dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

    atlantisin gizemi

    Atlantik Okyanusu'ndaki muhteşem efsanevi ada Atlantis,Aralarından Eflatun'un da bulunduğu Antik Çağ'ın pek çok yazar ve düşünürünün eserlrinde anlatılmaktadır.Milattan yaklaşık 600 yıl kadar önce Atina'lı kanun koyucu Solon'a bir grup Mısırlı Rahip denizin ortasında bulunan fantastik bir krallıktan söz etmişlerdi.Bu rahipler,Solan'a bu krallığın 9.000 yıl kadar önce çok güçlü bir karallık olduğunu anlatmışlardı.

    Eflatun'un anlatığı öyküde de Atlantis'in birbiri içine geçmiş bir kaç adadan oluştuğu söylenmektedir.Ortada bir su kanalıyla çevrili bir ada bulunmaktadır.Bu su kanalı da çemberimsi bir adayla çevrilmiştir.Tümü iç içe dokuz su ve dokuz da kara çemberi bulunmaktadır.

    Atlantis hükümdarı ,Yunan mitolojisinde Poseidon adı verilen deniz tanrısı Neptün'dür.Neptün burada karısı Cleito ile birlikte yaşamaktadır.Beş ikiz olmak üzere toplam on tane oğulları bulunmaktadır.Bu on erkek çocuktan Atlas adını taşıyan biri en ortada bulunan odanın kralı olur.Diğer dokuzu ise geri kalan çember şeklindeki dokuz adanın hükümdarı olurlar.Atlantis'in kralları ve halkı işte bu on çocuktan türemiştir.

    Atlantis zengin ve müreffeh bir ülkedir.Atlantis kenti de kırmızı ve siyah taşlardan inşa edilmektedir...Kent çok güzel imar edilmektedir.Evleri belirli bir düzen ve uyum içinde yapılmaktadır.Evlerin çok güzel olmasına özen gösterilmektedir.Çatıları kırmızı bakırdan yapılmakta öyleki güneş vurduğunda hepsi prıl prıl parlamaktadır...Ortadaki ada en güzel inşa edilenidir.İki tane görkemli tapınağıyla gerçekten göz alıcıdır.Tapınaklardan biri Neptün ve Ceito'nun anısına yapılmıştır.Bu tapınağın çevresine altından bir duvar yapılmıştır.Yalnızca Neptün'ün anısına yapılan diğer tapınağın çevresinde ise gümüşten bir duvar bulunmaktadır. Çatısı ise fildişinden ,bakırdan altından ve gümüşten yapılmaktadır.

    Fakat her güzel şeyin olduğu gibi Atlantis'in bu altın çağının da sonu gelmiştir.Bu nedense garip bir yazgıdır.Atlantis de bu yazgının dışına çıkamadı....Halk bu şaşaalı yaşam sonunda çok büyük bir yozlaşmaya uğradı.Bu yozlaşma sonunda disiplinlerini kaybettiler ve Atinalılar tarafından yenilmekten kurtulamadılar...

    Ancak felaket bunlarla da bitmedi.Tanrılar Atlantisliler'in şımarıklığını daha büyük bir felaketle cezalandırmaya karar vermişlerdi.Ve bir gün ne olduysa oldu bir gece içinde okyanus bu dokuz çember şeklindeki adayı yuttu

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

      Antarktika'daki Gizem

      Son zamanlarda Antarktikadan gelen sıradışı raporlar bilim dünyasını şaşkına çevirmiş durumda. Bunlara neden olan bu donmuş durumdaki kıtadaki anormal buluş.
      Tüm bunlar 1957 yılında rusların bu en uzak kıtada Vostok ismiyle geçen bir araştırma merkezi kurmalarıyla başlıyor. 1970'lerde radarlar vasıtasıyla yapılan yüzey araştırmaları sırasında ,geçte olsa merkezlerini buzun altındaki dev bir gölün ucuna kurduklarını farkettiler. O zamandan beri yörüngedeki uydular ve yüzeydeki sismik ölçümler, Vostok gölünü, katı buzun neredeyse 2 mil altında , son 100 yılda keşfedilmiş - büyüklüğü en derin yeri 915 metre olan Kanada'daki Ontario gölüne eşit ve hacmi 4 katı - en büyük gölünü tespit etti.
      Göl hala sıvı halde ve donmamış durumda. 13 bin ila 14 milyon yıldır da dış dünyadan izole edilmiş durumda. Yani kıtanın buzla kaplandığı tarihten bu yana. Gölün suları 50 ila 65 derece, ve bir ısı kaynağına sahip olduğu kesin. Ayrıca tüm göl su-hava karışımı ( sıcak su buharı ve üstündeki buzun erimesi) ile dolu 1000 metreden yüksek bir kubbe ile çevrelenmiş durumda. Birkaç yıl önce yapılan kazılarla buz tabakasının oldukça altında ve göle yakın bir noktadan aldıkları örneklerde mikroplar, çeşitli gazlar - metan gibi - daha sonradan donmuş, gölün kubbesi üzerindeki buz tabakasında tespit edilmiş. Elde edilen örnekler tipik biyolojik oluşumları ifade ediyor. Bu yüzden Vostok gölü akıl almaz bir karışımı barındırıyor : Dış dünyadan tamamen izole olmuş bir eko sistem , su, ısı , gazlar , ve hali hazırdaki biyolojik aktivite.
      1998 yılında NASA tarafından ideal test alanı olarak kabul edilmesi çok önemli bir gelişme. Jüpüter'in aylarından Europa'daki buzulun altında olduğu varsayılan okyanusta araştırma yapmak için geliştirilecek steril sonda teknolojisi için ideal bir hedef durumunda.
      Scientific American'a göre , Ulusal Bilim Kuruluşu aniden planları değiştirdi ve bir robot sonda ile göle dalmaya karar verdi. Saptanan tarih ise : 2002. Daha önce 1999 yılında ortaya atılan proje 2004 yılına ertelenmişti. Şimdi ise 2002 de göle doğru dalış yapacak robot sondanın 2003 yılında örneklerle beraber geri döneceği hesaplanıyor. Frank D. Carsey'in anlatımına göre , dış yüzeyden yabancı bir yaşam formunun göle bulaşmaması içinde ilk 3,5 kilometrelik delmenin kaynamış su ile yapılması ve robotun bu noktaya yerleştirilmesi planlanıyor. Ardından açılan deliğin donarak kapanması beklenecek ve silindir şeklindeki sonda kendini sterilize edecek. Daha sonra da ısı üreterek önündeki buzu eritip göle doğru yoluna devam edecek. Robot'a bağlı bir kablo kendisiyle beraber hareket ediyor olacak. Fakat Frank D. Carsey'e göre şuan asıl sorun şu, "Hiç kimse, ulusal veya uluslararası , yeterince temiz'in ne olduğunu söyleyemedi" , " Bizim gelecekteki çalışmalarımız için bir hedefe ihtiyacımız var."
      Yaklaşık 20 milyon dolara malolacak proje için, NSF ve NASA( National Aeronautics and Space Administration) gerekli aygıtın ve sondanın yapılabilmesi için ödemede bulunmayı önerdiler. Carsey'in NASA'dan aldığı ödenek, komplike bir robot prototip içindi. Carsey,"Aygıtı bu yaz tamamlayacağız fakat yeterince test etme olanağımız olmayacak " demişti.
      Columbia Üniversitesinden uzmanları, NSF'nin desteğiyle yaptıkları araştırmalarda gölün altındaki yerçekimi, manyetizma ve termal aktivitelerin haritalarını çıkardılar. Ve önemli bir bulguya ulaştılar. Gölün güneydoğu kısmındaki kıyısında büyük manyetik anormallikler tespit ettiler. Bu olağan dışı anormallik, zeminle olan 1,000 nanotesla'dan daha fazla bir uyumsuzluktu ve doğal bir oluşumdan kaynaklanıyor olabilirdi.
      Kolombiya Üniversitesinden Michael Studinger'in önerdiği bir teoriye göre, Dünya'nın kabuğu gölün tabanında , Antarktika'nın geneline oranlar daha ince bir kalınlığa sahipti ve gölün oluşumu sırasında gerilmişti. Bu da oraya özgü "manyetik anormalliği" açıklıyordu. Fakat jeofizikçi Ron Nicks gibi başkaları, bu teorinin zorluğundan bahsettiler. Nicks bu incelti alttaki kayaları ısıtacaktı ve buda kabuğun manyetik yeteneğini azaltacaktı. Farklı teorilerde ortaya atılıyor tabiiki. Bir metal yığınından kaynaklanabileceği ve gömülü kalmış çok eski bir kentin kalıntıları olabileceği şeklinde.
      Ama son zamanlarda yayılan ve kabul edilmeye başlanan catastrophism ( felaket, yıkım) görüşü standart jeolojik modellere alternatifler sunuyor. Klasik jeolojiye göre bu yavaş yavaş oluşmuş bir durum. Ama bulunan bir çok kanıt ( Vostok'ta yapılan buz kazıları ve elde edilen veriler gibi) iklimdeki değişikliğin aniden ve çok kısa bir süre içinde gerçekleştiği yönünde. Kıyamet teorilerine göre ani bir kutup kayması buna neden oldu yönünde. Birçok araştırmacı, çok çeşitli kanıtlarla, böyle bir kaymanın 13,000 yıl önce olduğunu ortaya koyuyorlar. Kutup kayması teorisine göre, Antarktika ılıman bir iklime sahipti hatta ormanları vardı. Dünya'nın normal düzenindeki ani bir değişim kıtayı bu buz cehennemine hapsetmişti ve aynen Mars'ın bazı bölgelerinde de olduğu gibi. Ama sonuçta herkesin kabul ettiği, her nasıl olduysa.
      Ancak Kolombiya üniversitesinin "Vostok manyetik anormallikleri" keşfinin sızmasından sonra JPL (NASA Jet Propulsion Laboratory) anlaşılmaz bir nedenle Vostok araştırma programını geri çekmesiydi. Sebep olarakta ,"çevresel nedenler" ileri sürüldü. Taa ki, JPL sözcüsünün bir basın toplantısında kutup araştırma programının NSA (Ulusal Güvenlik Kurumu) tarafından devralındığını itiraf etmesi ve su yüzüne çıkan rapora dek. Bu rapor internet üzerinde bir fırtına etkisi yarattı.
      Birçok kaynak hemen "Vostok Anormalliğinin" yerine ve bir gerçeğe işaret etti. Koordinatlar "X-Files" filmindeki büyük uzay gemisinin bulunduğu noktaya gerçekten çok yakındı. Ayrıca Rus Vostok üssüde, filmde verilen tüm koordinatlara hemen hemen uyuyordu. Tüm bunlar X-Files dizisi yapımcısı Chris Carter'in hikayelerinin kimi zaman gerçek kaynaklara dayandığı fikrinin pekişmesine neden oluyor. Veya buzla çevrilmiş 3000 millik bir alana yayılan Vostok Gölü ve manyetik anormalliği, şaşırtıcı bir biçimde bir Fransız romanı olan "Subterranean" da bahsedilen, Antartik uzmanların buzların altındaki kayıp ve yaşayanların bulunduğu bir kent hikayesinede tıpatıp uyuyor. Anlatıları aynı yönde ve ilginç hikayeler aynı zaman aralığında benzer hikayelerden, yer altı dünyasından bahsediyorlar.
      2000 yılı aralık ayına ait bir rapor ( http://www.npr.org/news/healthsci/antarctica/index.html ) Antarktika'daki McMurdo istasyonundan bir kişinin karışıklık çıkardığı ve bir UFO'nun Antarktika'ya indiği dedikodularını yaydığı yönündeydi. Hatta McMurdo'nun üzerinde uçan bir uzay gemisinden bahseden bir afiş elden ele yayılıyordu. Ve söylendiğine göre sorumlu kişiler ilk uçakla kıtadan sınırdışı edilmişti. Fakat tuhaf olan, aralarında Vostok anormalliğinin tespit edildiği bölgenin üzerinde olağanüstü geometrik kum tepeleri keşfeden bir Rus bilim adamınında olduğu , en az 3 bilim adamı son iki sene içerisinde Antarktika'da ölmüştü. Bir başka tuhaflıkta ölen kişilerin hepsinin 30-40 yaşlarında genç erkekler oluşuydu ve rapor edilmemiş oluşuydu.
      JPL'nin basın duyurusu, henüz raporun doğruluğunun kanıtlanmadığı ve tuhaf olayların güney bölgesinde hala devam ettiği yönündeydi. Olay ilk olarak Güney kutbundaki bir doktor (Amundson-Scott istasyonu) tarafından rapor edilmişti ve bugüne kadar eşi görülmemiş bir biçimde hava yoluyla nakliyeye ihtiyaç olduğunu belirtmesiyle ortaya çıkıyor. Safra kesesi taşıyla ilgili bir komplikasyondan ötürü ! Ardından tesadüf eseri, başka raporlarda su yüzüne çıkıyor. 4 tıbbi olay daha yaşanıyor ve yine daha önce yaşanmamış biçimde nakliyelere ihtiyaç duyuluyor, McMurdo istasyonundan, kıtadaki en büyük Amerikan üssünden. Ölümler rapor edilmeden önce , olağanüstü bir tıbbı durum yaşanıyor. Halk arasındaki söylentiler Yeni Zelanda'dan gelen birinin kendisiyle beraber getirdiği bir enfeksiyonu, dış dünyadan izole durumda yaşayan kıtadaki kişilere bulaştırdığı şeklinde.
      Fakat bu olanaksız gözüküyor. Çünkü Antarktika'ya gitmek isteyen kişiler tüm bu kontrollerden geçmeden gidiş izni alamıyorlar. Birkaç gün karantinada bulunduruluyorlar ve yanlarında getirebilecekleri bir enfeksiyon olmadığından emin olunuyor. Ayrıca Antarktika'nın çevresel şartları virüsler ve diğer mikrobik yaşam formları için dayanılması olanaksız bir ortam sunuyor ve kıta genelindeki soğuk nedeniyle yok oluyorlar. Hatta Antarktika'da hiç kimsenin grip olmayacağını söyleyebiliriz.
      Peki ne olmuş olabilir? İki olasılık düşünülebilir,
      Birincisi, özel bir proje ile tüm bilimsel ve çevresel ilkelere ters düşecek bir şekilde, buz delinerek Vostok gölündeki ekosisteme ulaşıldı. Ve projeyle ilgili kişiler , 13 bin ila milyonlarca yıldır buz içinde kalmış mikro-organizmalara karşı karşıya kaldılar. Ve daha sonra, ilk olarak 4 olağanüstü tıbbı durum, 5 olarak değiştirilir... şimdi ise 12 McMurdo personeli tıbbi nedenle tahliyeye ihtiyaç duyar Antarktika'nın kış zamanında. Bu tehlikeli virüs merkezin kış mevsimindeki personeline yayılmaktadır ve merkezin tıbbi yeteneklerine rağmen kontrol altında tutulamamıştır. Ama daha da ilginci, rahatsızlanan kişiler araştırma görevlileri veya uzun dönem destek personeline değil, Raytheon şirketine ait çalışanlardır. Amerikan hükümetinin dünya çapında yürüttüğü programlarında bulunan bir high-tech şirketi.
      Eğer bu olasılık doğruysa, bu gizli programlardan biri fiyaskoyla sonuçlanmış olur. Amundson-Scott merkezinin raporundaki bir başka noktada, doktorun tuz stoklarının azaldığını söyleyerek tuz getirilmesi gerektiğini söylemesi. Hatta gelecek olan ekibe, "ceplerini dahi tuz paketleriyle doldurmalarını önermesiydi" , kurtarma helikopterinde hiç yer yokmuş gibi!
      Tuz, Antarktika'da hayatta kalmak için çok önemli bir gereklilik. Hava çok kuru olduğundan , yeterli tuz stoğu olmaması halinde, dış ortamdaki bir insan mineral ve su kaybı nedeniyle ölecektir. Buda gösteriyorki, bunca yıldır açık olan bu üs, bir sonraki erzak uçağı gelene dek ne kadar tuz stoklaması gerektiğini biliyor olmalıydı. Peki nasıl olduda aniden tuzsuz kaldılar?
      Belki özel bir durum yaşadılar ve belki de Raytheon'dan gelen uzmanlar ve mühendisler planlanandan daha fazla süre dışarda kaldılar ,dondurucu rüzgarların içinde buzu kazmak için saatler ve saatler harcadılar ve normalden fazla tuz harcamak zorunda kaldılar.
      Bu ani olay ve tehlike için diğer olasılık ise,
      Raytheon personeli Vostok'un altındaki gizli kazılarında gerçekten birşey buldular. Ve yanlarında götürerek daha derin incelemek istediler. Ve salgını Yeni Zelanda'dan gelen büyük kargo uçağı C-130'un McMurdo'yu ziyaretini ve çok önemli birşeyi kıtadan götürüşlerini gizlemek için kullandılar. Birkaç basit ima ve internet üzerinde yayılmasını beklemek yeterliydi.
      Arthur C. Clarke'ın "2001 - Uzay Serüveni."
      Bu ilginç senaryo, izole edilmiş bir yerde keşfedilen bir manyetik anormalliği, gizli bir kazıyı ve çok eski bir yapının ortaya çıkarılışı, gizli çalışmanın bir salgın hastalıkla üstünün örtülmesi'ni içeriyor. Hepsi Clarke ın hikayesinde mevcut. Tek fark olayın geçtiği yerde çıkıyor, Antarktika'nın yerine Ay. Belkide Clarke 30 yıl önce yazdığı bu hikayesinde birşeyler biliyordu.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

