Sağlık ile ilgili her konu

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

    Yetişkin bir insan günde yaklaşık 25 bin kez nefes alıp verir.

    Peki hiç düşündünüz mü neden nefes alıyoruz?

    İnsan vücudunda yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Bu hücreler karbon bileşiklerini yakarak vücut için gereken enerjiyi elde ederler. Bu işlem sırasında da karbondioksit ortaya çıkar. Karbondioksit ise vücuttan mutlaka atılması gereken bir maddedir. İşte bu aşamada nefes alıp vermenin önemi ve gerekliliği devreye girer, çünkü karbondioksiti vücuttan atmak için nefes alıp vermeye ihtiyacımız vardır.

    Karbondioksit nefes alıp verme yoluyla atılırken kusursuz yaratılışın birçok örneği sergilenir. Havayı soluduğumuz anda akciğerlerimizdeki milyonlarca küçük odacığın oksijenle dolması bunlardan biridir. Bu odacıkların duvarlarını kaplayan kılcal damarlar oksijeni önce kalbe, sonra da vücudun her tarafına taşırlar. Kılcal damarlar oksijeni içeri alırken karbondioksiti bırakırlar. Bir saniyeden bile daha kısa bir sürede olup biten bu işlemle birlikte içimize çektiğimiz oksijenli havayı karbondioksitli olarak dışarı veririz.

    Hiç kuşkusuz buradaki önemli detaylardan biri, akciğerlerimizde milyonlarca odacığın bulunmasıdır. Bu odacıklar oksijen alıp karbondioksiti verme işlemini son derece kolay ve zahmetsiz bir hale getirmektedir. Nitekim akciğerlerin hava ile temas ettiği alan olağanüstü büyük olmasına rağmen, küçük odacıklar sayesinde bu geniş alan sıkıştırılmış bir hal almakta ve bu da oksijen solunumunu arttırmaktadır. İşte tam bu noktada şu soru akla geliyor: Hava bu kadar dar kanalların içinde nasıl rahatça hareket edebilmektedir? Hiç şüphe yok bu sorunun cevabı da bir başka yaratılış örneğini gözler önüne seriyor:

    Olağanüstü dar olmalarına rağmen hava bu kanallarda hareket edebiliyor, çünkü havanın yoğunluğu, basıncı ve akışkanlığı bu şartlarda bile kolaylıkla hareket edebilecek değerlere sahip.

    Bizler nefes alıp verdiğimizde kanımızdaki oksijen ve karbondioksit miktarı hep belirli bir oranda kalıyor. Eğer bu oranda bir değişiklik meydana gelirse solunum merkezindeki hücreler hemen harekete geçiyor ve bozulan değerler hassas ayarlamalarla tekrar dengeleniyor. Oysa kandaki oksijen miktarının solunum merkezine doğrudan bir etkisi yok. Öyleyse solunum merkezinin kandaki oksijen ya da karbondioksit miktarındaki değişikliklerden nasıl haberi oluyor?

    Cevap yine bir başka mükemmelliği yansıtıyor:
    Kandaki oksijen belli bir düzeyin altına inerse bazı büyük damarlarda bulunan hassas alıcılar solunum merkezine sinyal göndermeye başlıyorlar. Böylece son derece titiz bir çalışmayla solunumda gerekli düzeltmeler yapılıyor. Ve bu sistem o kadar kusursuz işliyor ki, otururken, koşarken ya da uyurken, kısacası bizler hayatımızı yaşarken sistemde hiçbir hata oluşmuyor ve 100 trilyon hücrenin ihtiyacı olan oksijen her an karşılanıyor.

    Nefes alırken ciğerlerin "hava direnci" denen bir basınca karşı enerji kullanması da üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu. Söz konusu direnç, havanın harekete karşı gösterdiği durgunluk eğilimidir. Ve bu eğilim atmosferin özellikleri sayesinde tam da olması gereken dozdadır. Ciğerlerin havayı rahatça içeri çekip dışarı itebilmelerinin ardında atmosferin sahip olduğu özellikler rol oynar. Hiç kuşku yok direnç biraz daha fazla olsa, ciğerler zorlanmaya başlar. Kısacası atmosferin yoğunluk, akışkanlık ve basınç gibi değerlerinin belirli bir oranda olması ve bu oranda sabit kalması nefes alıp vermemizi bu kadar kolaylaştıran çok önemli bir etkendir.

    Atmosferin sahip olduğu bu hassas değerler yalnızca insanın kolay nefes alıp verebilmesi için değil, yeryüzündeki pek çok dengenin gerekli düzeyde kalması bakımından da hayati önem taşır. Örneğin atmosfer basıncı şimdiki değerinden beşte bir oranda azalsa, denizlerdeki buharlaşma oranı normalin çok üzerine çıkar ve yüksek oranlara varan su buharı tüm gezegenin ısısını aşırı derecede yükseltir.

    Eğer basınç şu anki değerinden bir kat daha fazla olsa, bu kez de atmosferdeki su buharı oranı büyük ölçüde azalır ve dünya üzerindeki karaların neredeyse tamamı çölleşir. Ancak bunların hiçbiri olmaz, çünkü Rabbimiz evreni son derece hassas ve kusursuz bir dengeyle yaratmıştır. Ve bu denge sayesinde canlılık yaşamını her an sorunsuz bir şekilde devam ettirir. Büyük bir mükemmellik içinde işleyen tüm bu dengeler insan vücudu gibi atmosferin de insan yaşamı için özel olarak yaratıldığını göstermektedir.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

      Soğan ve sarmısak

      NEW YORK - İtalya ve İsviçre’de yapılan 8 araştırmanın incelemesi, bol soğan ve sarmısak yiyen yaşlı yetişkinlerin, bağırsak, yumurtalık, gırtlak ve böbrek gibi bazı kanser türlerine yakalanma risklerinin en düşük seviyede olduğunu gösterdi.

      Sonuçları American Journal of Clinical Nutrition’da yayımlanan araştırmada, hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar ve belirli kanser hücrelerinin labarotuvarda incelenmesiyle, soğan ve sarmısağın içindeki bazı bileşiklerin, tümörlerin büyümesini engel olabileceğinin görüldüğü, sarmısaktaki sülfür bileşikleri ve soğandaki antioksidanların bu koruyucu maddeler arasında yer aldıkları belirtildi.

      Söz konusu araştırmaların her birinde, sağlıklı yaşlı yetişkinlerle bir tür kansere yakalanmış hastaların karşılaştırıldığı ve her iki gruptan da beslenmeleri, fiziksel aktiviteleri ve diğer alışkanlıklarıyla ilgili ayrıntılı bilgi vermelerinin istendiği bildirildi.

      İncelemenin yazarı doktor Carlotta Galeone’ın ekibi, haftada 7 ya da 8 porsiyon soğan yiyen kadın ve erkeklerin, bağırsak kanserine yakalanma riskinin bu sebzeden sakınanlardan neredeyse yüzde 50, sarımsak yiyenlerin yüzde 25 daha az olduğunu gördü.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

        Klimalardan Akciğerlerimize Giren Hastalık!

        Memorial hastanesi'nden göğüs hastalıkları uzmanı dr. Füsun Soysal klimalar yoluyla bulaşan hastalıklarla ilgili şu bilgileri verdi. İçinde bulunduğumuz sıcak yaz günlerinde, bir nebze olsun rahatlatan klimaların yararlı etkilerinin yanında, bir takım hastalıklara neden olma gibi zararlı etkileri de bulunmaktadır. Gribal enfeksiyonlar, bazı viral enfeksiyonlar, kas ağrıları, kas tutulması ve zatürree gibi.

        Akciğer dokusunun iltihaplanması olarak tanımladığımız zatürreenin, havalandırma sistemleri yoluyla bulaşan şeklini 'Legionella Pnömonisi' olarak adlandırıyoruz. Bu hastalık ilk kez,1 976 senesinde Pensilvanya lejyonerlerinin yaptıkları bir toplantıda bulunan kişilerde görülmüş ve toplantı salonundaki havalandırma sisteminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Hastalığın tanınması ile birlikte, bu zatürree tipinin, alışılagelmiş yüksek ateş, öksürük, balgam gibi bulguların görüldüğü tipik zatürreeden farklı olduğu anlaşılmıştır.

        Hastalığa neden olan, Legionella Pneumophilia denen bir bakteridir. Bu bakteri, klimaların filtre sistemlerinde uygun nem ve ısıda kolonize olmakta ve buradan ortam havasına dağılmaktadır. Sıklıkla otel ve hastanelerden kaynaklanan salgınlar yapar, ancak tek tek vakalar da nadir değildir. İnsandan insana bulaştığı görülmemiştir. Akciğerlere girişi için saptanmış en önemli yollar, solunum cihazları, havalandırma sistemleri ve hastanelerde solunum yollarına uygulanan bir takım işlemlerdir. Dolayısıyla, klimatize büyük otel ve iş yerlerinde çalışanlar, havalandırma işçileri ve sağlık personeli riskli gruplardır. Bu arada bakteriyi alan kişinin vücut direnci de çok önemlidir. Şeker hastaları, alkolikler, yaşlılar ve bebekler, kortizon tedavisi altında olanlar, kemoterapi görenler, böbrek yetersizliği ve kronik akciğer hastalıklarına sahip kişilerde hastalığın oluşumu daha yüksek orandadır. En yaygın kolaylaştırıcı faktör ise sigara içimidir.

        Hastalarda, tipik zatürreeden farklı olarak, akciğere ait şikayetler ön planda değildir. Yaygın kas ağrıları, baş ağrısı, halsizlik, ateş, huzursuzluk vardır. İlk iki günde yoğun olmak üzere kuru öksürük görülür. Bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı gibi sindirim sistemi bulguları olabilir. Hastaların %20'sinde sinir sistemi bulguları, ajitasyon, konsantrasyon bozuklukları, hatta koma görülebilir. Bu belirtiler arasında solunum sistemini aklımıza getirecek en önemli bulgu, kuru öksürüktür.

        Hastanın muayenesi ve akciğer filminde, kesin tanıyı koydurabilecek özel bulgular yoktur. Grafide akciğerlerin alt kısımlarında iltihaplı alan görülebilir, akciğer zarında sıvı birikimi olabilir. Hastalık genellikle tek taraflıdır. Akciğerlerin bilgisayarlı tomografisi, daha detaylı incelemeye olanak verir. Laboratuar olarak serolojik birtakım testler tanıya yardımcıdır.

        Hastalığın tedavisinde, 15-21 gün süreyle bu bakterilere yönelik antibiyotiklerin kullanımı önemlidir.Uygun zamanda ve dozda kullanılan antibiyotiklerle hastalığın iyileşmesi tamdır.

        Klimaları yoğun olarak kullandığımız şu günlerde ateş ve öksürük şikayeti olan kişiler, bu bulguların basit bir gripal enfeksiyon olmayıp, zatürree başlangıcı da olabileceğini akılda bulundurmalı ve hastaneye başvurarak tetkiklerini yaptırmalıdır.

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

          Midenin İç Yüzü

          Her organımızda olduğu gibi midede de san’at-ı İlâhî’nin akıllara durgunluk verecek inceliklerini gözleriz.

          Boşken mide-muhteviyatı- 50 ml. kadardır. Gıda alımından sonra, mide hacmi 1000-1500 ml.’yi bulur ve mide karın boşluğunda oldukça geniş bir yer işgal etmeye başlar. Gıdaların hazmedilmesinden sonra, hacim yine küçülür. Bu kadar aşırı elâstikiyet, hareket kolaylığı sağlayarak insanın günlük çalışmalarında midenin engel teşkil etmesini önler. Yine karın boşluğu içine birçok organın rahatça yerleşmesini sağlar.

          Midenin “hava cebi” denilen yukarı kısımlarına yerleştirilmiş bir elektirikî uyarı merkezi (pacemaker) vardır. Buradan her 3-4 dakikada bir, mide duvarından aşağı kısımlarına kadar yayılan bir dalgalanma (peristaltizm) meydana gelir. Bu hareketler midenin boşalmasına yardım ettiği gibi içindekinin iyi sindirilmesini de temin eder.

          Mideye gıdaların girişi bir düzen dahilindedir. Mide, yemek borusu ile o şekilde birleştirilmiştir ki gıdalar mideye; kuyuya taş düşer gibi değil, mide duvarından kayarak inerler. Böyle olmasaydı, yuttuğumuz her lokmanın sesini karnımızda duyacaktık. Gıdalar yine mideyi bir nizam dahilinde terk ederler. Bu düzeni de mide kapısı (pilor) temin eder. Mide kapısı (pilor) ameliyatla çıkarılarak yerine sun’î pilor yapılan şahıslarda “dumping sendromu” denilen bir hastalık görülür.

