dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

    Aikido ustası öğrencisinin boğazını kesti

    ABD’nin California eyaletinde Aikido ustalarının katıldığı gösteride talihsiz bir kaza yaşandı. Podyumda akılalmaz gösteriler yapan Aikido ustası, izleyenlerin yüreklerini ağızlarına getirdi.

    Gösteride kobay olarak öğrencilerini kullanan usta, bir öğrencisinin eline balyozla vururuk elinin altındaki tahtayı kırdı.
    Şov bütün heyecanıyla sürerken, sıra en tehlikeli gösteriye geldi.
    Öğrencisinin karnına yerleştirdiği salatalığı kılıç darbesiyle doğrayan Aikido ustası, tehlikenin dozunu artırarak salatalığı öğrencisinin boğazına yerleştirdi.
    Salonda buz gibi bir hava estiren gösteri sırasında korkulan oldu. İlk başta başarıyla gerçekleştiği sanılan gösterinin, kobay öğrencinin podyumun kenarına gelince yere yığılmasıyla bir faciayla sonuçlandığı anlaşıldı.
    Boğazı kesilerek baygınlık geçiren şahıs hastaneye kaldırıldı.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

      Otopsi Nedir, Nasıl yapılır?

      Otopsi yalnız organların alınması demek değildir, üstelik organlar alınmamakta, çıkarılıp incelenen organlardan gerekli parçalar alınıp organlar yerine konulmaktadır.
      Otopsi olay yerinde başlayan ve tüm laboratuar inceleme sonuçları adli tıp uzmanının eline ulaşıp teşhis konulana kadar geçen tüm aşamaları kapsayan bir işlemdir.
      Ölenin olay yerinde bulunuş şekli,
      Üzerindeki elbiselerin özellikleri ve hem olay yerinden hem de ölenden toplanacak deliller,
      Ölenin dış muayenesi,
      Baş, göğüs ve karın boşlukları açıldıktan sonra organların ve boşlukların durumu,
      Organ ağırlıkları, renkleri, kıvamları gibi çıplak gözle görülen özellikleri,
      Gerekli yerlerden ve olayın özelliğine göre alınan örneklerin mikroskop ile ve diğer laboratuar yöntemleri ile incelenmesi ve tüm bu incelemeler sonucunda elde edilen verilerin yorumlanarak teşhisin konması bir bütün olarak otopsi işleminin aşamalarını oluşturmaktadır.
      Adli tıp uzmanı uygun yerden uygun koşullarda örnek almamış ise ve ne aranması gerektiğini belirtmezse, laboratuarda arananlar eksik kalır, laboratuar sonucu gelmeden de adli tıp uzmanı kesin teşhisini koymakta zorlanır.
      Otopsi son derece organik bir işlemdir ve ekibin her elemanının uyum içinde çalışmasını gerektirir. Bir insan bedenindeki organlar gibi…

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

        3 yaşında internetten araba satın aldı

        İngiltere’de 3 yaşındaki Jack Neal isimli bebek internete girip 9 bin sterlinlik arabayı satın aldı.
        26.09.2006 04:00İ ngiltere’de 3 yaşındaki Jack Neal, anne babasının bilgisayarından internete girerek eBay’den 9 bin sterlin değerinde otomobil satın aldı. Annesi, eBay şifresini açık bıraktığı için, bebeğin bunu yapabildiği sanılıyor.
        Minik afacanın bir sabah ailesini yanına gelerek Ben araba satın aldım diye konuştuğu da belirtildi. Anne Rachel ve baba John Neal, ilk başta çocuklarının ne dediğini anlamamışlar. Ancak pembe renkli Nissan Figaro marka aracı aldığını internet sitesinden gelen kutlama mesajından sonra öğrenmişler. Üç yaşındaki çocukları, pembe renkli otomobil için internet sitesine girerek 8.999,999 (Yaklaşık 26 bin YTL) artırımda bulunmuş. 36 yaşındaki anne Rachel, Siteyi kontrol edince otomobili satın aldığımızın farkına vardık dedi ve eşinin arabanın satıcısını arayarak durumu anlattığını ifade etti.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

          Tarlasina Yildirim Düşen Köylü İflas Ettİ

          Kahramanmaraş’ın Afşin İlçesi’nde bir tarlaya yıldırım düşmesi sonucu çıkan yangında, 53 dönüm buğdayla 3 bin adet kavak fidanı kül oldu. Afşin’in Karahüyük Köyü’nde fırtınalı ve yağmurlu havada Ali Aydoğan adlı çiftçinin buğday ekili tarlasına yıldırım düştü. Alınan bilgiye göre, önceki gün Afşin’in Karahüyük Köyü’nde fırtınalı ve yağmurlu havada Ali Aydoğan adlı çiftçinin buğday ekili tarlasına yıldırım düştü.
          Çıkan yangında 53 dönüm buğday ekili alan kül olurken, tarlanın kenarında bulunan 3 bin adet kavak fidanı da tahrip oldu. Hasat edeceği yaklaşık 30 ton buğdayın yandığını belirten Ali Aydoğan, yıldırım düşmesinin ardından buğday tarlasında çıkan yangının rüzgarın da etkisiyle kısa sürede yayıldığını ve müdahale edemediklerini söyledi.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

            milyon cent biriktirdi ama parasını bütünletemiyor

            Kardeşiyle 30 yıl önce girdiği iddia üzerine 1 milyon cent biriktiren Amerikalı, parasını bütünlemeye ve garajından çıkarmaya uğraşıyor. Ron England’ın, kardeşiyle Paris’te bir yemek karşılığında girdiği iddia üzerine biriktirdiği ve garajında 13 adet dev sandığın içinde sakladığı centler 3.6 ton ağırlığında. 60 yaşındaki England’ın karşılığında 10 bin dolar nakit alacağı 1 milyon centi hiçbir banka ücretsiz bütünlemeye ve bir seferde garajdan almaya yanaşmıyor. Hollywood’da ışıkçı olarak çalışan ve yakında emekliye ayrılarak Oregon’a yerleşecek olan England da bir an önce parasını bütünleyerek taşınmak istiyor. England’ın en iyi bulduğu teklife göre, bir banka haftada 100 dolarlık cent almayı kabul etmiş. Bu da 20 hafta anlamına geliyor. England’ın 55 yaşındaki kardeşi Russ da sözünde durmamış ve ağabeyine Paris’te yemek ısmarlamamış. Russ England, böyle bir bahse girdiklerini hatırlamadığını söylüyor. Ron England ise eğer parasını bir gün bütünletebilirse John Deere marka bir traktör satın almanın hayalini kuruyor.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

              Etek altı fotoya 3 ay hapis cezası


              Amerika'daki 24 yaşındaki sapık, 'Mahremiyeti ihlal'den suçlu bulundu
              Isufa Idrissa adlı genç, Kaliforniya State Üniversitesi'ndeki kız öğrencilerini etek altı fotoğraflarını cep telefonuyla çekerken yakalandı. Yargıç karşısına çıkarılan 24 yaşındaki sapık, 'mahremiyeti ihlal etmekten' 90 gün hapis cezasına çarptırıldı. 60 gün boyunca da Kaliforniya sokaklarında kamu hizmeti görevi cezasına çarptırılan Isufa, 3 yıl boyunca izlenecek ve 1 yıl psikoloğa gitmek zorunda kalacak. Ayrıca adım yaşam boyu cinsel taciz suçlularının bulunduğu listeye alınacak.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                Nehir kıyısında çıplak tuzak

                Rusya'da bir hırsızlık şebekesi, 15 dakikada 4 arabayı akılalmaz bir yöntemle çaldı. Gazetelerdeki haberlere göre, Moskova nehri kıyısında 3 genç kız çırılçıplak soyunarak suya girdi. Onları gören pek çok şoför de araçlarından inerek, 'manzaralı' bir yere kuruldu... Bu sırada 4 araba, içlerindeki değerli eşyalarla birlikte çalındı. İşin tamamlanmasından sonra kızlar hiçbir şey olmamış gibi sudan çıkıp, araçlarıyla nehirden uzaklaştı. Polis şimdi şebekenin peşinde...

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                  10 BiN YILLIK JAPON PiRAMiDi

                  Japonya''da, Yonaguni''de denizin derinliklerinde bulunan ve "insan yapisi" oldugu izlenimi veren tapinak benzeri binalar acaba Prof. Hernandez'in temasi sirasinda anlatilan kitalari ayrilmasi ve hareketi ile Atlantisin bugünkü noktasindan uzaklasmis yine Atlantislilere ait bir baska dev piramitmi? Belkide piramitleri insa edenler Atlantislilerdi, kimbilir.

                  1985 yilinda Japonya’nin Okinawa Adasi yakinlarindaki Yonaguni’nin açiklarinda dalis yapan bir balikadam, hiç beklemedigi bir görüntüyle karsilasti. Suyun metrelerce altinda, dipte, derinlere dogru alçalan basamaklariyla garip bir antik kalinti uzaniyordu önünde. ilkin göz yanilmasi sandi, basamaklara yaklasip inceledi, yapinin çevresini dolastikça saskinligi daha da artti. Bilinmez bir zamandan beri suyun altinda yattigi belli olan bu basamakli yapi, düzenli kivrimlara, son derece hassas açilara sahipti. Balikadam, sudan çikar çikmaz bildigi her yere bu bulusunu haber verdi. Yonaguni sularinin dibindeki bu esrarengiz yapinin sirri henüz tam olarak çözülebilmis degil. Ama ****enlerden bu yana dalis yapanlarin oldugu kadar, jeologlarin ve arkeologlarin da ilgi odagi.
                  Japonya da, Okinawa ve dolaylarinda, zaman zaman 3000 yillik kalintilara rastlaniyor. Ama suyun altinda bulunan ve yapisi itibariyla bir "basamakli piramit" izlenimi veren buluntunun ne zaman kimler tarafinan yapilmis olabilecegi üzerine kimsenin fikri yok. Aslina bakilacak olursa, bu yapinin "insan yapisi" oldugu da simdiye dek resmen kabul edilmis degil. isin içinden çikamayan arkeologlar ve ortodoks jeologlar, bu dümdüz basamaklarin dogal etkilerle olusmus olabilecegini belirtiyorlar, ama hiç de inandirici degiller. Yonaguni’deki gibi düzgün, sasirtici derecede simetrik ve insan yapisi izlenimi veren bir bulguya Bimini hariç hiçbir yerde rastlanmadi. Sfenks üzerinde çalismalar yapan Boston Üniversitesi’nden Dr Robert Schoch ile John Anthony West de çalismalara katildi. Dr Schoch, ilk dalista uzun uzun Yonaguni kalintilarini inceledi ve görüsünü net bir biçimde açikladi: "Bu kayaliklar kesinlikle insan yapisi ve tahmin edebilecegimizden çok çok daha eski. Asagi yukari, 10000 yillik!" Biminideki kalintilarinda en az 10000 yillik oldugu düsünülüyor. Rastlantimi sizce?
                  Ayni yorumu, John Anthony West ve Japon uzman jeologlar da yaptilar. Dümdüz, doksan derecelik açilarla inen basamaklarin yani sira, kösegenlerde oyulmus düzgün ve orantili hendekler, dört ayri yerdeki sütun yerlestirme yuvalari, bu yapinin kesinlikle bir antik kalinti, bilinmeyen bir dönemden kalma "basamakli piramit" oldugunu gösteriyordu.
                  Schoch’un düsüncesiyle birlestirildiginde, Japon sularinin dibinde yatan bu çok eski ve bilinmez mimarlarin eseri yapi, i.Ö 11000 dolaylarindaki buzul erimesi sonucu denizlerin yükselmesiyle derinlere inmis bir "yitik uygarlik kalintisi" izlenimi veriyor.
                  Yonagoni’deki arastirmalar yogunlasmis durumda. Eger çevrede insana ait bir medeniyet izi (yazi vs..) bulunabilirse gerçekten çok önemli bir bulus gerçeklesmis olacak. Belkide bulunacak seyler Bimini'deki kalintilarla örtüsecek ve Atlantis ve Atlantis'in dev pirtamitlerinden biri olabilecegi ortaya atilacak veya kayip kitalar olan efsanevi Mu ve Lemurya medeniyetleri belkide bulunmus olacak.
                  Sonuç dünya tarihi yeniden yazilmak durumunda kalinacak, "yaziyi ilk kullanan medeniyet Sümerdi" cümlesini tarih kitaplarimizdan çikarmak zorunda kalabiliriz.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                    ANTARTiKA'DA BUZULUN ALTINDA BiR GÖL VAR!

                    Son zamanlar Antartikadan gelen siradisi raporlar bilim dünyasini saskina çevirmis durumda. Bunlara neden olan bu donmus durumdaki kitadaki anormal bulus.
                    Tüm bunlar 1957 yilinda ruslarin bu en uzak kitada bir Vostok ismiyle geçen bir arastirma merkezi kurmalariyla basliyor. 1970'lerde radarlar vasitasiyla yapilan yüzey arastirmalari sirasinda ,geçte olsa merkezlerini buzun altindaki dev bir gölün ucuna kurduklarini farkettiler. O zamandan beri yörüngedeki uydular ve yüzeydeki sismik ölçümler, Vostok gölünü, kati buzun neredeyse 2 mil altinda , son 100 yilda kesfedilmis - büyüklügü en derin yeri 915 metre olan Kanada'daki Ontario gölüne esit ve hacmi 4 kati - en büyük gölünü tespit etti.

                    Göl hala sivi halde ve donmamis durumda. 13 bin ila 14 milyon yildir da dis dünyadan izole edilmis durumda. Yani kitanin buzla kaplandigi tarihten bu yana. Gölün sulari 50 ila 65 derece, ve bir isi kaynagina sahip oldugu kesin. Ayrica tüm göl su-hava karisimi ( sicak su buhari ve üstündeki buzun erimesi) ile dolu 1000 metreden yüksek bir kubbe ile çevrelenmis durumda. Birkaç yil önce yapilan kazilarla buz tabakasinin oldukça altinda ve göle yakin bir noktadan aldiklari örneklerde mikroplar, çesitli gazlar - metan gibi - daha sonradan donmus, gölün kubbesi üzerindeki buz tabakasinda tespit edilmis. Elde edilen örnekler tipik biyolojik olusumlari ifade ediyor. Bu yüzden Vostok gölü akil almaz bir karisimi barindiriyor : Dis dünyadan tamamen izole olmus bir eko sistem , su, isi , gazlar , ve hali hazirdaki biyolojik aktivite.
                    1998 yilinda NASA tarafindan ideal test alani olarak kabul edilmesi çok önemli bir gelisme. Jüpüter'in aylarindan Europa'daki buzulun altinda oldugu varsayilan okyanusta arastirma yapmak için gelistirilecek steril sonda teknolojisi için ideal bir hedef durumunda.
                    Scientific American'a göre , Ulusal Bilim Kurulusu aniden planlari degistirdi ve bir robot sonda ile göle dalmaya karar verdi. Saptanan tarih ise : 2002. Daha önce 1999 yilinda ortaya atilan proje 2004 yilina ertelenmisti. Şimdi ise 2002 de göle dogru dalis yapacak robot sondanin 2003 yilinda örneklerle beraber geri dönecegi hesaplaniyor. Frank D. Carsey'in anlatimina göre , dis yüzeyden yabanci bir yasam formunun göle bulasmamasi içinde ilk 3,5 kilometrelik delmenin kaynamis su ile yapilmasi ve robotun bu noktaya yerlestirilmesi planlaniyor. Ardindan açilan deligin donarak kapanmasi beklenecek ve silindir seklindeki sonda kendini sterilize edecek. Daha sonra da isi üreterek önündeki buzu eritip göle dogru yoluna devam edecek. Robot'a bagli bir kablo kendisiyle beraber hareket ediyor olacak. Fakat Frank D. Carsey'e göre suan asil sorun su, "Hiç kimse, ulusal veya uluslararasi , yeterince temiz'in ne oldugunu söyleyemedi" , " Bizim gelecekteki çalismalarimiz için bir hedefe ihtiyacimiz var."
                    Yaklasik 20 milyon dolara malolacak proje için, NSF ve NASA( National Aeronautics and Space Administration) gerekli aygitin ve sondanin yapilabilmesi için ödemede bulunmayi önerdiler. Carsey'in NASA'dan aldigi ödenek, komplike bir robot prototip içindi. Carsey,"Aygiti bu yaz tamamlayacagiz fakat yeterince test etme olanagimiz olmayacak " demisti.
                    Columbia Üniversitesinden uzmanlari, NSF'nin destegiyle yaptiklari arastirmalarda gölün altindaki yerçekimi, manyetizma ve termal aktivitelerin haritalarini çikardilar. Ve önemli bir bulguya ulastilar. Gölüne güneydogu kismindaki kiyisinda büyük manyetik anormallikler tespit ettiler. Bu olagan disi anormallik, zeminle olan 1,000 nanotesla dan daha fazla bir uyumsuzluktu ve dogal bir olusumdan kaynaklaniyor olabilirdi.
                    Kolombiya Üniversitesinden Michael Studinger'in önerdi bir teoriye göre, Dünya'nin kabugu gölün tabaninda , Antartika'nin geneline oranlar daha ince bir kalinliga sahipti ve gölün olusumu sirasinda gerilmisti. Bu da oraya özgü "manyetik anormalligi" açikliyordu. Fakat jeofizikçi Ron Nicks gibi baskalari, bu teorinin zorlugundan bahsettiler. Nicks bu incelti alttaki kayalari isitacakti ve buda kabugun manyetik yetenegini azaltacakti. Farkli teorilerde ortaya atiliyor tabiiki. Bir metal yiginindan kaynaklanabilecegi ve gömülü kalmis çok eski bir kentin kalintilari olabilecegi seklinde.

                    Ama son zamanlarda yayilan ve kabul edilmeye baslanan catastrophism ( felaket, yikim) görüsü standart jeolojik modellere alternatifler sunuyor. Klasik jeolojiye göre bu yavas yavas olusmus bir durum. Ama bulunan bir çok kanit ( Vostok'ta yapilan buz kazilari ve elde edilen veriler gibi) iklimdeki degisikligin aniden ve çok kisa bir süre içinde gerçeklestigi yönünde. Kiyamet teorilerine göre ani bir kutup kaymasi buna neden oldu yönünde. Birçok arastirmaci, çok çesitli kanitlarla, böyle bir kaymanin 13,000 yil önce oldugunu ortaya koyuyorlar. Kutup kaymasi teorisine göre, Antartika iliman bir iklime sahipti hatta ormanlari vardi. Dünya'nin normal düzenindeki ani bir degisim kitayi bu buz cehennemine hapsetmisti ve aynen Mars'in bazi bölgelerinde de oldugu gibi. Ama sonuçta herkesin kabul ettigi, her nasil olduysa.
                    Ancak Kolombiya üniversitesinin "Vostok manyetik anormallikleri" kesfinin sizmasindan sonra JPL (NASA Jet Propulsion Laboratory) anlasilmaz bir nedenle Vostok arastirma programini geri çekmesiydi. Sebep olarakta ,"çevresel nedenler" ileri sürüldü. Taa ki, JPL sözcüsünün bir basin toplantisinda kutup arastirma programinin NSA (Ulusal Güvenlik Kurumu) tarafindan devralindigini itiraf etmesi ve su yüzüne çikan rapora dek. Bu rapor internet üzerinde bir firtina etkisi yaratti.
                    Birçok kaynak hemen "Vostok Anormalliginin" yerine ve bir gerçege isaret etti. Koordinatlar "X-Files" filmindeki büyük uzay gemisinin bulundugu noktaya gerçekten çok yakindi. Ayrica Rus Vostok üssüde, filmde verilen tüm koordinatlara hemen hemen uyuyordu. Tüm bunlar X-Files dizisindeki Christ Carter'in hikayelerinin kimi zaman gerçek kaynaklara dayandigi fikrinin pekismesine neden oluyor. Veya buzla çevrilmis 3000 millik bir alana yayilan Vostok Gölü ve manyetik anormalligi, sasirtici bir biçimde bir Fransiz romani olan "Subterranean" da bahsedilen, Antartik uzmanlarin buzlarin altindaki kayip ve yasayanlarin bulundugu bir kent hikayesinede tipatip uyuyor. Anlatilari ayni yönde ve ilginç hikayeler ayni zaman araliginda benzer hikayelerden, yer alti dünyasindan bahsediyorlar.

                    Antartika'daki McMurdo istasyonundan bir kisinin karisiklik çikardigi ve bir UFO'nun Antartika'ya indigi dedikodularini yaydigi yönündeydi. Hatta McMurdo'nun üzerinde uçan bir uzay gemisinden bahseden bir afis elden ele yayiliyordu. Ve söylendigine göre sorumlu kisiler ilk uçakla kitadan sinirdisi edilmisti. Fakat tuhaf olan, aralinda Vostok anormalliginin tespit edildigi bölgenin üzerinde olaganüstü geometrik kum tepeleri kesfeden bir Rus bilim adamininda oldugu , en az 3 bilim adami son iki sene içerisinde Antartika'da ölmüstü. Bir baska tuhaflikta ölen kisilerin hepsinin 30-40 yaslarinda genç erkekler olusuydu ve rapor edilmemis olusuydu.
                    JPL'nin basin duyurusu, henüz raporun dogrulugunun kanitlanmadigi ve tuhaf olaylarin güney bölgesinde hala devam ettigi yönündeydi. Olay ilk olarak Güney kutbundaki bir doktor (Amundson-Scott istasyonu) tarafindan rapor edilmisti ve bugüne kadar esi görülmemis bir biçimde hava yoluyla nakliyeye ihtiyaç oldugunu belirtmesiyle ortaya çikiyor. Safra kesesi tasiyla ilgili bir komplikasyondan ötürü ! Ardindan tesadüf eseri, baska raporlarda su yüzüne çikiyor. 4 tibbi olay daha yasaniyor ve yine daha önce yasanmamis biçimde nakliyelere ihtiyaç duyuluyor, McMurdo istasyonundan, kitadaki en büyük Amerikan üssünden. Ölümler rapor edilmeden önce , olaganüstü bir tibbi durum yasaniyor. Halk arasindaki söylentiler Yeni Zelanda'dan gelen birinin kendisiyle beraber getirdigi bir enfeksiyonu, dis dünyadan izole durumda yasayan kitadaki kisilere bulastirdigi seklinde.
                    Fakat bu olanaksiz gözüküyor. Çünkü Antartika'ya gitmek isteyen kisiler tüm bu kontrollerden geçmeden gidis izni alamiyorlar. Birkaç gün karantinada bulunduruluyorlar ve yanlarinda getirebilecekleri bir enfeksiyon olmadigindan emin olunuyor. Ayrica Antartika'nin çevresel sartlari virüsler ve diger mikrobik yasam formlari için dayanilmasi olanaksiz bir ortam sunuyor ve kita genelindeki soguk nedeniyle yok oluyorlar. Hatta Antartika'da hiç kimsenin grip olmayacagini söyleyebiliriz.
                    Peki ne olmus olabilir? iki olasilik düsünülebilir,
                    Birincisi, özel bir proje ile tüm bilimsel ve çevresel ilkelere ters düsecek bir sekilde, buz delinerek Vostok gölündeki ekosisteme ulasildi. Ve projeyle ilgili kisiler , 13 bin ila milyonlarca yildir buz içinde kalmis mikro-organizmalara karsi karsiya kaldilar. Ve daha sonra, ilk olarak 4 olaganüstü tibbi durum, 5 olarak degistirilir... simdi ise 12 McMurdo personeli tibbi nedenle tahliyeye ihtiyaç duyar Antartika'nin kis zamaninda. Bu tehlikeli virüs merkezin kis mevsimindeki personeline yayilmaktadir ve merkezin tibbi yeteneklerine ragmen kontrol altinda tutulamamistir. Ama daha da ilginci, rahatsizlanan kisiler arastirma görevlileri veya uzun dönem destek personeline degil, Raytheon sirketine ait çalisanlardir. Amerikan hükümetinin dünya çapinda yürüttügü programlarinda bulunan bir high-tech sirketi.
                    Eger bu olasilik dogruysa, bu gizli programlardan biri fiyaskoyla sonuçlanmis olur. Amundson-Scott merkezinin raporundaki bir baska noktada, doktorun tuz stoklarinin azaldigini söyleyerek tuz getirilmesi gerektigini söylemesi. Hatta gelecek olan ekibe, "ceplerini dahi tuz paketleriyle doldurmalarini önermesiydi" , kurtarma helikopterinde hiç yer yokmus gibi!
                    Tuz, Antartika'da hayatta kalmak için çok önemli bir gereklilik. Hava çok kuru oldugundan , yeterli tuz stogu olmamasi halinde, dis ortamdaki bir insan mineral ve su kaybi nedeniyle ölecektir. Buda gösteriyorki, bunca yildir açik olan bu üs, bir sonraki erzak uçagi gelene dek ne kadar tuz stoklamasi gerektigini biliyor olmaliydi. Peki nasil olduda aniden tuzsuz kaldilar?
                    Belki özel bir durum yasadilar ve belki de Raytheon'dan gelen uzmanlar ve mühendisler planlanandan daha fazla süre disarda kaldilar ,dondurucu rüzgarlarin içinde buzu kazmak için saatler ve saatler harcadilar ve normalden fazla tuz harcamak zorunda kaldilar.
                    Bu ani olay ve tehlike için diger olasilik ise,
                    Raytheon personeli Vostok'un altindaki gizli kazilarinda gerçekten birsey buldular. Ve yanlarinda götürerek daha derin incelemek istediler. Ve salgini Yeni Zelanda'dan gelen büyük kargo uçagi C-130'un McMurdo'yu ziyaretini ve çok önemli birseyi kitadan götürüslerini gizlemek için kullandilar. Birkaç basit ima ve internet üzerinde yayilmasini beklemek yeterliydi.
                    Arthur C. Clarke'in "2001 - Uzay Serüveni."
                    Bu ilginç senaryo, izole edilmis bir yerde kesfedilen bir manyetik anormalligi, gizli bir kaziyi ve çok eski bir yapinin ortaya çikarilisi, gizli çalismanin bir salgin hastalikla üstünün örtülmesi ni içeriyor. Hepsi Clarke in hikayesinde mevcut. Tek fark olayin geçtigi yerde çikiyor, Antartika'nin yerine Ay. Belkide Clarke 30 yil önce yazdigi bu hikayesinde birseyler biliyordu.
                    Eninde sonunda, birseyler ortaya çikacak. Tek yapmamiz gereken, yönlendirilmemek. Ekonomi, krizler, küresellesme karsitlari, marsin yakinlasmasi, depremler ile ilgilenirken dünyamizda olan biten seylerden uzak kaliyoruz. Gözlerimizi açmaliyiz. Bizlerden , halktan birseyler saklandigi apaçik. Bunu bu sayfalara eklenecek diger konularla daha da iyi anlamaya baslayacaksiniz

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                      NEMRUT VE PASKALYA ADASI

                      Yeryüzünde birbirinden çok uzakta iki bölge... Biri güney yarikürede okyanusun ortasinda küçük bir adada, öteki kuzey yarikürede Dogu Anadolu’da bir dagin tepesinde... Her ikisi de yüzyillardir bir türlü çözülemeyen ortak bir gizemi barindiriyor.
                      Yeryüzünün hemen hemen her yaninda, tarih boyunca gelmis geçmis tüm uygarliklar arkalarinda, kimileri varligini sürdüren kimileri yok olmus, türlü amaçlarla ve türlü biçimlerde insa edilmis dev tas yapilar birakmislar. Ne var ki bunlardan yalnizca Paskalya Adasi’ndaki dev heykeller ile Nemrut Dagi’ndaki dev heykeller, dünyada üçüncü bir örnegi olmayan ortak bir özellige sahip. Çünkü yeryüzünün baska hiçbir bölgesinde, zemine oturtulmus böylesi heykeller yok.
                      Paskalya Adasi’ndaki heykelleri kimlerin ne amaçla diktikleri ve bu heykellerin neyi simgeledigi hâlâ bilinmiyor. Nemrut’taki heykellerin ise, IÖ 1. yüzyilda Kommagene krali I. Antiochos tarafindan yaptirildigi arkeologlarca saptanmis durumda. Fakat asil bilinmeyen, heykellerin üzerinde bulundugu höyükte sakli. Türlü teknolojik olanaklar denenerek birçok kez höyügün içine girmek isteyenlerin hep basarisizliga ugradigi biliniyor.
                      Paskalya Adasi, Sili’ye 3000 km. uzaklikta yer alan 180 kilometrekarelik volkanik bir ada. Adada yesillik bol ama hiç agaç yok. Ilk kez Avrupali gemiciler tarafindan 5 Nisan1772’de kesfedildi. O günler, Paskalya’ya denk geldiginden adaya bu ad verildi. Adadaki dev heykeller ile ilk ilgilenen ve dünyaya duyuran kisi ise Norveçli etnolog Thor Heyerdahl oldu. Heyerdahl, 1958’de yayimladigi “Aku Aku” adli kitabinda, Paskalya Adasi’nin çesitli yerlerindeki platformlarin üzerinde dikili bulunan (kimileri devrilmis) 974 adet heykeli tek tek inceledigini belirtiyordu. Yüzlerindeki gururlu ve kaygisiz bir ifadeyle bos bos okyanusa bakan bu heykellerin boyu 10-20 metre arasinda degisiyordu. Agirliklari ise ortalama 50 tondu. Heyerdahl, Ada halkinin (onlar kendilerine “Rapanui” diyor) inanislarini ya da geleneklerini de arastirmis ve bu esrarengiz heykelleri Rapanui halkinin atalarinca yapilmadigini bulgulamisti. (Çünkü kimi heykellerin yakininda buldugu, Hiristiyan misyonerlerin gözünden kaçan ya da yok etmeyi unuttugu birkaç yazit, bugüne kadar dünyanin hiçbir yerinde rastlanmamis bir dile aitti.) Heykellerin kiyiya oldukça uzaktaki tas ocaklarinda ve son derece ilkel ufak tefek araçlarla üretildigi anlasiliyordu. Daha da ilginci kimi heykeller henüz yapim asamasinda, yapicilari tarafindan. bilinmedik bir nedenle ansizin terkedilmisti.
                      Heyerdahl, heykellerin bu tas ocaklarinda tamamlandiktan sonra bir biçimde adanin çesitli yerlerine hazirlanan platformlara tasindigi varsayimindan yola çikarak kendisi de bunu denemeye giristi. Rapanuiler’in de yardimiyla, yarim birakilmis orta büyüklükte bir heykeli türlü çagdas düzeneklerle 18 günlük bir çalisma sonucunda dikine oturtmayi, sonra da kalaslar üzerinde halatlarla çektirerek kiyiya indirmeyi basardi. Ne var ki esrarengiz yapicilar böylesi yöntemler kullanmis olamazlardi. Çünkü adada kalas üretecek bir tek agaç yoktu! Ya halatlari nereden bulmuslardi? Kuskusuz ki Heyerdahl durup dururken, 50 tonluk bir heykel üretme isine ise hiç girismemisti. Çünkü her biri en az 50 tonluk dev lav parçalarini bulunduklari yerden koparacak, sonra da inanilmaz ince bir tas isçiligiyle heykele dönüstürecek araç gerece sahip degildi. Uygarligin en yakin oldugu yer olan 3000 km. ötedeki Sili’de bile bu tür araç gereci bulmak ve Ada’ya tasimak olanaksizdi. Bu durumda heykeller nasil, kimler tarafindan ve kimler için yapilmisti? Neyi simgeliyorlardi? O kadar uzak mesafeler nasil hangi yöntemler kullanilarak asilmisti? Sonra, ne olmustu da heykel üretimi ansizin sona erdirilmisti? Bu sorularin yanitlarini, 20’inci yüzyilin son günlerini yasayan Dünya uygarligi ve ulastigi bilimsel düzey hâlâ yanitlayamiyor.

                      Basta “Tanrilarin Arabalari” olmak üzere, “kadim astronotlar” tezini döne dolasa isledigi birçok kitabinda, dünyanin bilinen resmî tarihini alt üst eden ünlü Isviçreli arastirmaci Erich von Däniken bu sorularin yanitlarini dolayli olarak evrenin öteki sakinlerine bagliyor ve biraz da alayci biçimde söyle diyor: “Görünüse bakilirsa dünyamizin eski insanlari dev taslari tepelere çikarip indirerek çok uzaklara tasimaktan özel bir zevk almaktaydilar! Ya da uzak atalarimiz pek tuhaf insanlar olmaliydilar. Çünkü islerini bile bile güçlestirirler ve heykellerini, tapinaklarini en olmadik yerlere kurmaktan hoslanirlardi. Tüm bunlar yalnizca zorlu bir yasami sevdikleri için miydi? Çok uzak geçmisimizin sanatçilarinin bu denli budala olduklarini kabul etmek çok zor!..”
                      Nemrut Dagi’ndaki esrarengiz höyüge gelince durum daha da zorlasiyor. Çünkü bu höyük Anadolu’daki öteki höyüklere (tümülüs) hiç benzemez. Bu sanki yapay, elle kasitli olarak yapilmis bir höyüktür. Anadolu’daki öteki höyükler gibi, görünürde, içinde bir kralin mezarini ve hazinelerini barindiriyor olabilir. (von Däniken, “kadim astronotlar” tezine uygun olarak burada bir uzay gemisi olabilecegini iddia ediyor.)
                      Nemrut Dagi’nin arkeolojik niteligi ilk kez 1881’de ögrenildi. Daga önce Alman profesör Otto Puchstein, ardindan Osman Hamdi Bey çikti. Nemrut Dagi’ndaki heykellerin ve esrarengiz höyügün varligini dünyaya duyuran kisi ise, 1950’lerin basinda Alman profesör Friedrich Karl Dörner oldu. Prof. Dörner ve ekibi inanilmaz güç doga kosullarinda aylarca çalisarak, Paskalya Adasi’ndakilerden daha hafif olan heykelleri belirli bir düzen içerisinde yerlerine koymayi basardi ama asil gizemi çözemediler. Çünkü höyüge girememislerdi.
                      Tas parçalarinin üst üste yigilmasiyla olusmus, 50 metre yüksekligindeki ve 150 metre çapindaki bu yapay tepe kendi kendinin bekçisi gibiydi. Höyüge girmek için herhangi bir yerden taslar kaldirilmaya baslaninca, kaldirilan her tasin yerini yukaridan yuvarlanan baska taslar dolduruyordu.

                      Artik arkeologlarca su anlasilmis bulunuyor ki, bu höyüge ne yukaridan ne de asagidan girilebilir. Bu durumda tek yol, en tepeden baslayarak taslari teker teker yerinden alip, baska bir yere nakletmektir. Ne var ki zirveden baslayarak yapilmasi gereken, bu, “küçük bir dagin bir baska yere aktarilmasi” çalismasi insan gücü ve diger araçlarla son derece güçtür. Dahasi buna, öncelikle Kral Antiochos’un izin vermeyecegi bellidir! (Höyügün üzerinde bulunan bir yazitta, Antiochos’un kutsal alana kötü amaçla yaklasanlara beddua ettigi belirtilir.) Öte yandan, yalnizca içinde ne var diye (isterse uzay gemisi olsun!) Türkiye cumhuriyeti yöneticilerinin, kimilerince dünyanin sekizinci harikasi olarak kabul edilen bir arkeolojik kalintinin, bir Dünya kültür mirasinin orijinalliginin bozulmasina izin vermeyecegi de kesindir.
                      Nemrut Dagi’ndaki heykeller de, Paskalya Adasi’ndakilere benzer bir gizem tasimaktadir. Fakat en azindan, bu heykellerin kimin tarafindan kim için yapildigi bilinmektedir. (Heykel ve kabartmalar arasinda arslan ve kartalin bulunmasi, burasinin bir Mitraik tapinç merkezi oldugunu düsündürmektedir. Tanri Mitra’nin adina, Anadolu, Iran, Hindistan ve Mezopotamya’yi kapsayan çok genis bir bölgede rastlanir.)
                      Höyügün, teras adi verilen düzlüklerinde dikilmis bu 21 adet dev heykelden kiminin yüksekligi 10 metredir. Tonlarca agirliktaki bu tas bloklarin yakindaki bir dagdan koparilmasi (çünkü taslar bu tepeye ait degildir), ince ince islenmesi, tasinmasi ve dikilmesi 2000 yil öncesinin hangi teknik olanaklari ile gerçeklestirilmistir, bunu düslemek oldukça zor. Ayrica, Nemrut Dagi’nin çevresinde, Misir piramitlerinin çevresinde oldugu gibi binlerce kisinin çalisabilecegi genis düzlükler de yoktur. Heykellerin ve höyügün yapiminda çalisan yapicilar çalismalarini, ne yiyip ne içerek, nerede nasil konaklayarak sürdürdüler? Dahasi bugün bile ulasimin çok güç oldugu 2150 metre yükseklikteki tepeye, bu dev tas bloklari halatlarla, kalaslar üzerinde kaydirarak mi çikardilar? (Bir de buradaki heykellerin Paskalya Adasi’ndakiler gibi tek tip olmayisi ve onlar gibi “bos bos” bakmayisi konusu
                      var ki, bu da Nemrut’taki isçiligin ve emegin çok daha fazla oldugunu gösteriyor.)
                      Kuskusuz ki eskilerin, bugünkü, dünya isleriyle çok fazla mesgul (!) insanlardan daha çok bos zamanlari vardi. Ama bu demek degildir ki, tonlarca agirligindaki kayalari, bos zamanlarinda durmadan bir yerlere tasisinlar dursunlar! Bu durumda, Paskalya Adasi’ndaki ve Nemrut Dagi’ndaki heykellere bakip dizi dizi yanitsiz sorular üretmek çok anlamli görünmüyor. Belki tüm yanitsiz sorulari söyle tek bir soruya dönüstürmek olasi: Eski insanlar niçin yeryüzünün belirli noktalarina böylesi tas yapilar diktiler?
                      Eskilerin, “dünyanin bir cani” (Anima Mundi) oldugu yaklasimindan yola çikilirsa, insan bedeniyle yeryüzü arasinda bir benzerlik kurmak olasidir. Nasil ki insan bedeni çok sayida akupunktur noktasindan olusuyor, bu noktalar “meridyen” adi verilen enerji hatlari üzerinde bulunuyor ve akupunktur uzmanlari bedendeki türlü rahatsizliklarin giderilmesi için belirli “meridyenler” üzerindeki belirli noktalara igneler saplayarak bozulan enerji akisini yeniden sagliyorlarsa, eskiler de Dünya’yi “iyilestirmek” için neden böyle bir uygulama yapmis olmasinlar? (Ama bu galiba, önce çevresindeki her seyi sonra kendini yok etmeye programlanmis dünya insaninin, “dünyanin cani”ni almaya baslamasindan çok çok önceki zamanlardaydi!)
                      Eger böyleyse, eskiler Dünya’yi “iyilestirmek” için, dünyanin gözle görülmeyen, araç–gereçlerle saptanamayan bu enerji hatlarinin varligini, hangi hattin üzerine, nasil bir tas yapinin dikilmesi gerektigini nereden biliyorlardi, onlara kim(ler) yol göstermisti? Belki de yalnizca bu sorunun yanitini aramak gerekiyor. Ama daha önce, üzerinde inanilmaz bir canliligi barindiran Dünya’yi “yeniden” sevmekle, onu hissetmekle ise baslamak gerekmiyor mu?

                      Kizilderili sef Seattle söyle diyordu: “Dünya bizim bir parçamiz, biz dünyanin bir parçasiyiz.”

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                        CEMBERLİTAS GiZEMiNi KORUYOR

                        Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti...”


                        1968 yilinin Nisan ayinda tarihçi ve yazar Sevket Rado’nun “Hayat Tarih Mecmuasi”nda yayimlanan bir yazisi, basta Yunanistan olmak üzere dünyayi heyecanlandirmisti. Yazida, Isa Peygamber’in üzerine çakildigi iddia edilen haçin parçalarinin Istanbul’da Çemberlitas’in altinda oldugu öne sürülüyordu. Rado, kendi kütüphanesinde bulunan ve 17’inci yüzyildan kalma eski bir elyazmasi yapitta, haçin parçalarinin Bizans Imparatoru Konstantin’in annesi Helena tarafindan, Kudüs’ten Istanbul’a getirilerek ve Çemberlitas’in altina gömüldügüne iliskin anlatimlara rastladigini belirtiyordu. Rado’nun degindigi yapit, tip, cografya ve dil konularinda kitaplariyla taninan Hezârfen Hüseyin Çelebi’nin “Tenkiyhü’t–Tevârih” adli kitabiydi.
                        Yazinin uluslararasi bir heyecan uyandirmasinin ardindan yapilan arastirmalarda daha baska birçok kitapta da benzeri anlatimlara rastlandi ve Isa Peygamber’in üzerine çakildigina inanilan haçin parçalarinin Çemberlitas’in altinda özel olarak hazirlanmis bir hücreye yerlestirildigi inanci yaygin bir kabul gördü.
                        Çemberlitas’in asil adi Konstantin Sütunu’dur. Istanbul’un, 11 Mayis 330 tarihinde Roma Imparatorlugu’nun baskenti ilan edilmesinin anisina Imparator Konstantin tarafindan bugünkü yerine yerlestirildi. Bizans döneminde “Somaki Sütunu” da denilirdi. Birçok kez yangin geçirmis olmasindan ötürü kimi Avrupalilarca “Yanik Sütun” adiyla da anilir.
                        Bir Fransiz arastirmaci “Istanbul ve Çevresi” adli yapitinda Çemberlitas’tan ve altinda oldugu iddia edilen haç parçalarindan söyle söz ediyor: “Üst üste konulmus yedi adet somaki tastan olusan sütunun tepesinde basi hâleli tanri Apollon görünümünde Konstantin’in heykeli bulunuyordu. Heykelin içinde Isa’nin çarmiha çakilmasinda kullanilan çivi parçalari ile gerçek haçtan bir parça yerlestirilmisti...”
                        430 yilinda Imparator II. Teodosyus saglamligindan kuskulanarak sütunu demir çemberlerle güçlendirdi. 1105 yilinda çikan bir firtinada Apollon heykelinin devrilmesinden sonra, heykelin yerine, üzerinde altin yildizli bir haç bulunan bir sütun basligi yerlestirildi. Heykelin içindeki parçalar da sütunun altina bir hücre yapilarak buraya yerlestirildi.
                        Istanbul’un 1453’te ele geçirilmesinin ardindan Fatih Sultan Mehmed sütünun tepesinde haçi indirtti. 1779’da çikan bir baska yangin sonrasinda I. Abdülhamid bugünkü demir çemberleri ve sivayi yaptirtti.
                        Yaklasik 50 metre yüksekligindeki Çemberlitas’in özgün biçiminde, en alttaki bölümün yüzeyinde Isa Peygamber’in dogumunu betimleyen kabartma anlatimlar yer aliyordu. Sonralari ise sütunu saglamlastirmak için çevresi tas bir kaplamayla örtüldü. Söz konusu hücrenin bulundugu bölümün ise bugün yol düzeyinin 2-2,5 metre altinda kaldigi varsayilmaktadir.
                        Çemberlitas, 1990’larin ortasinda, 2000 yili turizmi nedeniyle yeniden gündeme getirildi. Kimi çevreler, eger iddia edildigi gibi sütunun altinda gerçekten Isa Peygamber’in çakildigi haçin parçalari bulunursa bunun Türkiye’nin tanitimi açisindan son derece önemli oldugunu vurguladilar.


                        Ancak dönemin Turizm bakani Fikri Saglar bu yaklasima söyle yanit vermisti: “Ülkemizde bu gibi söylentiler yüzünden yüzlerce insan define aramak için izin istiyor. Sonunda tüm emekler bosa çikiyor. Böylesine, dogrulugu kesin olmayan bir söylenti için de tarihî sütunu yerinden oynatmamiz söz konusu bile olamaz.”
                        Ilgili çevrelerse, UNESCO tarafindan, Misir’daki Ebu Simbel Tapinagi’nin parçalara ayrilarak kilometrelerce uzakta baska bir alana tasindigini animsatarak, böylesi bir islemin, günümüzün gelismis teknolojik olanaklariyla Çemberlitas için çok daha kolay olacagini öne sürdüler.
                        Yine 1990’larin ortasinda Çemberlitas, geçmiste yasadigi firtina ya da yanginlara göre çok daha büyük bir felaketin esiginden döndü. Günümüzde ayni adla anilan ve genis bir alanda çok sayida tarihi mirasi barindiran Çemberlitas’a, diger deyisle tarihin kalbine kat otoparkli bir çarsi yapilmak istendi. Ancak bu girisim kente ve tarihine duyarli çevrelerin tepkileriyle durduruldu ve büyük bir felaket yasanmadan Çemberlitas ve çevresi kurtarilmis oldu.
                        Sonunda, Isa’dan Sonra 2000'li yillardayiz ama Çemberlitas hâlâ gizemini korumayi basariyor.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                          BODRUM'DAKi MOZOLEUM


                          "Ben burada, Halikarnas'ta yatiyorum. Hiçbir ölü için bu kadar büyük bir anit yapilmadi. At heykelleriyle süslendi ve bunun için en iyi mermerler kullanildi..." (Kral Maussollos- Lucia'nin 'Ölü Diyolglari'ndan")
                          Büyük Piramit'te oldugu gibi, line antik bir kralin mezariyla karsi karsiyayiz. Mezarin yeri önemlidir. Cografi olarak Artemis Tapinagi'na yakindi ve estetik bir yapi ve sanat saheseriydi.
                          Yeri; Güneybati Türkiye'de Ege kiyisinda Bodrum'da.
                          Tarihi; Imparatorlugun çok büyük olmasi nedeniyle, PersKrallari yönetimde zorlaniyorlar ve yerel yöneticilerin desteginden yararlaniyorlardi. Bunlara Satrap deniyordu. Bodrum'un içinde bulundugu Karia Bölgesi ve Kralligi da bunlardan birisiydi. MÖ 377-353 yillari arasinda yasayan Karia Krali Mausollos'un baskenti Bodrum yani Halikarnas'ti. Aslinda kralin mezar-anit yapmak gibi bir düsüncesi yoktu, aniti yaptiran karisi ve kizkardesi olan Artemisia'dir.
                          Anit veya Mozoleum, kralin ölümünden 3 yil, karisinin ölümünden ise 1 yil sonra tamamlandi. Bodrum Mozolesi, 16. yüzyil boyunca yapildigi günkü gibi kaldi, sonraki depremlerde çatisi ve kolonlari yikildi, 15. yüzyilda Malta Sövalyeleri bölgeye hakim olunca mozoleyi yikip yerine bir kale yaptilar. Bugün Bodrum'da görülen kalenin parlak taslari ve mermer bloklari Mozole'yi animsatmaktadir. Bazi heykel kalintilari ve Yunanlilarla Amazonlar arasindaki bir savasi gösteren frizler bugün Londra'daki British Museum'da görülebilirler.
                          Tanimlama; Mozole 40x30 boyutunda bir dikdörtgendi ve basamakli bir podyumun üzerindeydi. Çevresi heykellerle süslenmisti. Mezar salonu ve lahit beyaz mermerdendi ve altinla süslenmisti. Podyumun çevresinde iyonik sütunlar, piramit seklindeki çatinin çevresinde de yine heykeller bulunuyordu. Dört atin çektigi dev bir savas arabasi heykeli tepedeydi. Yüksekliginin 45 metre oldugu hesaplanmistir. Güzelligi kendisinden çok heykellerin olaganüstü olmasindan kaynaklaniyordu. Ayrica birçok insan, aslan, at ve hayvan heykeli de vardi. Heykeller dört ünlü Yunan heykeltrasi olan Bryaxis,Leochares, Scopas ve Timotheus tarafindan yapilmisti. Her biri Mozole'nin bir yanini süslemisti. 19. yüzyildan sonra arkeolojik kazilar yapildi ve elde edilen bilgilerle yapinin boyutlari daha iyi anlasildi. Mozoleum, Asma Bahçeleri gibi bir askin ölüme karsi direnisiydi. Bugün ikisi de, yapimcilari gibi ebediyen yokoldular. Ama biz onlari biliyoruz.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                            UFO ZiYARETLERiNiN TARiHi

                            ilk Ziyaretler: Birçok yorumcu modern UFO çaginin 1947’ler de basladigini iddia etmektedirler ama, asil çagin baslama tarihi 1880’de, sanayi devriminin doruguna ulasilirken baslamistir.
                            Aslinda olayin özüne inecek olursak, UFOlar çok daha uzun süredir etrafimizda dönüp durmaktadirlar. Günümüzde bazi Kutsal Kitap alintilari, kimi satirlar dogaüstü varliklarin uçurdugu cisimlere atiflarla doludur. 1880’den Birinci Dünya Savasina kadar olan bölüm ise, bu olgunun en açik seçik örneklerini gözler önüne sermektedir.
                            16 Mart 1880 aksami, çok büyük bir pervaneye sahip, puro biçiminde bir hava tasiti New Mexico’da üç kisi tarafindan gözlemlenir. Bu üç tanik, hava tasitindaki insanlarin bilmedikleri bir dili konustuklarini, gülerek kendilerine seslendiklerini ve on kisi olduklarini belirtmislerdir. Hatta bu kisiler gemideki kisilerin davranislarini sarhos davranislarina benzetmisler ve gemiden asagi onlara, birinin üzerinde uzak dogu yazisina benzer bir yazi olan ipek ya da saten benzeri bir kagit, birine güzel bir çiçek ve digerine de acayip bir isçilik ürünü olan fincan atmislar. Hava tasitindan atilan bu nesneler hemen o üç kisi tarafindan alinmis ve bir depoda diger insanlara teshir edilmis. Aradan birkaç saat geçmeden depoya gelen bir yabanci esyalari incelemis ve onlarin Asya kökenli mallar oldugunu, kendisinin de bu tip seylerin koleksiyoncusu oldugunu belirterek bayagi yüksek sayilabilecek bir meblagi depo görevlisine vererek esyalari satin almis ve ortadan kaybolmustur. Bu tip yaklasimlar yasanan cisimli UFO olaylarindan sonra hep olagelmistir. Günümüzde bu tip insanlara giyim sekillerinden dolay “Siyahli Adam” denilmektedir.
                            Daha sonralari buna benzer olaylar muhtelif tarihlerde gelismistir.
                            ikinci Ziyaret Döneminin Baslamasi: 1880’den 1947’ye kadar olan sürede yasananlar, 47 ve sonrasinda adeta istila halini almistir. Kayitlara geçen ve geçmeyen binlerce yasandigi iddia edilen olaylar, çok kabarik bir arsivi de beraberinde getirmistir.
                            1947’nin 24 Haziran günü ABD’nin Washington Eyaleti piril piril bir gün yasamaktaydi. Bu havanin temizligi ve berrakligi Cascade Daglarini daha bir güzel hale getiriyordu.
                            Otuz iki yasinda bir is adami olan Kenneth Arnold, ayni zamanda da dört bin saati askin bir uçus tecrübesine sahip olan bir pilottu. Arnold, ayni zamanda tek motorlu bir Callier marka uçaga da sahipti. Bulana 5000 $ ödül vaadedilen deniz piyadelerine ait bir uçagi aramak için o gün gökyüzündeydi. Arnold’ un uçagi dag uçuslari için tasarlandigindan, bu tip uçuslar için de ideal bir araçti. Arnold, düsen Curtess C-46 komando nakliye uçagini aramaya basladi. Uçak daglarda bir yerlerde kaybolmustu ve o güne kadar da bulunamamisti. Arnold da o uçagi bulamadi ama; baska bir sey buldu, daha dogrusu, o sey gelip onu buldu!
                            Arnold dagin üzerinde dönüs yaparken, son derece parlak bir isik, uçaginin yüzeyini aydinlatinca sasirir kalir. Önce yaklasmakta olan baska bir uçaga çarpmakta oldugunu düsündü. Ve telasla o uçagi yaklasik otuz saniye boyunca aradi, kendini çarpismadan korumaya çalisti. Gerçekten de bir uçak gördü! Bu, bir DC-4’ tü ve Arnold onun San Francisco Seattle tarifeli seferini yapan uçak olduguna karar verdi. Ama iskele tarafinda ve gerideydi ve de o isik oyununu onun yaptigi düsünülemezdi.
                            Bunlari düsünürken, bir isik daha çakti, bu sefer Arnold isigin tam nereden geldigini saptayabildi. O tarafa, o çizgiye dogru yöneldiginde, saskinliktan agzi bir karis açik kalmisti. Dorugun üzerinde inanilmaz hizla formasyon uçusu yapan bir grup çok parlak cisimler görüyordu.
                            Aralarindaki mesafe yaklasik yüz mil civarindaydi ama, onlari tam olarak göremiyordu ancak cisimler kendisine dogru yaklasmaktaydilar. Arnold, son saniyeye kadar onlari formasyon uçusu yapmakta olan jetler oldugunu zannediyordu. Ve dokuz adet olduklarini görebildi. Çapraz bir dizilisle yaklasiyorlardi ve formasyonlarinda ilk dördünün arasindaki uzakliklar esit, sonraki besli grup ise daha seyrekti. Fakat Arnold’un fark ettigi yalnizca bu degildi, daha tatsiz bir durum daha fark etmisti bu da yaklasan uçaklarin hiç birinin kuyrugu yoktu ve çok degisik bir formasyonda uçuyorlardi. En öndeki digerlerinden daha üstte ve sanki rüzgarda savrulan uçurtmalar gibi ya da su üstündeki hiz tekneleri gibi daha dogru bir ifade ile bir kaz sürüsünün uçusu gibi bir formasyon almislardi.
                            Bu uçaklarin etkileyici bir baska özellikleri de, ikide bir kanatlarini egmeleri ve yüzeylerinden o mavimsi beyaz isigi fiskirtarak uçmalariydi, Arnold’a göre! Arnold, ilk baslarda o isigin onlardan geldigini düsünememis, kanatlarin piril piril cilali yüzünde günesin yansimasi olarak yorumlamisti. Arnold’a göre uçusun yönü hiç degismiyor, ama cisimler tek tek dag doruklarinin arkasina girip girip çikiyor, bazilarinin önünde, bazilarinin ise arkasinda uçuyorlardi. Dokuzu birden gözden kayboldugunda, Arnold’un kafasi iyice karismis, Hava Kuvvetlerinin bir teknolojik mucize yarattigini düsünmüstü. Bundan sonra ne yaptigi ise ne de 5000 $ dolara konsantre olamiyordu, bir an evvel asagiya inip gördüklerini arkadaslarina anlatmaliydi.
                            Arnold Tarihe Geçiyor: Arnold inis yaptiktan sonra, bu garip olayi arkadaslarina anlatti ve aralarinda saatler süren bir durum muhakemesi yaptilar. Fakat herhangi bir sonuca varmalari imkansizdi ve olay daha yüksek makamlara intikal etti ve is gazetelere kadar yansidi. Ve bir ajans haberinde olayi ABD’nin her yerindeki insanlar ögrenmisti. Arnold’un inanilir ve güvenilir bir insan olmasi, olayi daha cazip bir hale getirmis ve herkes tarafindan konusulur olmustu.
                            Arnold’un yaptigi tariflerde, gördügü cisimlerden ”Suyun üzerinden ileriye dogru firlattiginiz bir tabak nasil uçarsa öyle uçuyorlardi...” seklindeki ifadesinden “uçan daire” tabiri da dogmus oluyordu.
                            Olay tüm dünyadaki basinin hayal gücünü bir anda esir almis, normal olmayan olaylarinin hazirliksiz kurbanlarindan pek çogu gibi, Arnold da istemeyerek bir basin gösterisi baslatmistir. Böylelikle de bu olayin kahramani olarak tarih sayfalarindaki yerini de alir.
                            FBI Etkilenmiyor: Bu olayin yankilari sürerken FBI ajanlarindan birisi Arnold’un görmüs olduklarinin gerçek oldugu tezini savunur ve bu kisinin yalan söyleyerek kazanacaklarinin kaybedeceklerinden daha az olacagina ve böyle bir yalan konusmaya ihtiyaci olmadigini savunmustu.
                            Daha sonra, 22 Mart 1950’ de FBI’dan Guy Hottel, patronu J. Edgar Hoover’a, “Uçan Daireler” baslikli yolladigi garip bir yazida sunlardan bahseder :
                            “Bir Hava Kuvvetleri arastirmacisi, uçan daireler diye bilinen seylerden üçünün New Mexico’da ele geçtigini söylemistir. Bunlarin yuvarlak biçimde oldugu, ortalarinin biraz yüksek oldugu, ortalarinin biraz yüksek oldugu, çaplarinin yaklasik 50 feet civarinda oldugu belirtilmistir. Her birinin içinde, insan biçiminde, ama boylari yalnizca 1 metre olan, çok ince metalik giysiler giymis üçer ceset bulunmustur. Bu cisimlerin New Mexico’da bulunmasinin, hükümetin o yörede çok güçlü bir radar tesisine sahip olmasindan, bu radarin uçan dairelerin kontrol mekanizmasini etkilemesinden ötürü oldugu sanilmaktadir.”
                            Bu kadar olaganüstü bir haberin nedense FBI hiyerarsisi tarafindan pek de ciddiye alinmadigi söylenebilir.
                            Garip olan; böyle bir olayin o tarihlerde ki kurgubilim film yapimlarinin henüz o düzeyde olmadigi, dolayisiyla da UFO’larin düsmesi konularina atifta bulunulamayacagi savi kuvvetlidir. Ama ondan sonra, Amerika’da insan kaçiran UFO raporlarinda bu yaratiklar bir standart olusturdu. Söz konusu yazi gizlice yollandigi siralarda, dünyanin ilk UFO kitabi olan Uçan Daireler Gerçektir adli kitap piyasaya sürüleli henüz bir iki hafta olmustu. Bu kitabin yazari olan eski bir deniz piyade subayi Donald Keyhoe, kitabinda olayin örtbas edilmekte olduguna dair suçlamalarda bulunmus ve büyük sansasyon yaratmisti.
                            Roswell Olayi : Olay New Mexico’nun Roswell bölgesinde 1947 yilinin 4 Temmuz saat 23:30 siralarinda cereyan eder. Bu tarihte William Mc. Brazel adli bir çiftçinin arazisinde bir UFO yere çakilir. Brazel, UFO’dan etrafa dagilan parçalari görünce olayi yetkililer haber verme ihtiyaci hissediyor ve 5 Temmuz 1947 günü askeri yetkililer inceleme için bölgeye geliyorlar, bölgeyi de ziyaretçilere kapatarak uzay cismine ve içinde bulundugu iddia edilen cesetlere el koyuyorlar.
                            Çiftçi Brazel, ayni gün arazisinde ayni cisme ait bir iki kalintinin daha oldugunu tespit eder. Brazel buldugu o kalintilari da alarak ertesi gün Roswell kentine gider ve yetkililer kendisinden o parçalari da teslim alirlar. Brazel’in buldugu parçalarla ilgili yerel bir gazete de çikan haber üzerine yetkililer olayi yalanlayarak, kalintilarin düsen bir meteoroloji balonuna ait oldugunu açiklarlar. Amerikan hükümeti olayi basindan ve halktan gizlemeye kararliydi. Ve cesetlerle birlikte UFO’dan geriye kalanlari bir üsse tasidilar. Yillar sonra o zamanlar orduda görevli olan kameraman Jack Barnett, tüm çevreleri ayaga kaldiran açiklamasinda, cesetlere otopsi yapildigini ve kendisinin de bu olayi kare kare kamerayla tespit ettigini açikladi. Bu kayit yaklasik 90 dakikalik olup, belki de dünyanin en büyük sirlarini gizliyordu. Tabi ki bu film, hükümet politikasi geregi yillar boyu açiga çikarilmadi, gizli tutuldu. Hatta bazi iddialara göre dönemin baskani Truman da otopside hazir bulunmustur.
                            Fakat kameraman Barnett o kadar da saf biri degildi ve filmin bir kopyasini da kendine çikarmayi bilmisti. Daha sonra Ingiliz gazeteci ve televizyon yapimcisi Ray Santilli yüklüce bir miktar karsiliginda filmi satin aldi. Bundan sonra da dünya basinini ayaga kaldiran uzayli varlik otopsisi yavas yavas dis dünyaya açilmaya basladi.
                            Diger UFO Ziyaretleri:
                            · Yil: 1994
                            · Yer: Meksika/Tepetzlan
                            Carlos Diaz, 1977’ den beri dünya disi canlilarla iliski kurdugunu iddia ediyor, ama onlarin nereden geldikleri hakkinda bir açiklama da yapmiyordu, ya da yapamiyordu. Ancak bir konusmasi sirasinda, onlarin araçlarina bindirildigini ve dünyanin içine dogru götürüldügünü, orada muhtesem çiçek bahçelerinin bulundugunu, ilahi bir müzigin çalindigini ve dünyanin her tarafindan getirilen yasam türlerinin dolastigini belirtti. Dünya disi canlilar dünya yüzündeki yasam türlerini korumaya çalisarak, azalan türleri yeniliyorlar ve en büyük korkulari insanlarin gezegenin yüzeyini yok etmesi. Diaz, belki de UFO literatürünün en ilginç örneklerinden çünkü reklamini yapmiyor ve dogru ya da yanlis bildiklerini açiklamaktan kaçiniyordu.
                            UFO’ lar tarafindan kaçirildigini iddia edenlerin en ünlüsü hiç süphe yok ki Yazar Whitley Strieber’dir. Strieber, ayni zamanda Comunion’un ve Breakthrouhg’un yazaridir. Strieber, gördügü en otantik dünya disi canli görüntüsünün kendisine yollanan bir fotograf oldugunu iddia etmekte ve sunlari söylemektedir: “Anatomik yapilari mükemmel. Büyük siyah gözler onlarin yüz yüze etki gücünün yüksekligini ve düsünce yansitma yetilerini gösteriyor.Bu fotograf bana Ingiltere’den yollandi, yollayan Andy isimli birisi, ama maalesef açik kimligini bilmedigimiz için bir telif hakki uygulayamadik. Dogru veya yanlis ya da sahte ama son derece otantik ve inaniyorum ki griler gecenin bir yarisinda karsimiza çiktiklarinda korkmayalim diye kendilerini bize alistiriyorlar.”

                            18-19 Mart 1995’ te, Disney Sirketi hiçbir ön duyuruda bulunmadan kendi tv kanalinda, bir UFO belgeseli yayinladi, alisilmis ön anonslar yapilmadan yayin bes eyalete (Connecticut, Tennessee, Alabama, Florida ve California) yapildi. Belgesel inanilmazdi; Yayinin hemen öncesinde Disney’ in en üst düzeyinden Michael Eisner, ekrana gelerek sasirtici bir açiklamada bulundu ; “Insanoglu, tarihinin en önemli olayinin tam ortasindadir; diger gezegenlerdeki zeki yasamla kurulan gerçek bir iliskiden söz ediyorum... Uzak galaksilerdeki zeki yasamin temsilcileri simdi insan irki ile açik bir iliski kurmanin gayreti içindeler ve biz bu aksam sizlere bu olayi gösterecegiz... Bizim algilarimizin çok ötesindeki sinirsizliklarda varolan zeki varliklar, insanligin galaktik birlige katilmasi için isaret veriyorlar, bu harika bir çagri ama ayni zamanda da korkutucu... Uzaylilarin araçlari dalgalar halinde geliyor ve son birkaç yil gösterge olarak kabul edilirse, Dünya planeti gözlem deneyinin zirvesine ulasacak. 1947 yilinin baslarinda canli yaratiklar tarafindan yönetilen dev uzay gemileri dünyaya ulastilar; onlarin fizik düzeyi galaktik yolculuklara izin veriyor ve dünyanin atmosferinde inanilmaz bir hizla uçabiliyorlar. Bir ve birden fazla uzay araci dünyada kaza yapmistir ve bu olaylar ABD Askeri Arastirmalari nedeniyle örtbas edilmektedir... Roswell olayi gerçektir ve üç dünya disi canli orada kazadan kurtulamamistir. Enkaz ve ölü uzaylilar özel bir sorusturma komitesinin çalismasi sonucunda gizli bir yere tasindilar; operasyona ‘Majestik 12’ adi verilmis ve organizasyon bizzat Baskan Truman’in emriyle gerçeklesmisti ve bundan sonra hükümet kesin bir bilgi vermeme kampanyasini baslatti.Tüm hükümetler kendi otorite anlayislari içersinde hareket ediyorlar ama dünya disi canlilarla iliski saf dinamitle oynamak anlamina gelmektedir. Baskan Jimmy Carter, ofisinin ABD Baskanligi oldugunu saniyordu, ekibi ise uzaylilarla iliskinin resmen açiklanmasinin yararli olduguna inaniyor ve gayret gösteriyordu. Bir iç Hükümet belgesinde betimlendigi gibi, bazi güvenlik sirlari Beyaz Saray’ in hukuki varliginin disindadir. 1975 yili Kasim ayinda, hemen her Stratejik Hava Komutanligi üssü UFO’ lar tarafindan ziyaret edildi. Hükümet kaynakli egilimler, askeri ve bilimsel yöneticilerin yarim yüzyildir süren dünyalilarla uzaylilarin iliskisini açiklayan resmi belgelerin artik açiklanmasinin istendigini gösteriyor. Istatistikler gösteriyor ki, önümüzdeki bes yil içinde çok büyük bir olasilikla dünya disi iliskilerle karsilasacaksiniz. Bir çok Amerikali dünya disi uzay araçlarina binerek, yenilikleri kesfetmekten büyük mutluluk duyacaktir...”
                            Eisner’ in inanilmaz açiklamasi tüm uygar ülkelerde büyük sok yaratti çünkü Disney bugüne kadar sayginligini hiç azaltmadan koruyabilmis nadir kuruluslardan biriydi ve çizgi-filmlerin ötesinde dünyanin en ciddi ekonomi tröstleri listesinin ilk satirlarindaydi. Bazi UFO arastirmacilari Disney Belgeseli’nin gizli bir deney oldugunu düsünüyorlar, bu sekilde toplumun tepkisi ölçülüyor ve UFO Gerçeginin resmen açiklanmasiyla patlayacak devrime kitlelerin uyum yetenegi arastiriliyor.
                            Ve Aldatmacalar: Bugüne kadar dünya basininda ve halk arasinda UFO’larla ilgili bir çok fenomen ortaya atilmistir. Bunlarin bir kismi dogru olsa da bir kismi gerçek degildir. UFO olayinda da, gerçek anlamda bilinemeyen her olayda oldugu gibi, aldatmacalar düzenlenilmesi mümkün olabilmektedir.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                              Kim bu "Gözcü"ler ?

                              ibrani folklorunda adlari "Nefilim". Eski Misir'da "Neter" olarak adlandiriliyorlar. Sümer, ilk kez adlarinin duyuldugu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve "Gözcü" olarak nitelenen bu "siradisi" varliklar birer mit mi, yoksa gerçek mi?



                              Ibrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim" diyorlar. Eski Misir'da adlari, "Neter". Sümer mitlerinde "Anunnaki" diye geçiyorlar. Diger yandan "Sumer" sözcügü, "Gözcü'lerin ülkesi" anlamina sahip. Hangi adla anilirlarsa anilsinlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere iliskin mitlerde basrol onlarin. Eski diller uzmanlari, Antik Çag kültürlerine sasilacak biçimde net biçimde damgasini vurmus bu esrarengiz varliklarin, neredeyse bütün eski uygarliklarda "gözcüler" olarak adlandirildiklarini söylüyorlar. Sözünü ettigimiz dönem, Isa'dan en az 3000 yil öncesi. Iyi ama, "geç neolitik" olarak adlandirilan dönemin bütün uygarliklarinin literatürlerine benzer ifadeler ve anlatilarla girmis bu "Gözcü"ler kimler? Neyi ya da kimi "gözlüyorlar"? Bütün bunlar yalnizca antik Çag insanlarinin düsgüçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anilari silinmis, izleri bulunamayan, haklarinda hiçbir sey bilmedigimiz birileri, bu gezegende yasamislar mi?
                              Mitler ve gerçekler
                              Sürekli vurguladigimiz gibi, bilginin az oldugu ya da bazen üzerinin örtüldügü yerlerde, spekülasyonlarin basini alip gitmesini engellemek mümkün degildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel süphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan baskasina güvenmemekten söz ederken, ayni süpheciligi su anda bildigimizi varsaydigimiz alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim eger "gerçegi aramak" amacini içeriyorsa bizler için, bu ayni zamanda kurumlasmaya, bilimsel otokrasiye de karsi çikmamizi da gerektirir. Herhangi bir alanin "spekülasyona açik" olmasi bizi ürkütmemeli; verileri dogru okumak, burada anahtar sözcük niteligine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çogu kez içinde bulunduklari "bilimsel bürokrasi"nin ellerini kollarini baglayici hantalligi ve "agaçlardan ormani görememe" aliskanligi nedeniyle; yeni ve sarsici düsüncelere bastan olumsuz tepki vermeye egilimlidirler. Hele bu, onlarin "Akademisyenler Olimpos'u"nun disindan geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, yirminci yüzyilin baslarindan bu yana bu sorunu yogun biçimde yasiyor. Siradisi oldugu varsayilan düsünce ve teoriler yalnizca dislanmakla kalmiyor, bir de asagilaniyor kendilerini "bilimsel süpheci" diye adlandiran ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavas bir yürüyüs. Genis dilimler halinde onu inceledigimizde, her asamasinda ortodoksinin engellemelerini ve inanilmaz tutuculugunu fark ediyor, ama uzun vadede "siradisi" varsayilan fikirlerin yasadigini görüyoruz.
                              "Neter"ler ya da "Gözcüler" sorunu da yirminci yüzyilin bitmeyen tartismalarindan biri. Dogmalarla gözünü baglamayan ve açik fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün "mitler" deyip geçtigimiz anlatilarin bu denli genis bir cografyada ve neredeyse birbirinin ayni ayrintilarla varolmasindan yola çikarak, bu metinlere daha farkli bakmamiz gerektigine isaret ediyorlar. Oysa ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklasimi, oldukça farkli. Onlar, eski toplumlari bütünüyle çözümlediklerine inaniyor ve ekliyorlar: "Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunlari gerçek tarihsel olgularla karistirmayin." Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Esine az rastlanir bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulamasi bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular disinda hiçbir seye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yasadiklari çevrenin egemen diniyle sürtüsmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre "etik" bir yolunu da bulmuslar: "Bilim ayridir, din ve inanç ayri." Oysa "inanmak ve inanç" sözcüklerinin egemen oldugu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standartin gölgesinde kalacagini bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; "bilimsel" kurumlarin birçogunun bütçesini, Kilise'yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakiflar sagliyor. Çogu üniversitede kürsü baskanlari arasinda en az bir musevi var. Bilimin "besigi" oldugu varsayilan ABD'de halkin ezici bir çogunlugu Incil'e bütün kalbiyle inaniyor. Ortaligi bulandirmanin anlami var mi simdi?
                              "Gözcüler" sorunu, Antik Çag tarihi ve modern arkeolojiye iliskin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartisma çemberi içinde düsünebiliriz. Simdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildigince yalin biçimde ortaya koyalim:

                              Eski Misir'in "Neter"leri
                              Bütün Antik Çag metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmis belgeler, geriye dogru giden kronolojilerinin sifir noktasina, net olarak çözümlenemeyen bir tür "baslangiç dönemi" yerlestiriyorlar. Bu, onlarin tarihlerinde, "yönetimin tanrilardan insanlara geçmekte oldugu" bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir baslangiç döneminden beri bizzat "tanrilar" tarafindan yönetildigini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde "Gözcüler" adi verilen üstün yaratiklarca yönetildigini ve sonuçta kralligin insanliga devredildigini anlatiyorlar. Eski Misir'da bunlarin adi, "Neter"ler. Son olarak Osiris'in oglu Horus tarafindan yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasinda, bir "Kral yaratma" (Kingmaker) töreninden sonra insanlara birakiliyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar - sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk "insan kral", bugün arkeolojinin degismez bir gerçek biçiminde kabul ettigi, Firavun Menes. Bildigimiz, yazili tarihe göre I.Ö 3100 dolaylarinda Yukari ve Asagi Misir'i bir tek ülke halinde birlestiren Menes, Misir tarihinde "Hanedanlar Dönemi" denen bir evrenin de baslaticisi.
                              Misir kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayaniyor: Bunlar Misirli tarihçi Manetho'nun yazdigi krallar listesi ve bugün "Torino Papirüsü" olarak bilinen bir yazit. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Misir'in kronolojik gelisimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes'le baslayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayriliyor: Eski Krallik, 1. Ara Dönem, Orta Krallik, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallik. Bugün okutulan tarih kitaplarinda da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulgularin Manetho'yu ve Torino Papirüsü'nü dogrulamasi sayesinde, Yeni Krallik ve sonrasi, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmis durumda. Eski Krallik'ta, en fazla 150 yil yanilma payiyla arkeologlar hanedan listesini ve Krallari siralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, dogrulugu desteklenmis veriler içeriyor. Bütün sorun da aslinda burada: Çünkü Manetho'nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnizca hanedanlar dönemi Misir'ini degil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sira içinde sunuyor. Yalniz burada yöneticiler insanlar degil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yasayan, ülkeyi binlerce yil yöneten, esrarengiz varliklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapiyor? "Alt paragraflarini" tartismasiz biçimde kabul ettigi ve bulgularla dogrulanan bir tarihi yazitin "üst paragraflarini" ya yok sayiyor, ya da "Bunlar mitoloji" deyip isin içinden çikiyor. Neden? Çünkü hayranlikla benimsedigi alt paragraflarda "normal insan"lar krallik yapiyor; üstteyse, kim olduklari anlasilamayan üstün yaratiklar. Böylece bilimsel ortodoksi, ayni belge üzerinde isine gelen bölümü "olgu" diye benimseyip dosyalarken, isine gelmeyen, çünkü anlayamadigi, isin gerçegi "dini inanislarina aykiri düsen" bölümleri "mitolojik" bulup ayikliyor!
                              Mezopotamya'da ayni seyle karsilasiyoruz: Layard ve Wooley'nin yaptigi arastirmalarda, son derece degerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandiriliyor. Ayni Misir'da oldugu gibi, listenin en üst sirasinda, yani "normal krallar"dan önce, her biri neredeyse 10.000 yil, 15.000 yil yasayan yöneticiler var. Bunlar, "Tufan'dan önce" uzun süre ülkeyi yönetmisler, sonra insanlara devretmisler. Babil metinleri bu olayi "Krallik gökten indiginde" gibi bir deyisle açikliyor. Bütün Mezopotamya'da ayni kült var asagi yukari. Bulunan belgeler, "en eski metin" olduguna inanilan Tevrat'in, Tufan basta olmak üzere bir sürü temayi Sümer ve Babil anlatilarindan ödünç aldigini ortaya koyarak Kilise'de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten "tanrilar"dan söz ediliyor, tek bir tanridan degil!
                              Bu durumda ortodoks arkeoloji ne yapiyor? Misir'da yaptiginin aynisini. Yani Sümer Krallar Listesi'nin "normal insan ömrüne sahip" krallari dogru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü "somut bulgu" sinifina sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettigi anlatilan, 200.000 yil hüküm sürmüs "tanrilar" ve onlarin sonrasinda, "ara dönem"de insanlara yönetimin geçisini üstlenen ve denetleyen "Gözcü"ler, "mantiksiz" bulunarak "mitoloji" sinifina sokuluyor yine. Ayni belgenin alt kismi dogru, üst kismi "masal"!

                              Enoch'un sasirtici hikayesi
                              Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularindan sonra, çok daha eski metinlerden esinlendigi belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrilar" sözcügünü tek bir "Tanri" olarak düzeltmis. Bu arada, Tanri'ya verilen sifat ve onun genel adi, "Efendi" ya da "Sahip" anlamina gelen "Lord" sözcügünde somutlaniyor. Yahudi toplumunun mesken tuttugu bölgenin eski mitleri, büyük tanri Baal'den söz ediyor. "Baal"in sözlük anlami da "Efendi" ve "Sahip". Ayni sifatlarin, daha sonraki yillarda bütün Bati toplumlarinda yöneticiler için kullanilmasi ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatilari ayiklayarak "Tanrilar" sözcügünü "Tanri" olarak tashih eden Tevrat'in, birkaç yerde bunu unutmasi. "Elohim" sözcügü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. Ibranicedeki anlami, "ilahlar"; yani, "çogul" bir sözcük. Ilahiyatçilar bunun tartisma konusu yapilmasina bile karsi çikiyorlar - arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karistirici olani var: Yaratilis (Genesis) bölümünün 6. Bab'inda "O günlerde ve sonrasinda da, dünyada Nefilimler vardi" diye bir ifadeye rastliyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcügü, Ingilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa Ibranicedeki fiil yapisina göre tam ifadesi, "yukaridan asagiya inmis olanlar". Yaratilis'taki hikayede "devler"in hiçbir anlami yok - daha sonra da Nefilim sözcügüne rastlanmiyor zaten. Sanki "araya yanlislikla girmis" gibi bir sözcük. Igreti duran, ne anlatmak istedigi belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yillar geçip 1947'de Ölü Deniz yakinindaki bir magarada orijinal el yazmalari bulundugunda, "Nefilim"in aslinda son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram oldugu çikiyor ortaya. Bunun yani sira, Tevrat'in din adamlarinca "edit edildigi" de anlasiliyor. Çünkü I.Ö 4. yüzyildan kalma yazitlar arasinda yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmis olan kopyasi "sahte" sanilan "Enoch'un Kitabi"nin orijinal nüshasi da bulunuyor Ölü Deniz magaralarinda.
                              Yaratilis'ta yalniz birkaç satirda adi geçen ve "Tanri'yla birlikte yürüdügü" söylenen Enoch'un, aslinda son derece ilginç bir hikayesinin oldugunu ve Tevrat'tan çikarilan bu parçalarin "Nefilim" sözcügüne de açiklik getirdigini fark ediyoruz. Bosluklar Enoch'un Kitabi'nda yazanlarla dolduruldugunda, Bap 6'nin ayni satirinda sözü edilen "..ve Tanri'nin ogullarini insanin kizlarini gördüler ve onlar güzeldi. Onlari kendilerine es seçip onlardan çocuk sahibi oldular" ifadesi de anlamli hale geliyor. Ilahiyatçilari, dilbilimcileri ve tarihçileri yillardir ugrastiran "Tanri'nin ogullari" ile insanin kizlari arasindaki iliski Tevrat'ta yalnizca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch'un Kitabi'ni okudugumuzda, bunun müthis sonuçlar doguran bir olay oldugu çikiyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrilan ve "Tanri katinda" yasamini sürdüren Enoch, "Gözcülerden" söz ediyor anatisinda. Bunlar, Tanri ile insanlar arasindaki iliskinin bazen "ara halkasi" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varliklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Enoch'un ayrintili olarak anlattigi hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sirasinda "insan kizlari"ni arzuladigi ve bu fikrini diger "gözcü"lere de söyledigi belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukaridan inen") aralarinda karar aliyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kizlariyla sevisip onlardan birer kari alacak ve bu bir sir olarak kalacak. Çünkü ögreniyoruz ki, yapilan aslinda "yasak". Sonuçta bu birlesmeden "melez" çocuklar doguyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sagliksiz, vahsi, garip yaratiklar oluyorlar. Diger yandan, "insan kizlariyla" birlikte olduklari süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktariyor, bir seyler ögretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasagi çignemek anlamina geliyor. Sonuçta Tanri hem Nefilimleri cezalandiriyor, hem de yarattigi Tufan'la insanlari.
                              Sümer ve Babil metinlerini bulmus olmamiz, Enoch'un kitabinin da, Tevrat'in diger bölümleri gibi Mezopotamya anlatilarindan esinlenilerek, daha dogru bir deyisle bunlar "revize edilerek" yeniden yazildigini anliyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel degil: Çok eski zamanlarda "Gözcü"ler denen birilerinin dünya üzerinde dolastigi ve yaptiklariyla dünyadaki hayati derinden etkiledigine iliskin en az on toplumun kültüründen gelen tanikliklar var elimizde. Isin en kafa bulandirici yani, çok benzeyen anlatilara, Antik Yakin Dogu'yla fiziksel temasi hiç bulunmadigi varsayilan eski Inka ve Maya folklorunda da rastliyoruz! Simdi, bütün bunlara "Mitoloji iste canim" deyip, elimizin tersiyle bir yana mi itmemiz gerekiyor, "bilimsel tavir" sergilemis olmamiz için. Yoksa eski metinleri farkli bir bakisla bir daha inceleyip, "Kim bu Gözcüler?" diye sormak mi daha mantikli bir davranis?

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                                DÜNYA DISI YARATIKLAR TARAFINDAN KACIRILAN iNSANLAR


                                Kahramanimizin adi Bruce; New York'ta yasiyor; bir ögle sonrasinda Syracuse'da bir kitapçida dolasirken, yeni basilmis bir kitabi görünce korkuyla irtkildi. Kapaktaki resim onu etkilemisti. Unutulmayacak bir yüzdü, yesile dönük bir teni, belirgin sivri bir çenesi ve iri derin gözleri vardi. Gözlerinin rengi madeni siyahti.Bruce: gözlerini hipnotik etki-sinden kurtutup baska tarata dönene kadar yeterince etkilenmisti, dayanamadi ve tekrar rafa geri dönerek kitabi aldi. Kitap. Whitley Strieberin çok satan kitabi olan "Communion'du ve dünyadisi ziyaretçilerle ilgiliydi. Bruce, kitaba söyle bir baktiktan sonra saticiya giderek, gözlerin yanlis çizilmis oldugunu söyledi ve sonra kitabi birakarak. kaçarcasina oradan uzaklasti. Yolda kendini. sorgulamaya bastaladi gözlerin yanlis oldugunu nereden biliyordu? Resmi kendi çizmemisti.Fakat garip bir içgüdüyle sanki yillardir unuttuklari aklina gefiyoidu. "Communion"daki resmi kendiside çizebilirdi, sonra söyle diyecekti; "Hatirladiklarim borudan kuyuya akan bir su gibi beynime akiyordu sanki." 1978 yili yaz aylarinda Bruce,karisi Marion ve oglu Steven'le bir akrabalarindan dönüyorlardi. Steven gögü izlerken birden alçak uçan bir uçagin inmeye çalistigini söyledi. Bruce olayi söyle anlatiyor: 'Etrafta garip bir gürültü vardi. Bunun yola inmeye çalisan arizali bir uçak oldugunu düsündüm ve benden yoldan çekilmemi istedigini zannettim." Hatirladigina göre; gaza sonuna kadar basmasina ragmen araba çalismamis, lastikler yanmaya baslamis ve arabanin isisi yükselmis, bunun üzerine arabayi durdurmaya karar vermis. Bir kaç dakika sonra disariya bakan Marion korkunç bir çiglik atmis ve Bruce kapilari ve pencereleri kapatmis. Sonra Steven'in üzerine bir battaniye örterek kipirdamamasini söylemis. Arkasina baktiginda birilerinin yaklastigini görmüs; Gerisini ondan dinleyelim; "Askeri üniformalari olan iki kisi geliyordu, üniformalar normaldi, üstleri bej, altlari siyah renkti. O sirada Marion garip davranmaya basladi. Kapilar kapali oldugu halde açik olduklarini zannediyor, kitledigini sanarak tam tersim yapiyordu. Ayrica pencereler de kapaliydi ama onlari da açik zannederek kapamak istiyor, açarken kapadigini saniyordu. Böylece aramizda arabayi kilitli tutmak için bir çekisme basladi. Marion panik halindeydi ve birden öncekinden daha korkunç bir çiglik atti, O anda, basim dönmeye basladi. Tanrim! Disardakilerin gözlerinden kendimi alamiyordum. Sanki kilitlenmistim. Birden arkamda bir kapi sesi duydum, Marion gitmisti, askerlerden birisiyle gidiyordu. Sanki gezintiye çikmisti, disari çikip Marion'u almak istedim, ama etrafta baskalari belirmisti. Kendimi koruma hissine kapilmistim. Merak ediyor ama kendimi riske atip gitmek de istemiyordum. Steven'i gördüklerini anlatmasi ve yardim istemesi için oradan kaçirmayi düsündüm, yetkililere karsi bir kanitim olacakti. Bu yüzden ön koltugu yatirdim ve Steven'e geçecek bir yer biraktim. Ama tam bu sirada arkamdan biri beni dürttü, sag tarafimdaydi, sanki bir igne batirilmisti."

                                Uzayli yaratiklar yeni bir irk yaratiyor...
                                Bu noktadan sonra Bruce her seyin bulanik oldugunu söylüyor. Emin oldugu tek sey ise, yol üzerinde biraz sürüklendigi. Sonrasini animsamiyor. Ve birden kendisini Marion ve Steven ile eve dönüs yolunda ilerlerken buluyor. Aile eve beklenenden iki saat sonra dönmüstü. isin en garip yani, aile bu konuyu bir daha hiç konusmadi, ne kendilerine geldikten sonra, ne de daha sonra. Bruce'un garip hikayesi, (ve iki saatlik açiklanamayan kayip zaman) onu ve ailesini UFO'lar tarafindan kaçirilan pek çok kisinin arasina soktu. Bu hikayeleri anlatanlarin sayisi çok fazladir; uzak geçmiste dogaüstü yaratiklar tarafindan yani cinler, periler tarafindan kaçirildiklarini iddia edenlerin yerini artik UFO'lar tarafindan kaçirilanlar almistir. Tüm kaçirilanlarin anlattiklari ortak bir nokta var; yaratiklar ortalama 1.20 m. boyunda, iri göziü, gri tenli yaratiklarin onlari almak için gökyüzünden geldikleridir.
                                Bu garip ziyaretçiler insanlari hipnotize ederek. evlerinden ya da arabalarindan bakis açisi getirmek istediklerini söylüyorlar. Ve daha da garibi, bu olaylari yasadigini söyleyenlerin çok azi yasadiklarinin gerçekligine inanmiyor.

                                Bir ressamin çabalari
                                Açiklama ne dursa olsun, kaçirilma sirasinda aci çekenlerin yolu Massachusetts, Wellfleet'e düsecektir. Burasi balik avlanan, sanat galerileri olan ve geziler düzenlenen bir yerdir ve New Yorklu psikiyatristlerin çogu yazlarini burada geçirirler. Buraya giderseniz, New York, Provincetown ve Massachusetts'in en önemli sanat galerilerinde resimleri sergilenen Budd Hopkins ile tanisirsiniz. Hopkins simdiye kadar kaçirildigini iddia eden 160 kisiyi dinlemis ve notlar almis. Hopkins kaçirilanlarin anlattiklarini, iddialarini ve tecrübelerini' resimliyor. Kaçirilanlar için o, bir akil hocasi, bir baba ya da bir dost. Hopkins, Bruce'un tam istedigi insandi ve ziyaret etmeye karar verdi: mutfak masasinda karsilikli otururlarken gergindi, 32 yasindaydi ama liseden yeni mezun olmus ve is isteyen biri gibi elleri titriyordu. Hopkins'in sorularini ve hipnotizmanin baslamasini bekliyordu. Gerçekte tam olarak ne oldugunu bilmedigini söyledi. Utandigini, kendisinde gariplik olup, olmadigini merak ettigini söyledi. Belki de animsadiklari sadece psikolojik bir sorunun sonucuydu ya da sadece rüyaydi. Anlamak ve ögrenmek istiyordu...
                                Hopkins, Bruce'u anlamanin iyi sonuçlari olabilecegine inaniyordu. En azindan UFO'lari zor da olsa tanimlayabiliyordu. Aslinda, Hopkins UFO'lara artik bilimsel bir açiklamanin getirilmesinin sart olduguna inaniyordu. Eger UFO bilimcileri bir kaç uzayli bulsalar bu tartisma sona erecekti. Ama bir de E.T. çilginligi çikmisti. Bir grup sarlatan uzaylilarla iletisim kurduklarini iddia ediyorlardi. iyi kalpli E.T'ler geliyorlar dünyalilara kendi gezegenlerinin ve evrenin sirlarini açikliyorlardi ! Genelde onlarin gezegenleri vergilerin, bosanmalarin ve savaslarin olmadigi yerlerdi. Uzayli yaratiklarla iletisim kurdugunu iddia edenlerden birisi Ay'a gittigini ve Ay Krali'yla yemek yedigini anlatmisti. Bir baskasi ise, Jüpiter'e gittigini ve oradan bir köpekle döndügünü söylüyordu. Ayrica kim ne olursa olsun tüm iletisim kuranlara bir görev verilmisti. Örnegin, atom deneylerini durdurmak, savaslara son vermek dünyada barisi saglamak gibi... Bunu saglamak için organizasyonlar kuruyorlar, kitaplar yaziyorlar, konferanslar düzenliyorlar, Plüton'da yapilan müzik oldugunu söyleyip kasetler dolduruyorlardi. Böylece yüzlerce insan yeni UFO dinleri ve birliklerine katiliyorlardi. Üstelik kontak kurdugunu iddia edenler garip hikayeler anlatip, anlamsiz eylemlerde bulundukça ciddi UFO çalismalari ve arastirmacilari itibar kaybediyordu.

                                Yasadiklarini nasil unutuyorlar?
                                Tüm bu garip hikayeler ve çilginliklar arasinda sadece biri digerlerinden farkliydi. Betty ve Barney Hill'in hikayeleri. Barney bir sirkette memurdu, Betty ise sosyal bir görevliydi. Kanada'dan geri dönerlerken tipik bir UFO olayi yasadilar. Barney, UFO'yu gördükten sonra arabasini yolun soluna aldi. iki saat sonrasinda hiçbir sey hatirlamiyorlardi. Ayildiklarinda, kendilerini yolun 35 mil asagisinda buldular ve buraya nasil geldikleri hakkinda hiçbir fikirleri yoktu. Bu olaydan sonra kötü rüyalar görmeye basladilar, bunun üzerine psikiyatrist Benjamin Simon'u görmeye basladilar. Dr. Simon onlari olay anina döndürmek için hipnotik bir yöntem kullaniyordu. Hipnoz sirasinda H?II çifti dünyadisi yaratiklarin onlari arabadan inmeye zorladiklarini ve bir uzay aracina bindirmek istediklerini söylediler. Araca bindiklerinde ayri ayri testlere tabi tutulmuslar, Betty'nin göbegine igne sokulmus, deri ve tirnak örnekleri alinmisti. Barney kendisinden sperm aldiklarini da ekledi. Günümüzün diger süphecileri gibi, zamanini Cape Cool ve New York arasinda mekik dokuyarak geçirengenç ressam Budd Hopkins de bu hikayeyi pek önemsemedi.
                                Fakat 1964'te bir gün Provincetown'a giderken elips seklinde kursuni renkli bir nesnenin havada uçtugunu gördü, üç dakika sonra yok olmustu, Hopkins nesnenin bulutlar arasina girdigini düsündü. Bu olayi herkese anlatti, böylece bu tip görüntülere rastlayan baskalarini da bulabilirdi. O yaz Hopkins birkaç UFO kitabi aldi ve konuyu arastirmaya basladi. Ama ilgisi, 1975'te Hopkins'in evinin karsisinda oturan George O'Barsky'nin anlattiklarini duyuncaya kadar artmamisti. O'Barsky, New Jersey'in North Bergen kasabasinda yasiyordu ve aksam yemegini Fort Lee'de yemek için arabasiyla bir gece North Hudson Park yolundan gidiyordu. Parki geçerken yuvarlak, 9-10 m. boyunda bir garip uçan aracin önünde dönüp durdugunu gördü. Daha sonra aracin bazi yerlerinden sarkan merdivenleri gördü, insana benzer on figür asagi iniyordu. Orta boyluydular ve tek parça açik renk giysileri vardi. Ellerinde kasiga benzer aletler ve kaplar tutuyorlardi. O'Barsky, yaratiklarin örnekler topladiklarini ve dört dakika sonra ortadan kaybolduklarini söyledi.Hopkinshikayeyi inceledi ve bes destekleyici tanik buldu (bunlar yaratiklari degil sadece uzay aracini görmüslerdi)Bulgulardan sonra, "Kasabanin Sesi" adli kitabi yayinladi ve hikayeler "Cosmopolitan"da da yayinlandi. Hopkins'in UFO arastirmacisi olarak kariyeri basliyordu.


                                Bir oduncu olan Travis Valton, üç arkadasinin gözü önünde, ormanda bir uzay araci tarafindan kaçirildi. En yakin dostu olan Mike Rogers, tüm olanlarin tanigiydi. FBI tarafindan yapilan sorusturmada ve yalan makinesi testlerinde Walton ve Rogers'in yalan söylemedikleri anlasildi. Walton, uzaylilarin kendi üzerinde aci veren deneyler yaptiklarini ve uzay aracinin içinde daha birçok kaçirilan insanin bulundugunu anlatiyordu. Walton, kaçirildiktan bir hafta sonra geri döndü. Anais 1993 yilinda ingiliz UFOLOG John Spencer ve ekibi tarafindan yapilan hipnotik deneylerde uzaylilar tarafindan kaçirildigini ve ****o biyolojik deneylerde kullanildigini anlatiyordu. Oysa güncel yasaminda böyle bir olayi hiç hatirlamiyordu.


                                "Bu insanlar hasta degiller..."
                                Hopkins, tüm olaylar sirasinda anlatilan kayip zaman bosluklarini biliyordu.
                                O'Barsky uzay aracinin dört dakika içinde ortadan yok oldugunu söylemesine ragmen normalde eve dönmesi gereken zamandan saatler sonra eve gelmisti. Bu nokta, Hopkins 1976'da akillica bir fikir üretene kadar ortada kaldi. UFO olaylarina tanik olanlar, saatler hatta günler kaybediyorlardi acaba yaratiklar onlari kaçirdiktan sonra unutmaya mi zorluyorlardi? Bu fikir Hopkins'in yasamina Steven Kilburn yüzünden girmisti (Bu onun gerçek ismi degildir). Steven Kilburn, tenis ögretmeniydi ve Hopkins ona O'Barsky olayini arastirirken rastlamisti. Bir gün, bir UFO toplantisinda Kilburn Hopkins'e yaklasti, biraz sinirliydi ve yapilacak hiçbir sey olmadigini söyledi ve söyle devam etti: "Bana da buna benzer bir sey olmus olabilir. O zamanlar üniversitedeydim. Çok özel bir sey hatirlamiyorum ama eskiden kiz arkadasim! Mary-land'daki evine birakirken geçtigim yoldan ne zaman geçsem bir seyler beni rahatsiz ediyor". Kilburn, hiçbir garip cisimden veya yaratiktan söz etmiyordu ama kayip bir zaman araligindan süpheliydi. Hopkins'e hipnoza girip ne oldugunu hatirlamak istedigini söyledi. Hopkins, yardim etmeyi kabul etti. Psikiyatrist Robert J. Lifton'in tavsiyesiyle Psikolog Aphrodite Clamar'dan randevu aldi. Clamar psikoterapi seanslarinda hipnotizma kullanmasiyla taniniyordu, güçlü bir süphecilik ile etkili bir yargi gücü birlesince Clamar, Kilburn'u derin bir hipnoza sokmayi basardi. Kilburn'un korkusunu azaltmak için ilginç bir hipnotik telkinde bulundu: "Sicak toprak bir ev. içinde korkmadan her seyden korunabilirsin fakat kaybolmus bazi anilarini uzaktan seyredebilirsin." Hipnoz sirasinda anlattiklarina göre; Kilburn o gece arabayla eve giderken uykusu gelmis ve arabasi aniden yoldan çikmisti, sanki dev bir miknatis onu saga çekmisti. Göge baktiginda iki garip isik gördü. Korkusunu hafifletmek için arabadan indi, biraz yürüdükten sonra 4-5 ufak yaratiga rastladi. içlerinden birisi liderleri gibi görünüyordu. Yüzleri anlamsizdi ve kireç gibi beyazdi. iri simsiyah gözleri vardi. Bir tanesi yere egilmis, kaziyordu. Bu noktada Kilburn, Clamar'a etrafinin sarildigim ve yaratiklarin ona karsi bazi aletler kullandiklarini anlatti, bundan sonra bir rampada ilerlemis, beyaz bir odanin içindeki bir masada oturmustu, tavandan tuhaf aletler sarkiyordu. Daha sonra omurgasinda bir ignenin açisini hissetmisti, sonra da tüm vücudu incelenmis ve kendisini bir kurbaga gibi hissetmisti. Bacaklarini ayirmislardi sonra sag bacagi üzerinde metal bir alet gezinmisti, ayaginin derisi incelenmisti. Sonra daha kötü seyler olmustu... Seanstan sonra Kilburn, Hopkins'e kötü bir seylerin olmus olabilecegini söyledi ama bunun ne oldugunu hatirlamiyordu. Kilburn'un hikayesi Hopkins'i sarsmisti. Hopkins, tüm bunlar gerçek gibi görünse de bekledigim seyler degildi diyordu. Dahasi, bu olay geleneksel bir kaçirilma öyküsünü yani Betty ve Barney Hill olayini onayliyordu. Üstelik Kilburn, Hill ailesi gibi bazi parçalari hatirlamak istememis, bazi bölümleri bastirmis, içine atmisti. Böylece Hopkins kaçirilma olaylarinin yaygin oldugu sonucuna vardi. Hopkins'in sonradan ögrendigi gibi en önemli ortak payda, kaçirildigini söyleyen insanlarin çogunda tuhaf izlerin kalmasiydi. Örnegin; Virginia Horton olayi: Bayan Horton bir avukatti, 6 yasindayken büyükbabasinin çiftliginde kayboldugunu iddia ediyordu. Kaybolduktan bir saat sonra ortaya çiktiginda, baldirinda büyük bir kesik vardi. On yil sonra 1957'de Frankfurt'ta buna benzer bir olay daha yasadi. Daha sonra hipnoz altindayken Clamar ve Hopkins'e yaratiklar onu kaçirdiklarinda bacagindan bir parça aldiklarini açikladi. 1981'de Hopkins ve Clamar, kaçirilmis 11 kisiyle konusup, deneyler yaptilar. Profesyonel bir psikolog olan Clamar dünyaya uzaydan ziyaretçilerin gelebilecegine inanmiyordu. Aslinda hastalarinin anlattigi korkunç olaylardan etkilenmisti, hiçbirinin alkol ya da uyusturucu aliskanligi veya ruhsal sorunu yoktu. Üstelik hepsi kariyerlerinde basarili insanlardi, birbirlerine baglanabilecek ortak bir yanlari da yoktu. Özetle hepsi saglikli insanlardi.

                                "Kayip Zaman"in pesinde...
                                Clamar, Hopkins'e, kaçirildigini söyleyen kisileri psikolojik bazi deneylerin kaynagi yapmayi önerdi. Bu insan grubu baski altindaydi ve herkes onlan deli, paranoid veya marjinal olarak degerlendiriyordu. Clamar, 'Hipnotize ettigim insanlarin hiçbirinde bu sayilan durumlar yoktu ama yine de içten gelen bir dürtüyle kaçirilma olaylannin bu insanlar üzerindeki etkisini arastirmak istedim" diyordu. Böylece Clamar, Hopkins ve aralarina yeni katilan New Yorklu psikolog Elizabeth Slater, 9 grubu incelediler. Stetere bu insanlarin UFO'larla olan iliskisi söylenmemisti. Slater bu gruba: mürekkep izlerinden olusan Rorschach testini, geometrik figürlerden olusan Gestald deneyini, tematik algi yetenegini ölçen Wechsier testini ve daha sonra Minnesota kisilik testini uyguladi, çalismalarini tamamladiktan sonra, bir sizofren disinda hiçbirisinin psikopatolojik özellikler göstermediklerini açikladi. Bu insanlar az da olsa duyarli, çekingen ve ihtiyatliydilar, dikkatliydiler ama paranoid degildiler ve çogu ortanin üstünde zeki ve basanliydilar. Slater; "Bu insanlarin uzayli yaratiklar tarafindan kaçirildiklarini iddia ettiklerini ögrenince inanamadim, Aslinda süpheci bir insanim ama hikayelerdeki gerçek payini yadsimak olanaksizdi. iki yil bir hastanede çalismistim ama hiç böyle hikayeler duymamistim. Ruh hastasi birçok insan ClA'in telefonlarini dinledigini,seytanin sesini duyduklarini ya da kendilerini öldürme hissine kapildiklarini anlattilar ama, UFO'lar tarafindan kaçirilmak ilk kez duydugum bir seydi. Bu kisilerin yaratiklarca kaçirildiklarina inanmiyorum ama deli olduklarini da söyleyemem. Bu grup için hiçbir açiklamam yok. Psikologlar gerçekleri yorumlamazlar, sadeçe insanlann deney ve inançlarini anlamaya çalisirlar" diyerek arastirmasina açiklik getirdi. Hopkins ve Ctamar aynca, kaçirildiklarini söyleyen on kisiyi New York Psikyatri Enstitüsü yöneticisi Donald Klein'e gönderdiler. Klein bu kisilerin geçmis profillerini çikarip, psiko-geçmis terapisi uygulamayi önerdi. Böylece iddialarindaki ve hikayelerindeki gerçekleri ve yalanlari bulabilecekti. Abigail Feuer ile birlikte çalistilar. Sonuçta Klein bu on kisiyi akli basinda buldu. Arastirmacilar bundan emin olmak için her deneyde müthis bir gerilime giriyorlardi. On kisinin birisinde alkol problemi vardi ama hiçbirisinde çocuklukta yasanan kötü bir cinsel deneyim ya da alkolik ebeveyn problemi yoktu. Hiçbirinde travma yoklu, yalancilik egilimi bulunmuyordu. Tabii ki bu durumda psikolojik bir açiklama olamazdi. Baska bir deyisle enstitü hiçbir açiklama gelistirememisti. Psikologlar kaçirilanlarin akli basinda oldugunu söylerken Hopkins baska bir iddiayla ortaya çikti. Belki de bizler yaratiklarin insanlar üzerindeki uzun süreli çalismalarina taniklik ediyorduk. Hopkins'e göre; çocuklarimizi uzun yillardir bazi aygitlarla izliyor olabilirlerdi. Üstelik on yilllarca sonra onlari tekrar bulabileceklerdi ve bu Hopkins'in tam olarak bilmedigi bir amaçti. Bu düsünceler Hopkins'in kaçirilanlarla ilgili ilk kitabi olan "Kayip zaman"da ortaya çikti. Kitap 55.000 satti ve çok tepki aldi. Ama Hopkins bundan sonra kaçirildigini iddia eden 400 kisiden mektup aldi. Birçoklarina cevap verdi. Biliyordu ki, arastirmasinin ikinci yansi baslayacakti. Sonralari Hopkins sadece taniklarla degil, çok sayida insanla röportaj yapti. Bu büyük çalisma Hopkins'in Clamar gibi gönüllü psikologlara güvenmek zorunda olmadigini gösteriyordu. Sonunda, kendi basina hipnotize seanslari düzenlemeye basladi.

                                "Çocugum peri kizi gibiydi.."
                                ilk hedefi, son kitabi "Davetsiz Misafirler"in odagi haline gelen Kathie Davis adindaki kadindi. Davis, Hopkins'e mektup yazmis ve bir zaman boslugu yasadigini anlatmis. 15 UFO
                                görüntüsü yollamisti. Ayrica bahçesindeki yanmis otlardan bahsediyordu. Bayan Davis'in durumu acil ve ciddi oldugu anlasildigi için Hopkins, onu telefonla çagirdi. Birkaç konusmadan sonra New York'a gelmeyi ve hipnoz seanslarina katilmayi kabul etti. Hopkins metodu biliyordu, New Yorklu psikyatrist Robert Naimon'dan hipnozu ögrenmisti.
                                Üç psikiyatrist iki psikolog ve bir polis hipnozcusuyla beraber yüzlerce saat arastirma yapmisti.Üstelik psikiyatrist Donald Klein, Hopkins'in teknigini arastirmis ve ona önemli ipuçlari vermisti. Kisacasi kendini yeterli görüyordu. Bayan Davis'in hikayesi aci doluydu, kendisini küçüklügünde küçük gri yaratiklar kaçirmislar. sonra büyüme çaginda yine yaratiklarca incelenmis ve denek olarak kullanilmisti. Üstelik bir melez yaratmak için cenini alinmisti. Hopkins'e yillar sonra bir kaçirilma sirasinda bir kiz çocugu gördügünü anlatmisti. Bayan Davis söyle diyordu: "Orada, her yerin beyaz oldugu bir yerdeydim sanki beni geldigim yere dönmeye hazirliyorlardi. Benimle isleri bitmisti, büyük bir odada bir grup küçük gri insan vardi. Hatirladigima göre, birinin kollari belimdeydi. Çok rahattim, ayaktaydim, onlarsa çevremdeydi. Birisi omzuma dokundu, herkes benden hosnut gibiydi ve ben nedenini bilmiyordum.... Sonra, küçük bir kiz odaya girdi, iki küçük yaratik ona eslik ediyordu. Kapi esiginde durdu... Dört yaslarinda görünüyordu. Digerlerine benzemiyordu ama bize de benzemiyordu. Bir peri veya bir melek gibiydi. Büyük mavi gözleri, küçücük bir burnu vardi... Çok güzeldi, yüzü solgundu takat dudaklari pembeydi ve gözleri masmaviydi, saçlari beyazdi, çok ince ve narindi, normalden biraz büyük bir basi vardi. Tipki yapma bir bebek gibiydi... Onu bana getirdiler ve orada durup bana baktilar. Ben de ona baktim, ona sarilmak istedim ve birden aglamaya basladim. Anladigim kadariyla içlerinden birisi bana gurur duymam gerektigini söylüyordu." Davis çocugunu beraberinde götürmek istemis ama çocugun çok alisik oldugu biri, belki de babasi; onun dünyada yasayamayacagini Davis'in onu besleyemeyecegini ve onlarla kalmasi gerektigini anlatmis. Kathie Davis buz daginin ancak üst kismiydi, Hopkins'e göre, buna benzer detaylar diger kaçirilanlarin hikayelerinde de vardi. Birçok kisiden melez çocuklar yaratilmisti. Bu detaylar hiçbir yerde yayinlanmadigindan, kopya edemezlerdi. Üstelik gariplikleri ve anlasilmazliklari onlara bir güvence sagliyordu. Hikayelerin çogunda; sperm ve yumurtalarin melez bir irk yaratmak için alindigina dair detaylar vardi ve Hopkins kendi stüdyosunda yaptigi hipnozda ayni verilere Bruce'da da rastladi, simdi bu seansi izleyelim:

                                BRUCE; Bir parmak... Plastik gibi görünüyor. Sanki lastik gibi ama bana dokundugunda plastikten daha sert oldugunu hissediyorum, ben düsündükçe
                                daha da büyüyor ve ben daha çok nefret ediyorum.
                                HOPKiNS: Vücudunda neler oluyor?
                                BRUCE: Bana ereksiyon saglayan uyaricilar monte ediyorlar, sperm almaya
                                çalisiyorlar.
                                HOPKiNS: Sonra neler oluyor?
                                BRUCE: Utaniyorum.
                                HOPKiNS: Tabii ki ama bu uzun süre önceydi, daha objektif bakalim. Uyarici neydi?
                                BRUCE: Bunu tarif edecek bir sey bulamiyorum fakat inekten süt
                                sagarken kullanilan vakumlara benziyor.
                                HOPKiNS: Sadece penisine mi takildi?Yumurtaliklarini da kapliyor mu?
                                BRUCE: Hayir! sadece penisimde. Boyutlarinin ne kadar uydugunu bilmiyorum, ama uymadigim ya da buna benzer seyler söylediklerini duyuyorum, bunlar beni utandiriyor.
                                HOPKiNS: Orgazm oldugunu hissettin mi?
                                BRUCE: Hayir. Çok hizliydi, gerçekten çok hizli yaptilar, istediklerini aldilar,
                                HOPKiNS: Baglantili bir his var mi
                                Baski veya aci?
                                BRUCE: Aletten gelen bir basla var ama çok degil.
                                HOPKiNS: Orgazm varmiydi yokmuydu ?
                                BRUCE:Orgazm
                                diyemem.Merak,hissetmeme izin verdikleri tek duygu.
                                HOPKINS: Merak etmek mi?
                                BRUCE: Evet sadece bu.

                                Bruce seanstan sonra, buna benzer tecrübeleri pek çok kisinin yasayabilecegini söyledi Ona göre: yaratiktlar bizi uzun zamandir inceliyorlar ve kullaniliyoruz. Diger kaçirilanlar da buna benzer kuluçka odalarindan bahsetmislerdi. Garip kuluçka gemileri var. Üstelik yeni bir tür irk yaratmak için yüksek bir tibbi teknotojiye sahipler!"? insanlar devamli, garip bir sekilde, melez bebeklerin giyinik oldugundan söz ediyorlar. Fakat belki de en garip hikayeler sahte dogumlarla ilgili olanlar. Beyanlara göre: yaratiklar bazen kaçirdiklari ama hamile olmayan kadinlara bir bebek dogurmak üzere oldugunu söylüyorlarmis. Böylece kadin dogum pozisyonunda uzaniyor ve sonra yaratik doktorlar melez bir bebegi kadinin bacaklari arasindan aliyorlarmis. Hopkins'in dedigine göre; psikolojik bag yöntemini taklit etmek amaciyla bebegi insan dokunusuna hazirlamak için bunu yapiyorlar. Hopkins, daha sonra kapisina gelen güneyli bir adamin öyküsünü söyle anlatiyor: 'Çok sinirli ve gergin görünüyordu, kendisine, kitabimla ilgili konusmak için mi geldiniz diye sordum. Hayir, dedi. Barney ve Betty HiII hakkindaki filmi görmüs ve çok sasirmis. Kendi öyküsünü UFO merkezine anlatmis, onlar da beni önermisler." Adamin hikayesi bes yasindayken basindan geçmis ve inanilmayacak kadar garip. Söyledigine göre, bacaginda bir kesik izi varmis, bu olaydan sonra tekrar kaçirilmis ve sperm örnekleri almislar. Bundan sonra dedigine göre üçüncü kez kaçirilmis, gemiye binmis etrafini disi yaratiklar sarmis. Birinin elindeki bir tepside küçük bir bebek duruyormus, bebegin büyük bir basi ve incecik bir boynu varmis. Adamdan bebegi kucagina almasini istemisler ve kendisinin oldugunu söylemisler. Fakat derisi çok inceymis ve parmaklarinin onu incitecegini düsünerek bebegi istememis. O sirada kendini çok üzgün hissetmis, tipki yaratiklar gibi. Bu adam bazi detaylari Hopkins'in kitabindan almis olabilir ama çocugun sunulma detayi, birçok tanigin anlattiklariyla ayni. Hopkins ondan kaçiranlarin resimlerini çizmesini istemis, daha sonra ona diger kaçirilanlarin çizdigi resimleri göstermis ve adam küçük bir çocuk gibi aglamaya baslamis.

                                Öykülerin benzerliginin anlami nedir?
                                Kaçirilma olaylari sadece Hopkins'in degil, Temple Üniversitesi profesörlerinden David Jacops'un da ilgisini çekiyor. Hopkins gibi o da bos zamanlarinin çogunu, kaçirildigini iddia edenleri hipnotize ederek geçiriyor. Ona göre bu seanslar çok önemli çünkü kaçirilanlarin ruhlarini incelemesi gerektigini düsünüyor ama birçok kisinin bu kaçirilma olaylarini ciddiye almadiginida söylüyor. Jacops. yasami boyunca UFO arastirmalarinin içinde oldugunu söylüyor ve söyle devam ediyor: "Aslinda benim amacim bilgileri bir araya getirip, UFO bilinmeyenine anlam kazandirmak, ama yine de hiçbir zaman tüm bunlarin anlamini kavrayacak gerçek bir ipucu bulamadim." Dahasi Jacops UFO'larla ilgili yillar süren arastirmalari sirasinda bu bilinmeyeni çözecek veya insanlann gökyüzünde gördüklerini açillayacak bir bilgi elde edememis: UFO'lar neden Beyaz Sarayin bahçesine inis yapmadilar ?
                                Neden içlerinden biri inip "Beni liderinize götürün" demedi? Neden bir yere çarpmadilar
                                Neden parçalarini hiçbir zaman bulamadik? Bu "neden"ile baslayan sorular hep cevapsiz kaliyor. Daha sonra 1981'de Jacops, Budd Hopkins ile tanisiyor ve çalismalariyla igileniyor. Jacops. Hopkins'in dogru iz üzerinde oldugunu söylüyor fakat süpneciler, Hopkins hakli olsaydi yillardir hepimizin bekledigi entellektüel kaniti bulurdu ve çalismalari bizi yeni alanlara sürüklerdi diyorlar.
                                Jacops, kaçirilanlarla birlikte çalismalarini bir kaç yil önce baslatti. Ayni dönemde bir Philedelphia 'li yasadigi bir olay için Hopkins'e basvurmustu. Hopkins bu kadinla çalisamayacagini anlayinca onu Jacops'a göndermisti. Hopkins'in tavsiyesi br baslangiç oldu. Gazete haberleri, radyo programlari ve yerel kisiler Jacopsin çalismalarini hizlandirdi. Geçen iki yilda Jacops uzaylilar tarafindan kaçirildigini söyleyen 13 kisiyle çalisti. Daha çok bir psikoterapist gibiydi. Bu kisileri haftada bir görmek istiyordu. Jacops devam ediyor: "Hopkins daha genis çalisiyor,düzinelerce insanla çalisti. Bense her kisiyle tek tek ilgileniyorum, Hikayelerini bastan sona defalarca dinliyorum." Sonuç olarak Jacops kaçirilma olaylarinin kronolojisi ile gündeme geldi, ona göre olaylar adim adim geisiyor. Gemiye girdiklerinde gördükleri ilk sey neydi? Elbiselerini nasil çikardilar? Masaya nasil yatirildilar? Tavandan sarktigini gördükleri sey neydi? inceleme sirasinda neler oluyor? Dönüse kadar tek tek neleri gördüler? iste tüm bunlar onun inceleme alanina giriyor. Jacops beraberce yapilan hipnoz seanslarini 'tonlarca bilgi" olarak tanimliyor. Yeni çikacak kitabinda, okuyucuya adim adim bir kaçirilma olayini anlatmak istiyor. Simdiden pek fazla detaya girmek istemedigini
                                söylüyor ve devam ediyor, ilk önce, kaçirilan kisi gemiye bindinlir. Olayin ilk bölümünde incelemeler vardir: yumurta ve sperm örnekleri almak gibi... Daha sonraki bölümde bebeklerle tanistinliriar ve aletlerle incelenirler. Sonunda ise, bu kaçirilma deneyi, melez bebeklerin nereye gittigi anlatilarak biter."

                                "UFO Meryemi'
                                Washington D.C. Amerikan Üniversitesi'nde birçok ciddi UFO arastirmacisi Kenneth Arnold'un ilk UFO'yu görmesinin 40. yilim kutlamak için toplandilar. Uzaylilar tarafindan kaçirilanlar hakkinda yapilan panel, uzun ve atesli tartismalarin sonunda yorucu bir sekilde bitti. En ön sirada Amerika'da yaratiklarca kaçirilanlarin en ünlüleri oturuyordu; "Communion"un yazari Whitley Strieber, "intruder" adli kitabin konusu olan Kathie Davis ve 10 yil önce bir dizi kaçirilma hikayesi basilan Charies Hickson. David Jacops bu panelin düzenleyicisi olarak ilk soruyu sordu: "Neye benziyordu, bunu topluluk önünde anlatmak isteyen var mi?" Strieber, mikrofonu eline aldi ve "Belki de en genel açiklamayi ben yapacagim" dedi. Sesi heyecandan titriyordu. Bunun hayatinda yaptigi en zor is oldugunu söyledi ve söyle dedi: "Kendimi Ocak'tan beri en az 225 kez ifade etmeye çalistim. Üstelik bunu, bana bakip gülen 700 konuk ve TV'de sovu izleyen 8 milyon insan önünde yaptim. "Communion" adli kitaptan milyorlarca dolar kazandim. Bu bir sir degil." Sonra kalabaliga gülümsedi ve kendisini birçok kisinin önünde yalancilikla suçlayan Philip Klass'i sundu ve adamin oturdugu yeri gösterdi. Salonda yuhlar duyuldu, izleyiciler sakinlesince Strieber adama BBC'nin ona hazirladigi ve cevaplamasim istedigi polygraf testini okudu;
                                BBC: Bu sorulara cevap vermeyi kabul ediyor musunuz?
                                STRiEBER: Evet.
                                BBC: Yaratiklari maddi bir kazanç için mi uydurdunuz?
                                STRiEBER: Hayir.
                                BBC: Ziyaretçiler geldiginde size dokundular mi?
                                STRiEBER: Evet!
                                BBC: "Communion" adli kitapta yazdiklariniz kendi dürüst tecrübeleriniz mi?
                                STRiEBER: Evet!
                                BBC: Hiç halüsinasyon görmenizi saglayacak bir ilaç ya da uyusturucu kullandiniz mi?
                                STRiEBER: Hayir.
                                BBC: Yaratiklar fiziksel olarak gerçek mi?
                                STRiEBER: Evet. öyle olduklarini düsünüyorum!

                                Strieber, bu testin okunmasindan sonra, sonuçla birlikte testin kopyasini Philip Klass'a verebilecegini söyledi. Klass raporu aldi ve toplantinin sonunda Strieber'in yanina giderek, ona hiçbir zaman yalanci demedigini söyledi. Strieber de ona, New York'taki televizyon programim hatirlatti. Philip Klass ise programin prodüksiyonunda yapilan sanssiz bir hata sonucu böyle bir sorunun ortaya çikmis olabilecegini ama eger isterse bir kereligine özür konusmasini bir teybe kaydedebilecegini veya bir faksla, toplum önünde ondan özür dileyebilecegini söyledi. Fakat Klass hiçbir zaman özür dilemek için bir kaset doldurmadi ve faks çekmedi. Ama Ktass tarafindan yapilan haksizlik birçok UFO arastirmacisinin aklindan çikmadi. Nedeni açikti; Klass UFO olaylarina da kaçirilanlarin anlattiklarina karsi yorulmaz bir muhalifti. Amaci neydi?
                                Klass'a göre, Hopkins tam bir "UFO Meryemi"ydi ve yaratiklari kendisi uydurmustu. Klass ünlü bir hipnoz uzmani, psikiyatrist olan Martin T'Orne'un çalismalarindan yararlanarak söyle bir açiklama yapti: "Hipnoz teknigi, olmayan bir aniyi bile beyninize isleyebilir. Böylece polygraf testinde, anlattiklariniz gerçekmis gibi görünür. Diyelim ki, dün aksam saat altidan sonra ne yaptiginizi anlatmanizi istiyorum. Siz dün gece, yemek yediginiz, TV izlediginizi, biraz okuduktan sonra yataga gittiginizi biliyorsunuz. Sonra sizi transa sokuyorum ve size 'yüksek bir ses duydunuz mu?' diye soruyorum. Trans halindeyken aramizda bir sahip-köle iliskisi oldugundan, benim yönlendirici soruma 'evet' diye cevap veriyorsunuz. Üstelik hiçbir ses duymasaniz da ben yönlendirici bir soru sordugum için 'evet' diyorsunuz. Sonra size, sesi düyunca ne yaptiginizi soruyorum. Siz de camdan disari baktiginizi söylüyorsunuz. Eger size hipnozdan sonra, hipnozdayken konustuklarimizi hatirlamanizi söylersem, uyanikken bile size asilamis oldugum bilgileri gerçekmis gibi animsarsiniz ve sonra sizi tekrar transa sokup, dün gece ne oldugunu sordu-gumda, konustugumuz her ayrintiyi atlamadan anlatirsiniz."

                                "Bunlar bir Holywood yapimina benziyor..."
                                Bunlarin disinda Klass, Hopkins'in Dr. Orne'nin hipnoz kurallarinin çogunu ihlal ettigini de ekliyor. Hipnoz olayi gerçeklesirken konu hakkinda hiçbir ön yargi olmamalidir. Seansa kadar hipnotizma yapacak kisinin irdelenecek konuyla evvelce bir ilgisi olmamalidir. Ayrica hipnoz sirasinda bir videoteyp kullanilmali ve böylece sadece konusulanlar degil mimikler de incelenmelidir. Klass bu kurallarin birçogunun Hopkins tarafindan ihlal edildigini söylüyor. Klass bir Çingene'nin falina, Hopkins'in hipnozundan daha fazla güvenecegini belirtiyor. Hopkins ise Klass'in hipnoz tartismasinin anlamsiz oldugunu söylüyor, Simdiye kadar 16 tane kaçirilma olayi hipnoz olmadan ortaya çikmis. Ayrica kaçirildigini düsünen 23 kisi sadece bu olayi açiklayabilmek için hipnoz altina girmis.
                                Klass'in baska sikayetleri de var. Örnegin, ona göre; Hopkins'in bulgularindaki doz bir baska vakaya geçtiginde abartiliyor. Hopkins'in kitabindaki resimlerden yola çikarak her kisinin farkli bir melez çocuk resmi çizdigini söylüyor, ve söyle devam ediyor:
                                "Kathie melez bebegin yasli bir adama benzedigini Pam, melezin bembeyaz teni ve ince derisiyle yeni dogmus bir kuzuya benzedigini ,
                                Susan ise melezin gri renkli,büyük basli baska bir seye benzedigini söylüyordu.Benzerlikler kisiden kisiye degisiyor.Bana sorarsaniz,ben Robert Redford'a benziyorum yada bir baskasina göre bir yaratiga , ama bu görüs sadece bir Hollywood yapimcisinin fikri olabilir."Sonuçta Klass yaratik prototipinin herkese göre degistigini söylüyor ; " Birine göre yaratiklar , iki metre uzunlugunda ,uzun saçli yada kel olmalidir.Ben ise onlarin kisa boylu ve kel oldugunu düsünebilirim.Bu çok klasik bir bilim-kurgu imajidir.Fakat herkes yaratiklarin iki metre boyunda , dört elli oldugunda birlesseydi bundan çok etkilenirdim."
                                .
                                UFO'cular da kizgin...
                                Baska elestiriler de var. UCLA'da Ronald Siegel adinda bir psikoparmatotog, kaçirilma hikayelerinin stresten, karanliktan veya soyutlanmadan dogan halüsinasyonlar olarak açiklanabilecegini söylüyor. Ona göre, bu tür durumlarda, gerçek gibi görünen durumlar yaratilabilir ve bunu gören biri ona inanmaya meyillidir. Kaçirilma hikayelerinin birbirine benzemesi ise, genel göreceli merakin ortak imajlar yaratmasindan ileri geliyor, ingiliz Ufolog Prof. Alwin Lawson kaçirilanlarin bu olaylari, dogumdan beri saklanan anilarin su yüzüne çikarak olusturduklarini söylüyor.
                                Hopkins'in hipnotize ettigi kisilerse, tam anlamiyla bir kaçirilma olayindan degil, daha çok tibbi bir incelemeden bahsediyorlar. Örnegin; dogumhane odasindaki isiklar, ceninler vs... Psikiyatrist Harvey Ruben'e göre, kaçirilma hikayelerine "psikolojik salgin" diyebiliriz. Üstelik bu salgin çabuk etkilenen insanlari sariyor ve söyle bir örnek veriyor. Olay, israil'deki bir Arap okulunda olmus, çocuklar tek tek sirayla kanalizasyonu koklamislar ve hepsi hastalanmislar. Üstelik böyle olmasi için hiçbir fiziksel neden yokmus. Ruben, insanlarin çok çabuk etkilenebildiklerini, üstelik hiçbir psikolojik bozuklugu olmayan insanlarin bile bu durumda olabilecegini söylüyor. Yine Ruben'e göre, kaçirilma bilinmeyeni psikolojik bir salgina birçok yönden benziyor. Üstelik buna bir çesit histeri de denilebilir. Birçok insan kitaplardan, programlardan ve filmlerden bazi yorumlar ediniyorlar. "Üçüncü Türle Bulusma" gibi filmler bu tür reaksiyonlari körüklüyor, insan bir kere böyle bir sarsici olaya inanirsa bu olay buna benzer post-travmatik olaylari beraberinde getiriyor; Tecavüz suçlulari, Vietnam askerleri gibi... Ama en sert elestiri UFO merkezinden geldi. Bir panelde dinleyiciler ve bilim adamlarinin önünde konustuktan sonra ingiliz UFO'cu Jenny Randles; "Amerikan safligi" dedigi konuyu açti. Randles, kaçirildigini söyleyen 28 kisiyle görüsmüstü. Amerika'daki insanlarla karsilastirildiklarinda kültürel farkliliklar yaygin olarak saptanmis. Randles;
                                'Tüm Amerikan vakalarindaki detaylar Whitley Streiber'in kapak resminden alinmisçasina anlatiliyor" diyor. Yaratiklar daima büyük gözlü, iri kafali olarak tanimlaniyorlar, sasirtici olan ise buna benzer detaylarin ingiltere'deki taniklar tarafindan da anlatilmaya baslanmasi. Ama genelde ingilizlerin yaratiklari daha çok insana benziyor. 28 vakada sadece yara izleri bulundu, fakat yine de bunlarin dogum lekesi olabilecegi süphesi var. Sadece on vakada tibbi deney izleri bulunmus, bunlardan hiçbirisi jinekolojik deneylerden, sperm alisverisinden bahsetmemisler. Buna karsin, Hopkins Randles'e basvuranlarin sadece bazi iddiacilar oldugunu ama kesinlikle gerçek kaçirilanlar olmadiklarini söylüyor. Ama Randles israrini sürdüruyor, tüm ayrintilarin yazilmadigini, eger hipnoz altindakiler gazetelere geçerse birçok detayin birbirini tutacagini belirtiyor. Randles. Amerika'daki olaylarin etkileyici oldugunu ama hiçbirinin psikolojik bir fenomenden öteye gitmedigini de ekliyor. Arastirmacilarin gayretleri sonucunda kisiler, hikaye versiyonlarini kabulleniyorlar. Hiç süphe yok ki, bir kaçirilma fenomeni var ve hiçbir standart açiklama bu duruma uymuyor.

                                Sorun modern insanin ruh sagliginda mi?
                                Bunun disinda Randles kaçirilma olaylarini hizla yayilan genis bir inanç agi olarak görüyor, bu akimin daha ne kadar büyüyecegini bilmedigini ama yine de ilginin artacagini söylüyor.Ona göre; kaçirilma olaylari ile ilgilenen UFO arastirmacilari , uzak dogulu gurular gibi algilaniyorlar ve kaçirilma olaylari 30 yildir bekledikleri bir durum.Dramatik kanitlar UFO olaylarini gerçek gibi görmemizi sagliyor.Ama hassas insanlar söylenen her seye inaniyorlar.Panelden sonra , Randles kaçirildigina inanan 4 kisiyle konustu ve 50'lerde olan olaylarla simdikilerin birbirine çok benzedigini açikladi. Tabi ki UFO hareketi 30 yil önce baslamis ve bilgiler bu 30 yil içinde toplanmisti ama inanan insanlarla konusursaniz, hala dünyaya çok uzaklardan mesaj getirme hevesi içindeler, iste yanlis olan da bu... Fakat bir kere su bulandiginda bazilarina inanip, bazilarina inanmamak
                                saçmadir. Baska problemler de var. Eger bu yaratiklar yildizlar arasi seyahat edebilecek teknolojiye sahiplerse. neden bir takim deneyler için insan kaçirmak yerine ortaya çikip istedikleri deneyi rahatça yapmiyorlar? Üstelik bir gen laboratuvari kurup, istedikleri geni ve prototipi yaratabilecek güce sahipken, neden bu zorluklara katlaniyorlar? Sonuç olarak tüm bunlara inananlar bunlarin nedenlerini düsünmüyorlar.
                                Strieber simdilerde bu kaçirilma olaylariyla ilgili yeni kitabini yaziyor ve sunlari söylüyor; "Düsünen bir insanin dis kaynakli zekalara dair bir açiklamaya ihtiyaci yoktur. Yine de basit bir psikolojik açiklamanin yetecegine inanmiyorum. Bir seyler oluyor. Üstelik olanlar, transandantal ve öngörü deneyimlerine benziyor. Tüm bunlar insanlikla beraber gelisiyor. Ben kendi adima Orta Asya'da bir Saman'in ölüler dünyasiyla iletisim kurmak için kullandigi yöntemi kullaniyorum. Bu yöntem, hikayemi anlatmak ve topluma hayallerimi aktarmak. Belki de bunlara gülmeyi birakip olanlari tanimlamaya çalismaliyiz. Çünkü inanilmaz sayida çok insan baska bir dünyanin üstün varliklariyla iletisim kurulduguna inaniyor. Eger arastirmacilari, yazarlari bu konular ve tecrübeler üzerinde çalismaktan alikoymazsak, dünyanin gördügü en büyük düsünce kitlesinin içinde buluruz kendimizi." Birçok uzmana göre Strieber'in ruhsal sagligi iyi degil. Sosyolog Morchello Truzzi, toplum olarak bilimi çok önde tutarak ruhi yasantimizi ihmal ettigimizi düsünüyor. Bunun sonucunda geçmis yasamla iliski kurma ya da kaçirilma olaylari ortaya çikti. Birçok insan yüksek hayalgücünün etkisiyle tüm bunlara inaniyor. Filozof Dennis Stillings de bu görüse katiliyor: "Su anda patlamaya hazir bir bilincin beyindeki olusumlarini görüyoruz" diyor Wilderness. aslinda hakli, ona göre Amerikalilar öncü bir millet ve devam ediyor: "Simdiye kadar Amerika'da bir statü elde edememis kitleler var. Simdi ise madalyon ters döndü. Su siralar içe dönük yiginlari dinlemekteyiz. Bu durumu is ve çikar için büyütmekteyiz. Amerikalilar artik bu insanlari dinliyorlar ve bunlarin gerçek olduguna dair tam bir kanit ise yok. Fakat yine de bu durum her yerde yankilaniyor. Tüm bunlara alisik olmadigimiz için kendimizden uzaklastiramiyoruz. Onlari suçlamak ve onlarin karsiti olmak bizim için daha kolay."

                                Ve yine dinsel kavsaktayiz...
                                Stillings aslinda Amerikalilarin meraklarindan ve basit inançlarindan uzaklastigini, kaçirilma olaylannin ve geçmis yasamla iletisimin artisini ilginç buldugunu söylüyor.
                                Ona göre. bu durum, dini, teknolojik kiliflar içinde yeniden olusturmak; söyle açikliyor: "Organize olmus dinin parçalanmasi dörtyüz yildir devam ediyor. Bu durum insanlari Tanri ile teketek iletisime zorladi.

                                Bizim çevremizdeki insanlar bunu öbür dünyayla iletisim kurmaya çalisarak sagliyorlar,,' böylece kendilerinin Tanri'si oluyorlar. En ekstrem durumlarda kaçirilanlar her seye gücü yeten ve her seyi bilenlerin kurbani oluyorlar. Bu figürler Tanrisal karakterler olusturuyorlar. Kurgu bilim filmlerinin, bir takim kliniklerin ve baska yüksek teknoloji formlarinin sonucunda doguyorlar." Stillings'e göre; kaçirilma hikayelerinde dini bir yön var, birçok detay dini motiflerden olusuyor. Örnegin; melez bebek, isa ve Buda'nin bebekken tasidigi üstün bilgelikle benzesiyor. Kaçirilanlar ise böyle bir bilge bebegin rüyasini görüyorlar. Anlatilan tuhaf yara ve izler birçok dini kisiligin ve azizin tasidigi izlere benziyor. Garip ve beklenmedik gebelikler Meryem'in bakireyken dogurmasina benziyor. Stilling'in saydiklarindan birçogunu kaçirilanlardan çogu gerçekten anlatiyor. Bu garip senaryoya çok yerde rastlanabilir. Stillings bunlara, incil'de, Eflatun'nun yapitlarinda rastlanabilecegini söylüyor. Bunlarin hepsinde üç tuhaf insandan ve garip bir sarisindan bahsediliyor. Gerçekte bütün bu imajlar nereden geliyor? Cart G.Jung'a göre; bunlar beyinde zaten mevcut. Stillings. Jung'un görüslerini söyle açikliyor; "Jung, din ve buna bagli imajlarin beyinde biyolojik olarak var olduguna inaniyordu. Gerçekten de dini bir içgüdü var ve biz bu içgüdüye sekil veriyoruz. Günümüzde bu içgüdü melekleri ortaya çikarsa bu duruma güleriz ama bu güdü E.T. olarak ambalaj edilirse buna inaniriz

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor