Sağlık ile ilgili her konu

Kapat
Önemli Konu
X
X
 
  • Zaman
  • Gösterim
Clear All
yeni mesajlar
  • delphin
    Senior Member
    • 27-12-2005
    • 15279

    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

    Sağlıklı ve Mutlu Yaşamanın Sırları

    Sağlıklı ve mutlu bir yaşlılık geçirmek, kişinin kendi elinde. Yaşlılık yalnızca "yıpratıcı bir sürecin sonunda yaşamın son bulması" anlamına gelmiyor, yaşlanmak "doğal ve evrensel bir süreç" olarak kabul ediliyor. Platin kuşak (85 yaş ve üzeri), altın kuşak (75-84 yaş), gümüş kuşak (65-74 yaş) ve bronz kuşak (60-64 yaş) olarak dönemlere ayrılan yaşlılığı erkenden başlatan etmenler ise; beslenme bozuklukları, kas ve eklem sorunları, egzersiz yetersizliği, kolesterol yüksekliği, yoğun stres ve bunaltı, hipertansiyon, diyabet, damar sertliği gibi hastalıklar ile sigara, alkol ve madde bağımlılığı, uyku problemleri, karaciğer ve böbrek yetmezliği olarak sıralanabiliyor.

    Uzmanlara göre, olumlu ve olumsuz yanları olmasına rağmen yaşlılık, yalnızca yıpratıcı bir sürecin sonunda yaşamın son bulması manasına gelmiyor. Uzmanlar, yaşlanmanın doğal ve evrensel bir süreç olduğunu kabul ederek, Thomas Dekker'in 'Yaş da sevgi gibidir, saklanamaz' sözlerine kulak verilmesini tavsiye ediyor. Yaşlılık sözcüğü, yaşam süresinin geç dönemindeki gelişmenin devamıyla birlikte kişideki değişimleri anlatıyor. Yaşlılık, yaşam konusunda kayıpların ve çöküşün görüldüğü, yaşamın son dönemidir. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) tanımına göre yaşlılık, "Çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalmasıdır." Yaşlı hastalar, bağımsız bir yaşam için doktorların yeteneğine bağımlı kişilerdir. Bunun yanında yaşlı kişiler, yaşamları boyunca öyle çok deneyime sahip olurlar ki, bazen kendi sorunlarına çok iyi ve bilinçli yaklaşabilmektedirler. Yaşlanmanın ne zaman başlayacağı konusunda net bir sınır vermek çok mümkün değildir. Ancak yapılan bilimsel sınıflama şöyledir:

    "Orta Yaşlılık: 40 ile 64 yaş arasını kapsar. Bu dönemde işlevsel kayıplar sıklıkla, gençlik dönemiyle karşılaştırılınca yüzde 10 ile 30 arasındadır.
    Yaşlılık: 65 ile 74 yaş arasını kapsayan bu dönem, sıklıkla emekliliği takip eden bir dönemdir.

    İleri Yaşlılık: 75 ile 84 yaş arasını içeren bu dönemde sıklıkla işlevsel kayıplar gözlenir; ama kişi genellikle başkalarına bağımlı olmadan yaşamını sürdürebilir.
    Çok İleri Yaşlılık: 85 yaş ve üzerini içeren bu dönemdeki kişiler özel bakıma, özel evlere veya yardımcıya ihtiyaç duyarlar."

    Yaşlılık dönemi, platin kuşak (85 yaş ve üzeri), altın kuşak (75-84 yaş), gümüş kuşak (65-74 yaş), bronz kuşak (60-64 yaş) olarak da sınıflandırılmaktadır.
    Erken yaşlanma nedenleri ise beslenme bozuklukları, kas ve eklem sorunları, egzersiz yetersizliği, kolesterol yüksekliği, yoğun stres ve bunaltı, hipertansiyon, diyabet, damar sertliği gibi hastalıklar, sigara, alkol ve madde bağımlılığı, uyku problemleri, karaciğer ve böbrek yetmezliği olarak sıralanmaktadır.

    YAŞLILIK BELİRTİLERİ VE YAŞLILIKTA *** GÖRÜLEN HASTALIKLAR
    Yaşlılıkta vücut gücü ve direnci düşer. Damar hastalıkları 40 yaşın üzerindeki erkeklerde ve menopozdan sonra kadınlarda daha sık görüldüğü için, kalp krizinin neden olduğu ölümlerde artış görülür. "Bakımsız" bir kalp yaşlandıkça sağlığı ve yaşamı tehlikeye atar, "özenle bakılmış" bir kalp ise "bakımsız" yaşıtlarından çok daha sağlıklı işler. Kanser gibi "ölümcül" hastalıklara karşı direnç azalır. Bizi hastalıklara karşı koruyan sistemler daha düşük kapasiteyle işleyebilirler. Kısacası, bağışıklık sistemi zayıflar. Karaciğerin çalışma hızı yavaşlar. Kas gücü azalır. Yağsız kas kitlesi 40 yaşlarında azalmaya başlar ve azalmakta olan kasların yerini yağlar alır.
    65 yaşına gelene kadar kişi, kas gücünün yüzde 80'ini kaybedebilir. Omurga ve kemikler zayıflamaya başlar, özellikle kalça kemiğinin kırılma riskinin artması çok tehlikelidir. Ciltte kırışıklıklar ve sarkmalar, saç ve diş kaybı artar. Görme, duyma ve tat alma duyuları zayıflar. Zihinsel kapasite azalır. Yaşama isteği azalabilir veya tümüyle yok olabilir. Kalp damar hastalıkları, kanserler, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, felç, parkinson hastalığı, bunama (alzheimer hastalığı) ve kemik erimesi (osteoporoz), yaşlılıkta sık görülen hastalıklardır.

    En önemli kronik hastalık sebepleri ise; fiziksel egzersiz eksikliği, yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol, şişmanlık, sigara ve alkol kullanımıdır. Bu sebeplerin çoğu, gençlikte atılan doğru adımlarla kontrol altına alınabilir.

    Yorum

    • delphin
      Senior Member
      • 27-12-2005
      • 15279

      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

      Çocuklarda ateşi düşürme yolları

      Ateş, vücudun enfeksiyonlarla savaşma yöntemlerinden biri. 3 aydan daha büyük çocuklarda her ateş yükselmesinde doktoru görmeyi gerektirecek bir durum olmayabilir. Dikkatli olmak koşuluyla kendi başınıza da çocuğunuzun ateşini kontrol altına alabilirsiniz.

      Çocuğunuz size alıştığınızdan daha sıcak geliyorsa, tam bir ısı ölçümü yapmak gerekir. Amerikan Hastanesi Pediatri Bölümü'nden alınan bilgiye göre; genellikle ateş olarak kabul edilen derece 38'in üzerindeki değerlerdir. Çocuğunuza dokunduğunuzda cildinin size sıcak gelmesi, her zaman onun ateşi olduğu anlamına geliyor. Çocukların ateşleri; kulaktan, dil altından, popodan ve koltuk altından ölçülebilir. Bu 4 yer de kabul edilir ateş ölçme noktalarıdır. Koltuk altı ölçümleri diğer ölçümlere göre 0.5 derece daha düşük çıkıyor. 2-2.5 yaşından küçük çocuklarda dil altından ölçüm yapmak teknik olarak biraz zor ve civalı cam derece kullanılması önerilmiyor. Elektronik derecelerin ölçüm süresi ise 3-4 dakika sürüyor. Kulak dereceleri de saniyeler içinde güvenilir ölçümler yapabiliyor. Ancak ucunun bebeğin kulak kanalına iyi oturduğundan emin olmak gerekiyor. Uzmanlar, mutlaka rahat kullanılabilecek bir derece bulundurulmasını tavsiye ediyor. Bu dereceyle çocuğunuz ateşli değilken birkaç sefer ölçüm yapmalısınız.

      HER SEVİYEDEKİ ATEŞ TEHLİKELİ DEĞİL
      Her seviyedeki ateşin tehlikeli sayılmadığını belirten uzmanlar, kabul edilen ateş sınırlarını şöyle izah ediyor:
      Ateşsiz: 34.4-37.9
      Ateşli: 38.0-39.9
      Yüksek ateşli: 40.0 ve yukarısı.
      Eğer çocuğunuzun ateşi yoksa fakat hasta görüntüsünü korumaya devam ediyorsa 1 saat içinde ateşini bir daha ölçün. Çocuğunuzun ateşi 38.0 ile 39.9 arası ise, bazı uygulamalarda bulunabilirsiniz. Çocuğunuzun ateşi yüksek ise hemen doktora bildirmeniz gerekiyor.
      Yeni doğan dönemdeki bebeklerde enfeksiyonla savaşma yeteneği kısıtlı olduğundan ciddi enfeksiyonlar gelişebilir. Uzmanlar, bebeğin ateşinin 38 derecenin üzerine çıktığı durumlarda doktorun acilen aranması ve doktora danışmadan ilaç verilmemesi uyarısında bulunuyor.
      Ateş, vücudun enfeksiyonlarla savaşma yöntemlerinden biri. Çocuğunuzun her ateşi çıktığında doktoru görmenizi gerektirecek bir durum olmayabilir. Dikkatli olmak koşuluyla kendi başınıza da çocuğunuzun ateşini kontrol altına alabilirsiniz. Uzmanlar, acilen doktora başvurulması gereken durumları şöyle sıralıyor:
      "- Çocuğunuzun ateşi 40.0 derece ve yukarıda ise,
      - Çocuğunuz çok hasta veya açıklayamadığınız hastalık belirtileri taşıyorsa,
      - Çocuğunuz bir şey içmek istemiyor, durmadan ağlıyor veya çok halsiz görünüyorsa,
      - Çocuğunuz ateşli havale geçiriyorsa. Ateşli havale, genelde çocuğunuzun ateşi normalden çok yüksek ise görülür. Havale anında çocuğunuzun elleri ve ayakları şiddetli bir şekilde sallanmaya başlar ve gözleri arkaya doğru kayabilir. Ateşli havale genelde 1-5 dakika sürer. Çocuğunuzun elinin veya kolunun birkaç kere sallanması, onun havale geçirdiği anlamına gelmez.
      - Orta dereceli ateş (38.0-39.9) 24 saatten daha uzun sürerse ve ateşten başka burun akıntısı veya öksürük gibi başka hastalık belirtileri yoksa. Bu durumda ateşin nereden kaynaklandığını bulmak gerekebilir.
      - Çocuğunuzun ateşi orta derecede 48 saatten (2 tam gece ve gündüz) daha uzun sürer ve ateş düşürücü ilaçlarla bile düşmezse..."

      ATEŞİ EN HIZLI DÜŞÜRME YOLU: ILIK DUŞ
      Eğer çocuk 3 aydan daha küçükse hemen doktora başvurulmasının altını çizen uzmanlar, bu arada yapılması gerekenleri,
      "Bebeğin üzerini açarak bekleyin ve 15 dakika sonra ateşini tekrar kontrol edin. Eğer çocuğunuz 3 aydan büyükse, yine ilk yapılması gereken: Üzerini açmak. Çocuğunuzun 'ateşi çıkarken' titremesi son derece normal. 'Üşüttüğü için ateşi çıktı' diye üzerini örtmeyin. Kalın giysiler vücut sıcaklığını dışarı geçirmeyerek çocuğunuzun ateşinin daha da yükselmesine neden olur. Eğer çocuğunuz titriyorsa, onu bir çarşaf veya ince bir havluya sarın. Üzerini açmanıza rağmen çocuğunuzun ateşi 39 derecenin üzerine çıkıyorsa, hemen doktorunuzu arayın. Bu arada ısıyı hızla düşürmenin yolu, ılık duşa sokmak veya ılık ıslak havlu ile kompres yapmak" şeklinde anlatıyor.

      "Çocuğunuzu ılık suyla doldurduğunuz küvetin içinde 15-20 dakika oturtun" diyen uzmanlar, "Arkaya doğru yatmasına izin vermeyin. Suyu çocuğunuzun kafasından aşağıya dökmeyin. Bir süngeri ıslatarak, onu çocuğunuzun vücudunun etrafında gezdirin. Büyük bir havluyu ılık su ile ıslatıp tüm vücudunu havluya sarın. Sadece eklem yerlerine ılık su ile kompres yapmak yetersiz kalır. Uzmanlar, kesinlikle alkollü kompreslerle ateş düşürmeye çalışılmaması uyarısında bulunuyor. Çocuğunuz titremeye başladığı zaman, onu küvetten çıkarın ve bir havlu veya ince bir çarşafa sarın. Parasetamol, 'Asprin içermeyen ağrı kesicilerde' bulunan aktif maddedir. Çocukluk döneminde tercih edilen ateş düşürücüler bu maddeyi içermekte. Çocuklarda hiçbir zaman aspirinin ateş düşürücü olarak kullanılmaması gerekiyor. Parasetamol 4-6 saatte bir verilir. Ateş parasetamole rağmen 38 derecenin üzerinde seyrederse, doz aralığını 4 saatten 3 saate almak gerekir. Bu durumda da ikinci bir ilaçla parasetamolü dönüşümlü bir şekilde kullanmak gerekli. Aktif maddesi İbuprofen olan ilaçlar, 3 saatte bir parasetamolle birlikte kullanılmalı" açıklamasında bulunuyor.

      Yorum

      • delphin
        Senior Member
        • 27-12-2005
        • 15279

        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

        Sigarayı Bırakmaya Yönelik Öneriler

        Sigarayı bırakmak isteyen tiryakilerin çoğu, bu alışkanlıktan kendi kendilerine kurtulma şansına sahip. Bunun için kararlı olmak ve bir hazırlık dönemi yaşamak gerekli. Gerektiğinde sağlık ocaklarında çalışan hekim ve sağlık personelinden destek istenmeli. Sigarayı bırakmaya yönelik kimi basit önlem ve öneriler şöyle özetlenebilir:
        "- Bırakma tarihini belirleyin.
        - Bırakmaya hazırlık için, çevrenizdeki insanlara sigarayı bırakacağınızı söyleyin.
        - Sigara içmemeyi özendiren bir ortam hazırlayın. Örneğin, kül tablalarını ortadan kaldırın. Değişik yerlere "Sigara içilmez" uyarıları asın.
        - Geçmişteki başarısız denemelerinizi gözden geçirin.
        - Sigara içmenizin nedenlerini ve niçin bırakmanız gerektiğini düşünerek bunları not edin.
        - Sigarayı bırakmanın ilk günlerinin güç olacağını bilin ama zor günlerin gelip geçeceğini, sigarasız yaşamın çok daha güzel ve sağlıklı olacağını düşünün.


        SİGARIYI BIRAKTIĞINIZ GÜN NELER YAPABİLİRSİNİZ?

        - Derin soluklar alın.
        - Zorlandığınız durumlardan uzaklaşın.
        - Sıcak bitkisel çay için.
        - Su için.
        - Şekersiz çiklet çiğneyin.
        - Çiğ sebze ve meyve yiyin.
        - Yürüyüş ya da egzersiz yapın.
        - Sigarayı niçin bıraktığınızı düşünün.
        - Su ve meyve suyu içebilirsiniz.
        - Yürüyüşe çıkabilirsiniz.
        - Bırakma nedenlerinizi yeniden yeniden okuyabilirsiniz.
        - Alışverişe çıkabilirsiniz.
        - Sigara içmeyen bir dostu ziyaret edebilirsiniz.
        - Banyo ya da duş yapabilirsiniz.
        - Sigaranın zararlarını anlatan yayınları okuyabilirsiniz.
        - Kendinizi ödüllendirebilirsiniz.

        SİGARAYI BIRAKAN KİŞİNİN KARŞILAŞACAĞI SIKINTILAR

        Sigara bıraktıktan sonraki 14 gün kritik günlerdir. Bu nedenle, ilk 14 günün her biri ilk gün gibi değerlendirilmelidir. Sigarayı bırakan kişi ilk gün ve izleyen 13 gün şu belirtilere hazır olmalıdır:
        - Yoksunluk belirtileri
        - İyileşme işaretleri
        - Dayanılmaz sigara içme isteği
        - Sigara içme dürtüsü
        - Gerginlik, acıkma, baş dönmesi, dikkati yoğunlaştırma güçlüğü, fazla uyuma, uykusuzluk
        - 8 saat sonra vücudunuzda oksijen artışı olur.
        - 2 gün sonra tüm nikotin ürünleri vücudunuzdan atılmıştır.
        - Tat ve koku alma duyularınızda düzelme başlamıştır.
        - Akciğerleriniz düzelmektedir. (Birkaç hafta öksürük sürebilir, çünkü akciğerleriniz temizlenmektedir.)
        - Bir yıl sonra kalp krizinden ani ölüm riskiniz, sigara içen bir kişiye göre yarı yarıya azalmıştır".

        Yorum

        • delphin
          Senior Member
          • 27-12-2005
          • 15279

          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

          Hangi Yiyecek Hangi Hastaliga Deva

          Doğa bir eczane gibidir! Tahıl, sebze ya da meyvelerde bulunan çeşitli
          maddeler, vitaminler;depresyondan tansiyona birçok hastalığa iyi
          gelir. Urfa'nın acı pul biberinin cilde yararlı, teni güzelleştiren
          maddeler içerdiğini, İlaçta aspirin neyse, yiyecekler içinde elmanın
          da o, olduğunu söyleyen Londra Üniversitesi uzmanlarının hazırladığı
          doğal savaş programında hangi hastalığa karşı neler yemeniz gerektiği
          anlatılıyor.


          GRİP


          Satsuma: (Küçük portakal) İçerdiği folik asit ve C vitamini sayesinde
          öksürüğü ve kanlı tükürükleri keser. Ayrıca kan pıhtılaşmasına karşı
          en etkin doğal yiyecek olduğu için ileri yaşlarda felç ya da kalp
          krizi riskini de azaltır.


          Tarçın: Yemeklere girmiş olabilecek E-coli bakterisinin vücutta
          yayılmasını engeller. Mideyi düzene sokar. Kusmayı engeller. Hatta bal
          ya da limon suyuyla birlikte alındığında boğazdaki yanmaları keser.


          Hardal: İçindeki singrin maddesi, midenin gaz çıkarmasına yardımcı
          olur. Sindirim sistemini düzenler, mide ağrılarını giderir. En fazla
          bir çay kaşığı alınmalıdır.


          Nane: İçerdiği mentol, midenin normalleşmesine neden olur. Vücuda
          giren grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere
          yakalanma riskini de azaltır. Nane çayı, baş ağrısı, grip, stres gibi
          hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da bire birdir.


          DEPRESYON


          Avokado: Sindirimi çok rahat olan bu meyvayı özellikle yeni doğmuş
          bebeklerin ilk maması olarak tavsiye ederiz. İçerdiği E vitamini kalbe
          iyi gelir, yüksek potasyum da dinç tutar ve insanı depresyona sokan
          uyuşukluluk ve rahatlığı üzerinden atar. Vücudun kolesterol oranını
          ayarlar. Teninizin sürekli hücre yenilemesine neden olur. (Zayıflamak
          isteyenler dikkat: Yağ oranı bir çikolata kadar yüksek olan avokadoyu
          yememenizi öneririz.)


          Çikolata: Sütlü çikolataları tercih edin. Çünkü içerdiği kakao yağı,
          magnezyum, E vitamini beynin kendisini yenilemesine ve psikolojik
          rahatlık sağlamasına yardımcı olur. Migreni olanlar çikolatadan uzak
          durmalıdır.


          İstiridye: İçindeki demir, sperm sayısını ve insanın **** gücünü
          artırır. A, B12 ve C vitaminleri içerir. Beyin için en faydalı yiyecek
          olan istiridye, enerji verir. (Dikkat: Kolesterol oranı birçok balığın
          iki katıdır.)


          Patates: Orta boy bir patates,bir insanın bir gün içinde alması
          gereken C vitaminini içerir. Beyindeki serotonin adlı kimyasal
          maddenin kendisini yenilemesini sağlar.


          İDRAR YOLLARI


          Nane: İdrar söktürücü özelliğe sahiptir. İçerdiği mentol, midenin
          normal işlevini görmesine neden olur. Vücuda giren grip mikrobunakarşı
          savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini de azaltır.
          Sabahları mide bulantısını keser. Nane çayı, baş ağrısı, stres gibi
          hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da bire birdir. Ancak nane
          çayını aç karnına değil, tok karnına içiniz.


          Elma: İçindeki C vitamini ve pektin oldukça faydalıdır. Kolesterolü
          düşürür, sindirim sistemini düzenler ve idrar ve hacet yollarındaki
          sorunları giderir.


          Kepekli ekmek: B3 vitamini, demir, potasyum ve folik asit içerir. Çok
          fazlası idrar yollarına zarar verirken, günde 2 dilim yemek iyi gelir.


          ALERJİ


          Kayısı: İçindeki betakarotene adlı madde hücrelere saldıran
          molekülleri kontrol altına alarak,kanseri önler. Bir kayısı ne kadar
          parlaksa, içindeki betakarotene oranı o kadar yüksektir. İçerdiği
          kalsiyum ve magnezyum, gırtlak yanmalarını engeller. Kuru kayısıya
          rengi bozulmasın diye eklenen sülfür dioksit, astım gibi alerjilere
          iyi gelir.


          HEMOROİD (BASUR)


          Hindistan cevizi: İçerdiği myristin adlı madde kusmayı engeller, basur
          tedavisinde birebirdir. (Dikkat! Ancak fazlası basur için
          tehlikelidir.)








          KARIN AĞRISI


          Papatya çayı: Bağırsak yollarında toplanan gazı çıkartır, sindirim
          sistemini düzenler, mide ağrısını keser.


          KARACİĞER


          Enginar: Cynarine adlı madde sayesinde en sert yiyecekleri dahi
          sindirimine yardımcı olur.Karaciğer hastalarının yanı sıra romatizma,
          artirit ve gut hastalığına yakalananlarla, hamilelere şiddetle tavsiye
          ederiz.


          Meyan kökü: Dünya üzerinde birçok kabile yüzyıllardır ülser, artirit,
          bronşit ve karaciğer rahatsızlıklarına karşı meyan kökünü "doğal ilaç"
          olarak kullanır. Adrenalini yükseltir, insanın strese girmesini
          engeller, kan basıncını düşürür.


          Zerdeçal: Karaciğer rahatsızlıklarının yanı sıra sindirime de yardımcı olur.


          DİŞ


          Ekmek: Şekerli yiyecek yenildiğinde içindeki asitler dişlere her 20
          dakikada bir saldırır. Ekmek,dişleri korur. Gün boyunca 6 ila 11 dilim
          ekmek yiyin.


          Meyve: (Her çeşit) Günde 2 ila 4 öğün meyve tüketin.


          Sebze: (Her çeşit) Günde 3 ila 5 öğün tüketin.


          Yoğurt veya beyaz peynir: Eğer yemekler arası atıştırırken diş
          sağlığınızı düşünüyorsanız,kalsiyum deposu olan bu iki yiyeceği tercih
          edin.


          Muz: Yüksek miktarda karbonhidrat içerir. Zengin bir potasyum
          kaynağıdır. Bu mineral, kalbin düzenli olarak çalışmasını ve
          tansiyonun düzenli olmasını sağlar.


          TANSİYON


          Rezene: İçerdiği potasyum sayesinde tansiyonu düzenler. Sağlıklı kan
          hücreleri için gerekli olan folik asidi de bol miktarda bulundurur.
          Rezene çayı sindirim için iyidir.


          Tahıl: Kan damarlarını gevşeten ve rahatlatan bir tür fotosentez
          kimyasal maddesi içeriyor. Bu sayede kanın damarlardan daha rahat
          geçmesini sağlıyor. Tahıl yemek sebzelere oranla vücutta daha fazla
          kalori yakılmasını sağlar. Kalorinin azalması tansiyonu düzenler.


          Un: Yapıldığı tahılın besin değerlerini içerir. B vitaminleri, E
          vitamini, demir ve magnezyum açısından oldukça zengindir.


          Karaciğer: Sağlıklı bir bağışıklık sistemi, cilt ve keskin gözler için
          gerekli olan A vitamini açısından zengindir. Küçük bir porsiyonu
          günlük A vitamini ve demir ile aylık B12 vitamini ihtiyacını giderir.


          SİNDİRİM SORUNLARI


          Arpa: İçerdiği kalsiyum ve potasyum gibi mineraller ile B vitamini
          vücuda direnç kazandırır.Ayrıca ABD'deki bir araştırma, 6 ay boyunca
          her gün arpa ürünü şeylerin yenmesinin kolesterol oranını yüzde 15
          düşürdüğünü kanıtladı.


          Yoğurt: Günde 150 gram yoğurt vücudun bir günlük kalsiyum ihtiyacını
          karşılar. Meyvalı yoğurtlara 3 çay kaşığı şeker eklendiği için şeker
          oranları daha yüksektir. Yoğurttaki potasyum, kan basıncı ve kalp
          atışlarını düzenler. Midenin yiyecekleri düzenli olarak öğütmesini
          sağlar...


          KİLO KAYBI


          Çikolatalı puding: Bu sayede vücuttaki kan istediği protein ve
          mineralleri alır. İngiliz Sağlık Bakanlığı, kilo kaybı yaşayanların
          günde 3 kez 1 hafta boyunca puding yemesini tavsiye ediyor.


          Peynir: 100 gramında 78 kalori bulunuyor.


          Yumurta: Günde 2 yumurta kadınların günlük protein ihtiyacının 4'te
          1'ini, erkeğin ise 5'te birini karşılar. A,D,E ve B vitaminleri içeren
          yumurtadaki selenyum maddesi, bebeklerde sindirim sorunlarını çözer,
          yetişkinleri de kansere karşı korur.


          Dondurma: Günde 2 top vanilyalı dondurma yemek, insan vücudunun günlük
          protein ihtiyacının yüzde 20'sini karşılar.


          Salam: B vitamini, demir, sodyum ve potasyum deposudur.


          MENOPOZ


          Nohut: Sebze hormonu "fitoöstrojen" içerir. Bunlar östrojenin
          vücuttaki etkilerini dengeler ve menopozun yarattığı etkilere karşı
          korur. Sebze proteininin en zengin kaynaklarından birisidir.


          Kola: Kafein vücudun yorgunluğunu alır ve konsantrasyonu sağlar.


          Üzüm: İçerdiği "elajik" asit sayesinde menopozun neden olduğu kemik
          erimesine karşı korur. Kandaki östrojen seviyesini yükselterek de
          menopoz semptomlarını en aza indirir.


          Kuru erik: Sadece iki-üç adet yemek dahi vücudun ihtiyacı olan
          antioksidanları karşılar. İdrar yolları kaslarını rahatlatır. Bu da
          kolon kanserine karşı korur. Demir, A vitamini, B6 vitamini ve
          potasyum içerir. İçerdiği yüksek orandaki bor minerali sayesinde
          menopoz dönemindeki kadınlarda östrojen seviyesini dengede tutar.


          Tatlı patates: Adrenal salgılayan bezleri güçlendirerek vücuda enerji
          sağlar. Fosfor, magnezyum, kalsiyum, C vitamini, potasyum ve folik
          asit içerir.


          ROMATİZMA


          Enginar: Vücuttaki zehiri atma etkisi sayesinde başta romatizma olmak
          üzere gut hastalığı ve eklem yanmasına karşı birebirdir. Folik asit ve
          potasyum kemikleri güçlendirir.


          Domates: C vitamini boldur.


          Tahıl: İçerdiği doğal kimyasallar, romatizmanın yol açtığı eklem
          yanmaları ve romatizmal ağrıları hafifletir.


          Kekik: Timol adı verilen bir tür doğal yağ, vücuttaki diğer yağların
          parçalanmalarını sağlar. Kekik yağı banyoda sürüldüğü zaman romatizma
          ağrılarını büyük oranda azaltır.


          Zencefil: Uyarıcı etkileri kan damarlarını genişletip kan dolaşımını
          artırarak romatizma ağrıları ve yanmaları yok eder.


          SİSTİT


          Kuşkonmaz: Folik asit, C ve E vitaminleri içerir. Yenilen besinlerin
          vücuttaki zehirli kalıntılarını atmayı sağlar. Karaciğer ve
          böbreklerin çalışmasını kolaylaştırır, destekler. Bu nedenle
          doktorlar, sistit hastalarının mutlaka kuşkonmaz yemeleri gerektiğini
          söylüyor.


          KANSIZLIK


          Hurma: Türüne göre değişse de hurmaların birçoğu yüksek oranda demir
          içerir. Besin değeri yüksek ve önemli bir enerji kaynağıdırlar.

          Doğal müshil etkisine sahiptir. Kurutulmuş olanlarına göre daha yüksek
          oranda su ve daha düşük kalori içerir.


          İDRAR VE BÖBREK


          Pancar: Böbrekleri çalıştırır. Önemli bir potasyum kaynağıdır.
          Vücuttaki tuz oranını dengeler. Bu sayede böbrekler ve idrar
          yollarının çalışmasını destekler.


          Kavun: Orta boy bir kavunun yarısı, günlük C vitamini ihtiyacını
          tamamen karşılar. A vitamini ve betakaroten içerir. Bunlar
          antioksidan, yani vücudu temizleyici etkiye sahiptir. Böbrekleri
          rahatlatır. Yüksek miktarda su ve düşük miktarda kalori içerir.


          DİYABET


          Kuru fasulye: Lif açısından zengin bir besindir. Bu da diyabet riskini
          büyük oranda azaltır.İçerdiği karbonhidratları vücudun şekere
          dönüştürmesi uzun sürer.


          Mercimek: B vitamini, demir, kalsiyum, potasyum, fosfor ve magnezyum
          içerir. Çözünebilir lif içermesi sayesinde kandaki kolesterol oranını
          düşürür. Bu nedenle diyabet ve kalp hastaları için kaçınılmaz bir
          besindir.


          BAŞ AĞRISI


          Nane: Nane çayı baş ağrılarını dindirmek için birebirdir. İçerdiği
          mentol ve mentol doğal yağları sayesinde mideyi rahatlatma etkisine de
          sahiptir.


          Biberiye: Kimyasal içerikleri sayesinde doğal bir ağrı kesici görevi görür.


          Çikolata: Doğal antidepresan özelliği vardır. Çikolata magnezyum ve
          demir içerir. Sinirleri gevşetici özelliği sayesinde baş ağrısını
          dindirir.


          VÜCUT SU TUTMUŞSA


          Kuş üzümü: 100 gramı günlük C vitamini ihtiyacının tam 3 katını
          karşılar. Antibakteriyel ve yanmayı önleyici etkileri vardır. Zengin
          potasyum ve düşük tuz içeriği, dehidratasyonu olanlar için önemli bir
          doğal ilaçtır.


          Kabak: 100 gram kabak günlük folik asit ihtiyacının 4'te birini
          karşılar. Yüksek orandaki potasyum sıvı-tuz dengesini sağlar.


          Tahıl: İdrar yollarını açıcı, çalıştırıcı ve rahatlatıcı etkileri
          sayesinde dehidratasyonu rahatsızlığı bulunanların mutlaka yemeleri
          gerekir. Mideyi rahatlatıcı özelliği vardır.


          EĞER MİDENİZ RAHATSIZSA


          Tarçın: Mide yanmalarını ve kusma hissini alır.


          Hindistan cevizi: Sütlü içeceklere eklendiği zaman mideyi gevşetici ve
          gazını alıcı bir etki yaratır. Mide bulantılarını önler.


          Lahana: Mayalanma sırasında laktik asit üretir. Bu da sindirim
          sistemindeki zararlı bakterileri öldürerek sindirime yardımcı olur.


          GUT (DAMLA HASTALIĞI)


          Hamsi: Omega-3 yağı açısından çok zengindir. Kolesterol seviyesini
          düşürür. Kanın pıhtılaşmasını önleyerek damar tıkanıklığı, kalp krizi
          ve dolayısıyla da felç geçirme riskini düşürür. Haftada en az 1 kez
          yemek gerekir. Kalp hastaları için bu miktar haftada 3-4 porsiyon
          olmalıdır.


          ADET SANCISI


          Muz: İçerdiği yüksek oranda B6 vitamini sayesinde kadınların adet
          dönemi sancılarını büyük oranda azaltır. Doğal bir ağrı kesici
          gibidir.


          Tarçın: Koli basilinin üremesini önler. Limon çayına balla birlikte
          eklenerek içildiğinde hem nezlenin yol açtığı boğaz ağrılarına hem de
          adet dönemi sancılarına iyi gelir.


          HAMİLELİK


          Enginar: Bol miktarda folik asit ve potasyum içerir. Düşük yağ oranı,
          sindirimi kolaylaştırıcı etkisi, antioksidan özellikleri sayesinde
          anne adayı ve bebeğin sağlığına önemli faydaları vardır.


          Böğürtlen: E vitamini içerir. Vücuttaki zararlı besin atıklarının
          temizlenmesini sağlar. C vitamini boldur. Cenini korur.


          ÇÖLYAK HASTALIĞI


          Kestane: Önemli bir enerji kaynağıdır. Kolayca sindirilebilir. Çölyak
          hastaları için buğday içermeyen un kaynağı olabilir. E ve B6
          vitaminleri içerir. yağ oranları düşüktür.


          TİROİD


          Midye: Omega-3 yağı açısından zengin bir besin kaynağıdır. İçerdiği
          selenyum minerali tiroit bezlerinin normal işleyişi için gereklidir.








          FELÇ


          Turunçgiller: C vitamini zengini turunçgiller içerdikleri flavonoid
          adlı antioksidanlar sayesinde atardamarların, kalbin zarar görmesini
          önlüyor. Portakal içerdiği folik asit, kalp dostu potasyum ve kalsiyum
          sayesinde sağlıklı alyuvar hücrelerinin çoğalmasına neden oluyor.


          Hamsi: Kolesterolü düşüren ve kan pıhtılaşmasını önleyen Omega-3 bol bol var.


          ASTIM


          Soğan: Sarımsakla birlikte enfeksiyonlarla mücadele eder. Kükürt
          bileşimleri atardamarların zarar görmesini önler. Soğan; kemik
          erimesine de iyi geliyor.


          ARTİRİT


          Enginar: Enginarın en büyük özelliği toksinleri temizleme yeteneğidir.
          Bu nedenle artirit ve romatizması olan hastalara özellikle tavsiye
          ediliyor. Cynarine adlı madde, karaciğer ve safra kesesinin
          rahatsızlanmasını engelliyor.


          STRES


          Mayan kökü: Antivirüs etkisi vardır. Karaciğeri korur. Adrenalin
          salgılanmasını dengeler. Stresle başa çıkabilmek için gerekli olan
          kortizol hormonunu salgılatır.


          ÜLSER


          Lahana: Ülseri olan kişiler için tonik, yani mideyi temizleyici etki
          yaratır. Yüksek oranda C vitamini içerir. Kırmızı lahana vücutta
          antioksidan özelliğe sahip A vitamini içerir. Kanseri önleyici etkiye
          sahiptir.Çiğ olarak salatalara katılması tavsiye edilir.


          KEMİK ERİMESİ


          Kayısı: Yüksek oranda kalsiyum ve magnezyum içerir.


          Süt: Kalsiyum, protein, B2-A-E-D vitaminleri, folik asit, fosfor ve
          demir kaynağıdır. Kalsiyum, D vitamini ve fosfor ile birlikte
          kemikleri ve dişleri güçlendirmek için çalışır. Bunların eksikliği
          kemikleri eritir.


          ARAÇ TUTMASI


          Zencefil: Sindirime yardımcı olur. Mide bulantısını giderir.
          Enerjinizi artırır. Seyahatin ve otomobilde uzun süre gitmenin yol
          açtığı bulantı ve rahatsızlıkları azaltır.


          CİLT SORUNLARI


          Papatya: Bitkisel yağ ve kimyasallar içerir. Çay olarak içildiğinde
          sindirime yardımcı olur, karın ağrılarını dindirir. Sıcak bir banyonun
          ardından hazırlanacak papatya çayı torbaları, egzamanın neden olduğu
          kaşıntı ve yanmaları alır.


          Acı pul biber: Portakaldan 3 kat daha fazla oranda C vitamini içerir.
          Capsantin adlı kimyasal madde zona hastalığının neden olduğu ağrıları
          dindirmek için yapılan kremlerde kullanılır.


          Portakal suyu: Bir bardak portakal suyu günlük C vitamini
          ihtiyacınızın tamamını karşılar. İçindeki potasyum vücudun su
          dengesini korur; cildin kurumasını, kırışıklıkların meydana gelmesi
          önler.


          Portakal yağı:Susam yağıyla karıştırılarak kullanıldığında iyi bir
          cilt yağı elde edilir.Ayrıca;selülitli bölgelere portakal yağıyla
          masaj yapılması tavsiye edilir.


          LAKTOZ DAYANIKSIZLIĞI


          Badem: Yüksek oranda kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfor, E
          vitamini, B2 vitamini, antioksidan içerir. Bu nedenle laktoz (süt
          şekeri) dayanıksızlığı bulunan ve günlük gıdalar yiyemeyen kişiler
          için badem ideal bir besin kaynağıdır.








          KALP


          Bezelye: Haftada 10 porsiyon domatesli bezelye yemeği yiyen bir
          erkeğin, yemeyene oranla prostat kanserine yakalanma riski yüzde 35
          daha az. B vitamini ve protein deposu olan bezelye, kalp için de çok
          önemli.


          Kepekli Ekmek: Kalp hastalıklarıyla bağırsak kanseri için
          faydalıdır.Günde 12 gramdan fazlası kişiye göre zararlı olabilir.


          Kiraz: 100 gramında 40 kalori bulunuyor. İçerdiği ellegic asit, vücudu
          kansere karşı korurken,kiraz kalp damarlarındaki normal bir kan
          dolaşımını sağlar. Çok kiraz yenmesi, gut hastalığına yakalanma
          riskini de düşürür.Günde 20 kiraz yemek 1 aspirin yerine geçiyor.


          Çikolata: E vitamini, magnezyum ve demir; kalp hastalıklarına
          yakalanma riskini düşürür. Günde en fazla 1 çikolata yiyin.


          Elma: Günde 5 adet yiyin.


          Mısır Gevreği: Günde 1 tabak yeterli.


          Salatalık: Diyet yapanların en büyük yardımcısı olan salatalık,
          kolesterolü düşürür. Kalbi güçlendirir. Unutmadan ekleyelim. Salatayı
          soymadan yiyin. Çünkü kalbi kuvvetlendiren madde, kabuğu ile derisi
          arasında bulunuyor.


          Yumurta: Tüm yiyecekler içinde en kaliteli proteini içerir. En önemli
          özelliği, kolesterol oranını düzenleyen lesitin maddesi içermesi.
          Tavada az yağda pişirilmiş yumurtayı tavsiye ederiz.


          Sarımsak: Mutfağınızdan eksik etmeyin. En az 1000 doğal tedavide
          kullanan sarımsak, sindirim sisteminden, kansere, kan dolaşımından
          kalp hastalıklarına kadar her şeye yaralı. Ancak hamileler dikkat
          olmalı. Aşırı sarımsak da kalp yanmaları ve çarpıntılarına yol açar.
          Günde bir diş yeter.


          Humus: E vitamini zengini humus, kanda kolesterol oranını da ayarlar.


          Kavun: Bir kavunun yarısı insan vücudunun günlük C vitamininin
          ihtiyacının tamamını, A vitaminin de yüzde 15'ini karşılar. Kavun,
          kalp ve böbrek hastalarının diyetlerinde sıkça kullanılan bir
          meyvedir.


          Süt:Tam bir kalsiyum, protein, folik asit, A, E ve D vitaminleriyle
          fosfor deposu. Çocuk ve genç ve hamilelerin günde en az yarım litre
          süt içmesi tavsiye ediliyor.


          Şeftali: Bir şeftali, günlük C vitamini ihtiyacınızın yarısını
          karşılar. Sindirimi kolay olan meyvanın koyu renklilerini tercih edin.
          Çünkü kabuğuna renk veren betakarotene maddesi, kalp ve kansere karşı
          faydalıdır.


          Pirinç: E ve B12 dışında tüm B vitaminleri ve potasyum içerir.
          Özellikle kolon ve bağırsak kanserlerine karşı faydalıdır.Kolesterolü
          düşürdüğünden kalbe iyi gelir.


          Tuz: Vücuttaki kan dolaşımını ve sinir sistemini düzenler. Mide
          kanseri, kemik erimesi, kalp sorunlarına bire birdir. İngiliz Sağlık
          Bakanlığı, halkına günde 9 gram tuzun kafi olduğunu, aşırısının vücuda
          zarar vereceğini açıkladı.


          Çay: Günde 2 bardak içilen çayla, 4 elma, 5 soğan, 7 portakal yemiş
          gibi kalp dostu antioksidan madde almış olursunuz. İngilizler,
          özellikle çocukların haftada en az 6 bardak sütlü çay içmesini
          öneriyor.


          Ton Balığı: Kolesterol ve tansiyonu düzenler. Anemi hastalığına karşı
          D ve B12 vitamini içerir. Birçok kansere karşı vücudu içerdiği
          nikotinik asitle korur. Bir konserve ton balığı vücudun D vitamini
          ihtiyacının tamamını karşılıyor.


          Hindi Eti: 125 gramı, vücudun günlük folik asit ihtiyacını karşılar.
          Folik asit, kan hücrelerinin yenilenmesine yardımcı olur.


          Karpuz: Bir dilimiyle günlük C vitamini ihtiyacınızın %80'nini
          karşılarsınız. İçerdiği potasyum, kan dolaşımını sağlar.


          KANSER


          Kayısı: Antioksidan olan betakaroten açısından zengindir. Hücrelere ve
          dokulara zarar veren moleküllerin etkisini ortadan kaldırarak kansere
          karşı koruyucu etkisi vardır. Lifli olduğu için bağırsakları
          koruyucudur.


          Tahıllar: Arpa, mısır, buğday, yulaf gibi tahıllar B ve E vitamini,
          potasyum ve kalsiyum içerir. Kanserojen maddelerin vücuttan atılması
          sürecini hızlandırır. Tahıl ağırlıklı bir beslenme rejimi, bağırsak
          kanseri riskini yarı yarıya azaltıyor.


          Fasulye: Fasulye, C vitamini ve betakaroten gibi kalp hastalığı ve
          kanseri önleyen antioksidanlar açısından zengindir. B vitamini de ****
          hormonlarını kuvvetlendirir.


          Pancar: Demir ve folik asit açısından zengin olan pancar eski çağladan
          beri kan hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Amerikalı
          uzmanlar pancar suyunun sarılık tedavisinde de etkili olduğunu
          belirtiyor.


          Lahana: Kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyen karoten maddesi içerir.


          Havuç: Tam 40 araştırma havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin
          azaldığını ortaya koymuştur. Bunun temel nedeni betakaroten, C ve E
          vitaminleri gibi antioksidanlar açısından zengin oluşudur.


          Nohut: Yağ düzeyi düşük olan ve kolesterol içermeyen nohut kalsiyum,
          magnezyum, fosfor, potasyum, bakır, manganez, betakaroten ve folik
          asit açısından zengindir. Göğüs kanserine karşı korur.


          İncir: Potasyum, demir ve kalsiyum içerir. Sindirim sistemine yardımcı
          olur. Eski çağlarda kanserli hücrelerin tedavisinde kullanılan incir,
          modern tıp tarafından da kansere karşı koruyucu olarak öneriliyor.


          Sarımsak: Bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve kansere, yüksek
          kolesterole, kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarına karşı koruyucu
          etkisi vardır.


          Fındık: Kalp krizine karşı koruyucu olan E vitamini açısından en
          zengin besinlerin başında gelir. Her gün yenilen bir avuç fındık
          kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucudur.


          Mercimek: B vitamini, demir, kalsiyum, magnezyum, fosfor ve potasyum
          içerir. Lifli özelliği kandaki kolesterol oranını düşürür, şeker ve
          kalp hastaları için yararlıdır.


          Zeytinyağı: İçindeki omega yağ asitleri, kandaki kolesterol düzeyini
          dengede tutar. Antioksidan özelliği olan E vitamini açısından da
          zengindir. Bu sayede kalp krizi, felç, kanser ve erken yaşlanmaya
          karşı beyni koruyucu etkiye sahiptir.


          Soğan: Bağışıklık sistemini güçlendirir. İçerdiği allicin ve sülfür;
          mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucu etkiye sahiptir. Son
          araştırmalar kemik erimesine karşı, peynir ve sütten daha etkili
          olduğunu göstermiştir.


          Şeftali: Teki bile insanın C vitamini ihtiyacının yüzde 50,sini
          karşılayabilir. Sindirimi kolaydır. Kansere ve kalp krizine karşı
          koruyucu olan betakaroten açısından da zengindir. Bir tanesinde 33
          kalori vardır.


          Pirinç: Pirinç mükemmel bir enerji kaynağıdır. E ve B vitaminleri
          açısından zengindir. Bağırsak kanserine karşı koruyucu olan pirinç,
          kolesterolü düşürerek kalp krizi riskini de azaltır.


          Çilek: Kolesterol düzeyini düşürür ve sindirim sistemini düzenler.
          Ellegic asit adı verilen kansersavan bir maddeyi de içerir.


          Domates: Likopen açısından zengin ender bitkilerden biridir. Likopen,
          pankreas gibi çeşitli kanser hastalıklarını önleme konusunda hayati
          önemdedir. C vitamini açısından zengindir ve bağışıklık sistemini
          kuvvetlendirir. Lifli bir besin olması da bağırsak kanseri riskini
          azaltır.


          GÖZ


          Mısır: Zeaksantin adlı bir bitkisel bileşim içerir.Bu madde yaşa bağlı
          olarak gelişen görme bozukluklarını azaltır.


          Ispanak: Antioksidan özelliği taşıyan A vitaminine dönüşen betakaroten
          içerir. Sağlıklı gözler için gereklidir. Katarakt ve diğer göz
          tabakalarının bozulmasına karşı lutein maddesi de içerir.Pişirdikten
          sonra hemen tüketin; beklemesi halinde içindeki yararlı maddeler
          toksik maddelere dönüşebilir.


          BAĞIRSAK


          Elma: Protein, vitamin ve doğal kimyasallar sayesinde sindirime
          yardımcı olur. Sindirimi kolaylaştırır. Bağırsak sorunları çeken
          kişiler için dengeleyici ve normalleştirici besin olarak nitelenirler

          Yorum

          • delphin
            Senior Member
            • 27-12-2005
            • 15279

            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

            GÜZEL VE SAĞLIKLI OLMAK ELİNİZDE

            Ev işleri, iş hayatı ve çocuklar hem fiziken hem de ruhen yorulmamıza sebep olur. Özellikle de cildimiz bundan nasibini alır. Çoğumuz için günlük bakım çok zahmetlidir. Üstelik bunun için zamanımız da yoktur. Halbuki belli bir düzen içinde yapılan bakım, bizi bir yandan güzelleştirirken öte yandan da kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar. Kendinize bir program oluşturmak için önerilerimize bir göz atın.

            Saat 07:00


            10 dakikalık hafif egzersiz ile güne zinde başlayın


            Yatağınızda yatarken kollarınızı ve bacaklarınızı iyice gerip kaslarınızı çalıştırmaya başlayın. Ardından hareketli müzik eşliğinde durduğunuz yerde koşun. Göğüs ve kollarınızı çalıştırmak için elinize iki ağırlık alın. Göğüs hızasına kaldırıp 20 kez kollarınızı açıp kapayın.


            Saat 07:30


            Bakımlı saçlar için beş dakika yeter


            Duş alırken saç tipinize uygun krem kullanın. Saç kremleri hem bakım sağlar hem de saçlarınızın daha iyi şekil almasına yardımcı olur. Özellikle ince telli saçlar için sunulan hacim veren kremler, sabahları saçlarınızı daha rahat ve kolay şekle sokmanıza yardımcı olur.


            Saat 07:45


            Cilt maskeleri hızlı yardımcılarınız


            Sabah kalktığınızda cildinizin mat ve cansız göründüğünü fark edersiniz. Bunun için hızlı yüz maskelerinden yararlanabilirsiniz. Bu ürünler genelde hızlı ve pratik uygulama şekillerine sahiptir. Cilt tipine uygun ürünler seçebileceğiniz gibi, canlandırıcı yüz maskeleri de kullanabilirsiniz.


            Saat 20:00


            Buğu ile derin temizlik


            Yoğun bir günün ardından cildinizi dinlendirmenin en iyi yolu buğu banyosu. Buhar cildinizi derinlemesine temizler ve gözeneklerin açılıp gece bakımının daha verimli olmasını sağlar. Buğu banyosu için sıcak su dolu bir kaseye bir avuç gül yaprağı ve beş damla gülyağı dökün. Başınızı bir havlu ile örtüp iki dakika bekleyin. Ardından gece kreminizi sürün.


            Saat 20:15


            Kaşlarınızı yatmadan önce alın


            Aslında kaşlarınızı almak için en uygun zaman öğlen saat 12.00 dir. Çünkü kaş alma işlemi en az bu saatte acı verir. Ama siz yine de akşam saatini tercih edin. Böylece cildiniz gece boyunca dinlenir ve şişkinlik iner. Kaşlarınızı alırken bir elinizle göz kısmını germeyi unutmayın. Bu arada işlemden sonra buzdolabında beklettiğiniz göz kremini uygulamak sizi rahatlatacaktır.


            Saat 20:30


            Kırışıklıklara müdahale zamanı


            Son yapılan araştırmalar; cildin en çok saat 20.00?den sonra neme ihtiyaç duyduğunu ortaya koyuyor. Bundan dolayı bu saatte yüzünüze, boynunuza ve dekoltenize kırışıklık önleyici kreminizi bolca sürüp 15 dakika bekletin. Ayrıca gözlerinize de ferahlatıcı bir maske uygulayabilirsiniz


            Saat 21:00


            Hızlı bir bakım ayaklarınızı rahatlatır


            Özellikle kış aylarında haftada en az bir kez ayaklarınıza bakım uygulamayı ihmal etmeyin. Kapalı ayakkabının yol açtığı sertliklere ve hassaslaşmış bölgelere bu şekilde müdahale edebilirsiniz. Ayaklarınızı 5 dakika ılık sabunlu suda bekletin. Ardından topuk taşı ile sertlikleri giderin. Tırnak diplerinizde bulunan derileri geriye doğru itin. Ayaklarınızı bir havlu ile kuruladıktan sonra kremleyin. Yatarken çorap giymenizde yarar var.


            Saat 21:30


            Güzellik uykusu için kendinize masaj yapın


            Stresli bir gün geçirdiyseniz ve boyun ağrıları çekiyorsanız, iyi bir masajı hak ettiniz demektir. Bunun için boyun ve omuzlarınıza birkaç damla lavanta yağı damlatıp masaj yapın. Ayrıca masaj aletleri de kendinize masaj yapmanızı kolaylaştırır. Masajın ardından 15 dakika küvette yatın. Suyun fazla sıcak olmamasına dikkat edin. 37 derece en uygun ısı. Böylece vücudunuz gevşer ve yatmadan önce rahatlamış olursunuz. Küvetiniz yoksa üzülmeyin. Ilık bir duş da aynı rahatlatıcı etkiyi gösterir. Bu arada yatmadan önce bir bardak ılık süt içmek de daha rahat uyumanızı sağlar. Ayrıca uyku problemi olanlar rezene çayını da deneyebilir. Rezene çayı; içeriği ile gevşeyip daha iyi uyumanıza yardımcı olur.

            Yorum

            • delphin
              Senior Member
              • 27-12-2005
              • 15279

              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

              İlk Yardım Bilgileri

              Herhangi bir kaza veya hayatı tehlikeye düşüren bir durum karşısında sağlık personelinin yardımı sağlanıncaya kadar hayatın kurtarılması yada durumun daha kötüye gitmesini önlemek amacıyla ilaçsız olarak yapılan uygulamalara ilkyardım denir.

              İlkyardımcı kişiler aldıkları eğitimlerle sağlık mesleğine mensup kişilerin yetki ve sorumluluklarını kazanmadıklarını bilmelidirler. İlkyardım eğitimi kişilere sağlık personelinin yetkisinde bulunan bazı uygulamaları yapabilme yetkisi vermeyecektir.

              İlkyardımcı uygulamalarda kesin karar verme yetkisinin sağlık personelinde olduğunu bilmelidir. Onun yardımcısı durumunda hareket etmeli ve tartışmamalıdır. Hasta en yakındaki sağlık kuruluşuna götürülmeli uzak hastanelere götürülmeye çalışılmamalıdır.

              İlkyardım yapan kişinin özellikleri:

              Sakin olmalıdır, telaşa kapılmamalıdır. Hasta ile onu rahatlatacak tonda konuşmalıdır. Hiçbir zaman kendi can güvenliğini tehlikeye atmamalıdır. Kendi can güvenliğini aldıktan sonra müdahale etmelidir. Çevrede bulunanları organize etmeli (polis, itfaiye, ambulans çağırma konusunda) Hastaya müdahalede önem sırasını iyi bilmeli örneğin nefes almayan bir hastanın ayağında kanayan bir yara ile uğraşmamalıdır.

              İlkyardım ilkeleri ve öncelikler:

              Öncelikli amaç yaralı kişinin hayatının korunması ve mevcut sağlık durumunun daha kötüleşmesini önlemektir. Kanaması olan bir hastanın kan kaybı devam ettikçe mevcut durumu da kötüleşecektir. Kanama durdurulursa mevcut durum korunmuş olur ve sıra iyileşmeyi kolaylaştırıcı önlemlere gelir. Örneğin yara su ve sabunla yıkanır ise enfeksiyon oluşma riski azalır ve iyileşme hızlanmış olur.

              Hastanın boynunu sıkan kravat düğme vs. gibi şeyler gevşetilir. Solunum kontrol edilir. Durmuş ise yapay solunum yapılır. Hastanın kalbi kontrol edilir. Eğer kalp atımı yok ise gecikmeden kalp masajı uygulanır. Kanama kontrolü yapılır kanama varsa daha sonra anlatılacak olan tekniklerle durdurulur.

              Çevredekilerin hastanın başına toplanıp onu huzursuz edecek biçimde konuşmaları engellenir. Kazazede kendine gelse, kendini iyi hissetse bile durumundan emin olunmadan ayağa kalkmasına izin verilmemelidir. Bilici kapalı hastalara ağızdan hiçbir yiyecek yada içecek verilmez. Hastanın üzerine bir battaniye örtülerek ısıtılması gereklidir. Kaza ortam koşullarına bağlı ise hemen ortamdan uzaklaştırılmalıdır (örneğin gaz zehirlenmesi) ancak böyle bir neden yoksa hastanın yerinden kıpırdatılmaması esastır. Kırık varsa kırık bölgesi hareketsiz bırakılır. Şok var ise şokla savaşılır. Bilinci açık ise sakinleştirilir. Hastanın ağzında toz toprak kırık diş vs. olabileceği akla getirilmeli ve temizlenmelidir. Hastaya turnike uygulanmış ise bu bildirilmelidir. İlkyardımcının kaza yerinde kalmasını gerektirecek bir neden yoksa hastaneye kadar yaralı ile birlikte gitmelidir.

              İlkyardımın A B C si:

              A: Hava yolunun açılması
              B: Solunumun düzenlenmesi
              C: Dolaşımın sağlanması

              Hastaya saplanmış herhangi bir şey varsa bunlar çıkartılmaz.çıkartılmaya çalışılırsa hasta ölebilir. Ameliyatla hastanede çıkartılır. Mümkünse kesilir veya sökülür. Elbiselerin çıkartılmasında hırpalayıcı hareketlerden kaçınılmalıdır. Önce sağlam kol ve bacak çıkartılır. Hırpalanma olacaksa kesilip çıkartılmalıdır. Yanık olan bölgelerde elbiseler kesinlikle sıyrılmamalı kesilip çıkartılmalıdır.
              Hastanın veya ilkyardımcının hayatını tehdit eden bir durum yoksa hastanın durumu kontrol altında değilse hareket ettirilmemelidir taşımaya en elverişi araç sedyedir.

              Bilinç Kaybı ve Koma:


              Bilinç kapalı kişilerde 5 duyu ile algılama ortadan kalkar. İleri derecede komada ise ağrılı uyaranlara cevap veremez.bilinci kapalı kişiler.
              1- Yardım isteyemez.
              2- Dikkatli değerlendirilemez ise ölü sanılabilirler.
              3- Nedene yönelin tahmin hayat kurtarabilir.
              4- Kolayca zarar görebilirler.
              5- Solunum yolu tıkanmış olabilir.
              6- Hasta kusabilir kusmuk solunum yollarına kaçabilir.
              7- Refleksler ortadan kalkmıştır.
              En ileri bilinç kaybına koma denir. Çeşitli nedenlerle oluşabilir. İlk olarak hava yolu açılır. Soluk alıyor ise koma duruşuna getirilir. Soluk almıyor ise yapay solunum başlanır. Nabız kontrol edilir. Kalp durmuş ise yapay solunumla birlikte kalp masajı ile birlikte yapay solum devam ettirilir. Kalp ve solunum geri döndükten sonra koma duruşuna getirilerek hastaneye nakledilir.

              Kafa travmalarına bağlı komalar:


              Beyin sarsıntısı, zedelenme, kanama koma nedeni olabilir. Kaza sonrası kulaktan veya burundan kan veya beyaz bir sıvı gelmesi kırık riskini ve ileri derecede beyin sarsıntısını gösterir. Kafa travmasına uğrayan kişinin muayenesi normal olsa bile 24 saat süre ile yalnız kalmamalıdır. Derin uykuya dalar ve uyanmazsa, fışkırır tarzda kusarsa en yakın hastaneye götürülmelidir. Bu süre içinde ağrı kesici ve uyku ilacı verilmemelidir.

              Ölüm:


              Çevre ile anlamlı iletişim kurma yeteneği kaybolur. Bilinç kaybı ve hava yolu tıkanıklığı bunu izler dil kökü geriye kayarak soluk borusunun ağzını kapatır. Daha sonra solunum durur. Solunum ile sağlanan oksijenin kesilmesinin 1-2 dk ardından kalpte durur. Kalbin durmasına klinik ölüm denir. Kalbin durması ile bütün hücrelere oksijen gitmesi engellenir. Oksijensizliğe en duyarlı hücreler beyin hücreleridir. 4-6 dk sonra beyinde geri dönüşü olmayan doku ölümü olur. Beyin hücreleri öldükten sonra kalp çalışacak olursa kişi bitkisel hayata girer. Soğukta beyin ölümü gecikebilir. İlkyardımcı kişinin ölüp ölmediğini değerlendirmelidir. Nabız alınmıyorsa (boyundan, bilekten, kasıktan) kulak göğse dayanıp dinlendiğinde ses duyulmuyorsa. Soluk almıyorsa, gözler mat bulanık ve kaymış durumda ise her iki gözbebeği de ileri derecede genişlemişse vücut gittikçe soğuyorsa ölmüş demektir.


              Görüldüğünden daha önemli olan durumlar:


              Bilinç kaybı
              İç kanama olasılığı kuşkusu
              Püskürür tarzda kusma kafaya darbe geldikten sonra veya darbe ile birlikte bilinç kaybı olması.
              Delici yaralar
              Eklemlere yakın yaralanmalar
              Kırık olasılığı
              Göz yaralanmaları
              Elektirik çarpması
              Etkeni bilinmeyen zehirlenmeler

              Hava Yolu Tıkanıklığı:


              Oksijen olmazsa hücreler kaçınılmaz olarak ölürler. Beyin hücreleri oksijene en duyarlı olanlardır. Genellikle oksijensizliğe 3 dk dayanabildiği kabul edilir. Kalp hücreleri oksijensizliğe 20-30 dk dayanabilirler. Deri ve tırnaktaki hücreler oksijensizliğe en çok dayanan hücrelerdir. Solunum dakikada 12-20 kez olur. Ve beyin sapı tarafından kontrol edilir. Solunum yolu tıkanırsa 2 dk içinde bilinç kaybı olur. 5-10 dk içinde kalp durur. Hava yolu tıkanıklığına dilin geri kaçması, yabancı cisimler nefes borusunun şişlikleri ve ödemi neden olur.

              Dil tabanının geriye sarkmasına bağlı tıkanıklıklarda hava yolu birkaç yöntemle açılabilir. Sırtüstü yatırılır. Baş geri bükülür boyun desteklenerek kaldırılır. Boyun kırığı riski varsa yapılmamalıdır. Bebekler dede uygulanabilir.

              Baş bükülürken çene kaldırılması. Buda boyun kırığı riski varsa yapılmamalıdır.
              Üçlü havayolu manevrası: Baş geri bükülürken çene öne çekilir alt dudak aşağı itilir.
              Çeneye baskı yöntemi hasta sırtüstü yatarken çene öne çekilir baş nötral durumda kalır. Boyun kırığı riskinde uygulanabilir.

              Koma duruşu:

              Hasta sol yana çevrilir.sol bacak ve kalça içe bükülür. Baş kol üzerinde yarı yüzüstü durumudur. Boyun kırığı tehlikesi varsa kullanılmaz.

              Yabancı Cisim :

              Hasta birdenbire konuşamaz hale gelir. Soluk alamadığını belirten işaretler yapar. Hastanın öksürükle yabancı cismi çıkarabilmesi için akciğerlere kısmen hava girmesi gereklidir.
              Sırta darbe yöntemi ile kürek kemiklerinin arasına el tabanı ile 4 kez sert darbe vurulur. Göğüsten desteklenmelidir.

              Elle bası:

              Karnın üst kısmına veya göğse bası yaparak adeta yapay öksürük oluşturma durumudur. Çocuk ve bebeklerde karna baskı uygulanmamalı sırta darbe ve göğse baskı uygulanmalıdır.

              Parmakla sıvazlama. Bu yöntemler etkisiz kaldı ise çene ve dil başparmak ve parmaklarla yukarı çekilir. Nefes borusunun ağzı görülür. Bu uygulama ile öksürük refleksi uyarılır elin işaret parmağı ile boğaza yakın cisimler çıkartılır. Başka bir cisim sokulmalıdır.


              Solunumun Durması:


              Solunumu durmuş kişilerde vakit kaybetmeden yapay solunuma geçilmeli buda ağızdan ağza veya ağızdan buruna hava verilerek yapılmalıdır. Çoğu zaman suda boğulmalarda hastanın midesindeki ve akciğerindeki suyu çıkartmak için gereksiz yere zaman kaybedilmektedir. Oysaki midedeki suyun herhangi bir zararı yoktur. Akciğerdeki suyunda çıkarılması mümkün değildir.

              Hasta sert bir zemine sırt üstü yatırılır. Ağız içi sıvazlanarak içinde kusmuk, toprak, yosun, kırık diş, takma diş vs varsa çıkartılır. Çene yukarı çekilirken baş hafif geri yatırılır. Ağızdan solunum yapılacaksa burun burundan yapılacaksa ağız kapatılır. Derin nefes alınır. Çapraz olarak ağız ağza yerleştirilir. Göğsün kabarmasına yetecek kadar nefes verilmelidir. Baş yana çevrilerek yeniden nefes alınır. Bu işlem 3-4 sn de bir tekrarlanır. Hastanın kendi solunumu gelene kadar tekrarlanır.

              Kalp Durması:


              Kalp Durmasında hastanın bilincinin kapalı olduğunu kalp atımlarının nabız hissedilmediğini görürüz. Boyunda şah damarı kalp atımlarının en kolay hissedildiği yerdir.

              Kalp Masajı:

              Kesinlikle kalp durduğundan emin olduktan sonra yapılmalıdır. Hasta sert bir zemine sırt üstü yatırılır. Hastanın ayaklarının altına bir yastık konur. Kalbe kanın dönüşü kolaylaşır. Göğüs kemiğinin 1/3 alt kısmına gelecek şekilde el ayası altta diğer el ayası alttaki elin üstünde olacak şekilde baskı uygulanır. Parmaklar göğse değmemelidir. Kollar dirsekten bükülmeden baskı uygulanır. Normal bir erişkinde göğüsün 4-5 cm aşağı inmesi yeterlidir. Dakikada 80-100 kez masaj yapılır. Her 5 kalp masajından sonra 1 kez yapay solunum yaptırılır. Eğer tek kişi var ise her 15 kalp masajından sonra 2 kez yapay solunum yaptırılır.

              Suda Boğulma:


              İster tuzlu suda ister tatlı suda boğulma olsun yapılacaklar aynıdır. Boğulma sırasında soluk borusunun kasılmasına bağlı olarak çok az miktarda su akciğere gider. Soğuk havada suda boğulanlarda 20-30 dk geçse bile yapay solunum ve kalp masajına başlanmalıdır.


              Şok:


              Kan dolaşımının etkin olarak çalışabilmesi için kalbin pompa görevini yapması, kapalı damar ağının ve dolaşım sisteminin bütünlüğünün korunması ve yeterli miktarda kan hacminin bulunması gereklidir. Bu bölümlerden herhangi birinde bir eksiklik olursa dokulara kan iletimi bozulacak ve şok oluşacaktır. Kalp dakikada yaklaşık 8 litre kanı damarlara pompalar. Kalp krizi, şiddetli kanamalar, aşırı sıvı kayıpları, büyük yanıklar, aşırı isal, kusma, karın içi iltihaplanmalar, karın ve başa şiddetli darbelerde aşırı korku ve heyecanlanmalarda şok görülebilir.

              Başlıca Şok Belirtileri:

              Huzursuzluk, endişe hali, aşırı susama, dudakların kuruması, bulantı, kusma, soğuk ve nemli deri. Nabız zayıf ve hızlıdır. Solunum yüzeysel ve hızlıdır. Bilinç bozulur, uyku hali ve komaya doğru giden evreler olabilir. Kan basıncında düşme olur.

              Kanama Nedeniyle Olan Şokta İlkyardım:

              Kan kaybı olunca vücut bunu kendi çabalarıyla önlemeye çalışır. Damarlar büzülür ve daralır.kalp atımı hızlanır. Eğer bunlar etkili olmaz kan kaybı devam ederse şok gelişir. Kan kaybı durdurulmalı ve ilkyardımın ABC si yerine getirilmelidir. Eğer imkan varsa hastaya oksijen verilmelidir. Ayaklarının altına bir yastık konularak ayaklar yükseltilir. Çok fazla yükseltilmemeli solunum sıkıntısı oluşabilir. Şoktaki hastaya ağızdan hiçbir şey verilmez. Çok susamış ise ıslak pamukla ağız silinir. Kırık varsa sabit hale getirilmeli. Hastanın üzerine battaniye örtülerek üşümesi engellenmelidir.

              Kanamalar:


              Damarlar atardamar, toplardamar, kılcal damar olarak ayrılmıştır. Atardamarlar kalpten dokulara kan taşıyan damarlardır. Atardamarlarda basınç yüksektir ve her kalp atımıyla daha da yükselir.kılcal damarlar dokular arası dağılmış olan küçük ince damarlardır. Toplar damarlar ise dokulardan kanı tekrar kalbe getiren damarlardır.negatif bir basınç vardır ve sürekli bir kan akımı vardır.

              Atardamar kanamalarında kan nabızla birlikte kan ritmik olarak fışkırır. Kısa sürede çok miktarda kan kaybına neden olabilir. Toplardamar kanaması ise daha yavaştır ama süreklidir.

              Kanama Tedavisi:


              1- Direk Bası uygulama: En basit ve en etkili yoldur. Kanayan bölgenin üzerine mikropsuz bir gazlı bez ile el ayası ile baskı uygulanır. Kanama nedeniyle bezin dış kısmı ıslanırsa bez kaldırılmadan üzerine bir bez daha konarak baskı uygulanır.

              2- Basınç Noktalarına Baskı: Büyük damarların kolayca bastırılarak kan akımının kesilebileceği noktalarına baskı uygulanarak kanama durdurulabilir bunlar genellikle nabız noktalarıdır.

              3- Turnike Veya Boğucu Sargı Uygulaması: Turnike uygulaması istenen bir uygulama değildir. Bütün yollar denendikten sonra kanama durmazsa uygulanmalıdır. Alttaki dokuları ezme damar ve sinirlere kalıcı zararlar verme riski vardır. Turnike ince olmamalıdır. Genişliği 7-8 cm olmalıdır. Sıkıştırma işlemi kanama durana kadar yapılmalıdır. Daha fazla sıkılmaz 15 dk da bir gevşetilmeli ve kan geçişi sağlanmalıdır. Elbise kolları vs turnikeyi ötmemelidir. Hastaya turnike uygulandığı belirtilmelidir. Dikkatli olunmalıdır.

              Küçük dış kanamalar:

              kısa süreli basınç uygulama kolayca pıhtılaşmayı sağlar hiçbir zaman yaradaki pıhtı silinmez. Yara kirli ise su ve sabunla yıkanır. Yaranın üzerine mikropsuz sargı bezi ile baskı uygulanır. yara kolda elde veya bacakta ise kalp seviyesinden yukarı kaldırılırsa kanama durması kolaylaşır. Yaraya herhangi bir ilaç vs. sürülmemelidir.

              Büyük Dış Kanamalar:

              Kanama çok fazla olursa şok gelişebilir. İlkyardımın ABC si unutulmamalıdır. Kanama durdurulmaya çalışılır. Gerekirse turnike uygulanır.


              Kol ve Bacak Kopmaları:

              Kopan kol ve bacak gibi uzuvların yerine dikilmesi mümkündür. Güdük bölümüne baskı uygulanarak kanama durdurulur. Kopan bölümler plastik bir torba içinde buz dolu bir kaba konur. Buz ile doğrudan temas engellenmelidir. Hasta hemen en yakın sağlık kuruluşuna iletilmelidir.

              İç Kanmalar:

              Vücut boşluklarına olan kanamalardır. Karın içi, göğüs içi veya kafa içi kanamalardır. Biriken kan dışarı akmıyor olsa da damar içinden kayıp olduğundan şok gelişebilir. Büyük kemik kırıklarında önemli miktarda kan kayıpları olabilmektedir.
              Hasta başı aşağıda ayakları hafif yükseltilerek yatırılır. Boğazını sıkan şeyler kravat düğme vs. gevşetilir. Hasta rahatlatılmaya çalışılır. Şok önlenmeye çalışılır. Hastada başka yaralanma ve darbe olup olmadığı kontrol edilir. Bilinç kapanır ise kalp atımı ve solunum varsa koma yatışına getirilir. Üzerine battaniye örtülerek üşümesi engellenir. En yakın sağlık kuruluşuna iletilir.

              Delici Göğüs Yaralanmaları:

              Hemen göğüsteki delik kapatılır. Göğüs içinde kanama varsa hasta sağlık kuruluşuna yarı oturur biçimde iletilmelidir.
              Burun Kanamaları: Eğer kafatası kırığından kuşkulanılıyorsa burun kanamasını durdurmak için uğraşılmamalıdır. 35 yaş üzerinde burun kamalarında yüksek tansiyon akla gelmelidir. Hasta oturtulur sakinleştirilir. Başı öne eğilerek kendisine burun delikleri sıkıca tutturulur. Gerekirse buruna buz torbası uygulanabilir. 30 dk üzerinde devam ederse sağlık kuruluşuna iletilmelidir.

              Kulak Kanamaları:

              Kafa darbesi sonucu olursa çok önemlidir. Kanama dış kulak veya iç kulaktan olabilir. Hasta yarı oturur pozisyonda baş kanayan tarafa eğilir. Kulk ilaçsız ve mikropsuz bir sargı bezi ile sarılır.

              Saçlıderi Kanamaları:

              Önemli miktarda kanama olur. Kafatası kırığı olabileceği unutulmamalıdır. Bilinç kaybı varsa bu ihtimal yüksektir. Doğrudan bası uygulanarak kontrol altına alınabilir. İçinde yabancı cisim varsa doğrudan bası uygulanmamalıdır. Simit sargı konulur.


              YARALAR:


              Deriye gelen darbeler soncu kapalı doku zedelenmeleri olabilir. Bu durumda ağrı ve şişlik meydana gelebilir. Bazen morarma ve şişlik içinde kan birikebilir. Şiş olan bölgeye sıkı bandaj uygulanır soğuk uygulanır. Yalnız bandaj kan dolaşımını engelleyecek derecede sıkı olmamalıdır. Açık yaralarda tetanos riski unutulmamalıdır bu neden tetanos aşısı yapılmalıdır.

              YANIKLAR:


              1. derece yanık: yüzeysel yanıktır.kızarıklık ve ağrı vardır. İz bırakmadan 1 haftada iyileşir.

              2. Derece yanık: cilt ve cilt altı dokularda yanmıştır. Benekli kırmızı renkli kabarcık oluşumu vardır. Derideki sinir uçları da zarar görmüştür.
              Enfeksiyon gelişmezse 2-3 hafta da iyileşir.

              3. derece yanık: Deri tamamen yanmıştır. Alttaki kas tabakasına kadar uzanır.

              Tehlikeli yanıklar:

              Vücudun %30 dan fazlasının yanması, solunum sistemini içine alan yanıklar, vücudun %10 dan fazlasında 3. derece yanık olması, yüz, el, genital bölge yanıkları, göz yanıkları, derin asit ve elektrik yanıkları, boyunda halka şeklinde yanıklar.
              Yanık yüzeye hiçbirşey örtülmez. Soğuk su ağrıyı azaltır. Kabarcıklar patlatılmaz yanık alanındaki kolye yüzük bilezik vs. çıkartılmalıdır. Elbiseler kesilerek çıkartılmalı sıyrılmamalıdır.

              Kimyasal Yanıklar:

              Etken hızla uzaklaştırılmalı 10-20 dk bol su altında tutulmalıdır. Daha sonra yumuşak sabunla yıkanır. Sönmemiş kireç su ile karşılaştığında yakıcı etki gösterir. Tozlar fırça ile alındıktan sonra bol su ile yıkanır.

              Elektirik yanığından şüphelenilen her hasta durumu normal olsada hastanede değerlendirilmelidir.


              SARGI VE ATELLER:


              Sargıların çok sıkı ve gevşek sarılmaması gerekir. El ve ayak parmakları dışarıda kalacak şekilde sarılmalıdır. Parmaklarda uyuşma karıncalanma morarma olduğu görülürse sargı sıkı sarılmış demektir. Sargılar mikropsuz olmalıdır.

              Ateller ise herhangi bir vücut bölgesini hareketsiz olarak bırakmak için kullanılan desteklerdir. Kırık bacağa sağlam bacağı kırık kola gövdeyi destek yapmakta mümkündür. Mümkünse şişme ateller kullanılmalı bunlar kırığı her yönden desteklerler. Tekrar tekrar kullanılabilirler.

              Kırık çıkık ve incilmelerde ilkyardım: kemik üzerine darbe gelen yada zorlanma olan bölgelerde ağrı, şişme, kabarıklık, olağan dışı görünüm, biçim bozukluğu, eklem olmayan yerde eklem görünümü, kol veya bacağın boyunda kısalma, yarada kırık uçlarının görülmesi. O bölgede kırık olduğunu gösterir.

              Kırık olup olmadığını belirlemeden hasta yerinden oynatılmamalıdır. Eğer hasta kırık bölgesi hareketsiz hale getirilmeden kıpırdatılmaya çalışılırsa kırık uçları kemiğe yakın veya paralel uzana damar ve sinirlere zarar verebilir. Hasta taşınmadan önce kırık atele alınmalıdır. Kırığın ilerisindeki nabız kontrol edilmelidir. Atel kırığa yakın yerdeki eklemide hareketsiz hale getirmelidir. Açık kırıklarda kanama kontrol altına alınır. Kırık bölgesinde kopmuş kemik parçaları varsa dokunulmaz, kırık uçları uçuca getirilmeye çalışılmaz. Hastaneye nakledilirken ağızdan yiyecek verilmemelidir. Çünkü hasta ameliyat olacaksa bu nedenle gecikebilir.

              Çıkıklar:

              Hareketle artan ağrı olur. Yapısal şekil bozukluğu olur. Hassasiyet vardır. Şilik erken dönemde olmayabilir. Hareket kısıtlılığı olabilir. Anatomik yapıyı iyi bilen kişiler tarafından oturtulması gerekir. Burkulmalarda eklem sabitleştirilir ve hastaneye iletilir.
              Boyun Kırığı: Kafası üzerine düşen kafasına darbe gelen herkeste boyun kırığı akla gelmelidir. Ani frenlerde kamçı hareketi sonrasında boyun kırığı oluşabilir. Hastanın boynu boyunlukla desteklenmelidir. Hasta yerinden oynatılmamalı bu konuda eğitim görmüş personelce taşınmalıdır.

              Zehirlenmeler:

              Kusturulur. Alınan maddenin sulandırılması için bol miktarda su veya süt verilir. Bilinç kaybı varsı havale geçiriyorsa yakıcı madde içti ise petrol ürünü içmiş ise kusturulmaz. Gaz zehirlenmelerinde hasta hemen açık havaya çıkarılmalı oksijen verilmelidir.

              Böcek, Yılan Sokmaları:

              Yara bol su ile yıkanır. Hasta sakinleştirilir. Yara bölgesindeki şişliğin 5 er cm altından ve üstünden turnike uygulanır. Turnike venöz dolaşımı engelleyecek arteryel dolaşımı engellemeyecek şekilde sıkılmalıdır. Hastanın yürümesine izin verilmez. Isırılan extremite atele alınmalıdır. Isırılan alanda diş izleri arasında yarım santim derinliğinde kesi yapılır. Zorunlu olmadıkça ağız kullanılmadan kanama sağlanır. İlkyardımın ABC si yönünden izlenir. Yılan serumu uygulanmak üzree hastaneye iletilir.

              Soğuk ve Donma:

              Yüzeyel soğuk çarpması: deri mumsu bir görünüm alır. Dokunmakla serttir. Ellerde küntlük hissedilir. Şişlik ve kabarcık olabilir. Hasta sıcak biryere alınır üşüyen bölge vücut ısısıyla ısıtılır. Doğrudan ısı kaynağı ile ısıtılmamalıdır. Ovmaktan masajdan kaçınılmalıdır.

              Derin soğuk çarpması kısmi donma: dokunmakla his alınmaz. Travmadan kaçınılmalıdır. 37.7-40,5 C arasında ısıtılır. Kabarcıkların patlatılması tehlikelidir.







              Yorum

              • delphin
                Senior Member
                • 27-12-2005
                • 15279

                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                Nar deyip geçmeyin

                Nar suyundaki antioksidan miktarı, kırmızı şarap, yeşil çay, kızılcık ve portakal suyuna göre 3 kat daha fazla. 1 bardak nar suyu, 2 kadeh kırmızı şarap, 10 bardak yeşil çay ve 4 bardak kızılcık suyu ile aynı seviyede antioksidan madde içerdiği, Narda ayrıca C vitamini, demir ve potasyum var. Narın 100 gr.da 20 mgr. C vitamini bulunduğu Vücuda enerji veren meyvalardan biri olan narın 100 gr.ında 62 kalori var olduğu ayrıca bol miktarda şeker, mineral içerdiği ve potasyum bakımından da zengin olduğu bilim adamları tarafından söylenir.Ağaçın gövde, kök ve dal kabukları; nişasta, mannit, reçineli maddeler, asitler, tanen, punicin ve olkoloidler taşır. Nar kabuğundan yapılan ilaçlar tenya düşürmek için kullanılıyor..Narın vücudu ve kalbi kuvvetlendirme, ishali kesme, şerit düşürme, burun poliplerine faydalı olma gibi yararları bulunduğu söylenir. Ancak içerdiği bazı kimyevi maddeler yüzünden mide ve bağırsak hastalığı olanların, küçük çocukların ve hamilelerin fazla kullanmamaları tavsiye edilir. Tatlı nar midede çabuk çözüldüğü için hazmı kolaydır. Ancak zaman zaman midede şişkinlik ve gaz meydana getirdiği için ateşli hastalığı olanlara iyi gelmeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca tatlı nar mideyi kuvvetlendirdiği, boğaza ve akciğerlere faydalı olduğu, öksürüğe iyi geldiği, Ekşi nar ise mide yanmalarına karşı faydalı olduğu idrar söktürdüğü ishali kusmayı kabızlığı kalp ve mide ağzındaki ağrılara iyi geldiği yazılır.
                Suyu zarıyla birlikte çıkarılıp bal ile merhem kıvamına gelinceye kadar pişirilip diş etlerine sürüldüğünde diş eti tahrişine iyi gelir. Dolama / tırnak iltihabı ve cerahatli yaraların tedavisinde nar çekirdeğinin balla birlikte karıştırılarak merhem halinde tatbik edilmesi tavsiye edilir. Nar çiçeği de yaralar için kullanıldığı söylenir.

                NOT: Zaman zaman midede şişkinlik ve gaz meydana getirdiği için ateşli hastalığı olanlara iyi gelmeyeceği belirtilmiştir.
                Ancak içerdiği bazı kimyevi maddeler yüzünden mide ve bağırsak hastalığı olanların, küçük çocukların ve hamilelerin fazla kullanmamaları tavsiye edilir.Tabiki her şeyin fazlası zarar olduğuda unutulmamalıdır

                Yorum

                • delphin
                  Senior Member
                  • 27-12-2005
                  • 15279

                  Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                  Kene isirmasinda alinacak önlemler

                  Mersin devlet hastanesi enfeksiyon hastalıkları uzmanı dr. tufan Ünal, kene ısırmalarına maruz kalan kişilerin, keneyi kendisinin çıkarmaya çalışmaması gerektiğini belirterek, bu gibi durumlarda en yakın sağlık kurumuna başvurmalarını istedi.

                  kenenin, doğada belki de yaşamla beraber oluşan bir varlık olduğunu söyleyen Ünal, bunu bitirmenin imkanı olmadığını, eskiden de var olduğunu, ancak taşıdığı bir takım virüslerin insanlara bulaşması sonucunda hastalıklar meydana geldiğini söyledi.

                  kenenin yaşamını sürdürebilmesi için kan emmek zorunda olduğunu hatırlatan Ünal, "bunu genel olarak hayvanlardan sağlamaktadırlar. zaman zaman da insanları etkilemektedirler. türkiye'de büyük boyutlarda olmasa da bu tip vakalarla karşılaşılıyor. kene ısırdıktan sonra kan emmesinden dolayı taşıdığı virüsleri insana bulaştırmakta ve böylelikle hastalık aktif hale gelmektedir. kene insana yapıştıktan sonra yapışan insanın yapması gereken bazı şeyler vardır.
                  Öncelikle kendisi bunu çıkarmaya çalışmamalıdır. Üzerine bir takım maddeler damlatıp, düşmesini sağlamamalı. Çünkü böylelikle kene kusuyor ve ağzındaki virüsü daha kolay bulaştırıyor. zoraki, kendi kendimize çıkarmaya çalışarak, bir takım yaralanmalara ve kusmalar sonucunda virisün bulaşmasına neden olmamalıyız" dedi.

                  bu tip olaylarla karşı karşıya kalanların derhal bir sağlık kurumuna başvurmaları gerektiğini belirten Ünal, "bunun daha bilimsel yöntemle çıkarılması sağlanmalıdır. kene, bir pensle vücuda yapıştığı yerden çivi söker gibi çıkarılmalı. kene ısırmasından 3 gün sonra başlayan bir takım ateş, halsizlik, eklem ağrıları, nokta kanamalar gibi şeyler olursa daha ciddi durum olmakta ve hastayı yataklı tedavi kurumuna nakletmek gerekir. doğada gezerken, pikniğe çıktığımızda özellikle bu tip şeylere dikkat etmek lazım. dönüşümüzde üstümüzü, başımızı temizlemek gerekir. Özellikle keneler hayvan üretim mekanlarında olmakta. bu tip yerler, keneyle mücadele için veterinerlerden yardım almalıdırlar" diye konuştu.

                  Yorum

                  • delphin
                    Senior Member
                    • 27-12-2005
                    • 15279

                    Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                    Uyku Bozukluğu

                    Uykusuzluk nedir?

                    Uykuya dalma, uykuyu sürdürme ve sonlandırmaya ilişkin sorunlar, dinlendirici olmayan uyku, insomnia (uykusuzluk) karşılığı kabul edilmektedir. Gündüzleri yorgunluk hissi, duygu alanında değişmeler (huzursuzluk, hırçınlık gibi), verimlilikte azalma, hatta düşünsel işlevlerde bozulma tabloya eşlik edebilmektedir.

                    Uykunun dönemleri var mıdır?

                    Uykuda farklı 5 dönem dikkati çekmektedir. Bu dönemlerden birisi REM (Rapid Eye Movement) diğerleri ise Non-REM olarak adlandırılmaktadır. Non-REM dönemi kendi içinde iki ana bölüme ayrılabilir:

                    Yüzeyel uyku (1. dönem ve kısmen 2. dönem)

                    Derin uyku (3. ve 4. dönemler). Bu dönemleri içine alacak şekilde bir tanım yapılırsa uyku, uyanıklıkla 5 uyku dönemi arasındaki periyodik geçişlerdir denebilir.

                    Genellikle kısa bir uyanık dönemden sonra insanlar 1., 2., 3. ve 4. döneme girmektedir. Uykunun başlamasından yaklaşık 90-120 dakika sonra da ilk REM dönemi ortaya çıkmaktadır. Daha sonra da 90-120 dakikalık aralarla bir gecede 3-5 REM döneminden geçilmektedir. Genç erişkin insan uykusunun yaklaşık olarak %5-10’unu 1. dönem, %45-60’ını 2. dönem, %20-25’ini 3. ve 4. dönem ve %20-30’unu REM dönemi kapsamaktadır. Genel olarak uykunun ilk üçte birlik bölümünde Non-REM, son üçte birlik döneminde de REM uykusu daha fazla yer almaktadır.

                    Yüzeyel uyku, uyku-uyanıklık geçişi arasındaki dönemi oluşturmakta olup bu dönemde insanlar kolaylıkla uyandırılabilmektedir. Derin uyku sırasında insanın uyandırılabilmesi için daha şiddetli uyarana ihtiyaç vardır. Bu dönemdeki değişimlerin, bedensel dinlenmeye, yenilenmeye hizmet ettiği kabul edilmektedir. Derin uykunun yeterince uyunmadığı ya da deneysel olarak ortadan kaldırıldığı durumlarda ise insanlar dinlenemediklerinden, sabah yorgun kalktıklarından, yeni bir günün yükünü taşıyacak durumda olmadıklarından yakınmaktadırlar.

                    Rüyalar ne zaman görülür?

                    Rüyaların % 80'inin REM sırasında görüldüğü bilinmektedir. Bu dönemdeki değişimler, fizyolojik aktiviteler açısından uyanıklığa benzerlik göstermektedir. REM'in işlevi konusunda iki temel açıklama vardır: birincisi, REM'in amacı gün içinde yaşananları unutmaktır, ikincisi, REM uyanıklıkta alınan bilgilerin düzenlenmesinde hizmet eder.REM'in birey için gerekli bulunmayan kayıtları silerek, gerekli olanları düzenleyerek ertesi güne duygusal ve düşünsel olarak hazırlanmaya hizmet ettiği söylenebilir.Ayrıca hayvan deneyleri, öğrenme ile REM arasında yakın ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.

                    Uyku bozuklukları yaygın mıdır?

                    Uyku bozukluklarının genel populasyonda yaygınlığı % 15-35 civarında olup, % 10-20 oranında ağır ve kalıcı bir şekilde uykusuzluktan yakınanlar bulunmaktadır. İnsanların % 50’si yaşamlarının bir döneminde uykusuzluk çekmektedirler. Bu insanların yarısının sorunlarının ciddi boyutta olduğunu ifade etmeleri, uykusuzluğun önemli ve oldukça yaygın olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

                    Yaşa ya da cinsiyete göre uyku sorunları değişir mi?

                    Araştırmalar kadınların daha fazla uykusuzluk yakınması bulunduğunu göstermektedir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte uyku ihtiyacı da azalmaktadır. Gençlerin daha çok uykuya dalma güçlüğü çektikleri, yaşlıların ise uykuyu sürdürmeye ilişkin sorunlarının ön planda olduğu dikkati çekmektedir. Yaşlılıkla artan hastalıkların uykusuzluk oluşumuna katkısı da yadsınamaz. Süregen uykusuzluk, kadınlarda, yaşlılarda ve bedensel ya da ruhsal hastalıkları olanlarda yaygındır.

                    Uykusuzluk insanı nasıl etkiler?

                    Uykusuzluk, hasta için uyuyamamanın ötesinde anlam taşımakta, psikososyal, mesleki alanlarda da sorunlara yol açmaktadır. Araştırmalar, uykusuzluğu olan insanların günlük yaşamlarında ve genel sağlık alanlarında daha çok sorunları olduğunu, giderek yaşam kalitesinin düştüğünü ve zaman/enerji yönünden daha çok yardım aramaya yöneldiklerine işaret etmektedir.

                    Ruhsal bozukluklarda uyku sorunları daha fazla görülür mü?

                    Psikiyatrik bozukluklarda uykusuzluk yakınmasının % 75 oranında bulunduğu dikkati çekmektedir. Bunların içinde depresyonda ortaya çıkan uyku bozuklukları özel bir yer tutmaktadır. Depresyonda olan kişilerin uyku örüntüsündeki değişiklikler biyolojik gösterge olarak kabul edilmektedir. Bu örüntüdeki tipik özellikler, kısa sürede REM dönemine girme, geceleri sık uyanma, sabahları erkenden uyanma olarak özetlenebilir. Anksiyete (kaygı) tablolarında ise çoğu zaman uykuya giriş sorunları ön plandadır. Bu hastaların bir bölümü gerginlik nedeniyle, yeterince gevşeme elde edemediklerinden uykuya zorlukla girebilmektedirler.

                    Uykusuzluk nedenleri nedir?

                    Uykusuzluğa, uyarılmaya yol açan tüm faktörlerin neden olabileceği söylenebilir. Bu nedenle kaynağında kısa süreli ya da kalıcı psikoljik/biyolojik değişmeler yer alabilir.

                    Bedensel hastalıklar ve bazı ilaçlar biyolojik faktörler olarak ortaya çıkmaktadır.

                    Psikolojik faktörler olarak bireyin içinde bulunduğu gerginlik ve kaygı gibi yaşantıların, uykunun başlangıcında beklenen gevşemeye engel olduğu, hatta uyku ya da uyumanın kaygı verici bir yaşantı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Böylece, hastanın uykuya girişi gecikmekte ya da uykuya geçememekte, uyku başlasa bile kesintilerle sürmektedir.

                    Aşırı uyku nedir?

                    Gündüzleri uyuklamaların temel yakınma olduğu aşırı uyku tabloları, tüm uyku bozukluklarının yarısını oluşturmaktadır. Aşırı uyku tablosunun içinde iki önemli bozukluk yer almaktadır: Bunların birincisi uyku apnesi, ikincisi ise narkolepsidir.

                    Uyku apnesi, bir saatlik uyku sırasında 10 saniyeden uzun süren beşden fazla sayıda solunum durmasıdır. Yaşamı tehdit eden, ani gece ölümlerine neden olduğu ileri sürülen ve yorgunluk, isteksizlik, verimsizlik, düşünsel işlevlerde bozulma, duygusal dengesizlik gibi çeşitli psikiyatrik belirtilere yol açabilen bir tablodur.

                    Narkolepsi, gündüzleri uyku atakları, karabasan ve diğer ek belirtilerle karakterize bir tablodur.. Tanı, uyku laboratuarlarındaki çalışmalarla konabilmektedir.

                    Uykuda konuşma, yürüme, kabus neden olur?

                    Uykuda konuşma, yürüme, diş gıcırdatma, kabus, korku, karabasan, altını ıslatma gibi tabloları içeren uyku bozuklukları (parasomnia'lar) tüm uyku bozukluklarının % 15.'ni oluşturmaktadır. Genellikle çocukluk ve ergenlik dönemde görülmektedir. Çocuk ve ergenlerin yaklaşık dörtte birinde parasomnia görülmektedir. Bu oran, erişkin dönemde % 1’e düşmektedir. Genellikle uykunun başlangıç dönemindeki Non-REM uykusu sırasında görülmekte olan parasomnia tablolarının genellikle psikolojik nedenlere dayalı olduğu dikkati çekmektedir. Bu nedenle tedavinin temelini psikolojik modeller oluşturmaktadır.

                    Uyku düzeni bozuklukları nedir?

                    Uyku düzeni (siklus) bozuklukları, tüm uyku bozuklularının % 2.9'nu oluşturmaktadır. Burada zaman zaman gece çalışanlara, uçakla ekvatora paralel olarak yolculuk yapanlara (jet-lag), günlük siklusu 24 saatten kısa ya da uzun olanlara ait tablolar yer almaktadır. Tedavi nedene yönelik olup, ritmin düzenlenmesi temel alınmaktadır.

                    Uyku bozukluğunun tanısının konabilmesi için,yakınmanın tanımlanması, nasıl ortaya çıktığının ve ilişkili faktörlerin araştırılmasına yönelik olan ayrıntılı bir görüşme , psikolojik değerlendirme yapılmalı ve fizik muayene ile laboratuvar testleri uygulanmalıdır.Ancak görüşme ve incelemeler sonucunda uygun tedaviye yanıt alınamamış, spesifik bir uyku bozukluğuna işaret eden sorunları bulunduğu düşünülen ya da tedavi sonuçları izlenecek hastalar uyku laboratuvarında incelenmelidir.

                    Uyku sorunlarının tedavisi nasıl oluyor?

                    Uykusuzluğu olan kişilerin bir sonuç alamamalarına karşın uyumak için alkol vb. maddeleri kullandıkları dikkati çekmektedir. Bu şekilde, tabloya diğer sorunlar eklenmektedir.

                    Uykusuzluğun kaynağı olarak görülen bedensel ve psikolojik gerginlikle başetmek için gevşeme teknikleri ile gerginlik ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bazı uykusuzluk tablolarında ilaç tedavisi kullanılmaktadır.

                    Uykusuz insanların bir bölümünde sadece uyku hijyeninin düzenlenmesiyle önemli ölçüde yarar sağlanabilmektedir. Uyku hijyeni için şu noktalara dikkat edilmelidir:

                    çok aç ya da tok olmamak,
                    kafeinli, alkollü, kolalı içeceklerden ve tütün kullanımından kaçınmak,
                    düzenli egzersiz yapmak, ancak akşam saatlerinde heyecan oluşturacak aktivitelerden kaçınmak,
                    uyku gelmeden yatağa girmemek,
                    yatak odasını sadece uyku ve cinsel ilişki için kullanmak,
                    uyuyamadığında uyumaya çabalamamak, yataktan ve yatak odasından çıkarak başka bir yerde zaman geçirip uyku gelince yatağa dönmek,
                    ne kadar uyunursa uyunsun sabah belirli bir saatte kalkmak,
                    gündüzleri uyumamak ve yatak odasını ses, ışık, ısı yönünden izole etmek.

                    Aslında bunlar herkesin sağlıklı bir uyku için dikkat etmesi gereken kurallardır.

                    Yorum

                    • delphin
                      Senior Member
                      • 27-12-2005
                      • 15279

                      Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                      Bilgisayar Kullanımına Bağlı Göz Yorgunluğu

                      Günümüz modern teknolojisinde, ister iş hayatı ister özel hayat olsun, bilgisayarların yeri ve önemi inkar edilemez. Bu makinelerin faydası yadsınamamakla birlikte, kullanımları yüksek görsel dikkat istemektedir. Bilgisayar kullanımına bağlı olarak artan şikayetlerin büyük çoğunluğu, gözlerle ilgili olanlarıdır.

                      Bilgisayar kullanımına bağlı olarak, gözün kendisinde ya da görme kalitesinde birtakım problemlerin meydana gelmesi, göz yorgunluğu hali olarak yorumlanmaktadır. Sıklıkla görülen belirtileri şöyle sıralanabilir: Yorgun ve ağrılı gözler, gözlerde yanma ve batma, bulanık görme, kuruluk hissi, sulanma, kaşıntı, kızarıklık, gözleri kısarak bakmak, odaklama zorluğu, çift görme, yazı karakterlerinin veya grafiklerin etrafında ışık hareleri ya da saçılmalar görmek, ışığa karşı hassasiyet, baş ağrısı, boyun, sırt ve omuz ağrısı.

                      Sayılan bu belirtilerden bazılarının, bilgisayar karşısında çalışırken yaşanıyor olması, bilgisayara bağlı göz yorgunluğunu işaret ediyor olabilir. Belirtilerin görülme sıklığı ve şiddeti, kişiye bağlı sebepler dışında, çalışma ortamının şekline ve kişinin alışkanlıklarına göre de değişiklikler gösterecektir. Bu bağlamda, bilgisayar kullanımının gözlerde yarattığı problemlerden ve çözüm önerilerinden bahsetmek faydalı olacaktır.

                      Bahsedilen yorgunluk belirtilerini kendisinde hisseden kişi ilk olarak muayenesini yaptırıp, göz sağlığı hakkında bilgi edinmelidir; çünkü bu belirtilerin en büyük nedeni gözlerdeki kırma kusurudur (gözlük veya lens takmayı gerektirecek numara bozukluğu). Miyopi, hipermetropi, astigmatizma gibi kırma kusurlarının olup olmadığı saptanarak bunların gözlük camı veya lenslerle düzeltilmesi bu konudaki ilk aşamadır. Ayrıca halen kullanılan gözlük camı veya lenslerin numaralarının yetersiz kalması da göz yorgunluğuna sebep olabilecektir. Burada, halk arasında yaygınca inanılan yanlış bir görüşe değinmek ve doğrusunu anlatmak yerinde olacaktır; bilgisayar kullanımı insanların gözlerini bozmaz. Ancak mevcut olan ve kişinin o ana kadar önemsemediği veya bilmediği bir kırma kusurunun, belirtileriyle ortaya çıkmasına aracılık eder. Çalışma koşulları çok aşırıya kaçmadıkça normal bir göz bilgisayar karşısında bozulmaz.

                      Yakın objelere bakarken gözlerde meydana gelen uyum değişiklikleri, tıp dilinde akomodasyon olarak adlandırılır. Uzaktaki cisimden yakın bir cisme bakıldığında, gözlerdeki birtakım küçük kaslar kasılarak, kristal lens dediğimiz göz içindeki merceğin çapını değiştirir, böylece gözler yakına uyum sağlamış olur. Farklı uzaklıktaki objelerin her an net görülebilmesi, ancak bu bahsettiğimiz akomodasyon mekanizmasının sorunsuz çalışabilmesiyle mümkündür. Mekanizmada yetersizlik oluşursa, bilgisayar monitöründeki objelere ve/veya uzaktaki cisimlere bakarken kısa veya uzun süreli geçici bir bulanık görme hali oluşur. Normal şartlarda gözler, yakından uzağa ( veya uzaktan yakına) yarım saniye içerisinde uyum sağlarlar, yani yakın objeye bakarken birden uzaktaki cismi seçmek ve onu net algılamak bu süreyi geçmemelidir. Eğer bu süre uzarsa uyum mekanizmasında yetersizlik söz konusudur. Bu durum göz yorgunluğu ve baş ağrısına yol açacaktır, tedavisinde gözlükler kullanılmaktadır.

                      Akomodasyon (uyum) mekanizması, 40 yaşından sonra insanlarda doğal bir süreç olarak yetersiz olmaya başlar ve 60 yaşlarında tam yetersizlik gelişir. Bu duruma presbiyopi (yaşa bağlı yakın görme bozukluğu) adı verilir. Tedavisi yakın okuma gözlüğüdür ve genellikle 35-40 cm’ lik yakın okuma mesafesine göre ayarlanarak verilir. Ancak bilgisayar karşısında çalışırken monitörler genellikle 70- 75 cm uzakta bulunur, bu mesafeyi net görmek için ikinci bir yakın gözlük edinmek yararlı olacaktır, çünkü esas yakın gözlüğüyle monitöre bakmak, mesafe uygunsuzluğu nedeniyle gözleri yoracaktır.

                      Bilgisayarlarda ekran özellikleri, gözleri etkileyen diğer bir önemli faktördür. Çalışmalar sonucu anlaşılmıştır ki, gözler monitöre baktığında tam bir kilitlenme (yani tam bir ekrana uyum) sağlanamamakta, yukarda bahsettiğimiz küçük göz kasları sürekli kasılıp gevşemekte ve kristal göz merceği devamlı şekil değiştirmektedir; bunun anlamı gözlerin ekrana tam odaklanamamasıdır, tabii ki sonucunda göz yorgunluğu şikayetleri başlayacaktır. Bu sebeple, göz sağlığı açısından, kullanılan ekranlar yüksek çözünürlü ve düşük parlaklık oranlı olmalıdır, büyük ve daha gelişmiş teknoloji ürünü ekranlar (LCD) en sorunsuz ekran tipleridir. Koruyucu filtre kullanılması hem yansımayı azaltır, hem de düşük bir oranda da olsa monitörden yayılan radyasyonu süzer. Teknik bir bilgi olarak, 14’’ lik monitörlerin, yeni teknoloji ürünü düşük radyasyonlu büyük monitörlere oranla on kat daha fazla radyasyon yaydığını burada vurgulayalım.

                      Gözlerde kuruma hissi, bilgisayar kullanıcılarının en sık karşılaştığı sorundur; yanma, batma, kaşınma, göz yaşarması ve kızarma ile kendini belli eder. Bu durum kontakt lens kullananlarda daha belirginleşir, sebebi lensin doğallığını koruyan gözyaşı tabiatının monitör karşısında değişmeye başlamasıdır. Gözdeki kuruma hissinin en büyük sebebi, monitöre bakarken normalin 1/3’ üne inen göz kırpmalarıdır, çünkü insan yakındaki bir objeye dikkatini verdiğinde refleks olarak daha az göz kırpmaya başlar. Gözkapakları her kırpmada gözyaşını kornea dediğimiz saydam tabakaya yayıp, oksijenlenmesini, nemlenmesini ve beslenmesini sağladıkları için, az kırpıldığında gözler kuru kalacak ve batmaya başlayacaktır. Diğer bir sebep monitörün göz hizasının üzerinde bulunmasıdır, bu durumda gözler yukarı doğru bakacağından kapaklar daha açılmış kalacak, bu da göz yaşının buharlaşmasını arttırarak kurumaya yol açacaktır. Ayrıca, çalışma ortamındaki havalandırmanın nem oranının yüksek olması ve havalandırmanın direk göze doğru gelmesi de gözlerde kurumaya yol açabilecektir. Bilgisayar kullanırken, sayılan bu etkenlerden gözlerin kurumasını önlemek için, göz kırpma sayısını bilinçli olarak arttırmak, belirli aralıklarla uzağa bakarak göz kırpma refleksini normale döndürmek alınacak önlemler arasındadır. Monitörü göz hizasının altına yerleştirmek gerekir, bunun ayarı monitörün üst kenarının göz seviyesinin biraz altında kalmasını sağlayarak yapılabilir. Bu önlemlerle geçmeyen göz kuruması, suni gözyaşı damlalarıyla tedavi edilmek durumundadır.

                      Gözlerimizde, fazla ışığın içeri girmesini ve gözü rahatsız etmesini engelleyen bir mekanizma bulunmaktadır. Aşırı parlak bir ışık bu mekanizmayı otomatik olarak devreye sokar ve gözün daha fazla çalışarak efor sarf etmesine neden olur. Bunun uzun sürmesi durumunda gözler yorulacak, bu aşırı ışıklı ortamdan rahatsız olduğunu, yorgunluk belirtilerini ortaya çıkararak anlatmaya çalışacaktır. Çalışma ortamında direk göze gelen bir ışık kaynağını ortadan kaldırmak gerekir, pencereden sızan ışığın arkaya alınması da gözleri rahatlatacaktır. Kullanılacak ışık kaynağının, arkadan, omuz hizasından monitöre veya çalışma masasına düşecek şekilde ayarlanması gerekir. Ayrıca monitörün kontrast ve parlaklık ayarının da uygun bir şekilde ayarlanması yerinde olacaktır, ekran zemin renginin açık, yazı karakterlerinin ise koyu renklerde tercih edilmesi gözlerin zorlanmasını önleyecektir.

                      Bilgisayar karşısında çalışırken, gözlerin sağlığını korumanın en güzel yolu, onları sık sık dinlendirmektir. Her yarım saatte bir ara vermek, birkaç saniye kapalı tuttuktan sonra uzaktaki bir objeye bakıp gözleri rahatlatmak yeterlidir. Çalışma masası ve sandalyesinin ergonomi kurallarına uygunluğu vücudu da rahatlatacaktır. Uzun süreli çalışmalarda, saat başı yapılacak basit vücut egzersizleri, diri kalmaya yardımcı olacaktır.

                      Yorum

                      • delphin
                        Senior Member
                        • 27-12-2005
                        • 15279

                        Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                        Light Gıdalara Dikkat!

                        Yaz yaklaşırken kışın alınan kiloları vermenin heyecanı da başlıyor. Bu dönemde yapılan en büyük yanlışın dengesiz beslenmek olduğunu belirten uzmanlar tüketicileri raflardaki light ürünlere karşı uyarıyor.



                        Light olması sizi aldatmasın!


                        Şişmanlığın küresel bir tehdit haline gelmesi ve görülme sıklığının hızla artmasıyla birlikte light ürünlerin tüketiminde de büyük bir artış yaşanıyor. Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Şeçil Kenar, light ürünlerin miktarında ve çeşidinde tehlikeli bir artış yaşandığına dikkati çekerek şunları söyledi: " Zayıflamak ya da kilosunu korumak isteyen bireylerin piyasadaki light ürünlerin çok düşük kalorili veya kalorisiz olduğu sanmasından dolayı, günlük tüketilen light ürün miktarında ve çeşidinde büyük bir artış gözlemliyoruz. Bu artış aynı zamanda günlük alınan kalori miktarının da artmasına neden oluyor. Az yağlı-diyet-light diye piyasaya sunulan ürünlerin normal ürünlerle arasında ciddi farklar bulunmuyor. Yani bu ürünler referans ürüne göre çok az veya kalorisiz değildir. Tüketicide bu gıdaların üzerindeki etiket kavramını değerlendirme şekli 'daha az kalorili bunu alayım' ya da 'bu diyet bunu daha çok yiyebilirim' olursa light -diyet tüketilerek total olarak daha fazla kalori alınmış oluyor. Örneğin light tatlılarda sükroz molekülü yerine yapay tatlandırıcılar kullanıldığı halde oldukça fazla kalori değerleri vardır. Fakat kişiler şeker içermediği için bu besinleri çok fazla tüketebilmektedirler."

                        Diyabetik Gıdaları Zayıflamak İçin Tüketmeyin!

                        Kilo vermek isterken yapılan hatalardan birinin de özel hastalıkları bulunan kişiler için üretilen gıdaların bilinçsizce tüketilmesi olduğunu belirten Dyt. Kenar şöyle devam etti: "Diyet döneminde yapılan en büyük hatalardan sağlıklı bireylerin, özel hastalıklarda tüketilmek için üretilen ürünleri bilinçsizce ve sıkça tüketmeleridir. Daha az kalori alayım, zayıflayayım veya kilomu koruyayım derken bu gıdalar ile tüketici daha fazla kilo bile alabilmektedir. Burada önemli olan yeterli ve dengeli bir beslenme alışkanlığını hayatımıza yerleştirmek ve bu tür besinleri satın alırken besin değerlerini ve referans ürünleri arasındaki farkları etiketten okuyup, değerlendirip tüketmektir. Unutmamak gerekir ki asla bir besin gıda teknolojisinin müdahalesiyle sihirli bir hale getirilemez."

                        Etiket kontrolünün devletin denetiminde olması gerektiğinin altını çizen Dyt. Seçil Kenar şunları söyledi: "Besinleri; karbonhidrat, yağ, protein, mineraller ya da vitaminler açısından analiz etmek tabii ki tüketici için mümkün değildir. Bu değerler ancak laboratuvar şartlarında bilimsel analizlerle bulunur. Bu yüzden tüketicinin etiket bilgilerini doğru - yanlış olarak değerlendirmesi de mümkün değildir. Etiket kontrolünün hukuksal yaptırımlarıyla devletin denetiminde olması bizce en makul yoldur."

                        Yorum

                        • delphin
                          Senior Member
                          • 27-12-2005
                          • 15279

                          Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                          Mevsim Geçişlerine Dikkat!

                          Bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirmek için dengeli beslenin, gerekirse vitamin takviyesi alın, balığı beslenme listenizden eksik etmeyin.

                          Mevsim değişikliklerinde vücudumuz takviye gıdalara ihtiyaç duyuyor. Dr. Mete Deniz, mevsim değişikliği olduğu aylarda yorgunluk, halsizlik, depresyon gibi şikayetlerin artığını belirtti. Bu şikayetler için sporun ve sağlıklı beslenmenin önemini hatırlatan Dr. Deniz, 'Beslenme her mevsim dengeli ve düzenli yapılmalıdır. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek için C, B ve E vitaminlerinin alınmasına dikkat edilmelidir. Kafein ve alkolden uzak durulmalı, ada çayı ve melisa çayı sıkça tüketilmelidir'dedi.

                          C VİTAMİNİ ALIN
                          C vitamini virüs engelleyicidir, vücuttan zararlı maddelerin atılmasını sağlar, vücudu bakteri toksinlerinden korur, savunma sistemini güçlendirir. Yeşil biber, maydanoz, tere, roka, karnabahar, limon gibi besinler bol miktarda C vitamini içerir. Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, sıvı yağlar, kurubaklagiller, tahin gibi besinlerde bulunan diğer bir antioksidan da E Vitaminidir. Yemeklere sıvı yağ koymak, haftada 2 kez kurubaklagil tüketmek, haftada 2-3 kez 6-7 fındık, 2-3 ceviz tüketimi ile E vitamininin yeteri kadar tüketimi sağlanabilir.

                          BOL BOL BALIK
                          Balık, balık yağı, fındık ve cevizde bulunan omega-3 yağ asitleri ise antioksidandır ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde etkilidir. Haftada 2 ya da 3 kez balık, 6-7 fındık, 2-3 ceviz tüketilmesi, zeytinyağlı salata ve sebze yemeklerinin düzenli yenmesi önemlidir.

                          Yorum

                          • delphin
                            Senior Member
                            • 27-12-2005
                            • 15279

                            Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                            21. yüzyılın yeni hastalığı

                            Cinsel Tıp Derneği Başkanı Dr. Cem Keçe, kronik yorgunluk sendromu olanlarda cinsel sorunların daha fazla görüldüğünü belirterek, "Kronik yorgunluk sendromu bugün modern tıptaki yerini almıştır. Hastalık 21. yüzyılın yeni ve yaygın bir hastalığı haline gelecek" dedi. Keçe, kronik yorgunluk sendromunun doktorlar ve sağlıkla ilgili yardımcı mesleklerde görev yapanlar ile yönetici kadrosunda çalışan ve sorumluluğu fazla olan kişilerde daha sık görüldüğünü kaydetti.

                            Keçe, kronik yorgunluk sendromu teriminin, sürekli veya tekrarlayıcı seyreden, iyi anlaşılamayan ve birçok sistemi tutan bir hastalığı tanımlamak için kullanıldığını ifade ederek, "Kronik yorgunluk sendromunun tek bir sebebi yoktur. Bu hastalığın viral bir enfeksiyonun tetiklediği beyinin çalışmasındaki düzensizlikler, strese bağlı vücudumuzdaki dengesizlikler ve vücudun savuma sisteminin bozulması sonucu aşırı derecede aktifleşen bağışıklık sistemimizi içine alan bir durum olduğunu kabul etmeliyiz. Kronik yorgunluğun en ayırt edici belirtisi yatak istirahatıyla geçmemesidir. Bağışıklık sistemi enfeksiyonlarla başa çıkamayınca sonuç bitkinlik olmaktadır. Havadaki elektrik yükü otomobillerin havayı kirletmesi, sanayi atıkları, trafik karmaşası nedeniyle şehirlerde daha fazladır. Elektrik yükünün yoğunluğu insanda yorgunluk hissini, sinir gerginliğini ve stresi tırmandırır. Bu durum, damarlardaki daralmayı artırır. Hatta damarlardaki daralma midede ülsere bile neden olabilir" diye konuştu. Hekimlerin bir çoğunun kronik yorgunluk sendromunun bir hastalık olduğuna inanmadığını ve ciddiyetini küçümsediğini, bir kısmının da onu psikiyatrik bir bozukluğun eşdeğeri olarak gördüğünü söyleyen Keçe, "Kronik yorgunluk sendromu açısından bazı insanlar daha fazla risk altında bulunur. Bunların başında da A tipi kişilik yapınsa sahip insanlar var. Doktorlar ve sağlık ile ilgili yardımcı mesleklerde, yönetici kadrosunda çalışan sorumluluğu fazla olan bireylerde sık görülmektedir" dedi.

                            Mutsuzluk yorgunluğuyla karıştırmayın

                            Kronik yorgunluk dışında bir de mutsuzluk yorgunluğu denilen bir yorgunluk türünün olduğuna da dikkat çeken Keçe, şunları kaydetti: "Kronik yorgunluk sendromunu mutsuzluk yorgunluğu ile karıştırmamak gerekir. Mutsuzluk yorgunluğunda şikayetler bedensel bir rahatsızlıktan değil, psikolojik sorunlardan kaynaklanmaktadır. Kendini sürekli bitkin, halsiz, isteksiz, yorgun hissedenler bu gruba girmektedir. Bu hastaların yorgunluk hisleriyle mutsuzlukları arasında bağlantı vardır. Mutsuzluk yorgunluğu, doğal olarak, insanın psikolojisiyle çok yakından ilgilidir. Bu sendrom duygusal tükenmişlik, depersonalizasyon ve bireysel beceride azalma nedeniyle; bireysel ya da kurumsal düzeyde, insanın iç dünyası ile ilgili duyguları, amaçları, istekleri ve beklentileri etkileyen psikolojik bir deneyimdir. Bu hastalar sorunlar, baskı hissi, huzursuzluk ve işlev bozukluğu sonucunda işlerinden ve ailelerinden olabilirler. Bu sorundan kurtulmak için öncelikle kendimizi, doğayı ve hayatı sevmek, yorgunluklarımızın, tükenmişliğimizin, mutsuzlukların, hayal kırıklıklarının gelip geçici olduğuna inanmak gerekir. Hastaların psikolojik tedavi görmesi gerekir." Keçe, kronik yorgunluk sendromunun sebebinin tam olarak bilinmemekle birlikte hastalığın olası nedenlerini şöyle sıraladı: "Viral enfeksiyonlar, stres, kontrol kaybı, devlet kurumlarında çalışma, sosyal desteğin eksikliği, organizasyon bozuklukları, gerçek dışı hedefler, gözlemcilerin tavrı, ekip ilişkilerindeki bozukluklar, iş tatminsizlikleri, vb. iş hayatındaki nedenler, aşırı aktif bağışıklık sistemi, kadın olma, yüksek sosyoekonomik koşullarda yaşama, sağlık çalışanı olma, A tipi insanlar, nevrotik anksiyete, azalmış özsaygı, duygusal açıdan sorunlar yaşama, depresyon geçirme, ağır işler yüklenme, erken yaşta evlenme, okula gönderilmeme, problemli evlilikler, aileden uzakta yaşama vb. bireysel etmenler, adrenalin salgılayan bezlerinin düzenli çalışmaması, vücudun bütün hücrelerini güçlendiren kimyasal enerji kaynağı olan ATP düzeyinin düşük olmasıdır." Keçe, kronik yorgunluk sendromunun kadınlarda ve sosyo-ekonomik düzeyi yüksek olan kişilerde daha sık görüldüğünü vurguladı. Kendisinde bu hastalığın belirtilerini görenlerin öncelikle bu hastalık hakkında bilgi ve fikir sahibi olan bir hekime başvurması gerektiğini söyleyen Keçe, "Tedavide tatile çıkılmasını, istirahat edilmesini, kas gevşetici hafif egzersizler yapılmasını, ilaç olarak antiastenik ilaçlar ve vitaminlerin kullanılmasını öneriyoruz. Yorgunluk için, kavramsal davranış terapisi ve hayat tarzının değiştirilmesi gibi çeşitli tedavi yöntemleri uygulandığı psikoterapiyi de öneriyoruz" şeklinde konuştu.

                            Cinsel Tıp Derneği'nden öneriler

                            Yeni yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de her 100 kişiden yaklaşık 55'nin çok yorgun olduğunun tespit edildiğini anlatan Keçe, şu önerilerde bulundu: "Cinsel isteksizlik vb. cinsel sorunlarınız varsa bir cinsel terapiste baş vurun. Yapabildiğiniz kadar fazla istirahat edin. Hayat hızınızı yavaşlatın, fiziksel veya emosyonel stres meydana getirecek ortamlardan ve işlerden kaçının. Çalışma ortamımızı yeniden düzenleyin. Yani aşırı iş yükünden kaçının, dinlenme zamanlarımızı arttırın, finansal, bürokratik ve idari işlerde en az sorumluluk alın, yeterli uzman eğitimi ve yönlendirme yapılmasını isteyin, yaptığımız işi kontrol etme ya da etkileme duygusunun daha fazla kazandırılmasını isteyin, çalışanlar arasında destek ve sosyal ilişkilerin en üst düzeye çıkarılması için çaba sarf edin, kağıt işi ve bürokratik işlerin azaltın. İş hayatımızda ve özel hayatımızda yeni stratejiler belirleyin. Takım çalışması yapın. İşyerinde sosyal destek amaçlı gruplar kurun ve toplantılar düzenleyin. Eğitim içerikli uygulamalar ile bireysel baş etme yöntemlerini geliştirin. Kas gevşetici egzersizler yapın. Zor işleri eşit olarak dağıtarak yükün aynı kişiler üzerinde birikmesini engelleyin ve zor işlerin dönüşümlü olarak yapılmasını sağlayın. Gün içerisinde kitap, gazete ve dergi okuma gibi, iş harici aktiviteler için zaman ayırın. Yorgunluğa karşı en iyi ilaç tatile çıkmaktır. Tatile çıkın. Yarım gün çalışın. Çalışma temposunu düşürün. Yaşamınızı renklendirecek uğraşlar bulun. Her sabah 10-15 dakika aç karnına egzersiz yapın. Her gün sabahları aç karnına en az 5 dakika yürüyüş yapın. Ancak bu yürüyüşleri güneşli günlerde yapmaya özen gösterin. Uyku ritmine dikkat edin. Hoşunuza giden konuları düşünün veya hoşlandığınız bir film seyredin. Bol vitaminli ve mineralli besinleri sofranızdan eksik etmeyin. Özellikle B ve C vitaminleri ile potasyum. Bol sıvı alın. En az günde 3 litre su için. Alkolden uzak durun."

                            Yorum

                            • delphin
                              Senior Member
                              • 27-12-2005
                              • 15279

                              Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                              Raşitizm (Rikets / kemik zayıflığı) nedir?

                              Raşitizm kemiklerde kalsiyum depolanmasının yetersiz olmasına bağlı olarak ortaya çıkan şekil bozukluklarına verilen genel addır. Nedenleri çeşitlidir. Her yaşta görülebilir. En sık olarak görülen, dolayışıyla raşitizm denilince ilk akla gelen D vitamini eksikliğine bağlı olarak süt çocukluğu döneminde gelişen raşitizmdir.
                              D vitamini eksikliği neden olur?

                              D vitamini diğer vitaminlerin çoğundan farklı olarak besinlerle alınmasının yanında güneş ışığının yardımı ile ciltte yapılır. Ciltte yapılan bu D vitamini vücudun gereksinimini karşılayan temel kaynaktır. Besinlerle alınan ya da ciltte yapılan vitamin D karaciğerde ve böbreklerde bir dizi işlemden geçerek etki gücü en yüksek olan D vitamini şekline dönüşür. D vitamini eksikliği de bu aşamalardan herhangi birindeki bir soruna bağlı olarak gelişebilir; Güneş ışığına yeterince maruz kalmamak, D vitamini ve kalsiyumdan zengin besinler almamak, barsaklardan emilim bozukluğu, karaciğer ya da böbrek yetersizliği gibi. Bunlara ek olarak, uzun süreli olarak kullanılan bazı ilaçlar da D vitamini metabolizmasını etkileyerek raşitizme yol açabilir. Epilepsi (sara hastalığı) tedavisinde kullanılan difenilhidantoin (epdantoin) ve fenobarbital (luminal) bu ilaçlar arasında yer alır.
                              Vitamin D hangi besinlerde bulunur?

                              Eğer besinler özel olarak D vitamininden zenginleştirilmemişse, genellikle sıradan bir beslenme günlük gereksinimi karşılamaya yetmez. Bunun istisnası balık ürünleri özellikle balık yağıdır.
                              Anne sütünde yeterince D vitamini var mıdır?

                              Anne sütündeki D vitamini miktarı 12-60 IU civarındadır. Bu miktar günlük D vitamini ihtiyacı olarak saptanan 400 IU’e kıyasla azdır. Anne sütündeki D vitamininin daha kolay emildiği, dolayısıyla daha etkin olduğu ileri sürülse de, bugün anne sütünün tek başına süt çocuğunun D vitamini gereksinimini karşılamayacağına inanılmaktadır. Bu durum özellikle annede D vitamini eksikliği varsa daha büyük önem taşır. Ana rahminde fötusun D vitamin ihtiyacı annenin depolarından karşılanır. Fötus doğumdan sonra kendini bir süre idare edebilecek kadar D vitaminini de çeşitli dokularında depolar. Eğer annede D vitamini depoları yeterli değilse bebek ya D vitamini eksik olarak, ya da yetersiz D vitamini depolamış olarak doğar. Bu durum da doğumdan sonra yeterli D vitamini alınmaz ya da yeterince güneş ışığına maruz kalınmazsa D vitamini eksikliğine bağlı raşitizmin oluşmasını kolaylaştırır.
                              Raşitizmin belirtileri nelerdir?

                              Raşitizmin belirtileri yaşa göre değişir. En sık görüldüğü dönem olan ilk yaş içerisindeki belirtiler kandaki kalsiyum ve fosfor düzeylerinin düşüklüğüne bağlıdır. Bu belirtiler; sebebi izah edilemeyen huzursuzluk gibi müphem belirtilerden havale geçirmeye kadar değişir. Raşitizmli bebeklerin kasları gevşek ve güçsüzdür. Bu nedenle geç oturur, geç emekler ve geç yürürler. Buna karşın zeka gelişimleri bu durumdan etkilenmez. Nedeni bilinmeyen ve hastalıkla ilişkisi kesin olarak gösterilmemiş ama anneler tarafından sıkça söylenen bir belirti de baş terlemesidir.


                              Raşitizmin diğer belirtileri ise kemiklerde kalsiyum birikiminin yetersizliğine bağlıdır. Bıngıldak yaşa göre büyüktür ve kapanması gecikir. El ve ayak bilekleri geniştir. Kaburgaların üzerinde tespih tanesi gibi şişkinlikler fark edilebilir. Göğüs kafesinin alt kısmında oluk benzeri bir çökme oluşabilir. Diş çıkması gecikir. Raşitizmli çocukların alınları geniş ve belirgin, karınları ise şiş gözükür. Eğer hastalık tedavi edilmezse büyüme yavaşlar ve bir süre sonra çocuk boyca yaşıtlarına göre geri kalır. Çocuk yürümeye başladıktan sonraki en önemli bulgu bacaklardaki eğriliktir (O ya da V bacak).

                              Bu belirtilerin önemli bir kısmı raşitizme özgü değildir. Bununla beraber bu belirtilerin bir kaçı bir araya gelirse raşitizm bulunup bulunmadığına ilişkin tetkiklerin yapılması gereklidir.
                              Raşitizmin vitamin D eksikliği dışında ortaya çıkması mümkün mü?


                              Evet. Raşitizm nadir de olsa başka durumlarda da ortaya çıkabilir. Bu durumlar ya böbrek hastalıklarına ya da doğuştan beri bulunup belirtilerini daha geç dönemde veren genetik/ailevi bozukluklara bağlıdırlar. Bu hastalıkların sonuçları ve tedavisi her birine özgü olduğu için, vitamin D eksikliğine bağlı raşitizmden ayırt edilmesi önemlidir.
                              Raşitizm nasıl teşhis edilir?

                              Çoğunlukla klinik bulgular teşhis için yeterli olmakla beraber kesin teşhis için ya kemik filmi çekilmesi ve/veya kan tahlili ile kalsiyum, fosfor ve alkalen fosfataz düzeylerinin ölçülmesi gerekli olacaktır.
                              Raşitizmden korunulabilir mi?

                              Raşitizmden korunmanın temel koşulu gebe ve emzikli annelerle çocukların yeterince güneş ışığına maruz kalmalarının sağlanmasıdır. D vitamini yapımını sağlayan ultraviyole ışını pencere camından geçmez. Bu nedenle arzu edilen yararın sağlanabilmesi için güneş ışığına direkt olarak maruz kalınması gereklidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmada sadece bez bağlı olarak haftada 10 dakika, baş, yüz, el ve ayaklar açık olarak haftada 2 saat güneş ışığında bulunmanın korunmak için yeterli olduğu gösterilmiştir. Bununla beraber, biz bu sürenin yarı çıplak olarak günde 10 dakikadan, giysili olarak günde 30 dakikadan daha fazla olması gerektiğine inanmaktayız. Annelerin bebeklerin en önemli D vitamini kaynağı olduğu akılda tutulmalı ve gebe ya da emzikli kadınlar da benzer şekilde güneş ışığına maruz kalmaya çalışmalıdırlar. Bu durum dini inanışlar nedeni ile kadınların örtündüğü ülkemizde çok daha önemlidir.

                              Yorum

                              • delphin
                                Senior Member
                                • 27-12-2005
                                • 15279

                                Konu: Sağlık ile ilgili her konu

                                [Reflü hastalığı] - Yemekten sonra yanma, ekşime mi hissediyorsunuz?

                                Yediğimiz gıdalar yemek borusu ile mideye ulaşır. Normalde mide içerisinde bulunan asitle karışmış gıdaların yemek borusuna kaçmasını engelleyen bir kapakçık sistemi vardır. Bu sistemle bu sistem bozulduğu zaman asitli gıdalar yemek borusuna kaçar aside karşı koruma tabakası olmayan yemek borusunda bir dizi değişiklikler olur. Bu olaya da reflü hastalığı denir.
                                Reflüye en sık neden olan kapak sisteminin yetersizliğidir, bu halk arasında mide fıtığı olarak bilinir. Reflü hastalığında, mide asit yüksekliği yoktur. Normal hatta düşük asit düzeyinde bile yemek borusuna kaçan mide içeriği, yemek borusunda tahribat yapar. Reflü olması için mutlaka kapakçık yetmezliği olması şart değildir. Yemek borusuna ait hastalıklarda ve mide boşalma bozukluğu durumunda da reflü olabilir.
                                Reflü hastalığının belirtileri, göğüs kafesine doğru yayılan mide üst kesiminde yanma, ekşime, mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasıdır. Hastalar asit düşürücüler (Talcid, famodin, lansor, omeprol vs…) aldığı zaman şikayetleri azalır veya kaybolur. Reflü asit düşürücü, tedaviye en çabuk yanıt veren hastalıktır. Kapakçık yetmezliği olan hastalarda asit düşürücü tedavi kesildiğinde şikayetler kısa sürede tekrarlanır. Ayrıca karında şişkinlik, göğüste sıkışma ve çok geğirme belirtileri de sık rastlanan belirtilerdendir. Bazı hastalarda ses kısıklığı ve astım gibi rahatsızlıklara da yol açabilir. Bu nedenle uzun yıllar astım ilaçları kullanan hastalar hiç de az değildir. Reflü hastalığı toplumda yaklaşık yüzde 20 oranında görülmektedir Reflü hastalığının uzun yıllar olması ve tedavi edilmemesi sonucu yemek borusu kanserleri gelişebilmektedir. Bunun en önemli nedeni ilaç tedavisi ile asit kaçışının önlenmesine karşın safra ile temasın engellenememesidir. Cerrahi tedavi hem asit hem de safranın mideden yemek borusuna kaçışını engelleyerek daha koruyucu bir tedavi sağlar.


                                İki yolla tedavi ediliyor

                                İlaç tedavisi
                                Medikal tedavide mide asit düzeyini düşüren ilaçlar kullanılır. Reflüde neden kapakçık yetmezliği ise, mideden yemek borusuna kaçış ilaç tedavisi altındayken de devam eder, fakat asit düzeyi düşük mide sıvısı kaçtığı için hastada yanma şikayeti olmaz. Hastaların ayrıca yatak başını yükseltmesi, 3-4 saat sonra yemek yemesi, bazı gıdalardan uzak durması (çiğ sebze, meyve, yağlı yiyecekler, hamur işleri, kahve, kola vs…) gerekir.
                                Cerrahi tedavi Laparoskopik cerrahi genel anestezi altında karın kesilmeden yapılır. Hastalar bir gün hastanede kalır 4-5 gün içerisinde işlerine dönebilirler. Hastalar operasyondan sonra ertesi gün yemek alımına başlayabilir.

                                Yorum

                                İşlem Yapılıyor