          Midenin iç yüzünü mukoza adı verilen bir tabaka kaplar. Mukoza içinde asit, pepsin ve mukus ifraz eden bezler yer alır. Mukoza, sanki yeryüzündeki dağlar ve vadiler gibi kıvrımlar gösterir. Bu kıvrımlarla az bir sahaya geniş bir mukozanın yerleştirilmiş olduğu görülür. Böylece sindirimi sağlayan yukarıdaki saydığımız maddelerin, yeterli miktarda salgılanması mümkün olur. Eğer bu kıvrımlar olmasaydı midenin iç yüzü küçülecek ve sindirim bezlerinin sayısı azalacaktı. Böylece sindirimi sağlayacak kadar salgı sağlanamayacaktı.

          Mide asidi hidroklorik asit (HCL)’dir. Yukarıda bahsettiğimiz mukoza içinde yer alan bezler tarafından salgılanır. Birçok araştırmalara rağmen bunun nasıl husule geldiği henüz kesin olarak bilinmemektedir. Saf mide suyunda HCI yoğunluğu PH 1 kadardır. Kandaki hidrojen iyonu, yoğunluğuna göre mide suyunda bir milyon kez fazladır. Bu, biyolojinin en hayret verici olaylarından biridir.

          Mukoza, her türlü gıdayı eriten mide salgısının, midenin kendisini eritmesine mani olur. Bu korunmada mukozanın özel yapısının da etkili olduğu düşünülmektedir. Ancak bu özellik henüz aydınlatılamamıştır.
          Görülüyor ki mide kaba bir torba değil, kimya ve mühendislik hesaplarının en incesiyle kurulmuş bir sanat eseridir.

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

            Sağlık Bakanlığı rejim yaparak zayıflamak isteyenlere , " Porsiyonu azaltarak günde 6 öğün yemek yiyin” önerisinde bulunuyor.

            Bakanlık tarafından yapılan açıklamada doktor kontrolü olmadan uygulanan sağlıksız diyetlerin; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, sinirlilik, yorgunluk, bulantı, kusma, ishal, kabızlık, safra ve böbrek taşı, kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizliği, kuru cilt, saç dökülmesi gibi sağlık sorunlarına yol açtığına dikkat çekildi.

            Açıklamada zayıflamak isteyenlere şu önerilerde bulunuldu:
            ”Zayıflama diyetlerinin bireye özgü olması gerekir. Bu nedenle diyet tedavisi mutlaka bir diyetisyen kontrolünde yapılmalı, ağırlık kaybı haftada 1 kilogramı geçmemelidir.

            Yağlı besinler tokluk hissi verdiği ve yağda eriyen A, D, E ve K vitaminlerinin vücutta kullanımını sağladığı için, diyetin yağ miktarı çok azaltılmamalıdır, günlük enerjinin yaklaşık yüzde 25-30’u yağlardan sağlanmalıdır.

            Sağlıklı beslenmede yağ türüne de dikkat edilmelidir. Yemeklerde kullanılan yağın bir kısmının zeytinyağı ve fındık yağı, bir kısmının da mısırözü, soya veya ay çiçek gibi bitkisel sıvı yağlar olmasına özen gösterilmelidir.Ancak aşırı yağlı besinler ve kızartmalardan da kaçınılmalıdır.

            Tatlı, pasta gibi şekerli besinlerin tüketimi azaltılmalıdır. Kuru baklagiller grubuna giren nohut, mercimek, kuru fasulye gibi kompleks karbonhidratların tüketimi ise daha çok tokluk sağladığı için artırılmalıdır.

            Zayıflama diyetlerinin posa yani lif içeriği yüksek olmalı, posalı yiyecekler grubuna giren sebze, meyve, kuru baklagiller, kepekli un ve kepekli ürünlerin kişinin midedeki sindirimini ve mide boşalma hızını yavaşlatarak tokluk hissini uzattığı ve ağırlık kaybetmesine yardımcı olduğu unutulmamalıdır.Günde 2-3 litre su içilmelidir.Sık sık ama azar azar küçük porsiyonlar şeklinde beslenilmelidir."

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

              Yabanci Cİsİm

              Gözde Yabancı Cisim
              Çocuklarda ve işçilerde sıkça rastlanabilir. Açık havada oynayan çocuklarda bitki parçaları ya da toprak taneleri, metal kesimi, düzeltilmesi, sıva işinde çalışan işçilerde ise metal ve sıva parçacıkları göze kaçar.

              Gözde yanma, batma, sulanma, kaşıntı ve ovmaya bağlı kızarıklık görülür. Hatalı müdahaleler göze zarar verir ve yabancı cismin çıkarılması da güçleşir. İlkyardımcı, kişinin gözlerini ovmasını önlemeli bol suyla yıkandıktan sonra gözlerini kapattırıp cismin gözyaşı ile çıkmasını beklemelidir. Bu olmuyor ve cisim gözle görülebiliyorsa temiz bir bez parçasının kenarı ile alınabilir. Çıkartma işleminden pamuk kullanılmaz. Yabancı cisim yine çıkmıyorsa kişi nakledilir.

              Kulakta Yabancı Cisim
              Kulağa nohut, mercimek gibi gıdalar, boncuk tanesi, böcek ya da bitki parçaları kaza ile kaçabilir. Özellikle böcekler hareket ve sesleri ile çok rahatsızlık verir. Su ile şişen tahıllar ve kuru baklagillerin çıkarılması çok zorlaşır. Bazen kulağı temizlemekte kullanılan pamuk, çöpler kulakta kalabilir.

              Kulaktaki yabancı cisimleri çıkartmak için sivri, uzun cisimler sokmak doğru değildir. Kulak yere bakar durumda iken kulak kepçesi küçük çocukta geriye ve aşağıya büyükte geriye ve yukarıya çekilerek cisim çıkarılır. Böcekler ışık tutularak dışarıya çıkarılabilir. Başarı olunamazsa kişi nakledilir.

              Burunda Yabancı Cisim
              Çocuklarda görülebilir. Buruna sivri, uzun cisimler sokmamak gerekir. Yabancı cismin olduğu tarafın karşısındaki burun köküne bastırılarak kişi sümkürtülür. Başarılı olunamazsa kişi nakledilir.

              Boğazda Yabancı Cisim
              Boğaza takılan yabancı cisim, elle ulaşılabiliyorsa elle çıkarılır. Aksi takdirde çocuksa baş aşağı tutularak, büyükçe iki kürek kemiği arasına vurularak yardım edilir.

              Yabancı Cisimlerin Yutulması
              Yutulan cisim küçük, düzgün kenarlı ise kendiliğinden çıkacaktır. Müdahale gerek

              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                Beslenme yöntemleri

                Anne Sütü ile Beslenme Tekniği

                Bebeğe doğar doğmaz verilecek ilk gıda anne sütü olmalıdır. Bebek bu şekilde ilk aşısını almış olur. Çünkü anne sütü içinde mikroplara karşı koruyucu maddeler vardır ve bebeğin tüm bağırsaklarını kaplayarak bazı hastalıklara karşı korunmasını sağlar.

                Bebek doğumdan sonra ağladıkça emzirilmelidir. Emzirme aralarının üç saati geçmemesine dikkat edilmelidir.

                Emzirmeden önce annenin göğüslerini temizlemesine gerek yoktur. Önemli olan annenin emzirmeden önce el temizliğine dikkat etmesidir. Emzirirken bebeğin ağzını kocaman açarak bir ağız dolusu memeyi kavraması meme başı çatlaklarının gelişmemesi için önemlidir. Her emzirmede ilk verilen göğüs iyice boşaltıldıktan sonra diğerine geçilmesine dikkat edilmelidir. Her emzirmeye bir önceki emzirmede en son verilen meme ile başlanmalıdır.

                Emzirmeden sonra annenin bir miktar sütünü sıkıp göğüs uçlarına sürmesi temizlik için yeterlidir. Emziren kadınların bolca bir sütyen kullanması ya da göğüslerinin aşağıya sarkmasını önleyecek şekilde eşarpla sıkmadan kaldırması uygun olur.

                Bebeğini geçici olarak emziremeyen kadınların göğüslerini üç saatte bir elle ya da pompa (süt çeker) ile sağmaları gerekir. Sağılan sütler oda ısısında 6 saat, buzdolabında (0-4 derecede) 24 saat bozulmadan saklanabilir.


                Bebekleri Fincandan Besleme Tekniği

                Bebek yarı oturur duruma getirilir.

                Fincan bebeğin dudaklarına yaklaştırılır.

                Fincan bebeğin dudaklarına değecek şekilde hafif eğilir, bebeğin alt dudağına dayanır ve fincanın kenarları üst dudağın dış yan kısımlarına değer.

                Bebek uyanık duruma gelir gözlerini ve dudaklarını açar. Çok küçük bebekler dilleri ile sütü alırlar. Daha büyük bebekler sütü emer gibi çeker ve bir miktarını da dökerler.

                Hiçbir zaman süt bebeğin ağzına dökülmemelidir. Fincan tutularak bebeğin kendisinin alması sağlanmalıdır.

                Bebek yeterince alınca ağzını kapatır. Bu durumda ne kadar aldığı kayıt edilmelidir. Hesaplanan miktarı almamış ise bir sonraki öğünde daha fazla alabilir ya da daha sık beslenmesi gerekebilir.

                Bebeğin aldığı miktar günlük olarak ölçülmelidir.


                Bebekleri Biberon ile Besleme Tekniği

                Biberonla besleme, bebeğin anne memesini almamasına ve bazı hastalıklara neden olabileceği için önerilmemektedir. Zorunlu kalındığı durumlarda ise aşağıdaki önerilere uyulmalıdır;

                Biberonun deliğinin genişliği kontrol edilmelidir. Bunun için mama konulduktan sonra biberon ters çevrilir. Mama biberondan önce ip gibi sonra damla damla akmalıdır. Sürekli olarak ip gibi akan ya da sürekli olarak damlayan deliği olan biberonlar uygun değildir.

                Bebek yarı oturur durumda iken biberon verilmelidir.

                Bebeğin her öğünde aldığı miktar yazılarak günlük miktar ölçülmelidir.

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                  GENÇLERDE GÖRÜLEN BAZI PSİKİYATRİK DURUMLAR

                  1-DEPRESYON
                  2-MANİ
                  3-YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUÐU
                  4-PANİK BOZUKLUÐU
                  5-AKUT VE POSTTRAVMATİK STRES BOZUKLUÐU
                  6-OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK
                  7-SOSYAL FOBİ
                  8-ÖZGÜL FOBİ
                  9-SOMATOFORM BOZUKLUÐU
                  10-PSİKOTİK BOZUKLUKLAR
                  11-DİSSOSİYATİF BOZUKLUK
                  12-YEME BOZUKLUKLARI
                  13-UYKU BOZUKLUKLARI
                  14-DÜRTÜ KONTROL BOZUKLUKLARI
                  15-KİŞİLİK BOZUKLUKLARI
                  16-MADDE BAÐIMLILIÐI
                  17-DİKKAT EKSİKLİÐİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUÐU
                  18-İLİŞKİ SORUNLARI
                  19-PSİKOSOSYAL STRES FAKTÖRLERİ
                  20-TİK BOZUKLUKLARI
                  21-KONUŞMA BOZUKLUKLARI


                  1-DEPRESYONUN GÖRÜNÜMÜ
                  Depresyon toplumda çok sık görülmekle beraber, tanımı Hipokrat dönemine dayanır . Depresyonun çeşitli tipleri mevcuttur . Depresif insanda genelde hayattan zevk alamama ve kederli duygular görülür. Son on beş gün içerisinde sürekli gün boyu veya günün büyük çoğunluğunda bu durum var ise klinik anlamda depresyondan söz edebiliriz aksi takdirde günlük veya gelip geçici duygusal çökkünlükler , klinik anlamda depresyon sayılmamaktadır. Depresyonda kişinin işlevselliği sosyal durumu bozulur . Depresyon her bakımdan ciddi bir biçimde psikososyal ve işlevsellik açısından anlamlı sıkıntılara neden olabilir .
                  Depresyondaki bir kişide bazı belirtiler mevcuttur hatta kişi bunun bir depresyon olduğunun farkına varamayabilir . Bu durumu yolda araba ile giderken sis bulutunun içine girmeye benzetebiliriz . Görüş açısı daralır bazı şeyler yanlış görülür ve değerlendirilebilir , aynı zamanda kaza riski artar .Depresyondaki insanda bulunan belirtiler arasında şunları sayılabilir : Önceden zevk aldığı şeylerden zevk alamama , gün içerisinde sürekli veya günün büyük çoğunluğunda kederli olma , gençlerde ve çocuklarda daha çok çok sinirli olma şeklinde duygudurum değişikliği , uyku azalması , sık sık uyanma , erken uyanma veya çok fazla uyuma , iştahsızlık veya çok aşırı yeme , dikkat dağınıklığı ve konsantre olamama ve bununla beraber ders başarısızlığı , cinsel istekte azalma , çabuk yorulma , akla gelen ölüm düşünceleri , kendini değersiz -çaresiz- işe yaramaz - beceriksiz - suçlu görme , olayları olumsuz değerlendirme , geleceğe yönelik karamsar düşünceler ve buna benzer belirtiler görülür. Bu belirtilerin tamamı olabileceği gibi , önemli bir kısmıda bulunabilir.
                  Depresyondaki birey çaresizlik ve sıkıntı duyguları içerisinde zaman geçirir , gençlerde riskli davranışlar ve madde bağımlılığı bu dönem içerisinde fazla miktarda görülür. Gencin arkadaş ilişkileri , ders başarısı , sosyal gelişimi ve aile ilişkileri bu dönemde bozulur. Kişiler arası ilişkilerde ve kendini değerlendirmede hep olumsuz ayrıntılar göze çarpmaya başlar .Bu nedenlerden dolayı depresyon tedavisi önem kazanır.
                  Melankolik tipte özellikle sabahları çok yoğun çökkünlük hissi ile beraber hemen her şeye karşı zevk kaybı , aşırı yorgunluk ve halsizlik görülür. Atipik şeklinde ise genellikle uyku ve iştah azalması olan tipik şekilde olanın tersi olarak , uyku ve iştah artışı ön plandadır.
                  Depresyona genetik yatkınlığın çok fazla olduğu bu gün daha iyi bilinmektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda anne babadan herhangi birinde depresyon öyküsü olduğunda , depresyon riskinin fazla olduğu açıkça gösterilmiştir.
                  Depresyondaki kişi somatik şikayetler diyebileceğimiz ; baş ağrısı , kas ağrıları , sindirim sistemi rahatsızlıkları , kalp şikayetleri ve buna benzer bedensel yakınmalar ile de çoğunlukla doktora başvururabilir.
                  Depresyon , başka psikiyatrik rahatsızlıklar ile birlikte olabilir .Bunlar arasında şunları sayabiliriz : Panik bozukluğu , obsesif kompulsif bozukluk , yaygın anksiyete bozukluğu , madde bağımlılığı , dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu , şizofreni , dissosiyatif bozukluklar , davranım bozukluğu , mental retardasyon ,özel öğrenme güçlükleri vb. psikiyatrik bozukluklarda eşlik edebilir.
                  Depresyon tedavisinde genellikle ve çoğunlukla kullanılan tedavi yaklaşımı antidepresan tedavidir . Aynı zamanda bilişsel olumsuzlukları ve öğrenilmiş çaresizlik düşüncelerini gidermek ve tadaviyi hızlandırmak için psikoterapiye de ihtiyaç vardır. Nedene yönelik olarak psikososyal stres faktörlerinin de ortadan kaldırılması süreç içerisinde iyileşmeyi hızlandıracaktır.
                  ________________________________________
                  2-MANİ VE BİPOLAR HASTALIKLAR
                  Mani ve bipolar hastalığın gençlerdeki görünümü erişkine benzer. Gençlerde ki mani diğer bazı psikiyatrik rahatsızlıklar ile fazla miktarda karışabilir. Bu yüzden tanı aşamasında dikkatli olunmalıdır. Mani genellikle çok gürültülü bir tablo ile kendini gösterir . Ancak maniye girmiş bir genç kendi hastalığının farkında olmaz ,genelde hastalıklarına karşı içgörü denen kendi durumunun farkında olma durumu pek yoktur . Bulundukları durumu kendileri fark etmesede , ailelerin veya sosyal çevrenin mani veya hipomaniye girmiş genci fark etmeleri genellikle zor olmaz. Mani belirtilerinin klinik anlamda tanı konulması için bir hafta kadar bulunması gerekir veya hastaneye yatıracak kadar şiddetli olması gerekir.
                  Manide ki belirtileri hemen belirtmek istiyorum : Genellikle aşırı sinirli ve kavgacı ruh hali ile beraber, kendini büyük görme , aşırı coşkulu olma diyebileceğimiz bir ruh hali vardır. Buna ek olarak azalmış uyku ihtiyacı (günde 1-2 saatle bile idare edebilirler ) , etrafı küçümseme , konuşmada aşırı artış , fikir uçuşması diyebileceğimiz konudan konuya geçen düşünceler , amaca yönelik değişik aktivitelerin artması ( hiç yeri ve zamanı değilken daha önce olmayan veya biraz olan ilgi ve etkinliklerin artması , bu konuda abartılı faaliyetler ), hiç yeri yokken sonradan oluşmuş abartılı merak ve yapılmak istenen işler ,bol para harcama , zevk veren etkinliklerde artma , aşırı derecede gezme dolaşma isteği vb.
                  Bu belirtileri olan gençler zaman geçirmeden hekime getirilmelidir . Çünkü etrafa ve kendine zarar verecek riskli davranışlar olabilir . Yukarıdaki belirtilerin çoğu var ise genelde hastanede yatarak tedavi edilmeleri uygun olmaktadır.
                  Mani tedavisi genelde ilaç tedavisi ile birliktedir. İlaç tedavisi ile birlikte genelde bu durum kısa süre sonra yerini normal duyguduruma bırakır.
                  Bipolar dediğimiz olgularda ise mani veya depresyon dönemleri vardır . Genelde bu dönemler birbirini izler . Kişi hayatın bazı dönemlerinde depresyon içerisinde bunu takip eden dönemde belli bir dönem mani halinde olabilir. Bu dalgalanmalar şeklinde devam eden duygudurumu stabil olarak tutabilecek ilaçlar kullanılarak , kişinin bu iniş çıkış şeklinde seyreden duygudurumu sabit tutulmaya çalışılır.
                  Manide psikotik boyut diyebileceğimiz hezeyanlarda olabilir bunlar genelde kişinin ruh hali ile uyumlu büyüklük hezeyanlarıdır. Bu durumda kişinin gerçeği değerlendirme yetisi hastalık ile beraber bozulmuştur. Tedavi ile başarılı bir şekilde genelde iyi sonuç alınır.
                  ________________________________________
                  3-YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUÐUNUN GÖRÜNÜMÜ
                  Yaygın anksiyete bozukluğunda günlük yaşamda , iş , okul ve aile hayatında her an kötü bir şeyler olacakmış gibi endişeli , huzursuz ve tedirgin bir ruh hali vardır. Aynı zamanda kişi kaygılarını kontrol edemez. Bu durum en az altı aydır ve hemen hemen gün boyu sürüyorsa klinik anlamda yaygın anksiyete bozukluğundan söz edebiliyoruz. Yaygın anksiyete bozukluğunda şu belirtilerin bir kısmı bulunur : Devam eden ve süreğen kaygı hali , Huzursuzluk hissi ile beraber tedirginlik, uykusuzluk ve uyku bozukluğu , yorgunluk , halsizlik , dikkat ve konsantrasyonu toplayamama , çabuk tepki verme , sinirlilik , kas gerginliği ,aşırı uyarılmışlık , endişeli bekleyiş , ek olarak bedensel şikayetler vb.
                  Yaygın anksiyete bozukluğunda depresyon , panik bozukluğu , obsesif kompulsif bozukluk gibi hastalıklar eşlik edebilir . Kişinin kaygıları ve endişeleri günlük işlevselliğini ve rahatını bozar. Kapı çalması , telefon çalması veya o gün için herhangi bir sıradan olay , gibi günlük olağan hadiseler o insan için kötü bir haber beklentisi şeklinde tedirginlik ile karşılanır.
                  Yaygın anksiyete bozukluğu tedavisi genelde ilaç tedavisi ile mümkün olur . Aynı zamanda psikoterapi desteği de gerekmektedir. Gencin bu hali onun sosyal , okul , arkadaş ilişkilerini bozar ve işlev kaybı olur. Anksiyete bozukluğu olan gençlerde madde kullanımı da gözden geçirilmelidir.
                  ________________________________________
                  4-PANİK BOZUKLUÐU VE PANİK ATAKLAR
                  Panik bozukluğu , panik ataklarının tekrarlaması ve buna bağlı endişeli beklenti ile oluşur . Panik atakları gerçekten tahammül edilmesi zor bir durumdur . O anda kişi gerek bedensel gerek düşünce olarak çok şiddetli kaygı belirtileri gösterir. Panik atağı bir kaç belirtinin bir arada olduğu sınırlı semptom atakları ile de görülebilir. Panik bozukluğu denmesi için en az 2 tane beklenmedik bir zamanda panik atağı ve buna bağlı olarak en az bir ay süre ile tekrar bu kaygı atağı olacak korkusu olmalıdır.
                  Panik atağını tarif etmek gerekirse , çarpıntı , terleme , titreme , nefes darlığı , soluğun kesilmesi , göğüs sıkışması , delirme korkusu , bayılma hissi , kendisini olağan dışı hissetme , o an için ölme korkusu , kontrolünü kaybetme korkusu , ürperme , üşüme , kollarda veya uzuvlarda güçsüzlük hissi vb. gibi bir çok belirtinin eşlik ettiği bir durumdur. Bu belirtilerin hepsinin olması gerekmez , en az dördünün olması klinik olarak panik atağı denmesi için yeterlidir. Bu durum yoğun bir şekilde belli bir süre yaşandıktan sonra geçer.
                  Panik atakları bazı hastalıklara eşlik edebilir . Panik atağı yaygın anksiyete bozukluğu , agorafobi , depresyon,madde bağımlılığı , ayrılma kaygısı bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk , özgül fobi gibi durumlar ile birlikte görülebilir.
                  Panik atağının tedavisinde genellikle ilaçlar kullanılır . Panik ataklarının düşünce boyutuna psikoterapi ile müdahale edilebilir. Davranışçı tedavi yaklaşımlarıda nedene yönelik denenebilir.
                  Panik atağı aynı zamanda bir çok bedensel hastalık ile karıştırılabilr. Genelde acile başvuran hastalar öncelikle Kalp krizi , astım krizi veya başka bir hastalık düşüncesi ile öncelikle dahiliye acil kısmına başvururlar. Ancak yapılan tetkikler ve fiziksel muayene sonucu bunu oluşturabilecek herhangi bir nedene rastlanmaz. Bu nedenle bu durumun iyi bilinmesi ve diğer hastalıklar ile ayırıcı tanısının yapılması çok önemlidir.
                  ________________________________________
                  5-AKUT VE POSTTRAVMATİK STRES BOZUKLUÐUNUN TANIMI
                  Akut Stres Bozukluğu: Akut stres bozukluğunda kişi çok travmatik bir olay ile karşılaşmıştır. Bu belirtiler bu olay ile karşılaştıktan sonra bir ay içinde belirmeye başlar . Olaydan sonra günler içinde veya saatler içinde de kendini gösterebilir. Akut stres bozukluğunda durum çok gürültülü olmaktadır. Genelde kişi kendisini tehdit eden gerçek bir ölüm veya ölüm tehdidi , fizik bütünlüğe bir zarar gibi önemli bir olay yaşamış veya böyle bir olaya şahit olmuştur. Kişi bu olay esnasında aşırı derecede korku , çaresizlik ve endişeli duygular yaşar .
                  Bu olay yaşandıktan sonra afallama , uyuşukluk , dalgınlık , tepkisizlik , kendisini ve çevreyi olağandışı hissetme , olayın belli bir bölümünü hatırlayamama gibi yaşanan travmaya yönelik unutkanlık görülür. Aynı zamanda kişi bu korkunç olayı rüyalarında , düşüncelerde , göz önüne gelen görüntüler ile tekrar tekrar yaşamaya başlar . Özellikle olayı çağrıştıran ve anımsatan yerler , zamanlar , kişilerden kaçınmalar şeklinde fobik yakınmalar görülür. Kişinin bu olayı yaşadıktan sonra kişiye has huzursuzluk hissi , endişe hali , kaygı belirtileride oluşmaya başlar. Bu belirtiler ile kişinin işlevselliği belirgin bir şekilde bozulur.
                  Akut stres bozukluğu bir an önce tedavi edilmelidir. Özellikle akut dönemde kişinin ilaç tedavisi ile rahatlatılması gerekir. Doğal afetlerden sonrada bu türlü rahatsızlıklar çok fazla miktarda görülür. Adapazarında depremin 15. gününde gördüğüm hastaların %90 gibi büyük bir kısmında bu türlü bir sıkıntı mevcut idi. Bu zaman içinde psikososyal destek sağlanmasıda önemlidir. Akut stres bozukluğu sırasında kişide kendine ve çevresine zarar verme davranışları görülebileceğinden dikkatli olunmalıdır. Bu dönemde genç için okul -hekim-aile işbirliği çok önemlidir.
                  Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Travma sonrası stres bozukluğuda akut stres bozukluğuna benzer . Burada çıkış zamanı olarak olay meydana geldikten sonra bir ay gibi bir süre geçmesi gerekmektedir. Belirtiler yine aynıdır ancak afallama , olaya bağlı unutkanlıklar , kendini olağandışı hissetme durumu görülmeyebilir. Kişi yine kendini tehdit eden bir olay ile karşılaşmıştır yada başkasının bu durumuna şahit olmuştur. Travma sonrası stres bozukluğu durumuna bu türlü bir durum ile karşılaşan her bireyde oluşmaz . Bazı kişilerde bu türlü bir durum gerçekleşebilir.
                  Kişide uyku bozukluğu , iştah bozukluğu , sese ve olaylara karşı aşırı uyarılmışlık , çabuk sinirlenme , aşırı irkilme tepkisi , geleceğe ait beklentinin kalmaması , yaşadığı olay ile ilgili yer zaman ve kişilerden kaçınma , duygulanımda kısıtlılık, yaşadığı olayı rüyalarda veya gözünün önüne istemsiz gelme şeklinde tekrar tekrar yaşama şeklinde belirtiler de görülür.
                  Posttravmatik stres bozukluğu da kişinin işlevselliğini önemli ölçüde bozar . Bununla beraber depresyon gibi durumlar da sıklıkla eşlik eder . Zaman geçirilmeden tedavi edilmelidir. Genelde tedavi ilaç tedavisi şeklindedir. Aynı zamanda psikoterapi desteği gerekir.
                  Travma sonrası stres bozukluğu kişi için gerçekten zor bir durumdur . Eşlik eden belirtiler ile birlikte bir an önce tedavi edilmesi gerekir. Aksi durumda kişide psikososyal problemlerin oluşması ve yerleşmesi durumu olabilir. Kişinin okul , aile ve mesleki başarısı ve işlevsellik durumu önemli ölçüde bozulabilir.
                  ________________________________________
                  6-OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUÐUN TANIMI
                  Obsesif kompulsif bozuklukta önlenemeyen obsesyonlar(saplantı ve takıntılar ) ve bunlara bağlı kompulsyonlar ( kendini yapmaktan alamadığı ,obsesyonlarının verdiği kaygıyı gidermek için yaptığı davranışlar , ritüeller ) olur. Bu durum kişi için önemli derecede zaman ve işlev kaybına neden olur. Klinik olarak tanı koymak için bu obsesyon ve kompulsyonlara günde en az bir saat harcamalıdır. Aynı zamanda kişi bütün bu yapmak zorunda olduğu şeyleri saçma olarak kabul etmelidir. Kişi için bütün bunlar genellikle rahatsızlık verici niteliktedir.
                  Obsesyonlar ve kompulsyonlar çok çeşitli olabilir bunlara bir kaç örnek verecek olursa: temizlik ,kapı pencere kontrolü , sayı sayma , aşırı düzen , simetrik olma , tekil olma , dokunma , akla gelen istenmeyen düşünceler , gözünün önüne gelen görüntüler vb. gibi bir çok saplantı ve bunlar ile ilgili zorlantı olabilir. Kişi bunları tekrar tekrar yapıp karşı koyamayınca bütün bunları kabullenebilir.
                  Obsesif kompulsif bozukluk genelde hayatı yavaşlatır ve belirgin işlev ve zaman kaybına neden olur. Aynı zamanda kişi belirgin sıkıntı ve kaygı içindedir. Obsesif kompulsif bozukluğa sıklıkla depresyon , anksiyete bozukluğu , uyku bozukluğu gibi durumlar eşlik eder.
                  Obsesif kompulsif bozukluğu obsesif kişilik yapısından ayırmak gerekir . Bu kişiler biraz titiz olmak ile beraber obsesif kompulsif bozukluk tanısı almazlar ve genelde hayatta başarılı olan kişilerdir. Özellikle anne babaları obsesif olan çocuklar ve gençler için sıkıntı çok fazla olmakta bu durumda o aile içerisindeki bireylerde bazı psikiyatrik sorunlar oluşabilmekte , onlar içinde hayat çok zor hale gelebilmektedir.
                  Obsesif kompulsif bozuklukta da ilaç kullanılır .İlaç tedavisi ile belirgin bir şekilde bu durumunun tedavisi kolaylaşır. Aynı zamanda davranışçı tedavilerinde etkinliği kanıtlanmıştır. Kişide bulunan saplantılar ve bunlara karşı gelişen zorlantılar için içgörü kazandırmaya yönelik psikoterapi yaklaşımları da önemlidir.
                  ________________________________________
                  7-SOSYAL FOBİ VE GENÇLER
                  Sosyal fobi kişinin sosyal ortamlarda belirgin sıkıntı duyması , buna bağlı o ortamlara girmek istememesi ve işlev kaybına uğraması ile karakterizedir. Sınıfta öğrenci söz almak istemez , tahtaya kalkınca veya söz alınca rezil olacağından yanlış yapacağından ve küçük düşeceğinden endişe eder . Aynı zamanda tahtaya kalkınca yüzü kızarır , kalbi hızla çarpmaya başlar , terleme olabilir . Hatta panik atağı benzeri bir durumda oluşabilir .Kişi bu kaygısını sınırlayamaz ve belirgin endişe duyar. Buna bağlı olarak özellikle toplu ortamlardaz uzak kalmaya çalışır. Arkadaş ve sosyal ilişkileri bozulabilir. Bu durumun saçma olduğunun kabul edilmesi ve gençler için en az altı aydır bu durumun bulunması şartı, klinik tanı koymak için gereklidir.
                  Sosyal fobiye genelde çekingen kişilik yapısı eşlik eder. Genelde sosyal fobi bulunan kişiler içe dönük yapıdadırlar. Kişide sosyal fobi olduğunda buna bağlı kaçınma davranışlarıda , tanımadık insanların olduğu yerler ve sosyal ortamlar için vardır.
                  Sosyal fobi tedavisi genelde ilaç tedavisi ile beraber davranış tedavisi ve psikoterapiyi içerir. Başka psikiyatrik rahatsızlıkların eşlik edip etmediği de araştırılmalıdır.
                  ________________________________________
                  8-ÖZGÜL FOBİ VE GENÇLER
                  Özgül fobide gencin belli bir şeye karşı örn: kapalı yerler , yükseklik , çeşitli hayvanlar , yükseklik , gök gürültüsü, kan , sağlık müdahaleleri ,fırtına ve tabiat olayları vb. fobisi gelişebilir. Bu durumda kişi korku duyduğu şey ile karşı karşıya gelmemek için belirgin bir çaba sarfeder . Bu durum gencin işlevselliğini belirgin bir biçimde bozar . Kişi o duruma maruz kalmamak için belirgin bir biçimde kaçınma davranışları gösterir. Hatta gençler bu durum ile karşılaştığı durumda panik atağı dahi oluşabilir.
                  Kişi bu korkularının anlamsız olduğunu kabul etmesine rağmen bu tür korkular devam eder. Bu durumun süresi en az altı ay kadar olmalıdır. Gelip geçici kaçınma davranışlarından ayırt etmek önemlidir.
                  Özgül fobide ki bu durum bazı psikiyatrik rahatsızlıklarda görülen durumlardan ayırt edilmelidir. O tür durumlarda da özgül fobi benzeri kaçınma davranışları olabilir (posttravmatik stres bozukluğu , obsesif kompulsif bozukluk gibi )
                  Gencin bu durumda tedavisi davranışçı tedaviler ile mümkün olabilir. Israr eden durumlarda ise ilaç tedavisi uygulanabilir. Tedavi beliren semptomların şiddetine göre belirlenir.
                  ________________________________________
                  9-SOMATOFORM BOZUKLUÐUNUN GÖRÜNÜMÜ
                  Herhangi bir tıbbi durum ile veya zeka problemleri ile veya madde kullanımı ile açıklanamayan bedensel şikayetlerin süregitmesidir. Somatoform bozuklukların başlangıcı 30 yaşından öncedir. Somatoform bozukluğun en büyük bölümünü somatizasyon bozukluğu oluşturur. Kişinin bu durumu belirgin bir şekilde işlev kaybına neden olur.
                  Somatizasyon bozukluğu : Somatizasyon bozukluğunda başlangıç otuz yaşın altındadır. Bir kaç yıl önce başlayan ve yapılan tetkikler ile belirgin bir neden bulunamayan bir çok fiziksel yakınma vardır. Bu yakınmalar ağrı yakınması (baş , kol , bacak, sırt, idrar yapma esnasında, cinsel ilişki esnasında vb) , sindirim sistemi şikayeti (bulantı , kusma , ishal , hazımsızlık , vb) , cinsel organlar ile ilgili belirti ( cinsel işlev bozukluğu, menstrasyon problemleri , vb), nörolojik bir durum (uzuvlarda güç azalması , bayılma , çift görme , duyu yitimi , koordinasyon problemleri vb.) . Bu belirtiler ile beraber işlev kaybıda belirgin bir şekilde olmaktadır.
                  Tedavi noktasında değişik yaklaşımlar olmasına rağmen genelde ilaç ile birlikte psikoterapi tedavisi uygulanır.
                  ________________________________________
                  10-PSİKOTİK BOZUKLUKLAR VE ŞİZOFRENİ
                  Psikotik bozukluklar erkeklerde genelde onlu yaşların sonunda , bayanlarda ise yirmili yaşların sonunda başlar . Bunun dışında 4-5 yaşlarında başlayan olgular bildirildiği gibi , geç yaşlarda da ortaya çıkabilir. Psikotik bozuklukların genelde ilk yerleşmesi sinsi bir şekilde olsada daha sonra gürültülü bir şekilde bu tablo gelişir. Genelde psikotik bozukluklar başlamadan önce içe kapanma , ilgi ve istekte azlık, duygulanımda kısıtlılık şeklinde belirtiler başlar . Bu belirtilerden belli bir süre sonra işitsel ve görsel varsanılar (halusinasyonlar) ,çeşitli şekilleri olabilen sanrılar (hezeyanlar), amaçsız dağınık davranışlar veya garip beden postürü gibi başlıcalarını saydığımız bir çok belirti veya bunların bir kaçı ile de gerçekleşebilen bir akut tablo gelişir.
                  Bu bozukluğun devamına göre tanıda ayrı ayrı sınıflama yapılır .Ama hepsinde ortak özellik kişinin gerçeği değerlendirme yetisinin bozulmasıdır. Psikotik diyebileceğimiz gerçek dışı düşünceler , yaşantılar, algılama şeklinde psikotik özellikler gösterebilirler.
                  Psikotik bozukluk genelde kronik bir durumdur , bu durum şizofreni başlangıcı da olabilir. İlerleyen süreç içerisinde bu durumun ayrıcı tanısı yapılabilir. Özellikle gençlerde görülen bu türlü durumlar bir çok psikiyatrik hastalık ile karışabileceği için erken dönemde kesin bir tanıya varmak çok zordur.
                  Psikotik bozukluklarda işlev kaybı belirgindir. Kişi hastalığın gerek doğasından kaynaklanan nedenlerden , gerek ikincil yerleşen problemlerden dolayı belli bir fonksiyon kaybına uğrar. Prodromal dönem dediğimiz dönemde genç insanda , arkadaşlarından uzaklaşma , sosyal ilişkilerde yeteresizlikler , sosyal aktivitelere katılmak istememe , yalnızlığa eğilim , günlük iş ve aktivitelerde istek kaybı , daha önceki fonksiyonellik ve işlevsellikte azalma , ders başarısında düşmeler , duygulanım olarak sınırlılık , duygusal etkileşim ve iletişimde azalmalar görülebilir. Bu dönemden sonra kişide psikotik bir atak geçirebilir. Bu dönem ile birlikte şizofrenik tablo yerleşir . Kronik ilerleyici bir kişisel ve entellektüel kapasitede yıkım sözkonusu olur.
                  Bu bozuklukta spektrum içerisinde değişik tanısal sınıflamalar yapılmıştır. Bu durumu şizoid kişilik yapısı ile karıştırmamak gerekir. Hastalığın genel hatları ile bilinmesi yeterli olacaktır. Psikotik bozuklukların tedavisinde ilaç tedavisi geçerlidir. Bunun yanı sıra destekleyici psikoterapi yaklaşımları ve sosyal müdahaleler gidişatı daha iyi hale getirmektedir. Özellikle genç hastalarda ailelerin durumu ilerleyen süreci belirleme açısından önemlidir.
                  ________________________________________
                  11-DİSSOSİYATİF BOZUKLUKLAR
                  Dissosiyatif bozukluklar son zamanlarda daha iyi tanınır hale gelmiştir. Dissosiyatif bozuklukların başlıca özelliği bütünleşmiş ,bilinç , bellek , kimlik ,ve çevrenin algılanmasında güçlük olmasıdır.
                  Dissosiyatif amnezide kişinin geçmişe ait belleğinde boşluklar olması yani yaşadığı dönemleri şu an hatırlamadığı bir durumun olmasıdır. Bu durum kişinin geçmişteki bütün hayatına dair herhagi bir zaman dilimi olabilir.
                  Dissosiyatif füg denen durumda ise kişinin hiç farkında olmadan kendini faklı bir yerde bulması olayıdır. Yani farkında olmadan bir yerden bir yere gitmesi ve o gittiği yere neden ve niçin geldiğinin bilememesidir.
                  Dissosiyatif kimlik bozukluğunda ise kişi , kendisine ait önemli bilgileri başka bir neden olmadan , normal bir unutkanlık ile açıklanamayacak şekilde unutması ve belli bir zaman diliminde farklı kişilik yapılarına göre davranması durumudur.
                  Dissosiyatif kimlik bozukluğunun bir çok diğer belirtisi vardır. Psikosomatik şikayetler dissosiyatif bozukluklarda sık görülür ; Kronik ağrılar, bayılmalar , bedensel ağrı şikayetleri gibi durumlarda eğer belli bir tıbbi neden tespit edilemezse bu bozukluk ayrıcı tanıda düşünülmelidir.
                  Dissosiyatif bozukluklarda depresyon , yaygın anksiyete bozukluğu , travma sonrası stres bozukluğu gibi ek psikiyatrik bozukluklar sık görülür.
                  Dissosiyatif kimlik bozukluğunda temel tedavi yöntemi psikoterapidir.
                  ________________________________________
                  12-YEME BOZUKLUKLARININ GÖRÜNÜMÜ
                  Yeme bozuklukarının gençlerdeki görünümü daha çok anoreksiya nervoza ve bulimia nervoza şeklindedir.
                  Anoreksia Nervoza: Anoreksiya nervozada kişinin beden imajına yönelik endişeleri ile beraber yemek yeme alışkanlığının bozulması ve gittikçe ciddi bir biçimde kilo kaybetmesi ile oluşur. Daha çok genç kızlarda ergenliğe adım atılan yıllarda görülür . Yeme problemleri ile beraber adet düzensizlikleri başlar ve adet görmemeye kadar varır. Bu bozuklukta kilo almaktan aşırı derecede korkma vardır. Aynı zamanda kişide bu düşük kilo durumunu inkar etme , kabul etmeme durumu vardır. Anoreksiya nervozada depresyon sık görülür , eşlik eden başka psikiyatrik problemler olabilir . Anoreksiya nervozanın bir tipinde ciddi miktarda yemek yeme periyotları olabilir. Anoreksiya nervozanın tedavisinde ilaç tedavisi ile beraber psikoterapi uygulanır. Eğer kilo kaybı çok belirgin ise kişinin hastanede yatarak tedavi olması uygun olur. Bu durumdaki kişilerde beden imajını korumak için aşırı derecede ve uygun olmayan miktarda egzersiz de görülebilir.
                  Bulimia Nervoza: Bulimia nervozada kişinin kendini kontrol edemediği yemek yeme atakları olur .Yemek yeme atağından sonra ciddi derecede bu durumdan sıkıntı duyma ve utanma olur. Daha çok seçici olarak bazı gıdalara( dondurma , kalorili yiyecekler , tatlılar vb.) karşı olma durumu daha sık görülür. Bulimia nervozada kişi yemek yedikten sonra kusma veya aşırı egzersiz yapma veya değişik ilaçlar alarak sindirim sistemini etkileme girişimleri olur . Bulimia nervozada yine bayanlarda daha sık görülür. Bulimia nervozada anoreksiya gibi beden imajı kaygısı yoktur. Bulima nervozada depresyon daha sık eşlik eder. Tedavisinde davranışçı yaklaşımlar ile beraber ilaç tedavisi uygulanır.
                  ________________________________________
                  13-UYKU BOZUKLUKLARININ GÖRÜNÜMÜ
                  Uyku bozuklukları gençlerde erişkinlere benzerlik gösterir. Uyku durumu kişinin ruh hali ile çok yakından ilgilidir. Uyku esnasında gösterilen belirtiler kişinin genel durumunu da yansıtır. Özellikle genel psikososyal stres faktörlerine ilk verilen sistemik bedensel cevaplardan bir tanesi de uyku bozukluğudur.
                  Uyku bozukluklarında uykunun niceliği ve niteliği bozulur. Uykuya dalma güçlüğünde kişide psikiyatrik problemler gözden geçirilmelidir. Depresyon , kaygı bozuklukları , obsessif kompulsif bozukluıklar ,uyum güçlüklerinde ,travma sonrası bozukluklar gibi durumlarda uyku bozukluğuna sık rastlanır. Kişi uykuya dalmak için sürekli gayret sarfeder ona rağmen istenen zamanda uykuya dalamaz . Bu durum gece sık sık uyanma ve tekrar uykuya dalmakta güçlük çekme şeklinde olabileceği gibi sabah erken uyanma ve uykuya dalamama şeklindede olabilir. Uyku bozukluklarında klinik olarak tanı konması için bu durum en az bir ay devam etmelidir . Bu durumda kişide daha çok ilaç tedavisi uygulanmalı ve nedene yönelik tedavi yapılmalıdır. Bu durum kişinin günlük hayatını önemli derecede etkiler ve işlev kaybına neden olur.
                  Uyku bozukluğunun bir çeşitini de narkolepsi denen aşırı uyuma ve ani uyku atakları oluşturur. Narlolepside kişi en az üç ay süre ile hemen her gün karşı konamaz bir şekilde uyuma ihtiyacı hisseder bu durum gündüz vakti de olur . Aynı zamanda kişide uykuya dalarken ve uyanırken halusinasyonlar oluşabilir . Bu durumda bedensel tetkikler yapılmalı ve sonuca göre tedavi düzenlenmelidir.
                  Uyku bozukluklarının diğer bölümlerinde ise uykuda yürüme ve gece terörünü sayabiliriz. Gece terörü genelde gecenin ilk yarısında olur gençde uyku sırasında bağırma, konuşma , hatta dolaşma şeklinde durum görülür . Uyandırılmaya çalışıldığında uyanmaz ve sabah olup bitenleri hatırlamaz. Uyandıktan belli bir süre sonra kendiliğinden uykuya dalar . Anne babaların bu durumda ani tepkiler ile uyandırmamaları önerilir. Gece terörünün sık olduğu durumlarda gerekirse ilaç kullanılır . Epilepsi olasılığı dışlanır ve gerekli tedavi düzenlenir.
                  Uyku bozukluğunun diğer bir çeşidide gece kabuslarıdır. Bu durumda genç özellikle gecenin ikinci yarısında korku ile veya ağlayarak uyanır . Bağırma , korkulu ifadeler olabilir. Bu durumda gencin sakinleştirilmesi kolay olmaz hemen uykuya dalamaz . Uyku teröründen farkı genç sabah bu olayı hatırlar. Tedavide eşlik eden durumlar araştırıldıktan sonra ilaç tedavisi yapılır.
                  Uyurgezerlikde kişi yatağından kalkar, dolaşır hatta bu durum evden dışarı çıkma şeklinde bile olabilir. Odanın kapı pencereleri güvenli olmalı , zarar verecek eşyalara dikkat edilmelidir. Kişi genelde sabah olup bitenleri hatırlamaz . Gece teröründen farkı kişi bu esnada ağlama , bağırma , korku tepkileri göstermez.
                  ________________________________________
                  14-DÜRTÜ KONTROL BOZUKLUKLARININ GÖRÜNÜMÜ
                  Dürtü kontrol bozukluklarında genel gidişat konusunda anne babalar dikkatli olmalıdır. Gencin sosyal ilişkilerini , psikososyal durumunu bozacak sıkıntılı durumlara yol açabilir. Bu durumda kişi belli konularda kendini kontrol etmeyi zor bulur. Dürtülerin kontrol edilmesi , engellenmesi ve yönlendirilmesi konusunda sıkıntılar vardır.
                  Öfke Patlamaları : Gençlerde başka psikiyatrik durumlarında eşlik edebildiği bu bozuklukta , Gençlerde normalden çok daha sık olarak ufak tefek sebeplerle dahi olsa , olaylar karşısında büyük tepki koyma şeklinde bir görünüm vardır. Bu durum , aniden ve çok şiddetli bir cevap şeklinde olabilir. Bu durum engellenme eşiğinin çok düştüğü , irritabilite ve depresif duygudurumun eşlik ettiği durumlar ile karıştırılmamalıdır.
                  Piromani : Bu bozuklukta patolojik olarak yangın çıkarma ve ateş yakma vardır. Genelde insanların olmadığı zamanlar olmak üzere gençte olur olmaz ateş yakıp yangın çıkarmaktan kendini alama şeklinde bir durum görülür . Herhangi bir neden olmadan ve sonucunu düşünmeden bu türlü bir bozukluk görülür. Bu durumu davranım bozukluğundaki ve başka psikiyatrik bozukluklardaki görünümünden ayırt etmek gerekir.
                  Trikotillomani : Bu durum patolojik olarak, vücutta bulunan saç, kirpik gibi yerlerden kıl koparmak şeklinde özetlenebilir. Bu durum bir çok psikiyatrik rahatsızlıkta görülmekle beraber yalnız başka semptom olmadığı zamanlar trikotillomaniden söz edebiliriz.
                  Kleptomani: Patolojik hırsızlık diyebileceğimiz bu durum davranım bozukluğunda görülebilir. Başka semptomlar olmadan sadece dürtü kontrol eksikliğinden kaynaklanan bir durum varsa kleptomaniden bahsedebiliriz. Kişi kendini kontrol edemeden ve ihtiyacı olmadığı halde birşeyle çalmaktan kendini alamaz.
                  Patolojik Kumar Oynama: Bu durum genelde başka psikiyatrik rahatsızlıklarla beraber görülmekle beraber , sadece kumar oynamaktan kendini alamama şeklinde ise bu tür bir dürtü kontrol bozukluğundan bahsedebilriz . Davranım bozukluğunun eşlik ettiği şekliyle daha çok görülür.
                  Dürtü kontrol bozuklukarının tedavisi genelde içgörü kazandırmaya yönelik psikoterapi şeklinde uygulanabilir . Bu durumun şiddetine göre gerekirse ilaç tedavisi yapılmalıdır.
                  Dürtü kontrol bozukluklarının her bir çeşidi , değişik psikiyatrik durumlarda görülebilir. Depresyon , mani , kaygı bozukluğu , obsesif kompulsif bozukluk , davranış bozukluğu , dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu , madde bağımlılığı gibi bir çok durumda bu türlü durumlar eşlik edebilir.
                  ________________________________________
                  15-KİŞİLİK BOZUKLUKLARI VE GENÇLİK
                  Kişilik bozukluklarının bir çok farklı görünümü olmasına karşın kişilik bozukluklarının gençlerde görünümü erişkinlerdekine benzerdir. Genelde kişilik bozukluğu tanısı belli bir yaştan sonra konmasına rağmen bu durumların gençlerde görülen şekilleri belli bir seviyede erişkinlere benzerlik gösterir. Kişilik bozukluklarının ortak özelliği olaylar karşısında sürekli başkalarını suçlama şeklindedir. Genel olarak kişide normal gelişim ve beklenene göre önemli ölçüde sapmalar şeklinde de özetlenebilir.
                  Genel olarak kişilik bozukluğu durumlarını şu şekilde sayabiliriz ;
                  Paranoid Kişilik Bozukluğu: Başkalarının davranışının ve hareketlerinin kötü niyetle algılanması ,etrafa karşı aşırı ve gereksiz güvensizlik ve aşırı şüpheler. Bu durumda kişi normal olaylara bile acaba ? sorusu ile yaklaşabilir. Bu durumda onun kişisel ve sosyal ilişkilerinin bozulmasına ve bu durumun şiddetinin ağır olması durumunda bazı psikiyatrik rahatsızlıkların oluşmasına neden olur.
                  Şizoid Kişilik Bozukluğu: Genelde kendi haline olma ile beraber çoğunlıkla insanlardan uzak olma eğilimi ve duygusal olarak diğer insanlara göre sınırlılık gösterme ,duygularını ve duygulanımını dışa vurumda azalma şeklinde bir kısım belirtiler gözlenir. Bu durumda olan genç insanın sosyal ilişkileri yeterli değildir. Kişiler arası ilişkilerde zorluklar oluşur. Kişi böyle bir durumdan genelde memnundur. Bunu bir yaşam tarzı haline getirmiştir.
                  Şizotipal Kişilik Bozukluğu: Yakın ilişkilerde rahatsızlık ile beraber , kişinin olağan dışı düşünce ve inançları olması. Burada kişinin sıradışı ritüelleri ve düşünceleri vardır. Gerçeklikten uzaklaşma eğilimi sözkonusu olabilir.
                  Antisosyal Kişilik Bozukluğu: Başkalarının hakkına hukukuna dikkat etmeme , toplum kurallarına ters düşme. Burada kişi başkalarının hak ve hukukunu hiçe sayan davranışlarda bulunur. Açıkça başlarına zarar verir , onları tehdit eder . Toplum açısından suç kabul edilen noktalarda pervasızca istediği şekilde davranır . Bu durum davranım bozukluğunun devamı gibidir . Genelde okul , aile ve sosyal çevreden dışlanma olabilir. Kişi için suç ve toplumsal kuralları ihlal etme , bir hyt tarzı haline gelmiştir.
                  Borderline Kişilik Bozukluğu: Kişiler arası ilişkilerde ve yaşantıda kaos , tutarsızlık ,düşük benlik saygısı durumu vardır . Bu durumda duygulanmada dalgalanmalar görülür , kişi insanlar arası ilişkilerde ikilem yaşar. Çok sevdiği birisinden bir an nefret eder , belli bir süre sonra onu göklere çıkarır, kronik bir boşluk hissi ve hayata karşı doyumsuzluk vardır. Genelde madde bağımlılığı , gerçeklikten ara sıra kopmalar , kendine ruhsal dünyasına ait sıra dışı yaşantılar gibi durumlar eşlik edebilir. Başkalarını yönlendirme becerileri fazla olup genelde kişiler arası ilişkilerde onları yönlendirmek isterler.
                  Histrionik Kişilik Bozukluğu: Aşırı duygusallık ve ilgi çekme arayışı belirgin özellikleridir. Bu durumda duygusal olmaları nedeni ile kişiler arası ilişkilerde zorluk yaşarlar. Aynı zamanda fiziksel görünüm olarak kendilerini ön plana çıkarma gayreti içerisindedirler.
                  Narsistik Kişilik Bozukluğu:Aşırı büyüklük duyguları ve beğenilme arzusu vardır. Bu bozukluğun yorumunda bilinç altı aşağılık kompleksinin yattığı söylenmektedir. Kişi kendisini tabir yerindeyse '' dev aynasında '' görür , diğer insanlarda kendilerini anormal derecede büyük görürler . Onlar için önemli olan kendileri ve kendi yaptıklarıdır .Bu nedenlerden dolayı diğer insanlar ile ilişkilerde zorluklar yaşarlar .
                  Çekingen Kişilik Bozukluğu: Toplumsal yetersizlik ve aşırı sosyal kaygı gösterme şeklinde özellikleri vardır. Bu kişiler ile sosyal fobi durumu birbirine çok karışır . Bu kişiler sosyal ilişkilerde çekingenlik gösterirler , önplanda olmak istemezler , kendi kapasite ve becerileri olmalarına karşın kendi kabiliyetlerini ortaya koyamazlar , girişimler ve yeni atılımlar konusunda cesaretsizlikleri vardır. Bu nedenle işlevsellik kaybı bu tür kişilerde fazla görülür.
                  Bağımlı Kişilik Bozukluğu: Kendi ihtiyaçları konusunda başkalarından beklentiye girme durumu vardır. Sanki birileri olmadan yaşantısını ve varlığını tam olarak devam ettiremeyecek , mutlu olamayacakmış gibi hissederek başkalarından ihtiyaçları konusunda devamlı talepte bulunurlar.
                  Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğu : Aşırı düzen , aşırı titizlik ve mükemmelliyetçilik görülür .Bu durumu obsesif kompulsif bozukluktan ayırt etmek gerekir. Obsesif kişilik yapısında işlevsellik kaybı yoktur. Yani kişinin bu aşırı düzen ve titizliği onun günlük işlerini etkilemez , aksine onu hayatta daha başarılı bir konuma getirir.
                  Kişilik bozukluklarının tedavisi psikoterapidir.
                  ________________________________________
                  16-MADDE BAÐIMLILIÐI VE GENÇLİK
                  Madde bağımlılığı gençlerde giderek büyük tehlike oluşturmaktadır. Madde bağımlılığında asıl önemli olan, gençler madde bağımlısı haline gelmeden önce önlem alınarak gençlerin bu tehlikelere karşı önceden bilinçli hale getirilmesidir. Madde bağımlılığı gençlerin işlevselliğini etkileyerek ,giderek onların sosyal uyumunu bozar. Madde bağımlılığının maddi yükünü karşılamak için, gençlerin kişiler arası ilişkilerinin bozulmasına neden olur. Madde bağımlılığı sorunu olan gençlerin stres faktörleri araştırılmalı , aile yapıları , arkadaş çevresi gözden geçirilmelidir.
                  Alınan maddeler psikolojik yada bedensel yada her ikisi birden bağımlılık yapar. Madde bağımlılığı denmesi için belli bir süre bu maddenin alınıyor olması gerekir. Madde kötüye kullanımı ile madde bağımlılığını ayırmak gerekir.
                  Madde bağımlılığı durumunda şunlar görülür. Kişide bağımlı olduğu madde belli bir süre sonra alınan miktar olarak yetersiz hale gelir. Kişi aldığı maddenin miktarını sürekli artırmak durumundadır.Kişide o maddeye karşı zamanla tolerans gelişir. Söz konusu maddeye özgü yoksunluk sendromları gelişir . Kişi maddeyi bulamadığı ve alamadığı zaman belirgin olarak yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Madde çoğu zaman tasarlanandan daha fazla alınır. Madde kullanımını bırakmak yada kontrol altına almak için boşa giden çabalar vardır. Maddeye ulaşmak için aşırı derecede para ve vakit harcama durumu vardır. Madde kullanımı ile belirgin işlevsellik kaybı vardır. Kişi kendi kapasitesini kullanamaz zamanla işte ve sosyal ortamlarda fonksiyon kaybına uğrar. Kişide tıbbi ve bedensel bir sorun olmasına rağmen sürekli madde arayışı ve kullanımı ısrar ile devam eder.
                  Madde bağımlılığının tedavisi vakit geçirmeden yapılmalıdır. Madde bağımlılığı uzun ve kısa süreli bedensel ve sosyal sonuçları olarak çok tehlikeli sonuçlara yol açar. Bu durumun tedavisinde madde kullanımının türüne göre yurtdışında değişik ilaçlar kullanılmasına karşın ülkemizde bu durum çok fazla yaygınlaşmamıştır. Gerekli tedavi kişinin sosyal ve psikolojik durumu göz önüne alınarak vakit geçirilmeden yapılmalıdır.
                  Madde bağımlılığı konusunda anne babanın yanısıra medya , okul ve kamu kuruluşlarına da çok büyük görevler düşmektedir. Gerekli koruyucu önlemlerin alınması ve bununla birlikte madde bağımlılığına yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması gün geçtikçe önem kazanmaktadır.Unutmayalım ki erken müdahale , erken tespit , erken tedavi bu süreç içerisinde en önemli faktörlerdir.
                  Madde bağımlılığının birlikte görülme sıklığı fazla olan psikiyatrik bozukluklar şunlardır ; Depresyon , şizofreni , mani , davranım bozukluğu , anti sosyal kişilik bozukluğu , psikososyal stres faktörleri , vb.
                  ________________________________________
                  17-DİKKAT EKSİKLİÐİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUÐUNUN GENÇLERDEKİ GÖRÜNÜMÜ
                  Bu durum daha çok çocukluk çağı problemi gibi görülmesine karşın son zamanlarda gençlerde ve erişkinlerde de yaygın olarak bulunduğu bilimsel araştırmalar ile ortaya konmuştur. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu genelde erken dönemde belirti vermesi ve tedavi edilmesine rağmen değişik nedenler ile gençlik ve erişkinlik dönemine kadar belirtilerin taşınması ve kişinin işlevselliğinin bozulması olabilmektedir. Özellikle gençlik dönemine ilerleme oldukça hareketlilik belirtilerinin azaldığı ve dikkat eksikliği belirtilerinin ise büyük oranda devam ettiği görülür.
                  Bu durumun belirtilerini dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtileri diye ikiye ayırabiliriz.
                  Dikkat Eksikliği Belirtileri (başka nedenler yok ise) http://www.forumzamani.net/forum/ima...gifikkatlerini uzun süre toparlayamazlar , başladıkları işlerin sonunu getirmekte güçlük çekerler , dikkat gerektiren günlük işlerden kaçınırlar, eşyalarını sık sık kaybederler , günlük işlerde unutkanlıkları vardır, işlerini düzensiz ve dağınık yaparlar , genelde bir işten diğerine çok sık geçiş yaparlar, karşısındakini dinlememe sık sık konu değiştirme görülür, dikkatleri ilgisiz uyaranlarla sık sık dağılır, çalışmaları plansızdır , emirleri anlamakta güçlük çekerler, yaptıkları işlerde dikkatsizce hatalar yaparlar.
                  Hiperaktivite Belirtileri (başka nedenler yok ise) :Yerinde duramama hali vardır, devamlı kıpır kıpır haldedirler, kendi yaşıtlarına göre belirgin farklılık ile sürekli hareket halindedirler,her şeye karışma , devamlı bir şeyler ile uğraşma , bir iş yaparken sık sık ayağa kalkma gezinme halindedirler, konuşmanın sonu gelmeden araya girerler, başkaları onların sözünü kesememekten yakınırlar,elleri ayakları kıpır kıpırdır, ellerinde sürekli bir şeylerle oynarlar, olası sonuçlarını düşünmeden tehlikeli işlere girme görülür, sakinlik isteyen grup içi etkinliklere katılmakta zorlanırlar, etraftaki insanlar tarafından sık sık hareketlilik konusunda uyarılırlar.
                  Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan gençlerde eşlik eden psikiyatrik problemler olabilir. Gençlerde kaygı ve depresyon halide aşırı hareketliliğe neden olabilir. Bu durumda ayırıcı tanıya gitmek uygundur. Aynı zamanda davranım bozukluğu ve karşı gelme bozukluğuda bu gençlerde sık görülür. Hiperaktivite ve dikkat eksikliği gencin günlük işlevselliğinin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle tedavi yapılması önerilir.
                  ________________________________________
                  18-KİŞİSEL VE SOSYAL İLİŞKİ SORUNLARI
                  Gençlerde gençlik dönemi psikolojik yapısına bağlı kişiler arası ve sosyal ilişki sorunları yaşanabilir. Gençlik psikolojisi farklıdır. Kişiliğin gelişme dönemi açısındanda önemli yere sahiptir. Bu dönemde aile ile çatışmalara sık rastlanır. Gencin kendini bulma gayretleri ile beraber ergenliğin getirdiği yeni sosyal ve kişisel aşamalar onun belli bir dönem bocalama dönemine girmesine neden olabilir. Hayatın yeni bir aşamasında bu aşamaya uyum sağlama güçlüğü ortaya çıkabilir.
                  Gençlik döneminde arkadaş ilişkileri önem kazanır. Hatta bazen aile ile olan iletişim ve etkileşimin önünede geçebilir. Genç insan arkadaşlarına ve onlar ile olan sosyal ilişkilerine çok değer verir. Hayata dair bazı düşüncelerinde yerleştiği , erişkinliğe adım sayılacak bu dönemde ailenin psikososyal desteği olmaz ise sorunlar artar. Özellikle gençlerin arkadaş çevresi olarak dikkatli olması gerekmektedir. Bu dönemde yaşanabilecek aile ilişlilerindeki problemlere karşı dikkatlı olunmalıdır.
                  Sosyal adaptasyonun normal bir şekilde sağlanmasıda gençlerin stres faktörlerini artırır. Bu dönemde erişkinlik ve hayata dair bazı önemli sınavlardan geçme durumu olur. Bu yüzden sosyal ilişki ve bu stres faktörlerinin aşılmasında genç insana psikososyal destek gerekebilir.
                  ________________________________________
                  19-PSİKOSOSYAL STRES FAKTÖRLERİNİN ETKİSİ
                  Psikososyal stres faktörleri yaşayan her canlıyı etkilediği gibi gençleride etkiler. Bu tür stres faktörlerinin zararlı etkenlerinden korunmak ve gerekirse psikososyal destek sağlamak önemlidir. Çünkü yaşanan stres faktörlerine karşı herkes aynı tepkiyi vermemekte bazı problemler bazı gençleri çok fazla etkilemektedir.
                  Psikososyal stres faktörlerine verilen tepki kişinin , sosyal çevresi , aile yapısı , sosyokültürel durumu , sosyoekonomik durumu , kişilik yapısı ve içinde bulunduğu toplumsal koşullar ile yakından ilişkilidir.
                  Psikososyal Stres Faktörlerinden Bazılarını Sayalım: Aile bireyi , akraba veya arkadaş kaybı , okul ve iş değişiklikleri , sağlık ve barınma problemleri , ayrılma , boşanma , evden uzaklaşma , ağır çalışma koşulları , ileri derecede maddi problemler , yasal sorunlar , doğal afetler , savaş ve terör ile karşılaşma , göç , sınav ve dersler konusunda ailenin aşırı beklentiye girmesi vb.
                  Psikososyal stres faktörlerinde etkilenme durumuna ve ortaya çıkan belirtilere göre , gerekli psikolojik destek sağlanmalı , gerekirse ilaç tedavisi yapılmalı.
                  ________________________________________
                  20-TİK BOZUKLUKLARININ GÖRÜNÜMÜ
                  Tik bozukluğunun başlangıcı genelde çocukluk dönemleridir. Ama gençlik döneminde de bu türlü sıkıntı olabilir.Tik birden ortaya çıkan ,hızlı , yineleyici , ritmik olmayan bir motor hareket ya da ses çıkarmadır. Tik stres ile alevlenebilir , kaygı ile artar uykuda veya oyalayıcı etkinlikler sırasında azalır.
                  Bu tikler ;
                  Motor Tikler Olarak : Göz kırpma , omuz silkme , öksürme , basit yüz hareketleri olarak görülebilir.
                  Ses Tikleri ise burun çekme , hırlama , boğaz temizleme ve başka şekillerde olabilir.
                  Kompleks tiklerde ise hem motor hem ses tikleri vardır.
                  Gençlerde gelip geçici tikleri kalıcı ve kronik tiklerden ve tourette sendromundan ayırt etmek gerekir. Tourette sondromu ile beraber başka psikiyatrik durumlar birlikte görülebilir.
                  Tik ortaya çıkan gençlerde tike bağlı kaygıyı artırmamak için çocuğun dikkati o yöne çekilmemeye çalışılır. Ayrıca mevcut tikler için ilaç tedavisi mümkün olabilir. Ancak tiklerin tamamen geçip geçmeyeceği ilerleyen süreç içerisinde belli olmaktadır. Eşlik eden başka psikiyatrik durumların olup olmadığı kontrol edilmelidir.
                  ________________________________________
                  21-KONUŞMA BOZUKLUKLARININ DURUMU
                  Konuşma en büyük iletişim aracıdır. Konuşmada olabilecek herhangi bir problem kişinin psikososyal yapısında değişikliklere ve sıkıntılara neden olur. Konuşmanın düzgün ve anlaşılır olması önemlidir. Konuşma bozukluklarının bir çok nedeni vardır. Kaynaklandığı dönem ise daha çok çocukluk dönemidir. Gençlik döneminde ise bu türlü durumlar devam edebilir.
                  Konuşma bozukluklarını kekeleme ve fonolojik bozukluk diye ayırabiliriz. Kekeleme durumunda gencin konuşmasının zamanlamasında ve akıcılığında bozulma sözkonusudur,seslerin ve hecelerin sık uzatılması ve tekrar edilmesi olabilir. Kelime yinelemeleri olabileceği gibi hece yinelemeleride olabilir. Fonolojik bozuklukta ise kişinin telafuz sorunları vardır bazı harf ve sesleri çıkaramaz .
                  Konuşma bozukluklarında konuşma eğitimi ile birlikte eşlik eden semptomlar için ilaç kullanılabilr.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                    Baş Dönmesi (Vertigo) Nedir?

                    Baş dönmesine hemen her zaman eşlik eden bulantı, kusma, yürümede zorluk eşlik eder.

                    Psödovertigo ise, hasta tarafından sersemlik hissi, havada ya da bulutlarda yürümek gibi aktarılır. Psödovertigo en sık görüldüğü tablolar, anksiyete atakları, ağır anemiler (kansızlık), hipotansiyon (düşük tansiyon) ve hipoglisemidir (düşük şeker düzeyi).

                    Vertigoları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

                    Nörolojik Kökenli Vertigo:

                    Bu tür baş dönmesi bazı epilepsi (sara hastalığı) türlerinde ender de olsa görülür. Beynin Cerebellum denen kısmının hasarlarında; baş dönmesi görülür. Nörolojik kökenli baş dönmelerinde, baş dönmesine eşlik eden başka semptomlarda vardır.

                    Meniere Hastalığı:

                    Tekrarlayan baş dönmesi atakları, kulak çınlaması ve zaman içerisinde tekrarlayan ataklarla yerleşen sağırlık vardır. Tipik bir atakta; ani başlayan birkaç dakika ile saatler arasında süren baş dönmesi ve değişen şiddette kusma bulunur. Kulakta çınlama vardır. Atak sıklığı hastadan hastaya farklılık gösterir.

                    Pozisyonel Vertigo :

                    Başın ani pozisyon değiştirmesine, gövde uyum sağlayamaz ve yataktan kalkma; başın çevrilmesi v.b. nedenlerle baş dönmesi atakları ortaya çıkar. Ataklar, genelde bir dakikadan az sürer. İşitme ve çınlama baş dönmesine eşlik etmez. Bazen yaşlılarda bu tür baş dönmesi; birkaç saniye sürer ve yıllarca devam eder.

                    Vestibüler Nörinit:

                    Sıklıkla tek bir baş dönmesi atağı ile beliren selim bir tablodur. Bu türde de, çınlama ve sağırlık yoktur. Hastalar, genelde genç-orta yaş erişkinlerdir. Hastaların hemen hemen hepsi, birkaç hafta önce geçirilmiş üst solunum yolu (grip vs..) enfeksiyonu bilgisini verirler. Bu baş dönmesinin nedeni, tam ispatlanmamış olsa da virüs denen bir mikrop türü sorumlu tutulmaktadır. Vertigo atağı ve kusma günler içinde şiddetini azaltarak geçer. Ani hareketle başlayan fenalık hissi ise, haftalarca kalabilir.

                    Tanı ve Tedavi:

                    Baş dönmesi ile başvuran hastayı, hekim iyice dinlemeli, detaylı bir muayene ile düşündüğü baş dönmesi türünü, hastaya yaptırdığı tetkiklerle doğrulamalıdır. Bu tetkikler, baş dönmesinin türü doğru tespit edildikten sonra baş dönmesine sebep olan bir etken varsa, bunun tedavisi yapılmalıdır. Hastalıkla ilgili; hasta ve hasta yakınına bilgi verilmeli ve baş dönmesinin tedavisi düzenlendikten sonra hastanın tekrardan hekim ile ilişki kurulması önerilmelidir.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                      Uydurma hastalıkları biliyor musunuz?

                      İlaç firmalarının daha fazla ilaç satmak için hastalık icat etmek, kendiliğinden geçecek tedavi edilmesi gerekmeyen, önemi olmayan bazı şikâyetleri ciddi hastalık haline getirmek, hayatın âdet görme, hamilelik, yaşlanma, menopoz... gibi tabiî dönemlerini ilaç kullanılması gereken hastalık dönemlerine dönüştürmek... gibi türlü-çeşitli numaraları vardır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, Myent okurları için yazdı.

                      RUHSAL VE NÖROLOJİK HASTALIKLAR BAŞTA GELİYOR
                      İlaç firmalarının bu amaçlar için kullandıkları hastalıkların başında da ruhsal ve nörolojik olanlar geliyor. Özellikle de erkeklerde sertleşme problemleri, kadınlarda cinsel isteksizlikler gibi '****üel fonksiyon bozuklukları' ilaç firmalarının gözdesi olan hastalıklar.

                      Her alanda olmayan hastalıklar yaratılarak, doktorlar ve toplum çeşitli reklâm ve kampanyalarla bunların çok yaygın olduğuna ve mutlaka tedavi edilmeleri gerektiğine inandırılmaya çalışılıyor.

                      Amaç, herkesin mutlaka şöyle veya böyle bir hastalığının olması ve bu hastalık için mutlaka ilaç kullanılmasının sağlanması.

                      SİSİ SENDROMU
                      İlk defa 1998 yılında bir ilaç firmasının tam sayfa reklâmıyla adı duyulan 'Si-si Sendromu' bu uydurma hastalıklardan biri.



                      Depresyonun özel bir türü olduğu iddiasıyla gündeme getirilen bu yeni hastalığa, Sisi Sendromu ismi verilerek adeta bir asalet de katılmaya çalışılmış. Çünkü Sisi, Avusturya İmparatoriçesi Elizabet'in kısa ismi, yoksa bizim trans****üel Sisi'miz değil. İmparatoriçe Sisi, halk arasında çok sevilen, çok sayılan bir kişi.

                      Adı depresyon olan sevimsiz bir hastalık yerine, çok sevilen, soylu bir kraliçenin adını taşıyan hastalığına yakalanmayı kim istemez ki ? Hatta, yazılanlar doğru ise, bu hastalığa önce Prenses Diana'nın ismi verilmek istenmiş, ama vazgeçmişler. Allah bizi korumuş, çünkü aksi takdirde bugün dünyada belki de birkaç yüz milyon insan Prenses Diana Sendromu'na tutulmuş olacaktı.

                      Birçok psikiyatr, böyle bir hastalığın varlığını kabul etmese de, hastalık özellikle Almanya' da o kadar çok tanınmış ve benimsenmiş ki, firmadan sebeplenen doktorlar bugün 3 milyon Alman'da Sisi Sendromu olduğunu ileri sürüyorlar.

                      Buna karşılık dünyanın Almanca konuşulmayan ülkelerinde ise Sisi Sendromu çok görülmüyor. Zaten, bir Alman soylusunun hastalığının diğer ırklarda görülmesini kimse de beklemiyor.

                      Sisi sendromu için o reklâmı veren firmanın çıkardığı, uzun süre kullanılması gereken pahalı bir ilacın olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

                      SAÇ DÖKÜLMESİ HASTALIK MI?
                      Hayatın sıradan bir süreci olan erkeklerde saç dökülmesi de bir hastalık hâline dönüştürülmek isteniyor. Çünkü, saç dökülmesi tüm dünyada çok yaygın olarak rastlanan bir problem ve üstelik de 'saçı olmayan, ama parası olan' milyonlarca insan var yer yüzünde.

                      Erkeklerin bugüne kadar önemsemediği, hatta maden olan dağda ot bitmez sözüyle iftihar bile ettiği kellik, ilaç şirketlerine göre erkeklerin üçte birinde panik ve duygusal bozukluklara yol açan, ruhsal dengeleri bozan ve hatta iş bulmalarını zorlaştıran çok ciddi bir hastalıkmış. Slogan da Saçın mı dökülüyor, doktora koş.

                      Bir başka firma ise Amerika'daki kadınların %43'ünde ****üel disfonksiyon yani cinsel fonksiyon bozukluğu olduğunu yaymaya çalışıyor. Çünkü, onun da bu amaçla kullanılan müthiş bir ilacı var.



                      Azıcık bağırsak gazının, şişkinliğin İrritabl Bağırsak Sendromu adı ile çok ciddi bir hastalık haline dönüştürülmesinin de nedeni, bu hastalık için artık pahalı bir ilacın olması.

                      Osteoporoz gibi kemik kırıkları için risk faktörü yaratan durum da, mutlaka ilaçla tedavi edilmesi gereken anlı-şanlı bir hastalık oluverdi. Kemik kaybının yavaşlatılması, elbette kırık riskini azaltır, ancak sağlıklı insanların çoğunda kırık riski çok düşüktür ve uzun süreli ilaç tedavisi riskte sadece küçük bir azalma sağlayabilmektedir. Tedavinin ancak, küçük ve özel bir grupta yeri vardır.

                      Bu konuyu başka bir zaman ayrıntılı olarak ele almak üzere, şimdilik osteoporozun tanımın, Dünya Sağlık Örgütü' nün belirlediği tanı kriterlerinin ve kemik dansitesi ile kırık riski arasındaki ilişkinin bile tartışmalı olduğunu belirtmekle yetinelim

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                        Tek eşlilik cinsel yolla bulaşan hastalık riskini azaltıyor

                        60’lı yıllarda cinsel yolla bulaşabilen hastalıklar başlığı altında sadece beş hastalık yer alıyordu. Bunlar, frengi, belsoğukluğu ve cinsel organ yaraları ile seyreden diğer üç hastalıktı. Bilgi artışı ve çok sayıda yeni akıntı etkileri saptandı.

                        HIV (AIDS) enfeksiyonu gibi yeni hastalıklar ortaya çıktı. Bulaşma yolları hakkında bilgi arttıkça yeni bazı hastalıklar, örneğin bulaşıcı sarılıklar da bu grup içine alındı.

                        Cinsel yolla bulaşabilen hastalık etkenleri de çeşitli. Çok sayıda bakteri, virüs, bazı mantarlar, iç ve dış parazitler... Bu hastalıkların bir kısım kadın ve erkek akıntılarıdır. Bir kısmı ise sadece deri belirtileri gösterir. Bazıları ise hem deri, hem de iç organlarda belirti verirler. Her yıl yaklaşık 300 milyon kişinin cinsel yolla bulaşan bir hastalıkla enfekte olduğu tahmin ediliyor.

                        Bu hastalıklar neden bu kadar yayıldı?

                        - 60’lı yıllarda başlayan cinsel devrim, doğum kontrol hapları ve turizm patlaması ana nedenler. Gebe kalma tehlikesinin ortadan kalkması, cinsel ilişkilerde toplum baskısının azalması ve dünyanın değişik yörelerindeki insanlarla ilişkiler kurulmasıyla, hastalıkların yayılması çok kolaylaştı.

                        Hastalıktan korunma yöntemleri de arttı mı?

                        - Pek değil. Bu konuda tek koruyucu prezervatif. Onun da koruyucu etkisi bir yere kadar. Akıntılar konusunda yüksek oranda etkilidir. Ancak günümüz **** anlayışında yetersiz kalabildiği durumlar oluyor.

                        Prezervatif kullanmak her zaman yetmiyor mu?

                        - Prezervatif kullanmak elbette doğru. Ancak korumada yetersiz kalabilir. Sadece cinsel organların devrede olduğu ****te, sadece penis ve vajina direkt temastan korunmuş olur. Geri kalan bölgeler bulaşıcılığa açıktır. Tüm vücudu prezervatif ile örtemeyiz. Çok yaygın bir ilişki çeşidi olan oral ****in prezervatif ile yapılması pek olası değildir. Bir çok hastalık öpüşme yoluyla da geçer.

                        Peki güvenli **** yok mu?

                        - Gerçek anlamda güvenli **** yok. Ancak risk oranının azaltıldığı **** vardır. Bunun için de bazı kurallara dikkat edilmesi gerekir. Önemli olan riskli davranış şekillerinden uzak kalmaya çalışmak.

                        Riskli davranış nedir?

                        - Günümüzde birçok insana sempatik görünmese de riski azaltmada en önemli adım tek eşlilik. Cinsel ilişkiyle bulaşabilen hastalıklar konusunda, ilgili uzmanların bir öngörüsü var: Bir hastada cinsel yolla bulaşan hastalık bulunması, bunun üç ile çarpılması demek. Yani birinci kişi hasta, ikincisi onun hastalığı aldığı kişi. Üçüncüsü de hastalığın verildiği kişi. İşte tek eşlilikte bu risk büyük ölçüde ortadan kalkıyor.

                        İlişki tipiyle ilişkisi var mı?

                        - İster hetero****üel (kadın-erkek ilişkisi), isterse de homo****üel (aynı cinsle ilişki) ilişkide, tek eşlilik riski çok azaltır. Herhangi bir cinsel partnerin ikinci veya daha çok partneri olması riskleri katlayarak artırır. Bu durumda paralı ilişkilerin de ne kadar yoğun risk taşıdığı çok açık olarak bellidir.

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                          Daha iyi bir **** hayatı için 8 öneri

                          Flört edin: Uzmanlar birlikte olan çiftlerin **** yapmaları için belli bir süre beklemeleri gerektiğini savunuyor. ****in de bir randevu gibi yaşanması gerektiğini düşünen Michael Castleman, ilişkinin ilk günlerinde birlikte aktiviteler yapılması gerektiğini söylüyor: "Birlikte sinemaya gidin, yemek yiyin ya da yürüyüş yapın, çift olarak birlikte zaman geçirin."

                          Evden dışarı çıkın: Daha iyi bir aşk hayatınız olmasını istiyorsanız, bazı geceler evden dışarı çıkın. Uzun bir süre birlikte olan çiftlerde ****in rutin bir hale geldiğini savunan uzmanlar, evin dışında yaşanan ****in çifte heyecan kattığını savunuyor.

                          Yatak odanızı yeniden dekore edin: Evinizde; özellikle de yatak odanızda yapacağınız bazı değişiklikler aşk hayatınıza renk katabilir. Bunun için illa aynalarla kaplı bir odaya ya da su yatağına ihtiyacınız yok, ışıklandırma da yapacağınız küçük bir değişiklik bile inanılmaz farklılıklara neden olacak. Örneğin yatak odanızdan televizyonunuzu çıkarmakta **** hayatınıza tahmin ettiğinizden çok daha olumlu etki edecektir.

                          Ne istediğinizi bilin: Herkesin aşk hayatıyla ilgili bazı fantezileri vardır, bu fantezilerinizi partnerinizle konuşun. Eşiniz size "Bu akşam ne yapmak istersin" diye sorduğunda eğer verecek net bir cevabınız yoksa bu konuda yalnız olmadığınızı bilin. Çiftler genellikle söz konusu **** olduğunda çoğu zaman gerçekten ne istediklerini bilmezler. İyi bir aşk hayatı için ne istediğinizden emin olmanız gerekir.

                          Eşinizin ne istediğini bilin: Kendinizin ne istediğinden emin olduktan sonra sıra eşinizin ne istediğine gelir. Onunla karşılıklı çekinmeden konuşarak isteklerini öğrenmelisiniz. Bazı insanlar partnerlerine oranla ****i daha fazla isteyebiliyorlar. Bu gibi durumlarda önemli olan çiftlerin arasındaki uyumdur.

                          Yeni bir şeyler deneyin: Yatak odasında yeni bir şeyler deneyin, Castleman, "Çiftler ne kadar uzun süre birbirleriyle olursa, ****te onlar için o kadar tanıdık ve bildik hale geliyor" diyor. Söz konusu değişim olunca çekingen davranan çiftler yeni iç çamaşırı ya da yeni bir masaj tekniğinin ilişkiye çok heyecan katacağını belirtiyor.

                          Cinsel sorunlarınızı görmezden gelmeyin: Artık cinsel sorunlar geçmişe oranla çok daha fazla açık konuşuluyor. Yine de toplumda her kesimden insan aynı rahatlıkla cinsel sorunlarını konuşamayabiliyor. Weston, insanların cinsel problemlere karşı utangaç olduklarını çünkü bu konudaki yetersizlikleriyle yüzleşmekten çekindiklerini söylüyor ve ekliyor: "Çiftler yaşadıkları her sorunla mutlaka yüzleşmeli"

                          Denemeye devam edin: İyi bir aşk hayatı biraz zaman alır. Bu konuda sabırlı olmalı, iyi sonular elde etmek için acele etmemelisiniz. Başarısızlığa uğrasanız bile yılmamalı, moralinizi bozmamalısınız. Unutmayın bu konuda çiftlerin uyumu ancak zamanla sağlanır.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                            Taze peynirle gelen tehlike

                            E.Ü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Doğanay, "basit zannedilen Bruselloz hastalığı, kalp ve beyinde ciddi hasarlara yol açıyor, hastalık, taze peynirin bir kez tadılmasıyla bile bulaşabilir" dedi. Hayvancılığın yaygın olduğu bölgelerde sıklıkla görülen Bruselloz hastalığının öneminin fazla bilinmediği ancak hastalığın eklemlerde ve kemiklerde apselere, beyin ve kalpte ciddi hasarlara yol açtığı bildirildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Bikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Mehmet Doğanay, halk arasında "peynir hastalığı" olarak bilinen Bruselloz hastalığının, veteriner hizmetlerindeki yetersizlik nedeniyle giderek yayıldığını ve takibinin yeterince yapılmadığını söyledi.

                            Hastalığın öneminin yeterince bilinmediğini ifade eden Doğanay, şunları söyledi: "Gece terlemesi ve halsizlik gibi sıradan belirtilerle ortaya çıkan Bruselloz, eklem ve kemiklerde apseler yapıyor. Beyinde menenjite ve kalpte, kalp kapakçıklarının değiştirilmesini gerektirecek hasarlara yol açıyor. Ameliyat gerektiren bu rahatsızlıkların tedavisi milyarlarca liraya maloluyor. Bu nedenle hastalık basite alınmamalıdır."

                            TAZE PEYNİR YEMEYİN
                            Hastalığın süt ve süt ürünlerinden bulaştığını belirten Doğanay, özellikle peynir yapılırken sütün iyice kaynatılmamasının hastalığa davetiye çıkardığına dikkat çekerek, "Bruselloz, en çok taze peynirden bulaşıyor. Salamura yapılmış taze peynirin yenebilmesi için en az 3 ay bekletilmesi gerekir. Bunun için taze peynir hiç yenmemeli veya yapılırken sütün iyice kaynatıldığından emin olunmalı. Çünkü hastalığın bulaşabilmesi için bir kez peynirin tadına bakılması bile yeterlidir" dedi.

                            BİLDİRİMİ ZORUNLU
                            Prof. Dr. Doğanay, Bruselloz hastalığının bildirimi zorunlu bir hastalık olduğunu da hatırlattı. Hastalığı taşıyan insanın tedavisi kadar hastalığa neden olan hayvanın da tesbit edilerek imha edilmesinin önemli olduğunu anlatan Doğanay, şüpheli kişilerin müracaatlarının hastalığın takibini kolaylaştıracağını söyledi.

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                              Grip, basit bir hastalık gibi görünse de risk grubundaki kişiler için ölümcül olabilir

                              Ani olarak başlayan yüksek ateşle seyreden, aşırı halsizlik, kas ve baş ağrısı ile kendini gösteren grip, vücudun bağışıklık siteminin zayıflaması nedeniyle zatürreeye çevirebiliyor.
                              Gribin özellikle çocuk, yaşlı ve diyabet, astım, kalp ve kanser hastaları için riskli olabileceği yönünden uyaran uzmanlar, risk grubundaki kişiler için hastalığın ölümcül olabileceğine dikkat çekiyor.
                              Gribe neden olan influenza virüsünü antibiyotiklerin etkilemediğine dikkat çeken uzmanlar, antibiyotik kullanımının hastalığın süresini kısaltmayacağının da altını çiziyor.
                              Yapılan araştırmalar sonucunda grip aşısının yüzde 89 etkili olduğunu belirten uzmanlara göre aşı olduktan sonra dahi gribe yakalanan bir hasta, hastalığı aşı olmamış bir hastadan çok daha hafif geçiriyor. Bu nedenle hastaneye yatış riski de önlenmiş oluyor. Grip aşısının yan etkisinin bulunmadığını vurgulayan uzmanlar, yaşanabilecek yan etkinin en fazla aşı yapılan yerde hafif kızarıklık ya da ağrı ile hafif ateş ve halsizlik şeklinde ortaya çıktığını belirtiyor.
                              Grip aşısı yalnız Ekim ve Kasım ayında değil Aralık, Ocak hatta Şubat aylarında da olunduğu taktirde koruma sağlıyor. Ancak her yıl dolaşan grip virüsü şuşları değiştiğinden aşıların içeriğinin de değiştiğini söylen uzmanlar, bu nedenle her yıl aşılanmak gerektiğini ifade ediyor.
                              Uzmanlar, aşıların içeriğinde salgın yapma olasılığı en yüksek olan virüsler bulunduğunu bildiriyor.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                                Stanford Üniversitesi'nce bulunan ve tokluk hissini artıran obestatin hormonu, kilo vermede etken madde olabilir.

                                Birkaç yıl önce bilim adamları ghrelin hormonunu bulduklarında, iştahı etkileyen son hormon olarak adlandırmışlardı ama yanıldılar. 1994 yılında leptin, 1999 yılında da ghrelin hormonu bulundu. Yakın bir tarihte Stanford Üniversitesi'nin bulduğu obestatin ise anti-ghrelin hormonu olarakta adlandırıldı.

                                Daha az yemek
                                Obestatin de aynı yerden salgılanır ama ghrelinin tam tersi etkisini yapar. Ghrelin, büyüme hormonu salınımı ve enerji dengesinde önemli bir düzenleyici olarak tanımlanır. Esas olarak midede üretilmekle birlikte daha düşük miktarlarda bağırsak, hipofiz, böbrek, plasenta ve hipotalamusta da yapılır.

                                Yapılan çalışmalarda farelere obestatin enjekte edildiğinde normalde yediklerinden yüzde 50 daha az besin tükettikleri ve 8 gün içerisinde yüzde 20 oranında kilo verdikleri gözlemlenmiş. Ayrıca obestatinin yiyeceklerin mideden barsaklara geçiş hızını da azalttığı, bu nedenle tokluk hissini artırdığı, yalnız bazı deneklerde mide bulantısına ve mide kaslarının kasılmasına neden olabileceği belirtiliyor. Bazı kaynaklara göre obestatin, mide bulantısını artırması nedeniyle gıda tüketimini azaltıyor.

                                İştahı baskılayabilir
                                İnsanlar son zamanlarda kilo verme konusunda birçok yönteme başvuruyorlar. Doğru olanı kişiye uygun tarzda beslenmek, egzersiz yapmak, az az sık sık yemek, bol su içmek... Ama bazı durumlarda açlık hissi kontrol edilememektedir ki, bunun nedeni de hormonal dengesizlik olabilir. Obestatin belki de obez kişilerin iştahını baskılamada ve kilo vermelerinde kullanılacak bir etken madde olacak. Bu nedenle daha fazla yeni araştırmaların yapılmasını bekliyoruz.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor