Sıradışı savcı Gültekin Avcı konuştu

Kapat
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • baymarti
    Member
    • 12-05-2005
    • 944

    Sıradışı savcı Gültekin Avcı konuştu

    Sıradışı savcı Gültekin Avcı konuştu
    Doğu'nun İtilası adlı kitabıyla gündeme gelen ve "Şemdinli kanser gibi, hepimizi yiyor" diyerek atamasına tepki gösteren sıradışı Savcı Gültekin Avcı Haber7'ye konuştu:

    UZMAN CAHİL DEÐİLİM
    Görev yapan bir hukukçusunuz ama Türkiye’nin ve Dünyanın yaşadığı siyasal sorunlarla da yakından ilgileniyorsunuz nerden geliyor bu ilgi?
    Kendimi bildim bileli dünyayı yakından takip ettiğimi, ülke meselelerine karşı fevkalade duyarlı olduğumu, disiplinli ve günde takriben 250-350 sayfa arası kitap okuduğumu bilirim. Bu benim için bir yaşam standardı halindedir.
    Kendi çağını kavramaktan aciz olan, dünyada cereyan eden olaylara ve ülke meselelerine bigane kalan kişilerin bir süre sonra yaşadığı çağla irtibatlarının kesileceği ve istikbali yakalayamayacağı bir vakadır. Bendeki tecessüs, aktüaliteyi kitap kültürü ve alt yapısı olmadan köşelerinde topluma bir şeyler empoze etmeye çalışan kitabi birikim yoksunu yapay kalemşörlerden öte bir olgudur. Filistin’de atılan bombalar, kaybolan canlar, Çeçenistan’da kaybedilen Dudayev’ler, Basayev’ler ve Mashadov’lar, Bosna’da akan soydaş ve Müslüman kanları benim kanım, benim canım ve benim ızdıraplarımdır. Bunlar beni her daim yaptığım iş olan hukuk ve savcılıktan fevkalade fazla ve heyecanla ilgilendirmiştir. Bu duygu ve inançlarla insan olduğumu ve yaşadığımı hissediyorum.
    Şükürler olsun ki ben, çoğunlukla olduğu gibi, hukuktan başka alem ve maveraya ilgi ve temayülü olmayan uzman cahillerden (ignoramus), bir kısım köksüz ve nasipsizlerden değilim. Savcı olmasaydım kendimin çoğunlukla Çeçenistan veya Filistin’de çalışma ve mücadele içerisinde olacağımı düşünmüşümdür. Kendimde şükür ki dava adamı olma ve ızdıraba düçar bir dimağ olma istidadı görüyorum. Dedim ya bizim damarlarımızda üç kıtanın ırmakları akar. Benim vatan anlayışım Misak-i Milli sınırlarını oldum olası aşmıştır. Hal böyle olunca dünyadaki gelişme ve bölgenizdeki değişmeleri yakından izlemek zorundasınızdır.
    Dostoyevski bir askeri mühendisti ama insan psikolojisinin dehlizlerini onun kadar derin kimse tarayamadı. Balzac sıradan bir hukukçuydu ama çağının Fransasını ve görünüşünü onun kadar kimse gözler önüne seremedi. Charles Dickens yazdığı romanlarıyla İngiltere’de hukuk sisteminin değişmesini tetikledi. Hikaye tarihinin duayeni Çehov bir tıp doktoruydu ama kimsenin onun gibi bir Vanya Dayı’sı olmadı. Evet, entellektüel olmak, engin bir tecessüs ve çağları kavramayı gerektirir.

    ALLAH'TAN BAŞKA KİMSEDEN KORKMAM

    Sıra dışı şeyler yazıyorsunuz. Bu yazdıklarınız başınıza bir şeyler getirmesin.
    Hakikat istikametinde verilen mücadelelerde canımız hedef alınırsa canımız, mesleğimiz hedef alınırsa mesleğimiz, prestijimiz hedef alınırsa prestijimiz bu uğurda feda olsun. Allah’tan başka hiçbir güçten korkmamak şiar ve düsturumuzdur. Türkiye için ne doğruysa ve neyi ifade etmek gerekiyorsa dilimiz hep onları söyleyecek, dimağımız hep vatana esasen kimlerin ihanet ettiği, istikbalimizi kimlerin kararttığı meseleleriyle iştigal edecektir. Bir ızdıraplı Savcı olarak sözlerim ve tespitlerimin ülkem ve milletim için önemli olduğunu düşünüyorum.
    KİTAP YAZDIM ÇÜNKÜ...
    Büyük Ortadoğu Projesinin kapsamı ve içeriği merkezli 'Doğu’nun İstilası -Medeniyetler Savaşına Doğru ' İsimli bu kitabınız -birey yayınları- çok iddialı şeyler söylüyorsunuz. Bu kitabı neden yazdınız ?
    Unutmamak gerekir ki, 11 Eylül saldırıları hakkında medya organları tarafından dünya kamuoyu kafi derecede aydınlatılmamış ve dezenformatik bir çizgi takip edilmiştir. 11 Eylül hadisesi, ABD derin devletinin kuvvetle muhtemel olarak İsrail istihbarat servisi MOSSAD ile birlikte koordineli olarak gerçekleştirdiği bir operasyondur ve ABD halkı için ikinci bir Pearl Harbour baskını işlevini görmüş, ABD halkı uluslararası terörist odakların yok edilmesi bahanesi altında dünya çapında savaş ve çatışmalara ikna edilmiştir.
    Bu mülahazalarla şunu söyleyelim ki, birilerinin dünyayı yeniden yapılandırmakta olduğu ve bu yeni düzen için araç olarak terörü kullandığı açıktır ama terörü kullanan figürlerle, dünyayı şekillendiren güç odaklarının aynı olup olmadığı tereddütlüdür. Ama şu kesindir ki, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağından kimsenin şüphesi bulunmamalıdır.
    Batı medeniyetinin aktif motor gücü konumundaki ABD’nin dünya üzerindeki emperyal hakimiyetini devam ettirmesi konusunda Türkiye bir köşe taşı konumundadır. Ve fevkalade etkili bir mecra üzerindedir. ABD, ulusal güvenlik ve ekonomik dengesini ve hayat standartlarının yüksekliğini, dünya üzerindeki egemenliğini devam ettirdiği sürece sağlayabilecektir. Yani burada ABD için küresel egemenlik, hissi bir tatminden de öte olarak bir ihtiyaç mahiyetini taşımaktadır. Yine bunun yanında AB, ekonomik bir birliktelikten öte küresel bir siyasal ve askeri güç olmak da istiyorsa, refah düzeyini artırmak amacını güdüyorsa, Orta Asya ve Ortadoğu’ya hakim olmak durumundadır. Rusya’nın eski süper güç olduğu günlere kavuşması ise bu bölgelerde ABD’yi saf dışı edip onun yerini almasını gerektirmektedir. Bunlar da nihai olarak şöyle cereyan edebilecektir: Egemenlik peşinde koşan güçlerin sürekli mücadelesi. Veya Omsalı şeklindeki bir oluşumun bu bölgelerdeki boşluğu doldurmasıdır.
    Kanaatim odur ki, bu bölgelerde Osmanlı kökünden sökülmemiş olup, her an filiz vermesi mümkündür. ABD karşıtı güçler, İslam dünyasında etkili durumdadır ve bu sahada bir bütünlük ve ittifak sağlanır, tüm Müslümanlar ABD karşıtı cephelerde yer alırlarsa ciddi bir karşıt küresel aktör olarak meydana çıkacaklardır. İşte bu bölünme noktasında Türkiye yaptığı seçimiyle hem İslam coğrafyasının kaderini ve hem de kendi kaderini tayin edecektir.
    Evet, yakın bir zamanda sıcak çatışmaların yoğunlaştığı bir hengamede Türkiye, Doğu ve batı kapıları karşısına gelecektir. Ümidimiz odur ki, bürokrasinin ve medyanın ağırlığı yanlış bir kapıyı işaret etse de, aziz milletimiz kendine has doğulu irfanıyla doğru kapıyı çalmasını bilecektir.
    HAÇLI SEFERLERİNİ BAŞLATTILAR
    Kitapta iddia ettiğiniz gibi çevremiz gerçekten bir ateş çemberi ile sarılmış mıdır?
    Hepimizin kabul ettiği gibi, yeni dünya düzeni için bir milat sayılabilecek 11 Eylül 2001 tarihinde, yıllardan beri planlanmakta olan Büyük Ortadoğu Projesinin, belki bir başka deyişle Büyük İsrail Projesi ve Doğu’nun istilasının düğmesine basılmıştır. Arap teröristler tarafından kaçırıldığı söylenen 4 uçaktan ikisinin Dünya Ticaret Merkezinin ikiz kulelerini, bir diğerinin ise Pentagon’u vurduğu ifade edildi. Dünyanın en büyük gücü evinde vurulmuştu. Hem de istihbaratın ve teknolojinin ekolü sayılan bu ülke, zikredilen konularda hiçbir iddiası olmayan kişilerin saldırısına uğramıştı. Ama unutmadan söylemek gerekir ki, terörist eylemler, asgari olarak bir devletin ve onun istihbarat servisinin desteği olmadan yapılamaz. Evet, bir ülke, savaş gibi maliyet ve harcaması yüksek ve sonuçları risk arzeden bir yola başvurmadan önce bir ara çözüm ve kademe olarak terörist eylemleri kullanır. İşte ABD derin devlet aktörleri, bu saldırıları bir fırsat bilip bahane ederek, “Kutsal Haçlı Seferlerini”, “Medeniyetler Savaşını” ve “Büyük İsrail Projesini” başlattılar. Doğu ve Batı’nın kaçınılmaz mücadelesi başlamaktadır.
    Evvela Afganistan ve akabinde Irak, uluslararası terör odakları ve vurulması gereken hedefler olarak tespit edilip istila edildi. Yüz binlerce masum insan, terör yaftası adı altında öldürüldü. Bir o kadar kişi işkenceye tabi tutuldu ve kadınlara tecavüz edildi. Adeta insan hakları ve uluslararası hukuk rafa kaldırılmış, bu kurumların hükümleri yok sayılıyordu. Ve dünya yeni dünya düzeninin nasıl bir sistematik planlama ile hayata geçirileceğini gözler önünde ve hiçbir tereddüde mahal bırakmadan seyrediyordu. Anglo Sakson medeniyetinin ne denli bir “tek dişi kalmış canavar” olduğunu ve yüzyıllara rağmen asla değişmediğini birlikte gördük. İşte bu medeniyet yani Batı medeniyetinin motoru olan Anglo Saksonlar, Büyük Ortadoğu Projesinin hayata geçirilmesiyle birlikte İran ve Suriye’yi de istila etme amacındadırlar.
    Tabii ki bu kuşatma tamamlandıktan sonra sıra kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’ye gelmektedir. Bu konuda kimsenin bir tereddüdü bulunmamalıdır.
    BÜROKRASİYE KARANLIK GÜÇLER HAKİM
    Peki Türkiye’yi idare edenler bu olup bitenleri bilmeyecek kadar gaflet içinde midirler?
    Ülkemizi idare eden ve ülkemizde hakim fiili güç durumundaki siyasi ve bürokratik elitler içinde dahi kitabımızda zikrettiğimiz karanlık odakların uzantısı mevcut olduğu gibi, medya yelpazesi bile ekseriyetle yeni dünya düzeni yapılanmalarına paralel bir anlayış takip etmektedir.
    Türkiye bir doğu-İslam medeniyetidir.Bu konuda bir taktım bürokratların fevkalade sapkınca teşhis ve söylemleri bulunsa da zaman bunun doğru olduğunu gösterecek, ama gerçeğin ortaya çıkması fevkalade sancılı ve ızdıraplı olacaktır. Evet, kabul etmek gerekir ki, bu millet çok acılar çekecek ve çok gözyaşı dökecektir. Ama neticede aslını bulacaktır.
    Yapılması gereken, kitapta belirttiğimiz derin oluşumların haritasını çıkarıp milletçe bu derin dünya projelerine karşı tedbirlerimizi almak ve asgari müşterekleri ön plana çıkarmaktır.Bu ülkenin bürokratları medeniyetler savaşının gün gibi bir gerçek olduğunu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Aziz milletimiz bu mücadele çizgisinde kendi kaderini kendisi çizecektir.
    İSTİKRARSIZLAŞTIRMA PLANI DEVREDE
    Birey yayınlarından çıkan Karanlık kitabınızda öne sürdüğünüz bazı tahminler gerçekleşti. Örneğin Danıştay olaylarından sonra dediniz ki benzer olaylar yaşanacak. İstanbul’da İsmailağa cemaatinin önemli bir ismi öldürüldü. Diyarbakır’da bombalar patladı son olarak Iğdır. Türkiye’de neler oluyor ?
    Şiddetin ve seçilmiş terörist eylemlerin artarak devam edeceğini ifade etmiştim. Zikrettiğiniz gelişmelere bakıldığında haklılığımız gün gibi ortadadır. Diyarbakır hadisesini sıradan bir adli vaka olarak tespit etsek bile diğer eylemlerin seçilmiş eylemler olduğu, özel harp tekniklerinden destabilizasyon (istikrarsızlaştırma) olduğu, bilhassa İsmailağa hadisesi ile sivil iktidarın yıpratılması, askeri mülahazaların ön plana geçirilmesi gereken bir 28 Şubat zeminine hazırlık yapıldığı, TSK’nin cereyan eden eylemleri bir müdahale sebebi olarak kullanabileceği, halen ne idüğü belirsiz bir kavram olmaktan öte geçmeyen -irtica- yaygaralarının ve müdahale yardakçılığının zirvede olduğu bir dönemden geçiyoruz.
    TSK, soğukkanlı olmalı, demokratikleşme çabası içinde olan bir ülkede bulunduğunu bilmeli ve sükunetini bozmamalıdır. Tüm bunlara rağmen şunu da ifade etmek isterim ki, ülkemizde her an bir askeri müdahale yaşanabilir. Bu ise TSK’nin prestijini dibe vurdurup milletle arasını açacaktır. Böylelikle ordusu yıpranmış bir ülkenin ise istikbalinin parlak olması mümkün değildir. Ordu irade-i milliyeyi karşısına almaktan hassasiyetle kaçınmalı ve gelişigüzel demeçlerle demokratikleşme sürecini yaralamamalıdır. Çünkü oynanmak üzere hazırlanan senaryo budur. Ama TSK’nin böyle planlamalara itibar etmemesi ve sivil otoritenin emrinde olduğunu tüm gelişmelere rağmen açıkça ifade etmesi gerekmektedir.
    Yüzyılımıza hukuksuzluğun en çok yaşandığı ve hukuka en fazla ihtiyaç duyulan bir yüzyıl olarak yorumlasak abartmış mı oluruz?
    İsabetli bir teşhis. Hakikatte de yaşadığımız yüzyıl her manada hukuksuzluğun, zulmün ve ızdırapların kol gezdiği bir zaman kesiti. Şimdilerde hukuku ve insani değerlerin kıstaslarını koyan bir tek kutup olarak ABD mevcuttur. Ve dünyanın her tarafına kendi insaniyetsizliğini, kendi terörünü ve kendi tanımladığı Pax-Americana (Amerikan barışı)yı götürmekte ve bu yolda her şeyini seferber etmektedir. Küreselleşme ise yeni dünya düzeninin teorik alt yapısını teşkil etmektedir.
    Üçüncü dünya ülkeleri ve ABD’ye göre demokratikleşmesini tamamlamamış ülkeler ise ABD tarafından empoze edilen proje ve değişimleri yaşamak zorunda bırakılmaktadırlar. ABD tek süper güç görünümüyle uluslararası hukuk ve dış politikaya pek ihtiyaç hissetmemektedir.
    Ülkemiz açısından ise bir militarist cumhuriyet görüntüsü mevcut olmakla, askeri mihrakların izin verdiği ölçüde adaletin tecelli edebilmesi söz konusudur. Güç askerdedir ve bu kaba kuvvet hukukun işlerliğini de felç etmiş durumdadır.
    Kendinizi nasıl yetiştiriyorsunuz, hem resmi göreviniz var hem de bu kadar olup biteni takip etmek ciddi bir iş olsa gerek.
    Bu bir yaşam tarzı…Resmi görevimden arta kalan tüm zamanımı yıllar boyunca ve şimdilerde de kitaplar ve siyasal gelişmeler doldurmuş durumdadır.Ayrıca bir Savcı olarak Türk bürokrasisini ve askeri görüntüsünü yıllar boyu bizzat müşahade etmiş birisiyim.Bu görüngünün sebep olduğu yıkım ve hastalıkları da iyi teşhis etmiş ve yaşamış bir bürokrat pozisyonundayım.
    Şunu katiyetle ifade etmeliyim ki, okumayan insan çağının gerisinde kalır. Üniversiteler ve diplomalar insanlara sadece bir meslek ve belki bir maişet kapısı verirler. Ama irfan ve entellektüel birikim veremezler. Bu itibarla çağının elitlerini okumayan bir profesörün de, kendisini yetiştirmemiş bir ilkokul mezunundan hiçbir farkı yoktur. Bilginin efendisi olabilmek için okumanın uşağı olmak şarttır.
    Yazdıklarınızdan dolayı kimlerden tepki kimlerden destek geliyor?
    Yazdıklarım şu ana kadar devlet bürokrasisi ile ilgili olmakla; körü körüne asker yardakçılığı yapan çevrelerden fevkalade ağır tenkit ve tehditlere maruz kalıyorum.Bu çevreler aynı zamanda darbe çığırtkanlığı yapan ve müdahaleci psikolojiye sahip generalleri, tapılacak birer Savaş Tanrısı olarak gören kesimlerdir. Laikliliğin ne demek olduğundan bihaber olan ve laikliği İslam’la (dinle) mücadelede bir yöntem olarak gören çevrelerdir. Bu militarist, milletten kopuk ve “laikçi (!)”kesimlerin dışında demokrat ve antimilitarist çevrelerden ve yurdun hakim ekseriyetinden tebrik telefonları ve mektupları aldım. Aziz milletimizin “her kurumun haddini bilmesi gerektiği” yolundaki kararlılığını gördüm. Milli iradenin tamamen yanımda olduğunu hissettim.
    Kim ne derse desin, bu milleti milli irade yönetecektir ve buna da kimse engel olamayacaktır.Aziz Türk milleti oy pusulalarında kime teveccüh gösteriyorsa milletin patronluğunu bunlar yapacaktır. Demokrasi sivillerin üstünlüğüne dayanır.
    Karanlık ilişkileri yazmak ciddi bir cesaret. Yazdıklarınızdan dolayı zarar göreceğiniz birileri olur mu dersiniz?
    Ölüm tehditleri bolca mevcut.. Telefonlar ve mektuplar... Ama Allah’tan başka hiçbir kişi ve kurumdan korkmayan bir serdengeçti olarak, gerçekleri yalın bir şekilde ifade etmeyi ve doğrunun keskin kılıcı olmayı kendim için bir görev biliyorum, yani belki durumdan vazife çıkartıyorum ama anti demokratça değil, insanca ve milletçe…
    İrade-i Milliye hakim olsun da, varsın Gültekin Avcı feda olsun. Canımız bu vatana ve İstiklal marşı ruhaniyetine binlerce kere fedadır.
    Tayininiz Kars’a çıktı. Nedir meselenin özü?
    Tayinimizin bizim bu konuda hiçbir talebimiz ve bilgimiz olmadan Kars Ağır Ceza Mahkemesi üyeliğine çıktığı malumlarınızdır. Görülen odur ki; Şemdinli ve demokratikleşme sürecinde asker sendromu adeta tüm kamu bürokratlarını (Ferhat Sarıkaya, Sabri Uzun, Van Başsavcısı…) lanetine maruz bırakmıştır. Bu kararname adeta Genelkurmay başkanı tarafından imzalanmış gibidir.
    Benim konuya yönelik yazdığım kitaplar ve kitaplar müvacehesinde yaptığım açıklamalar, Savaş Tanrılarını çok kızdırmış olmalı…Evet, aziz Türk milletinin aklından çıkarmaması gereken nokta şudur ki; Savaş Tanrısı aslında demokratik bir hukuk devleti istemiyor. Ülkeyi daha da militarize bir duruma getirmeye çalışıyor. Sivilleri ciddiye alınmayacak unsurlar olarak görüyor. AB ve ABD gibi muasır medeniyet seviyesini çoktan geçmiş milletlerin hukuk standardını ve askerlerindeki sivil otoriteye bağlılığı ülkemiz için çok görüyor.
    Şunu söylemek isterim, bari açıkça muhtıra veya müdahaleyle çok istedikleri ülke yönetimini tam manasıyla ellerine alsınlar da biz de rahatlayalım, onlar da…bu son kararnamede militer odakların yargı üzerindeki hakimiyeti tam manasıyla tescil edilmiştir. Van başsavcısı kanaatimize göre ödüllendirilip çok büyük bir vilayetin başsavcılığına veya merkezde önemli bir göreve getirilmesi gerekirdi. 15 senelik bir savcıyı hakim yapmak, hem bu kişinin tayin olduğu yerdeki halkı ve hem de yetişmiş bir savcıyı harcamak suretiyle adli mekanizmayı rencide eden bir tutumdur.
    Görülen o ki; yargı camiasında 28 Şubat brifinglerine aşık ve alışık olan, böyle müdahaleleri hayatının bir saygı düsturu haline getiren, yargısal onurun nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğinden habersiz olan, askeri teamülleri kendi teamülü ve kanunu bilen, hatta kendi şahsiyetinden bile ön planda tutan yüzlerce silüet vardır.
    Ama haysiyetli direnişimiz ve demokratikleşme mücadelemiz sürecek. Bu hal adeta bir intifada gibi devam edecek. Militarist silüetler ve bürokratlar, hiçbir zaman siyah birer gölge olmaktan öteye geçemeyecek. Karanlık geceler bir gün aydınlık yarınları doğuracak. Birgün tüm bürokratik kesimler, haddinin neresi olduğunu bilecek. Ve hadlerini zorlayamayacaklar. Çünkü beton gibi milli iradeye çarpıp yerle bir olacaklar. Kaçınılmaz son budur...
    Kitapla ilgili detaylı bilgiler buradan edinilebilir
İşlem Yapılıyor