        cadı efsaneleri

        Salem Cadilari :

        Salem cadılarının bilinen öyküsü şöyle; Aslında Salem Cadılarının (gerçek cadı oldukları şüphe götürür bir gerçek) 1692-93 yılları arasında yaklaşık 130-140 kişinin tutuklanmasına ve 19 kişinin asılmasına ve 1 kişininde ezilerek öldürülmesine sebep olan kızlar oldukları sanılmaktadır.



        İngiliz kolonilerinin yaşadığı Massachusetts yakınlarında bulunan Salem Kasabasının önde gelen tüccarlarından, Samuel Parris, bir dönem Barbados'la ticaret yapmış, oradan gelirken de yanında eşine ev işlerinde yardımcı olabileceklerini düşündüğü bir çift köle getirmişti;Jhon ve Tituba. Tituba, Parris'lerin 9 yaşındaki kızı Betty ve 11 yaşındaki yeğenleri Abegail'in bakıcılığını yapıyordu. Özellikle kışın soğuk havalarda kızlar evin dışına çıkamıyorlar ve vakitlerinin çoğunu Tituba'nın yanında geçiriyorlardı. O da onlara can sıkıntılarını atmaları için bir sürü vudu büyücüleri ve büyüleri içeren Barbados hikayeleri anlatıyordu. Onları şok edebilecek kadar ilginç ve kötü öğeler içeren bu hikayelerden etkilenmeye başlayan kızlar, çok geçmeden Tituba'dan aldıkları bilgilerle kasabadaki yaşıtları olan diğer kızlarla birlikte karanlık işlerle uğraşmaya başladılar. İlk zamanlar bir bardak içindeki suya yumurta akı koymak süretiyle ilkel olarak oluşturdukları kristal kürelerde birbirilerinin fallarına baktılar, birbirlerinin kocalarının neye benzeyeceği konusunda yorumlar getiriyorlar ve eğleniyorlardı. Ancak eğlenceli ve can sıkıntısını gideren bir oyun gibi devam eden olay, bir kabusa dönüşmeye başladı.



        1692 yılının Ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. Kızlar, Tituba'nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları (!) suçladılar.



        O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini Şeytan'ın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu sebeple bu acılar içindeki masum (!) görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.



        Soruşturmadan hemen önce, Mary'nin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi ve Tituba'ya tarifi eski İngiliz reçetelerinden alınan bir Cadı Pastası yapmasını emretti. Çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. Sonrasında da köpek ya çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. Parris, Şeytan'dan kurtulmak için Şeytan'dan fayda bekleyen bu kadına çok kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. Parris kilisede; "Aramızda Şeytan geziniyor, Öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman susturulabileceğini ancak ve ancak Tanrı bilir" diye konuşma yaptı.



        İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular ve bu üç kadın hemen tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar (Cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Mahkeme heyeti tarafından bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan Sarah Good ve Sarah Osborne masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler. Cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak Parris'ten dayak yiyen ve küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan Tituba, cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Kendisini kurtarmak için ise; kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına almış olduğunu söyledi. Ayrıca geceleri her iki Sarah ve onların hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı. Bununla birlikte onu evvelki gece küçük Ann'iye saldırmak için zorladıklarını söyledi. Bu itiraflar sırasında "Bir evvelki gece cadılar benim kafamı kesmeye çalıştılar" diyerek bağırdı Ann. Bunun üzerine küçük Ann'iden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı (!) olduklarına kesinlik getirildi. Tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi Salem Kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı olmadığını açıkladı. Ona göre Salem'de 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli bir adam tarafından yönetiliyordu. Sonraki günlerdeki sorgularında Tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca Şeytan'ın defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde Salem'de yaşayan 9 kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. Kızların üzerinden hayaletleri çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan Sarah Osborne ağır zincirlere dayanamadı ve öldü. Bu dava içindeki ilk ölümdü. Böylece ilk iki Cadı (!) Boston hapishanesine gönderilirken mahkeme heyeti diğer cadıların peşine düşmeye karar verdi.



        Kasabada yaşayan cadı grubunun haberini alan mahkeme kızları daha fazla isim vermeleri için zorlayınca, Ann Jr. daha önceden intikam duygusuyla dolu olan annesininde zoruyla kasabanın kongre üyelerinden birisinin karısı olan Martha Corey'i suçladı. Martha küçük Ann'iyi bu saçma suçlamadan vazgeçirmek için onu ailesinin yanında ziyarete gitti. Ancak Ann korkunç nöbetler geçirmeye başladı ve onun hayaletinin bir adamı kazan içinde pişirirken gördüğünü söyledi. Kızlardan Mercy ise, başka cadılarında ona katıldığını ve kendisini Şeytan'ın defterini imzalaması için zorladıklarını anlattı. Marta Corey mahkemede kendisini savunurken oldukça başarılı idi. Ne varki kızlar onun savunması sırasında derin acılar içindeydiler ve mahkemeye ısırık izlerini gösteriyorlardı. Kasaba Heyetinden olan Kocası bile onu itiraf etmesi için zorlamıştı.



        Bir sonraki sanık ise bölgenin önde gelen isimlerinden Rebecca Nurse idi. İlk mahkeme sırasında eğer bu iki kadın suçlanmış olsalardı sanırız ki mahkeme heyeti kızları yalancılıkla suçlayacaktı. Ancak olaylar öyle bir hal almıştı ki herkes kızların ağızlarından çıkacak isimlere bakıyordu. Rebbeca'yıda yine Ann Jr. annesi suçlamıştı. Diğer kızların da kendilerini tasdiklemesi üzerine aslında kilise mensubu olan bu kadında okkanın altına gitti. Bu arada Sarah Good'un 4 yaşındaki kızıda bu suçlamalardan nasibini aldı ve annesi ile birlikte çalışmaktan suçlandı.



        Bu karambol esnasında Mary'nin yanlarında hizmetçi olarak çalıştığı Procten ailesi (Ki bu aile eğer nöbetler geçirmeye devam ederse Mary'i çok kötü döveceklerini söylemişlerdi ve bu da bir nevi cadılık sayılırdı), Rebbeca'nın kızkardeşi (çünkü ablasının asılsız olarak suçlandığını iddia ediyordu) ve tabiki meşhur Tituba'nın herşeyden habersiz kocası Jhon tutuklandılar. Kızlardan Abegail ise Mary'i defteri imzalamış olmakla suçladı (Çünkü Mary yanında çalıştığı aileden korkmuş ve yaptığı suçlamaları geri çekmek zorunda kalmıştı). Böyle küçük kızlar kendi aralarında bir oto kontrol mekanizmasını oluşturdular. Ya cadı olarak birilerini suçlamak zorundaydılar ya da kendileri cadı olarak suçlanacaklardı. Mary ile Martha'nın kocası olan Giles, uzun yıllardır Salem Kasabasında yaşayan ve Sansasyonel partiler veren Bridget Bishotl ve zaten aklı yerinde olmayan ve cadı suçlamasını seve seve kabul eden Abegail Hobes'ta tutuklandılar.



        Nisan ayında mahkeme, bu aklı bozuk kadının suçlamalarına dayanarak kasabadan 9 kişiyi daha tutukladı. (Çok yaşlı bir adam olan Nenemiah, kendi anne ve babası, Birdget'in oğlu ve karısı, Rebbeca'nın diğer kardeşi Mary Esty, Zenci bir köle, Sarah Wilds ve Zengin bir tüccarın karısı olan Lina English). Artık mahkemeye sanık olarak sadece Salem Kasabasındakiler değil komşu kasabadakiler bile çağrılır hale gelmişti olaylar. Sanıklar sürekli iddiaları reddediyor, kızlar ise ısrarla nöbet ve çığlık krizleri ile birlikte onları suçlamaya devam ediyorlardı. Yeni sanıklardan ise sadece Nenemiah'ın bir cadı olmadığını açıkladılar. Bu hesaplarına göre onlar; yaşlı, savunmasız ve suçsuz insanları suçlamayacak kadar masum (!) ve acı çeken zavallı (!) kızlardı. Diğerleri ise tutuklandılar. Olaylar çok kısa süre içinde gelişiyordu. Nisan ayının sonuna gelindiğinde ise 6 cadı (!) daha tutuklandı. Artık sanıklar ve hikayeleri o kadar çok artmıştı ki herkes olayın başlangını bile unutmaya başlıyordu nerdeyse. Bu hikayeler içinde en ilginç olanlardan birisi ise şöyle gelişmişti: Maine'de oturan George Burroughs tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Eski zamanlarda Salem Kasabasında bir süre papazlık yapmış bir adamdı ve o dönemde kasaba sakinlerinin bir kısmı ile tabiki özellikle Ann Jr. annesi ile pek geçinememişti ve bu da intikam için oldukça iyi bir yoldu. Onu ilk suçlayan Ann Jr., bir papazın kendisine imzalaması için defteri getirdiğini ve adının ise Burroughs olduğunu söylediğini, bundan önce ise bir çok insanı kurban ettiğini artık kendisinin cadı'dan bile üstün mertebede şeytana çok yakın bir varlık olduğunu anlattı. Senaryo birbirine çok iyi bağlanıyordu. Herkes Tituba'nın bahsettiği siyah cübbeli adamın bu olduğuna emin olmuştu. Mahkeme cadı grubunun efendisini, şeytanın uşağını yakalamış olmakla müthiş bir gurur duymaya başladı ve tutuklanmalar son hızıyla devam etti.



        1692 yılı Mayıs ayının sonu geldiğinde küçük kızların suçlamaları yüzünden hapiste ve sorguda olmak üzere nerdeyse 95-100 kişi kadar tutuklanmıştı. Bazı yasal zorunluluklardan dolayı bu suçlular bir üst mahkemeye çıkana kadar beklemek zorundaydılar. Massachusetts'den yetkili bir yargıç gelince asıl davalar Haziran ayını buldu. Davası ilk sonuçlanan Bridget Bisholt oldu iki gün sonrada asıldı. Bu arada Yargıçlardan birisi kızların mahkeme sırasında gördükleri hayaletlerin yeterli delil oluşturmayacağını ve davaların düşmesi gerektiğini savunarak mahkeme heyetinden ayrıldı. Tabiki onun bu hareketi cadılıkla suçlanmasına sebep oldu. Masum (!) kızlar önlerinde hiçbir engel tanımıyorlardı. Bu hayalet görme olayları mahkeme heyetince de çeşitli uzun tartışmalara konu oldu ve sonuç olarak bunların tam bir delil teşkil edilemeyeciğine karar verildi ve başka güvenilir yollar aramaya başladılar. Cadıları kızlara dokundurmaya karar verdiler ve bu da diğerinden farklı değildi. Kızlar acı dolu çığlıklarla nöbetler geçirmeye devam ettiler ve sonuçta 20 Hazirana gelindiğinde 6 kişinin daha asılmasına karar verilmişti bile.



        Bu arada mahkeme sırasında ilginç bir lanet olayıda oldu. Mahkeme başladığından beri cadı avcısı olarak bulunan Peder Noyes Sarah Good'u itiraf etmeye zorluyordu. Fakat Sarah kendisine "Ben senin bir büyücü olduğundan daha fazla cadı değilim. Eğer sen şimdi canımı alırsan, bir gün Yüce Tanrı sana içmen için bolca kan verecek" diye haykırdı. Peder Noyes olaylardan yaklaşık 25 yıl sonra büyük bir iç kanama geçirdi ve öldü.



        Kızlar artık kasaba içinde erişilmez bir güce sahip olmuşlardı. Bu arada komşu kasabadaki cadıları (!) tanımadıkları için isimlerini bilmiyorlar ve oradaki halktan bazılarını çağırıp dokunma testi yapıyorlardı. Bu arada bazı sanıklarda kendilerini idamdan kurtarabilmek için başkalarının isimlerini veriyor beni olaya bu zorladı, bana şöyle yapmamı söyledi gibi yalanlarla davayı dallandırıp budaklandırıyorlardı. Komşu kasabadan bir yargıç ve eski bir valinin oğlunu suçladılar, işin en ilginci ise aynı kasabadan iki köpekte bu suçlamalardan nasibini aldı. Yüzlerce insan yargılandı bir o kadarı dokunma testinden geçti. Ağustos ayına gelindiğinde 4 kişi daha darağacında sallandı. Peder Burroughs ise tam asılmadan önce yüksek sesle dua ederek izleyenler ve halkın arasında söylentilere neden oldu. Çünkü o zamanki inanışlara göre Şeytan ya da onun uşakları dua edemezlerdi. Ancak kızların bastırılamaz hırsları sayesinde o da asılmaktan kurtulamadı ve hristiyan adetlerine göre gömülmeyi haketmediği için bir tepe üzerindeki sığ ve küçük mezara diğerlerinin yanına gömüldü. Eylül ayında ise aynı tepedeki mezarlara 8 kişi daha gönderildi.



        Yargılama sırasında suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı Giles Corey, dava sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. Bunun olmasını istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. Böylece mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal varlığınıda korumuş olacaktı. Ancak Mahkemenin buna tepkisi hiçte Corey'in beklediği gibi olmadı. Salem meydanında halka açık bir yerde Corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. Bu plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. Corey ezilmeye başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. Bir ara fazla basınçtan dili bile dışarıya fırlamıştı. Daha fazla taş konulduğu zaman Corey dayanamadı ve öldü. Daha sonra olaya bir açıklık küçük Ann'iden geldi. Corey Şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair Şeytandan garanti almıştı.



        O dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese bile bunlar son idamlardı. Kızların suçlamaları tam bir histeri krizi durumuna ulaşmıştı ve en sonunda Mahkeme Heyeti Başkanı Phips'in karısını bile cadılıkla suçladılar. Bunun sonrasında 29 Ekim tarihinde Phisp mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla (!) doluydu. İşlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık davalara Salem'de değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.



        Olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. En son davaya ise Mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar suçsuz bulundu. Böylece kabus artık sona eriyordu. Aslında olayların başlamasına sebep olduğuna inanılan Tituba serbest bırakıldı ve mahkeme masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı. (Mahkemeye Özel Not: O dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara ödettirildi.)



        O dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala Salem kasabasına bir çok turist çekiyor. Cadıların (!) gömüldükleri o sığ mezarların bulunduğu tepe aslında çoktan yüksek binalarla kaplanmış durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda dolanmaktadır...

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

          Lavabodan su niçin sağa dönerek boşalıyor?

          Lavabonuzu veya küvetinizi su ile doldurun ve tıkacı aniden çekin. Su düz olarak delikten boşalmayacak, döne döne bir hortum oluşturacak şekilde boşalacaktır. Bu dönüş yönü kuzey yarımkürede sağa doğru, yani saat yönünde, güney yarımkürede ise tam tersidir. Bilim insanları buna "Coriolis" kuvveti diyorlar.
          Her iki yarımkürede böyle birbirine ters yönde hava akımlarının ve okyanus akıntılarının olduğu herkes tarafından kabul ediliyor da, bir lavabodan boşalan suda, böyle küçük bir ortamda dünyanın dönüşünün etkili olup olmayacağı tartışma konusu.
          Dünya kendi etrafında dönerken her tarafındaki hız aynı değildir. Ekvatordaki biri, bir günde dünya çapı kadar yani 40 bin kilometre giderken bir diğer ifade ile saatte 1670 kilometre hızla yol alırken, tam kutuptaki bir insan sıfır hızla sadece kendi etrafında dönmektedir. Aynı şekilde gökyüzünde asılı gibi duran bulutlar rüzgarın etkisini katmazsanız yere göre hareketsizdirler ama altlarındaki kara parçası ile birlikte dönerler. Bu durumda ekvatordaki bulutlar da kutupdakilere nazaran hızlı dönmektedirler.

          A'yı ekvatorda, B'yi ise onun tam kuzeyinde 45 derece paralelinde iki nokta olarak düşünelim. Bir top mermisini A'dan tam kuzeye nişanlayıp attığımızda, atış sırasında ekvatorun dönüş hızı B noktasına göre neredeyse iki kat olacağından mermi B noktasının doğusuna gidecektir.
          Aynı şekilde kuzey kutbundan hemen hemen hareketsiz bir konumdan tam güneye atılan bir mermi 45 paralelinde dünya dönüş hızı daha çok olduğundan bu sefer hedefin batısına düşecektir. Yani kuzey yarımkürede kuzeye veya güneye atılan her şey atanın konumuna göre sağa gitmektedir. Bu durum güney yarımkürede ise sola doğru gerçekleşmektedir.
          Her iki yarımkürede kuzey - güney doğrultusunda hareket eden hava akımları ve okyanus akıntıları bu durumdan etkilenirler. Kuzey yarımkürede sağa, güneyde sola dönerler. Ancak bu, dünya yüzünde büyük bir ölçekte okyanusların dibindeki sürtünme ve bulutların, hava akımlarının üzerinde bulundukları yerle birlikte hareket etmelerinin etkileriyle oluşan bir tabiat olayıdır.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

            konfiçüsten 14 adet aşk öğüdü

            1- Tedavi edilemez derecede romantik olun.

            2- Birlikte kitap okuyun, elele tutuşun ve birlikte düzenli yürüyüşlere çıkın.

            3- Gülümsemeler bulaşıcıdır. Ona da bulaştırın.

            4- Güvenilir bir sırdaş olun ve onu hiç kimseye şikayet etmeyin.

            5- Onun en sevdiği çiçeği, rengi, müziği, şiiri ve yazarı bilin.

            6- Ona, beklemediği hoş sürprizler yapın. Hiçbir neden yokken de kart ya da küçük aşk notları yollayın.

            7- Birbiriniz için özel ve gizli takma adlar bulun.

            8- Aşk, birlikte saçmalamaktır. Arada bir, birlikte sonuna kadar saçmalayın.

            9- Kimin haklı olduğunu tartışmayın, neyin doğru olduğuna karar verin. Her tartışma sonunda barış anlaşmasını bir öpücükle imzalayın.

            10- Sevdiğinizi yalnızca onun duyabileceği biçimde eleştirin. Övgünüzü ise bütün dünyaya duyurun.

            11- Bedeninize iyi bakın. Daima sağlıklı ve dinç olmayı hem kendinize hem de ona borç bilin.

            12- Bir kucaklaşmadan ilk ayrılan siz olmayın.

            13- Eş seçmek kitap seçmeye benzer, iyi tasarlanmış bir kapak ve cilt ilginizi çekebilir. İceriği sağlam olmadıkça sonunu getirmek zordur.

            14- Aşk için evlenin. Hem eşinizin hem de kendinizin en iyi arkadaşı olun.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

              batıl inançlar a dan z ye

              Birlikte yaşayan insanlar arasında kimi zaman korkudan, kimi zaman çaresizlikten, kimi zaman da rastlantılardan doğan bir takım inanışlar vardır. Bunlara "batıl inanışlar" denir. Bu inanışlar, ilk insanın var oluşundan günümüze kadar sürüp gelmiştir. Çoğunun bilimsellikle, akılla, çağdaşlıkla ve dinsel inançla bir ilgisi yoktur. Bunlar akılla bağdaşmadığı halde yazık ki insan oğlunun gönlünden, beyninden, vicdanından sökülüp atılamamışlardır. Bu tür inanışların doğmasında kişilerin doğal yapısı etken olduğu kadar büyüklerin, kimi din görevlilerinin cehalet örneği sözlerinin de etkisi olmaktadır. İnanışlar kişiden kişiye değişmekle birlikte ortak yanları da vardır. İnegöl halkından derleyebildiğimiz batıl inanışlar şunlardır.

              A

              Ayak ayak üstüne atılarak yemek yenmez, sofraya saygısızlıktır denir ve kıtlığa işaret sayılır.
              Ayna kırılması uğursuzluktur; aynanın kırıldığı ev yedi sene iflâh olmaz denir.
              Ayın onüçü uğursuz sayılır, o gün hiçbir şey yapılmaz.
              Arabanın önünden geçilmez.
              Arabanın önünden tavşan geçmesi uğursuzluk sayılır.
              Ayakta pantolon giymek yoksulluğa işaret sayılır.
              Akşam karanlığında kimseye süt verilmez, verilirse hayvan sütten kesilir denir.
              Ayva çok olan yerin kışı azgın olur denir.
              Ateşle oynayan çocuk altını ıslatır.
              B

              Baykuşun saçakta ötmesi ölüme işaret sayılır.
              Bir şeyi kırk kere söylersen olur denir.
              Bir insanın başka bir insana domuz demesi uygun bulunmaz; diyenin iştahını kırk gün kesileceğine inanılır.
              Bir kimseye süt verilirken içine küçük bir kömür parçası ya da bir yeşil yaprak atılır, atılmazsa hayvanın sütünün kesileceğine inanılır.
              Bir evin çevresinde kargaların gezinip uçması iyi sayılmaz.
              C

              Cuma saati yola çıkılmaz.
              Cuma günü salâ ezan arasında iş yapılmaz.
              Cumartesi ve Salı günleri çamaşır yıkanmaz.
              Ç

              Çocuk yalnız bırakılmaz, bırakmak gerekirse yanına bir süpürge konur.
              Çamaşır kazanı uzun süre ateşte bırakılmaz, bırakılırsa o evden cenaze çıkar denir.
              Çocuklara nazar değmemesi için nazar boncuğu takılır.
              Çam ağacının kozalağının çok olması o yıl kışın şiddetli olacağına işaret sayılır.
              Çarşamba günü yorgan kaplayan hastalanır.
              Çocuğun üstünden atlanmaz, atlanırsa boyu kısa kalır denir.
              Çocuk çamaşırlarının gün batımına kadar dışarıda askıda kalması çocuğun büyülenmesine neden olur, diye düşünülür.
              D

              Dince kutsal sayılan gecelerde süpürge işi yapılmaz.
              Doğum yapmış bir kadının gece gezmesi iyi sayılmaz.
              Dört yapraklı yoncayı bulanın talihinin açılacağına inanılır.
              E

              Ezan sırasında duyulan köpek uluması ölüm haberi sayılır.
              Evde bebek emeklerse misafir gelir, denir.
              Eller birbirine bağlanmaz, bağlanırsa kısmetin kesilir denir.
              El ve ayak tırnakları birden kesilmez, kesenin bir üzüntü bir sevinçle karşılaşacağına inanılır.
              Esnerken ağız kapanır, kapamayan şeytana ezan okumuş sayılır.
              Elden ele makas alınmaz, makas düşman sayılır.
              Ezandan sonra komşuya ekmek mayası verilmez.
              Erkek çocuğun kesilen ilk saçı atılmaz, babasının cebine bereketi artar inancı içinde konur.
              Ekmek kırıkları atılmaz, toplanıp yenirse evin bereketi çok olur denir.
              Ellerini kavuşturanın kısmeti kapanır, anası ölür denir.
              G

              Geceleri tırnak kesilmez
              Geceleri aynaya bakılmaz.
              Gelinin anne evine dönmesi için gelin arabasının ardından su dökülür, su tası ters çevrilip üstüne oturulur.
              Gece sakız çiğnenmez, çiğneyenler için ölü eti yiyor denir.
              Gece ayağı ile oynayanın anne ya da babasının öleceğine inanılır.
              Gece ıslık çalınmaz, çalan için şeytanı çağırıyor denir.
              Gece örümcek almak günah sayılır.
              Gece yıldızları saymak iyi değildir denir.
              Gece dışarıya kül atılmaz, suya kızgın kül dökülmez; yapanların uğrayacağına, yani cin çarpmasına tutulacağına inanılır.
              Gece yorgan kaplanmaz.
              Gece çamaşır yıkanan yerden geçilmez, çamaşır sularının üzerine basılmaz.
              Gece kapı arkasında oturulmaz, oturanın iftiraya uğrayacağı düşünülür.
              Gelin ayakkabısının altına mahalledeki kızların isimleri yazılır, düğün sonunda kimin ismi silinmediyse önce onun evleneceğine inanılır.
              Gelin arabasının önünden geçilmez.
              Gece vaktinden önce horoz ötmesi uğursuzluk sayılır.
              Gökkuşağının altından geçen insanın cinsiyet değiştireceğine inanılır.
              H

              Hıçkırık tutunca; “Bir kimse andı” denir ve “dostsa ansın, düşmansa çatlasın” diye söylenir.
              Hapse giren, ölen birinin yüzüğünü takarsa çabuk çıkar denir.
              Hastalar kurşun dökülür.
              İ

              İki bayram arası düğün yapılmaz.
              İkindiden sonra el işi yapılmaz.
              İkindiden sonra bebek çamaşırı güneşe asılmaz.
              İnsan üzerinde giysi söküğü dikilmez.
              İkindiden sonra hiçbir yere kül atılmaz.
              İnsanın önünden kara kedi geçmesi uğursuzluk sayılır.
              İkindiden sonra örümcek alınmaz.
              İşi yarıda bırakanın ölümü zor olur denir.
              İki bebek kırkı çıkmadan aynı odada bulundurulmaz. Bulundurulursa birinin büyüyeceğine diğerinin kısa boylu kalacağına inanılır, buna “kırk basar” denir.
              İki bayram arası nikâh kıyılmaz.
              İğde dalı, leylek boku ve mavi boncuk bir araya bağlanır, koltuk altına konursa nazar değmez denir.
              İki gelin aynı eve alınmaz.
              İşe giden erkeğin önünden geçilmez.
              İki kadının arasından geçen erkek karısına söz geçiremez.
              K

              Köpek uluması iyi sayılmaz, duyulduğunda “sahibine uluyasın” denir.
              Kızlar, iki öğün arasında yemek yerse kısmeti kapanır.
              Kurban bayramının ilk üç günü elişi yapılmaz.
              Küle basılmaz, basan çarpılır denir.
              Karanlık yerden geçilmez, geçilmek zorunda kalınırsa “destur” denir.
              Kapı eşiğine basma, iftiraya uğrarsın denir.
              Kuş pisliği başa düşerse para gelecek denir.
              Kulak çınlaması uğursuzluk sayılır.
              Kuşun gagasıyla cama vurması gelecek haberin işareti sayılır.
              Kesilen tırnak yere atılmaz, üstüne basılmaz.
              Kapı eşiğinde oturmak iyi değildir, oturanın kısmeti kapanır.
              Kara kedi görmek uğursuzluktur denir.
              Kayan yıldız ölüme işarettir.
              Kırkı çıkmamış bebek sokağa çıkarılmaz, mezarlığın yanından geçirilmez; tersi yapılırsa “kırk basar” denir.
              Kahve içen oğlan çocuğunun bıyıkları çıkmaz, köse kalır.
              Küçük çocuk avucunu çok sıkarsa büyüyünce cimri olur.
              Küçük çocuğun ayak tabanından öpüldüğünde erken yürüyeceğine, dudağından öpüldüğünde erken konuşacağına, ensesinden öpüldüğünde inatçı olacağına inanılır.
              Küçük çocuk apış arasından bakarsa eve misafir gelir.
              Kapının eşiğinden içeriye sağ ayakla girmek uğur getirir.
              Kedinin kıbleye dönüp ön ayaklarıyla başını kaşıması yağmur yağacağına işaret sayılır.
              Kaza geçiren kişinin yeniden kaza geçirmemesi için başında tuz ya da para çevrilir.
              L

              Leyleği havada gören o yılı durmadan gezerek geçirir, yerde gören evinde oturur.
              Lağıma bulaşık suyu dökülmez, döken çarpılır.
              Loğusa kadının kırk gün sokağa çıkması iyi sayılmaz.
              M

              Makasın açık kaldığı evde kavga çıkacağına inanılır.
              Merdiven altından geçmek uğursuzluk sayılır.
              Meleğin sağ, şeytanın sol omuzda olduğuna inanılır.
              Mahalle halkından ölen olursa dolu su kapları boşaltılır.
              Mezar ve mezarlığa doğru parmak uzatılmaz, uzatılırsa o parmağın ısırılıp ayak altına alınması gerekir.
              Mavi boncuk nazarı engeller.
              Makası açık bırakınca düşmanın ağzı açılır.
              Ö

              Ölünün yıkandığı yerde yedi gece mum yakılır.
              Ölü geçerken tırnaklara bakılmaz.
              Örümcek tutmak fakirliğe yol açar.
              Ölünün gözleri açıksa daha dünyasına doymamış denir.
              Ölünün gözleri açıksa, arkasında kısa süre sonra bir başkasının öleceğine inanılır.
              P

              Parmak kütletilmesi şeytanlara tesbih çekmek olarak düşünülür.
              Pazarda, pazarcıdan ilk alışveriş yapan kişinin aldığı malın parasını tezgaha atması uğur sayılır.
              Parmak kütletenin şeytanlar başına toplanır.
              R

              Rüyada minare görmek sevinçli haberdir, ölü diri getirir, yeşil muradtır, asıldığını görmek ulu kişilerden görülecek yardıma işarettir.
              Rüyada yumurta görmek kötü söze ve dedikoduya işaret sayılır.
              Rüyada beyaz koyun görmek kışa ve yağacak kara işarettir.
              Rüyada erkek cinsel organı görenin bir kadın yakını ölür.
              Rüyada insan pisliğini görenin eline para geçer.
              Rüyada kız çocuğu gören sıkıntılı haber alır.
              Rüyada erkek çocuğu gören sevinçli haber alır.
              Rüyada eline altın alan para kazanır.
              Rüyada al at göre muradına erer.
              S

              Sağ göz seyirmesi sağlığa, sol göz seyirmesi varlığa işaret sayılır.
              Saç taramasında tarakta kalan saç sokağa atılmaz; atılırsa bir tavuğun ayağına dolanır, sürekli başın ağrır.
              Sol avuç kaşınırsa para gelir, sağ avuç kaşınırsa para çıkar.
              Salı günü başlanan iş sallanır, bu nedenle işe başlanmaz.
              Sabun bir başkasına el üstünde verilir.
              Saçak altından geçen çarpılır.
              Sırtında giysisini diken aklını dikermiş.
              Sokak kapısının arkasına asılan diken aileyi nazardan korur, ekin asılırsa bereket çok olur.
              Su içerken sol el başın üstüne götürülür.
              Salı günü yola çıkılmaz.
              Sabah işe giden erkeğin önünden kadın geçmez, geçerse o erkeğin işi rast gitmez.
              Suyun boş yere kaynatılması uğursuzluktur.
              Salı ve Cumartesi günleri çamaşır yıkanmaz.
              Sofraya önce büyükler oturur, yoksa sofranın bereketi kaçar.
              Sobada ya da ocakta odunların ses çıkararak yanması o ev sahibi hakkında dedikodunun yapıldığına inanılır.
              Ş

              Şimşek çakarken kırmızı giysi giyilmez.
              T

              Terlik ve ayakkabının ters dönmesi iyi değildir.
              Tuvalette konuşulmaz, uğursuzluktur.
              Tavuğun ötmesi uğursuzluk sayılır.
              Tahtaya üç kez vurmanın kötülükleri kovacağına inanılır.
              Terlik ve ayakkabı ters çevrilirse evden ölü çıkar.
              Y

              Yeni yapılan evin temeline kurban kesilir.
              Yola çıkanın arkasından su dökülür.
              Yedi hafta boyunca Cumartesi günleri çamaşır yıkayanın evinden cenaze çıkar.
              Yatağa çorapla girilmez.
              Yeşil soğan ve yumurta kabuğu yakılmaz.
              Yüzüstü yatılmaz, yatılırsa gâvura benzenirmiş.
              Yeni doğan çocuğun kopan göbeği nereye atılırsa o mesleği seçermiş. O nedenle tuttuğu mesleğinde yükselmesi için kiremitliğe atmak gerekirmiş.
              Yolculuğa çıkan kişinin önüne ilk çıkan kişi uğurlu ya da uğursuzluk getirirmiş.
              Yeni gelinin kucağına erkek bebek verilir.
              Yeni doğan bebeğin eline iyi huylu olsun ve iyi okusun diye kalem tutturulur.
              Yüzüğün sol ele takılması iyi sayılmaz.
              Yeni evlenen erkeğin düğününden sonra eve ilk girişinde bardak kırması uğurlu sayılır.
              Yeni doğan bebek Cuma günü yıkanmaz.
              Yeni doğan bebeğin ağzına üflenirse o bebeğin cana yakın olacağına inanılır.
              Yemekte bardaktan su dökülürse eve misafir gelir.
              Yalan yere yemin edenin başında yemin tutmasın diye ekmek çevrelip köpeğe atılır.
              Yemin eden kişi, yemin ederken sağ ayağını kaldırırsa yemini kabul olmaz.
              Yaranın üzerinde ekmek çevirilir, sabah ezanından önce mezarlığa gidip atılır, arkasına bakmadan eve dönülürse yara geçermiş.
              Yatakta yayılıp yatanın rızkı bol, büzülüp yatanın az olurmuş.
              Yaranın üzerinde ekmek ya da şeker çevrilir, sabah ezanından önce bir köpeğe atılırsa yara geçer.

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                Halk hekimliği veya geleneksel tıp

                ilk insanın tabiat olayları karşısında takındıkları tavırlar ve münasebet şekillerinden doğmuştur. Burada sihir veya büyünün önemli rolü olmuştur. Dini inançların ve büyünün önem kazandığı bu toplumlarda sağlık ve hastalık da, insan bedenine yabancı unsurların girmesi ve onların yaptıkları kötülüklerle izah edilirdi. İşte insanların bunlardan korunmak için düşündükleri çareler, halk tıbbının temellerini atmıştır. Dolayısıyla geleneksel toplumlarda hastalık ve sağlık hakkındaki düşünceler, halk kültürünün bir parçası olarak doğmuştur. Bu nedenle konu ile ilgili uygulamalar, öncelikle Antropoloji, Etnoloji ve Halkbilim disiplinlerini ilgilendirmekte, konunun teknik analizleri ise tıp ve eczacılık disiplinleri ile açıklanmaya ve değerlendirilmeye çalışılmaktadır.

                Halk hekimliği veya halk tıbbı, modern tıptan farklılıklar gösterir. Geleneksel tıp, kültürün bir parçası olarak halk arasında yaşar. Geleneksel toplumlarda bir kişinin, bir hastalık hakkında bildiği bir şeyi, diğer fertler de bilmektedir. Bu bilgiler, kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Böyle bir toplumda bir kişi diğer kültür unsurlarını nasıl öğreniyorsa, halk tıbbını da öyle öğrenmektedir.

                Halk tıbbı, kültür unsurlarıyla mükemmel bir şekilde bütünleşmiştir. Hastalıkların çoğunda hasta ya iyi olur, ya da ölür. İnanış, iyi olursa tedavinin iyi sonuç verdiği şeklinde olup, bu tedavi süreklilik kazanır. Ölüm durumunda ise, tedavi tekniğinin uygunluğundan daha çok, hastanın bu tedavinin dışında kaldığına inanılır.

                Modern tıp ile halk tıbbının arasındaki en önemli fark, hastalıkların çıkış nedeni üzerindedir. Modern tıpta hastalıkların nedeni mikrop teorisi ile açıklanmaya çalışılırken, halk tıbbı, mikrobu bilmesine rağmen, hastalıkların nedenini, birtakım büyüsel, tabiat üstü olaylara dayandırır.

                Eskiden, özellikle gelişmemiş veya gelişmekte olan, modern tıbbın olanaklarından yararlanamayan ülkelerde halkın, hastalandıklarında doktora gidemeyince veya inançları nedeniyle gitmek istemeyince hastalıklarını teşhis ve tedavi amacıyla başvurduğu yöntemlerin oluşturduğu halk tıbbı, günümüzde de modern tıbbın yanında hâlâ geçerliliğini koruyabilmektedir. Bunda inançların çok ağır değişmesinin de önemli rolü bulunmaktadır.

                Ülkemizde de, özellikle geleneksel kesimde bu tür uygulamalara, eskisi kadar olmasa da, oldukça sık rastlanmaktadır. Halk arasında "kocakarı" diye bilinen ve kendine göre tedavi uygulamaları bulunan kişiler, aslında birer "halk hekimi"dirler. Yaptıkları ilaçlar "kocakarı ilacı" diye tanınan bu kişilerin bazılarının uygulamalarının veya hazırladıkları ilaçların hastalıkların tedavisi ile doğrudan ilgisi olmazken, bazılarının uygulama ve ilaçlarının da olumlu sonuçlar verebildikleri görülmektedir. Bunlar çoğunlukla tedavi yöntemlerini büyüklerinden öğrenmiş, deneyimli kişiler olup, tedavide bitkisel, hayvansal ve madensel maddelerle hazırladıkları "halk ilacı"nı kullanarak hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bunların çoğu tedaviyi evlerinde gerçekleştirirken, bazıları da hastaneleri hatırlatan bağımsız birimlerde, yani "halk hastanesi" diyebileceğimiz yerlerde hastalarını yatırarak, bir süre tedavi edebilmektedirler.

                Bu halk ilaçlarının hazırlanmasında ise çoğunlukla çevrede yetişen bitkilerden yararlanılmaktadır. "Şifalı bitkiler" denen bu tür bitkilerin ülkemizde yoğun bir kullanımı vardır. Bunların bir kısmı halk arasında oldukça tanınmakta ve bazı hastalıklarda sıkça kullanılmakta iken, bazıları ise sadece halk hekimleri tarafından tanınabilmektedir. Bu tür bitkiler ve hastalıkları tedavideki etkileri ile ilgili olarak Eczacılık fakültelerinde de çeşitli araştırmalar yapılmakta ve bu araştırmalar yayınlanmaktadır.

                Modern tıbbın tedavi ve bakım teknikleri ile halk tıbbı arasında benzerlikler görülebilmektedir. Örneğin ağrılar için kullanılan aspirin, aslında halk tıbbının uzun yıllar kullandığı kinin, kokain gibi bitkilerin geliştirilmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde halk arasında bazı hastalıklarda kullanılan çeşitli bitkilerin, yapılan araştırmalar sonucunda bu hastalıklara karşı gerçekten etkili oldukları belirlenmiştir. Halk tıbbında görülen bazı tedavi uygulamalarının ise, yine modern tıptaki doktor tedavileri ile benzerlik gösterdikleri saptanmıştır.

                Genel olarak günümüzde modern tıp ile halk tıbbının karşılıklı bir etkileşim içinde oldukları söylenebilir. Hastalıkları ortaya çıkaran nedenler üzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran modern tıp, hastalıkların tedavisi bakımından halk tıbbından yararlanarak, tedavide daha kesin sonuçlar almaya yönelik ilerlemeler kaydetmiştir. Halk tıbbı da bu gelişmelerden yararlanma imkanları bulmuştur. Bu çerçevede bazı hastalıklarda eczane ilaçları, halk ilaçlarının yerini almaya başlamıştır. Buna karşılık nazar değmesi, cin çarpması sonucu oluştuğuna inanılan hastalıklarda halk modern tıbba güvenmemektedir. Astım ve kalp gibi bazı hastalıklarda ise halk hem modern, hem de halk tıbbından yararlanmaktadır. Kanser ve ameliyatı gerektiren bazı hastalıklar halk hekimlerinin hemen hemen hiç ele almadıkları hastalıklar olup, bunlar tamamen modern tıbba bırakılmışlardır.

                Sonuç olarak geleneksel bir yapıya sahip olan yörelerde halkın hastalıklara bakışı da, kültürünün etkisi altında biçimlenmektedir. Yapılan araştırmalar, eğitim durumunun yanında, ekonomik şartların da hastalıklara karşı olan tutumu etkilediğini göstermektedir. Ayrıca şehirle temas, iletişim ve ulaşım araçlarının yoğun kullanımı da halkın modern tıbba yaklaşımını kolaylaştırmaktadır. Bu eğilim, özellikle gençler arasında daha kuvvetli olarak görülmektedir. Buna rağmen okumuş veya okumamış, zengin veya fakir olsun, halkın bir kısmı hâlâ belirli hastalık tiplerinde modern tıbbın dışındaki metotlara başvurmakta, nazar değmesi, türbeleri ziyaret, kırık - çıkık uygulamaları sıkça görülebilmektedir.

                Buna rağmen, yapılan araştırmalar, geleneksel tıptan, modern tıbba doğru bir yönelişin başladığını, bu yönelişin ise yörenin sosyo-kültürel ve ekonomik özelliklerine bağlı olarak hızlı veya yavaş olduğunu göstermektedir.

                HALK İLAÇLARI

                Arı sokması

                a) Arının soktuğu yere buz konulur, buz yoksa soğuk suda tutulur ya da çamur sürülür.
                b) Bir demet maydanoz dövülür, arının soktuğu yere sarılır.
                c) Arının soktuğu yere sarımsak sürülür.

                Ateş Düşürme

                a) Sirkeye batırılmış bez alına, boyuna, el ve ayaklara, bedene konur. Bu işlem ateş düşünceye kadar yinelenerek sürdürülür.
                b) Bir limon sıkılır, içine ,aspirin atılıp eritilir, eriyik hastanın alın gibi yerlerine sürülür.
                c) İspirto, aspirin, bir iki damla zeytinyağı damlasından oluşan karışım vücudun eklem yerlerine sürülür.

                Astım: Kırk gün güvercin yumurtası çiğ olarak aç karnına içilir.

                Ağrılar

                a) Kara lahana yaprağı ateşle ısıtılır. Ağrıyan yere konur. Bu işlem sık sık tekrarlanır.
                b) Keten tohumu kaynatılarak lapa hale getirilir, bir miktar kına ve neft yağı ile karıştırılarak ağrıyan yere sürülür. Bu işlem günde bir kez olmak üzere birkaç gün yapılır.
                c) Kuru tütün ufalanarak bir miktar rakıya karıştırılıp krem haline getirilir. Ağrıyan yere merhem gibi sürülür.
                d) İnce kum ateşte kavrulur, içine çekirdeği ile birlikte dövülmüş zeytin karıştırılır, oluşan karışım sıcak olarak ağrıyan yere sarılıp bağlanır. Bu işlem üç dört gün tekrarlanır.

                Ayak Ağrısı: Kaya tuzu sıcak suda eritilir, ayaklar bu suda on dakika kadar tutulur.

                Burkulmalara Karşı: Kuru soğan tuzla ya da zeytinle havanda dövülerek burkulan yere bağlanır.

                Baş Ağrısı

                a) Bütün bir patates halka dilimler halinde kesilir, üzerine kahve serpilerek alna bağlanır.
                b) Limon halka dilimler halinde kesilir, alna bağlanır.
                c) Hayvanın ödü ile kına karılarak alna bağlanır, birkaç saat bekletilir.

                Bronşite Karşı

                a) Keten tohumu ve nöbet şekeri karıştırılarak dövülür ve yenir.
                b) Bir dilim ekmek iyice kızartılır, közde kızartılan ekmek dilimi sirkeye batırılıp göğüse konur.

                Bademcike Karşı: Pamuk ispirtoyla ıslatılıp üzerine karabiber serpilerek boğaza bağlanır.

                Böbrek Taşı İçin

                a) Döngel (muşmula) yaprağı kaynatılarak çay gibi içilir, bu işleme taş düşünceye kadar devam edilir.
                b) Her sabah maydanoz veya yoğurt suyu içilir.

                Burun Kanaması: Yumurta kabuğu yakılarak kül haline getirilir. Burun kanadığında bu kül burna çekilir.

                Basura Karşı

                a) Sarımsak sürülür. Bu işlem sürekli her sabah yapılır.
                b) Yabani güllerin orta kısmı kaynatılıp çay gibi içilir.

                Dolama: Bamya sütle pişirilerek parmağa sarılır.

                Gribe Karşı: Limonlu nane ya da limonlu ıhlamur kaynatılarak çay gibi içilir.

                Göz Arpacığı: Arpacık üzerine sarımsak sürülür.

                İshal

                a) Bir bardak gazoz içine bir aspirin atılıp eritilerek içilirse ishal kesilir.
                b) Bir kahve kaşığı kahve limon suyuyla karıştırılarak içilir.
                c) Bir çay bardağı yoğurt bir çay bardağı karbonatla karıştırılarak yenir.

                Kansere Karşı: Isırgan otunun yazın tazesi, kışın kurusu çay gibi kaynatılır, her sabah aç karnına içilir.

                Kabakulak: Hastaya kırmızı helva yedirilir, kabakulak olan yere tava karası sürülür.

                Karın Şişliği: Kepek ve sirke karıştırılarak ısıtılıp karına bağlanır.

                Kireçlenme: Kireçlenme olan yerlere balık yağı sürülür.

                Kulak Sancısı: Kulağın içine bir damla pırasa suyu akıtılır.

                Köpek Isırması: Köpeğin ısırdığı yere ekmek mayası bağlanır.

                Mide Ağrısı

                a) Balla süt karıştırılıp içilir.
                b) Andız kökü kaynatılarak suyu çay gibi içilir.
                c) Aç karında tahin helvası yenir.
                d) Siğil yaprağı çiğnenip yutulur.

                Mayasıl

                a) Ateşte parpulanan patlıcan toz kına ile karıştırılır. Mayasıl olan yere konur ve bir bezle bağlanır.
                b) Şeftali yaprağı kaynatılarak on gün boyunca çay gibi içilir.
                c) Kirpi eti yenir.
                d) Mürver bitkisinin tohumu yutulur.

                Nefes Darlığı

                a) Isırgan otu kaynatılarak her gün çay gibi içilir.
                b) Kara turp oyularak içi bal ile doldurulur. Turbun altından ince bir delik açılır, bir kabın ağzına yerleştirilir. Bir gece bekletilir, daha sonra sızan bal yenir.
                c) Çam kozalağı kaynatılarak çay gibi içilir.

                Öksürük

                a) Bir kaşık bal ile bir kaşık limon suyu karıştırılarak içilir. Bu işleme her sabah aç karında birkaç gün devam edilir.
                b) Elma, ıhlamur ve limon kabuğu ile birlikte kaynatılır, her sabah aç karında çay gibi içilir.
                c) Maydanoz çiğ olarak yenir.

                Pişik: Yakılan kuru sazın külü pişiklere sürülür.

                Romatizma

                a) At kestanesiyle nöbet şekeri dövülerek karıştırılıp yenir.
                b) Bir kazan suya bir teneke arpa konup kaynatılır, su dayanabilecek sıcaklığa düşürülür. Hasta kazanın içine girip bir saat bekletilir. Bu işlem birkaç gün tekrar edilir.
                c) Bir kazan suya bir demet sultan otu konularak kaynatılır. Su dayanabilecek sıcaklığa düşürülür. Hasta içine girerek bir saat bekletilir. Bu işlem birkaç gün yinelenir.
                d) Hasta, boğazına kadar yığın halinde bulunan büyük baş hayvan gübresi içine gömülür, bir saat bekletilir.
                e) Rendelenmiş kereviz kökü suyundan bir bardak içilir.

                Saç: Saç uzaması ve dökülmesi için ilkbaharda asma dalları kırılarak damlayan suları şişeye toplanır, bununla baş yıkanır.

                Sarılık: Hastalığa yakalanan kişinin alnı yada göğsü jiletle çizilir.

                Sırt Ağrıları

                a) Bardak vurulur.
                b) Ağrıyan yerlere bal sürülür, üzerine kırmızı ya da kara biber ekilir. Üzerine delikli bir gazete örtülür. Gazetenin üzerine de bir havlu yayılarak bir gece bu şekilde durulur. Bu işlem sık sık yinelenir.

                Sıtma: Kırlarda yetişen ve adına “sıtma otu” denen küçük pembe çiçekli bir bitki kaynatılır, çay gibi içilir.

                Yara ve Çıbanlara Karşı

                a) Yara ve çıbanların üzerine sinir otu bağlanır, bulunmazsa lahana yaprağı ya da domates bağlanır.
                b) Soğanın içine sabun, bir parçacık da nişadır konulup pişirilir, normal sıcaklıkta yara ya da çıbanın üzerine bağlanır.

                Zehirli Hayvan Isırmalarına Karşı: Kibrit çöpünün baş tarafı kazınır, çıkanlar ısırılan yere konur.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                  UZAYDA EZAN SESİ DUYDUM

                  Sene 1969. İnsanoğlu ilk aya inme olayına giriyo. Neil Armstrong’un uzay aracı Apollo 11, 16 Temmuz 1969’da ayın yörüngesine girmiş. Ertesi gün aya inecek. Herif accayip heyecanlı. Boru değil, aya ayak basıcak. O gece uyumaya çalışırken derinlerden derinlerden bi ses geldiğini farketmiş. Ama Allah’ın uzayı, or’da hava yok ki ses olsun. Bizim Neil de biliyo bunu taabi. Nefesini tutup kulaklarını dikmiş. Yahu basbayağı şarkı gibi bişeymiş bu. Uzayın boşluğundan dalga dalga geminin içine kadar geliyomuş.
                  Bizimki dinlemiş dinlemiş ama hiç bi şey anlamamış. Bilmediği bi lisandaymış çünkü. Armstrong, “Şimdi bunu Nasacılara söylesem bana deli derler. Hava değişimi, hayal filan görüyosun diye salak salak açıklamaya çalışırlar. İyisi mi ben kimseye anlatmayım bunu” diye düşünmüş. Sabah olmuş, aksilikler filan derken uzay aracının inişi 20 Temmuz’a ertelenmiş, sonra aya inip Armstrong “aya ilk ayak basan adam” ünvanını almış, “Bu benim için küçük ama insanlık için...” Görev öylece tamamlanmış.

                  Planlanan tarihte dünyaya dönülmüş. Armstrong hiiiççç kimseye bahsetmemiş bu şarkı olayından. Hatta kendisi bile “Ulan acaba o stressle hayal mi gördüm acaba?” diye şüpheye düşmüş. Abicim bizimki bi gün televizyonda belgesel izliyomuş. Bi de ne duysun, uzayda duyduğu ezginin aynısı! Aynısı ne demek, tıpkısı tıpkısı! Aynı şekilde: “Allahu Ekber, Allahu Ekbeeerrr..” Televizyondan öğrenmiş ki o duyduğu Müslümanların ezan dediği hadise. Adam hemmen evden fırlamış. En yakın kitapçıdan İslamiyet’le ilgili ne kadar kitap varsa toparlayıp gelmiş. Sabaha kadar hepsini tek tek hatmetmiş. Gün ışırken de Kelimeyi Şahadet getirip hak dine girmiş.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                    Ovidius'un Yaratılış Efsanesi

                    Aşklarıyla Olympos çevresinde oldukça ünlü olan Zeus, kız kardeşi Demeter'e kaptırmış gönlünü, onunla beraber olmuş ve güzeller güzeli Kore doğmuş. Kore, güzelliğinin yanı sıra son derece alımlı, kibar, zeki ve güleryüzlü bir kızmış. İflah olmaz çapkın Zeus, tutup kendi kızına aşık olmuş bu güzelliği gördüğünde. Aklı fikri Kore ile beraber olabilmekteymiş. Bir gün onu yalnız başına ormanda otururken gördüğünde, fırsat bu fırsat demiş, bir yılana dönüşmüş ve onunla beraber olmuş. Kore, Zagreus'a hamile kalmış. O sıralar Zeus'un gözdesi, en sevdiği Kore olduğu için, oğlu Zagreus'un da ayrı bir önemi varmış Zeus için. Onu deliler gibi seviyor, koruyor, kolluyormuş.
                    Ancak Zeus'un onu sevdiğinden çok nefret ediyormuş kıskanç Hera Zagreus'tan. Hera'nın hışmından korkan Zeus, bir mağaraya saklamış oğlunu. Zamanında kendisini büyütmüş olan Kuretlere emanet etmiş onu. Hera veya onun saldığı adamları yaklaşacak olursa, korkunç sesler çıkarıp onları korkutmalarını ve aynı zamanda bebek sesini bastırmalarını iyice tembihlemiş. Ancak Hera'nın öfkesi öyle büyükmüş ki, Zagreus'u bulamayınca Titanları çağırmış kendisine yardıma. Titanlar bebeği bulmuşlar Kuretlerin sakladığı mağarada. Ancak bebek Zagreus korkmuş dev Titanlardan ve mağaranın daracık dibine saklanmış. Titanlar bir ayna getirmeyi akıl etmişler mağaranın girişine. Zagreus kendi aksini görünce aynada, meraka kapılıp dışarı çıkmış. İşte o anda üzerine atılmışlar bebeciğin Titanlar ve onu paramparça edip etlerini yemişler. Geriye sadece kemikleri kalmış.
                    Bunu duyan Zeus öfkesinden deliye dönmüş ve şimşeklerini göndermiş Titanların üzerine. Oracıkta küle dönüşmüş Titanlar ve Zagreus'un kemikleri. Zaman geçmiş, yağmurlar yağmış. Yağmur suları çamura dönüştürmüş Zagreus ve Titanların küllerini.
                    Prometheus gelmiş sonra. ( Kendisi bir Titan olduğu halde, Zeus'a karşı savaşmayı kabul etmedikleri için kardeşi Epimetheus ile Prometheus, Tartaros'a gönderilmemiş, Zeus tarafından insanın yaratılışında görevlendirilmişlerdir.)
                    Prometheus, şekil vermiş bu çamura. İnsan bedenini yaratmış. O sırada oradan geçmekte olan tanrıça Athena, Prometheus'un eserine hayran kalmış ve çamura hayat üflemiş. İşte ilk insan böyle yaratılmış. Zagreus'un saflığı, temizliği, iyiliği ve güzelliği ile Titanların kötülüğü ve çirkinliğinin bir karışımı.
                    İnsanın içinde hem iyilik hem kötülük bulunması bundan olsa gerek...

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                      BAŞARI YOLUNDA 70 ALTIN KURAL

                      Başarmak, insanın maddi ve manevi kuvvetlerini bir hedefe doğru yöneltip hedefi elde etme sürecidir.

                      Etrafınıza, üç gün sonra bir daha hiç görmeyecekmiş gibi bakınız. Üç gün sonra bir daha hiç duymayacakmış gibi dinleyiniz sesleri... Belki o zaman her zaman bakıp da göremediğiniz, işitip de güzel bulmadığınız ne harikalarla karşılaşacaksınız. Belki o zaman sahip olduğunuz zenginlikler karşısında şaşırıp kalacaksınız.

                      Hayatınız bir duadır. Size dilinizle istediklerinizden çok hayatınızla istedikleriniz verilir. Hakkınızda bir karar verilebilmesi için dinlenecek tek meşru şahit hayatınız olacaktır. Eğer yeterince fedakarlık yapmamışsanız, hayatınızın şahitliği pek parlak olmayacaktır. Belki ağzını açıp bir-iki kelime bile etmeyecek, size boş gözlerle bakıp duracaktır.

                      Olabileceklere, “birşey olmaz” kadar, kötü bir başlangıç yoktur.

                      Her insan kötü bir alışkanlığa, “hürriyetimi kullanıyorum” ifadesi ile ayak basar. Her halde hürriyet uğruna insanın kendi kendini tıktığı daha karanlık bir zindan yoktur.

                      Durgun su çabuk kirlenir ve bozulur. Nice suyu bataklık haline getiren durgunluktur. Çalışmayan insanda durgun su gibidir. Kirlenir ve bozulur.

                      Sabah kaybettiğimiz bir saati, değil bir yıl, ömrümüz boyunca arasak bulamayız. Kaybettiğimiz saatler ne kadar çoksa eserimiz o kadar eksik olacaktır.

                      Dağlar ne kadar vakurdur. Onlar göklerden kar dilenmezler. İlk kar yinede onlara düşer.

                      Hayatta önemli olan mazeretler değil, neticelerdir.

                      İşimizin, amacımızın, fikrimizin isimsiz kahramanı olabilirsek, kahramanlığa isim olabiliriz. Hangi toplumun isimsiz kahramanı çoksa, o toplum diğerlerine üstün gelir.

                      Kırk yılını denizlerde geçiren bir kaptanın İspanya açıklarında başına gelenler herkesin ilgisini çeker. Hayatında bir defa gemiye binmemiş bir adamın anlattıkları ise, ne kadar ilgi çekici olursa olsun “vah vah” diyerek geçiştirilir.

                      Küçük ruhlardan gelen bükük harfler herkesi sıkar. Büyük ruhlardan gelen küçük harfler bile bizi bütün varlığımızla seferber eder.

                      Son derece iyi hazırlanmış, bilgi ve tecrübe yüklü bir konuşma, küçücük bir bilgi hatası yüzünden berbat olur. Dinleyenlerde, konuşmanın bütünü üzerinde tereddütler hasıl olur.

                      SIFIRA ÇARPARSANIZ SIFIRLANIRSINIZ

                      Başkalarının yanında yaptığınız taktirde ayıplanacak davranışları yalnız başınıza da kaldığınızda yapmamanız tesirli bir atmosfere sahip olmasını sağlar.

                      Güçlükleri göze alamayanların kolaylıklarla karşılaşması mümkün değildir. Güçlükleri göze alarak yola çıkanlar ise güçlüklerle beraber mutlaka kolaylıklarla da karşılaşırlar.

                      Doğrudur; her arayan bulamaz. Ama aramadan bulan hiç olmamıştır.

                      Her kötülükten sonra bir iyilik, her yanlıştan sonra bir doğru, kötülüğün ve yanlışın lekeleri içinde simsiyah olmamızı engeller.

                      Kuvveti arttıkça şefkati artmayan bir insan her an bir haksızlığa sebep olabilir.

                      Doğruyu görebilmemiz için doğruyu hissedebilmek, doğruyu hissedebilmek için de doğru yaşamak gerekir. Nasıl göze kaçmış bir çöp, rüzgarın kaldırıp gözümüze doldurduğu toz toprak, görme kabiliyetimizi etkiler, görüş mesafemizi kısaltırsa, kalbimize dolmuş toz ve toprak, kalbimize batmış bir çöpte kalp gözümüzün görüş kabiliyetini ve mesafesini etkiler. Kalp gözü perdelenmiş bir adam sapla samanı karıştırır, aka kara, karaya ak diyerek iddialara tutuşur.

                      HER SANİYENİZ GAYENİZE KİLİTLENMELİDİR

                      Doktor olan filozof Halle son vuruşuna kadar kendi nabzını saymıştı. Meslektaşına “dostum, nabız atmaz oldu” dedi ve öldü.

                      Büyük başarılar, her saniye, tesbit edilen gayeler için yaşanmakla elde edilebiliyor. Hayatımızın her saniyesi gayenizin rengi ile renklenmelidir, onunla dopdolu olmasısınız.

                      Kin ve onun kışkırttığı intikam hissi sadece yöneldiği kimseyi değil, hem onun etrafını hem sizin kendinizi ve hem de etrafınızı yakıp yıkar. Bu, öyle bir yaylım ateştir ki masum insanlarda isabet alır.

                      Affetmek, nefsin terbiyesi ve güçlü irade için verimli-etkili bir eğitim yoludur.

                      Kalbinizi hapishaneye döndürmeyin. Aksi halde size de bir başka kalpte bir hücre bulunabilir.

                      Çabuk affeden birisi olursanız her zaman yanınızda birilerini bulabilirsiniz.

                      Amerikalı gazeteci, Morgman, Rusların Hiyve üzerine yapacağı taarruzu görmek için Ceyhun nehrine ulaşmak ister. Rehberliğini Polat isimli bir Türk genci yapacaktır. Polat, kendisini Ceyhun kıyılarına ulaştırmak üzere Morgman'a söz verir. Fakat bu tehlikeli bir yolculuk olacaktır. Çünkü Rus generali Kovfman eline geçirdiği bütün Türkleri işkenceyle öldürmektedir. Gece ile gündüz arasındaki ısı farkının 30 dereceye çıktığı ortaasya steplerinde yapılan zorlu yolculuk sonunda Polat, Morgman'ı Ceyhun kıyılarına getirir. Polat'ın hayatı artık tehlikededir. Nitekim çok geçmeden Albay Ivanoff tarafından yakalanır ve General Kovfman'ın emri ile idam edileceği bildirilir. Morgman isyan eder. O sadece bana rehberlik yaptı der. Polat masumdur. Bu seyahat benim isteğim üzerine olmuştur. Polat, Morgman'ın kendisini kurtarmak için yaptığı mücadeleyi hayretle takip eder. Ve Morgman'ın yıllar sonra bize naklettiği şu sözleri söyler: Sizi buraya Allah'ın yardımı ile sağ salim getirmeye söz verdim. Sözler yerine getirilirken hayatada mal olabilir. Ama söz mukaddestir. Yerine getirilmesi için kanda verilebilir.

                      Söz bahsinde takınacağınız iki tavır vardır. İlki, olur olmaz söz vermemektir. İkincisi, söz verdikleri sonra mutlaka yerine getirmektir. Sözler cayılabilecekler, cayılamayacaklar diye ikiye ayrılmazlar. Söz sözdür.

                      Sabır, zamanı lehimize çevirme sanatının adıdır. İnsanın kendisini en çok kontrol ettiği, dış etkilerden en çok koruduğu andır sabırlı olduğu an. Yani, sabırlı olma hali tam bir şuur halidir.

                      Sabır, diğer kuvvetlerinde zinde tutulması için gerekli bir kuvvettir. Sabır olmazsa, diğer kuvvetler ziyan olabilir. Üstün çalışma gücüne sahip birisi, gerektiğinde sabırlı davranamazsa çalışma gücü ziyan olur gider. Demek ki sabır, diğer kuvvetlerimizin sevkinde önemli rol oynar. Bir bela karşısında gerekli olan sabır, bir başarı karşısında da gereklidir. Bela karşısında gösterilen sabır nasıl belanın sıkıntılarını azaltırsa, başarı karşısında gösterilen sabırda başarıyı artırır.

                      Büyük belalar büyük sabır gerektirir. Büyük bela karşısında büyük sabır gösterebilenler belayı büyük bir zafere dönüştürülebilir. Çünkü sabır, zorlu kapılar karşısında bir köşeye büzülmek değil, zorlu olduğu ölçüde kapıyı zorlamaktır.

                      Başakta, kızgın güneş altında yanabilme iradesi olmasaydı buğday veremezdi. Mevla'nın dediği gibi kuru bir kütük ışık saçmaya başlar. Kuru bir kütüğü ışık kaynağı haline getiren iradeden başka bir şey değildir.

                      Elinize beş kiloluk bir ağırlık alıp yürümeye başlarsanız ağırlığın gittikçe arttığını görürsünüz. Öyle bir an gelirki ağırlığı bırakmak mecburiyetinde kalırsınız. Tabi ki beş kilo yine beş kilodur. Azalan sizin gücünüzdür.

                      Usta kaptan, hiç tanımadığı bir limanada tehlikesizce girebilir. İskeleye yanaşabilir. Her insan bir limandır. Usta bir kaptan bekler.

                      İnsanlar ak kağıttır başlangıçta. Ona yazı yazarlar. Nice kalem oynar üzerinde. Kötü bir hatıra, bir ayrılık gününün derin hüznü, coşkun bir nasihat, bir arkadaştan yansıyanlar, anne-baba... ona binlerce kelime yazar. Bir insanda gece vardır gündüz vardır. Bahar vardır güz vardır. Göl vardır çöl vardır. Kolay değildir o ak kağıdı okumak... anlamak. Gecesine rastlarsanız gündüzü olmayacak zannetmeyin. Gündüzüne rastlarsanız gecesi olmayacak zannetmeyin.

                      Bir gördüğünüz insan vardır. Birde insanda göremedikleriniz. Dalında dipdiri duran bir gül için bahçıvanın ne emekler sarfettiğini bilemezsiniz. Yaprakları dökmüş boynunu bükmüş bir ağacı da hemen zavallı bellemeyin. Siz onun yaşadığı fırtınaları görmediniz ki...

                      İnsanlarda gördüğünüz birazda sizin bakmamızdır. Güzel bakanlar güzel görürler. Öyle insanlar vardık ki bakışları ile güzelleştirirler.

                      Çocuklar sözle değil, iyi davranış örnekleri ile terbiye edilirler. Çocukların unutamadıkları hatıralarının çoğu, büyüklerinin güzel sözlerinden ziyade güzel hareketleridir.

                      Şifa bulmaz üç kötürüm bir hastane odasında yatmaktadır. İlk gelenin yatağı pencere kenarındadır.

                      Oradaki ölünce ortadaki o yatağa geçer, kapının yanındaki ortaya, kapının yanına da yeni bir hastayı alırlar. Pencerenin yanına geçen hasta hergün gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başlar.

                      Karşıda ağaçlarla süslenmiş bir park vardır. Kuşlar dallarda oynaşmakta, çocuklar konuşmakta, çiçekler rüzgarla dalgalanmaktadır. Aynı saatte aynı insanlar parkın yanındaki yoldan geçmektedirler. Diğer iki hasta işlerine giden, evlerine dönen insanların değişmez hikayelerini dinleye dinleye onlarla adeta dost olurlar. Zaten parkın yanından gelip geçenlerin artık birer isimleri de olmuştur. Birgün ortada yatan hastanın aklına bir düşünce geldi. Pencerenin yanına geçerse o güzel manzarayı dinlemek yerine kendi gözleri ile görebilecekti. Bu düşünceyi günlerce kafasında geliştirdi. Nihayet bir gece pencere yanındaki hastaya kalp krizi gelince ortadaki hasta bütün gücü ile uzanıp şişeyi yere düşürdü ve kırdı. Sabah olunca pencere yanındaki hastayı ölü buldular. Onu alıp götürdüler. Ortadaki hastayı da pencere kenarına geçirdiler. O, “pencereden dışarı bakmak için hastabakıcıların çıkmasını beklemeliyim” diye düşündü. Yalnız kalınca başını daldırıp pencereden dışarıya baktı. Az ötede simsiyah bir duvardan başka birşey yoktu.

                      Konuşmaya başladığınız andan itibaren andan itibaren anlattıklarınız değil anlaşılanlar önemlidir.

                      Faydasız söz kalbi matlaştırır. Ruhun dengesini bozar. Daima endişeye sebep olur.

                      KİBİR EMEÐİ KİRLETİR.

                      Güneş gibi, durmanız gereken yerde durun. Ne fazla yaklaşıp yakın etrafınızı, ne de fazla uzaklaşıp buz kestirin...

                      Dağlar heybetli, denizler engin, çiçekler güzel, topak cömerttir. Fakat bunların hiç birinde kibir yoktur. Ne o dokunaklı sesi ile söyleyin duran gümüş nehirlerde, ne aceleci rüzgarlarda kibre rastlayamazsınız. Birbiri artısına yürüyen gecede ve gündüzde kibir olmadığı gibi dünyayı aydınlatan güneşte de kibirden eser yoktur.

                      İri dolu başaklar ne kadar mütevazidirler ki başları hep önlerindedir.

                      Kibir, insanın dehşetli bir unutkanlık halidir. Nereden geliş nereye gittiğini unutmasıdır.

                      Bedava havayı, bedava akciğerlere soluyan ve bu suretle yaşayabilen bir insanın, bu kadar bedava arasında övünmesinde bir mantıksızlık da vardır. İki gözü için bir dakika çabalamamış, bir kuruş ödememiş bir insanın gördükleriyle övünmesinde mantık var mıdır?

                      Her tezgahta halı dokunmaz. Halı dokunabilmesi için tezgahın bütün parçalarının tamam ve uyum içinde çalışıyor olması gerekir. Küçücük bir parçanın bile eksik olması halı dokunmasını engeller. En iyi ihtimalle ortaya defolu bir halı çıkar.

                      Ateşe dayanmayan toprak, tuğla olamaz. Öfke anında kendine hakim olan insan kazanır. Herşeyden önce kendini kazanır. İnsan, kendine hakim olduğu her anda kendini biraz daha güçlü hisseder. Evet, öfke gelir yüz sararır, öfke gider yüz kararır.

                      Bir meselenin iyice kavranması için o meseleye kuşbakışı bakılmalıdır. Havayolları karayolundan daha kısadır. Kavşakları, virajları, tünelleri, zaman kaybettirecek engebeleri yoktur. Öyleyse meseleler hava yolculuğu ile görülmelidir.

                      Nimetlerin külfetinden şikayet eden insanlar, emanete ihanet eden insanlar gibidir.

                      Kazancının az olduğu düşüncesi ile başka insanlara ve hayırlı teşebbüslere yardımı ertelemeyiniz. Zenginler bütün mallarını verseler, fakirler tek bir küpelerini, tek bir yüzüklerin vermeden bir savaş kazanılamaz.

                      Hz. Ayşe validemiz diyor ki:

                      Bir gün koyun kesmiş ve bir budunun dışında hepsini dağıtmıştık. Allah Rasulü:

                      - Koyunu ne yaptınız? Diye sorduğunda

                      - Ya Resulullah, dedim. Bütün koyunu muhtaçlara dağıttık. Bize sadece bir budu kaldı.

                      Allah Resulu'nün cevabı şudur:

                      - Ya Ayşe, demek ki bir buddan başka hepsi bize kaldı

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                        garip


                        ŞARTLI KOŞULLANMA TEZİ )

                        ABD'de Massachusetts İnstitute of Technology'de okuyan bir öğrencinin tanık olduğu bu öykü, bir tez çalışmasının nelere yol açacağını göstermesi açısından ilginç bir örnek oluşturuyor:
                        Bir lisansüstü ögrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine siyah-beyaz çizgili bir tişört giyerek Harvard futbol sahasına gider.

                        15 dakika boyunca sahayı bir uçtan diğer uca yürüyerek yerlere kuş yemi serper.

                        Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp öttürür. Yağmur, çamur demeden hergün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar.

                        Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi başlar. Harvard futbol takımının ilk maçı oynanacaktır.

                        Siyah-beyaz tişörtlü hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur.

                        Yüzlerce kuş sahaya hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir. Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.



                        BEYİN TIKACI
                        Bu ilginç öykü ABD' den Alexandra Donahue'nun arkadaşı Linda'nın başından geçiyor:

                        Arkansas'a akrabalarını ziyarete giden Linda, alışveriş için bir süpermarkete gider. Arabasını park ederken yanındaki park etmiş arabanın sürücü mahalinde oturan kadın dikkatini çeker.

                        Kadın ellerini başının arkasına kavuşturmuş, gözleri kapalı, kıpırdamadan durmaktadır. Linda, kadının durumunda bir tuhaflık sezer, ancak müdahale etmez. Alışverişini tamamlayıp, arabasına döndüğünde kadını hala aynı pozisyonda görünce dayanamayıp arabanın camına vurur:

                        "Iyi misiniz?".
                        Kadın cevap verir:
                        "Başımdan vuruldum. Beynim dışarı akmasın diye tutuyorum".

                        Bu cevap üzerine telaşlanan Linda, süpermarket yetkililerinden yardım ister. Ambulans çağrılır. Otomobilinin kapı kilidi kırılarak açılır ve kadın dışarı çıkartılır. Ancak büyük bir şaşkınlıkla kadının başının arkasında bir parça ekmek hamurunu sıkıca bastırarak tuttuğu görülür.

                        Sonunda olay anlaşılır.

                        Kadının marketten satın aldığı mayalı ekmek hamurunun poşeti, otomobilin içindeki sıcak havanın etkisiyle, tabanca sesine benzer bir sesle patlamış; hamur parçaları büyük bir hızla çevreye saçılmıştır.

                        Duydugu sesi tabanca sesi, başının arkasına yapışan hamuru kurşun deliğinden dışarı sızan beyni sanan kadın, Linda'nin gelişiyle sanal kâbustan kurtulur.



                        KIZARMIS HAYALET




                        Bu öykü Yeni Zelanda'dan Kay Martin' e ait: Akşam yemeğine arkadaşlarını çağıran Kay, yemekten önce küçük bir aperatif hazırlarken bir tavuğun acı acı bağırdığını duyar.

                        Sesin nereden geldigini merak eden Kay bahçeye çıkar. Bahçede bir şey göremez.

                        Ancak ses daha yakınlardan, hatta mutfaktan gelmektedir.

                        Giderek yükselen sesin kaynağını keşfettigi zaman tüyleri diken diken olur. Kızarmasi için fırına yerleştirdiği tavuktan çığlık çığlığa sesler gelmektedir. "O anda elim ayağım boşandı. Tavuğu canlı canlı pişiriyorum sandım. Korkudan az daha ölüyordum." diyor..
                        Tavuğun çığlıkları Kay'inkiler ile birleşince konuklar mutfaga üşüşür ve çığlıkların nedeni ortaya çıkar. Tavuğu fırından çıkartan konuklar, hayvan sogudukça seslerin kesildiğini fark ederler.

                        Yeni Zelandâ da tavuk çiftliklerinde hayvanlar, bizde olduğu gibi boynu kesilerek öldürülmez.
                        Kay'in akşam yemeği için hazırladığı tavuğun ses telleri kesilmediği için tavuğun karnında biriken buhar, hayvanın boğazından geçerken büyük bir basınçla ses tellerini harekete geçirmiştir.

                        Bu olaydan sonra, tahmin edebileceginiz gibi, Kay bir daha evinde tavuk pişirmez.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                          Ankara gemisi

                          Japonların Pearl Harbor baskını sırasında ABD gemileri arasında batmayan tek gemi, Japonların üzerinde kızıl haç işareti olduğu için batırmadığı ilkyardım gemisiymiş. ABD için savaş tarihinin en büyük facialarından birinden sağ kurtulan bu gemi, Pearl Harbor'da başarı gösteren tüm askerlere verilen madalyaların üzerine işlenecek kadar önemliymiş.

                          Kaderin garip cilvesi sonucu, Pearl Harbor'un simge gemisi çok geçmeden eski önemini yitirmiş ve satılmış. Hem de Türkiye'ye.

                          Türkiye bu gemiye Ankara adını vermiş. Ankara gemisi Türkiye'ye uzun yıllar hizmet etmiş. Yıllar sonra artık çok eskidiği için jilet yapılmak üzere İzmir'e gönderilmiş. O zamanlarda Haliç Tersanesi'nde bir çeşme inşaatı varmış. Deniz Komutanlığı piyasadaki fiyatları yüksek bulduğu için tüm birimlerinde çeşmenin çatısının üstünü kaplamak için kurşun arıyormuş. İzmir'den Ankara gemisinde kurşuna benzer bir maddeye rastlandığına dair bir haber gelmiş. Haliç Tersanesi Komutanlığı, gemilerde kurşun kullanılmadığı gerekçesiyle bu haberi dikkate almamış. Çünkü yıllar içinde Ankara Gemisi'nin Pearl Harbor'ın ünlü ilkyardım gemisi olduğu unutulmuş.

                          Tesadüf eseri yaşlı bir astsubay İzmir Tersanesi'nden gelen mesajı görmese, gerçek ortaya çıkmayacakmış. Yaşlı kurt hemmen komutanlarına Ankara Gemisi'nin gerçek kimliğini bildirmiş. Uzman ekip Haliç Tersanesi'nden yola koyulmuş. Gemide yapılan incelemede bir kamaranın cephe duvarlarının yekpare kurşun olduğu anlaşılmış. Meğerse bu kamara ilkyardım gemisinin röntgen odasıymış. Böylece Japon saldırısından kurtulan tek geminin macerası Pearl Harbor'da başlayıp, Haliç Tersanesi Çeşmesi'nde son bulmuş

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                            Yüz Yılların çözemedigi Dahi

                            Yüz Yılların çözemedigi Dahi Bir kaç yıl önce, Süleymaniye Cami'nin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya
                            kaldığı anlaşılmış. Eğer çözüm bulunamazsa, koca cami kısa bir zaman içinde
                            yıkılacakmış. Caminin tüm taşıyıcı yükü kemerlerindeymiş. Bu kemerlerin
                            ortalarında bulunan kilit taşları zamanla aşınmış ama elde yazılı bir proje
                            olmadığı için nasıl değiştirileceği de bilinmiyormuş.
                            >Hemen Türkiye'nin en yetkin mühendis ve mimarlarından oluşan bir heyet
                            oluşturulmuş. Ortaya bir sürü fikir atılmış. Her kafadan bir ses çıkmış ama
                            sonuç alınamamış. Tartışmalar sürerken caminin içinde büyük bir karmaşa
                            sürüyormuş. Ülkenin çeşitli bilim kuruluşlarından bir sürü mimar, mühendis
                            kemerleri inceliyormuş.
                            >Bu adamlardan biri ortalarda dolanırken, kazara, gizli bir bölme bulmuş.
                            Bölmede, üzerinde eski yazı olan bir not varmış. Uzmanlara inceletilen kağıdın
                            orijinal olduğu belgelenmiş. Bu kağıt parçası bizzat Mimar Sinan'ın imzasını
                            taşıyan bir mektupmuş. Mektupta yazılanlar tercüme ettirilince ortaya şöyle bir
                            metin çıkmış:
                            >'Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl
                            değiştirileceğini bilmiyorsunuz.' Koca Sinan, kademe kademe, kilit taşının nasıl
                            değiştirileceğini anlatıyormuş. Bu oyuk içinde yer alan bir şişe ve şişe
                            içindeki notta şöyle bir şey yazıyormuş: 'Her kim bu taş eskidiğinde yenisiyle
                            değiştirmek isterse; eski taşın yerine takılacak yeni kilit taşının iki
                            tarafından yağlı iple taşı bir taraftan sokup öteki taraftan çeksin ve sonra
                            ipin dışarıda kalan kısımlarını kessin' Heyet Sinan'ın söylediklerini aynen
                            yapmış. Süleymaniye Camisi böylelikle kurtarılmış. Bu not halen Topkapı
                            Sarayı'nda saklanıyor...
                            >
                            >Mimar Sinan 2
                            >Hem okuyalım hem bilgilenelim.
                            >1950-60 arası bir tarihte Japonya?dan gelen inşaat mühendisi, mimar ve
                            jeofizikçilerden oluşan bir ekip yetkili mercilerden gerekli izinleri alarak
                            ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofyayı, Yerebatan Sarnıcını
                            falan gezdikten sonra sıra Mimar Sinan?ın kalfalık eseri Süleymaniye Camisi'yle
                            Sinan'ın öğrencisi Mimar Davut Ağa'nın eseri Sultanahmet Camisi'ne gelmiş.
                            Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün
                            şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin
                            gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. Ama bunca yıl, bu camilerde
                            bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler.
                            >Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami
                            üzerine yoğunlaşmışlar. Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı
                            sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini, aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan
                            kurtulabildiği ortaya çıkmış.
                            >Minareleri incelediklerinde ise şaşkınlıkları ikiye katlanmış. Minarelerin çok
                            daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne
                            yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.
                            >Daha derin araştırma yapmak için Edirne'ye, Sinan'ın ustalık eseri Selimiye
                            Camisi'ne gitmişler. Oradaki olağanüstü sistemleri görünce iyice dumur olmuşlar.
                            Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya'ya
                            döndüklerinde ise Sinan'ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan'ın
                            kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani şu an gelişmiş
                            ülkelerin gökdelen yapımında kullanılan çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinan'ın
                            geliştirdiği mekanizmalarmış...
                            >
                            >Bir gün Selimiye Camii'ne girenler, kubbenin altında bir Japon'un ayaklarını
                            kıbleye doğru uzatmış sırt üstü yattığını görmüşler. Tabii hemen Japon'u,
                            'Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre
                            saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun' diyerek uyarmışlar.
                            >Ancak, Japon trans vaziyetteymiş, gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle
                            sayıklıyormuş: 'Bu imkansız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe varolamaz.
                            Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik
                            kurallarına aykırı. Bu imkansız, orada hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok...'
                            >
                            >Selimiye Camisi?nin zemini gevşek toprakmış. Bu nedenle minarelerinin zamanla
                            veya olası bir depremle yıkılacağı fark edilmiş. Uluslararası bir grup bilim
                            adamı toplanmışlar. Nasıl kurtarırız bu tarihi minareleri diye kafa kafaya
                            vermişler. Sonuçta en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin
                            temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar vermişler. Minarelerin
                            temellerini açınca, koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaşmışlar.
                            Mimar Sinan bilmem kaç yüzyıl önce ayni şeyi düşünmüş meğerse...
                            >
                            > Mimar Sinan'ın Selimiye Camii'nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13
                            bilinmeyenli bir denklemi, matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci
                            bir işlem yaratarak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların
                            yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür. Almanlar aynı
                            sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar. Mimar Sinan bu sistemi 2
                            metre çapındakı minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadır.
                            Almanların dehası ise, o çirkin metal yığınına Selimiye'den fazla turist
                            çekebilmeleridir..

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                              Pompalıyla UFO kovaladı

                              UFO bu kez Aydın'da ortaya çıktı. Söke'ye bağlı Doğanbey Köyü'nde kasaplık yapan Hasan Kartal, gökyüzünden inmeye çalışan ışıltılı bir uzay aracı gördüğünü iddia etti. Meçhul cismi 15 dakika izleyen Kartal, pompalı tüfekle bahçesine inmeye çalışan UFO'yu kovaladığını öne sürdü. Kartal, "Fotoğraf makinem olsaydı bana inanırdınız" dedi.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: dünyada görülen İLGİNÇ OLAYLAR ve haberler

                                Kanada'yı ayağa kaldıran kaza

                                Kanada'nın Ouebec kentinde bir ilköğretim okulu öğrencisinin ölümüyle sonuçlanan trafik kazasının trafik kamerasına yansıyan saniye saniye görüntüleri izleyenlerin adeta kanını donduracak.

                                Kavşak noktasında meydana gelen kazada, kırmızı ışık ihlali yapan bir sürücünün kullandığı otomobil, o sırada geçiş hakkı olan otomobile hızla çarpıyor. Çarpmanın şiddetiyle ters dönerek takla atan otomobil, bu sırada okuldan evine dönen 11 yaşındaki Clark Stevens adlı çocuğa çarpıyor. Kazayı farkedince koşarak kaçmaya çalışan talihsiz çocuk, otomobilin altında kalmaktan kurtulamıyor ve olay yerinde feci şekilde can veriyor. Kazaya neden olan trafik magandası ve çarptığı araçtaki sürücü ise kazayı yaralı olarak atlattılar. Okuldan evine giderken bir sürücünün akılalamaz hatası nedeniyle son nefesini veren talihsiz Clark'ın ölümü haberi ekranlardan izleyen milyonlarca Kanadalıyı gözyaşlarına boğdu. Şimdi merak edilen ise kazaya neden olan sürücünün tedavisi ardından çıkarılacağı mahkemede alacağı cezanın ne olacağı.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor