön plana, çıkan ve vurgulanması gereken bir nokta da; birbirini tanıyan, arkadaş olan ya da akrabalık bağına sahip kişilerin aynı zamanlarda kaçırılmalarıdır. Örneğin Carol'un sadece kendisi değil, babası, oğlu ve oğlunun çocuğu bile sıkı bir takibe alınmıştır. Bunların arasında Carol'un en yakı arkadaşı Alice de vardı...

          Alice'nin uzaylı bebeği...

          Alice, Alabama-Tuskegee'de arkadaşlarıyla geçirdiği hafta sonunun ardından, arabasıyla Tallahassee'ye doğru yola çıktı. Kasabadan ayrıldığında saat 16.30'u gösteriyordu. Ancak bir süre sonra, aşırı hız yaptığı için trafik polisi tarafından durduruldu. Bütün bunlar olurken, Alice kendini yorgun ve sanki nezle olacakmış gibi hissediyordu. Aynı gece saat 22.30'da Tallahassee'ye ulaştı ve bir otele yerleşti. Kendini hala iyi hissetmiyordu, alışkın olmadığı halde soğuk duş yaptı ve yattı...

          Ertesi gün uyandığında tam anlamıyla iyileşmemişti ve özellikle de midesinden rahatsızdı. Normalde 3.5 saat sürmesi gereken yolculuk, bu sefer anlayamadığı şekilde neredeyse 6 saat sürmüştü. Bu kadar zaman içinde neler olduğunu ve ne yaptığını hatırlayamıyordu...

          Kayıp zaman diliminde olanları, Budd Hopkins'in ipnoz seanslarında yeniden hatırlayacaktı...

          Budd Hopkins, Alice'e uyguladığı ipnoz seansları boyunca, onun kişisel hayatı ve çocukluğu hakkında da bazı bilgiler edindi. Alice henüz küçük bir çocukken anne ve babası tarafından terk edilmiş, onlar tarafından hiç sevilmemişti. Hatta terk edilmeden önce subay olan babası tarafından sık sık da dövülüyordu. İlk gençlik yıllarında bazı fobileri oluştu. Örneğin lise yıllarında bebeklerden korkuyordu. Bebeklere dokunamıyor, hatta onlara bakamıyordu bile ve tiksiniyordu... Bu panik sadece minik bebekler için geçerliydi.

          Bebeklerle ilgili fobisi onu asla hamile kalmamak için tüplerini bağlatmaya kadar itmişti. Arkadaşlarının yeni doğmuş çocuklarından uzak kalmaya çalışıyor ve bir çocuk ancak 45 yaşına geldikten sonra onu görmeye tahammül edebiliyordu...

          12 yaşındayken babasıyla gittiği bir balık avı sırasında babası tarafından tecavüze uğradığını düşünüyordu ancak bundan tam olarak emin değildi!... Hopkins ipnozla geriye dönüş sırasında Alice'i kayıp zaman dilimini yaşadığı, araba yolculuğuna geri götürdü. Alice uyanıkken hatırlayamadığı tüm ayrıntı ve olayları ipnoz altında yeniden yaşamaya başladı...

          Tallahassee oto yolunda herhangi bir problem yaşamadan hızla ilerlerken, arabası anlayamadığı nedenlerle durdu... Alice üşüdüğünü hissediyordu. Etraf soğuktu ve arabada beklemeye başladı. Sonra aniden sol tarafındaki camdan kendisine bakan yüzü fark etti. Bu uzun yüz, bir insana ait değildi!... Kendisini dikkatle izleyen varlığın yüzü, cilt rengi tamamiyle griydi...

          Alice şuursuz şekilde arabadan indi, dışarı çıktı. Sonra o "Gri" yabancıyla birlikte havada süzülmeye başladılar. Az ileride dev bir deniz anasına benzeyen, ışıklı cisim duruyordu. Sekiz köşesi vardı ve Alice onun eski tip gaz lambalarına benzediğini düşündü. "Gri Varlık" ve Alice dev araca girdiler. Alice etrafa tatlı bir yumuşaklığın hakim olduğu beyaz renkli odaya götürüldü. Ancak burada yalnız değildi. Kendisini izleyen üç ya da dört çift gözün olduğunu hissetti.

          Alice'in hatırladıkları arasında boşluklar vardı... Birden kendini yerde uzanır halde buldu... Üşüyordu ve giysileri çıkartılmıştı... Sonra kendisiyle ilgilenen korkunç görünüşlü yabancıyı tarif etmeye başladı... Canavara benziyordu ve gözlerinin üzerinde Alice'in tanımlamakta zorluk çektiği bir "şey"e sahipti.

          Alice geri dönmek istiyordu ancak onu gemiye getiren varlıklar yapılması gereken işler olduğunu ima ettiler. Bu arada Alice karnının hemen alt kısmında, rahim bölgesine yakın yerde korkunç bir acı duydu. Sancı giderek artıyor ve dayanılmaz hal alıyordu. Dışarıdan gelen baskı ve içten hissettiği ağrıların şiddeti giderek artıyordu. İnanılması zordu ama Alice o anda doğum yaptığını hissetti.

          Gözlerini açıp bebeğine baktı. Onu nasıl tanımlayacağını bilmiyordu. Kendisine ait hissedemedi. Minik yaratık neredeyse armut büyüklüğündeydi. Pembe cildi iyice kırışmıştı. Ağlamadı, herhangi bir ses çıkartmadı. Doğumdan hemen sonra "Gri Varlıklar" bebeği alıp götürdüler. Bebek artık onlarındı...

          Budd Hopkins'in ipnoz seansı sırasında Alice, "Griler" tarafından nasıl hamile bırakıldığım da hatırladı. Bu doğal bir ilişki ile değil, yapay döllenme türündeki uygulamayla gerçekleşmişti. Şırınga benzeri küçük ve elastik bir tüp kullanmışlardı. Tüpün içinde beyaz bir sıvı vardı. İpnozla geriye gidildikçe Alice çocukluğundan beri "Gri Varlıklar" tarafından kaçırıldığını ve bazı tıbbi testlerden geçirildiğini hatırlıyordu... 9 yaşındayken gemiye götürülmüştü. Yanında kendisinden daha küçük bir kız daha vardı. İki çocuk birbirlerini önceki kaçırılmalarda da görmüşlerdi.

          Diğer kaçırılmada ise, Alice henüz 12 yaşındaydı. Babasıyla balık tutmaya gittiği gün, Alice "Griler"le olan temasında büyük bir korku yaşadı. Babasından yardım istedi. Ancak babası çaresiz halde, adeta felç olmuşçasına, kenarda duruyor ve kızına yardım edemiyordu...

          "Griler" Alice'in canını acıtıyorlardı. Kalem büyüklüğünde bir cismin içine girdiğini ve daha sonra kanama başladığını net olarak hatırladı. "Dünya Dışı Varlıklar"la yaşadığı bu tatsız olay, sonraki yıllarda babasına duyduğu öfkeyi arttırmıştı.

          Yıllar sonra kim bilir kaçıncı kez yeniden "Griler"le beraberdi... Ve bu defa onların çocuğunu doğurmuştu... Minik bebek alındıktan sonra "Gri Varlıklar" Alice'i yıkadılar. Alice çocuğu görmek istemiyor hatta ondan nefret ediyordu... Gemiye gelişleri sırasında daha büyük çocuklar da görmüştü. Sayıları otuz ya da kırk kadardı. Artık yürüyebiliyorlardı. Ancak tuhaf görünüşlüydüler ve insan çocuğuna hiç benzemiyorlardı... Başları büyük, bedenleri ise yetişkin "Grüer"e kıyasla biraz daha şişmandı... Konuşmuyorlar ancak bazı sesler çıkartıyorlardı...

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

            1995-1996 Ecuador

            Graciela Yaguana'nın ilginç kaçırılma öyküsü...

            19 Aralık 1995 günü Jose ve Graciela Yaguana çifti çocuklarıyla birlikte balık tutup sakin bir gün geçirmek amacıyla Kuyango Ormanı'na gittiler. Gün sona erdiğinde, eve dönmek üzere hazırlanırlarken, Jose sahilde birden ortaya çıkan parlak ışıkları fark etti ve ailesine de gösterdi. Yakından bakmak için elindeki fenerle ilerlediğinde büyük bir sürprizle karşılaştı. Karşısında yabancı bir gemi duruyordu. Cismin ayakları suyun içindeydi ve sahile inen küçük bir merdiveni vardı. Gemi oval biçimde ve kırmızı renkteydi.

            Jose, feneri cismin sağ tarafına yönelttiğinde hareketsiz durmakta olan üç insanımsı varlığı gördü. Ufak yapılı yabancıların en uzunu Jose'nin omuzuna kadar, en kısası ise dirseğine kadar geliyordu. En uzun boylu yabancının yüzünde maske benzeri bir nesne vardı. Jose ile konuşmaya başladılar ve ona şu sözleri söylediler: "Seninle konuşmak istiyoruz. Karının ve senin iyi niyetli insanlar olduğunuzu gördük. Karına bir embriyon bırakmayı istiyoruz. Çünkü yıllardan beri ürememiz durdu ve türümüzü korumak zorundayız."

            Jose, eşinin bu yabancılarla ilişkiye girmeyi asla kabul etmeyeceği cevabını verdi. Yabancılar ise fiziksel bir ilişkinin gerekli olmadığını, işlemin son derece teknik ve profesyonel biçimde gerçekleşeceğini söylediler. Ancak Jose eşinin tüplerinin bağlandığını açıkladığında, yabancılar bunun da sorun çıkartmayacağını belirttiler. Ve varlıklar sahilden ayrılırken yeniden görüşeceklerini hatırlattılar.

            Vedalaşırken Jose yabancıların eline dokundu, beş parmakları vardı ve ciltleri çok yumuşaktı. Geminin merdivenlerinden çıkıp içeri girdiler, kapı kapandı. Cisim önce biraz yükseldi sonra da Jose'nin gözlerinin önünde ortadan kayboldu.

            O gece Jose yaşadıklarını düşünmekten doğru dürüst uyuyamadı. Yabancılarla arasında geçen konuşmayı karısına da anlatmamıştı. Ertesi sabah olanları karısına anlattığında Graciela önce kocasına inanmadı. Uzun süre konu üzerinde fikir yürüttüler... Sonunda teklifi kabul etmeye karar verdiler. Bir kere evet derlerse, yabancıların kendilerini rahat bırakacağını düşünmüşlerdi.

            Sonraki karşılaşma 7 Ocak 1996'da oldu. Graciela ve Jose öğleden sonra saat 17.00 civarında evden çıktılar. Her zaman izledikleri yolun tersine bir başka yönden gittiler ve sonunda uzay gemisi ile karşılaştılar. Ancak bu defa gördükleri gemi ilkinden çok daha büyüktü. Ters çevrilmiş bir tabağa benziyor ve her yanından parlak ışıklar çıkıyordu.

            Jose gemiyi gördüğünde içinde büyük bir huzur ve sevgi hissetti. Yabancılar evli çifti gemiye davet ettiler. Gemide pencere ya da dışarı doğru herhangi bir çıkıntı yoktu. Tam tersine çevreleri büyük ekranlarla çevrilmişti. Bir de konuştukça dönüp hareket eden ışıklar vardı. Graciela'ya yatmasını söylediler. O anda duvardan bir yatak çıktı. Graciela'nın şakaklarına ve göğsüne bazı elektrotlar bağlandı. Sonra giysilerini çıkartması istendi. Graciela hiç bir şey hissetmiyordu az sonra uyuya kaldı...

            Bu arada Jose, yapılan uygulamayı merakla izliyordu. Yabancıların en küçük yapılı olanına "pilot" adını vermişti. Pilot bir dolap açtı ve oradan şeffaf mavi renkte bir tüp çıkarttı. Sonra tüp bir başka kapla birleştirildi ve uygulama başladı. Tübü Graciela'nın vajinasına yerleştirdiler. Jose pilota ismini sordu.

            Yabancı, adının Lictin olduğunu ancak başka soru sormaması gerektiğini belirtti. Uygulama yaklaşık 15 dakika kadar sürdü. İşlem bittiğinde gemiden inebileceklerini söylediler. İkinci görüşme de bitmişti ama pekçok vakada görüldüğü gibi temaslar bu kadarla sınırlı kalmıyordu. Şimdi sırada bebeğin geri alınması işlemi vardı.

            17 Mart günü Jose ve eşi yorgun bir şekilde portakal tarlasından geliyorlardı. Birden ikinci buluşmada gördükleri gemi ile karşılaştılar. Yine üç yabancı gelmişti ve Graciela ile Jose'yi gemiye aldılar. Graciela yeniden yatağa uzandı bu defa bebeğin geri alınma işlemi başladı. Cenin bir hayli büyümüştü, anneden alındıktan sonra cam bir kaba kondu ve üzeri dikkatle örtüldü. Evli çifte aşağı inmeleri söylendi. Her şey bittikten sonra gemi yeniden havalandı ve gökyüzünde uzaklaşarak kayboldu...

            Bu ilginç kaçırılma vakası, çok sayıda tıp doktoru, psikolog, psikiyatrisi ve UFO araştırmacıları tarafından incelendi, klinik patalogu Manuel Kury, Graciela'yi muayene ettiğinde gerçekten kürtaj yapıldığı sonucuna vardı. Psikiyatrik incelemede hem Jose, hem de Graciela'nın ruhsal açıdan tamamiyle sağlıklı oldukları ve kişilik bozukluğu göstermedikleri belirlendi. Yalan uydurmuyorlardı, hayal görmemişlerdi ve bunu yapmaları için gerek ve istekleri yoktu. Böylelikle "kaçırılmalar" dosyasına bir olay daha eklenmiş oluyordu...

            Ciddi iddialar...

            Graciela ve Jose çiftinin "Dünya Dışı Varlıklar"la yaptıkları buluşmalar sırasında, aralarında ilginç konuşmalar da geçmişti. Bu konuşmalar İspanyolca yapıldı ve Jose onlara İspanyolca'yı nasıl öğrendiklerini sordu. Dediklerine göre Eptonlular ruhların dilini konuşuyorlardı... Bu yolla milyonlarca lisan öğrenebilirlerdi. Yaşadıkları Epton gezegeni Dünyadan yedi yıldız uzaklıktaydı. Görünmez bir hıza ulaştıklarında, dünya ölçüleriyle yarım günde gezegenimize gelebiliyorlardı.

            Eptonlular gezegenimize zarar vermek isteyen karanlık güçlerin varlığından da söz ettiler... Epton'lular NASA ile temasa da geçmişlerdi. Ancak NASA onlardan bir istekte bulundu, Epton halkı bu isteği kesin olarak kabul etmedi. Böylece NASA da onların varlığını reddetti. Ancak Epton'lular NASA'nın gezegene zarar vermek isteyen karanlık amaçlı "Dünya Dışı Varlıklar"la ortak çalışma yaptığını çok iyi biliyorlardı.

            Kaçırılma olayları ile ilgili yapılan araştırmalar bir birinden önemli iddiaları gündeme getirmektedir... Bu araştırmalarda kuşkusuz ki ipnozun önemli bir yeri bulunuyordu. Örneğin çeşitli olaylarda gerçekleştirilen ve haftalar hatta aylar süren ipnoz çalışmaları sonucunda; devasa büyüklükteki uzay gemilerinin sanıldığı gibi sürekli gökyüzünde, dünya çevresinde ve atmosfer içinde değil, genellikle yeraltı hangarlarında saklandığı ortaya çıktı... Şehir dışı kırsal bölgelerde, tarlaların altında saklanan gemiler; sürekli bir insan trafiğinin, tıbbi deneylerin merkezi ve melez bebeklerin dünyada doğduğu yerlerdi...

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

              1901 Yaz ayları... ABD

              Küçük Frank'in gözlemi

              Yirminci yüzyılın ilk yakın karşılaşmalarından kabul edilen bu olay, West Midlans'ta yaşandı. 1897 ve 1909 yılları; Amerika Birleşik Devletleri'nin hemen her yanında görülen "uçan gemi" filolarının ziyaretlerini sürdürdükleri tarihlerdir. Bu yıllar arasında Mars gezegeninin Dünya'ya olan uzaklığı en aza inmiş ve 80.000.000 km olmuştu.

              Gözlemci o zamanlar henüz 10 yaşında küçük bir çocuktu. Bir öğleden sonra oyun arkadaşlarından ayrılıp evine dönmeye karar verdi. Kırsal kesimde ve geniş bir bahçeye sahip olan eve yaklaşırken, çimenlerin üzerine konmuş, yabancı, garip bir yapıyı gördü. Cisim dikdörtgen biçimde bir evi andırıyordu. Ancak çatı olması gereken yerin tam ortasından yukarı doğru uzanan küçük bir bölümü daha vardı. Pencereleri yoktu. Ama dışarıya doğru açılan bir kapıya sahipti. Cismin yüksekliği l m, uzun kısmı 1,80 ve kısa tarafı da 1,20 m kadardı. Kapı yüksekliği ise 60 cm kadar olmalıydı...

              Frank'in şaşkın bakışları altında kapı açıldı ve dışarıya insan görünümlü iki adam çıktı. 30 ile 40 yaşları arasında olmalıydılar. Alıştığımız insanlardan farkları yoktu. Üzerlerine sımsıkı oturan, asker üniformasına benzer kıyafetler giymişlerdi. Yalnız başlarında, kulaklarını da örten yine sıkı başlıkları vardı. Başlıktan Frank'in anten diye tanımladığı uzantılar çıkıyordu. Bu antenlerin yüksekliği 23, çapı ise 7 cm çapındaydı.

              Yabancılar ve Frank işaret diliyle anlaştılar. Adamlardan biri koluyla uzak durmasını işaret etti ve Frank'in cisme yaklaşmasını istemediğini belirtti. Frank geri gitti. Bu arada adamlar hızlı hareketlerle yeniden gemiye döndüler. Bir kaç dakika sonra, cisim çevresine parlak ışıklar yayarak, garip sesler çıkartmaya başladı. Havalandı ve gökyüzünde uçarak kayboldu.

              Bazı komşular cisimden çıkan sesi duymuş, bazıları da cismi havadayken görme imkanı bulmuştu. Olay zamanla unutuldu... Frank hayatı boyunca bir daha UFO görmedi. Tuhaf yabancılarla da karşılaşmadı. Bu olaydan sonra aradan yılar geçti... Ve yetişkin bir kişi olduğunda, cismin UFO, adamların da "Dünya Dışı Ziyaretçiler" olduklarını kabullenmişti.

              18971909 yılları arasında en çok ABD'yi etkileyen yoğun UFO gözlemleri yapılmıştı... Aynı.yoğunluktaki UFO dalgaları yıllar sonra, 1965 civarında yeniden tekrarlanacaktı...

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                Uzaylıların Tipi

                Bazı hayalperest bilim adamları, bu canlıları hayallerinde biçimlendirmeye çalışıyorlar. Uzay'daki komşularımız TV kahramanı Alf'e mi benziyorlar? Yoksa "Uzay Yolu" dizisindeki "Mr. Spack" gibi sivri kulakları mı var?

                İsviçreli astronom Gustav Tammann'a göre, bunların insanlara benzemeleri mümkün değil. "Eğer gerçekten Evren'de başka canlılar varsa, bunlar bizim düşündüğümüzden çok farklı olmalılar" diyor, Tammann.

                UFO raporlarında tarif edilen bu canlıların çoğu insana benziyordu: Narin vücutlu, kocaman kafalı "uzaylıların" genelde masum ve sevimli görünüşleri vardı.

                Dünya üzerindeki biyolojik yaşam biçimlerinin dışında, daha farklı türlerin de bulunabileceğini savunan Werner Arber, Uzay'da, doğa için gerekli olan ikinci bir maddenin de varlığına dikkat çekiyor: Karbon. Bu kimyasal madde, atomlarını, diğerlerine göre, çok daha kolay birbirine ekleyerek, karmaşık biyokimyasal strüktürlere karşı koruyucu bir kalkan haline getirebilmekte.

                Bazı canlılar, teorik olarak silisyum bazında da yaşayabilirler. Fakat Isaac Asimov'un "The Talking Stone" adlı bilimkurgu eserinde, radyoaktif atıkları ile beslenen silisyum yaratığına benzer canlıların oluşmasının mümkün olmadığını açıklıyor, Amerikalı astronom ve biyolog Seth Shostak.

                Silisyum, Yeryüzü'nde bol miktarda mevcut, örneğin kum olarak. Ama buna rağmen Dünya'da bu maddeden herhangi bir canlı oluşmamış.

                Shostak'a göre, evrim süreci içinde bazı organların işlevleri gitgide daha fazla önem kazanmaya başlamış. Örneğin olası bir tehlikeyi, daha çabuk algılayan gözler gibi. İşte bu yüzden birçok hayvanda da olduğu gibi, gözler beynin çok yakınındadırlar. Yani Evren'deki olası komşularımızın da gözleri ve dolayısıyla kafaları olmalı.

                Shostak diğer gezegenlerdeki yaşamın, suyun içinde sürdüğünü düşünmüyor. Gerçi diğer gezegenlerde de yaşamın ilk tohumları denizde ortaya çıkabilir, ama daha gelişkin biçimlerinin karada oluşması daha mantıklı. Çünkü okyanuslarda yaşayan canlıların gelişkin bir beyine ihtiyaçları yok. Burada hareket etmek çok kolay, ısı hemen hemen hiç değişmez ve iklim her zaman aynı.

                Tabii bu tür spekülasyonları kabul etmeyenler de var. Örneğin evrim biyoloğu Heinrich Eben gibi. İnsan, varoluşunun nedenini, anlaşılmayan tesadüfler zincirine borçludur. Akıllı hayvan türleri daha dirençli olduklarından, daha uzun süre yaşayabiliyorlar. Bu mantığa göre, bakteriler de en az insanlar kadar zekiler.

                Eğer Evren'de başka canlılar yaşıyorsa, bunların çoktan Dünya'yı ziyaret etmeleri gerekiyordu. Çünkü Samanyolu'nda, Güneş'ten çok daha yaşlı yıldızlar bulunmakta; ve eğer burada gerçekten de bir uygarlık varsa, bu milyarlarca yıl önce ortaya çıkmış olması gerekir; ve bu uygarlığın fertleri bu kadar zaman içinde muhakkak Dünya'yı ziyaret etmek isteyeceklerdi.

                Diğer kelimelerle açıklayacak olursak, zeki ve akıllı canlılar uzun süre yaşamlarını sürdürebilmeleri için çok fazla agresif yaşıyorlar. Yani Uzay'ı fethetmelerinden çok önce, ya biyosferi bozuyorlar ya da birbirlerini ortadan kaldırıyorlar.

                "Ama ne olursa olsun, Dünya'mızın dışında tek bir mikroorganizmanın bile bulunması, tüm zamanların en büyük keşfi olarak kabul edilebilir, diyen Avustralyalı fizikçi, insanların, diğer gezegenlerdeki canlıların kesin varlığını öğrenebileceklerine asla inanmıyor.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                  dünya kupası finalleri


                  ABD var İngiltere yok
                  1930 Dünya Kupasına, Avrupalı takımların birçoğu, ev sahibi ülke Uruguay'ın ulaşım masraflarını karşılama teklifine rağmen, üç haftalık gemi yolculuğuna katlanmayı reddederek katılmadı. Avrupa'da görülen ağır ekonomik buhran da, bu ülkelerin kararında etkili oldu. Bu sebeple 41 ülkeden yalnızca 13'ü kupaya katıldı. Macaristan, Avusturya, Almanya ve İspanya gibi o günlerin en kuvvetli takımları bu şampiyonaya katılmadılar. Bu takımlarının turnuvada olmayışı nedeniyle tüm gözler son iki olimpiyatın (1924 ve 1928) şampiyonu Uruguay'a ve zamanın Güney Amerika şampiyonu Arjantin'e kilitlenmişti. Futbolun İngiltere'den yıllar sonra başladığı söylenile gelen Amerika'nın burada olup da İngiltere'nin olmayışı enteresandır. Ayrı bir konu ise futbol sahalarında ilk ve son kez görülen bir hakem giysisidir. Final maçını yöneten Belçikalı John Langenus, o gün sahaya paçaları bağlı bir pantolon ve siyah dar bir ceketle çıkmıştı. Sonuçta bu iki ülke finalde karşılaştılar. Arjantin ilk yarıyı 2-1 önde kapadı ancak ev sahibi Uruguay ikinci yarıda seyirci desteğini de arkasına alarak skoru 4 -2 yaptı ve Dünya Kupası'nın ilk sahibi olma başarısını gösterdi.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                    dünya kupası finalleri 2

                    Mussolini'nin tehdidi tutmadı

                    1934 yılında organize edilen ikinci Dünya Kupası Avrupa'da yapıldı. Mussolini'nin Dünya Kupasını kendi politikası doğrultusunda reklâm aracı yapmak için uyguladığı baskılar sonuç verdi ve Dünya Kupası 1934 yılında İtalya'da düzenlendi. Avrupa ülkelerinin ilk kupaya katılmamasından dolayı bu defa Uruguay bu kupaya katılmayı reddetti ve turnuvada yer almadı. Uruguay'ı destekleyen Brezilya ve Arjantin ise İtalya'ya ikinci takımlarını göndererek tepki koyacaklardı. Amerika bu kupaya da katılırken, İngiltere yine ortalıkta gözükmüyordu. İtalya, milli takımını güçlendirebilmek için, kupa öncesinde Güney Amerika'dan gelen bir çok İtalyan göçmeni renklerine bağlama konusunda çalışmalar yaptı. Arjantin'in en iyi 3 oyuncusunu kadrosuna katan İtalya, bir anda turnuvanın en güçlü ekiplerinden biri oluverdi. Bu kupanın hatıralarda kalan önemli anısı İtalya diktatörü Mussolini ile milli takım teknik direktörü Vittorio Pozzo'nun restleşmesidir. Mussolini, takımın; açılış seremonisinde en önde yürümesini istemiş, Pozzo, bir gün sonraki maçı düşünerek ısrarla ‘yorulurlar’ demiş ve karşı çıkmıştı. Mussolini, "Şimdilik öyle olsun, eğer takımı şampiyon yapama, o zaman görüşürüz." diyerek konuyu kapatmıştı. Final maçını Çekoslovakya ile oynayan İtalya, Raimundo Orsi'nin maçın bitimine sekiz dakika kala attığı golle beraberliği sağladı ve uzatmalara kalan maçı Angelo Schiavio'nun attığı golle 2-1 kazanarak ikinci kez düzenlenen turnuvanın şampiyonu oldu. Teknik direktör Pozzo ise muhtemel bir ölüm cezasından kurtuldu.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                      dünya kupası finalleri 3

                      Çıplak ayakla dört gol
                      1934 Dünya Kupası'nı Mussolini'nin propaganda aracı olarak kullanmasının ardından, 2 yıl sonra Hitler de benzer bir girişimi Berlin Olimpiyatları'nda gösterdi. FIFA 1938 kupası için daha dikkatli davranmak istiyordu. Arjantin'den gelen ev sahipliği isteğini, ilk kupadaki ulaşım sorunlarının tekrar yaşanmaması için reddeden FIFA, 1938 Dünya Kupası'nı organize etme görevini Fransa'ya verdi. Urugual, hâlâ Avrupa'ya kızgın olduğu için yine gelmedi. Kupaya katılım ilk kez bu kadar çok oldu. 31 ülke elemelere katıldı, 16 tanesi finallere katılma hakkı elde etti. Ne var ki, Hitler Almanya'sı Avusturya'yı işgal edince, bu ülke Fransa'ya gidemedi. Fransa 1934'ün akıllarda kalan en önemli maçı, bir gol düellosu şeklinde geçen ve normal süresi 4-4 biten maçta Brezilya, Polonya'yı 6-5 yendi. Bu maçın en dikkat çekici olayı ise Brezilyalı Leonidas'ın maçın bir bölümünde çıplak ayakla oynamasına rağmen 4 gol atmasıydı. Brezilya teknik heyeti böylesi bir golcüyü, yarı finalde sakatlanır da finalde oynayamaz diye, İtalya ile yapılan yarı final maçında oynatmayınca, Çizme ekibi maçı 2-1 kazandı. Üçüncülük maçında İsveç'e 2 gol atan Leonidas, antrenörlerinin ne kadar hatalı olduklarını ispatladı. İtalya, bu kupayı 4 yıl öncekazanmıştı. Teknik direktör o zaman da Pozzo idi. Aynı Pozzo, bir kere daha takımını finale çıkardı ve Macaristan'ı deviren oyuncularıyla, peşpeşe ikinci kez kupaya uzanan teknik direktör olarak dünya futbol tarihine geçti. Dikkat çeken bir başka konu ise ilk iki şampiyonada yer alan Amerika'nın burada olmamasıydı..

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                        dünya kupası finalleri 4

                        Maracana'da dramatik son!
                        1938'den sonra Avrupa savaşlarla çalkalanmaya başladı kısa bir süre sonra da 2. Dünya Savaşı patlak verdi. Böyle bir ortamda Dünya Kupası düzenlenmesi tabii ki düşünülemezdi. 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra Dünya Kupası'nı yeniden düzenleme fikri gündeme geldi. Savaş sonrası Avrupa'nın karışıklık içinde oluşundan dolayı FIFA turnuvayı Avrupa dışında yapmak istiyordu. Zaten sıra da Amerika kıtasındaydı. Brezilya ev sahibi olmaya çok istekliydi ve FIFA 1950 Dünya Kupası'nı düzenleme görevini Brezilya'ya vermekte fazla tereddüt etmedi. 1950 yılı Türk futbolu açısından bir milad olabilirdi aslında. Türkiye elemelerde Suriye'yi 7-0'la geçince finallere kalmayı hak etmişti. Ancak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum sebebiyle, Milli Takım Brezilya'ya gidemedi. Avrupa'dan İskoçya da Brezilya'ya gidemeyenler arasındaydı. Bir ilginç not da şu: Elemeleri geçen ve finallere katılmaya hak kazanan Hindistan, FIFA'nın çıplak ayakla oynamalarına izin vermemesi üzerine kupaya katılmadı. Katılmayanlar sadece bunlar değildi. Avusturya, Burma, Filipinler, Arjantin, Peru ve Ekvator da şampiyonaya katılmadılar. Bu kupanın en enteresan notu da şudur: Brezilya ile Uruguay arasında Maracana Stadı'nda oynanan final maçını 199.854 biletli seyirci izledi. Bu rakam, bugüne kadar futbol tarihinde kırılamayan bir seyirci rekorudur. Böylesi bir seyirci önünde Uruguay'ın kazanmasını imkânsız görenler yanılmıştı. Maç sonunda Brezilyalılar tribünleri 3 saatte terk edemediler ve bu arada 3 kişi kalp krizinden ölürken, bir kişi de intihar ediyordu.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                          dünya kupası finalleri 5

                          Türkiye ilk kez finallerde
                          1954 İsviçre'nin Türkiye açısından ayrı bir önemi vardır. Çünkü Türkiye Milli Takımı tarihinde ilk kez Dünya Kupası finallerine katılmıştır. Ama ne katılıştır o... Elemelerde Türkiye ile İspanya eşleşmişti. İsviçre delegasyonu, İspanya'nın finallere geleceğine kesin gözüyle baktığı için hatıralık eşyalara İspanyol bayraklarını işletmişti bile... Türkiye, Madrid'te oynanan ilk maçı 4-1 kaybetmişti. Ama bunun İstanbul'u vardı. O tarihlerde averaj kuralı uygulanmıyordu. Yenersek bir üçüncü maç oynanacaktı. Nitekim İstanbul'da 1-0 yendik. Üçüncü maç Roma'da oynanacaktı. Maç 2-2 bitti. Uzatmalar ve penaltılar da yoktu. Finale gidecek takımı kura atışı belirleyecekti. Kaptan Turgay Şeren, para atışı sırasında kenarda top toplayan çocuklardan Franco'yu çağırdı. Franco yazı'yı işaret etti ve yazı geldi. Türkiye finallere gitti. Ancak Türkiye finallerde varlık gösteremedi. İlk maçında Almanya'ya 4-1 yenildi, ikinci maçta Güney Kore’yi 7-0 yendi. Macaristan, Almanya'yı yenince tekrar Panzerlerle karşılaşmamız gerekti. Bu defa 7-2 yenildik ve elendik. Grup maçlarında Batı Almanya'yı 8-3, Güney Kore'yi ise 9-0 yenen Macaristan kupanın favorisi gösteriliyordu. Kaderin cilvesine bakın ki, grup maçlarında karşılaşan Almanya ile Macaristan finalde bir kere daha karşılaştılar. Macaristan erkenden bulduğu 2 golle kupayı garantilemenin sevincini erkenden yaşamaya başlamıştı. Ancak Almanlar ilk yarıya 2 gol sığdırarak devreyi 2-2 bitirdi ve ikinci yarıda bulduğu üçüncü golle de maçı 3-2 yenerek ilk şampiyonluğunu kazandı..

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                            dünya kupası finalleri 6



                            Politika yüzünden gidemedik
                            Dünya Kupaları tarihinde, ülke politikası sebebiyle bir ülkenin finallere gidemeyişinin gerçekleştiği ilk kupadır 1958 İsveç. Türkiye, elemelerde İsrail'le eşleşince ülkede kıyamet koptu. Arap ülkeleriyle arası bugünkünden daha iyi olan Türkiye, haliyle İsrail'le oynamaktan çekildi. Bizim yerimize İsrail'le Galler oynadı ve iki maçı da kazanarak finallere gitti. 1958 yılındaki turnuvaya ev sahipliği yapan İsveç'in o tarihe kadar yapılmış en iyi Dünya Kupası organizasyonunu gerçekleştirdiği söylene gelir. Dünya Kupalarına sonraki yıllarda ambargo koyacak olan Brezilya, kendisini ilk kez İsveç'te göstermiştir. 17 yaşındaki Edson Arantes Do Nascimento veya herkesin bildiği adıyla Pele, mükemmel oyunu ile turnuvanın yıldızı oldu. Finalde ev sahibi İsveç'le Brezilya karşı karşıya geldi. O maça kadar hiçbir rakibin ciddiye almadığı Pele, İsveç'e de iki gol atma başarısı gösterdi. İsveç'in erken golü ev sahibi takımın taraftarlarını ümitlendirdi ancak Brezilya'da Garrincha isimli bir yıldız daha vardı. Sambacılar yüklendikçe goller ardı sıra gelmeye başladı ve İsveç maçı 5-2 kaybetti, Brezilya ise şampiyon oldu. Şampiyonada 6 maçta 13 gol atan Fransız Fontaine gol kralı olmuştu. Ve bu krallık, o tarihten bugüne kadar hiçbir futbolcu tarafından tahtından indirilemedi. Diyebiliriz ki, 1958 İsveç Dünya Kupalarını tarihinin en gollü maçlarına sahne olan organizasyondu. Bu arada bir önceki şampiyon Almanya'nın bu defa ancak dördüncü olabildiğini hatırlatalım

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                              dünya kupası finalleri 7

                              İtalyanlar Şili kampını bastı
                              1962 kupasının ev sahipliği için Arjantin düşünülüyordu. Fakat Şili de organizasyona talipti. Ancak şampiyonaya iki yıl kala 1960'da Şili'de büyük bir deprem meydana geldi ve 5000 kişi hayatını kaybetti. Arjantinliler üzgündü ama şampiyonanın artık kendilerine verilmesine kesin gözüyle bakıyorlardı. Fakat Şili federasyon başkanının olağanüstü lobi faaliyeti FIFA'da büyük sempati kazandı. FIFA 1962 kupasının Şili'de yapılacağını açıkladı. Türkiye içinse elemeler hüsranla sonuçlandı. Norveç ve Sovyetler Birliği ile üçlü gruba düştük. Oynadığımız 4 maçtan ikisini kazandık ikisini kaybettik ve şanssız bir şekilde elendik. Kim bilir elenmeseydik acaba gidebilir miydik? Daha önce Güney Amerika'ya gidecek parayı bulamayan Türkiye, ihtilalin hemen ardından bu masrafı yüklenebilir miydi bilinmez? Pele'nin 1958'deki marifetlerini öğrenenler Şili'deki Brezilya'yı 4 gözle bekliyorlardı, özellikle de Pele'yi... Ne var ki Pele, turnuvanın daha ikinci maçında sakatlanacak oyundan çıkacak ve bu kupada bir daha oynayamayacaktı. Ama Brezilya Pele'nin yokluğuna rağmen, finallere kadar gitmesini bilecekti. Güney Amerika yıldızları finalde Çekoslovakya'yı 3-1 yenerek peş peşe 2. kez kupanın sahibi oldu. Bu turnuvada belki de Dünya Kupası tarihinin en olaylı maçı oynandı. İtalya ve Şili arasında oynanan maçta çıkan olaylar sonucunda 2 İtalyan futbolcu kırmızı kartla oyun dışı kaldı, bir diğerinin de Şilili bir futbolcudan yediği yumrukla burnu kırıldı. Maçı 2-0 Şili kazandı. Maçtan sonra İtalyanlar Şili kampını bastıktan sonra Şililer de caddelerde, "İtalyanlara ölüm" sloganları attı. İşte bu maç İtalya ile Şili arasındaki gizli düşmanlığı ateşleyen olaydı.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                                dünya kupası finalleri 8


                                Nihayet sıra İngiltere'de
                                Futbolun beşiği olarak kabul edilen; futbolun neredeyse isim ve kullanım hakkını kendilerinde gören İngilizler FIFA'yla aralarını düzelteli hayli yıl olmuştu. Artık onların da ödüllendirilmesi gerekiyordu. Belki de geç bile kalınmıştı. 1966 yılında Dünya Kupası'na ev sahipliği yapma sırası İngiltere'ye geldi. O güne kadar yapılan en başarılı organizasyonu gerçekleştirdiler. Statlar o zamana kadar kupanın oynandığı en iyi statlardı. Seyirci sayıları bakımından da en yüksek katılım bu kupada yaşandı. Bunca onurun yanına bir de şampiyonluk eklenecekti tabii ki... Bu kupanın elemelerinde Türkiye hiç varlık gösteremedi ve farklı yenilgilerle gruptan çıkamayarak finallere gelemedi. Gözler son iki kupanın şampiyonu Brezilya'nın üzerindeydi ve tabii ki Pele'yi izlemek isteyen milyonlar vardı. Ne var ki Pele yine sakatlanacak ancak 3 maç oynayabilecekti. Tabii ki Brezilya da elenecekti. Ancak bu kupayı daha da önemli kılan olay çok başkaydı. 1966 yılında yapılan Dünya Kupası'nda atılan bir gol tarihe geçti ve hâlâ da konuşulur. İngiltere ile Almanya arasında oynanan final maçında durum berabere iken son dakikalarda, Geoff Hurst'un sert şutu önce direğe sonra da çizgiye düştü. Orta hakem, yan hakeme danıştıktan sonra Alman futbolcuların itirazlarına rağmen gol kararı verdi. Almanların motivasyonu bozuldu, İngilizler bir gol daha atarak Almanya'yı 4-2 yendiler ve kupanın sahibi oldular. Bir ilginç olay daha… İngiltere'nin kazandığı kupa sergilenirken çalındı ve kupayı, bir hafta sonra minik bir köpek, Londra'nın güneyinde bir evin ön bahçesine gömülü halde buldu.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor